Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/5 E. 2005/33 K. 09.02.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/5
KARAR NO : 2005/33
KARAR TARİHİ : 09.02.2005

Mahkemesi

:

Bursa 3.Sulh Hukuk Mahkemesi

Günü

:

23.9.2004

Sayısı

:

2004/1034-1249

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 3. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.3.2003 gün ve 2002/498-2003/434 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.4.2004 gün ve 2003/9897-4251 sayılı ilamı ile,
(…Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankadaki hesabından keşide ettiği 5.556.185.000.TL bedelli çek’in, lehdarı Bursa SSK Müdürlüğü’nce ibrazı üzerine karşılıksız kaşesi vuran davalının kusurlu olduğunu, zira, hesapta 5.544.457.050.TL.kadar kısmen para bulundurduğunu, müvekkilinin lehdara, tamamen karşılığı yokmuşçasına, tamamının %5’i olan 333.371.100 TL çek tazminatı ödediğini, oysa karşılıksız kalan 11.727.950 TL.nın % 5’i olan 586.397.TL ödemesi gereken müvekkilinin 332.784.703 TL. fazla ödeme yapmak zorunda kalması nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek, fazla ödenen bu meblağın temerrüt faiziyle birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, takas merkezine ibraz edilen çek’in arkasına karşılıksız ibaresi yazılmasını müvekkilinin kusuru ile olmadığını, hesabında tam karşılık bulundurmayan davacının kusurlu olduğunu davacının ödediği 333.371.000 TL.nın primlerin 12 gün gecikme zammına ilişkin olduğunu karşılıksızlığın tespitini davacının takip edip, hemen ödeme yapsa idi zammın doğmayacak olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, dosya kapsamına, toplanan kanıtlara ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, hamil SSK.nun kısmi ödemeleri kabul etmeme uygulamasının varlığı nedeniyle, davalının kısmi karşılığının bulunduğunu yazıp yazmamasının öneminin kalmadığı, her iki durumda sonuçta kısmi ödemenin hamilce kabul edilemeyeceğinden, bankanın eylemi ile sonuç arasında illiyet kurulamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, davalı muhatap bankanın, karşılığı bulunduğu halde, çek’e karşılıksız kaşesi vurduğu, bunun üzerine davacı keşidecinin, dava dışı lehdar­-hamil Bursa SSK Müdürlüğü’ne % 5 çek tazminatı ödemek zorunda kaldığı iddiasına dayalı alacak istemine ilişkindir.
01.12.2000 olan ibraz tarihinde çek’in kısmi karşılığının bulunduğu, hamil’in çek’ i tahsil için dava dışı Emlak Bankası A.Ş.ne ciro ettiği, çek’in bu bankaca takas odasına gönderildiği, takas odasının karşılıksız kaşesi vurduğu, davacının 12.12.2000 günü lehdar-hamil’e çek’e konu primlerin gecikme zammı bedeli olan 333.371.100 TL ödeme yaptığı dosya kapsamı ile sabittir. Davacı ise bu bedelin, % 5 çek tazminatı olduğunu iddia etmiş, davalı ise, bu bedelin prim gecikme bedeli olduğunu ve gecikmenin davacıdan kaynaklandığını savunmuştur.
TTK.nun 695/son fıkra hükmüne göre, keşideci çek’ in karşılıksız kalan bölümünün % 5’ini ve hamilin bu yüzden uğradığı zararı tazmine mecburdur. Davacının hamile ödediği sabit olan 333.371.000.-TL., hamil’in düzenlediği ve davacının dayandığı belgeye göre, çek bedelinin %5″i değil, primlerin gecikme bedeli olup, miktar olarak da buna karşılık gelmektedir.
Çekişme, sonuçta davacının ödemek zorunda kaldığı bu bedelin ödenmesinde, davalının bir kusurunun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmıştır. Davalı vekili, kusurun tamamen davacıda olduğunu savunmuştur. Mahkemece, yazılı gerekçelerle, davanın reddine karar verilmiştir.
Oysa, TTK.nun 730/8 nci bent yollaması ile çek’ler için de uygulanan, aynı kanunun 621/2 nci maddesi uyarınca, hamil, kısmi ödemeyi reddedemez. Esasen, hamili bağlayan 506 sayılı Kanun’un 80/4 ncü fıkra hüküm yollaması ile 6183 sayılı Kanun’un 51 nci maddesi hükmü ve 506 sayılı aynı Kanun’un 80/8 nci fıkra hükmü uyarınca, hamil SSK., kısmi ödemeyi reddedemez.
Bilindiği üzere 3167 sayılı Çek Kanunu’nun dava tarihinde yürürlükte olan 4 ncü ve 5 nci madde hükümlerine göre, çek’ in kısmen karşılığının bulunması halinde muhatap banka bunu ödemek zorunda olup, karşılığı bulunan ve bulunmayan kısmın çekin arkasına yazılması gerekmektedir. TTK. nun 710 ncu maddesi hükmüne göre, çek’in bir takas odasına ibrazı, ödeme için ibraz yerine geçer. Takas odası da, çekin kısmen veya tamamen ödenmeme durumunu, TTK.nun 720/3 ncü maddesi hükmü uyarınca çek’in arkasına yazmalıdır. TTK.nun 695/2 nci maddesi hükmü uyarınca da, muhatap bu kısmi karşılığın tutarını ödemekle yükümlüdür. Aynı Kanun’un 621/2 nci maddesi uyarınca hamil kısmi ödemeyi reddedemez. Bankalararası Takas Odaları Merkez Yönetim Kurulu’nca hazırlanan ve emsal dosyalarda rastlanan özellikle 7, 8 ve 11 nci maddeler hükümlerinde, kısmen karşılığı bulunan çekler ile ilgili düzenlemelere yer verilmiş olup, bu hükümler, yukarıda az önce açıklanan yasal düzenlemeler ile de paralellik arzetmektedir.
Bu durumda, davacının en azından hesabındaki para kadar borcundan kurtulması mümkün iken, davalının bilgisayar sistemini yukarıda belirtilen düzenlemelere uygun hazırlamadığı için takas odasının karşılıksızlık işlemini yaptığı gözetilerek, davalının müterafık kusurunun bulunduğu sonucuna varılmalıdır. Davacının da, davalının bu sistemini bilmesi, buna göre çek bedelinin tamamını hesabında bulundurması, takas odasının tamamen karşılıksızlık işlemini önceden öngörmesi gerekirken, basiretsiz davrandığı için müterafik kusurludur. Dairemiz’in 11.06.2001 tarih ve 3193-5336 sayılı ilamı bu yöndedir.
Bu itibarla, mahkemece, bu açıklamalar ışığında, uzman bilirkişi kurulundan, denetime elverişli bir rapor alınarak, kusur oranlarının tesbiti ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, tazminat istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece verilen davanın reddine dair karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Direnme kararında, mahkemenin önceki kararının Yargıtay 11. Hukuk Dairesince bozulduğu belirtilip, bozma kararının metni aynen yazıldıktan sonra, tarafların iddia ve savunmaları özetlenmiş, ardından gelen “Deliller, Hukuki Nitelendirme ve Gerekçe” bölümünde önceki kararın aynı başlığı taşıyan bölümü bütünüyle aynen tekrar edilmiş; sadece, anılan kararın sondan bir önceki paragrafında yer alan “…Taraflar arasındaki sözleşme hükümleri, toplanan delillerden özellikle de SSK ‘nın yazısı ve uygulamalara göre davanın reddine karar vermek gerekmiştir” cümlesine, “…göre” sözcüğünden sonra gelecek şekilde “Mahkememizin… Sayılı kararında ısrar edilmesine” söz dizininin eklenmesiyle yetinilmiş; ardından, hüküm fıkrası oluşturulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, direnme kararının yasal anlamda gerekçe ihtiva edip etmediği, bir usulü ön sorun olarak incelenip değerlendirilmiştir.
Öncelikle konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür:
Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün bulunması, zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, bazen bir mahkeme kararının, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi konularda yapılacak hukuksal değerlendirmelerin sağlıklı olabilmesi de, o kararın yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yine, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini direnme gerekçesi oluşturacağından, yukarıda değinilen genel anlamdaki tüm diğer nedenlerin yanında, özel olarak bu bakımdan da direnme kararının usul hukuku ilkelerinin aradığı anlamda bir gerekçe içermesi zorunludur. Başka bir ifadeyle, Özel Daire bozma ilamına hangi nedenlerle uyulmadığı, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve mahkemenin bozulan önceki kararının neden hukuka uygun olduğu hususlarının direnme kararında açıklanması, onun hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi açısından kesin bir zorunluluktur. Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir iddiayı içerdiklerinden, o iddianın yasal ve mantıksal gerekçelerini de ortaya koymak zorundadır. Öte yandan, herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin direnme kararı verilmesinin, hakimin yargılama görevini savsaması olarak dahi düşünülmesi mümkündür.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında: Yerel mahkemece verilen direnme kararının, yukarıda açıklanan nitelikte bir yasal gerekçeyi içermediği çok açıktır. O halde, direnme kararı salt bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçeyle H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 9.2.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.