Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/258 E. 2006/313 K. 24.05.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/258
KARAR NO : 2006/313
KARAR TARİHİ : 24.05.2006

MAHKEMESİ : Kadıköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 13/07/2004
NUMARASI : 2004/200-665
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 1. Ticaret Mahkemesince davanın açılmamış sayılmasına dair verilen 13.12.2001 gün ve 2001/824 E. 2001/1265 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 12.06.2003 gün ve 2002/3466 E. 2003/6255 K. sayılı ilamı ile;(….T.T.K.nun 5.maddesine göre ileri sürülen iş sahası ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine, işe görevli mahkemede bakılabilmesi için HUMK.nun 193.maddesinin 3.fıkrasında yazılı 10 günlük süre yüze karşı verilen ve usulünce tefhim olunan kararlarda, kararın verildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 11.10.1976 tarih, 1976/5 Esas -5 Karar sayılı kararı) HUMK.nun 161.maddesinde ise, müddet gün olarak tayin edilmiş ise, tefhim veya tebliğ edildiği günün hesaba katılmayacağı öngörülmüştür.
Olayda iş bölümüne ilişkin karar 26.6.2001 tarihinde tefhim edilmiş olup, 10 günlük yasal süre 6.7.2001 tarihinde mesai saati sonunda dolacağından ve bu nedenle 6.7.2001 tarihinde yapılan başvurunun süresinde olduğu gözetilmeden yazılı olduğu şekilde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, Asliye Hukuk Mahkemesine ibraz ettiği dava dilekçesinde; davalının İSKİ abonesi olup, kullandığı su bedelini ödememesi nedeniyle aleyhine girişilen icra takibine haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ve inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davaya işbölümü itirazında bulunmuş ve davanın Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmesi gerektiğini cevaben bildirmiştir.
Asliye Hukuk Mahkemesince işbölümüne ilişkin olarak 26.06.2001 tarihinde verilen gönderme kararı taraf vekillerinin yüzüne karşı usulünce tefhim edilmiş; davacı vekili 06.07.2001 havale tarihli dilekçe ile, dosyanın karar gereği Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesini istemiştir.
İşbölümü kararı ile dosyanın gönderildiği Asliye Ticaret Mahkemesince, “gönderme kararının verildiği 26.6.2001 günü dâhil en son 5.7.2001 günü mesai sonuna kadar davacı tarafça başvuruda bulunulmadığı, 6.7.2001 tarihindeki başvurunun HUMK’ nun 193/3. maddesinde öngörülen 10 günlük süre geçirildikten sonra yapıldığının anlaşıldığı” gerekçesiyle, “davanın açılmamış sayılmasına” dair verilen karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme, “işbölümünden kaynaklanan gönderme kararının, verildiği tarihte kesin nitelikte olması sebebiyle, 10 günlük yasal başvuru süresinin gönderme kararının verildiği tarihten, eş söyleyişle kesinleştiği gün başlayacağı, bu itibarla davacının yasal sürede başvuruda bulunmadığı” gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; işbölümünden kaynaklanan gönderme kararı üzerine, HUMK’nun 193/3. maddesinde öngörülen 10 günlük sürenin hesabında, gönderme kararının tefhim edildiği günün nazara alınıp alınamayacağı; bu bağlamda, gönderme kararının taraf vekillerinin yüzüne karşı tefhim edildiği 26.06.2001 gününden sonra, davacı vekilinin 06.07.2001 tarihinde yaptığı başvurunun yasal sürede olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden evvel, işbölümünden kaynaklanan gönderme kararının hukuki niteliği üzerinde durulmasında yarar vardır.
Eski Ticaret Kanununun yürürlükte bulunduğu dönemde, aynı yerde kurulmuş bulunan Asliye Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi niteliğinde görülmüş olmasının uygulamada ortaya çıkardığı sakıncaların giderilmesi ve özellikle işlerde süratin sağlanması için iki mahkeme arasındaki söz konusu ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5 nci maddesiyle yeniden düzenlenmiştir (11.10.1976 gün ve 5/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı gerekçesinden).
Buna göre, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5 nci maddesinde genel hükümlerden ayrık olarak yapılan düzenleme ile, Asliye Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri arasındaki ilişki işbölümü niteliğinde kabul edilmiş; münhasıran iki tarafın arzusuna tabi bulunmayan işler hariç olmak üzere, bir davanın ticari veya hukuki mahiyeti itibariyle iş sahasına girip girmediğinin yalnız ilk itiraz olarak öne sürülebileceği; itirazın varit görülmesi halinde, dosyanın gönderildiği mahkemenin davaya bakmaya mecbur olduğu, ticari bir davanın hukuk mahkemesinde, ticari olmayan bir davanın Ticaret mahkemesinde görülmesinin hükmün bozulması için yalnız başına kâfi bir sebep teşkil etmeyeceği belirtilmiş; anılan maddenin son fıkrasında “Vazifesizlik sebebiyle dava dilekçesinin reddi halinde yapılacak muamelelere ve bunların tabi olduğu müddetlere dair usul hükümleri, iş sahasına ait iptidai itirazın kabulü halinde de tatbik olunur” denilmek suretiyle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193 üncü maddesine yollamada bulunulmuştur.
Görevsizlik ve yetkisizlik kararlarıyla ilgili olarak, davanın görevli ya da yetkili mahkemede yürütülmesine ilişkin usul işlemlerini ve bunların süresini düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3 ncü maddesinde “Her iki halde, karara karşı temyiz süresinin sona erdiği veya Yargıtayın onama kararının tebliğ edildiği tarihten başlayarak on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağırı kağıdı tebliği ettirilmesi gerekir.” Hükmü öngörülmüştür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, görevsizlik ve yetkisizlik nedeniyle davanın reddi halinde yapılacak işleme ve bunların tabi oldukları sürelere dair usul hükümleri, Türk Ticaret Kanunu’nun 5 nci maddesinin son fıkrası gereğince işbölümünden kaynaklanan gönderme kararlarında kıyas yoluyla uygulanırken; gönderme kararlarının, görevsizlik ve yetkisizlik kararlarından farklı özelliklerinin göz önünde bulundurulması zorunludur.
Nitekim, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 24.04.1967 gün 12/3 sayılı ve 11.10.1976 gün 5/5 sayılı kararlarında; Türk Ticaret Kanunu’nun 5 nci maddesine göre ileri sürülen iş sahası ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine, işe görevli mahkemede bakılabilmesi için yapılacak usulü işlemleri süre yönünden sınırlamış olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3 ncü maddesindeki on günlük sürenin hangi tarihte başlaması gerektiğinin tespitinde, gönderme kararlarının özelliklerinin göz önünde bulundurulması gerektiği, ilke olarak benimsenmiştir.
Anılan İçtihatlarda, gönderme kararlarının verildikleri anda kesin oldukları vurgulandıktan sonra, nihai nitelikte olmalarına karşın müstakilen temyiz edilemeyip esası halleden hükümle beraber temyiz edilebilecekleri belirtilmiş; 24.04.1967 gün ve 12/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, gönderme kararlarının nitelikleriyle bağdaşmayacak şekilde masraf ve avukatlık ücretine hükmolunması halinde, kararın salt bu kısmının temyiz olunabileceği ve bu halde kararla birlikte yalnızca temyiz ve cevap dilekçesinin Yargıtay’a gönderileceği, dosyanın da karar gereği görevli mahkemeye tevdi edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Yine, 11.10.1976 gün ve 5/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, gönderme kararının az yukarıda sayılan özellikleri göz önünde tutularak, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3 ncü maddesinde öngörülen 10 günlük sürenin, yüze karşı verilen ve usulünce tefhim olunan kararlarda kararın verildiği, gıyapta verilen kararlarda ise kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi sorunun çözümünde; gönderme kararlarının, yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarına konu edilen ve özellikle, verildikleri anda kesin olma niteliğinin göz önünde bulundurulması gerektiği kuşkusuzdur.
Bu haliyle, temyizi kabil kararlar için öngörülen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 161/1 inci maddesindeki “Müddet gün olarak tayin edilmiş ise tefhim veya tebliğ edildiği gün hesaba katılmaz” hükmünün; gönderme kararı üzerine 10 günlük başvurma süresinin hesabında uygulanması olanaklı değildir.
Aksi düşünce, gönderme kararlarının niteliğine uygun olmadığı gibi, yasa koyucunun ticari işlerde süratin sağlanmasına yönelik amacına da aykırıdır.
Şu hale göre; işbölümü ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193 üncü maddesinin 3 üncü fıkrasında yazılı 10 günlük sürenin hesabında, yüze karşı verilen ve usulünce tefhim edilen kararlarda, kararın verildiği günün nazara alınacağı; bir başka ifadeyle, 10 günlük yasal sürenin, gönderme kararının verildiği gün başlayacağında kuşku ve duraksama bulunmamaktadır.Bu görüşü Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.11.1989 tarih ve 1989/15-406, 598 sayılı Kararı da; Yukarda bahsi geçen her iki İçtihadı Birleştirmeye geniş yer verip, açıkladıktan sonra; “… mahkemece iş alanı ilk itirazının kabulü üzerine alınan 1.10.1986 günlü gönderme kararı, taraf vekillerinin yüzüne karşı verildiğine göre, HUMK.nun 193/3.maddesindeki 10 günlük süre bu tarihten başlar…” demek suretiyle, 10 günlük sürenin hesabında, kararın verildiği gününde sayılacağını vurgulayarak,
Doğrulamıştır.
Somut olayda; gönderme kararı 26.06.2001 tarihinde taraf vekillerinin yüzüne karşı verilmiş ve usulen tefhim edilmiştir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193/3 ncü maddesinde yazılı on günlük süre, kararın verildiği 26.06.2001 günü başlayıp, 05.07.2001 günü mesai saati bitiminde dolmuş olmasına karşın; davacı vekilinin, 06.07.2001 havale tarihli dilekçe ile, bu süre geçirildikten sonra başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, davanın açılmamış sayılmasına dair verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur. Direnme kararı bu nedenle onanmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 24.05.2006 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Uyuşmazlık, gönderme kararı (TTK.md.5) üzerine 10 günlük başvurma süresinin (HUMK.md.193/3) hesabında, gönderme kararının tefhim edildiği günün nazara alınıp alınmıyacağı noktasında toplanmaktadır.
Mahkemece, kararın tefhim edildiği gün sayılarak başvurunun süresinde olmadığı sonucuna varılmış ve HUMK.193/4.maddesi uyarınca “davanın açılmamış sayılmasına” karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire “T.T.K.md 5.maddesine göre ileri sürülen iş sahası ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine, işe görevli mahkemede bakılabilmesi için HUMK.nun 193.maddesinin 3.fıkrasında yazılı 10 günlük süre yüze karşı verilen ve usulünce tefhim olunan kararlarda, kararın verildiği tarihten itibaren işlemeye başlar.” (Yargıtay İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 11.10.1976 tarih, 1976/5 Esas-5 Karar sayılı kararı) HUMK.nun 161.maddesinde ise, müddet gün olarak tayin edilmiş ise, tefhim veya tebliğ edildiği günün hesaba katılmayacağı öngörülmüştür.
Olayda iş bölümüne ilişkin karar 26.6.2001 tarihinde tefhim edilmiş olup, 10 günlük yasal süre 6.7.2001 tarihinde mesai saati sonunda dolacağından ve bu nedenle 6.7.2001 tarihinde yapılan başvurunun süresinde olduğu gözetilmeden yazılı olduğu şekilde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Yerel mahkeme 11.10.1976 gün 5/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı gereğince, kararın tefhim edildiği günün birinci gün olarak sayılacağı, HUMK.nun 161.maddesinin gönderme kararları yönünden uygulanmıyacağı gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.
HUMK.md.193/3.hükmüne göre, on günlük süre, görevsizlik kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren başlar. Gönderme kararları verildiği tarihte kesin olduğundan, 11.10.1976 gün 5/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile, HUMK.md.193/3’deki on günlük sürenin, tefhim edilen gönderme kararı hakkında gönderme kararının verildiği tarihten itibaren başlayacağı kabul edilmiştir. Nitekim 11.10.1976 gün ve 5/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının hüküm fıkrasında;
“Açıklanan nedenlerle Türk Ticaret Kanununun 5.maddesine göre ileri sürülen iş sahası ilk itirazının kabulü ile gönderme kararı verilmesi üzerine; işe görevli mahkemede bakılabilmesi için, yapılacak usulü işlemleri süre bakımından sınırlamış olan Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanununun 193.maddesinin 3.fıkrasında yazılı 10 günlük sürenin yüze karşı verilen ve usulünce tefhim olunan kararlarda kararın verildiği, gıyapta verilen kararlarda ise, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı” belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi, anılan İçtihadı Birleştirme kararı 10 günlük gönderme süresinin başlangıcı ile ilgilidir.
Usul hukukumuzda müddetlerin başlaması (HUMK.mad.160) ve müddetlerin hesabı (HUMK.mad.161) ayrı ayrı düzenlenmiştir.
Somut olayda 10 günlük başvurma süresinin 11.10.1976 gün 5/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararına uygun olarak kararın tefhim edildiği tarihte (26.5.2001) başladığı hususunda çekişme bulunmamaktadır.Uyuşmazlık kararının tefhim edildiği günün sürenin hesabında dikkate alınıp alınmayacağı hususuna ilişkindir. Tefhim tarihinde başlayan 10 günlük sürenin hesabının bu konuda genel hüküm niteliğindeki HUMK.161/1.md.uyarınca yapılması gerekir. Bu hükme göre, “müddet gün olarak tayin edilmiş ise tefhim veya tebliğ edildiği gün hesaba katılmaz”.
Nitekim İİK.nun 19/1.maddesi de bu şekildedir.
Direnme kararında dayanılan HGK’nun 15.11.1989 gün 1989/406-598 sayılı kararı da sürenin başlangıçı ile ilgilidir. Anılan kararda, “somut olayda, Mahkemece iş alanı ilk itirazının kabulü üzerine tesis edilen 1.10.1986 günü gönderme kararı, taraf vekillerinin yüzüne karşı verildiğine göre HUMK.nun 193/3.maddesindeki 10 günlük süre bu tarihten başlar” denilmiştir.
Nihayet, iş bölümü ilk itirazının tefhiminde ilk günün nazara alınmasının kabulü halinde, kararın tebliği durumunda ilk gün sayılmayacağı için, tefhimle başlayan süre bir gün eksik olacaktır. Bu hal, bir hakkın kullanılmasının yasaya aykırı şekilde sınırlandırılması niteliğinde olduğu gibi eşitlik kuralına da uygun değildir.
Esasen yasanın açıkça düzenlediği (HUMK.md.161) bir hususun İçtihadı Birleştirmeye konu edilemeyeceği düşünüldüğünde, yukarıda belirtilen İçtihadı Birleştirme kararının sürenin hesabıyla ilgili olmadığının kabulü gerekir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle gönderme kararı (TTK.md.5) üzerine 10 günlük başvurma süresinin (HUMK.md 193/3) hesabında, gönderme kararının tefhim edildiği günün nazara alınmayacağı görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksine düşüncelerle oluşan kararına katılmıyoruz.
KARŞI OY YAZISI
Çekişme konusu olan husus; Ticaret Mahkemelerinin iş sahasını düzenleyen TK.’nun 5.maddesinde öngörülen gönderme kararı üzerine HUMK.’nun 193/3.maddesindeki 10 günlük başvuru süresinin hesabında, gönderme kararının tefhim (veya tebliğ) edildiği günün nazara alınıp alınmayacağı noktasındadır.
Yerel mahkeme, HUMK.’nun 193/3.maddesindeki 10 günlük başvuru süresinin hesaplanmasında tefhim tarihi olan 26.6.2001 gününde nazara alarak yaptığı hesaplama sonucu, başvuru süresinin (5.7.2001) geçtiğinden bahisle “davanın açılmamış sayılmasına” karar vermiş ve vardığı sonucun doğruluğunu 11.10.1976 tarih ve 1976/5 Esas, 1976/5 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına dayandırmıştır.
Daire bozması ve direnmede yollama yapılan kararlar gözetildiğinde, ilk gününü hesaba katıp katılmadığı noktasında içtihat hukuku yönünden tartışmalı bir durum varlığı ortadadır. Hukukçuların dahi kuşku duyduğu bir olgu, hakkın yitimine yol açacak bir düşünce çizgisinde ele alınamaz. Olayda gönderme, tahrik ve yenileme iradesinin var olduğu, başka bir anlatımla açılan davanın takipsiz bırakılması ve terk edilmesi gibi bir iradenin mevcut olmadığı bellidir. Bu durum karşısında kavram hukukçuluğunu aşmayan bir katılık yerine, davayı sürdürebilir kılan ve hakkı usul karmaşasına mahkum etmeyen bir amaçsal yorum tercih olunmalıdır. Tutucu olmayan, gerçekçi ve çağdaş hukukun hak arama özgürlüğünün doğal sonucu da esasen budur.
Şu halde, anılan tevhidi içtihat kararında, HUMK.’nun 193/3.maddesindeki 10 günlük sürenin hesaplanmasında yüze karşı verilen ve usulünce tefhim olunan kararlarda kararın verildiği tarihten, yoklukta verilen kararlarda ise kararın ilgiliye tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı açıklamış olup, bu husus sadece sürenin başlama tarihinin saptanmasıyla ilgili olup, sürenin nasıl hesaplanması gerekeceği konusunda bir yoruma yer verilmemiştir. Bu noktada ise, “kesinleşme tarihinden” veya “verildiği tarihten itibaren” deyiminin nasıl anlaşılması gerektiğinin açıklığa kavuşturulması gerekliliği ortaya çıkar ki; bunun sağlıklı bir biçimde çözümlenmesi ise sürelerle ilgili genel hükümlere başvurmakla mümkündür. Bu genel hüküm ise, HUMK.’nun 161/1 hükmüdür. Bu amir hükme göre müddet gün olarak tayin edilmiş ise, tefhim edildiği gün hesaba katılmaz. Yargı kararlarının yasaya aykırı olamıyacağı gerçeğinden hareketle, bahsi geçen tevhidi içtihat kararına farklı yorum getirilerek, kararın tefhim edildiği gününde hesaba katılarak sonuca ulaşılması yasanın amir hükmüne RAĞMEN, ve buna aykırı olarak yargı kararı oluşturulabilir sonucuna bizi götürür ki, böyle bir sonucun kabulü hukuken ve mantıken mümkün değildir.Yani İçtihadı Birleştirme Kararının yasayı yürürlükten kaldırma gücü yoktur. (Anayasa. md.87.)
Diğer yandan, yerel mahkemenin direnme kararını haklı gösterme adına HUMK.’nun 109.maddesinde ki 10 günlük sürenin hesaplanmasında ihtiyatı tedbir kararının verildiği günün hesaba katılacağı yolundaki gerekçesi de direnme kararı lehine değil, aleyhinedir. Zira anılan maddedeki sürenin hesabında da ihtiyatı tedbir kararının verildiği gün hesaba katılmaz. (Bkz. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı IV. Cilt S. 4353)Nitekim, İİK.’nun 19/1.maddesi de bu şekildedir. Bundan başka, tefhim veya tebliğin yapıldığı günün son mesai saatinde gerçekleşmesi halinde ortaya çıkan durum önemlidir. Yasa Koyucunun dahi öngörmediği bu durumu, yargı organı düzeltici ve tamamlayıcı yorumla gidermek zorundadır. Sözgelimi tebliğin saat 16:55’te yapılması halinde süre 10 gün değil, 9 gün, artı 5 dakikadır. Bu çelişki dahi direnmenin ve direnmeye onay veren çoğunluk görüşünün karşılayamadığı bir adaletsizliği vurgulamaktadır.
Sonuç olarak yukarıda açıkladığım nedenlerden ötürü, gönderme kararı üzerine (TK. m. 5) 10 günlük başvurma süresinin (HUMK.’nun m.193/3) hesabında, gönderme kararının tefhim edildiği günün nazara alınmasının hukuken mümkün olamayacağına, aksinin kabulünün HUMK.’nun 161/1 hükmüne aykırı olacağına olan inanç ve kabulüm doğrultusunda, aksi yöndeki sayın çoğunluk görüşüne katılmam mümkün değildir.
K A R Ş I O Y
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık 26.6.2001 günü yüze karşılık verilip tefhim edilen iş bölümü nedeniyle dosyanın Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine dair kararda HUMK.nun 193/3 maddesinde yazılı 10 günlük yasal sürenin hesaplanmasında kararın tefhim edildiği günün hesaba katılıp katılmayacağı, bir diğer anlatımla sürenin hangi gün işlemeye başladığı konusunda toplanmaktadır.
10 günlük sürenin başlangıcının tefhim edildiği gün olduğu konusunda gerek Daire gerekse Mahkeme arasında bir uyuşmazlık mevcut değildir.
Mahkemece 10 günlük sürenin hesabında tefhim günü sayıldığı için 5.7.2001 tarihinde sürenin dolduğu saptanarak 6.7.2001 günü yapılan davacı başvurusunun süresinde olmaması nedeniyle HUMK.nun 193/son maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğinden o günün de sayılıp sayılmayacağı önem kazanmaktadır. Yüksek 19.Hukuk Dairesinin bozma kararında değinilen Yargıtay İçtihat Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 11.10.1976 tarih 1976/5 esas ve 5 karar sayılı kararı sürenin hesaplanmasıyla ilgili olmayıp sürenin başlangıcı ile alakalıdır.
Gönderme kararı üzerine yapılacak işlemler, görevsizlik kararı üzerine yapılacak işlemlerin (HUMK.nun 27 193) aynıdır. (TK.nun 5.IV) mahkeme gönderme kararına dava dosyasının iş bölümüne sahip mahkemeye gönderilmesine karar vermekle yetinir. Dava dosyasını kendiliğinden o mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının iş bölümüne sahip mahkemeye gönderilmesi ve davaya mahkemece de devam edilebilmesi için, davacının 10 gün içinde gönderilen veya görevli mahkemeye başvurması gerekir. (HUMK. md. 193/II,III) aksi halde, dava açılmamış sayılır. (HUMK md. 193,IV) . Bu 10 günlük süre, gönderme kararı yüze karşı verilmiş ise, kararın verildiği (tefhim edildiği) tarihinden itibaren, gönderme kararı davacının yokluğunda verilmiş ise gönderme kararının tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar (Prof.Dr. Baki Kuru, HUMK: 2001 baskı cilt I.sh. 697-698)
Esasen bu konuda aykırı bir düşünce uygulama ve dosyaya özgü bir ihtilaf da yoktur. İhtilaf tefhim edilen günün sürenin başlamasında hesaba katılıp katılmayacağı noktasında yoğunlaşmaktadır.
Müddetlerle ilgili HUMK.nun 159. maddesinde müddetleri kanun veya hakim tayin eder. Kanunda gösterilen müstesna hallerden başka (HUMK. 164,166, 182, 195,197, 198 215) hakim kanunun tayin edilen müddetleri tezyit veya tenkis edemez.” Denildikten sonra 161. maddede ise, “müddet gün olarak tayin edilmiş ise tefhim veya tebliğ edildiği gün hesaba katılmaz. ..” yönünde uyulması zorunlu hüküm serdeylemiştir. Usul kanunumuz müddetlerle ilgili düzenlemesinde; bir ayırım yapmış ve kanunen belirlenen sürelerle, Hakim tarafından belirlenen süreler ayrımına gitmiştir. Hakimin belirlediği sürenin arttırılabilmesi (tezyidi) veya kısaltılması (tenkisi) makul sebeplere müsteniden ve iki tarafı dinledikten sonra mümkün iken kanunen belirlenen sürenin tenkisi yada tezyidi HUMK.nun 159 maddesine göre olanaklı değildir. HUMK.nun 193. maddesindeki 10 günlük süre de kanunen belirlenmiştir ve kısaltılması mümkün değildir. İşte bu 10 günlük sürenin başlangıcında kanunla belirlenen sürenin tenkis edilemeyeceğine ilişkin ilk günün sayılmayacağı hükmü emredici olup, hakimin ilk günü sayması 159. maddeye de aykırılık teşkil etmektedir.
Mahkeme kararına dayanak olarak gösterilen 11.10.1976 tarih ve 1976/5-5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sürelerin hesaplanmasıyla ilgili bir ilke getirilmediği gibi anılan kararın hiçbir yerinde tefhim edilen günü de hesaba katılacağına dair bir açıklama bulunmamaktadır. Bu kararda gönderme kararlarının “kesin” olması sebebiyle (temyizi kabil olmaması), sözlü olarak bildirilen kararın verildiği tarihten, gıyapta verilen kararlarda ise bu kararın ilgiliye yazılı bildirim tarihinden itibaren başlayacağı saptanmıştır. Aksi yorum tarzı yani tefhimde ilk günün sayılması durumunda tebliğde de aynı yöntemin uygulanması sonucunu doğurur ki, bu gerek yasaya gerekse yıllarca süre gelen uygulamaya aykırı bir durum yaratır. Öte yandan Mahkeme HGK.nun 15.11.1989 tarih ve 15-406/598 sayılı kararına da atıf yapmıştır. Oysa bu kararda da yine 10 günlük sürenin hesaplanmasına dair bir uyuşmazlık ve saptama mevcut değildir. Anılan ilamda gönderme kararının tebliği sebebiyle yerel mahkeme ile Yüksek 15. Hukuk Dairesi arasında uyuşmazlık doğmuş, yerel mahkeme kararının tebliğe çıkartılmasına rağmen yüze karşı verildiği için 10 günlük sürenin tefhimden itibaren başlayacağı gerekçesiyle verdiği direnme kararı Hukuk Genel Kurulunca onanmıştır. Anlaşılacağı üzere kesin olması nedeniyle karar tebliğe çıksa dahi 10 günlük sürenin başlangıcı tefhim tarihidir. Buna karşın İlk günün (tefhim tarihinin) sayıldığı konusunda bir hüküm mevcut değildir.
Her iki Yargıtay ilamı da yerel mahkeme kararının kesin olması nedeniyle verilen kararlardır.
Ayrıca gerek iş mahkemeleri gerekse İcra Tetkik Mercii’nde yüze karşı verilen kararlarda temyiz süresinin hesaplanmasın da ilk gün nazara alınmamaktadır. Özellikle büyük şehirlerde yargılamanın günün son mesai saatlerini de bulduğu, hatta taştığı gerçeği de gözardı edilmemelidir.
Sonuç olarak, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda ilk günün hesaba katılmaması konusunda gerek emredici bulunan HUMK. 161. maddesi, gerekse süreyle ilgili diğer hükümlerden ayrılmayı gerektirebilecek bir belirsizlik bulunmaması, tersi durumda bu maddeye istisna teşkil edebileceği ve hukukta karmaşa yaratabileceği, dolayısıyla adalete olan güvenin sarsılabileceği nedeniyle sürelerin hesaplanmasında farklı uygulamalar doğurabileceği ve HUMK. 159 ve 161. maddelerinin açık hükmü karşısında Yüksek Dairenin bozma ilamının doğru olduğu, direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun onamaya ilişkin kararına katılmıyorum.