Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/612 E. 2023/216 K. 12.04.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/612
KARAR NO : 2023/216
KARAR TARİHİ : 12.04.2023

YARGITAY DAİRESİ : 1. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ağır Ceza
SAYISI : 48-243

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Sanık … hakkında maktul …’a yönelik kasten öldürme suçuna azmettirmeden açılan kamu davasında Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesince 09.08.2018 tarih ve 439-366 sayı ile sanığın 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine ilişkin hükme yönelik katılanlar vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, İzmir Bölge Adliye Mahkemesince 11.03.2019 tarih ve 2817-714 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine, bu kararın da katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 21.10.2019 tarih ve 2693-4463 sayı ile; “(…) Oluşa ve dosya kapsamına, sanıkların anlatımlarına göre; motorsikletle peşlerinden gelen maktule karşı, kullandıkları araç ile aralarındaki mesafeyi açtıktan sonra araçta bulunan diğer kişileri bırakarak, maktulü bulmak amacıyla birlikte geri döndükleri ve yolda karşılaştıkları maktulün şeridine girmek suretiyle kasten çarptıkları olayda; sanık … ile maktul arasında önceye dayalı husumet bulunması ve olayın başlangıcından beri şöför olan ağabeyi …’un yanında olduğu, gelişen süreç içerisinde birlikte hareket etmeleri de nazara alındığında sanık …’nin iştirak iradesiyle hareket ettiği düşünülmeden mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi(…)” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesince 15.10.2020 tarih ve 48-243 sayı ile; “(…)Sanık … hakkında maktul …’ı kasten öldürme suçuna azmettirme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ve sanık … ile maktul … arasında olay öncesinde var olan husumet sebebiyle sanık … tarafından maktul …’e tehdit ve hakaret içerikli mesajlar gönderilmiş ise de sanığın tüm aşamalarda değişmeyen beyanlarında araç çarpması olayında herhangi bir dahlinin bulunmadığını ifade etmesi, sanık …’unda …’nin araçla çarpma olayına karıştığına dair hiç bir beyanının bulunmaması, sanık …’nin olaya iştiraki bulunduğuna dair sadece katılanların beyanlarının mevcut olduğu, bu kişilerin ölenin yakın akrabaları olmaları nedeniyle beyanlarının tam ve güvenilir olmadığı, olayın hemen akabinde olaya müdahale eden tarafsız tanıklar … ve …’un kollukta olayın sıcağı sıcağına verdikleri beyanlarından sanık …’nin maktule karşı herhangi bir darp, tehdit, hakaret eyleminde bulunduğuna ve hastaneye kaldırılması sırasında engellemede bulunduğuna dair herhangi bir beyanlarının bulunmaması karşısında sanık …’nin öldürme eylemini azmettirdiği yada birlikte işlendiği dair şüpheli bir durumun mevcut olduğu evrensel ceza hukuku kaidelerinden olan şüphe sanık lehine yorumlanır ilkesi gereğince sanığın delil yetersizliğinden beraatine dair mahkememizin önceki kararında tüm bu hususların değerlendirildiği bu nedenle mahkememizin sanık … hakkındaki 19/08/2018 tarih 2017/439 – 2018/366 E-K sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu(…)” düşüncesiyle önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.09.2022 tarihli, 191118 sayılı ve Onama istemli tebliğnamesi ve Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 29.11.2022 tarihli ve 9690-9415 sayılı direnme gerekçesinin yerinde görülmediğinden bahisle verilen kararıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
II. UYUŞMAZLIK KAPSAMI, KONUSU VE ÖN SORUN
İnceleme dışı sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece temyiz isteminin esastan reddine karar verilmek suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme; sanık … hakkında kurulan beraat hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
İlk Derece Mahkemesi ile Yargıtay 1. Ceza Dairesi arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık … hakkında, kasten öldürme suçundan kurulan beraat hükmünün isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle; Özel Dairece bozma kararı verildikten sonra bozmanın niteliğine göre dosyanın gönderildiği İlk Derece Mahkemesince, Direnme hükmü kurulmadan önce usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığının ve SEGBİS yoluyla duruşmada hazır bulunan sanığa son sözleri sorulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
III. ÖN SORUNA İLİŞKİN BİLGİLER
İncelenen dosya kapsamından;
Bozma üzerine Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesince 22.01.2020 tarihli tensip tutanağı ile; duruşma günü ve bozma ilamının sanık ve müdafiine tebliğ edildiği, katılanların beyanlarının alınması için Gelibolu Asliye Ceza Mahkemesine istinabe evrakının gönderildiği,
05.03.2020 tarihinde Gelibolu Asliye Ceza Mahkemesince katılanların bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulduğu ve beyanlarının alındığı,
07.05.2020 tarihli ilk celsede; Hâkimler Savcılar Kurulu’nun COVİD-19 tedbirlerine ilişkin genelgesi uyarınca duruşmanın 15.10.2020 tarihine ertelendiği,
15.10.2020 tarihli ikinci celsede; sanığın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma salonunda SEGBİS aracılığıyla hazır edildiği, katılanlar …, … ve katılanlar vekilinin, sanık müdafiinin hazır bulunduğu, bozma ilamının okunduğu, taraflara bozmaya karşı diyeceklerinin sorulduğu, katılanlar vekili ile Cumhuriyet savcısının bozma ilamına uyulmasını; sanık ve müdafiinin ise bozmaya direnilmesini talep ettikleri, mahkeme heyetince duruşmaya son verilerek önceki hükümde direnilmesine ve sanığın beraatine karar verildiği anlaşılmaktadır.
IV. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Öğretide Ön Soruna İlişkin Görüşler
Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.
Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi;
“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez.” cümlesi eklenmiştir.
Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 251. ve 5271 sayılı CMK’nın 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki Kanunda da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak ceza yargılaması kurallarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Uygulamada esas hakkındaki görüşün mahkûmiyet yönünde olması durumunda, uygulanması talep edilen yasa ve maddelerinin açıkça belirtilmesi yerleşik ve benimsenmiş bir yöntemdir.
İddia makamının esasa ilişkin görüşünü anlaşılır ve açık bir biçimde sunmasının savunma hakkının kullanılmasıyla da ilintili olduğunda kuşku yoktur. Zira sağlıklı bir savunma ancak sağlıklı bir iddia üzerine oturtulabilir.
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.
Bu konuda öğretide; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır” (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, İstanbul, s.193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez… Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hallerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir.” (Dr. Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s.258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının alınmasından sonra yine CMK’nın 216. maddesinde yer alan sıralama gözetilerek taraflara söz hakkı tanınacağından, Cumhuriyet savcısının, davanın esasına ilişkin görüşü alınmaksızın ve hazır bulunan sanığa esas hakkında savunma yapma imkânı tanınmaksızın hüküm kurulması, ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Öte yandan, temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken Son sözün sanığa verilmesi kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken Son sözün sanığa verilmesi kuralına uyulmaması hâli, gerek Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
B. Ön Soruna İlişkin Hukuki Nitelendirme
Bozma üzerine yapılan yargılamanın 15.10.2020 tarihli oturumunda, Cumhuriyet savcısı tarafından bozma ilamına karşı beyan edilen “Usul ve yasaya uygun Yargıtay bozma ilamına uyulsun” şeklindeki sözlerin esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağı bulunmadığı, ayrıca duruşmada SEGBİS yoluyla hazır edilen sanık ve duruşma salonundaki müdafiine esasa ilişkin savunma imkânı tanınmadan ve sanığa son sözü sorulmadan duruşmaya son verilip direnmeye konu hükmün kurulduğu anlaşılan dosyada;
Cumhuriyet savcısına esas hakkındaki mütalaasının sorulmamasının, hazır edilen sanık ve müdafiine esas hakkında savunma yapma ve son sözü söyleme hakkı verilmeksizin direnme kararı verilerek önceki hükmün kurulmasının CMK’nın 216. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğu ve savunma hakkının kısıtlandığı kabul edilmelidir.
Savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usûle aykırılıklar nedeniyle İlk Derece Mahkemesinin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
V. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Çanakkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 15.10.2020 tarihli ve 48-243 sayılı direnme kararına konu hükmünün, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan, hazır bulunan sanık müdafisine esasa ilişkin savunma yapma ve duruşmada SEGBİS yöntemiyle hazır bulunan sanığa son sözlerini söyleme imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis edilmesi isabetsizliklerinden, diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.04.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.