YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/583
KARAR NO : 2005/594
KARAR TARİHİ : 19.10.2005
Mahkemesi
:
Nevşehir 2.Asliye Hukuk Mahkemesi
Günü
:
21.7.2005
Sayısı
:
2005/86-116
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Nevşehir 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.4.2004 gün ve 2003/427-2004/180 sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 11.4.2005 gün ve 9162-3703 sayılı ilamı ile,
(…Dava, kişilik haklarının ihlal edilmesinden kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, dava kısmen kabul edilmiştir.
Davacı ve davalı, Bayındırlık İl Müdürlüğüne ait lojmanda ikamet etmekte iken, davacının eşi ile dava dışı lojman sakinleri arasında meydana gelen kavga ve huzursuzluk ve lojman sakinlerinin bu durumu şikayet etmeleri üzerine, Bayındırlık İl Müdürü olan davalı, davacıya bir uyarı yazısı göndermiştir. Davacı, bu yazıda yer alan “huzur ve sükunu bozucu, genel ahlak değerlerini zedeleyici tutum davranışlar” ibarelerinin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu ileri sürerek tazminat istemiştir. Ne var ki, lojmanlardan sorumlu idareci olan davalı, yapılan şikayet üzerine kamu konutları ile ilgili mevzuatın, konutlarda oturanların uyması gereken esaslar başlıklı 40/a maddesi uyarınca ve orada yazan ibareleri aynen yazarak uyarıda bulunmuştur. Kendiliğinden bir eklemesi yoktur. Davalının hukuka aykırı davrandığından söz edilemeyeceğinden, davanın tümden reddi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabul edilmiş olması bozmayı gerektirmiştir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarının ihlal edilmesinden kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
A-DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı; Bayındırlık İl Müdürlüğü’ne ait lojmanda ikamet etmekte iken, merdiven boşluğunda bulunan eşyalarının yakılması nedeniyle eşi ve dava dışı lojman sakinleri arasında meydana gelen kavga sırasında olay yerinde bulunmadığı ve kimseye karşı olumsuz bir hareketi söz konusu olmadığı halde; aynı lojmanda ikamet eden ve Bayındırlık İl Müdürü olan davalının olaydan bir gün sonra gönderdiği uyarı yazısında “genel ahlak değerlerini zedeleyici tutum ve davranışlarda bulunduğunuz tespit edilmiştir” şeklindeki ifadelerle, kişilik haklarına, hakimlik meslek ve onuruna ağır saldırıda bulunduğunu ileri sürerek; 5.000.000.000 TL. manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
B-DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı; lojman sakinleri ile davacının eşi arasında meydana gelen olayın Bayındırlık İl Müdürlüğü’ne bildirilmesi üzerine ve görevi nedeniyle davacıya uyarı yazısını gönderdiğini; dava konusu yazı içeriğinin de Kamu Konutları Yönetmeliğine uygun olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C-YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Yerel mahkeme; dava konusu yazıda yer alan “genel ahlak değerlerini zedeleyici tutum ve davranışlarda bulunduğunuz tespit edilmiştir” ibarelerinin, “davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu” gerekçesiyle, “davanın kısmen kabulü ile, 1.000.000.000 TL.manevi tazminatın davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine” karar vermiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ,BOZMA VE DİRENME:
Taraflarca temyiz edilen ilk karar, Özel Daire’ce eksik inceleme nedeniyle bozulmuş;bozmaya uyan Yerel Mahkeme , bozma ilamı yönünde araştırma ve inceleme yaptıktan sonra 22.4.2004 tarihli kararla “davanın kısmen kabulüne, 1.000.000.000 TL. manevi tazminatın davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine” hükmetmiştir.
Bu son karar, davalının temyizi üzerine Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme önceki gerekçesini tekrarlayarak direnme kararı vermiş; direnme kararını davalı temyiz etmiştir.
E-ÖN SORUN:
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, davanın müddeabihi itibariyle direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki; Yerel Mahkemenin önceki hükmü ile bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının, davacıya gönderdiği uyarı yazısında yer alan ibarelerin, davacının kişilik haklarını ihlal edip etmediği noktasında toplanmakta olup; Yerel Mahkemenin, dava konusu yazı içeriğinin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu benimsemek suretiyle hüküm altına aldığı, dolayısıyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu tutar, 1.000.000.000 TL.den ibarettir.
Bilindiği gibi, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış; 15.maddesindeki hüküm gereğince, 2.maddesinin (B) fıkrası, 3.maddesinin (C) fıkrası, 7,9,10,11,12.maddeleri ile 13.maddesinin (B) fıkrası 1.1.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un, 2.maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A) fıkrasının (c) bendi ile; 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427.maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 ncü maddesine göre “kırkmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen parasal sınır “birmilyar” TL.; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 ncü maddesine göre “sekizyüzmilyon” TL.olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı “onmilyar” TL.; “altıyüzmilyon” TL.olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da “altımilyar”TL. olarak değiştirilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 21.7.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL) karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000 TL. (6.000 YTL) olarak belirlemiştir.
Eldeki dava 25.12.2001 günü açılmış,Yerel Mahkemenin 22.4.2004 günlü önceki hükmü Özel Dairece 11.4.2005 günü bozulmuştur.Direnme kararı ise 21.7.2005 günü verilmiştir.
Görüldüğü üzere; gerek dava ve gerekse önceki karar tarihlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesinin 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki, bozma ve direnme tarihlerinde ise söz konusu değişiklikle oluşan yeni hükmü yürürlüktedir.
Dolayısıyla, somut olayda direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı konusundaki yapılacak değerlendirme; temyiz sınırı konusunda bu tarihlerden hangisinde yürürlükte bulunan yasa hükmünün esas alınacağı yönünde yapılacak saptamaya bağlı olarak, farklı sonuçlara götürecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; 5219 sayılı Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda daha önce değişiklik yapan çok sayıdaki Kanunlardan farklı olarak, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımamaktadır. Sadece, Geçici 1.maddesinde “Bu Kanunla artırılan parasal sınırlar nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.” Şeklinde, salt göreve ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
Bu noktada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür.
8.5.1973 gün ve 1711 sayılı Kanunun Geçici Maddesinde; değişikliklerin sayılan istisnalar dışında (Ki, temyiz ve karar düzeltme sınırına ilişkin düzenlemeler istisnalar arasında değildir) kural olarak, Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı belirtilmiş; böylece, yürürlük tarihinden önce açılmış olan davalarda temyiz ve karar düzeltme istemleri yönünden gözetilecek sınırın, dava tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmüne tabi olması benimsenmiştir.
16.7.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde ise, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Yine, 26.2.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un Geçici Maddesi; getirdiği değişikliklerin Kanunun yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda da uygulanacağı yönündedir.
20.6.1996 gün ve 4146 sayılı Kanunun geçici maddesi ise, değiştirilen hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı kuralını taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, temyiz ve karar düzeltme sınırında değişiklikler içeren daha önceki Kanun metinlerinde, değişikliklerin ne şekilde uygulanacağı yönünde açık hükümler bulunmakla birlikte, bu hükümler arasında bir paralellik yoktur.
Bu açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur:Kanun koyucu, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunundaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümleri daha önce de bir çok defa değiştirmiş, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsememiştir.
Dolayısıyla, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 sayılı Kanunla ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikteki değişiklere ilişkin olarak yukarıda sayılan önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, somut olay bakımından yorumlama ve sonuca varmada yardımcı nitelikte bir ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan durum karşısında, bu yönün, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 sayılı Kanun’un gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği Hukuk Genel Kurulundaki ön sorunla ilgili görüşme sırasında ittifakla benimsenmiş;görüşme bu çerçevede yapılmıştır.
Bir davada tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için, öncelikle o davanın usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle, henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada, tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibariyle o hakka sahip tarafın/tarafların aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar.Davanın daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre; bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır.Buradaki “karar” teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksamaya yer yoktur.
Öte yandan, 5219 sayılı Kanunun Genel Gerekçesinde yer alan “….Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır.”şeklindeki ifade de,Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşulları ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında Yerel Mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir.Anılan Kanun yorumlanırken,Kanun koyucunun bu amacı da gözden uzat tutulmamalıdır.
Sonuç olarak, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri yada Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
F-SOMUT OLAYA GÖRE ÖN SORUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Somut olayda, temyiz istemi Yerel Mahkemenin 21.7.2005 günlü direnme kararına yöneliktir.Söz konusu tarihte, 5219 sayılı Kanun’un temyiz sınırını bir milyar TL.olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davanın müddeabihi bir milyar TL.olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davalının temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenle davalının temyiz dilekçesinin REDDİNE, 19.10.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.