Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/310 E. 2006/330 K. 31.05.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/310
KARAR NO : 2006/330
KARAR TARİHİ : 31.05.2006

MAHKEMESİ : Ankara 8.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/04/2005
NUMARASI : 2005/94 E,- 81 K.
Taraflar arasındaki “rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 8.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 09.10.2003 gün ve 2002/810 E-2003/882 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 06.12.2004 gün ve 2004/5745-13769 sayılı ilamı ile; (…Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.Davacı kurumda çalışan bir işçinin işbaşında iken terörist saldırı sonucu öldürülmesi nedeniyle ölenin yakınları tarafından davacı (işveren) aleyhine açılan dava sonucunda davacının onlara ödediği tazminatın, devletin Anayasadan kaynaklanan can (ve mal) güvenliğini sağlama ödevi nedeniyle davalıdan rücuan tahsili istenmiştir.
Davaya konu yapılan olgular, dava sebebi anlamında, devletin huzur ve güveni sağlama ödevine de ilişkin bulunmaktadır. Devletin güvenliğe ilişkin ödevi, kural olarak; asli, sürekli ve bölünemez niteliktedir.Bu ödevin gereği gibi yapılmadığını ileri sürmek hizmet kusuru bulunduğunu iddia etmek anlamına gelir.Davacı, davalı kurumun can güvenliğini sağlama ödevi nedeniyle sorumlu olduğunu ileri sürdüğüne göre, dava davalının hizmet kusuruna ilişkin bulunmaktadır. Hizmet kusuruna dayanan tazminat istemleri, tam yargı davasının konusunu oluşturur.Böyle bir davanın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 2.maddesine göre, idari yargı yerinde sonuçlandırılması gerekir.Şu durum karşısında yargı yolu bakımından dava dilekçesinin reddi gerekirken, yerel mahkemece işin esasının incelenmiş olması bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacı kurumun istihdam ettiği işçinin teröristlerce öldürülmesi nedeniyle, ölenin yakınları tarafından açılan maddi ve manevi tazminat davaları sonucunda kurumun ödeme yapmak zorunda kaldığını, Devletin Anayasa’dan kaynaklanan can ve mal güvenliğini sağlama görevi bulunduğunu ileri sürerek, ödenen tazminatın davalı idareden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı İçişleri Bakanlığı’nı temsilen Hazine vekili, davanın reddi gerektiğini cevaben bildirmiştir. Davanın kabulüne ilişkin olarak kurulan hüküm Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Mahkemece, direnme kararı verilmiştir.
Dava, yargı kararı ile tazminatla yükümlü tutulan TPAO tarafından, ölen işçinin mirasçılarına ödenen tutarın, olayda güvenliği sağlama ödevi nedeniyle sorumlu olduğu ileri sürülen İçişleri Bakanlığı’ndan rücuan tahsili isteğinden ibarettir.
Somut olayda, görevi esnasında teröristlerce öldürülen kurum işçisinin mirasçıları tarafından TPAO aleyhine tazminat davaları açıldığı, mahkemece hükmolunan tazminatların davalı ortaklığa yüklendiği ve bu yoldaki kararların derecattan geçerek kesinleştikleri anlaşılmaktadır.
Tazminat davalarına bakan mahkemelerce, bilirkişi raporu ile saptanan kusur ve sorumluluk oranları esas alınarak, hüküm verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, görülmekte olan rücu davasında Adli Yargının mı, yoksa İdari Yargının mı görevli bulunduğu noktasında toplanmaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “…İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı…” başlıklı 2.maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre idari davalar;
-İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları,
-İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
-Kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir.
Ödenen tazminatın rücuan tahsili istemiyle açılmış olan eldeki davanın, yukarıda sözü edilen kanun hükmü anlamında bir iptal davası veya idari sözleşmeden kaynaklanan bir dava olmadığı açıktır.
Yine eldeki davanın aynı kanun hükmü anlamında “tam yargı davası” niteliği taşımadığında da kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Çünkü tam yargı davaları; ancak, her hangi bir idari eylem ve işlemden dolayı kişisel hakkın doğrudan muhtel olması halinde ve o kişisel hakkın sahiplerince açılabilirler. Dolayısıyla, her hangi bir davanın tam yargı davası olarak nitelendirilebilmesi için, ortada öncelikle bir idari işlem veya eylemin bulunması şarttır; ayrıca, bu işlem veya eylem nedeniyle kişisel bir hakkın ihlal edilmiş olması da gerekir.
Dava konusu olayda davacı vekili, rücu istemini, davalı idarenin kendisine yönelik herhangi bir eylem veya işlemine dayandırmamaktadır.
Yine davalıya rücu edilmek istenilen tazminatın, davacının hukuki statüsü gözetildiğinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun kapsamında bir kamu alacağı olmadığı da tartışmasızdır.
Öte yandan, aynı olayda ölen başka kişilere davacı şirketçe ödenen tazminatların davalı idareye rücu istemiyle ilgili olarak önce idare mahkemelerinde verilen görevsizlik kararları üzerine de adli yargıda açılan başka bazı davalarda, görev (yargı yolu) yönünden ortaya çıkan uyuşmazlık üzerine; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünce verilen kararlarda da, yukarıda değinilen ilke ve kurallara dayanılmak suretiyle, uyuşmazlığın Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğinin benimsendiği, bu benimsemeye bağlı olarak görevin adli yargıya ait bulunduğu sonucuna varıldığı ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararlarının bu gerekçeyle kaldırıldığı görülmektedir (Örneğin: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 6.12.2004 gün ve 2004/84-86; 6.12.2004 gün ve 2004/91-88 sayılı kararları). Her ne kadar, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 30. maddesine göre, Uyuşmazlık Mahkemesinin tüm yargı mercilerini bağlayıcı nitelikteki kararları, sadece, Genel Kurulun görev konusundaki ilke kararlarıyla sınırlı ve yukarıda sözü edilen kararların Hukuk Bölümünden verilmiş olmaları nedeniyle, eldeki davada yapılan temyiz incelemesi yönünden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunu bağlayıcı nitelikte değil ise de; aynı olayda öldükleri anlaşılan bir çok kişinin mirasçıları veya o nitelikte olmayan yakınlarınca açılan davalara ilişkin olarak verilen söz konusu Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Kararlarının, görülmekte olan davadaki yargı yolu uyuşmazlığının çözülmesinde Hukuk Genel Kurulunca da dikkate alınması gerektiği ittifakla benimsenmiştir.
Nihayet, önemle belirtilmelidir ki; Anayasal bir ilke olan Hukuk Devleti İlkesi, tarafları ve konusu ne olursa olsun, dava konusu haline getirilmiş olan herhangi bir uyuşmazlığın, her halükarda, yargı yollarından birinin görev alanı içerisinde olacağının kabulünü zorunlu kılar. Başka bir ifadeyle, Hukuk Devletinde, ona bakmakla görevli bulunan bir mahkemenin bulunmayacağı hiçbir dava düşünülemez; ortada bir dava varsa, onu görmekle görevli bir mahkemenin de bulunması, Hukuk Devleti ilkesinin zorunlu gereğidir.Baştan beri yapılan açıklamalar, değinilen ilkeler ve kurallar itibariyle, somut olayda davaya bakma görevi adli yargıya aittir.Hal böyle olunca, Yerel Mahkemenin gerekçesi ve sonucu itibariyle aynı yönde olan direnme kararı usul ve yasaya uygun olup,yerindedir.
Ne var ki, davalı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 31.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.