YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/95
KARAR NO : 2005/80
KARAR TARİHİ : 23.02.2005
Mahkemesi : İzmir 2.İcra Mahkemesi
Günü : 04.11.2004
Sayısı : 2004/250 E- 524 K.
Taraflar arasındaki “itirazın kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 2.İcra Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.07.2003 gün ve 2002/717-2003/540 sayılı kararın incelenmesi davacı/alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 30.12.2003 gün ve 2003/22688-26763 sayılı ilamı ile ;
(…İİK.’nun 68/b maddesi hükmü uyarınca müşterek müteselsil borçluya gönderilen hesap özetine bir ay içinde itiraz edilmediği taktirde hesap özetinin gerçeğe aykırılığı hususunda borç ödendikten sonra dava açılabilir. Hesap özetine itiraz edilmemekle bu belge İİK ‘nun 68.maddesinde yazılı belge niteliğini kazanmış olacağından alacaklı itirazın kaldırılmasını isteyebilir.
Somut olayda kredi sözleşmesinin asıl borçlusunun 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasayı değiştiren ve 14.03.2003. tarihinde yürürlüğe giren 4822 Sayılı Yasanın geçici 1. maddesi gereğince maddede belirtilen süre içinde alacaklı bankaya başvurduğu alacaklının kabulünde olduğuna göre anılan yasa doğrultusunda inceleme yapılarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı/alacaklı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın kaldırılması istemine ilişkindir.
A- Davacı İsteminin Özeti:
Davacı/alacaklı banka vekili 18.09.2002 tarihli dava dilekçesinde özetle;müvekkili banka ile borçlu arasında imzalanan kredi kartı sözleşmesinde davalının garantör sıfatıyla imzasının bulunduğunu, davalının sözleşme gereğince asıl kredi borçlusu ile müşterek ve müteselsil olarak kredi borcundan sorumlu olduğunu, hem borçlu hem de davalıya gönderilen kat ihtarnamesinin kendilerine tebliğ olunduğunu, ihtarnameye rağmen borcun ödenmemesi üzerine İzmir 14.icra müd.nün 2002/7151 nolu dosyası ile toplam 1.097.455.956 TL üzerinden takip yapıldığını, davalının asıl alacağa, işlemiş faize, faiz oranına, tüm fer’ilere ve kefalet senedindeki imzaya itirazı nedeniyle takibin durdurulduğunu, kredi kartı sözleşmesi hükümleri ve Yargıtay içtihatları gereğince itirazın haksız ve dayanaktan yoksun olduğunu, ifadeyle, davalının itirazının kesin olarak kaldırılmasına ve %40 tazminata hükmedilmesini istemiştir.
B- Davalı Cevabının Özeti:
Davalı/borçlu Kemalettin vekili cevap dilekçesinde özetle;davanın reddini savunmuş ve %40 tazminata karar verilmesini istemiştir.
C- Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Yerel Mahkeme; “…davalının garantör sıfatıyla imzaladığı öne sürülen sözleşme, davacı banka ile borçlu arasında düzenlenen kredi kartı üyelik taahhütnamesidir. Yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, anılan sözleşmede kefalet limitinin gösterilmediği de tespit edilmiştir. Her ne kadar davalı sözleşmeyi
garantör sıfatıyla imzalamış ise de; davalının, hiçbir menfaati olmadan, ticari bir gaye gütmeden, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartının kullanılmasına imkan tanımak için teminat verdiği, sözleşmeyi garanti beyanı adı altında da olsa bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacıyla imzaladığı, sözleşmede kefalet limitinin de belirlenmediği, dolayısıyla davacının borçtan sorumluluğunun mevcut olmadığı anlaşıldığından, davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” Gerekçesiyle itirazın kaldırılması talebinin reddine, asıl alacak miktarı olan 440.373.535.-liranın %40’ı nispetinde tazminatın davacıdan alınarak davalıya verilmesine, karar vermiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle ile bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrarlayarak önceki kararında direnmiş; direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
E- ÖN SORUN:
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında, işin esasına geçilmezden evvel iki ön sorun görüşülmüştür.
İlk ön sorun; mahkemece verilen kararın yeni bir hüküm mü yoksa direnme kararı mı olduğu, incelemenin Hukuk Genel Kurulunda yapılıp yapılamayacağı noktasındadır.
Mahkeme kararının gerekçesi yasal sınırlarda genişletilmiş bir direnme kararı olduğu, yeni hüküm olarak nitelendirilebilecek bir unsur içermediği, incelemenin Hukuk Genel Kurulunda yapılması gerektiği yapılan 16.02.2005 tarihli ilk oylamada oybirliği ile karara bağlanmış; ikinci ön sorunun görüşülmesine geçilmiştir.
İkinci ön sorun ; Direnme kararının tarihi ve davanın müddeabihi itibariyle temyiz incelemesinin olanaklı olup olmadığına ilişkindir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, alacaklı tarafça girişilen ilamsız takibin, buna itirazın ve itirazın kaldırılması isteminin, Yerel Mahkemenin 17.07.2003 tarihli önceki hükmü ile 30.12.2003 tarihli bozma ve 04.11.2004 tarihli direnme kararlarının, içeriğine göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığa konu alacak miktarı toplam 1.097.455.956 TL ‘dir.
Bilindiği gibi, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunun temyizi olanaklı kararları düzenleyen 363. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “yüzmilyon” ibaresi 30.07.2003 gün ve 25184 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 17.07.2003 tarih ve 4949 sayılı Kanunun 101. maddesi ile “iki milyar” olarak değiştirilmiştir.
Aynı Kanunun 102. maddesi ile İcra ve İflas Kanununa Ek Madde 1 eklenmiş; maddenin birinci fıkrada parasal sınırların her takvim yılı başında artışa tabi olacağı ve artış şekli açıklanmış, ikinci fıkrasında da “363 ncü maddenin yukarıdaki fıkra uyarınca her takvim yılı başından olmak üzere uygulanan parasal sınırın artışına ilişkin hükmü, artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce İcra Tetkik Merciince nihai olarak karara bağlanmış olan davalar ile Yargıtay’ın bozma kararı üzerine yeniden bakılan davalarda uygulanmaz.” Hükmüne yer verilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 30.07.2003 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 2.000.000.000 TL. (2.000 YTL), olarak belirlemiş; her takvim yılı başından itibaren uygulanan bu parasal sınıra ilişkin artışların ise artışın yürürlüğe girdiği tarihten önce nihai olarak karara bağlanmış davalar ile Yargıtay bozma kararı üzerine yeniden bakılan davalarda uygulanmayacağı hükmünü getirmiştir.
Buna göre; kesinlik sınırına kanunla getirilen ilk artış, bir ayrık durum gösterilmeden Kanunun yayımı tarihi itibariyle uygulanır hale gelmişken; daha sonra her takvim yılı başında Ek Madde 1 uyarınca yapılacak artışların nihai olarak karara bağlanmış ve bozma kararı üzerine yeniden bakılan davalarda uygulanmayacağı açıkça ifade edilmiştir.
Diğer taraftan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunundaki parasal sınırlar da yeniden düzenlenmiş; 21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”’un 15. maddesindeki hüküm gereğince, 2. maddesinin (B) fıkrası, 3.maddesinin (C) fıkrası, 7, 9, 10, 11, 12.maddeleri ile 13.maddesinin (B) fıkrası 01.01.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un, 2.maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A) fıkrasının (c) bendi ile; 18.06.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427.maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü
maddesine göre “kırkmilyon” lira olarak uygulanması öngörülen parasal sınır “birmilyar” lira; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “sekizyüzmilyon” olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı “onmilyar” lira; “altıyüzmilyon” lira olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da “altımilyar” lira olarak değiştirilmiştir. Kısaca, anılan Kanun, 21.07.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL), karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000 TL. (6.000 YTL) olarak belirlemiştir.
Genel Kurulda yapılan tartışmalar sırasında bu hükümler de değerlendirilmiş; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri de değerlendirilmiş, sonuçta; Kanun koyucunun, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümlerini daha önce de bir çok defa değiştirdiği, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsemediği ortaya konularak; içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 Sayılı Kanun’la ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikte değişiklerle ilişkin, önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, varılacak sonuç bakımından ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmadığı kararlaştırılmıştır.
Eldeki uyuşmazlığa uygulanması gereken ve yukarıda ayrıntıları açıklanan 17.07.2003 tarih ve 4949 sayılı Kanunda da benzer sorunla karşılaşılmakla, her iki konu birlikte tartışılmış ve Hukuk Genel Kurulu’nda ön sorun bakımından yapılan görüşme sırasında dile getirilen düşünceler şu iki ana başlıkta toplanmıştır:
Bir kısım üyeler, her davanın açıldığı tarihteki hukuksal duruma tabi olması gerektiği; davacının, davayı açarken, temyiz ve karar düzeltme aşamaları da dahil olmak üzere, açtığı davanın o tarihteki hukuksal duruma göre çözüme kavuşturulacağı inancıyla hareket edeceği, usul hukukuna ilişkin Kanun değişikliklerinin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle geçmişe etkili (derdest davalar yönünden de uygulanması gerekli) olacaklarına dair, öğreti ve uygulamada benimsenmiş olan görüşün, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına yönelik değişiklikler bakımından uygulama yerinin olamayacağı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Ancak bu görüş, şu nedenlerle çoğunluk tarafından benimsenmemiştir:
İlkin, yukarıda ayrıntılı olarak değinildiği üzere, benzer nitelikteki önceki Kanunlar, bu konuda birbirleriyle uyumlu düzenlemeler içermemektedir.
İkinci olarak: Bir davanın tarafları, temyiz hakkına ancak o davada kendileri hakkında bir hüküm verildiğinde sahip olurlar. Açtığı veya hakkında açılmış bir davayla ilgili henüz bir hüküm kurulmamış olan tarafın, bundan daha önce (örneğin, dava tarihinde), gelecekte verilecek olan kararı temyiz etme hakkının doğabileceğinin kabulü mümkün değildir. Temyiz yoluna gidilebilmesi, ancak o yola gidecek olan taraf hakkında, gerekçe veya sonuç itibariyle aleyhte bir hüküm kurulması koşuluna bağlı bulunduğuna, daha önceki aşamalarda böyle bir hak doğamayacağına göre; bir hükmün temyizinin mümkün olup olmadığı, temyiz hakkının doğduğu (hükmün verildiği) tarihteki hukuksal duruma göre belirlenmelidir. Kısaca, bir mahkeme kararını temyiz etme hakkı, ancak o kararın verilmesiyle birlikte oluşacağından, karar tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır.
Öte yandan, 4949 Sayılı Kanunun anılan maddelerine ilişkin gerekçesinde yer alan;
“Günümüz ekonomik koşulları ve paranın satın alma gücü göz önüne alınarak maddedeki parasal sınır yükseltilmiştir.” Şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşullarını ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında Yerel Mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir. Anılan Kanun yorumlanırken, Kanun Koyucunun bu amacı gözden uzak tutulmamalıdır.
Sonuç olarak, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı (kesinlik sınırı) belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
İcra ve İflas Kanununa 4949 sayılı Kanunla eklenen Ek Madde 1 deki ayrık durum ise ayrıca gözetilmelidir.
Somut olayda, kanunla getirilen ilk artış hükmü söz konusu olduğuna ve Ek Madde 1 uygulamasına konu olmadığına göre aynı ilkeler gözetilerek kesinlik konusu değerlendirilmelidir. Buna göre; eldeki davada temyiz istemi Yerel Mahkemenin 04.11.2004 günlü direnme kararına yöneliktir. Söz konusu tarihte, 4949 Sayılı Kanun’un temyiz sınırını iki milyar TL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davanın 1.097.455.956 TL olan müddeabbihi bu sınırın altında kaldığına göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle Davacı/alacaklı/banka vekilinin TEMYİZ DİLEKÇESİNİN REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 23.02.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oybirliği ile karar verildi.