Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/243 E. 2005/275 K. 27.04.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/243
KARAR NO : 2005/275
KARAR TARİHİ : 27.04.2005

Mahkemesi

:

Ankara 21.Asliye Hukuk Mahkemesi

Günü

:

07.12.2004

Sayısı

:

313-559

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.3.2003 gün ve 2001/695 E, 2003/163 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 29.9.2003 gün ve 8903 E, 10765 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava,yayın yolu ile kişilik hakkına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin ilk kararın eksik inceleme nedeniyle bozulmasından sonra mahkemece bozma doğrultusunda işlem yapılarak bu kez davanın reddine karar verilmiş olup, kararı davacı temyiz etmiştir.
Davacı, yapılan yayının hukuka aykırı olması nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı savı ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar yayının, Basın Yasasının, tanıdığı sınırlar dışına çıkılmadan, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, istem red edilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğradığı savına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir.
Bunun nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 25 maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dava konusu yayın öncesinde (2.5.2000 tarihinde) İstanbul DGM. Başsavcısının da içinde bulunduğu bir otomobilin yaptığı trafik kazasında otomobil sürücüsü ölmüştür.
Davaya konu edilen 11.5.2000 tarihli köşe yazısında “istifa temizler” başlığı ile başsavcının istifa etmesi gerektiği belirtildikten sonra “…aynı erdemi, Ç..’ ı bu göreve atayan kuruldan da beklemek hakkımız. O. Ç…ın şüpheli ilişkilerini tesbit eden İçişleri Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu uyarmış, atama bu açık uyarıya rağmen yapılmıştır. Bu atamayı gerçekleştiren oyların sahipleri o kurulda oturdukça yargının adaletine güven duyması kimseden beklenemez! sözcükleri yazılır.
Davacı, liyakati nedeniyle başsavcının o göreve atanması yönünde oy kullandığını, toplantıda İçişleri Bakanının uyarısı hakkında bir bilgi verilmediğini ve bu konunun gündeme getirilmediğini belirterek yayının kişilik hakkına saldırı oluşturduğunu ileri sürmüştür.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; trafik kazasından sonra başsavcı hakkında soruşturma yapılarak disiplin cezası verildiği, soruşturma raporu içeriğinden davacının bir tümgenerale çocukluk arkadaşım olur diyerek başsavcı hakkında övgülü sözler söylediği ve ölen sürücüye ait çantanın mirasçılarına iade edilmek üzere başsavcının yattığı hastane odasında 3. kişiye teslimi sırasında davacının başsavcıyı ziyarete geldiği; başsavcının 4.4.2000 tarihli Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu toplantısında Şişli Başsavcılığından İstanbul DGM Başsavcılığına oyçokluğuyla atandığı, Adalet Bakanı ve müsteşar ile bir üyenin muhalefeti bulunduğu, davacı ile üç kurul üyesinin olumlu oy kullandıkları; başsavcının bu göreve atanmasından önce sakıncalı kişi olup olmadığı yolunda İçişleri Bakanlığı tarafından Adalet bakanlığına yazılı bir bilgi gönderilmediği; Adalet Bakanının 5.5.2000 günlü basın toplantısında, İçişleri Bakanının başsavcı hakkında spekülasyonlar bulunduğuna ilişkin konuşması hakkındaki soru üzerine kurul toplantısında bu konuların tartışıldığını açıkladığı; toplantıda olumlu oy kullanan davacı ve üç kurul üyesinin ise trafik kazasından sonra yaptıkları basın duyurusunda atama kararının görüşüldüğü toplantıda başsavcı hakkında olumsuz bilgiler bulunduğuna dair bir iddianın ortaya atılmadığını ve buna ilişkin bir görüşme de yapılmadığını, başsavcının meslek kıdemi ve başarısı gözetilerek bu göreve atandığını kamuoyuna açıkladıkları anlaşılmaktadır.
Tanık olarak dinlenen Adalet Bakanı yeminli anlatımında; bir bakanlar kurulu toplantısında İçişleri Bakanının kendisine “O. Ç..’ın İstanbul DGM Başsavcılığına getirileceğine dair bazı söylentiler duyuyorum. Bu kişinin bazı şüpheli ilişkileri olduğuna dair duyumlarım var. Bu yönden dikkatinizi çekmek istiyorum” dediğini, somut bir olaydan söz etmediğini ve delil göstermediğini, atamaya ilişkin kurul toplantısında bu uyarıyı dile getirdiğini ve istişare edildiğini, herhangi bir delil ve somut olay gösterilmemiş olması nedeniyle oyçokluğuyla atama yapıldığını, basın toplantısında da bu atama ile ilgili bilgilerini açıklandığını söylemiştir. Yine tanık olarak dinlenen İçişleri Bakanı ise yeminli anlatımında; O.Ç..ın kişiliği ve ilişkileriyle ilgili olarak herhangi bir yazı bulunmadığını, aynı konuda sözlü olarak herhangi bir bilgi naklinin ve böyle bir görüşmesinin olmadığını söylemiştir.
Tarafların iddia ve savunmaları ile toplanan deliller ve tüm dosya içeriği incelenip değerlendirildiğinde; başsavcının atanmasına ilişkin kurul toplantısı sırasında başsavcının şüpheli ilişkileriyle ilgili olarak kurula bilgi ve belge intikali bulunmadığı, Adalet Bakanının anlatımının İçişleri Bakanı tarafından doğrulanmadığı, kaldı ki tanığın Adalet Bakanı olarak başsavcı hakkında trafik kazasından önce açtırdığı bir soruşturma da bulunmadığı, şu durum karşısında yayının varsayım üzerine yapıldığı ve gerçekliğinin kanıtlanamadığı gözetilerek davacının kişilik hakkına saldırı oluşturduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Açıklanan yönler gözetilmeden mahkemece delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek davanın reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 27.4.2005 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.