Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/448 E. 2005/437 K. 06.07.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/448
KARAR NO : 2005/437
KARAR TARİHİ : 06.07.2005

Mahkemesi

:

Ankara 27.Asliye Hukuk Mahkemesi

Günü

:

31.3.2005

Sayısı

:

2004/522-2005/94

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 27.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.3.2003 gün ve 2001/822-2003/234 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 28.5.2004 gün ve 2003/11314-2004/6003 sayılı ilamı ile,
(..Davacı vekili, müvekkili tarafından konut sigorta poliçesi yapılan daireye davalıya ait dairede yapılan tadilat çalışmaları sırasında sızan yağmur sularının hasara neden olduğunu, hasar bedelinin sigortalıya ödendiğini ileri sürerek, 410.000.000 TL.nın davalıdan rücuan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, süresinde verdiği cevapta davanın esastan reddini savunmuş, daha sonra yargılama sırasında cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def’inde bulunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki belgelere göre, ıslah suretiyle zamanaşımı def’inde bulunabileceği gerekçesiyle davacının tazminat ödediği olayın 13.05.2000 tarihinde meydana geldiği, zarar ve failinin öğrenilmesinden itibaren bir yıllık sürenin geçirilmesinden sonra bu davanın açıldığından zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava hukuki niteliği itibariyle haksız fiile dayalı tazminat davası olup, 13.05.2000 tarihinde meydana gelen zarardan dolayı işbu davanın 1 yıllık haksız fiile ilişkin zamanaşımı süresinin dolmasından sonra, 30.10.2001 tarihinde açıldığı tartışmasızdır.
Davada uyuşmazlık konusu olan husus, zamanaşımı konusunda cevap dilekçesinde bir def’i bulunmayan davalı tarafın, davada daha sonraki aşamada ileri sürdüğü bu def’in davacı tarafından savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşmasından sonra davalının bu defa cevap dilekçesini ıslah ederek zaman aşımı definde bulunup bulunamayacağı noktasındadır.
Bir davada davalı taraf cevap dilekçesinde ileri sürme hakkına sahip olduğu ve davanın reddini gerektiren savunma sebeplerinden zamanaşımı def’inde bulunmadığı takdirde önünde iki seçenek bulunmaktadır. Bunlardan ilki savunmayı genişleterek bu def’i daha sonra ileri sürmesi, veyahut da HUMK.nun 202/3 ncü maddesinin kendisine tanıdığı aynı Yasa’nın 83 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş bulunan ıslah müessesesine dayanarak, cevap dilekçesini ıslah etmek suretiyle bu savunma hakkına dayanması mümkün olabilecektir.
Savunmanın genişletilmesi yolunu tercih eden davalı, masrafsız ve külfetsiz bir yolu tercih etmekte, ne var ki karşı tarafın savunmanın genişletilmesine muvafakat etmemesi halinde bu def’i hakkını kullanılması önlenilmekte olup, bundan sonra ancak davanın esası hakkında savunma sebeplerini ileri sürebilmek imkanına sahip bulunmaktadır. Görüldüğü gibi, bu yolun tercihi davalı tarafa büyük bir risk getirmektedir. Davalının tercih edebileceği ikinci yol ise HUMK. nun 86/1 nci maddesinin kendisine yüklediği parasal yükümlülüğü yerine getirmek suretiyle ıslah yoluna başvurarak cevap dilekçesinde kullanamadığı savunma hakkına, bu yolla kavuşabilmesidir.
Bu genel açıklamalardan sonra dava konusu olaya dönüldüğünde, davalı taraf süresinde verdiği 28.11.2001 günlü cevap dilekçesinde (dilekçedeki açıklamalarına göre, zamanaşımı süresinin dolduğunu bildiği halde) zamanaşımı def’ini ileri sürmeyerek, davanın esasına yönelik savunmalarda bulunmuş, davacı tarafın 01.02.2002 günlü cevaba cevap dilekçesinde gösterdiği delillerin toplanılması istemine karşı davalı taraf da 01.03.2002 tarihli dilekçesi ile karşı delillerini mahkemeye sunmuştur. Bu aşamadan sonra her iki tarafın delilleri toplanılmış, taraf tanıkları dinlenildikten sonra davalı taraf 14.01.2003 günlü dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunmuş, davacı taraf ise, derhal verdiği 27.01.2003 günlü dilekçesi ile zamanaşımı definin ileri sürülmesine yani savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediklerini bildirerek davalı yanın bu hukuki yola başvurması önlenilmiştir. İşte bu usuli işlemlerden sonra davalı taraf bu defa ıslah yoluna 03.02.2003 tarihli dilekçesi ile ve HUMK.nun 86/1 nci maddesinin getirdiği mali yükümlerini yerine getirmeden başvurmuş davacı taraf ise, 17.02.2003 tarihli dilekçesi ile bu usuli işleme de karşı çıkmıştır.
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere davalı taraf, (bildiği halde) cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunmadıktan ve mahkemece işin esasına girilip, taraf delilleri toplanıldıktan sonra ve davalının riskli bir usuli yol olan savunmanın genişletilmesi yolu ile ileri sürmeye çalıştığı zamanaşımı def’ini, davacı tarafın karşı çıkması ile ileri sürememesi sonucu bu usuli sorun kendi mecrasında davacı taraf yararına bu şekilde çözülmüş bulunmaktadır. Bu aşamadan sonra, davalı tarafın yasanın öngördüğü koşulları dahi yerine getirmeden, bu defa ıslah yolu ile sürdüğü zamanaşımı def’in kabulü yoluna gidilmesi isabetsizdir. HUMK.nun 202/3 ncü maddesinin ancak aynı maddenin 2 nci fıkrasındaki yola başvurmayan davalı tarafa tanınan bir usul müessesesi olduğunun kabulü yargılamanın kısa sürede ve adil bir çözüme kavuşturulması ilkesinin bir sonucu olmalıdır. Kaldı ki, somut olayda yukarıda ayrıntıları ile açıklandığı üzere, davanın esasına girildikten ve taraf delilleri toplanıldıktan sonra, zamanında kullanılması gereken bir hakkın bu aşamadan sonra kullanılmış olması, somut olay adaleti yönünden MK.nun 2 nci maddesinde öngörülen dürüst davranma ilkesine de aykırı olduğunun kabulü gerekir. Nitekim, Yargıtay 3 ve 4 ncü Hukuk Daireleri’nin uygulamalarının bu yönde olduğu dosyaya mübrez içtihat örneklerinden anlaşılmaktadır. Dairemiz’in örnek olarak gösterilen kararı da somut olayın özelliği bakımından bu davada emsal olarak dikkate alınamayacağı anlaşılmaktadır.
O halde, yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, mahkemece davalı tarafın ıslah yolu ile ileri sürdüğü zamanaşımı definin reddi ile (davanın esası hakkında tahkikat sonuçlandırılarak hüküm kurulması gerektiğinden kararın davacı taraf yararına bozulması gerekmiştir….)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
ÖN SORUN : Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, direnme kararının miktar itibariyle temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkin olup, 410.000.000 TL. nin 5.8.2000 tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istenilmiştir. İstenilen faizin miktarı belirtilmemiş ve harcı da ödenmemiştir.
Bu durumda, davanın müddeabbihi 410.000.000 TL. den ibarettir.
21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”; yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL.; yine yürürlük tarihinden sonra Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulunca temyiz incelemesi sonucunda verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilebilmesi için 440/III-1. maddesinde aranan parasal sınırı da altı milyar TL. olarak değiştirmiştir.
GEREKÇE:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Eldeki davada direnme kararının verildiği 31.3.2005 tarihinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesindeki kesinlik üst sınırını bir milyar TL. olarak değiştiren 5219 Sayılı Kanun yürürlükte bulunduğuna ve müddeabbih de bu sınırın altında olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 6.7.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.