YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/499
KARAR NO : 2006/507
KARAR TARİHİ : 05.07.2006
MAHKEMESİ : İstanbul Asliye 8. Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 02/02/2006
NUMARASI : 2005/578-47
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 8. Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.1.2004 gün ve 2001/1336-2004/120 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 10.5.2005 gün ve 2005/2987-8041 sayılı ilamı ile, (….Davacı, ihale sonucunda düzenlenen sözleşmeyle 20.000 metre kumaş teslimini taahhüt eden davalının 10.000 metre kumaş teslim ettiğini, bakiye edimini verilen süre ve ek sürelere rağmen yerine getirmediğini, sözleşme feshedilip yeniden yapılan ihale sonucunda aynı kumaşı daha yüksek bedelle başkasından satın aldığını ileri sürerek iki ihale arasındaki bedel farkı nedeniyle oluşan 17.400.000.000-TL.nın 17.8.2000 tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, 1999 yılı Ağustos ayında meydana gelen deprem mücbir sebebi nedeniyle edimini yerine getiremediğini, iki ihale arasında 14 aylık fark bulunduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, bilirkişi raporu esas alınarak davanın kabulüne 17.400.000.000-TL. nın dava tarihinden itibaren faiziyle tahsiline karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm, davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacı, idare, davalının sözleşme ile yüklendiği 20.000 metrelik kumaş ediminin 10.000 metrelik kısmını yerine getirmemesi nedeniyle aynı malı almak için daha yüksek bedel ödediğinden bahisle maruz kaldığı 17.400.000.000-TL zararın tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davacının bu istemi sözleşmenin yerine getirilmesi güvenine dayanarak kaçırılmış elverişli fırsatlara göre değerlendirilmelidir. Başka bir anlatımla davacı, sözleşmeye konu malı davalıdan almayıp, bir başkasından alma olanağı varsa (kaçırılan fırsat) başkasına yapacağı varsayılan ödeme ile sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle aynı miktardaki aynı malı almak için ödemek zorunda kaldığı tutar arasındaki farkı, yanı menfi zararını isteyebilir. Çünkü davacı, davalıya güvenerek o tarihte başkasıyla sözleşme fırsatını kaçırmıştır. Toplanan delillerden ve dosya içerisindeki ihale evraklarının incelenmesinden ilk ihalenin 20.000 metre kumaş alımına ilişkin olduğu, bu ihaleye davalıdan başka katılanın olmadığı, davalının sözleşmeye konu 20.000 metre kumaşın 10.000 metresini teslim ettiğini, sözleşmenin feshinden sonra davacının teslim edilmeyen bakiye 10.000 metre kumaş yönünden yeni bir ihale açtığı, bakiye 10.000 metre kumaşı daha yüksek bedelle satın aldığı anlaşılmaktadır. İlk ihaleye davalıdan başka kimse katılmadığına göre davacının bu ihaleye konu aynı miktar ve evsaftaki malı davalı ile sözleşme yapmamış olsaydı, ihale tarihinde başka bir yerden hangi bedelle satın alabileceği, daha sonrada ikinci ihalenin yapıldığı tarih itibariyle yine ayni cins ve aynı miktarda kumaşın 10.000 metre değil de 20.000 metre olarak alınması halinde ikinci ihalenin ne miktar bir fiyatla gerçekleşeceği (hayatın olağan akışına göre alınacak malın miktarının fazla olması halinde bu fazlalığın mal fiyatına düşüş yönünde etki edeceğinde) konuşunda uzman bilirkişi kurulundan alınarak taraf, hakim ve Yargıtay denetimine elverişli bir raporla belirlenmeli, belirlenen miktarla sınırlı olarak davanın kabulüne karar verilmelidir. Bu hususun gözardı edilerek yetersiz bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle yazılı şeklide hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir….) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı İdare, birlik ve kurumların ihtiyacı olan tankçı berelik çuha kumaşın temini için yapılan ihaleyi kazanan davalı firmanın taahhüdünü kısmen ifa etmemesi üzerine sözleşmesini feshetmiştir. Taahhüdün eda edilmeyen bölümünü, yapılan yeni ihalede oluşan daha yüksek birim fiyat üzerinden başka bir firmadan temin etmiş, iki ihale arasındaki bedel farkının Hazine zararını oluşturduğunu belirterek, davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Dava, Borçlar Kanununun 108/II. Maddesine dayalı menfi zararın tahsili istemine ilişkin olup, uyuşmazlık, davacı idarenin menfi zararının nasıl belirleneceği noktasında toplanmaktadır.
Özel Dairenin yukarıda yazılı bozma kararı üzerine yerel mahkemece; “akdin feshine davalı şirket sebebiyet verdiğine göre, iki ihale arasındaki bedel farkının İdare zararını oluşturacağı, davacı İdarenin kaçırdığı fırsatın sözleşmenin 14. maddedeki sabit fiyat garantisi olduğu” belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Sözleşmenin dayanağını oluşturan şartnamenin “Fiyat farkı” başlıklı 14. maddesinde; “Satıcı gerek esas taahhüt süresi içerisinde gerekse mücbir sebeplerden dolayı uzatılan süre içinde taahhüdün tamamen ifasına kadar vergi artışları veya yeni vergi ve resimler konulması, fiyatların yükselmesi, taşıma ve işçi ücretlerinin artması vesair sebeplere dayanarak fazla para verilmesi veya süre uzatımı isteğinde…” bulunamayacağı ifade edilmektedir.
Alacaklının, borçludan istemeye yetkili olduğu, borçlunun da yerine getirmekle yükümlü bulunduğu bir tek edimi yani bir tek alacak veya borcu ihtiva eden hukuki ilişkiye borç veya dar anlamda borç ilişkisi denir. Borç, bir sözleşme ilişkisinden yüklenilen edimlerle sınırlı değildir, bu edimlerin yerine getirilmemesinden veya sözleşme dışı haksız eylemden doğan tazminat alacağı da borç kavramı içindedir.
Borçlar Yasasının 96. maddesine göre alacaklının, borçludan borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle tazminat isteyebilmesi için alacaklının bu yüzden bir zarara uğramış olması gerekir. Sözleşmeden kaynaklanan zarar müspet zarar olacağı gibi, menfi zarar da olabilir.
Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle müspet zarar-menfi zarar kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Müspet zarar; borçlu edayı gereği gibi ve vaktinde yerine getirseydi alacaklının mameleki ne durumda olacak idiyse, bu durumla eylemli durum arasındaki fark müspet zarardır. Diğer bir anlatımla müspet zarar, sözleşmenin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesinden doğan zarardır: kuskusuz kar mahrumiyetini de içine alır .
Borcun yerine getirilmesinin kusurla olanaksız hale gelmesinde, temerrüde düşen borçludan, gecikmiş ifa ile birlikte gecikme dolayısıyla tazminat istenmesinde, yahut borçlunun temerrüdü halinde ifadan vazgeçilip, ifa yerine tazminat istenmesinde ve sözleşmenin olumlu biçimde ihlalinde, müspet zararın giderimi söz konusu olur. (Prof. Dr. H. Tandoğan Türk Mesuliyet Hukuku 1961 s. 426 vd.).
Borçlar Kanununun 106. maddesi, sözleşmelerde borçlunun temerrüdü sonucu borç yerine getirilmemişse alacaklıya üç yetki tanımıştır:
a- Her zaman için ifa gecikme tazminatı isteğinde bulunabilir.
b- Derhal ifadan vazgeçip müspet zararının tazminini isteyebilir.
c- Veya ifadan vazgeçip akdi fesheder ve menfi zararını isteyebilir.
Müspet zarar, alacaklının ifadan vazgeçerek zararının tazminini istemesi halinde söz konusu olur: sözleşme ortadan kalkmamaktadır, yalnız alacaklının ifaya ilişkin talep hakkının yerini müspet zararının tazminine dair talep hakkı alır. Burada sözleşmenin feshedilmemesinden değil borcun ifa edilmemesinden doğan zararın söz konusu olduğu gözardı edilmemelidir.
Menfi zarar ise, uyulacağı ve yerine getirileceğine inanılan bir sözleşmenin hüküm ifade etmemesi ve yerine getirilmemesi yüzünden güvenin boşa çıkması dolayısıyla uğranılan zarardır. Başka bir anlatımla sözleşme yapılmasaydı uğranılmayacak olan zarardır. Menfi zarar borçlunun sözleşmeye aykırı hareket etmesi yüzünden sözleşme hüküm ifade etmemesi dolayısıyla ortaya çıkar (Tandoğan, age., s. 427). Bu husus Borçlar Kanununun 108. maddesindeki düzenlemeden kaynaklanmıştır: burada alacaklının sözleşmenin hükümsüzlüğünden kaynaklanan zararının tazmini söz konusudur. Çünkü sözleşme fesih edilerek hükümsüz olduktan sonra tekrar sözleşmeye dayanarak borcun ifa edilmemesinden doğan zarardan söz edilemez; istenilecek zarar menfi zarardır.
Menfi zarar kavramına şunların gireceği kabul edilmektedir (Tandoğan, age., s. 427-428): a- Sözleşmenin yapılmasına ilişkin giderler: Harçlar. posta giderleri. noter ücreti gibi.
b-Sözleşmenin yerine getirilmesi ve karşılık edanın kabulü için yapılan masraflar.
c-Sözleşmenin yerine getirilmesi dolayısıyla uğranılan zarar: gönderilen şeyin yolda kaybolması gibi.
ç-Sözleşmenin geçerliğine inanılarak başka bir sözleşme fırsatının kaçırılması dolayısıyla uğranılan zarar; hükümsüz sayılan sözleşmeyle satın alınan şey, örneğin o zaman başkasından 100 liraya alınabilirken şimdi 120 liraya alınabilmesi.
d-Başka bir sözleşmenin yerine getirilmemesi dolayısıyla uğranılan zarar.
e-Dava masrafları.
Bu tür bir zarar ayrımı, sözleşme sorumluluğunda sözkonusu olmaktadır. Genel olarak menfi zarar: sözleşmenin kurulmamasından veya geçerli olmamasından; müspet zarar ise, ifa edilmemesinden doğan zararı ifade eder (Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, s.482).
Sözleşme davacı tarafından feshedildiğine göre yerel mahkemece hükümsüz olan sözleşmeye tekrar dönülerek, sözleşmenin 14. maddesinde yer alan sabit fiyat güvencesi kaçırılan fırsat olarak değerlendirilerek hüküm kurulması isabetli bulunmamaktadır.
İstenebilecek zarar menfi zarar olup, sözleşmenin yerine getirilmesi güvenine dayanarak kaçırılmış elverişli fırsatlara göre değerlendirme yapılmalıdır. Başka bir anlatımla, davacı sözleşmeye konu olan kumaşı davalıdan almayıp da başka bir kişiden alma olanağı varsa (kaçırılan fırsat) o kişiye yapılacağı varsayılan ödeme ile sözleşmenin hükümsüzlüğü nedeniyle aynı malı almak için ödemek zorunda kaldığı tutar arasında farkı yani menfi zararını ister. Çünkü davacı idare, davalıya güvenerek o tarihte başkasıyla sözleşme yapma olanağını kaçırmıştır; başkasıyla sözleşme yapsaydı sözleşme feshedilmeyecek ve belki zararı da gerçekleşmeyecekti.
Burada üzerinde tartışılması gereken bir yön de menfi zararın belirlenmesinde ve özellikle kaçırılan fırsatını değerlendirilmesinde ilk ihaleye davalıdan başka katılanların olup olmamasının etkisidir. Sözleşmeye konu olan mal ülkemizde üretilmekte olan, temin edilebilecek bir maldır. İhaleye davalıdan başka bir kimse katılmamışsa da, idarenin bunu piyasadan o günkü koşullara göre temin etme olanağı olduğu kabul edilmelidir. İhaleye başka birinin katılmamış olması halinde kaçırılan fırsatın, feshedilen sözleşmedeki fiyat güvencesi olduğunu söylemek, yeniden sözleşme hükümlerine dönmek olur ki, yukarıda açıklanan menfi zararın tanımı ile bağdaşmayacağı anlaşılmaktadır.
O halde, mahkemenin özellikle menfi ve müspet zarar kavramını ve Borçlar Kanununun 108. maddesini değerlendirmeden yazılı gerekçelerle karar vermesi bozma nedenidir.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alınarak, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda yazılı ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 05.07.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.