Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/540 E. 2006/601 K. 27.09.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/540
KARAR NO : 2006/601
KARAR TARİHİ : 27.09.2006

MAHKEMESİ : İstanbul 8.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 29/11/2005
NUMARASI : 2005/246 E- 312 K.
Taraflar arasındaki “manevi tazminat“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 8.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.03.2004 gün ve 2003/56 E- 2004/102 K.sayılı kararın incelenmesi taraflar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 14.03.2005 gün ve 2004/8402-2485 sayılı ilamı ile; (…Davacı, yapılan yayının hukuka aykırı olması nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı savı ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar yayının, Basın Yasasının, tanıdığı sınırlar dışına çıkılmadan, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiş, karar davalılar ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğradığı savına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir.
Bunun nedeni, Anayasanın 28.maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1.maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 25. maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konusu “Yeniçağ Gazetesi’nin” 22.01.2003 tarihli sayısı 9.sayfada yer alan haberde “Provokatör Zapsu hedef gösterdi, Erdoğan’ın sağ kolu Cüneyt Zapsu, haddini aşarak Cumhurbaşkanı Denktaş’ı hedef gösterdi” başlığı altında, davacının daha önce Akşam Gazetesine verdiği röportajda söylediklerinin eleştirisi yapılmıştır. Dosyada bulunan 21.1.2003 günlü Akşam Gazetesi’nde yer alan röportaj incelendiğinde; davacının, “Denktaş’ın evini bugün Türk askeri koruyor. Yarın çözümsüzlükten sabrı taşan Kıbrıslılar onbinler halinde yürüyüp, Denktaş’ın evinin önüne gelmeye kalkarsa askerle çatışmak zorunda kalacak” şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacının halkla, Cumhurbaşkanının ve ordunun karşı karşıya gelip çatışabileceği şeklindeki bu öngörüsünün gerçekleşmesi durumunda çok ciddi sonuçlar doğabilecektir. İşte dava konusu yayınla bu ifadelerin yanlışlığı ve doğuracağı sonuçlar tartışılıp eleştirilmiştir. Davacı beyanları gözetildiğinde yapılan yayının habercilik ilkelerine uygun olduğu sonucuna varılmalı ve bu nedenle davanın reddine karar vermek gerekirken, mahkemece, kısmen kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 27.09.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı Hasan C. Z., Adalet ve Kalkınma Partisinin Kurucular Kurulu Üyesi ve aynı partinin Genel Başkan Yardımcısıdır. Davacı taşıdığı bu siyasi kişiliğiyle Akşam Gazetesinin 21.01.2003 tarihli nüshasında Annan Planı ve Kıbrıs’daki gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Davalı A..Ç..’te diğer davalı Yeniçağ Gazetesinin 22.01.2003 tarihli nüshasında davacının görüşlerine yer vererek adı geçene “provokatör Zapsu hedef gösterdi” başlığı altında bir yazı yazarak bir takım görüşlere yer vermiştir.
Davacı, davalılar tarafından yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıldığını açıklayarak manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 28.maddesine göre basın hürdür. Yine 5680 sayılı Basın Kanununun 1.maddesi de basının özgürce yayın yapmasını güvence altına almıştır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemlerden farklılık taşır. Basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Basın hürriyetini düzenleyen 28.maddesinin 3.fıkrası, Basın hürriyetinin sınırlanmasında Anayasanın 26.maddesi hükümlerinin uygulanacağını belirtmiştir. Anayasanın 28.maddesinin atıf yaptığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 26.maddesinin 2.fıkrası da “…başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının …” korunması amacıyla sınırlandırma yapılabileceğini göstermektedir. Bundan dolayıdır ki Basın, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermek Anayasanın temel hak ve özgürlükler bölümünde yer alan hükümlerine ve TMK.nun 24 ve 25.maddesinde ve özel yasalarda güvence altına alınan kişilik haklarına saldırı da bulunmama mecburiyetindedir.
Davacının Akşam Gazetesinde 21.01.2003 günü yaptığı siyasi açıklamalar davalı gazeteci Ahmet Çelik ve toplumun büyük bir kesimi tarafından benimsenmeyebilir. Ancak davacı bu konuşmasıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9 ve 10; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 25 ve 26. maddelerine uygun bir biçimde düşüncelerini açıklamıştır. Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının anılan bu hükümlerine göre; herkes düşünce, vicdan, din ve kanaat hürriyetine sahiptir. Ayrıca kişiler düşünce ve kanaatlerini açıklama ve de ifade etme hürriyetine de sahiptirler. Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini kabul etmiş ve 08.08.1949 tarihinden geçerli olmak üzere de Avrupa Konseyi Üyesi olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90.maddesine göre usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Bu nedenle düşünce ve ifade hürriyeti Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Kanunlarla korunmaktadır. Davacının bu yasal düzenlemeler çerçevesinde bir partinin Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla siyasi bir kişilik olarak düşüncelerini ifade etmiş olmasından dolayı kınanıp kamuoyu önünde küçük düşürülmesi doğru olmamıştır. Düşünce özgürlüğünün en önemli unsuru serbestçe açıklanabilmesidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi öteden beri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10.maddesinin sağladığı korumanın yalnızca sorunsuz olarak kabul edilebilecek düşünceler için değil, fakat aynı zamanda Devleti veya halkın bir bölümünü incitici veya rahatsız edici düşünceler içinde geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Düşünce açıkça dışarıya ifade edilmedikçe anlamsızlaşır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü, aynı zamanda başkalarının öğrenme ve bilgilenme haklarının kaynağıdır. Bu kaynak, bu haklardan en çok istifade etmesi gereken Basın tarafından hakaret ve küçük düşürme yoluyla tıkanmamalıdır. Serbest bir kamuoyu oluşturmak bütün tercihlerin özgürce tartışılmasını sağlamakla mümkündür.
Davacı tarafından yapılan açıklamaları benimsememek davalılara yayın yoluyla hakaret hakkı vermez. Kişilik hakları ve kişiliğin korunmasının dayanağı Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 12 ve 17.maddelerine göre; herkes, kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı vardır. TMK.nun 24. ve 25.maddeleriyle, BK.41.maddesi bu hakkı koruma altına almış, kişilik hakkı zedelenen kimselerin başvuracağı yasal yolları düzenlemiştir.
Davalılardan A.. Ç..in Yeniçağ Gazetesinin 22.01.2003 tarihli nüshasında davacıya “provokatör Zapsu hedef gösterdi” demesi davacının yaptığı konuşmayı eleştirme amacını aşmıştır. Provokatör sözcüğü süreklilik taşıyan bir tanımlamadır. Anarşist, terörist gibi sıfatlardan olup kişiyle sürekli bağdaştırılmak istenen bir anlatımdır. Davacının sözleriyle kışkırtmada bulunduğunun söylenmesi geçici bir anlam taşırken, provokatör tanımlaması bu kişi hakkında çıkacak her olayla ilgilendirilebilecek bir benzetmedir. Yazıda yer alan bu sözlerle anlatılmak istenen konu arasında, başka bir deyişle konuyla ifade (özle biçim) arasında bağlılık yoktur. Davalılar anılan bu sözleri kullanmadan da davacıyı eleştirebilir, onun gerçek niyetlerini kamuoyuna duyurabilirler. Esasen davalı gazeteci kaleme aldığı yazısında hakaret içeren sözler dışında amacına da ulaşmıştır. Yine tazminat hukuku ilkelerinden olan eleştiri hakkı, kamuoyunun olumlu yönde oluşması ve toplumun daha ileriye götürülmesi amacıyla kullanılmalıdır. Davaya konu yazıda eleştiri hakkı sınırları aşılarak davacı kamu oyunda küçük düşürülmüş, nezaket sınırları ve amaç aşılmış, haksız bir kötüleme sergilenerek davacının manevi varlığı zedelenmiştir. Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulamaz. Hele düşüncesini açıkladı diye kınanamaz, hakarete uğrayamaz. Kişinin manevi varlığı; onun duygu ve düşünce dünyası, haysiyeti, şerefi,ün ve saygınlığı kamu içindeki durumu olup mutlak suretle korunmalıdır. Davacının bu açıklamalar karşısında manen zarara uğratılmadığı söylenemez.
Mahkemece davacıya hitaben söylenen sözler ve bu sözlerle güdülen amaç dikkate alınarak 3.000 YTL. Tutarında kısmi bir tazminata hükmedilmiştir. Hakim’in bu taktiri makul düzeydedir. Yerel mahkemenin eski hükümde direnmesi doğru olup mahkeme kararı onanmalıdır. Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunun Bozma yönündeki görüşlerine katılmıyorum. 27.09.2006