Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/309 E. 2006/359 K. 07.06.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/309
KARAR NO : 2006/359
KARAR TARİHİ : 07.06.2006

MAHKEMESİ : Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 02/03/2006
NUMARASI : 2005/470-47
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Ankara Asliye 12.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 8.6.2004 gün ve 125-248 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 13.10.2005 gün ve 14562-10882 sayılı ilamı ile, (… Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava reddedilmiş, kararı davacı temyiz etmiştir.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcısı olan davacı 26/12/2002’de görevinden alınarak “müşavirlik” görevine atanmış, bu atamaya yönelik kararın idari yargı kararı ile iptali ile yasal sürede, 3/12/2003’de görevine iade edilmiştir. Daha sonra 26/1/2004 tarihinde davacının bu kez “APK Uzmanlığı” kadrosu ile ataması yapılmıştır. Davacı bu yeni atama ile yargı kararının görünürde uygulandığı halde gerçekte uygulanmadığını belirterek eldeki bu davayı açmıştır. Yukarıdaki anlatım itibariyle idari yargı kararının gerçek anlamda uygulanmadığı, başka birisinin idari yargı kararı ile göreve dönmesi üzerine kadronun boşaltılmasında hukuki zorunluluk bulunmadığı, mevcut yasal düzenlemeye göre yargı kararının kadro aranmaksızın uygulanması gerektiği de gözetildiğinde davacı hakkındaki işlemle gerçek ve kalıcı nitelikte yargı kararının uygulandığından söz edilemez. Şu durumda davacı yararına takdir edilecek miktarda manevi tazminata hükmetmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, idari yargı kararının uygulanmaması nedenine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; Tarım ve Köy işleri Bakanlığı müsteşar yardımcılığı görevinde iken, 26.12.2002 tarihli müşterek kararname ile Bakanlık müşavirliğine atanan müvekkilinin; bu atamaya yönelik kararnamenin iptali istemiyle açtığı davada, Danıştay 5. Dairesi’nce verilen yürütmeyi durdurma kararından sonra 3.12.2003 tarihinde görevine iade edildiğini; ancak, 26.1.2004 tarihinde ikinci kez görevinden alınarak Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı emrine APK Uzmanı olarak atandığını; bu son atamaya, başka birinin idari yargı kararıyla göreve dönmesi sonucu kadro boşaltılması gerekçe olarak gösterilmiş ise de, boş bulunan diğer müsteşar yardımcılığı kadrolarına eş zamanlı başka atamalar yapılmış olmasının, yürütmeyi durdurma kararının gerçekte değil, görünürde uygulandığının göstergesi olduğunu; bu işlemler nedeniyle müvekkilinin mesleki kariyeri ve itibarı zedelendiği gibi,ailevi açıdan da ağır tesirleri olduğunu ileri sürerek, 10.000.000.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacı hakkında tesis edilen işlemin, tamamen yasal ve Anayasal zorunlulukların gereği olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin, “davacının Müsteşar yardımcılığı görevinden alınması yönündeki idari işlemin yürütülmesinin durdurulmasına dair yargı kararı uygulanarak 3.12.2003 tarihinde görevine iade edildiği, takip eden dönemde yapılan atama işlemleri ile ilgili yargı kararı bulunmadığı gibi, idarenin uygulamaktan kaçındığı, başkaca yargı kararının da olmadığının anlaşıldığı” gerekçesiyle “davanın reddine “dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı’nda Müsteşar yardımcısı olarak görevli bulunan davacının, 26.12.2002 tarihli müşterek Kararname ile Bakanlık Müşavirliğine atandığı; anılan Kararnamenin iptali istemiyle açılan davada Danıştay 5. Dairesi’nin 22.9.2003 tarihli kararı ile “dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulmasına” karar verilmesi üzerine davacının, 3.12.2003 tarihinde görevine iade edildiği; akabinde, dava dışı şahsın yargı kararıyla Müsteşar yardımcılığı görevine dönmesi üzerine kadro boşaltılmasında zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle davacının görevinden alınarak 26.1.2004 tarihinde Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı APK Uzmanı olarak atandığı ve boş bulunan başka bir Müsteşar Yardımcılığı kadrosuna 29.1.2004 tarihinde yeni bir atama yapıldığı uyuşmazlık dışıdır.
Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; 22.9.2003 tarihli yürütmeyi durdurma kararının gerçek ve kalıcı nitelikte uygulanıp uygulanmadığı, bu bağlamda davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti, Sosyal bir Hukuk Devleti’dir. Bu noktada Hukuk Devleti, insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan, bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan Anayasa ve Hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yönetenlerin her türlü işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan bir devlettir.
Gerçekte de bireylerin devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını serbestçe, korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır.
Şu durum karşısında Hukuk Devleti ilkelerinin yaşamda tutulması, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
İşte bu nedenledir ki, yasa koyucu idarenin her türlü eylem ve işlemlerine yargı yolunu açık tutmuş, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu hükme bağlamıştır (Anayasa Md. 125, 138).
Ayrıca Anayasa’nın 138.maddesi hükmüne paralel olarak; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28.maddesinin 1.fıkrasında “…Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre, idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez…” Hükmü yer almakta olup; 4. fıkrasında ise “mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açabilir.” Şeklinde bir düzenleme getirilmiştir.
Gerek öğretide, gerekse sapma göstermeyen yargısal içtihatlarda yargı kararlarını uygulamamanın, salt kişisel kusuru oluşturacağı benimsenmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, yürütmenin durdurulması kararları da nihai kararlar gibi bir mahkeme kararı olduğundan, anılan kararlara yürütme ve idarenin uyma zorunluluğu bulunduğu kuşkusuzdur.
Öte yandan, İdari yargı ve Danıştay’ca verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının salt uygulanmaması, bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulmasını gerektirici bir olgudur.
Diğer anlatımla sorumluluk için idarenin ve kamu görevlisinin ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin araştırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararlarının yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 22.10.1979 gün ve 7/2 sayılı kararı).
Yargı kararlarının uygulanmaması, kamu görevlisi yönünden kişisel kusur oluşturmasının yanında; Türk Ceza Kanununun 228. maddesinde açıklanan “Devlet memurlarından her kim bir şahıs veya memur hakkında memuriyetine ait vazifeyi suiistimal ile kanun veya nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapar veya yapılmasını emreder veya ettirirse cezalandırılır.” Hükmünü ihlal eden suç niteliğinde olduğu ceza yargısı ile tesbit edilmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 05.05.1998 T. E. 98/14-MD.122.K.1998/167 sayılı kararı).
Somut olayda; davalının Tarım ve Köy işleri Bakanı olarak görevli bulunduğu sırada Müsteşar yardımcısı olan davacı, bu görevinden alınarak müşavirlik görevine atanmıştır. Herne kadar davacı, atama işleminin idari yargı kararı ile yürütülmesinin durdurulmasından sonra, 3.12.2003 tarihinde görevine iade edilmiş ise de, kısa bir süre sonra, 26.1.2004 tarihinde APK Uzmanlığı kadrosu ile ikinci kez görev yerinin değiştirilmiş ve salt kadro boşaltılması nedenine dayalı olarak yapılan bu ikinci atamadan sonra, açık bulunan diğer Müsteşar yardımcılığı kadrolarına başka atamalar yapılmış olması karşısında; Danıştay 5. Dairesince verilen 22.9.2003 tarihli yürütmeyi durdurma kararının gerçek anlamda uygulandığından söz edilmesi olanaklı değildir.
Bu itibarla, davalının imza ve katkılarıyla yapılan işlemlerle, yürütmeyi durdurma kararı gerçek ve kalıcı nitelikte uygulanmadığından; zararın varlığının kabulü ile, davalının tazminatla sorumlu tutulması gerektiği kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gereğine işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçeyle davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 07.06.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.