YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/131
KARAR NO : 2005/140
KARAR TARİHİ : 16.03.2005
Mahkemesi : İstanbul 4.İş Mahkemesi
Günü : 14.10.2004
Sayısı : 2004/437 E- 875 K.
Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 4.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 19.11.2003 gün ve 2003/263-688 sayılı kararın incelenmesi davacı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 29.04.2004 gün ve 2004/1423-4238 sayılı ilamı ile;
(….Davacı, 1990 yılında emekli olduktan sonra çalışmadığından emekli maaşından sosyal güvenlik destek primi kesilme işleminin iptalini istemiştir.
Mahkemece yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır.
Davacının 4447 sayılı Kanunun 38.maddesi ile 1479 sayılı Yasa’ya eklenen ek 20.maddesi doğrultusunda maddenin yürürlüğe girdiği 1.10.1999 tarihinden itibaren davacının yaşlılık aylığı almış olmasına karşın kendi adına bağımsız çalışmasının olup olmadığının Cumhuriyet Savcılığından, ticaret ve meslek odasından vergi dairesinden soruşturulması ve bu konuda davacıya tanık dinleme olanağı da tanınması toplanan delillerden sonra bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
0 halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır….)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menfi tespit ve istirdat istemine ilişkindir.
A- Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin 1990 yılında emekli olmakla birlikte halen fiili çalışmasını sürdürdüğünü, Kuruma bunun aksine bir bildirimde bulunmadığını, tahakkuk ettirilen gecikme cezalarının alınmaması gerektiğini, bu cezaların emekli maaşından kesilmesine ilişkin kurum işleminin yerinde olmadığını, bu miktarlardan borçlu olmadığını ve tahsil olunanların istirdadını talep ve dava etmiş; dava değerini açıkça 400.000.000 TL göstererek harcını da bu miktar üzerinden yatırmıştır.
B- Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, kurumun yapmış olduğu işlemlerin yasal olup herhangi bir hata veya hukuksal yanılgı söz konusu olmadığını, Yasanın amir hükmünün uygulandığını, davanın reddini savunmuştur.
C- Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Yerel Mahkeme, “4447 sayılı yasanın 38. maddesiyle 1479 sayalı yasaya eklenen ek 20. maddesi hükümleri doğrultusunda maddenin yürürlüğe girdiği 01.10.1999 tarihinden başlayarak SGDP ve cezasının davacının maaşından kesilmesine dahil kurum işleminde yasaya aykırı bir yön bulunmadığı”Gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
D-Temyiz Evresi Ve Direnme: Davacı vekilince, temyiz edilen karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme “Davacının davalı kuruma çalışmadığını değil çalışmaya devam ettiğini bildirmesi ve bu çalışma sebebiyle de Sosyal Güvenlik Destek Primi ödemesi gerekmektedir.Emekli maaşından sosyal güvenlik destek primi ve cezası kesilmesine dair kurum işleminde yasaya aykırı bir yön yoktur” gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. Temyizinde; “mahkeme kararları ve bozma ilamının talepleri ile ilgili bulunmadığını,dava ettikleri hususun gecikme cezasına yönelik olduğunu” dile getirmiştir.
E- ÖN SORUN:
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, davanın müddeabbihi itibariyle direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki; Yerel Mahkemenin önceki hükmü ile bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının açıkça davasına konu ettiği ve dava dilekçesinde değerini 400.000.000 TL olarak gösterip sınırlandırdığı, Sosyal Güvenlik Destek Priminin zamanında ödenmemesinden kaynaklanıp kurumca kısaca “SGDP-ceza” olarak adlandırılan kanunda ise “gecikme zammı” olarak yer alan ve davacının maaşından kesilen miktarın alınmasının yasal olup olmadığı ve ödenenlerin istirdadının gerekip gerekmediği, noktasında toplanmakta olup; direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın ilişkin bulunduğu tutar, 400.000.000 TL. den ibarettir.
Bilindiği gibi, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış; 15. maddesindeki hüküm gereğince, 2. maddesinin (B) fıkrası, 3. maddesinin (C) fıkrası, 7, 9, 10, 11, 12. maddeleri ile 13. maddesinin (B) fıkrası 1.1.2005 tarihinde, diğer maddeleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan Kanun’un, 2. maddesinin yayım tarihinde yürürlüğe giren (A) fıkrasının (c) bendi ile; 18.6.1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “kırkmilyon” TL.olarak uygulanması öngörülen parasal sınır “birmilyar” TL; beşinci fıkrasında yer alan ve ek 3 üncü maddesine göre “sekizyüzmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen duruşma sınırı “onmilyar” TL.; “altıyüzmilyon” TL. olarak uygulanması öngörülen karar düzeltme sınırı da “altımilyar” TL. olarak değiştirilmiştir.
Kısaca, anılan Kanun, 21.7.2004 tarihinden itibaren temyiz (kesinlik) sınırını 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL), karar düzeltme sınırını da 6.000.000.000 TL. (6.000 YTL) olarak belirlemiştir.
Eldeki dava 31.03.2003 günü açılmış, Yerel Mahkemenin 19.11.2003 günlü önceki hükmü Özel Dairece 29.04.2004 günü bozulmuştur. Direnme kararı ise 14.10.2004 günü verilmiştir.
Görüldüğü üzere; gerek dava, gerek önceki karar ve gerekse bozma tarihlerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesinin 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki; direnme tarihinde ise söz konusu değişiklikle oluşan yeni hükmü yürürlüktedir.
Dolayısıyla, direnme kararının temyizinin mümkün olup olmadığı konusunda yapılacak değerlendirme; bu tarihlerden hangisinde yürürlükte bulunan yasa hükmünün esas alınacağı yönünde yapılacak saptamaya bağlı olarak, farklı sonuçlara götürecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki; 5219 Sayılı Kanun, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda daha önce değişiklik yapan çok sayıdaki Kanunlardan farklı olarak, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımamaktadır. Sadece, Geçici 1. maddesinde “Bu Kanunla artırılan parasal sınırlar nedeniyle mahkemelerce görevsizlik kararı verilemez.” şeklinde, salt göreve ilişkin bir düzenleme yer almaktadır.
Bu noktada, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu aynı yönlerde değiştiren önceki Kanunlardaki düzenlemeler ve özellikle bunların uygulamaya yönelik hükümleri hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür:
8.5.1973 gün ve 1711 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde; değişikliklerin sayılan istisnalar dışında (Ki, temyiz ve karar düzeltme sınırına ilişkin düzenlemeler istisnalar arasında değildir) kural olarak, Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı belirtilmiş; böylece, yürürlük tarihinden önce açılmış olan davalarda temyiz ve karar düzeltme istemleri yönünden gözetilecek sınırın, dava tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmüne tabi olması benimsenmiştir.
16.7.1981 gün ve 2494 sayılı Kanun’un Geçici Maddesinde ise, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin değişikliklerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra verilecek nihai kararlara yönelik temyiz ve karar düzeltme istemleri hakkında uygulanacağı belirtilmiş; dolayısıyla, dava hangi tarihte açılmış olursa olsun, temyiz ve karar düzeltme sınırlarının saptanmasında, hakkında bu yollara başvurulan hükmün verildiği tarihteki yasal durumun esas alınacağı kabul edilmiştir.
Yine, 26.2.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun’un Geçici Maddesi; getirdiği değişikliklerin Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda da uygulanacağı yönündedir.
20.6.1996 gün ve 4146 sayılı Kanunun geçici maddesi ise, değiştirilen hükümlerin, Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağı kuralını taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, temyiz ve karar düzeltme sınırında değişiklikler içeren daha önceki Kanun metinlerinde, değişikliklerin ne şekilde uygulanacağı yönünde açık hükümler bulunmakla birlikte, bu hükümler arasında bir paralellik yoktur.
Bu açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Kanun koyucu, özellikle enflasyondan kaynaklanan nedenlerle, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki temyiz ve karar düzeltme sınırlarına ilişkin hükümleri daha önce de bir çok defa değiştirmiş, ancak, bu değişikliklerle getirilen yeni sınırların derdest davalara etkisini düzenlerken, aynı ilkeleri benimsememiştir.
Dolayısıyla, içerdiği düzenlemelerin derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü taşımayan 5219 Sayılı Kanun’la ilgili değerlendirme yapılırken, benzer nitelikteki değişiklere ilişkin olarak yukarıda sayılan önceki Kanunlarda yer alan düzenlemelerin, somut olay bakımından yorumlama ve sonuca varmada yardımcı nitelikte bir ölçüt olarak alınmasına olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan durum karşısında, bu yönün, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 Sayılı Kanun’un gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği Hukuk Genel Kurulu’ndaki ön sorunla ilgili görüşme sırasında ittifakla benimsenmiş; görüşme bu çerçevede yapılmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nda ön sorun bakımından yapılan görüşme sırasında dile getirilen düşünceler, şöyledir:
Azınlıkta kalan bir kısım üyeler, her davanın açıldığı tarihteki hukuksal duruma tabi olması gerektiği; zira, bir davanın davacısının, davayı açarken, temyiz ve karar düzeltme aşamaları da dahil olmak üzere, açtığı davanın o tarihteki hukuksal duruma göre çözüme kavuşturulacağı inancıyla hareket edeceği, usul hukukuna ilişkin Kanun değişikliklerinin kamu düzenine ilişkin olmaları nedeniyle geçmişe etkili (derdest davalar yönünden de uygulanması gerekli) olacaklarına dair, öğreti ve uygulamadaki görüşün, temyiz ve karar düzeltme sınırlarına yönelik değişiklikler bakımından uygulama yerinin bulunamayacağı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Buna karşılık, çoğunluğun benimsediği görüş şu şekilde oluşmuştur:
Bir davada tarafların temyiz yoluna başvurabilmeleri için, öncelikle o davanın usul hukuku kuralları çerçevesinde temyizi olanaklı bulunan bir kararla sonuçlandırılmış olması gerekeceği çok açıktır. Eş söyleyişle, henüz temyizi olanaklı bir nihai karara bağlanmamış olan bir davada, tarafların temyiz hakkının varlığından söz edilemez. Temyiz hakkı, gerekçesi veya sonucu itibariyle bir taraf veya taraflar aleyhine sonuçlar doğuran ve usul hukuku kurallarının temyizine olanak tanıdığı bir kararın verildiği tarihte doğar. Davanın daha önceki aşamalarında böyle bir hak doğmuş olamayacağına göre; bir Mahkeme kararının temyiz edilip edilemeyeceği belirlenirken, temyiz hakkının doğduğu (kararın verildiği) tarihteki hukuksal durum esas alınmalı; karar tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü temyiz sınırı yönünden hangi düzenlemeyi içeriyor ise, ona bağlı kalınmalıdır. Buradaki “karar” teriminin, yerel mahkemenin Özel Daire bozmasına karşı verdiği direnme kararını da kapsadığında duraksamaya yer yoktur.
Öte yandan, 5219 Sayılı Kanun’un Genel Gerekçesinde yer alan “…Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır.” şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüzün ekonomik koşullarını ve paranın satın alma gücünü gözeterek, miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında Yerel Mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetiminin dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir. Anılan Kanun yorumlanırken, Kanun Koyucunun bu amacı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Sonuç olarak, direnme kararları da dahil olmak üzere, yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Daireleri ya da Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesinin mümkün olup olmadığı belirlenirken; temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o kararın tarihinde yürürlükte bulunan Kanun hükmü esas alınmalıdır.
Somut olayda, temyiz istemi Yerel Mahkemenin 14.10.2004 günlü direnme kararına yöneliktir. Söz konusu tarihte, 5219 Sayılı Kanun’un temyiz sınırını bir milyar TL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve eldeki davanın müddeabbihi bu sınırın altında olduğuna göre, direnme kararı kesin olup, temyizi mümkün değildir.
Hal böyle olunca, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine,16.03.2005 gününde oyçokluğuyla karar verildi.