Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2006/104 E. 2006/174 K. 12.04.2006 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2006/104
KARAR NO : 2006/174
KARAR TARİHİ : 12.04.2006

MAHKEMESİ : Ankara 14. İş Mahkemesi
TARİHİ : 10/11/2005
NUMARASI : 2005/992-670
Taraflar arasındaki “iptal-tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 14.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 7.10.2004 gün ve 2003/185-2004/1185 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 26.4.2005 gün ve 2004/11896-2005/4356 sayılı ilamı ile,
(Uyuşmazlık 3201 sayılı Yasaya göre yapılan borçlanma işlemini iptal eden Kurum işleminin iptali ile borçlanma işleminin geçerli olduğunun ve kesin dönüş tarihi itibariyle yeniden yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tesbitine ilişkindir.
Davacı yurt dışında 31.1.1972-26.7.1993 tarihleri arasında geçen hizmetlerini, yurda kesin dönüş yaptığını bildirerek davalı Kuruma 3201 sayılı yasa uyarınca borçlanmış, prim borçlarını ödedikten sonra yaptığı başvuru üzerine kendisine yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Ancak daha sonra Almanya Sosyal Güvenlik Kuruluşundan getirtilen hizmet cetveline göre davacının 1.10.1993 ile 31.12.1998 tarihleri arasında işsizlik yardımı aldığı anlaşıldığından, yurda kesin dönüş yapmadığı kabul edilerek borçlanması ve yaşlılık aylığı iptal edilmiştir. Bunun üzerine davacı, Sakarya İş Mahkemesinin 2000/44 Esas ve 2001/143 Karar sayılı dosyasında Sosyal Sigortalar Kurumunu hasım göstererek, Kurumun borçlanma ve yaşlılık aylığını iptal eden işleminin iptali, borçlanmanın geçerli olduğunun tesbiti ve kesilen aylıkların ödenmesi istemli dava açmıştır. Mahkemece yargılama neticesinde davanın reddine ilişkin karar Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin E: 2001/7112-K: 2001/7887 karar sayılı ilamı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
Davacı kesinleşen bu karardan sonra bu defa Ankara 14.İş Mahkemesinde 2003/185 Esas sayılı dosyasında dava açarak yeniden 3201 sayılı Yasa çerçevesinde Anayasa Mahkemesinin 3201 sayılı Yasanın 3. maddesinin 1.fıkrasında yer alan “……yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş……..” sözcüklerinin Anayasaya aykırı olması nedeniyle iptaline ilişkin 12.12.2002 tarihli kararı uyarınca borçlanmayı iptal eden Kurum işleminin iptalini ve borçlanmanın geçerli olduğunun ve kesin dönüş tarihi itibariyle yeniden yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tesbitini istemiş, mahkemece hükümde belirtildiği şekilde istemin kabulüne karar verilmiştir.
Oysa, uyuşmazlık konusunda daha önce verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı vardır. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hükümle çözümlenmiş olması olumsuz dava koşuludur. Maddi anlamda kesin hükümden söz edebilmek için HUMK.’nun 237. maddesi uyarınca birinci ve ikinci davanın konusunun dava sebebinin (vakıalar) ve taraflarının aynı olması gerekir.
Sakarya İş Mahkemesinin ve Ankara 14.İş Mahkemesinin yukarıda özetlenen dosyaları kapsamında, aynı davacı tarafından aynı davalı Sosyal Sigortalar Kurumu aleyhine, aynı maddi vakıalara dayanarak ve aynı isteklerle daha önce açılan davanın reddine ilişkin kararlar kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları, konusu ve maddi vakıaları önceki davalar ile aynı olup, kesin hükmün oluştuğu ortadadır.
Dava sebebinden maksadın, davacının dayandığı maddi vakıalar olduğu yolunda bilimsel görüşler ve yargısal kararlar söz birliği içindedir. Yeni bir çekişme söz konusu olmayıp, retle sonuçlanan 3201 sayılı Yasanın 3. maddesine dayalı ilk dava ile bu davanın vakıaları, diğer bir deyişle sebepleri aynıdır. Davacı her iki davada da yurt dışı borçlanmasının geçerli olmasını istemektedir. Birinci davada yurt dışı borçlanmasının geçerli olmadığı saptanmıştır. Borçlanmanın geçerli olmadığı yolundaki bu hüküm davacı yönünden bağlayıcıdır. Artık borçlanmanın geçerli olduğu yönünde yeni bir dava açamaz. İşbu davanın dinlenebilmesi için, bu vakıaların önceki davalardaki vakıalardan farklı olması gerekir. Son açılan davanın dayandığı vakıalar aynı, sadece dayandığı delil farklı ise (davacı Anayasa mahkemesinin iptal kararına dayanmaktadır) dava sebebi aynı olduğundan, bu davanın dinlenebilme olanağı yine yoktur.
Benzer bir olay nedeniyle Y.H.G.K.’nun 5.2.2003 gün ve 2003/21-30-57, 31.03.2004 gün ve 2004/21-156-194, 23.02.2005 gün ve 2005/21-66-93 sayılı kararlarında da açıkça vurgulandığı üzere, kesin hükme karşı açılan ve tarafları, dava konusu, dava sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenebilmesine olanak olmadığı gibi, davanın görülmesinden sonra Anayasa Mahkemesince verilen 3201 sayılı Yasanın 3.maddesindeki yurda kesin dönüş koşulunun iptalini öngören kararın bu davaya etkisi yoktur. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümez. İleriye etkili olur. Eldeki davanın görülebirlik şartı yoktur ve ileriye etkili olacak iptal kararının bu olumsuz şartı oluşturan kesin hükmü ortadan kaldırıcı bir niteliği de bulunmamaktadır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması hukuk devletinin gereğidir.
Bu nedenlerle mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; 3201 sayılı Kanuna göre yapılan yurtdışı hizmet borçlanması işleminin iptaline dair davalı SSK işleminin iptali ile daha önce bağlanmış olan yaşlılık aylıklarının ödenmesine devam olunması isteğine ilişkindir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tarafından daha önce açılıp, kesinleşen; “Kurum işleminin iptali ile borçlanmanın geçerli olduğunun tespitine” yönelik davanın “reddine” ilişkin mahkeme hükmünün açılan bu davada, talep yönünden kesin hüküm teşkil edip etmediği, 3201 sayılı Kanunun 3.maddesinde yazılı, “yurda kesin dönüş yapma” koşulunu iptal eden ve 25.04.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 12.12.2002 gün ve 2000/36-2002/198 sayılı Anayasa Mahkemesi kararının kesin hükme karşın eldeki davaya etkisinin olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlığın daha önce kesin bir hüküm ile çözümlenmemiş olması (olumsuz) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (H.U.M.K.m.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece davanın her aşamasında kendiliğinden gözetilmesi gerekir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir.
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları Resmi Gazetede yayınlandıkları tarihten itibaren, geleceğe dönük hüküm ve sonuç doğururlar. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının etkisi henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalar yönünden geçerlidir.
Gerçekte de, Anayasal yargıda; idari yargıdaki iptal kararının (ex tunc) geriye yürüme etkisi ilke olarak kabul edilmemiş ve iptal edilen kuralın baştan beri geçersiz duruma geldiği esası benimsenmemiştir. (Anayasa m. 153).
Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasa’nın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Uyuşmazlığın çözümünde akla gelebilecek bir başka yön ise; borçlanmanın geçerliliği için aranan fakat, Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilen “kesin dönüş” koşuluna bu kez geçerlilik koşulu olarak yer vermeyen, 06.08.2003 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 56.maddesi ile 3201 sayılı Kanunun 3.maddesine getirilen yeni düzenlemenin, aynı nedene dayalı iptal ile oluşan kesin hükme etkisinin olup olamayacağıdır.
Yasa değişikliği ile getirilen bir düzenlemenin, ancak bu yönde bir ihya hükmü içermesi durumunda buna olanak bulunmaktadır. Ne var ki anılan yeni düzenlemede bu tür bir hükme yer verilmemiş olması karşısında, kesin hüküm olgusu nedeniyle oluşan hukuksal engeller tekrar karşımıza çıkmaktadır.
Sakarya İş Mahkemesinde açılıp, kesinleşen ilk davada; aynı davacı tarafından davalı SSK aleyhine aynı maddi vakıalara dayanılarak ve aynı isteklerle dava açılmış, yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş ve Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Eldeki davanın tarafları ve konusu önceki dava ile aynı olup, dayandıkları maddi vakıalar da aynıdır. Bu açık durum karşısında kesin hükmün varlığında kuşku bulunmamaktadır.
Kesin hükme rağmen açılan ve tarafları, dava konusu, sebebi, dayanakları aynı olan ikinci davanın dinlenmesine olanak bulunmadığı gibi, bu ikinci davanın öncesinde verilen Anayasa Mahkemesi iptal kararının açıklanan ilkeler karşısında bu davaya etkisinin olabileceği de düşünülemez. Eldeki davada, davanın görülebilirlik şartları yoktur ve ileriye etkili olacak bir iptal kararının bu olumsuz şartı oluşturan kesin hükmü ortadan kaldırıcı bir niteliği de bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca; mahkemece Özel Dairenin bozma ilamına uyularak davanın kesin hüküm nedeniyle reddi gerekirken direnilmesi yerinde olmamıştır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 12.04.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY
Davacının, SSK aleyhine açtığı dava ile; “Yurtdışı borçlanmasını iptal eden kurum işleminin iptalini, borçlanmanın geçerliliğini ve bağlanan yaşlılık aylığının kesilerek, ödenenleri, faizi ile birlikte geri isteyen kurum işleminin iptalini” talep etmiştir.
Yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davacının istemleri kabul edilmiş ise de, yüksek mahkemece, bu karar, “kesin hükmün varlığı” nedeniyle, istemin reddi gerektiği gerekçesi ile bozulmuştur.
Yüksek 21 nci Hukuk Dairesinin (26.4.2005 tarihli ) bozma gerekçesine katılamadığım için karşı oy kullanmıştım. Bu kere, hükmün bozulmasından sonra, yerel mahkemece, önceki kararında ısrar edildiğinden, Hukuk Genel Kuruluna intikal eden dosyanın görüşülmesi sırasında, daire sözcüsü tarafından öne sürülen ve sonucu etkileyen hukuki gelişmeler, tarafımca değerlendirilerek, karşı oy yazımdaki gerekçeleri de aynen tekrar etmekle birlikte, EK karşı görüşümün aktarılması gerekliliği doğmuş bulunmaktadır.

Yüksek 21 nci Hukuk Dairesince; “Davacı tarafından açılan eldeki davanın öncesinde, konusu ve istemi aynı olan bir dava mevcut olduğundan, eldeki davanın, HUMK.nun 237 nci maddesi gereği, “olumsuz dava şartı” nedeniyle yeniden görülemeyeceği” gerekçesi ile, davacının istemini kabul eden yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Oysa ki kesin hüküm teşkil ettiği kabul edilen eldeki dava, 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4958 sayılı yasa ile değişik 3201sayılı yasanın yürürlükte bulunduğu 10.09.2003 tarihinde açılmıştır. Bu nedenle Mayıs 1985 te yürürlüğe giren 3201 sayılı yasa zamanında açılan birinci davadan farklı unsurları taşımaktadır (Borçlanma yapmak için yurda kesin dönüş şartının aranıp aranmaması bakımından). Gelişen bu yeni hukuksal durum nedeniyle, Eldeki davanın dava dilekçesinde; iptal kararı; yeni bir maddi olgu, dava sebebi ve yeni hukuki sebep olarak gösterilerek, önceki istemler yeniden tekrarlanmaktadır. Artık, birinci davadaki hukuki ve maddi sebeplerin aynen devam ettiğini söylemek mümkün değildir. Yerel Mahkeme, HUMK.nun 76 ncı maddesine de uygun düşecek biçimde ve Anayasanın 25.04.2003 tarihli 3201 sayılı yasanın 3 ncü maddesindeki “Kesin Dönüşe” dair olumsuz şartı iptal eden hükmün yürürlüğe giriş tarihini esas alarak, kabul hükmünü kurmuş ve yüksek dairenin bozma kararına karşı, bu hükmünde ısrar etmiştir.
Tüm bu gelişmelere rağmen, davacının, Anayasanın 60 ve 62 nci maddelerinde yer alan ve korunan “Sosyal Güvenlik haklarını”, kesin hükmün varlığı nedeniyle çözümsüz ve ortada bırakan Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına da katılmam mümkün değildir.
Kurumun tek iptal işlemine karşı (Borçlanmanın iptali); “İki kere dava açıldığından, kesin hüküm oluşmaktadır, ikinci dava dinlenemez” savı yerinde değildir.
Şöyle ki; zaten idare, usulsüz bulduğu bir işlemini, ancak bir kez iptal edebilir. Aynı işlemin, ikinci kez iptali, fiilen mümkün değildir. Kurumun, haksız işlemini ikinci kez geri alması gibi usuli bir yol da bulunmamaktadır. Ancak, usulsüzlük iddia edenin, işlemin iptalini isteme hakkı söz konusu edilebilir. Bunun yolu ise; Önce idarenin kendisi, istemin reddi halinde de yargıdır.
Diğer bir ifade ile, idare, tasarruflarını yasa ve yönetmeliklere uygun bulmadığında, Yenisini yürürlüğe koyarak, eskisini geçersiz kılar.
Davacının, yurt dışı borçlanmasını, kesin dönüş yapmadan gerçekleştirdiği için iptal eden kuruma karşı iki kez dava açtığı doğru ise de; ikinci davanın açıldığı tarih, Anayasa Mahkemesinin kesin dönüş şartını iptal eden kararından sonraki bir tarihe rastlamakta olup, buna rağmen İdare, iptal kararını kendiliğinden geri almamıştır. Eski hale getirme işleminde de bulunmadığından, davacı, aynı işlemin iptali için ikinci kez yeniden mahkemeye başvurarak yasal hakkını aramak zorunda kalmıştır. Oysa ki idarelerin tasarrufları, yürürlükteki kanun, yönetmelik ve tüzüklere aykırı olmamalıdır. Aksi halde, aykırılıkları düzeltmenin yasal yolu; bağımsız mahkemelerden geçmektedir. Bu, mağdur olanların en olağan hak arama yoludur. Zira; Usulsüz işlemler, kendiliğinden düzelemez.
Bazen de idarelerin, uygulamaları ile haksızlıklara ve yanlışlıklara ( normlar karşısında) sebebiyet verildiği anlaşıldığında, uygulama terk edilerek, aynı konuda yönetmelik ve genelge değişikliğine gidilmektedir. Bu hal dahi, usulsüz işlemin iptal edildiği anlamına gelmemektedir. Nitekim aynı işleme karşı ikinci kez dava açılmasının nedeni de bu haldir.
Olayımızda 3201 sayılı yasadaki değişiklik gerçekleştirildiğinde, SSK.ca değişen maddelere ilişkin yeni yönetmelik ve genelge yayımlanmıştır. Eldeki dosyanın Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeleri sırasında, bu kez yeni bir olgu olarak yüce genel kurulun önüne, 31.04.2004 tarih ve 8-19 sayılı genelge, çözüm vasıtası olarak getirilmiştir. Söz konusu Genelge ile; (Davacıda olduğu gibi) “… 25.04.2003 tarihinden önce yurda kesin dönüş yaptıklarını beyan ettikleri halde, yurda kesin dönüş yapmadıklarının tespit edilmesi sonucunda borçlanmaları iptal edilenlerin, yeniden yazılı başvurmaları halinde borçlanmalarının geçerli sayılabileceği…” prensibi getirilmiş ise de, gerek genelgenin yorumlanmasından, gerekse uygulamaya ilişkin SSK Genel Müdürlüğü yetkililerinin sözlü aktarımlardan; sigortalının yepyeni başvurusu üzerine, halen Bakanlar Kurulunun belirlediği yürürlükteki 1 Gün = 3.5 USA dolarının, TL karşılığı esas alınarak istenilen süre kadar yurt dışı çalışmalarının borçlanılabileceğine imkan tanındığı, önce borçlananlar için, kurum uhdesinde bulunan paralarının TL olarak geri verileceği anlaşılmıştır.
Bu durumda; geçmişte borçlanılan tarihte yürürlükte bulunan yönetmeliğe göre;
1 gün = 1 USA dolarının, TL karşılığı olduğu ve o tarihteki Doların kuru ile yeniden borçlanılacak gündeki kur farkı dikkate alındığında, genelgenin, borçlanana çok büyük mali külfet getireceği kuşkusuzdur. Bunu yeniden karşılamak ve göze almak mazbut bütçeli sigortalıları zora sokacağı ortadadır.
Daha önemlisi, yargılama hukuku açısından göz ardı edemeyeceğimiz hususlar ise; Bu davada istem 2 bölümden oluşmakta idi. Birincisi; idarenin yurt dışı borçlanmasını iptal eden işlemin iptali, ikincisi; buna dayalı bağlanmış yaşlılık aylıklarını iptal edip, faizi ile geri isteyen işlemin iptalidir, yani eda hükmünü de içermektedir. Buna göre, Aylığın, Ödenmiş Yıllara ilişkin parasal boyutu söz konusudur. Aylıklar, iptal işlemi ile kesildiğinden, ödenenler faizi ile geri istendiğinde, ödenememekte, icra takibine konu olduğunda da, ek masraflarla birlikte meblağ daha da artmaktadır. Bu durum, sigortalının üzüntü kaynağı olduğu gibi, sosyal devlete olan güvenini de sarsmaktadır. Bu kimselere yeniden borçlanma hakkı tanınması ile, SSK.’da bloke edilen parasal hakları İHYA edilmemektedir. Sonradan iade yolu açılmakta olsa da, davacı yönünden talep edilen hak yerine getirilememektedir. Oysa önemli olan, yargı önüne getirilen hak uyuşmazlıklarında, çözümün, nihai biçimde, kendi hukuksal ilgili normları çerçevesinde, yine yargı tarafından, hakkın canlandırılarak, sahibine teslim edilmesi gerekmektedir. İdarenin, son genelgesi ile geliştirdiği çözüm yolunun, Yüksek yargı tarafından benimsenip, idare nezdinde destek arar biçimde hükme varılarak sonuca gidilmesi, son derece isabetsizdir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle söz konusu uyuşmazlığa bir çözüm getirilmediği gibi, genelgede önerilen yazılı başvuru, ihtiyari olup, Bu genelgeye dayanılarak, yargısal faaliyete çözüm getirilemez. Asıl olan; Bağımsız yargının, yasalar çerçevesinde uyuşmazlıklara, infazı mümkün, adil, seri, kalıcı ve emsal teşkil edecek nitelikte çözümler üretmesidir.
Diğer yandan, nihai kararlarda, tarafların haklılık durumlarına ve sarf ettikleri eforlara göre taraflara vekalet ücreti ve mahkeme masrafı de yükletilmektedir. Bu davada olduğu gibi eğer borçlanma geçerli sayılsa idi (Yürürlükteki yasa buna açıkça cevaz vermektedir) davacı, SSK.’ya geri vermesi istenen yaşlılık aylıklarından sorumlu tutulmayacak idi. Oysa ki genelge gereğince yeniden borçlanma yapabileceği görüşü nedeniyle, davacı, aleyhine dönüşen bu yasal sonuca maruz bırakılmıştır. Davalar, açılma zamanındaki ve dosyada mevcut veri ve koşullara göre sonuçlandırılır, gelecekte vukuu bulacak “HALLER VE İHTİMALLER” üzerine hüküm inşaa edilemez. Kaldı ki dava dosyasında, Davacının, genelge hükümlerinden yararlandırılması için SSK.Bşk.lığına başvurusu da mevcut değildir.
Bu anlayış ve kişisel düşüncelerimle, sırf kesin hükmün varlığı nedeniyle esasa girilmeksizin ve tartışılmaksızın, yerel mahkemenin kabule dair ısrar kararını bozan Hukuk Genel Kurulunun çoğunluk görüşüne katılamamaktayım.