Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2007/433 E. 2007/455 K. 04.07.2007 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2007/433
KARAR NO : 2007/455
KARAR TARİHİ : 04.07.2007

MAHKEMESİ : Ankara 3. İş Mahkemesi
TARİHİ : 06/03/2007
NUMARASI : 2007/19-140
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. İş Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 21.12.2005 gün ve 1493-1349 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 21.09.2006 gün ve 3473-11367 sayılı ilamıyla; (….Dava hukuki nitelikçe, davacının 506 Sayılı Yasa kapsamında çalıştığı işyerindeki çalışma döneminde ücretlerinden işverence yapılan tasarrufu teşvik kesintileri ile işveren katkı paylarının kendisine ödenmediğinden bahisle zorunlu tasarruf kesintileri ile buna dayalı nema alacağının tahsili amacıyla yaptığı icra takibine vaki kurum itirazının iptali ile takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemine ilişkin olup, mahkemece husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiş ise de;
Davanın yasal dayanakları, 4853 sayılı Çalışanların Tasarruf Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanunun 7 . ve 8 . maddeleri ile 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun 4. maddesidir.
Anılan 4. madde hükmüne göre işverenler, işçilerin ücretlerinden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını tahakkuk ettirerek ücret ödemesinin yapıldığı ayı izleyen ayın sonuna kadar TC. Ziraat Bankası’nda işçiler adına açtıracakları tasarrufu teşvik hesabına yatırmakla; Sosyal Sigortalar Kurumu ise anılan kanunun 7. maddesi hükmü kapsamında, işverenlerin ücretlerden yapacakları tasarruf kesintileri ile sağlayacakları işveren katkılarını 4. maddede belirtilen süreler içinde ilgililerin banka hesaplarına yatırmamaları halinde yatırılması gereken miktarları kendiliğinden veya ilgililerin başvurusu üzerine 506 Sayılı Kanunun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri çevresinde gecikme zammıyla birlikte işverenden tahsili ile yükümlendirilmiştir. Bu durum karşısında, davalı kurum hakkındaki davanın husumet nedeniyle reddine dair mahkeme kararında isabet bulunmamaktadır
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı ve davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
I- Davalı SSK vekili 17.04.2007 günlü dilekçesinde, temyiz isteminden “sarfınazar” ettiklerini bildirmektedir.
Dosyaya sunulan vekaletname örneğinde bu konuda kendisine bir yetki tanınmadığı, davalı Kurum tarafından verilmiş bir talimatın da bulunmadığı görülmektedir.
Ne var ki, davalı Kurum vekilinin, yerel Mahkemece verilen ilk hükme yönelik geçerli bir temyiz isteminin de bulunmaması karşısında, davalının direnme kararını temyize hakkı bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davalı Kurum vekilinin temyiz istemi reddedilmelidir.
II-Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince:
Dava, tasarrufu teşvik anapara ve nemasının tahsiline yönelik olarak yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece; davalı SSK’nın borcun borçlusu ve muhatabı olmadığı gerekçesiyle davanın husumet yönünden reddine karar verilmiştir.
Uyuşmazlık; davalı Kurumun, çalışanların banka hesaplarına işverence yatırılmayan tasarruf kesintisi ve katkı payları ile nema toplamından teselsül hükümlerine göre sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bir hukuksal ilişkinin borç ilişkisi sayılabilmesi için, taraflarına ve konusuna ait iki unsura ihtiyaç bulunmaktadır. Bunlar; hukuki ilişkinin alacaklı ve borçludan oluşması; alacaklının ifasını talep yetkisine sahip olduğu, borçlunun ifa yükümlülüğü altına girdiği “edim” şeklinde ifade edilebilir.
Alacaklı, borç ilişkisinin aktif süjesi, borçlu ise, borç ilişkisinden doğan edimi ifayla yükümlü olan, kendisinden edimin ifası istenen kişidir.
Borç ilişkilerini düzenleyen Borçlar Kanununda borcun kaynakları; sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme olarak gösterilmiştir. Sözleşme, iki tarafın hukuksal sonuca yönelik karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamalarıyla meydana gelen hukuksal ilişkidir. Haksız fiilin borç doğurmasının sebebi ise, kişinin iradesi dışında, kendisine yönelik hukuka aykırı bir eylemdir. Borcun üçüncü kaynağını oluşturan sebepsiz zenginleşmede; alacaklının mal varlığında haklı bir sebep bulunmaksızın meydana gelen eksilmenin giderilmesi amaçlanmaktadır.
Borçlar Kanununda belirtilenler dışında; nafaka yükümlülüğü, vekaletsiz iş görme, Kat Mülkiyeti Kanununa göre paydaşların veya kat maliklerinin ortak giderlere katılma hallerinde olduğu gibi, kanundan doğan, bir kanun hükmü nedeniyle öngörülen borç ilişkileri de bulunmaktadır.
İşveren ile on ve daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde çalışmakta olan işçiler arasında 3417 sayılı Kanun uyarınca kurulan zorunlu tasarruf ilişkisinde davalı Kurumun işlevi; tasarruf kesintileri ile sağlanacak olan işveren katkı paylarının belirtilen süreler içinde ilgililerin banka hesaplarına yatırılmaması halinde, yatırılması gereken miktarların resen yada ilgililerin başvurusu üzerine tahsil edilerek, ilgili banka hesabına yatırılmasının temini noktasında toplanmakta olup, davacı (ve işvereni) ile davalı Kurum arasında yukarıda tanımlanan nitelikte bir borç ilişkisinin kurulmadığı belirgindir.
Zararın başka bir şahsa aktarılması, sorumluluk sebeplerinden birinin mevcut olması halinde mümkündür.
Müteselsil borçluluk, alacaklının, borcun tamamının ifasını birden çok borçludan ve dilediğinden isteyebildiği, borcun tamamı ifa edilinceye kadar borçluların hepsinin sorumlu olduğu bir borç ilişkisidir.
Müteselsil borçluluğun kaynakları Borçlar Kanununun 141. maddesinde belirtilmiştir. Maddeye göre, “Alacaklıya karşı, her biri borcun mecmuundan mesul olmağı iltizam ettiklerini beyan eden müteaddit borçlular arasında teselsül vardır.
Böyle bir beyanın fikdanı halinde teselsül ancak kanunun tayın ettiği hallerde olur.”
Madde hükmünden anlaşıldığı gibi, müteselsil borçluluk, ya bir hukuki işlemden ya da kanundan doğmaktadır. Maddenin 2. fıkrasında yer verilen kanuni teselsül, müteselsil borçluluğun doğrudan doğruya bir kanun hükmüne dayandığı, bizzat yasa koyucunun öngördüğü borçluluk halidir. Teselsül, ancak kanunun öngördüğü durumlarda söz konusu olabilecektir.
Müteselsil sorumluluğa ilişkin değerlendirme yapılabilmesi için, davacı ve işvereni ile davalı Kurum arasındaki (3417 ve 4853 sayılı Yasalara dayalı bulunan) hukuksal ilişkinin içeriğinin belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Davalı Kurumun, bir kanun hükmü nedeniyle sorumluluk sebeplerinden birisine sahip olup olmadığı olgusu önem taşımaktadır:
Davanın yasal dayanağını oluşturan, 29.04.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4853 sayılı Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair Kanunun 7. maddesinde; 3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı, 8. maddesinde;
“3417 sayılı kanun hükümlerine göre, ücretlerden yapılması gereken tasarruf kesintileri ile katkı paylarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan işverenlerden; yatırılması gereken miktarlar ile gecikme zammı, resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak TC. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılır.
3417 sayılı Kanunun mülga 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumlar, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumlu olacakları…” hükmü; madde ile atıfta bulunulan 506 sayılı Kanunun primlerin ödenmesine ilişkin 80/5. maddesinde ise; Kurumun, süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç diğer maddelerinin uygulanacağı, Kurumun, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı, diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanacağı, prim ve diğer alacaklarının süresi içinde ve tam olarak ödenmemesi halinde, ödenmeyen kısmına uygulanacak gecikme cezasının ne şekilde hesaplanacağı hükme bağlanmıştır. Davalı Kurumun tahsil yükümlülüğü, 4853 sayılı Kanunun 8. maddesinin ilk fıkrasına dayalı olup, anılan fıkrada, Kurumun ayrıca bir sorumluluğundan söz edilmemiştir. İkinci fıkrada ise; 3147 sayılı Kanunun mülga 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin (ki bunlar; Devlet memurları ve sözleşmeli statüde çalışan personeli kapsamaktadır) aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan ilgili Devlet Kurumları sorumlu tutulmuş olup, davalı Kurumun bu fıkra kapsamında ele alınmasına olanak bulunmamaktadır.
1.4.1988 tarihinde yürürlüğe giren 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun ile çalışanların tasarruflarının artırılması amacı güdülmüş; bunu teminen çalışanların aylık veya ücretlerinden belirli oranda kesinti yapılması, Devlet veya işverenlerin bu tasarruflara katkıda bulunması sonucu toplanacak paraların en iyi şekilde nemalandırılması öngörülmüş, 4853 sayılı Kanun uyarınca da, çalışanların tasarruflarını teşvik hesabının tasfiyesi sırasında hak sahiplerine yapılacak ödemelere ve tasfiye süresince bu paraların değerlerinin korunmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.
4853 sayılı Kanunun 8. madde gerekçesine bakıldığında; madde ile, 3417 sayılı Kanun gereğince süresinde ödenmeyen tasarruf kesintileri ve katkı paylarının hak sahipleri adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasının düzenlendiği, bu şekilde hak sahiplerinin nam ve hesaplarına yatırılması gereken ancak süresinde yatırılmamış tasarruf kesintileri ve katkı paylarının yatırılmasını temin etmek suretiyle hak sahiplerinin mağduriyetinin önlenmesinin amaçlandığı ifade edilmektedir.
Gerekçedeki ifadelerden, yasa koyucunun; kesinti, katkı payı ve nema toplamının tahsilini teminen Kurum yönünden müteselsil sorumluluk öngördüğü yönünde bir değerlendirmede bulunmadığı görülmektedir.
Yasalarda kanuni teselsüle yer verilmesinin amacı, borçlular arasında bir menfaat birlikteliğinin mevcut olması ya da öyle kabul olunması, alacaklıya özel hallerde güvence sağlanmak istenmesi, birden çok kişinin kusurlu eylemi ile bir zararın doğması olarak gösterilebilir.
3417 ve 4853 sayılı Kanunlar uyarınca tasarrufu teşvik alacaklısına sağlanmaya çalışılan güvence; işveren karşısında güçsüz konumda bulunan çalışanın, belirtilen kesinti, katkı payı ve nema toplamı yönünden oluşan alacağını kamu alacağı seviyesine çıkararak, onun 6183 sayılı Kanun uyarınca davalı Kuruma tanınan olağanüstü takip ve tahsil yollarından yararlandırılmasını sağlamak şeklinde belirmektedir.
506 sayılı Kanunda müteselsil sorumluluğu öngören hükümler bulunmaktadır:
79. maddede; İşverenin, sigortalıyı, 4857 sayılı İş Kanununun 7 nci maddesine göre başka bir işverene iş görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devretmesi halinde, sigortalıyı devir alan, geçici iş ilişkisi süresine ilişkin bu fıkrada belirtilen belgelerin aynı süre içinde işverene ait iş yerinden Kuruma verilmesinden işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur; 80. madde ile; sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzelkişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur; 87. madde; Sigortalılar üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bununla sözleşme yapmış olsalar bile, bu kanunun işverene yüklediği ödevlerden dolayı, aracı olan üçüncü kişi ile birlikte asıl işvereni de sorumlu saymaktadır.
Teselsüle dayalı sorumluluk hallerine, anılan maddelerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde yer verilmiş, Ticaret kanununun 7. maddesinde, ticari işler için öngörülmüş olan teselsül karinesinin bir benzerine ise sosyal güvenlik mevzuatında yer verilmemiştir.
Teşkilat ve mali yönetim mevzuatı yönünden bakıldığında; 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun 3. maddesinde “Kurumun temel amacı”; sosyal sigortacılık ilkelerine dayalı, etkin, adil, kolay erişilebilir, aktüeryal ve mali açıdan sürdürülebilir, çağdaş standartlarda sosyal güvenlik sistemini yürütmek; Kurumun görevleri ise; Ulusal kalkınma strateji ve politikaları ile yıllık uygulama programlarını dikkate alarak sosyal güvenlik politikalarını uygulamak, bu politikaların geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak, hizmet sunduğu gerçek ve tüzel kişileri hak ve yükümlülükleri konusunda bilgilendirmek, haklarının kullanılmasını ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesini kolaylaştırmak, sosyal güvenliğe ilişkin konularda; uluslararası gelişmeleri izlemek, Avrupa Birliği ve uluslararası kuruluşlar ile işbirliği yapmak, yabancı ülkelerle yapılacak sosyal güvenlik sözleşmelerine ilişkin gerekli çalışmaları yürütmek, usûlüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmaları uygulamak, sosyal güvenlik alanında, kamu idareleri arasında koordinasyon ve işbirliğini sağlamak, bu Kanun ve diğer kanunlar ile Kuruma verilen görevleri yapmak olarak sıralanmaktadır. Anılan Kanunun 34. maddesinde Kurumun giderleri sayılırken, işverence karşılanmayan tasarruf kesinti, katkı ve nema tutarlarının ödenmesine ayrıca yer verilmediği de görülmektedir.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Ve Kontrol Kanunu kapsamında sosyal güvenlik kurumlarına da yer verilmiş, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesi, kullanılması, kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasına ilişkin hükümler öngörülmüştür.
Atıf yapılan mevzuat hükümleri hep birlikte ele alındığında, çalışanların zorunlu olarak tasarrufa teşvik edilmesi ve bu tasarrufların değerlendirilmesi kapsamında oluşan hukuksal ilişkinin borçlusunun işveren olduğu, davalı Kurumun, borç ilişkisinden doğan edimi ifayla yükümlü olan, kendisinden edimin ifası istenen kişi konumunda bulunmadığı, 4853 sayılı Kanundan doğan yükümlülüğün kapsamının; sigortalı nam ve hesabına tahsilden ibaret olup, mevzuatında öngörülmemesi karşısında, Kuruma verilen bu görev ve yetkinin aynı zamanda müteselsil borçluluğu kapsamadığı sonucuna varılmalıdır. Yukarıda açıklandığı gibi, 4853 sayılı Kanunun 8. maddesinin Sosyal Sigortalar Kurumunu kapsayan birinci fıkrasında Kurumun sorumlu olacağına dair bir hüküm bulunmadığı açıktır.
Kuruma tanınan bu yetkinin, Anayasanın 60. maddesi ile güvence altına alınan, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu yönündeki evrensel ilkenin uygulamada etkinleştirilmesi amacını güttüğü, aksi düşüncenin ise, asıl işlevi sosyal sigorta kolları bakımından sigortalılarına güvence sağlamak olan Kurumun işlevsizleşmesine yol açacağı belirgindir.
Davalı Kurumun, 3417 ve 4853 sayılı Kanunlarca kendisine yüklenen tahsil görevinin müteselsil borçluluk ile örtüştürülmesi, yasada belirtilen amaç ve Sosyal Güvenlik Kurumu ile sağlanmaya çalışılan işlev ile bağdaşmamaktadır.
Yukarıda belirtilen olgular ve Hukuk Genel Kurulunun 02.05.2007 gün ve 2007/21-228-247 sayılı kararı gözetildiğinde, davalı Kuruma tanınan resen tahsil yetkisinin müteselsil sorumluluğu içermediğinin anlaşılmış olması karşısında usul ve yasaya uygun bulunan ve bu yönlere ilişkin bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: 1–Davalı Kurum vekilinin temyiz isteminin (I). bentte açıklanan nedenlerle reddine,
2-Davacı vekilinin temyiz itirazlarının (II). bentte açıklanan nedenlerle reddi ile direnme kararının yukarıda gösterilen gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 04.07.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.