Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu – E. 2013/387 K. 24.09.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : –
KARAR NO : 2013/387
KARAR TARİHİ : 24.09.2013

İtirazname: 2008/254243
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi : MALATYA 1. Ağır Ceza
Günü : 29.05.2008
Sayısı : 76-212
Nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda, eylemin resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunun kabulü ile sanğın 5237 sayılı TCK’nun 206/1, 62 ve 52. maddeleri gereğince 80 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 29.05.2008 gün ve 76-212 sayılı hükmün şikâyetçi Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine yerel mahkemece 26.06.2006 gün ve 76-212 sayı ile, şikâyetçi Hazinenin katılan sıfatının bulunmaması ve hükmün verilen ceza miktarı itibarıyla kesin nitelikte olması nedeniyle temyiz isteğinin reddine karar verilmiştir.
Ret kararının şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 26.03.2012 gün ve 11823-32803 sayı ile;
“Müşteki hazine vekilinin 29.05.2008 günlü ara kararla davaya katılma talebinin reddine karar verilmiş ise de, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.10.2010 gün ve 2010/9-149/205 sayılı kararında açıklandığı üzere, dosya içeriğine göre suçtan zarar görmüş olan müşteki vekilinin CMK’nun 260. maddesi uyarınca kurulan hükmü temyiz ve katılma hakkı bulunduğunun anlaşılması karşısında, katılma isteminin reddine dair 29.05.2008 tarihli karar kaldırılarak CMK’nun 237/2. maddesi uyarınca suçtan zarar gören hazine vekilinin davaya katılmasına karar verilerek yapılan incelemede,
Yargıtay CGK’nun 04.10.1993 gün ve 187/227 sayılı kararında açıklandığı üzere tür ve miktarı itibariyle kesin olan kararların suç vasfına yönelik bir temyiz bulunması halinde Yargıtay’ca incelenmesinin olanaklı bulunması, katılan idare vekilinin temyizinin de suç vasfına yönelik olduğunun anlaşılması karşısında, usul ve yasaya aykırı bulunan temyizin reddine dair 26.06.2008 tarihli ek karar kaldırılarak yapılan temyiz incelemesinde,
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
Somut olayda;
Sanığın, SSK’dan emekli olarak maaşı aldığı halde 14.11.2006 tarihinde bunu gizleyerek, emekli ya da çalışan olmadığına dair taahhüt imzalayarak meydana gelen don olayından dolayı devletçe ödenmekte olan 1.349,46 TL almak suretiyle kamu kurumu olan hazineyi zarara uğrattığı iddia edilmesine karşılık, 27.08.2006 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 26272 sayılı Genelgenin mahkemece değerlendirilen 5/b-3 maddesinin ‘bu yardımlardan yararlanılabilmesi için, yıllık gelir toplamının her yıl Bakanlar Kurulunca açıklanan 16 yaş ve üzeri asgari ücret bürütünün yıllık toplamının üç katına tekabül eden miktar veya altında olması gereklidir’ hükmü karşısında, sanığın aldığı emekli maaş miktarına göre yardım almasının mümkün bulunması nedeniyle olayda dolandırıcılık suçu unsurları itibariyle oluşmayıp mahkemece eylemin TCK’nun 206. maddesine uyan yalan beyanda bulunmak olarak kabul edilmesinde isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla,
Sanık hakkında resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak suçundan hükmolunan cezanın miktar ve türüne göre hükmün 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 5219 sayılı Kanunun 3-B maddesi ile değişik 1412 sayılı CMUK’nun 305/1. maddesi gereğince hüküm tarihi itibariyle, temyizi mümkün olmadığından katılan vekilinin bu suçtan kurulan hükme yönelik temyiz isteğinin aynı kanunun 317. maddesi gereğince reddine” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.05.2012 gün ve 254243 sayı ile;
“…Sanık hakkında dolandırıcılık suçundan kamu davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda sanığın eylemi 5237 sayılı TCK’nun 206/1. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak suçu olarak kabul edilerek, maddede öngörülen cezalardan biri olan doğrudan adli para cezası uygulanmış ve sanık hakkında neticeten 80 TL adli para cezası verilmiştir.
Verilen 80 TL adli para cezasının 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 5219 sayılı Kanunun 3-B maddesi ile değişik 1412 sayılı CMUK’nun 305/1. maddesi gereğince hüküm tarihi itibariyle temyizi mümkün bulunmamaktadır.
Yargıtay CGK’nun 04.10.1993 gün ve 187-227 sayılı kararında belirtildiği üzere tür ve miktarı itibariyle kesin olan kararların suç vasfına yönelik bir temyiz bulunması halinde Yargıtay’ca incelenmesi olanaklı bulunmaktadır.
Özel Daire de yaptığı incelemede yukarıdaki CGK kararına atıfta bulunarak hazine vekili tarafından yapılan temyizin hukuki niteliğe ilişkin olması nedeniyle öncelikle yerel mahkemenin verdiği temyizin reddine dair kararını kaldırmış ve temyiz incelemesine geçmiştir.
Yapılan temyiz incelemesi sonucu davanın esasına girilmiş ve sanığın üzerine atılı eylemin dolandırıcılık suçuna vücut vermediği ve 5237 sayılı TCK’nun 206/1. maddesinde tanımlanan suçun oluştuğu tespit edilmiş, ancak yerel mahkemenin nihai hükmü hakkında hiçbir karar verilmeden, verilen cezanın miktar ve türü gerekçe gösterilerek resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak suçundan kurulan hükme yönelik temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Bir ceza davasında hükmün hukuki niteliğine yönelik temyiz incelemesi ile değerlendirilmesine başlanmış ve dolayısıyla mahkemenin nihai hükmü de denetlendiğine göre Özel Daire’nin bu konuda da karar vermesinde hukuki bir zorunluluk bulunduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, temyiz isteminin reddine ilişkin Özel Daire kararının kaldırılmasına ve hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 24.09.2012 gün ve 12179-41915 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda sanığın resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükmedilen sonuç adli para cezasının miktarı itibarıyla kesin nitelikte bulunan yerel mahkeme hükmüne karşı suç vasfına yönelik olarak yapılan temyiz isteminin Özel Dairece kabul edilmesinden sonra, hükmün incelenerek sonuçta hükmün kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 305. maddesi uyarınca, ceza mahkemesince verilen hükümler temyiz kanun yoluna tâbidir.
Ancak yerel mahkeme hüküm tarihi itibarıyla;
1 – İkimilyar liraya kadar (iki bin lira – ikimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümler,
2 – Yukarı sınırı onmilyar lirayı (on bin lira) geçmeyen para cezasını gerektiren suçlardan dolayı verilen beraat hükümleri,
3 – Bu Kanun ile sair kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümler,
Kesin olup, bu hükümler hakkında temyiz kanun yoluna başvurulamaz.
“İkimilyar liraya kadar (iki bin lira – ikimilyar dahil) para cezalarına dair olan hükümlerin” temyiz edilemeyeceğine ilişkin 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesinin 2. fıkrasının 1. bendinin, Anayasa Mahkemesinin 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren 23.07.2009 gün ve 65–114 sayılı kararı ile iptal edilmesinden sonra verilen, ister hapis cezasından çevrilen, ister doğrudan hükmolunan adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükümlerinin 14.04.2011 tarihine kadar hiçbir miktar gözetilmeksizin, 14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun 272. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendinde “hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve aynı Kanunun 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna eklenen, “bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde gözönünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra ise, ancak doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirasından fazla adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet hükümlerinin temyizinin mümkün hale geldiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Öte yandan, CGK’nun 27.12.2011 gün ve 370-302 ile 06.12.2011 gün ve 185-249 sayılı kararları başta olmak üzere pekçok kararında da; miktar itibarıyla kesin nitelikteki hükümlerin, kesinlik sınırını aşar nitelikle yaptırım içermek şartıyla suç vasfına yönelik temyiz üzerine, temyiz incelemesine konu olabileceklerine işaret edilmiştir.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan “Temyiz talebinin kabule şayan olmamasından dolayı hükmü veren mahkemece reddi” başlıklı 315. maddesinde; “Temyiz isteği kanuni sürenin geçmesinden sonra yapılmış veya temyiz edilemeyecek bir hüküm temyiz edilmişse veya temyiz edenin buna hakkı yoksa, hükmü temyiz olunan mahkeme bir karar ile temyiz dilekçesini reddeder.
Temyiz eden taraf ret kararının kendisine tebliğinden itibaren bir hafta içinde Yargıtaydan bu hususta bir karar verilmesini taleb edebilir. Bu takdirde dosya Yargıtaya gönderilir. Şu kadar ki, bu sebepten dolayı hükmün infazı tehir olunmaz”,
“Yargıtayca Temyiz İsteğinin Reddi” başlıklı 317. maddesinde de; “Yargıtay, süresi içinde temyiz dilekçesinin verilmediğini veya beyanının yapıldığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını görürse, temyiz isteğini reddeder, görmezse incelemesini yapar” düzenlemelerine yer verilmiştir.
1412 sayılı CMUK’nun 315. maddesinde, temyiz talebinin kabule değer olup olmadığı ön incelemesinin ilk derece mahkemesince yapılması öngörüldüğü halde, 317. madde ile aynı incelemenin Yargıtay’ca da yapılması hüküm altına alınmıştır.
Buna göre temyiz başvurusunda bulunulması halinde hükmü veren mahkemece öncelikle temyiz başvurusunun kabul edilebilir olup olmadığı araştırılacak, bu bağlamda da temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı, kararın temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı ve başvuruda bulunanın hükmü temyiz etmeye hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı incelenecektir.
Mahkemece temyiz isteğinin kabul edilebilir bulunması halinde herhangi bir karar verilmeden aynı kanunun 316. maddesi uyarınca tebligat işlemleri tamamlandıktan sonra dosya temyiz incelemesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilecektir. Buna karşılık, temyiz başvurusu kanuni süre geçtikten sonra yapılmışsa ya da karar temyiz edilebilir nitelikte değilse veya başvuruda bulunanın temyiz etme hakkı bulunmuyor ise temyiz talebi ilk derece mahkemesince CMUK’nun 315. maddesi uyarınca reddedilecektir. Başvuru sahibi de ret kararına karşı tebliğden itibaren bir hafta içinde temyiz kanun yolu başvurusunda bulunabilecek ve bu durumda da dosya Yargıtaya gönderilecektir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğname adı verilen görüş yazısı ile daireye gönderilen dosyanın esasına girilmeden önce, Yargıtay ilgili Dairesince de öncelikle temyiz başvurusunun kabul edilebilir olup olmadığı araştırılacak, bu bağlamda da temyiz talebinin süresinde yapılıp yapılmadığı, kararın temyiz edilebilir nitelikte olup olmadığı, başvuruda bulunanın hükmü temyiz etmeye hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı incelenecektir. Temyiz başvurusunun kanuni süre geçtikten sonra yapılması ya da kararın temyiz edilebilir nitelikte bulunmaması veya başvuruda bulunanın temyiz etme hak ve yetkisinin olmaması halinde ise ilgili Dairece temyiz talebi 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddedilecek, temyiz talebinin reddi nedenlerinin bulunmaması durumunda da esas yönünden temyiz incelemesi yapılacaktır.
Dosyanın, hükmü temyiz olunan mahkemece verilen temyiz isteminin reddi kararına karşı yapılan başvuru üzerine yollanması halinde de Yargıtay tarafından; ret kararı usul ve kanuna uygun bulunursa temyizin reddi kararının onanmasına karar verilip dosya mahkemesine geri gönderilecek, ret kararının usul ve kanuna aykırı olduğu tespit edilirse, bu karar kaldırılıp hüküm esastan incelenecektir. Diğer bir anlatımla, temyiz başvurusunun kabul edilebilirliği belirlendikten sonra Yargıtayca yapılacak inceleme ilk derece mahkemesince verilen hükmün esasına yönelik olacaktır. Dolayısıyla, hükmedilen sonuç adli para cezasının miktarı itibarıyla kesin nitelikte bulunan yerel mahkeme hükmüne karşı suç vasfına yönelik olarak yapılan temyiz talebinin Yargıtay ilgili Dairesince kabul edilerek, hükmün temyizen incelenebilir olduğunun belirlenmesinden sonra, hükmün esası incelenerek bir karar verilecek, temyizen incelenebilir olduğu kabul edildikten sonra artık hükmün kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilemeyecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Hükmolunan adli para cezası miktarı itibarıyla kesin nitelikte olan ve temyiz yeteneği bulunmayan yerel mahkeme hükmü, şikâyetçi vekilinin suç niteliğine yönelik açık temyiz talebi nedeniyle temyiz edilebilirlik niteliği kazanmıştır. Bu nedenle Özel Dairece hükmün temyizen incelenebilir olduğu vurgulandıktan sonra, temyizin reddine dair ek kararın kaldırılmasına ve şikayetçi vekilinin kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilerek katılma talebinin reddine dair kararın kaldırılıp davaya katılmasına karar verilmesi yerinde bir uygulamadır. Ancak hükmün temyizen incelenmesine geçildikten sonra usul ve kanuna uygun bulunması halinde onanması, hukuka aykırılık belirlenmesi halinde bozulması ya da 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesinde yazılı şartların bulunması durumunda ise düzeltilerek onanması, başka bir anlatımla esasa ilişkin bir karar verilmesi gerekirken, sanığa atılı eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturmayıp, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğu belirtilerek, hükmün kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle temyiz talebinin 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Dairenin temyiz isteğinin reddine ilişkin kararının kaldırılmasına, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 26.03.2012 gün ve 11823-32803 sayılı temyiz isteğinin reddi kararının KALDIRILMASINA,
3- Hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 15. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.09.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.