YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/298
KARAR NO : 2005/308
KARAR TARİHİ : 04.05.2005
Mahkemesi
:
Kahta Asliye Hukuk Mahkemesi
Günü
:
29.12.2004
Sayısı
:
454-428
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kahta Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.12.2003 gün ve 2003/346 E, -377 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 12.10.2004 gün ve 2004/6268 E, 11049 K. sayılı ilamı ile,
(…Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve, toplanan delillerden, çekişme konusu taşınmazın öncesini teşkil eden 67 parsel sayılı taşınmaz 1/6 şar paylarla R.E. A.E. A. Erol, A. E.M. E.ve E. E.adlarına paylı olmak üzere kayıtlı iken 21.2.1994 tarihinde tapuda yapılan işlemle paydaşlardan R.’in payının 13/312 payı eşi S.’ye 3/312 şer payı ise ayrı ayrı R.çocukları adına intikal ettirildiği, bu arada davacılardan Mümine’nin de 3/312 pay olarak taşınmazda paylı mülkiyet üzere paydaş hale geldiği görülmektedir.
Sözü edilen 67 parselin aynı tarihte tapuda yapılan işlemle ifraza tabi tutulduğu, davaya konu edilen 135 parselin, R.E.mirasçıları olan paydaşların A.K.a verdikleri vekaletle yine bu tarihte davalı hazineye bağış yolu ile intikal ettirdikleri daha sonra bu yerde hazinenin tahsisi ile Jandarma hizmet binası ve müştemilatının inşa edildiği anlaşılmaktadır.
Çekişmeli taşınmazın dosyaya yansıyan sicil kayıtları dikkate alındığında 21.02.1994 tarihinde bağış işleminin yapıldığı tarihte el birliği değil, paylı mülkiyet üzere olduğu açıkça görülmektedir.
Bu durumda, eldeki dava bakımından olaya Türk Medeni Kanununun paylı mülkiyet hükümleri dikkate alınması suretiyle çözüm getirileceği kuşkusuzdur.
Davada, davacıların ileri sürdükleri ortak iptal sebebinin taşınmaz paydaşlarından Mümine’nin temlik tarihi itibariyle reşit olmadığı, onun adına temlik için vekalet veren annesi Sakine’nin yaptığı işlemlerin geçersiz olduğu görülmektedir.
Gerçektende, davaya konu işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Medeni Kanununun 392.maddesine yollama yapan 269.maddesi hükmüne göre “veli, velayeti altındaki kimsenin malını bağışlayamayacağı veya vakfedemeyeceği gibi onun adına kefalette yapamaz” değinilen yasal düzenlemeler karşısında paydaş reşit olmayan Mümine yönünden yapılan bağışın geçerli bir tasarruf olduğu söylenemez. Ancak, dava sebebi olarak ileri sürülen vakıa bakımından davada yer alan diğer davacıların Mümine payından kaynaklandığı ileri sürülen iptal sebebi yönünden açtıkları davanın dinlenilme olanağı yoktur.
Geçersizliği düşünülen Mümine payının temlikinin 21.02.1994 yılında gerçekleştirildiği, eldeki davanın ise 18.09.2003 tarihinde açıldığı görülmektedir.Temlik tarihinde küçük olan Mümine 1997 yılı itibariyle reşit hale gelmiştir. Bu tarihten dava tarihine kadar kendisi ile ilgili olarak yapılan işleme ıttıla kesbetmediğini söyleyebilme olanağı yoktur. Kaldı ki bu husus ileri de sürülmemiştir.
Bilindiği gibi Borçlar Kanununun 246/1.maddesi hükmüne göre, bağışlayanın rücu sebebini öğrendiği günden itibaren 1 sene içerisinde bağışlamadan rücu etme hakkı vardır. Anılan yasal düzenlemedeki surenin hak düşürücü niteliği öğreti ve uygulamada benimsenmiştir.
Paydaşlardan Mümine’nin reşit olduğu tarihten itibaren hak düşüm süresi içerisinde bağışlamadan caymamış olması, başlangıcında geçersiz olsa dahi akte icazet verdiği şeklinde düşünülmelidir. Aksi düşünce tarzının bağışlananın durumunu ilelebet belirsiz hale getireceği de kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı saptamalar ve düşüncelerle davanın kabul edilmesi doğru değildir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hüküm gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
A-DAVACI İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacılar vekili; müvekkillerinden M. E.un paydaşı olduğu 135 parsel sayılı taşınmazda iştirak halinde mülkiyetin söz konusu olup; müvekkili onsekiz yaşından küçük iken, annesi S. E.un dava dışı A. K.’a verdiği yetki ile 21.2.1994 tarihinde davalıya bağışlandığını; onsekiz yaşını bitirmemiş kimseler bağış yapamayacakları gibi, anne ve baba için de yasaklanmış tasarruflardan olduğundan, bağış sözleşmesinin hukuken bir geçerliliğinin bulunmadığını; müvekkili M. adına temlik için vekalet veren annesinin yaptığı işlemin geçersizliğine bağlı olarak, diğer davacılar yönünden oybirliği şartı gerçekleşmediğinden, bağış sözleşmesinin tüm paydaşlar yönünden de geçersiz olduğunu ileri sürerek; bağış sözleşmesi ile, bu sözleşmeye dayalı dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptaline ve davacılar adına payları oranında tesciline karar verilmesini istemiştir.
B-DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Davalı Hazine vekili; temlik tarihinde küçük olan davacı M.’nin, reşit hale geldiği tarihten itibaren yedi yıl süre ile bağış işlemine karşı çıkmadığını, bu nedenle işleme zımni icazet verdiğinin kabulü gerektiğini, diğer davacılar yönünden yapılan bağışın da geçerli bir tasarruf olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C-YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
Yerel mahkeme; “temlik tarihi itibariyle reşit olmayan davacı M.E.adına vekalet veren annesi S. E.un yaptığı bağışın, Türk Medeni Kanunu’nun 392.maddesine yollama yapan 269.maddesine göre geçersiz bir tasarruf olduğu, buna bağlı olarak diğer mirasçılar açısından oybirliği şartının gerçekleşmemiş olması nedeniyle, bağış sözleşmesinin diğer davacılar yönünden de geçerli olmadığı” gerekçesiyle, davanın kabulüne karar vermiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ,BOZMA VE DİRENME:
Davalı vekilince temyiz edilen karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel mahkeme önceki gerekçesini tekrarlayarak direnme kararı vermiştir.
E-MADDİ OLAY:
Dava konusu 135 parsel sayılı taşınmazın öncesini teşkil eden 67 parsel sayılı taşınmazda davacı A. E.1/6 pay, davacı E. Erol 1/6 pay ve diğer davacıların mirasbırakanı R. E.1/6 pay maliki iken; 21.2.1994 tarihinde m. R. payının 13/312 payı eşi S.’ye, 3/312’şerden toplam 39/312 payı, davacı M.’nin de aralarında bulunduğu çocukları adına intikal etmiş; aynı tarihte yapılan ifraz neticesi 135 parsel numarasını alan taşınmaz, paydaşların A. K.’a verdikleri vekaletle, yine bu tarihte davalı Hazineye bağış yolu ile intikal ettirilmiştir.
Bağış işleminin yapıldığı 21.2.1994 tarihinde yaşı küçük olan 3/312 pay sahibi davacı M. E.a velayeten annesi S. E.tarafından, vekil A. K.’a verilen yetki ile taşınmaz davacıya bağışlanmış, 18.9.2003 tarihinde görülmekte olan dava açılmıştır.
F-GEREKÇE:
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık; temlik tarihinde küçük olan davacı M.’nin, reşit hale geldiği 1997 tarihinden 18.9.2003 dava tarihine kadar bağış işlemine karşı çıkmadığı gözönüne alındığında, eldeki davada geçersizliği ileri sürmesinin hakkın kötüye kullanılması sayılıp sayılamayacağı, diğer davacıların M. payından kaynaklandığı ileri sürülen iptal sebebi yönünden açtıkları davanın dinlenebilme olanağı bulunup bulunmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
1)Öncelikle belirtilmelidir ki, bağış işleminin yapıldığı 21.2.1994 tarihinde taşınmazda davacılardan E. E.ve A. E. 1/6’şar pay sahibi olup, aynı tarihte muris R. E.un 1/6 payı mirasçılarına
intikal ettirilmiş, dolayısıyla diğer davacılar M., T. ve M. E. da 3/312’şer pay sahibi olarak taşınmazda paylı mülkiyet üzere paydaş hale gelmişlerdir.
Paylı mülkiyette, paydaşlardan her biri, mülkiyet hakkından doğan ve belirli bir oran içinde sahip bulunduğu hak ve yetkileri, tek kişi mülkiyetinde olduğu gibi dileğince kullanabilir.Öyle ki, Medeni Kanunun 623 ncü maddesinin üçüncü fıkrası ile, paydaşlara, payları üzerinde yalnız başına diledikleri gibi işlem yapma yetkisi tanınmıştır. Eşyanın tümünü ilgilendiren işler ve işlemler yönünden uygulanacak hüküm ise, Medeni Kanunun 625 nci maddesinde yeralmakta olup, anılan maddede eşyadan yararlanma ve eşyayı kullanma yetkisi, müşterek menfaatleri koruma yetkisi ve yönetim işlerinin nasıl yapılacağı düzenlenmiştir.
Kural olarak, paylı mülkiyette, paydaşlardan her biri, kendi payı için tasarrufi muameleleri yapabilir. Medeni Kanunun 623 ncü maddesinin üçüncü fıkrasında, payın, “Temlik ve rehnedilmesinden” örnek olarak sözedilmiştir. Paydaş, payının tümünü ya da bir bölümünü temlik edebilir.Örneğin, satış, bağışlama, trampa, kazanma nedenini oluşturur. Böylece, mülkiyet payını kazanan kişiye o paya ait hak ve yükümler geçer. (M. R. K., T. Eşya Hukuku. 1991 1.cilt, s:100)
Bu açık hüküm karşısında, M. E.dışındaki diğer davacılar yönünden yapılan bağış işleminin geçerli olduğu; kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın görülmektedir.
O halde, davada yer alan diğer davacılar tarafından temlik tarihinde reşit olmayan Mümine adına annesi tarafından yapılan bağışın geçersiz bir tasarruf olduğu ileri sürülerek, onun payından kaynaklandığı iddia edilen iptal sebebi yönünden açtıkları davanın dinlenilme olanağı bulunmamaktadır.
2-Diğer taraftan, Borçlar Kanunu’nun 235 nci maddesinin birinci fıkrasına göre, bağışlayanın tam yetenekli olması gerekir. Eylem yeteneği bulunan kimse, kural olarak, malvarlığı üzerinde bağışlama yapabilir. Anılan maddenin ikinci fıkrası uyarınca, eylem yeteneği olmayan birinin ve sınırlı yeteneksizlerin, malvarlığından bağışlama, ancak kanunî temsilcisinin mesuliyeti saklı kalmak üzere ve vasilik hukuku kuralları gözönüne alınarak yapılabilir.
Medeni Kanunun 392 nci maddesindeki “vasi vesayet altındaki kimsenin malını bağışlayamaz” yolundaki hüküm karşısında,Borçlar Kanununun 235/2.maddesinin, yollamada bulunduğu Medeni Kanunun 392 nci maddesi ile uyumlu olduğu söylenemez. Üstelik, Medeni Kanunun 392 nci maddesi, aynı Kanunun 269 ncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi gereğince, kıyasen velayete de uygulandığından, kanun hükmünün kesin açıklığı nedeniyle, eylem yeteneği bulunmayanların, diğer bir ifadeyle tam ve sınırlı ehliyetsizlerin, yasal temsilcileri eliyle de bağışlama yapmaları olanaksızdır.
Somut olayda, 21.2.1994 temlik tarihi itibariyle reşit olmayan davacı M. E. yönünden, annesi S.’nin yaptığı bağışın geçerli bir tasarruf olmadığı açıktır.
Ne var ki, iddianın ileri sürülüş şekliyle, paydaşlardan M.’nin reşit olduğu tarihten itibaren uzunca bir süre işleme karşı çıkmamış olması gözönüne alındığında; kanun hükmünün katı bir şekilde uygulanması, uyuşmazlığa gerçek çözüm getirmeyen, yüzeysel ve biçimsel yaklaşımdan öte bir anlam taşımayan, daha da önemlisi somut olay adaletini gözardı eden bir çözüm niteliğini taşıyacağı ve buna değer verilemeyeceği kuşkusuzdur.
Bu noktada,Medeni Kanunun 2 nci maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı, kişiler arasında ortaya çıkabilecek somut, belirli ve sınırlı ilişkilere değil, kural olarak bütün hukuki ilişkilere uygulanabilecek, yargıcın da önüne gelen her somut olayda gözönünde tutması gereken bir ilke niteliğini taşımaktadır.
Denilebilir ki, Medeni Kanunun 2 nci maddesi hükmü,var olan hakkın, dürüstlük kuralına aykırı biçimde kullanılmasına izin vermeyen ve bu tür uyuşmazlıkların çözümünde gözardı edilemeyecek olan temel bir hukuk kuralıdır.
Davaya konu işlemin yapıldığı 21.2.1994 tarihinde küçük olan M.’nin, 1997 yılı itibariyle reşit hale geldiği ve bu tarihten 18.9.2003 dava tarihine kadar kendisi ile ilgili işleme karşı koymadığı gibi; dava konusu taşınmazda, Jandarma hizmet binası ve müştemilatının davacılar tarafından inşa edildiği,toplanan delillerden anlaşılmaktadır.
Bu açık olgular karşısında, davacı M. payı yönünden de kaydın iptalinin istenmesi objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı Hazinenin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı, HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA,davacı M. E.payına ilişkin bozma gerekçesi yönünden oyçokluğu, diğer davacılara ilişkin bozma gerekçesi yönünden oybirliğiyle, 04.05.2005 gününde karar verildi.
KARŞI OY
Dava, uyuşmazlık konusu parselde 3/212 pay sahibi bulunan ve bağış yapıldığı tarihte reşit olmayan M.’ye ait payın velayeti altında bulunduğu annesi tarafından başka kişiye verdiği yetki ve vekalet üzerine yapılan bağış işleminin geçersizliği nedeniyle taşınmazın tapu kaydının belirtilen pay oranında iptal ve tesciline ilişkindir.
Davacı M. E.’a ait pay, diğer paydaşların paylarıyla birlikte 21.2.1994 tarihinde jandarma karakol hizmet binasının yapılması için bağışlandığı anlaşılmıştır. Bağış işleminin yapıldığı 21.2.1994 tarihinde, 5.5.1979 doğumlu olan M.. E… henüz 15 yaşını doldurmayan bir kişidir. TMK.342/son fıkrasına göre “vesayet makamlarının iznine bağlı hususlar dışında kısıtlıların temsiline ilişkin hükümlerin velayetteki temsilde de uygulanacağı”, aynı kanunun 449.maddesine göre de “vesayet altındaki kişi adına kefalet sözleşmesi yapılmasının, vakıf kurulmasının ve önemli bağışlarda bulunulmasının ise yasaklandığı” anlaşılmaktadır. Buna karşılık BK.235/2.fıkrasında, “tasarrufa ehil olmayanın malı, ancak kanuni mümessillerinin mesuliyetleri kaydıyla ve vesayet hakkındaki hükümlere riayetle bağışlanabilir” hükmüne yer verilmiştir. BK. 246.maddesinde ise, “bağışlayanın, rücu sebebine vakıf olduğu günden itibaren bir sene içinde bağışlamadan rücu etmeye hakkı vardır.”denilmiştir. Uyuşmazlık konusu işlemle açıklanan yasa maddeleri birlikte değerlendirildiğinde bağışlama işleminin yapıldığı tarihte M. E. henüz 14 yaşındadır. TMK.449.maddesinde açıklanan yasak tasarruflar hakkında, vasi için konulmuş olan yasak tasarruflara ilişkin hükümler kıyasen uygulanır. Yani veli, velayeti altındaki çocuğun malını bağış veya vakfedemeyeceği gibi, çocuk aleyhine kefalet sözleşmesi de yapamaz. Bunları, vesayet makamlarının sonradan vereceği olur ile de geçerlilik kazanamaz. Bu tasarruflar vesayet altındaki kimsenin mal varlığında karşılıksız olarak bir eksilmeye neden oldukları veya bu mal varlığı, gelecekte tehlikeye düşürebilecek nitelik taşıdıkları için kanun koyucu tarafından yasak muamelelerden sayılmıştır. (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Aile Hukuku, Cilt 2, 5.Bası, İstanbul 1965, Sayfa 387 ve 513)
Bundan ayrı; temsilci, ehliyetsiz kimsenin yerine işlem yapabilir. Ancak, temsilcinin tasarruf ehliyeti mevcut değilse, temsilcinin bu tasarruf işlemini yapması olanaksızdır. Yine vasinin ( velinin ) TMK.449 maddesinde sayılan işlemleri çocuk adına yapmaları mümkün bulunmadığı gibi çocuğun yaptığı bu işlemlere sonradan olur vermeleri de mümkün değildir. ( Antreas Von Tuhr, Borçlar Hukuku, Cilt 1, İstanbul 1952 Bazı, sayfa 215-216 ve 229)
O halde, M. E..işlem yapıldığı tarihte henüz 14 yaşında bulunduğuna göre velisi veya velisinin verdiği yetki ve vekalet üzerine yapılan bağış işlemi hükümsüz olup, mutlak butlanla batıl bir işlemdir. Yani yapılan bağış işlemi yok hükmündedir. Yok olan ve başlangıçtan beri hukuki sonuç doğurmayan bir işleme, velayet altında bulunan kişinin sonradan olur vermesi düşünülemeyeceği gibi, 18 yaşını doldurduktan sonra 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilmesine de olanak bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle hükümsüz olan bir işleme sonradan olur verilmesi ve bu işlem hakkında 1 yıllık hak düşürücü sürenin kabul edilmesi mümkün bulunmamaktadır. Bu bakımdan davacılardan M. E.’un payıyla ilgili olarak kabulüne karar verilen mahkeme hükmünün ONANMASINA karar verilmesi gerekirken, diğer davacıların paylarıyla birlikte, M.’nin 18 yaşını doldurduktan sonra yapılan işleme olur verdiği ve 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle Yüksek Genel Kurul çoğunluğunca BOZULMASINA karar verilmesi şeklinde gerçekleşen sayın çoğunluğun görüşüne açıklanan nedenlerle katılmıyorum.