Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2005/13 E. 2005/37 K. 09.02.2005 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2005/13
KARAR NO : 2005/37
KARAR TARİHİ : 09.02.2005

Mahkemesi

:

Üsküdar 4.Asliye Hukuk Mahkemesi

Günü

:

29.9.2004

Sayısı

:

2004/311-430

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Üsküdar 4.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.5.2003 gün ve 2002/36-2003/454 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 8.7.2004 gün ve 4464-9090 sayılı ilamı ile,
(…Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa’da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olaya gelince; 17/7/2001 günü saat (sabah) 09:30 sularında davalı, her günki gibi tarafların birlikte üyesi oldukları Orfe Kooperatifine ait sitedeki evinden çıkarak site dışındaki bakkaldan gazetesini almış; arabasına bineceği sırada üç kişinin saldırına uğramış; bu kişiler tarafından tekme tokat dayak atılmıştır. 7 gün iş ve güçten kaldığına ilişkin tabip raporu vardır.
Davalı, kendisini döven kişilerle birlikte onları bu dayak olayına “azmettirdiklerini zannettiği” davacının da içinde bulunduğu kişilerin isimlerini polis karakolunda dövenlerden şikayetçi olurken bildirmiştir.
Aşağıda sıralanacak maddi olgu ve emareler karşısında, davalının davacı ile arkadaşları için “azmettirdiklerini zannetmesi”nde haksızlık yoktur. Çünkü;
1-a)Dövülen davalı ile dövenler arasında tanışıklık ve herhangi bir alıp-verme olayının olmadığını iki taraf da söylemektedir. Bu kişileri davalı hiç tanımamaktadır.
b)Dövenlerin bakkala girip çıkarken çarpışma ve ondan sonra dövme şeklindeki savunmaları doğru değildir. Zira dövüp kaçarken bindikleri arabanın davalı tarafından alınan plaka numarası ile site güvenlik görevlileri tanıklar Y. G.ve M. Y.’in site önünde uzun beklemesi nedeniyle kuşkulandıkları arabanın plaka numarası aynıdır. Güvenlik görevlileri saat 07:30’da plaka tespitini yaptıklarına ve dövme olayı ise saat 09:30’da gerçekleştiğine göre, davalıyı döven kişiler iki saat kadar davalının siteden ayrılmasını beklemişlerdir. Yani dövme olayı planlıdır; davalı beklenip izlenmiştir.
c)Davalının beyanına göre de onun site sorunlarıyla ilgilenmemesi uyarısını yapmışlardır.
2-Davalı, daha önce kooperatifin yönetim kurulu üyesi olup siteyi oluşturan kişilerdendir. Davacı ve arkadaşları ise önceki yönetim kurulunu suçlayıp kooperatif yönetimini değiştiren, daha sonra da ceza ve hukuk davalarına davacı ile karşılıklı ya da dolaylı muhatap olanlardır. Genel kurul toplantı tutanaklarından ve faaliyet raporlarından inşaatların ruhsatsız olduğu bilindiği halde davalı ve arkadaşlarının cezalandırılması için uğraşmışlardır. Davacının kooperatif avukatı olan eşi N.H.’ın da tanıklığında açıkladığı gibi özellikle davacı ile davalı arasında genel kurul toplantılarında hakarete varacak derecede sataşmalar, zıtlaşmalar olmuş; taraflar hatta gruplar arasında husumet doğmuştur.
3-Davalıya dayak atan kişilerin karakolda tespit edilen hüviyetlerinden anlaşıldığı üzere ATV stüdyo güvenlik görevlileridir.
Tanık A. E.’nin açıklamalarına göre ise; davacıyla birlikte olayı “azmettirdikleri zannedilen” kişilerden Se. E.da ATV ile ilgili şirkette çalışmakta, en azından sitede böyle bilinmektedir.
Somut olayda ortaya çıkan maddi olgular ve emareler böyle olunca, davalının davacıyı haksız şikayet ettiğinin kabulü mümkün değildir. Kaldı ki, dairemizin uzun yıllar içinde yerleşik ilkesi, “…şikayeti haklı gösterecek emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir…”
O halde bunca olgu ve bulgular karşısında ve dairemizin yerleşik içtihatları doğrultusunda olaya bakıldığında; davalının davacı ile arkadaşlarının kendisini dövenleri azmettirdiklerini zannetmesinde olaylara uygun düşen mantıksal bir bağlantı ve Anayasa’dan kaynaklanan hak arama özgürlüğü vardır. Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği bu durumda, hukuken davalının hak arama özgürlüğünün üstün tutulması, korunması gerekir; davalının ve toplumun yararı bundadır.
Öte yandan, davalının şikayette kuşkusunu dile getirirken ve haklı iken karakolda davacının karşılaştığı olumsuz bir muamele varsa, davalının eylemiyle illiyetlendirmek de mümkün olamaz. Şayet öyle bir iddia varsa muhatabı davalı değildir; bu dava kapsamına da girmez.
Dairemizin kökleşmiş içtihatları ve olayın özellikleri gözetildiğinde, davanın reddi gerekirken kabulü usul ve yasaya aykırıdır. Ne var ki, ilk incelemede gözden kaçan maddi ve hukuksal olgular sonucu yerel mahkeme kararı onanmıştır.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerin yeniden incelenip değerlendirilmesiyle ulaşılan sonuca göre; davalının karar düzeltme istemi HUMK’nun 440. vd. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, dava reddedilmek üzere yerel mahkeme kararı bozulmalıdır..)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 9.2.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.