YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/263
KARAR NO : 2005/295
KARAR TARİHİ : 04.05.2005
Mahkemesi : Ankara Asliye 8.Ticaret Mahkemesi
Günü : 16.06.2004
Sayısı : 279-334
Taraflar arasındaki “menfi tespit (borçlu bulunmadığının tespiti) ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 8.Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.09.2001 gün ve 2001/345-570 sayılı kararın incelenmesi Davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 30.09.2003 gün ve 2002/6329-2003/9088 sayılı ilamı ile;
(..Yerel mahkemenin yargılamayı sonuçlandırdığı kısa kararda “davanın kabulüne” denildiği halde, gerekçeli kararda “davanın kabulü ile, %40 icra inkar tazminatının davalıdan alınmasına” denilmiştir. Bu hal, HUMK.nun 381/2.maddesine aykırılık teşkil ettiğinden, 10.4.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı uyarınca bir hüküm kurulmak üzere kararın bozulması gerekmiştir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
A.Dava ve Maddi olgu:
Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesine dayalı menfi tespit (borçlu olmadığının tespiti) istemine ilişkindir.
Alacaklı/davalı 10.01.2001-01.02.2001- 02.03.2001 vade tarihli senetlere dayanarak kambiyo senetlerine mahsus yolla 3.015.640.000 TL asıl alacak, 249.136.000 TL işlemiş faiz olmak üzere 3.264.776.000 TL alacak için takibe girişmiş; takip kesinleşmiştir.Borçlu, takibe konu bu senetlerden sadece 02.03.2001 vadeli 930.000.000 TL bedelli senet nedeniyle borçlu olunmadığının tespiti (menfi tespit) isteminde bulunmuştur.
Mahkemece;
12.09.2001 tarihli kısa kararda:
“davanın kabulüne dair taraf vekillerinin yüzünde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı.”,
Aynı tarihli gerekçeli kararda ise:
“1.Davanın kabulüne,Ankara 30.İcra Müdürlüğü’nün 2001/2137 Esas sayılı dosyasında takip konusu yapılan 02.02.2001 tanzim 02.03.2001 vadeli 930.000.000- TL.lik senet nedeniyle davacının davalıya borçlu bulunmadığının tesbitine,Takibin kötü niyetli olarak yapıldığı belirlendiğinden 930.000.000-TLnin % 40’ ını oluşturan 372.000.000-TL. icra inkar tazminatının davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
2-Alınması gereken 50.220.000-TL. karar ve ilam harcından peşin alınan 12.555.000-TL.den düşümü ile kalan 27.665.000-TL harcın davalıdan tahsiline,
3-Davacının peşin ve başvurma harcı,dosya,davetiye,pul ücreti olarak sarfına mecbur kaldığı 19.495.000-TL. yargılama giderleri ile davacı vekili yararına dava tarihindeki avukatlık asgari ücret tarifesine göre hesaplanan 72.600.000-TL nispi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
taraf vekillerinin yüzüne karşı,Yargıtay yolu açık olmak üzere oy birliği ile verilen karar açıkca okunup usulen anlatıldı.”
Şeklinde karar verilmiştir.
Açıklanan bu husus davalının temyizi üzerine Özel Dairece sair hususlar incelenmeksizin “HUMK.nun 381/2.maddesine aykırılık teşkil ettiğinden, 10.4.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı uyarınca bir hüküm kurulmak üzere kararın bozulması gerekmiştir” gerekçesiyle bozma nedeni yapılmıştır.
Bozma sonrası taraflara bozma ilamı ve duruşma günü tebliğ olunmuş; davalı mazeretsiz olarak oturuma katılmamış, hazır bulunan davacı vekili ise bozmaya uyulmasını istemiştir. Mahkeme önceki kararda direnmiş; kısa ve gerekçeli kararlarını yukarıda aynen alınan ilk kararındaki gibi oluşturmuştur.
Hükmü davalı vekili davacı vekilinin bozmaya uyulmasını istediğini de dile getirerek temyiz etmektedir.
B. Ön sorun:
İşin esasının incelenmesine geçilmezden evvel; mahkeme kararının davalı yanın temyizi üzerine bozulması ve kararı temyiz etmeyen davacı yanın da bozmaya uyulmasını istemesi karşısında, mahkemece direnme kararı verilip verilmeyeceği ön sorun olarak ele alınmıştır.
İlkin belirtmekte yarar vardır ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince hakim, Yargıtay özel dairesinin bozma kararı üzerine tarafları çağırıp dinledikten sonra bozmaya uyulup uyulmama konusunda karar verecektir. Madde metninden de anlaşıldığı üzere hakim kural olarak, bozma kararına uyup uymama bakımından tarafların düşünce ve istekleri ile bağlı değildir. Serbest davranmak ve bozma kararına karşı direnme kararı vermek yetkisine sahiptir.
Diğer taraftan, bozma kararına karşı diyecekleri sorulan tarafların bozma kararına uyulmasını istemeleri, bozma nedenleri bakımından bozma kararına uyulmasını isteyen tarafı bağlayabilecek ve davayı karşı taraf yararına sona erdirebilecek bir nitelik taşıyorsa, hakimin resen göz önünde bulundurması zorunlu kamu düzenine ilişkin bir neden de bulunmuyorsa, böyle bir durumda artık hakimin direnme hakkının varlığından söz edilemez, hakim bozmaya uymak zorundadır.
Taraflardan birisinin hazır olup, uyma kararı istemesi, diğer tarafın ise hazır olmaması halinde ise mahkemece direnme kararı verilebilecektir.
Somut olayda, mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen kısa kararda yer almayan %40 tazminatın gerekçeli kararda yer alması davalı yanca diğer nedenler yanında temyize konu edilmiş, diğer yönler incelenmeksizin karar davalının bu istemine uygun biçimde “Karar, HUMK.nun 381/2.maddesine aykırılık teşkil ettiğinden, 10.4.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı uyarınca bir hüküm kurulmak üzere “ bozmaya konu olmuştur.
Bozma sonrası tensip kararı ile taraflara duruşma günü ve bozma ilamı tebliğ edilmiş, ancak ilk hükmü temyiz eden davalı yan yargılamanın 04.06.2004 günlü oturumuna katılmamış; katılan davacı vekili bozmaya uyulmasını istemiştir. Mahkemece bozmaya uyulup uyulmamasına karar verilmek üzere yargılama 16.06.2004 gününe bırakılmıştır. Bu oturumda da davacı vekili yargılamaya katılmış davalı yanı temsilen gelen olmamış; mahkemece direnme kararı verilmiştir.
Uyulması istenen bozma ilamı usulü eksikliğe, eş söyleyişle hüküm fıkrasının kanuna uygun şekilde oluşturulmamış olmasına işaret eden bir ilamdır. İşin esası incelenmemiştir. Azınlık görüşü davacının bozmaya uyulmasını istemekle karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak gerçekleştiği, hakimin direnmesine olanak bulunmadığı yönünde ortaya konulmuş; çoğunluk görüşü olarak ise, bozmanın bu karara uyulmasını isteyen tarafı bağlayabilecek ve davayı karşı taraf yararına sona erdirebilecek bir nitelik taşımadığı, bozma ilamının bu niteliğini gözeterek davalının temyizi üzerine gerçekleşen usule ilişkin bu bozmaya davacı yanın uyma istemesinin direnme yasağını oluşturmayacağı, mahkemece direnilebileceği, hükmü temyiz eden davalı yararına gerçekleşmiş bir usulü kazanılmış hakkın varlığından söz edilemeyeceği, benimsenmiştir.
Mahkemece direnme kararı verilebileceğinin 27.04.2005 günlü oturumda yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karara bağlanmasından sonra aynı oturumda direnme kararına yönelik temyiz istemlerinin görüşülmesine geçilmiştir.
C. İlk karar ve Direnme kararlarında yer alan hüküm fıkralarının ve Daire Bozmasının değerlendirilmesi ve Gerekçe :
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde :
“Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.”
Şeklinde ifade edilmiştir.
Aynı kural , Kanunun 389.maddesinde de
“Verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmıyacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır.”
İfadelerine yer verilerek tekrarlanmıştır.
Yine, Aynı Kanunun 381.maddesinde;
“Kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur”
denilmektedir.
Kanunun ortaya koyduğu bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki,dava içinden davalar doğar.Hükmün hedefine ulaşılmasını engeller. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Somut olayda; mahkemece, kısa karar açıklanan yasal düzenlemelere uygun oluşturulmadığı gibi, oluşturuluş şekli itibariyle de kısa kararda yer verilmeyen tazminata gerekçeli kararda yer verilmek suretiyle iki karar arasında da çelişki yaratılmıştır.
Mahkemenin bozmaya konu ilk kararı da , öncelikle usul yönünden incelenen direnme kararı da yukarıda açıklanan aynı usulü eksikliği ; eş söyleyişle, HUMK.nun 381,388,389.maddelerinin açık hükümlerine aykırılığı taşımaktadır.
Açıklanan hükümler kamu düzenine ilişkin olup, kısa kararın usule aykırı oluşturulmuş olması, giderek kısa karar ile gerekçeli kararın da çelişik bulunması bozma nedenidir.
Bozmadan sonra yerel mahkeme önceki kararla bağlı olmaksızın çelişkiyi kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar verebilecektir.
Bu husus 10.4.1992 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça belirtilmiştir.
O itibarla; mahkemece HUMK.nun 381., 388.,389. maddelerinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.
Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA,bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 04.05.2005 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.