Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/294 E. 2006/327 K. 31.05.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/294
KARAR NO : 2006/327
KARAR TARİHİ : 31.05.2006

MAHKEMESİ : Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/10/2005
NUMARASI : 2005/272-348
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 26. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.5.2004 gün ve 2002/1015-2004/228 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11.4.2005 gün ve 2004/9719-2005/3785 sayılı ilamı ile, (…Davacı şirket, Batman Bölgesi Üretim Müdürlüğü’ne ait bulunan üretim sahaları bakım, onarım ve temizlik işlerinin dava dışı yüklenici E.. A.. tarafından yürütüldüğünü; yüklenici nezdinde çalışan dava dışı İ..S..in 11/2/1996 tarihinde görev bitiminde, değişik yerlerdeki mevzilerde bulunan jandarma timlerinin koruması altındaki kampa dönerken, servis aracının teröristler tarafından yola döşenen mayına çarpması sonucunda yaşamını yitirdiğini; İ.. S..’in yakınları tarafından açılan dava sonucunda tazminat ödenmek durumunda kalındığını belirterek; güvenliği sağlama görevini yerine getirmemesi nedeniyle % 75 oranında kusurlu sayılan davalı idareden rücuen tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz olunmuştur.
Dava sebebi anlamında, davaya konu yapılan maddi olgular; devletin genel anlamda huzur ve güveni sağlama görevine ilişkindir. Kural olarak, devletin güvenliğe ilişkin görevi asli, sürekli ve bölünemez niteliktedir. Bu görevin, hiç veya gerektiği gibi yerine getirilmediğinin ileri sürülmesi ise, sonuç olarak hizmet kusuruna ilişkindir. İdare’nin hizmet kusuru niteliğindeki eylemi sonucu meydana gelen zararlardan dolayı; İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince İdare’ye karşı ve idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir. Açıklanan nedenlerle, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, mahkemece işin .esasının çözümlenmesi; usul ve yasaya mutlak aykırılık oluşturup, bozmayı gerektirmiştir. (HUMK.m.7, m.428/b.2)…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Davacı Türkiye Petrolleri A.O. Genel Müdürlüğü vekili, davacı TPAO’nun Batman Bölgesi Üretim Müdürlüğü üretim sahaları bakım, onarım ve temizlik işlerini yürüten dava dışı müteahhit E..A.. yanında işçi olarak çalışan İ..S..’in 11.02.1996 tarihinde, değişik yerlerdeki mevziilerde bulunan jandarma timlerinin koruması altındaki kampa dönerken, servis aracının teröristlerce yola döşenen bir mayına çarpması sonucu öldüğünü; yakınları tarafından davacı aleyhine açılıp, kabul ile sonuçlanan ve Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nce onanmak suretiyle hükmü kesinleşen dava sonucunda, yakınlara davacı tarafından ödeme yapıldığını, anılan Dairenin, aynı olayda vefat eden S..O.. mirasçılarınca açılan başka bir davada verdiği bozma kararında “…Olayın olağanüstü hal bölgesinde vuku bulmasına ve mevcut delililere göre teröristlere verilen kusurun belli bir kesiminden, Devlet’in Anayasa’dan kaynaklanan güvenliği sağlama ödevinin zorunlu bir sonucu olan yurttaşların can ve mal güvenliğini temin etme görevini yerine getirmemesi nedeniyle sorumlu tutulması gerekmesine; davanın dayanışmalı sorumluluk esasına dayanılarak açılmasına, Devlet’in (İçişleri Bakanlığı’nın) hizmet kusuru niteliğindeki sorumluluğunun ve oranının ileride açılacak rücu davasında ayrıca değerlendirilmesinin doğal bulunmasına” denilmek suretiyle davalı Bakanlığın olaydaki sorumluluğuna açıkça işaret edildiğini, dava konusu olayın Devlet’in Kamu Hizmetine ilişkin sorumluluğuna ilişkin olması sebebiyle, davacı TPAO tarafından T.C.İçişleri Bakanlığı aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde 1999/839 esas sayılı davanın açıldığını, ancak, İdare Mahkemesinin, görevin Adli Yargıya ait olduğu gerekçesiyle görev yönünden ret kararı verdiğini, kararın Danıştay 10.Dairesi’nce onanarak kesinleştiğini ileri sürerek, müteveffa işçinin annesi ve kardeşlerine kesinleşmiş ilam gereğince taksitler halinde ödenen ve 13.10.1998 tarihi itibariyle toplam 1.671.537.000 TL. ye baliğ olan tutardan, davacının %25 oranındaki kusuru dışında kalan ve teröristlere atfedilen %75 kusur oranına göre, 1.253.652.750TL. nin ödeme tarihlerinden itibaren ayrı ayrı hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı İçişleri Bakanlığı vekili, olayda davalı Bakanlığın bir hizmet kusuru bulunmadığını, nedensellik bağının da mevcut olmadığını, bu durumda rücu isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğunu, davanın reddi gerektiğini belirtmiştir.
Davacı Türkiye Petrolleri A.O. Genel Müdürlüğüne ait işyerinde hizmet akdi ile çalışan İ.. S..’in, 11.2.1996 tarihinde iş bitiminde bindiği servis aracının, teröristlerce yola döşenen mayına çarpması sonucunda öldüğü çekişmesizdir.
Ölenin eş ve çocukları tarafından bu olay nedeniyle davacı aleyhine açılıp, Ankara 3. İş Mahkemesinin 1998/288 esasında görülen davada yapılan bilirkişi incelemesiyle, olayda işveren durumundaki davacının %25 oranında kusurlu bulunduğu, kalan %75 kusurun teröristlere ait olduğu saptanmış; mahkemece bu oranlar benimsenmek suretiyle tazminata hükmedilmiş ve karar Yargıtay 21. Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir.
Aynı olay nedeniyle ölenin annesi ve kardeşleri tarafından davacı aleyhine 23.10.1998 tarihli dilekçeyle açılıp, Ankara 4. İş Mahkemesinin 1998/1203 esasında görülen manevi tazminat davası sonucunda verilen ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesince manevi tazminat miktarı yönünden düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşen 3.12.1998 gün ve 1998/873 karar sayılı hüküm uyarınca, davacı tarafından anılan bu kişilere taksitler halinde toplam 1.671.537.000 TL. manevi tazminat ödenmiştir.
Davacı, daha önce, aynı iddia ve taleple davalı Bakanlık aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmış; İdare Mahkemesi 19.12.2000 günlü kararla, tam yargı davası niteliğinde olmayan rücu davasına bakma görevinin adli yargıya ait olduğu gerekçesiyle davayı görev yönünden reddetmiş, hüküm Danıştay 10. Dairesinin 6.5.2002 günlü ilamıyla onanmıştır.
Görülmekte olan davada, davacı, Ankara 4. İş Mahkemesinin 3.12.1998 gün ve 1998/1203- 873 sayılı kararı uyarınca ölenin yakınlarına ödenen tazminat tutarının, teröristlere yüklenen %75 oranındaki kusur oranına tekabül eden kısımdan davalı Bakanlığın sorumlu olduğunu ileri sürmüş ve rücu istemini bu iddiaya dayandırmıştır.
Yerel Mahkeme davanın kabulüne karar vermiş; Özel Daire, metni yukarıda bulunan bozma ilamıyla, davaya bakma görevinin idari yargıya ait bulunduğu gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Bu durumda, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, görülmekte olan rücu davasında adli yargının mı, yoksa idari yargının mı görevli bulunduğu noktasında toplanmaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari Dava Türleri ve İdari Yargı Yetkisinin Sınırı” başlıklı 2. maddesinde idari dava türleri sayılmıştır. Bu hükme göre, idari davalar;
-İdari işlemler hakkında açılan iptal davaları,
-İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
-Kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalardan ibarettir.
Ödenen tazminatın rücuu istemiyle açılmış olan eldeki davanın, yukarıda sözü edilen kanun hükmü anlamında bir iptal davası veya idari sözleşmeden kaynaklanan bir dava olmadığı çok açıktır.
Yine, eldeki davanın, aynı kanun hükmü anlamında “tam yargı davası” niteliği taşımadığında da kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Zira, tam yargı davaları, ancak, herhangi bir idari eylem ve işlemden dolayı kişisel hakkın doğrudan muhtel olması halinde ve ancak o kişisel hakkın sahiplerince açılabilirler. Dolayısıyla, herhangi bir davanın tam yargı davası olarak nitelendirilebilmesi için, ortada, öncelikle bir idari işlem veya eylemin bulunması şarttır; ayrıca, bu işlem veya eylem nedeniyle kişisel bir hakkın ihlal edilmiş olması da gerekir.
Somut olayda, davacı vekili, rücu istemini, davalı idarenin kendisine yönelik herhangi bir eylem veya işlemine dayandırmadığı gibi, somut olayın ve uyuşmazlığın yukarıda açıklanan özellikleri itibariyle, davalı idarenin, davacı şirketle ilgili herhangi bir eylem veya işleminin varlığından söz edilmesine olanak da bulunmadığı açıktır.
Yine, davalıya rücu edilmek istenilen tazminatın, davacının hukuki statüsü de gözetildiğinde 6183 sayılı Amme Alacaklarını Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun kapsamındaki bir kamu alacağı olmadığı da tartışmasızdır.
Öte yandan, aynı olayda ölen başka kişilere davacı şirketçe ödenen tazminatların davalı idareye rücuu istemiyle ilgili olarak önce idare mahkemelerinde; verilen görevsizlik kararları üzerine de adli yargıda açılan başka bazı davalarda, görev (yargı yolu) yönünden ortaya çıkan uyuşmazlık üzerine; Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünce verilen kararlarda da, yukarıda değinilen ilke ve kurallara dayanılmak suretiyle, uyuşmazlığın Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğinin benimsendiği, bu benimsemeye bağlı olarak görevin adli yargıya ait bulunduğu sonucuna varıldığı ve adli yargı yerlerince verilen görevsizlik kararlarının bu gerekçeyle kaldırıldığı görülmektedir (Örneğin: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün 6.12.2004 gün ve 2004/84-86; 6.12.2004 gün ve 2004/91-88 sayılı kararları). Her ne kadar, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 30. maddesine göre, Uyuşmazlık Mahkemesinin tüm yargı mercilerini bağlayıcı nitelikteki kararları, sadece, Genel Kurulun görev konusundaki ilke kararlarıyla sınırlı ve yukarıda sözü edilen anılan kararlar Hukuk Bölümünden verilmiş olmaları nedeniyle, eldeki davada yapılan temyiz incelemesi yönünden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunu bağlayıcı nitelikte değil ise de; aynı olayda öldükleri anlaşılan bir çok kişinin mirasçıları veya o nitelikte olmayan yakınlarınca açılan davalara ilişkin olarak verilen söz konusu Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk kararlarının, görülmekte olan davadaki yargı yolu uyuşmazlığının çözülmesinde Hukuk Genel Kurulunca da dikkate alınması gerektiği ittifakla benimsenmiştir.
Nihayet, önemle belirtilmelidir ki; Anayasal bir ilke olan Hukuk Devleti İlkesi, tarafları ve konusu ne olursa olsun, dava konusu haline getirilmiş olan herhangi bir uyuşmazlığın, her halükarda, yargı yollarından birinin görev alanı içerisinde olacağının kabulünü zorunlu kılar. Başka bir ifadeyle, Hukuk Devletinde, ona bakmakla görevli bulunan bir mahkemenin bulunmayacağı hiçbir dava düşünülemez; ortada bir dava varsa, onu görmekle görevli bir mahkemenin de bulunması, Hukuk Devleti ilkesinin zorunlu gereğidir.
Gerek, baştan beri yapılan açıklamalar, değinilen ilkeler ve kurallar itibariyle, somut olayda davaya bakma görevi adli yargıya aittir.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemenin gerekçesi ve sonucu itibariyle aynı yönde olan direnme kararı usul ve yasaya uygun olup,yerindedir.
Ne var ki, davalı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 31.5.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.