Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/548 E. 2005/593 K. 19.10.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/548
KARAR NO : 2005/593
KARAR TARİHİ : 19.10.2005

Mahkemesi

:

Konya 1.Aile Mahkemesi

Günü

:

9.5.2005

Sayısı

:

2005/89-335

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 1.Aile Mahkemesince mehir senedine konu eşyalar yönünden davalılar F. Ç. ve A. Ç. hakkında açılan davanın ve şahsi eşya listesinde sayılan eşyalar yönünden davalı F.Ç. hakkında açılan davanın görevsizlik nedeniyle reddine şahsi eşya listesinde sayılan eşyalar yönünden davalı A. Ç. hakkında açılan davanın konusu kalmadığından reddine dair verilen 2.6.2004 gün ve 2003/780-2004/714 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 20.12.2004 gün ve 10984-18581 sayılı ilamı ile,
(…Davacı, davalı A. Ç. ile boşandıklarını, çeyiz senedindeki eşyalar ile evlenirken getirdiği şahsi eşyaların davalı tarafta kaldığını öne sürerek bu eşyaların aynen teslimine, aynen teslim mümkün olmazsa değerinin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çeyiz senedindeki eşyalarla ve şahsi eşyalarla ilgili davalı F. Ç. hakkındaki davanın, Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, şahsi eşyalarla ilgili davalı A. Ç. hakkındaki davanın ise, konusuz kaldığından reddine karar verilmiş;hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Yargılama sırasında davacıya şahsi eşyaları, 7.1.2004 tarihli tutanakla teslim edilmiştir. Ancak bu tutanak da, şahsi eşyalar arasında bulunan altın takılar ve 100 DM para yoktur.Şu halde altın takılar ve 100 DM para davacıya iade edilmemiştir. Takıların evlilik birliği içerisinde kayınvalide olan davalı F. Ç..tarafından, davacının elinden alındığı tanık beyanlarından anlaşıldığına göre, mahkemece şahsi eşyalar listesinde sayılan altın takılar ile 100 DM paranın davacıya iadesine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın konusuz kaldığından reddine karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü;
Dava, alacak istemine ilişkindir.
A-DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ;
Davacı vekili; müvekkili ile davalılardan A.Ç..’ın boşandıklarını, 21.3.1996 tarihli mehir senedinde sayılan eşyaların davalı tarafta kaldığını ileri sürerek, bu eşyaların dava tarihindeki değeri 1.534.132.000 TL.nin yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir;
Birleşen davada, şahsi eşya listesinde sayılan ve davacıya iade edilmeyen altın takılar ile 100 DM. paranın ve diğer eşyaların aynen teslimine, mümkün olmadığı takdirde dava tarihindeki değeri 500.000.000 TL.nin, yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
B-DAVALI CEVABININ ÖZETİ;
Davalılar vekili; senedi ve şahsi eşya listesinde bulunan altın takıların davacı tarafından götürüldüğünü, diğer eşyaların iadesi istemiyle davacının daha önce herhangi bir talepte bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C-YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ;
Yerel Mahkeme; “Mehir senedinde belirtilen eşyalarla ilgili, davalılar F. Ç. ve A. Ç. hakkındaki ana davanın ve şahsi eşya listesinde sayılan eşyalarla ilgili davalı F. Ç. hakkındaki birleşen davanın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmesi gerektiği; Şahsi eşya listesinde sayılan eşyalarla ilgili davalı A. Ç. hakkındaki davanın ise, yargılama sırasında eşyaların davacıya iadesi sebebiyle konusuz kaldığı” gerekçesiyle, “1) Mehir senedinde yazılı eşyalarla ilgili davalılar F.Ç. ve A. Ç.hakkında açılan ana davanın görev yönünden reddine,
“2)Şahsi eşya listesinde yazılı eşyalarla ilgili davalı F. Ç.hakkında açılan, birleşen davanın görev yönünden reddine,
“3)Şahsi eşya listesinde yazılı eşyalarla ilgili davalı A. Ç. hakkında açılan, birleşen davanın konusuz kaldığından reddine” karar vermiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME;
Davacı vekilince temyiz edilen karar; Özel Daire’ce davacının diğer temyiz itirazları reddedildikten sonra;
“Şahsi eşyalar listesinde sayılan altın takılar ile 100 DM paranın davacıya iadesine karar verilmesi gereğine”işaretle bozulmuş; Yerel Mahkeme,”şahsi eşya listesinde belirtilen altın takılar ve 100 DM para, boşanma suretiyle mal rejimi sona erdiği sırada mevcut bulunmadığından, davalı kocanın iade ile sorumlu tutulamayacağı” gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
E-ÖN SORUN;
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, davanın müddeabihi itibariyle direnme kararının temyizinin olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, Yerel Mahkemenin önceki hükmü ile bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, şahsi eşya listesinde sayılan ve yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda dava tarihi itibariyle değeri 425.400.000 TL. tespit edilen altın takılar ve 100 DM. paranın davacıya iadesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmakta olup; Yerel Mahkeme, davalı kocanın iade sorumluluğu bulunmadığını benimsemek suretiyle “altın takılar ve 100 DM. para yönünden davalı A.Ç. aleyhine açılan davanın reddine”karar vermiştir. Dolayısıyla, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu tutar, 425.400.000 TL.’den ibarettir.
Bilindiği gibi, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Konularda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış; 15.maddesindeki hüküm gereğince, 2.maddesinin (B)fıkrası (C)fıkrası, 7,9,10,11,12 maddeleri ile 13.maddesinin (B)fıkrası 1.1.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un 2.maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A)fıkrasının (c)bendi ile; 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427.maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “kırkmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen parasal sınır “birmilyar” TL; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “sekizyüzmilyon“ TL. olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı “onmilyar” TL.; “altıyüzmilyon” TL.olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da “altımilyar” TL.olarak değiştirilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 21.7.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL), karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000.TL. (6.000 YTL ) olarak belirlemiştir.
Eldeki dava 27.3.2003 günü açılmış, Yerel mahkemenin 2.6.2004 günlü önceki hükmü, Özel Daire’ce 20.12.2004 günü bozulmuştur. Direnme kararı ise 9.5.2005 günü verilmiştir.
Görüldüğü üzere; gerek dava ve gerekse önceki karar tarihlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesinin 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki, bozma ve direnme tarihlerinde ise söz konusu değişiklikle oluşan yeni hükmü yürürlüktedir.
Dolayısıyla, somut olayda direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı konusundaki yapılacak değerlendirme; temyiz sınırı konusunda bu tarihlerden hangisinde yürürlükte bulunan yasa hükmünün esas alınacağı yönünde yapılacak saptamaya bağlı olarak, farklı sonuçlara götürecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; 5219 Sayılı Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda daha önce değişiklik yapan çok sayıdaki Kanunlardan farklı olarak, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımamaktadır. Sadece, Geçici 1. maddesinde “Bu Kanunla artırılan parasal sınırlar nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.” şeklinde, salt göreve ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
Bu noktada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
8.5.1973 gün ve 1711 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde; değişikliklerin sayılan istisnalar dışında (Ki, temyiz ve karar düzeltme sınırına ilişkin düzenlemeler istisnalar arasında değildir) kural olarak, Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı belirtilmiş; böylece, yürürlük tarihinden önce açılmış olan davalarda temyiz ve karar düzeltme istemleri yönünden gözetilecek sınırın, dava tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmüne tabi olması benimsenmiştir.
16.7.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde ise, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Yine, 26.2.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un Geçici Maddesi; getirdiği değişikliklerin Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda da uygulanacağı yönündedir.
20.6.1996 gün ve 4146 sayılı Kanunun geçici maddesi ise, değiştirilen hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı kuralını taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, temyiz ve karar düzeltme sınırında değişiklikler içeren daha önceki Kanun metinlerinde, değişikliklerin ne şekilde uygulanacağı yönünde açık hükümler bulunmakla birlikte, bu hükümler arasında bir paralellik yoktur.
Bu açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Kanun koyucu, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümleri daha önce de bir çok defa değiştirmiş, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsememiştir.
Dolayısıyla, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 Sayılı Kanun’la ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikteki değişiklere ilişkin olarak yukarıda sayılan önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, somut olay bakımından yorumlama ve sonuca varmada yardımcı nitelikte bir ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan durum karşısında, bu yönün, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 Sayılı Kanun’un gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği Hukuk Genel Kurulu’ndaki ön sorunla ilgili görüşme sırasında ittifakla benimsenmiş; görüşme bu çerçevede yapılmıştır.
Bir davada tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için, öncelikle o davanın usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle, henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada, tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibariyle o hakka sahip tarafın/tarafların aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar. Davanın daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre; bir Mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihte yürürlükte bulunan Kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksamaya yer yoktur.
Öte yandan, 5219 Sayılı Kanun’un Genel Gerekçesinde yer alan”.. .Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır.” şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşulları ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında Yerel Mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir. Anılan Kanun yorumlanırken, Kanun Koyucunun bu amacı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Sonuç olarak, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
F-ÖN SORUN DEĞERLENDİRMESİ;
Somut olayda, temyiz istemi Yerel Mahkemenin 09.05.2005 günlü direnme kararına yöneliktir. Söz konusu tarihte, 5219 sayılı Kanun’un temyiz sınırını bir milyar TL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davada uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu tutar 425.400.000 TL. olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 19.10.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.