Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/517 E. 2005/595 K. 19.10.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/517
KARAR NO : 2005/595
KARAR TARİHİ : 19.10.2005

Mahkemesi : Mersin Asliye 3.Hukuk Mahkemesi
Günü : 24.11.2004
Sayısı : 336-653
Taraflar arasındaki “rücuan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin Asliye 3.Hukuk Mahkemesince davanın N. Z.. yönünden kabulüne, diğer davalılar yönünden reddine dair verilen 12.10.2000 gün ve 1998/871 E. 2000/801 K.sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ve davalılardan Nusret Zorlu vasisi tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 17.9.2001 gün ve 2001/3765-8076 sayılı ilamı ile;
(….Dava, haksız eylemden doğan rücuan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davalılardan N.Z. yönünden dava kabul edilirken diğer davalılar yönünden reddedilmiştir. Karar davacı ve davalılardan N. Z.vasisi tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davalılardan N.Z..nun temyizine gelince; davanın taraflarının dava ehliyetine sahip olmaları gerekir. Dava ehliyeti dava şartlarından olduğu için mahkemece re’sen gözetilmelidir. Davalı N. Z.., bu dava açılmadan önce 12.1.1997 tarihinde hacir altına alınarak kendisine vasi atanmıştır. Bu gibi şahıslar aleyhine açılan davaların yasal temsilcileri tarafından takip edilmesi gerekir.
Ne var ki eldeki davada, dava vesayeten açılmamış, yargılamanın tüm aşamalarında N.Z. muhatap alınmıştır. Mahkemece, bu davalı yönünden usulüne uygun taraf teşkilinin yapılarak yargılamanın yürütülmemiş olması nedeniyle kararın bozulması gerekmiştir.
2-Davacının temyiz itirazlarına gelince; davalı N.Z. öğretmen olarak görev yaptığı okulda üç öğretmeni tabanca ile vurarak öldürmüştür. Ölen kişilerin idare aleyhine açtıkları tazminat davası sonucu ödemede bulunan davacı idare, bu miktarın olayda sorumlulukları olan davalılardan rücu’an tahsilini istemektedir.
Davalılardan F. B.olayın meydana geldiği okulun müdürü, A. K.. ise İl Milli Eğitim Müdürüdür. Davalı N.Z.. rahatsızlığını belirterek okuldan hastahaneye sevk işlemini yapmış, hastahanenin psikiyatri kliniğinde bir süre tedavi gördükten sonra 5.11.1993 tarihinde kendisine (60) günlük bir rapor verilerek taburcu edilmiştir. Davalı N.Z.., rapor gereği, 5.11.1993-5.1.1994 tarihleri arasında okula gelmeyerek izinli sayılmıştır. Anılan raporun sonuç kısmında “sonunda muayene kaydıyla izin verildiği” yazılıdır. Buna rağmen davalı N.Z. rapor süresi bitiminde hemen 5.1.1994 tarihinde göreve başlatılmış ve bir süre sonrada olay meydana gelmiştir.
Raporda davalı N. Z..’nun psikolojik tedavi gördüğü, iyileşmesi için ve istirahat dönemi sonunda tekrar muayene edilmesi şartı ile (60) gün istirahat verildiği yazılıdır. Basiretli bir yöneticinin psikolojik bir rahatsızlığı olan kişinin gerek öğrenciler, gerekse okuldaki diğer görevliler yönünden tehlike oluşturabileceğini, tamamen iyileştiği anlaşılmadan göreve başlatılmamasını bilmesi ve buna göre davranması gerekir. Davalı yöneticiler raporda yazıldığı halde N.Z..’nun gerekli kontrollerini yaptırmadan ve iyileştiğinden emin olmadan göreve başlatmakla kusurludurlar. Bu nedenle idarenin, davalıların kusurlu davranışlarının sonucu olarak ödediği miktardan sorumlu tutulmaları gerekirken yazılı gerekçe ile bu davalılar yönünden davanın reddedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir….)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN :Davalılar
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkeme 12.10.2000 tarihinde davanın davalı N. Z.. yönünden kabulüne, diğer davalılar yönünden reddine karar vermiştir.
Davacı vekili ve davalı N. Z. vasisinin temyizi üzerine Yüksek Özel Daire yukarıda açıklanan gerekçe ile hükmün bozulmasına karar vermiştir.
Davalıların bulunmadığı duruşmada davacı vekili bozmaya uyulmasını istemiş, mahkemece 27.10.2003 günlü kısa kararda “Eski kararda direnilmesine dair ekli karar davacı Hazine vekilinin vicahında davalıların yokluğunda temyiz yolları açık alenen tevhim kılındı” şeklinde hüküm fıkrası oluşturulmadan direnme kararı verilmiştir.
Bu karar davacı vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu’nca (Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de tekrarlanmıştır. Keza HUMK. nun 381.maddesi (kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur). Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir.Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki,dava içinden davalar doğar,Hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.Öte yandan Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir(Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.1991 gün 323/391 sayılı ve 10.9.1991 gün 281-415 sayılı ve 25.9.1991 gün 355-440 sayılı kararları). Ceza Genel Kurulu’nca da CUMK. nun benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden “önceki hükümde direnilmesine” denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu’nun 2.2.1976 gün 22-25 sayılı kararı).Somut olayda da aslolan kısa ve gerekçeli kararda,hüküm fıkrası oluşturulmamış; yalnızca “önceki kararda direnilmesine” denilmekle yetinilmiştir.O itibarla mahkemece HUMK.nun 388.maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.) gerekçesiyle USUL YÖNÜNDEN bozulmuş, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Mahkemece Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin bozma kararında belirtildiği şekilde ancak Hukuk Genel Kurulu’nun bozması dışına çıkılarak kısa kararda hükmedilen direnme kararının aksine davanın tüm davalılar yönünden kabulüne karar verilmiştir. Bu karar davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Az yukarda açıklanan yargılama aşamalarında görüldüğü üzere “usul hukuku” ile ilgili ortaya çıkan sorunun çözümü; yerel mahkemenin “önceki kararda direnilmesine” şeklinde oluşturduğu kısa kararın Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca, usulün 381 ve 388 maddelerine aykırı görüp bozmasından sonra, mahkemece bozma doğrultusunda hüküm oluşturulması gerekirken direnme kararında kabul ve tefhim ettiği hukuki sonucun aksine bir karar vermesinin hukuken mümkün olup olmadığının belirlenmesinde toplanmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, yerel mahkemelerin direnme kararları (H.U.M.K.md.429/II). Bir davayı sona erdiren (Niha-i) temyizi mümkün olan son kararlardandır. Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı direnme doğrultusunda mahkemenin yazmasından ibarettir. Bu bakımdan direnme kararından dönme (Rücu) mümkün değildir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması Kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala Yasa koyucu H.U.M.K.Md.381. ve 388.maddeleriyle varlık kazandırmıştır.Gerçekten de, H.U.M.K.nun 381. ve 388.maddeleri kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir.Bu maddeler hükmünce kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Davanın tamamen reddine veya kabulüne dair karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek yeni bir hüküm kurulamaz. Aksinin kabulü mahkemelere güveni sarsacağı için hiç bir suretle üstün görülemez.
Olayımızda;Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 10.4.1992 günlü 1991/7 E; 1992/4 K. sayılı kararının uygulama yeri de bulunmamaktadır. Bu bağlamda hemen belirtelim ki, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı Usulün 381. ve 388.maddelerindeki emredici hükümlerinin ihmalini önerir bir sonucu kabul etmemiş, tersine aynen “T.C.Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı yargılama açık olacak, yargılamanın sonunda mahkemece verilen karar da açıkça belirtilecektir. Sonradan yazılan gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Bu hukuki esasın doğal sonucu gerekçeli karar kısa karara uygun değilse kararın bozulması icabedecektir.” gerekçesini getirerek anılan Yasa maddelerinin vazgeçilmez önemini oybirliği ile kabul etmiştir. Bu kararda münhasıran kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması, kısa karara aykırı düşen gerekçeli kararın yazılması konusu ile bağlı ve sınırlı olarak kabul edilmiştir. Olayımızda ise kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmamaktadır. Mahkemenin Hukuk Genel Kurulunca bozulan kararı “kısa kararda direnilmesine denilmekle yetinilip”, usulünce hüküm fıkrası kurulmamasına ilişkin olup, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki söz konusu değildir. Burada İçtihadı Birleştirme kararından farklı olarak ortaya çıkan özellik ilkin direnme kararı verilmesine karşın Hukuk Genel Kurulunun usulden bozma kararını takiben bu kez direnme kararından dönme anlamına gelecek şekilde davanın reddine karar verilmiş olmasıdır.
Öte yandan Mahkemeler ve Yargıtay ancak, İçtihadı Birleştirme Kararından sonra el koydukları benzer işlerde (Hukuki Konularda) İçtihadı Birleştirme Kararı ile bağlıdır (Yargıtay Kanunu Md.45).10.4.1992 günlü içtihadı birleştirme kararı münhasıran kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması, kısa karara aykırı düşen gerekçeli kararın yazılması konusu ile bağlı ve sınırlı olarak kabul edilmiştir. Olayımızda ise kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmamaktadır. Nitekim, kısa kararda, ilk karar doğrultusunda direnmeye karar verilmiş, gerekçeli kararda da direnme doğrultusunda aynı karar kurulmuş, böylece kısa karar ile gerekçeli karar arasında uygunluk bozulmayarak sürdürülmüştür. Şu durumda içtihadı birleştirme kararının konusunu oluşturan “kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunması hali” nin olayımızda bulunmadığı açıktır.
Bunlardan ayrı kıyaslama yoluyla Tevhidi İçtihatların uygulama alanını genişletmek hukuken mümkün değildir. Aksinin kabulü halinde, anılan Tevhidi İçtihatta 381. ve 388.maddelerinin yürürlüğünü koruyan ve önemini yineleyen oybirliği ile alınmış az yukarda açıklanan kabule aykırılık oluşturulacağı gibi, belirtilen Yasa maddeleri işlemez hale getirilmiş olur ki, yargı yetkisinin aşılmasına yol açan bu yön kabul edilemez. Yine, usulün 381. ve 388.maddeleri emredici kurallardan olmalarına rağmen hükmün yokluğunu ortaya koyacak esaslı kaidelerden değillerdir. Bu maddelerin bir mahkemenin kararını geçersiz kıldığına dair usul hukukunda bir hüküm mevcut değildir. Bu durumda sadece temyiz sebeplerinin varlığından söz edilecektir. Hükmün yok sayılabilmesi için taraflara tebliğ edilen hükmün mahiyeti, son duruşma zaptında belirtilmemiş olmalıdır. Son duruşma tutanağına hükmün mahiyeti geçirilerek tefhim edilmişse artık ortada hukuken bağlayıcı bir hükmün varlığının kabulünde duraksama olmamalıdır.
Açıklanan nedenler altında Hukuk Genel Kurulunun bozması doğrultusunda işlem yapılarak özellikle Usulün 381.-388.maddelerine uygun karar yazılması gereği yerine getirilmek üzere yerel mahkemenin kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalılardan N. Z. vasisi H.Z.vekili ve diğer davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile, kararın Hukuk Genel Kurulu’nun 03.04.2004 gün ve 2004/4-154 Esas, 119 K. sayılı bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 19.10.2005 gününde, oybirliği ile karar verildi.