Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/360 E. 2005/384 K. 15.06.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/360
KARAR NO : 2005/384
KARAR TARİHİ : 15.06.2005

Mahkemesi

:

Ankara 23.Asliye Hukuk Mahkemesi

Günü

:

8.3.2005

Sayısı

:

2005/30-99

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 23.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne kısmen reddine dair verilen 7.5.2003 gün ve 2003/774-396 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 8.11.2004 gün ve 6576-16070 sayılı ilamı ile,
(…Davacı, davalı ve dava dışı Hasan Keçeci ile birlikte Vakıfbank’tan bireysel kredi kullandıklarını, ancak kredi sözleşmesinde kendisinin borçlu, davalı ve dava dışı Hasan’ın kefil olarak gösterildiğini, banka tarafından yapılan icra takibinde davalının ödeme yapıp rücu belgesi aldığını, ancak rücu belgesi kadar talep hakkı varken işlemiş faizi de dahil ederek aleyhine icra takibi yaptığını ve ihtirazi kayıtla icra dosyasına fazla ödeme yaptığını ileri sürerek fazladan tahsil edilen 1.150.000.000 TL.nın istirdadına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, banka tarafından yapılan takip talebinin davacıya 25.09.2001 tarihinde tebliğ edildiğinden kefile karşı bu tarih itibariyle sorumlu olduğu kabul edilmiş ve ödeme tarihi 14.02.2002 tarihinden itibaren davacı aleyhine yapılan takip tarihine kadar işlemiş faiz dahil edilerek fazla ödenen 279.802.555 TL.nın dava tarihinden yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-B.K.nun 101.maddesi uyarınca muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur. Davalı alacaklının takip tarihinden önce davacıyı ihtar çekerek mütemerrit duruma düşürdüğü iddia ve ispat edilmemiştir. Bu nedenle takip tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerekirken, mahkemece bu yön gözardı edilerek, davalının banka tarafından yapılan takip dosyasına ödeme tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Alacak istemine ilişkindir.
A-DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ : Davacı vekili, davalı ve dava dışı Hasan ile birlikte anlaşarak Vakıflar Bankasından bireysel kredi aldıklarını, davacının asıl borçlu diğer ikisinin müşterek borçlu müteselsil kefil olarak gösterildiğini, alınan kredinin ödenmemesi üzerine bankanın icra takibi yoluyla alacağını davalı Veysel’den tahsil ettiğini, davalının da aldığı rücu belgesi ile müvekkili aleyhine icra takibine girişip müvekkilinden 8.704.647.000 TL. tahsil ettiğini, ancak davalının alacağına ek olarak kendisinden tahsil ettiği faizin hesabında yanlışlık yaptığını ve müvekkilinden fazladan 1.150.000.000 TL. tahsil ettiğini ileri sürerek bu paranın istirdadını talep etmiştir.
B-DAVACININ CEVABININ ÖZETİ : Davalı, davanın reddini savunmuştur.
C-YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ : Yerel mahkemece; davalının ödeme tarihinden itibaren faizin hesaplanması gerektiği ve buna göre de davacının fazladan ödediği miktarın 279.802.555. TL. olduğu anlaşılarak bu miktar üzerinden davanın kabulüne, davacının fazlaya ilişkin isteminin reddine karar verilmiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, mahkeme önceki hükümde direnmiştir.
E-ÖNSORUN;
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, davanın müddeabihi itibarı ile direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Yerel Mahkemenin önceki hükmü bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre uyuşmazlık; davacıdan fazladan tahsil edildiği iddia edilen 1.150.000.000 TL’nin tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece 279.802.555 TL.nin tahsiline hükmedilmiş ve bu kısım davalı tarafından temyiz edilmekle kesinleşmiş olduğundan, Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin olduğu tutar, 870.197.445 TL’den ibarettir.
Bilindiği gibi, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış; 15. maddesindeki hüküm gereğince, 2. maddesinin (B) fıkrası, 3. maddesinin (C) fıkrası, 7, 9, 10, 11, 12. maddeleri ile 13. maddesinin (B) fıkrası 1.1.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un, 2. maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A) fıkrasının (c) bendi ile; 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “kırkmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen parasal sınır “birmilyar” TL.; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “sekizyüzmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı “onmilyar” TL.; “altıyüzmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da “altımilyar” TL. olarak değiştirilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 21.7.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL), karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000 TL. (6.000 YTL) olarak belirlemiştir.
Görülmekte olan dava 11.07.2002 günü açılmış, Yerel Mahkemenin 17.12.2003 günlü önceki hükmü Özel Dairece 01.07.2004 günü bozulmuştur. Direnme kararı ise 08.11.2004 günü verilmiştir.
Görüldüğü üzere; gerek dava, gerek önceki karar ve gerekse bozma tarihlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesinin 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki direnme tarihinde ise söz konusu değişiklikle oluşan yeni hükmü yürürlüktedir.
Dolayısıyla, somut olayda direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı konusundaki yapılacak değerlendirme; temyiz sınırı konusunda bu tarihlerden hangisinde yürürlükte bulunan yasa hükmünün esas alınacağı yönünde yapılacak saptamaya bağlı olarak, farklı sonuçlara götürecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; 5219 Sayılı Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda daha önce değişiklik yapan çok sayıdaki Kanunlardan farklı olarak, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımamaktadır. Sadece, Geçici 1. maddesinde “Bu Kanunla artırılan parasal sınırlar nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.” şeklinde, salt göreve ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
Bu noktada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
08.05.1973 gün ve 1711 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde; değişikliklerin sayılan istısnalar dışında (Ki, temyiz ve karar düzeltme sınırına ilişkin düzenlemeler istisnalar arasında değildir) kural olarak, Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı belirtilmiş; böylece, yürürlük tarihinden önce açılmış olan davalarda temyiz ve karar düzeltme istemleri yönünden gözetilecek sınırın, dava tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmüne tabi olması benimsenmiştir.
16.07.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde ise, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Yine, 26.02.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un Geçici Maddesi; getirdiği değişikliklerin Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda da uygulanacağı yönündedir.
20.06.1996 gün ve 4146 sayılı Kanunun geçici maddesi ise, değiştirilen hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı kuralını taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, temyiz ve karar düzeltme sınırında değişiklikler içeren daha önceki Kanun metinlerinde, değişikliklerin ne şekilde uygulanacağı yönünde açık hükümler bulunmakla birlikte, bu hükümler arasında bir paralellik yoktur.
Bu açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Kanun koyucu, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümleri daha önce de bir çok defa değiştirmiş, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsememiştir.
Dolayısıyla, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 Sayılı Kanun’la ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikteki değişiklere ilişkin olarak yukarıda sayılan önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, somut olay bakımından yorumlama ve sonuca varmada yardımcı nitelikte bir ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan durum karşısında, bu yönün, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 Sayılı Kanun’un gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği Hukuk Genel Kurulu’ndaki ön sorunla ilgili görüşme sırasında ittifakla benimsenmiş; görüşme bu çerçevede yapılmıştır.
Bir davada tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için, öncelikle o davanın usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle, henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada, tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibariyle o hakka sahip tarafın/tarafların aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar. Davanın daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre; bir mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksamaya yer yoktur.
Öte yandan, 5219 Sayılı Kanun’un Genel Gerekçesinde yer alan”.. .Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır.” şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşullarını ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında yerel mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir. Anılan kanun yorumlanırken, kanun koyucunun bu amacı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Sonuç olarak, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
Aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 23.2.2005 gün ve 2005/13-32-85 sayılı ilamı, 2.3.2005 gün ve 2005/9-82-126 sayılı ilamı, 2.3.2005 gün ve 2005/9-85-127 sayılı ilamı, 27.4.2005 gün ve 2005/3-367-285 sayılı ilamı, 4.5.2005 gün ve 2005/9-257-313 sayılı ilamı, 25.5.2005 gün ve 2005/10-353-351 sayılı ilamlarında da ifade edilmiştir.
F-GEREKÇE:Ön sorun bölümünde açıklanan ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; temyiz istemi yerel mahkemenin 8.3.2005 günlü direnme kararına yöneliktir. Söz konusu tarihte, 5219 sayılı Kanun’un temyiz sınırını bir milyar TL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davanın müddeabbihi de bu sınırın altında olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 15.06.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.