Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/35 E. 2006/81 K. 22.03.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/35
KARAR NO : 2006/81
KARAR TARİHİ : 22.03.2006

MAHKEMESİ : Konya 2.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 03/10/2005
NUMARASI : 2005/1091 E-638 K.

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
Konya Asliye 2.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.12.2003 gün ve
2002/652-2003/1559 sayılı kararın incelenmesi Davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 28.06.2004 gün ve 2004/1521-8455 sayılı ilamı ile; (…Dava, basın yolu ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle
manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin 1996 yılından bu yana Selçuk Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanlığı’nı yaptığını, 30.4.2002 tarihli Yeni Meram
Gazetesinde yayınlanan “Yorum” başlıklı yazıda kişilik haklarına saldırıldığını belirterek
manevi tazminat istemiştir.
Davalılar, davacının bir ulusal kanaldaki beyanlarının eleştirildiğini, eleştiri
sınırlarının aşılmadığını davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş hüküm davalılarca temyiz
edilmiştir.
Davacı 26.4.2002 tarihinde ATV televizyonunda yayınlanan ve Türk Tasavvufunun
konu edildiği programa katılarak “MEVLANA’nın bir ilim adamı ve şair olduğu, ancak o tarihte
Anadolu’daki Türk varlığını yok etmeye çalışan MOĞOL istilacılarıyla işbirliği yaptığı, hatta
MOĞOL’lara karşı savaşan oğlunun cenazesine asi olduğu gerekçesiyle katılmadığı” şeklinde
düşüncelerini açıklamıştır. MEVLANA ünlü bir düşünür ve tasavvufçudur. Türk kamuoyunda
ve bütün dünyada bu şekilde kabul edilmektedir. 700 yıl önce ölmüş MEVLANA için; bilim
adamı olan davacının kamuoyunu aydınlatma görevini yaparken daha özenli bir açıklama
yapması ve belgelere dayalı bir yaklaşım göstermesi gerekir. Davacının MEVLANA ile ilgili
sözlerinin gerçekliği de kanıtlanamamıştır. Davaya konu edilen yayına davacı neden
olmuştur. Davacının MEVLANA ile ilgili sözleri dikkate alındığında yayında davacı hakkında
yapılan nitelemelerin ve eleştirilerin davacının eyleminden ve kusurundan kaynaklanmadığı
ve böylece cevap sınırı içinde kaldığının kabulü ile davanın tümden reddi gerekirken yerel
mahkemece kısmen kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak
dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat
istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının Selçuk Üniversitesinde Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Başkanlığı’nı yürüten bir bilim adamı olup, 26 Nisan 2002 tarihinde katıldığı ATV’de
yayınlanan ve H. C.’nun hazırlayıp sunduğu “Türk Tasavvufunun” konu edildiği
programda “Mevlana’nın büyük bir ilim adamı ve şair olduğunu, ancak o tarihte Anadolu’daki
Türk varlığını yok etmeye çalışan Moğol istilacılarla işbirliği yaptığını, hatta Moğollara karşı
savaşan oğlunun cenazesine asi olduğu gerekçesiyle katılmadığı” şeklindeki açıklamaları
nedeniyle gazete sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olan davalıların sorumluluğundaki
Yeni Meram Gazetesinin 30 Nisan 2002 günlü nüshasında yayımlanan “Yorum” başlıklı yazı
ile kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla eldeki davayı açmış; 15.000.000.000 TL
(15.000 YTL) manevi tazminatın yazı tarihi olan 30.04.2002 tarihinden itibaren işleyecek
yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini
istemiştir.
Davalılar vekili, davaya konu yazının tamamen haber vermek eleştirmek
haklarının sınırları içinde, davacının kendi kusuru ile yarattığı durum karşısında kamu oyunda
oluşan hassasiyetleri dile getiren, bilgilendirici, haber verici, eleştirisel ve düşündürücü
nitelikte kaleme alınan bir haber verme/eleştiri yazısı olduğunu,ifadeyle, davanın reddini
savunmuştur.
Mahkemece kişilik haklarına saldırının varlığı kabul edilerek davanın kısmen
kabulü ile 2.000.000.000 TL manevi tazminata hükmedilmiş; davalılar vekilinin temyizi
üzerine Özel Dairece karar yayının davacının kusurundan kaynaklandığı ve cevap sınırı
içinde kaldığının kabulü ile davanın tümden reddi gerektiği gerekçesiyle oyçokluğu ile
bozulmuş; Mahkemenin önceki kararda direnmeye ilişkin kararı davalılar vekili tarafından
temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlığın niteliği gözetilerek, öncelikle, basın özgürlüğü kavramına ilişkin şu
açıklama ve saptamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:
Anayasa’nın 28.maddesi ile gerek dava tarihinde yürürlükte bulunan 5680 sayılı
Basın Kanunu’nun 1.maddesi ve gerekse daha sonra 24.06.2004 tarihinde yürürlüğe girerek
5680 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran 5187 Sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3.Maddeleri,
basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
5187 sayılı Kanunun 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser
yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
Hükmü yer almaktadır.
Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
Bunun gereği olarak; basın haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle, denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal ödevleridir.
Yine, basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (madde 25); düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü (madde 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
Kısaca, basın özgürlüğü, demokrasinin “olmazsa, olmaz” koşuludur.
Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi, yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda, gerek Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler Bölümünde yer alan ve gerekse M.K.nun 24 ve 25. Maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
Bu cümleden olarak, basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bir bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli; olayları tahrif etmek veya kuşkuları hafiflikle yaymak gibi, hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de, hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayım yapmak, hukuka aykırıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun başta 9.10.1985 gün ve 1985/4-96-790 sayılı kararı olmak üzere bir çok kararında bu ilkeler vurgulanmıştır.
Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki;
Basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için:
Haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden, özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi, ancak, açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir yayım, bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa, hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır.
Basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması, Borçlar Kanunu’nun 49. Maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
Önemle vurgulanmalıdır ki, yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi tazminat sorumluluğunun temel ögesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
Diğer taraftan, haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule olanak kılar.
Anayasa ve Yasaların güvencesi altında bulunan basın özgürlüğü ile kişiyi insan yapan kişilik haklarının çatışması halinde birinin diğerine önceden üstün tutularak sonuca ulaşılması mümkün değildir.
Her olay, kendine özgü koşullar içerisinde değerlendirilerek, çözüme bağlanmalıdır.
Bu bağlamda, gerek devamlılık kazanan yargısal kararlarda ve gerekse doktrinde ifade edilen görüşlerden hareketle, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ilkelere göre; yayın yoluyla yapılan eylemin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığının, eş anlatımla bu eylemin hukuka uygun olup olmadığının saptanmasında, (gerçeğe uygunluk), (kamusal ilgi ve toplumsal yarar), (güncellik) ve (şekle uygunluk) unsurlarının bulunup bulunmadığının araştırılması zorunludur.
En önemlisi, basın kamu görevini yaparken göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunarak, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanır, dürüstlük kuralına aykırı davranır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon yaratmak için yayın yaparsa bu hukuka aykırı olur ve sonuçta da haberde özle biçim arasındaki dengenin bozulması halinde bu hal tazminatı gerektirir.
Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; manevi tazminat isteminin dayandırıldığı Yeni Meram Gazetesinin 30 Nisan 2002 günü nüshasının 1. ve 15. sayfalarında yayımlanan;
“…..Selçuk Üniversitesinin barındırdığı kalibresi düşük bir bilim adamının Mevlana konusunda saçma derecesindeki fikirleri tepki görse de önemli değildir.Öyle ise önemli olan nedir? Bir bilim kurumunda Prof. Dr. M.B.gibilerin, nasıl kamu görevi yapabildikleridir. Bünyedeki virüs kadar, o virüse hayat hakkı veren ortamın varlığıdır. Maalesef Selçuk Üniversitesi bu gibi konularda hassas olmak şöyle dursun, kimi bilim adamlarının ve görevlilerin kalitesine önem vermemektedir. Üniversite yönetimi kendisine yandaş gördüğü her kademedeki personeline sınırsız özgür davranma hakkını veriyor.….Bu şahsın tarih bilgisi olsa da, tarih şuur ve sorumluluğunun olmadığını düşünüyoruz….İsmail Nacar ile aynı kefenin malı olan Prof. Dr. M. B.’ın tarihi saptırmak suretiyle hangi mezhep ve hangi etnik kökene hizmet ettiğini ve mesaj verdiğini araştırmak lazım. Ayrıca Prof. Dr. B.’ın kimin adına konuştuğunu ve hangi amaca hizmet ettiğini de araştırmak lazım…..Selçuk Üniversitesi her türlü başıboşluk ve başıbozuklukların serbestçe hüküm sürdüğü ve kimilerinin de zehir kustuğu, ayrımcılık ve bölücülük yaptığı disiplinsiz bir kurum haline gelmiştir. Şayet böyle olmasaydı Prof. Dr. M.B.adlı birisi ortaya çıkıp 700 küsur yıllık Mevlana ve Türk tarihini tahrif etme hakkını kendisinde bulamazdı.Unutmayalım ki at sahibine göre kişner. Atta da sahipte de sorun var ve sorumsuzluk var.”
Şeklinde kaleme alınan ‘Yorum’ başlıklı haber/yazıda gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı ; böylece, eleştiri sınırları aşılarak öz ile biçim arasındaki dengenin bozulduğu belirgin olup, hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiştir. Yayında kullanılan bu sözler amacı ne olursa olsun başlı başına kişilik haklarına ağır ve haksız bir saldırı oluşturduğundan manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.
Bu nedenle, Özel Dairenin “…yayında davacı hakkında yapılan nitelemelerin ve eleştirilerin davacının eyleminden ve kusurundan kaynaklandığı ve böylece cevap sınırı içinde kaldığının kabulü ile davanın tümden reddi gerektiğine” değinen gerekçesi yerinde görülmemiş; özle biçim arasındaki denge bozulduğundan davacı lehine manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğini kabulle verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun bulunmuş; davacının kanıtsız olarak ortaya attığı Mevlana’yla ilgili iddiaları nedeniyle davaya konu haber yazının kaleme alınmış olmasının ise hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir unsur olmayıp, ancak,tazminat miktarının tayininde gözetilmesi gereken bir olgu –tenkis nedeni- olduğu sonucuna varılmıştır.
Sonuçta, açıklanan nedenlerle kişilik haklarına saldırının varlığını kabul eden direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda yazılı gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararı yerinde bulunduğundan, davalılar vekilinin tazminat miktarı yönünden mahkemenin kurduğu hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.Hukuk Dairesine gönderilmesine, 22.03.2006 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.