Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/66 E. 2006/99 K. 22.03.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/66
KARAR NO : 2006/99
KARAR TARİHİ : 22.03.2006

Mahkemesi : Hatay Asliye 2.Hukuk Mahkemesi
Günü : 26.9.2005
Sayısı : 98-271
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Hatay 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 15.7.2004 gün ve 2003/271 E. 2004/421 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 14.10.2004 gün ve 2004/11911-11668 sayılı ilamı ile; (…Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece istem reddedilmiştir.
Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24.maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa’da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Dava konusu “Sayın Bakanım” başlıklı 22.10.2001 tarihli mektup, davacının kişisel düşünce ve tesbitlerini içermektedir. Davacı anılan mektupta doktor, eczacı ve yabancı menşeli ilaç firmalarının plasiyerleri arasındaki yasal olmayan ilişkiler sonucu ve hekimlere menfaat sağlanarak devletin zarara uğratıldığı anlatılırken davacının Antakya Devlet Hastanesi acil servis doktoru olarak görev yaptığı sırada reçetelere yazdığı her kutu Duacid tablet karşılığında maddi çıkar sağladığı ve hastaları belli eczanelere yönlendirdiği iddia edilmiştir. Davacı yaşanan olaylardan duyduğu üzüntüyü de dile getirdiği şikayet mektubu üzerine Hatay Valiliğince yapılan ön inceleme sonunda yazılan reçetelerin usul ve fenne uygun olduğu belirlenerek soruşturma izni verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Yargılama sırasında dinlenen davacı ve davalı tanıkları da şikayet mektubunda bildirilen olayları doğrulamamışlardır. Dosyadaki bilgi ve belgelerde davacının iddiası doğrulanmamış ve iddialar kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğundan manevi tazminatın koşulları oluşmuştur. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeksizin yasal şikayet hakkının kullanıldığı gerekçesiyle davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 24. maddesi; hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırı karşısında, saldırılan kimseye hukuki koruma sağlanacağı, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu, Borçlar Kanununun 49. maddesinde ise, şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebileceği hükme bağlanmıştır.
Zarar kavramı, malvarlığında olduğu gibi bir kimsenin kişilik değerlerinde iradesi dışında meydana gelen eksilmeyi de ifade etmektedir. Bir kişinin kişilik, yani şahıs varlığını oluşturan hukuki değerlerin ihlali ile oluşan objektif eksilme ve kayıplar manevi zararı meydana getirecektir. Şahıs varlığı, bir kişinin kişi olarak haiz olduğu hukukça korunan kişilik değerlerinin tümünü ifade etmektedir. Belirlenmesi gereken, davacının kişilik değerlerine bir saldırının, ihlalin bulunup bulunmadığı ve ihlalin yaşama sevincinde, mutluluk ve huzur duygusunda bir eksilme yaratıp yaratmadığı olgusudur.
Bir fiilin ne zaman hukuka uygun ne zaman aykırı olduğu tüm hukuk sistemine bakılarak belirlenebilecektir.
Davalı, Hatay Eczacı Odası Başkanı olduğu dönemde Sağlık Bakanına yazdığı şikayet /ihbar mektubunda, ildeki bir sağlık biriminde doktor olarak görev yapan davacının, bazı eczacılar ve ilaç plasiyerleri ile birlikte menfaat grubu oluşturdukları belirtilerek, yukarıda tam metni yazılı Daire kararında açıklandığı şekilde iddialara dayalı suçlamalarda bulunulmuştur.
Tüm demokratik toplumlarda olduğu gibi Ülkemizde de hak arama özgürlüğü Anayasa ile güvenceye bağlanmış, uluslararası bir çok sözleşmeyle de bu güvence pekiştirilmiştir.
Davaya konu somut olayın çözümünde, davalının tanımlanan eyleminin hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanıp yararlanamayacağının belirlenmesi önem taşımaktadır.
Şikayet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikayet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler, bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir.; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Ama kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
Şikayet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Yazıda sunulan olaylar zincirinin bütünüyle yanlış olduğu sonucunu ortaya çıkıyorsa, bu hakkı kullananın iyi niyet savunması, gerçeğin kanıtlanması gereğinin yerini alamayacaktır. Ancak, davalı burada meşru bir amaç güdüyorsa, konu kamuyu ilgilendiriyorsa ve olayları doğrulamak için makul bir çaba gösterdiyse, söz konusu olgular yanlış da çıksa sorumlu tutulmayabilecektir. Bu noktada, belirli görevi paylaşanların görev ve sorumluluğunun özel bir önem taşıdığı da hatırda tutulmalıdır.
Hak arama özgürlüğü, aynı zamanda başkalarının da şöhretinin ve kişilik haklarının korunması gerektiği temelinde değerlendirildiğinde, iddia konusunda yeterli bilgi, bazı emare ve olguların bulunup bulunmadığı önem kazanmaktadır. Kendisini destekleyen hiçbir emare ve olgusal temele dayanmayan şikayet, bir değer yargısı olarak kalacak ve aşırıya kaçmış sayılabilecektir.
6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanununun 1. maddesinde birliğin kuruluş amacı “eczacıların birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak” olarak ifade edilmiş, 5. maddesinde (… her ilde bir eczacı odası kurulacağı), 20/a. maddesinde idare heyetinin vazifeleri (kanun haricinde menfaat temin etmek maksadiyle gerek aza ve gerek meslek mensupları ile başka şahıslar arasında gizli anlaşmalar yapılmasına ve muvazaa yoliyle müesseseler kurulmasına mani olmak), 22. maddesinde, (20 nci maddenin a, b, c, d ve e bentlerinin şümulüne giren fiil ve hareketler idare heyetlerince hal ve tesviye edilemediği takdirde meslek adabı ile telifi mümkün olmıyan hallere kalkıştıkları görülen meslek mensuplarının deontolojiye veya amme hizmet ve selametine aykırı hareketleri delillerle tesbit olunarak müdafaaları istenir), 30. maddesinde; haysiyet divanının görev ve vazifeleri arasında; bu kanunun kendisine tahmil ettiği diğer vecibeleri yerine getirmiyenler ile evrakı kendisine tevdi edilen azanın meslek adap ve haysiyetine aykırı olan fiil ve hareketlerinin mahiyetine göre inzıbati cezaları verileceği hükme bağlanmış olup, bu yaptırımın 180 güne kadar sanat icrasından men, o mıntakada çalışmaktan menetmeye kadar uzandığı görülmektedir.
Tüm bu yasal düzenlemeler, davalının başında bulunduğu Oda yönetiminin, iddia olunan olaylar zincirini değerlendirerek, gerçek bilgiye ulaşılmasına olanak sağlayacak nitelikte bulunmasına karşın, şikayet hakkının, meşruluk çerçevesi aşılarak kullanılması sonucu, davacının kişilik değerlerinin zarar gördüğü belirgindir.
Dosyadaki bilgi ve belgeler, aktarılan olaylar zincirinin doğru olmadığı sonucunu ortaya koymaktadır. Kendisini destekleyen hiçbir olgusal temeli olmayan bu değerlendirmeler ile aşırıya kaçılarak, davacının kişilik değerleri karşısında öncelikli korunma yeteneği yitirilmiş bulunmaktadır. Davacının, hukuka aykırı bu saldırı karşısında kişilik haklarının zarara uğradığı ve manevi tazminatın koşullarının oluştuğu görülmektedir.
Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular karşısında, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 22.03.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.