Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/267 E. 2005/285 K. 27.04.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/267
KARAR NO : 2005/285
KARAR TARİHİ : 27.04.2005

Mahkemesi

:

Eskişehir 2.Aile Mahkemesi

Günü

:

01.02.2005

Sayısı

:

2004/1446 – 2005/39

Taraflar arasındaki “yoksulluk nafakasının kaldırılması“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eskişehir 2.Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.7.2004 gün ve 2003/1015 E, 2004/988 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 13.9.2004 gün ve 2004/10124 E, 8558 K. sayılı ilamı ile,
(…Davacı vekili dilekçesinde, müvekkili olan davacının davalıdan boşandığını; boşanma ile birlikte davalı lehine 75.000.000 lira nafakaya hükmedildiğini, ancak davalının gayri ahlaki bir yaşam sürdüğünü beyan ederek, yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı savunmasında, davacının iddialarını boşanma davası sırasında da ileri sürdüğünü, ancak mahkemenin yoksulluk nafakasına hükmettiğini ifade etmiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
TMK’nun 176/3 maddesi gereğince “…irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararı ile kaldırılır” hususu düzenlenmiştir.
Yargılama sırasında dinlenilen davacı tanıkları “davalının gayrimeşru bir yaşam sürdüğüne ilişkin mahallede dedikodu yapıldığını, değişik erkekler ile kafelerde, piknik yerlerinde gezdiğini” ifade etmişlerdir.
HUMK’nun 240.maddesi gereğince tanık delili takdiri bir delildir. Bu nedenle hakim, tanıkların ifadeleri ile bağlı değildir. Tanığın doğru söylemediğini başka delil ve belirtiler ile anlarsa, tanık ifadelerinin aksi yönde de karar verebilir.
MK.mad.6 gereğince “Herkes iddiasını ispat etmekle mükelleftir” Davacı, davalının gayrimeşru yaşam sürdüğünü iddia ettiğine göre, bu hususu delilleri ile kesin bir şekilde ispat etmelidir. Davacı tanıklarının müşahhas bir olaya dayanmayan soyut beyanlarının, savunma tanıklarının davacının aksini ispat eden beyanlarına tercih edilmesinde bir isabet bulunmamış, takdirde hataya düşülmüştür.
O halde mahkemece, davacının iddiasını ispat edemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken, soyut tanık beyanlarına dayanarak davanın kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yoksulluk nafakasının kaldırılması istemine ilişkindir.
A-DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ:
Davacı vekili, taraflar arasında görülüp kesinleşen boşanma davasında, boşanmayla birlikte, davalı lehine aylık 75.000.000 TL. yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalının gayri ahlaki davranışlarda bulunduğunu ileri sürerek, yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
B-DAVALI CEVABININ ÖZETİ:
Yerel Mahkeme, “nafaka alacaklısı olan davalının haysiyetsiz yaşam sürdüğünün davacı tarafından ispatlandığı” gerekçesiyle, “davanın kabulü ile, boşanma davasında hükmolunan yoksulluk nafakasının dava tarihinden geçerli olmak üzere kaldırılmasına” karar vermiştir.
D-TEMYİZ EVRESİ,BOZMA VE DİRENME:
Davalı vekilince temyiz edilen karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme önceki gerekçesini tekrarlayarak direnme kararı vermiş, direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
E-ÖN SORUN:
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, davanın müddeabihi itibariyle direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki; Yerel Mahkemenin önceki hükmü ile bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının, haysiyetsiz yaşam iddiasını ispatlayıp ispatlayamadığı, bu bağlamda aylık 75.000.000 TL. yoksulluk nafakasının kaldırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmakta olup; Yerel mahkemenin hüküm altına aldığı, dolayısıyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu tutar, aylık 75.000.000 TL., yıllık 900.000.000 TL. yoksulluk nafakasından ibarettir.
Bilindiği gibi, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış; 15. maddesindeki hüküm gereğince, 2. maddesinin (B) fıkrası, 3. maddesinin (C) fıkrası, 7, 9, 10, 11, 12. maddeleri ile 13. maddesinin (B) fıkrası 1.1.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un, 2. maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A) fıkrasının (c) bendi ile; 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “kırkmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen parasal sınır “birmilyar” TL.; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “sekizyüzmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı “onmilyar” TL.; “altıyüzmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da “altımilyar” TL. olarak değiştirilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 21.7.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL), karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000 TL. (6.000 YTL) olarak belirlemiştir.
Eldeki dava 5.12.2003 günü açılmış, Yerel Mahkemenin 15.7.2004 günlü önceki hükmü Özel Daire’ce 13.9.2004 günü bozulmuştur. Direnme kararı ise 1.2.2005 günü verilmiştir.
Görüldüğü üzere; gerek dava ve gerek önceki karar tarihlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesinin 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki, bozma ve direnme tarihlerinde ise söz konusu değişiklikle oluşan yeni hükmü yürürlüktedir.
Dolayısıyla, somut olayda direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı konusundaki yapılacak değerlendirme; temyiz sınırı konusunda bu tarihlerden hangisinde yürürlükte bulunan yasa hükmünün esas alınacağı yönünde yapılacak saptamaya bağlı olarak, farklı sonuçlara götürecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; 5219 Sayılı Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda daha önce değişiklik yapan çok sayıdaki Kanunlardan farklı olarak, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımamaktadır. Sadece, Geçici 1. maddesinde “Bu Kanunla artırılan parasal sınırlar nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.” şeklinde, salt göreve ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
Bu noktada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
8.5.1973 gün ve 1711 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde; değişikliklerin sayılan istisnalar dışında (Ki, temyiz ve karar düzeltme sınırına ilişkin düzenlemeler istisnalar arasında değildir) kural olarak, Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı belirtilmiş; böylece, yürürlük tarihinden önce açılmış olan davalarda temyiz ve karar düzeltme istemleri yönünden gözetilecek sınırın, dava tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmüne tabi olması benimsenmiştir.
16.7.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde ise, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik

temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Yine, 26.2.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un Geçici Maddesi; getirdiği değişikliklerin Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda da uygulanacağı yönündedir.
20.6.1996 gün ve 4146 sayılı Kanunun geçici maddesi ise, değiştirilen hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı kuralını taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, temyiz ve karar düzeltme sınırında değişiklikler içeren daha önceki Kanun metinlerinde, değişikliklerin ne şekilde uygulanacağı yönünde açık hükümler bulunmakla birlikte, bu hükümler arasında bir paralellik yoktur.
Bu açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Kanun koyucu, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümleri daha önce de bir çok defa değiştirmiş, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsememiştir.
Dolayısıyla, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 Sayılı Kanun’la ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikteki değişiklere ilişkin olarak yukarıda sayılan önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, somut olay bakımından yorumlama ve sonuca varmada yardımcı nitelikte bir ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan durum karşısında, bu yönün, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 Sayılı Kanun’un gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği Hukuk Genel Kurulu’ndaki ön sorunla ilgili görüşme sırasında ittifakla benimsenmiş; görüşme bu çerçevede yapılmıştır.
Bir davada tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için, öncelikle o davanın usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle, henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada, tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibariyle o hakka sahip tarafın/tarafların aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar. Davanın daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre; bir Mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihte yürürlükte bulunan Kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsayacağında duraksamaya yer yoktur.
Öte yandan, 5219 Sayılı Kanun’un Genel Gerekçesinde yer alan “…Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır.” şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşullarını ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında Yerel Mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir. Anılan Kanun yorumlanırken, Kanun Koyucunun bu amacı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Hal böyle olunca, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
Bundan ayrı; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 6.4.2005 gün, E:2005/3-169 , K:2005/235 sayılı kararında da benimsendiği üzere, nafaka davaları yönünden temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırının belirlenmesinde, yıllık nafaka tutarının esas alınması gerektiği açıktır.
Somut olayda, temyiz istemi Yerel Mahkemenin 1.2.2005 günlü direnme kararına yönelik olup,Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu tutar, nafakanın yıllık tutarı

900.000.000 TL.dir. Direnme kararının verildiği tarihte, 5219 sayılı Kanun’un temyiz sınırını bir milyar TL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davanın müddeabihi bu sınırın altında olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine 27.04.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.