Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/556 E. 2023/209 K. 05.04.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/556
KARAR NO : 2023/209
KARAR TARİHİ : 05.04.2023

YARGITAY DAİRESİ : 7. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Ağır Ceza
SAYISI : 328-269

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Sanıklar …, …, … ve …’ın 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan beraatlerine, sanık …’nın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan TCK’nın 155/2, 43, 62, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis ve 20.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluğuna; sanıklar …, …, … ve …’ın nitelikli dolandırıcılık suçundan TCK’nın 37/1. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 158/1-d, 62, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 15.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluklarına ilişkin Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2013 tarihli ve 6-371 sayılı hükümlerin sanıklar …, …, … ve … müdafileri ile katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 21.04.2016 tarih ve 4300-6353 sayı ile;
“I- Katılan … vekilinin 5411 sayılı Yasa’ya muhalefet suçundan kurulan hükme yönelik temyizine göre yapılan incelemede;
Davanın niteliğine göre suçtan doğrudan zarar görmeyen müştekinin davaya katılmasına karar verilmesi hukuken geçersiz olup hükmü temyize hak vermeyeceğinden, müşteki vekilinin temyiz inceleme isteğinin 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan CMUK’nın 317. maddesi uyarınca reddine,
II- Suçtan doğrudan zarar gören Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu vekilinin 5411 sayılı Yasa’ya muhalefet suçundan kurulan hükümlere yönelik temyizine göre yapılan incelemede;
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesindeki düzenlemeye göre bu kanunda belirtilen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma yapılması, kurum veya fon tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı başvuruda bulunulmasına bağlı olup bu başvuru muhakeme şartı niteliğindedir.
İddianamedeki anlatım ve tavsife göre eylemin 5411 sayılı Yasa’nın 160. maddesinde düzenlenen banka zimmet suçu kapsamında kaldığı ve anılan Yasa’nın 162. maddesi gereğince başvuru şartına tabi olduğu, durma kararı verilip Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun davadan haberdar edilmesi, başvuru şartının gerçekleşmesi hâlinde yargılamaya devam edilerek hüküm tesisi aksi halde muhakeme şartının gerçekleşmemesi nedeniyle düşme kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden davaya devamla yazılı şekilde hüküm tesisi,
Yasaya aykırı, BDDK vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca bozulmasına,
III- Sanıklar …, …, … ile … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçunan kurulan ve sanık … hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan kurulan hükümlere yönelik anılan sanıklar müdafiilerinin ve katılan … vekilinin temyizlerine gelince;
Sanıklardan …’nın …’da yaşayan katılanın … ili … ilçesindeki gayrimenkulleriyle ilgili işlerini takip ettiği, katılana, … ilçesine geldiğinde başka belgeleri imzalatırken 06.09.2005 tanzim, 06.03.2006 vade tarihli lehtarı sanık … olan 7.658.000 Euro bedelli bonoyu da farkettirmeden imzalatıp sanık …’a ciro ettirerek icraya koyduktan sonra, katılanın otelinde şoför olarak çalışan sanık … ile birlikte icra emrini alıp, katılana haber vermeden takibin kesinleştirilmesini sağlayıp birlikte kamu kurumu olan Kemer İcra Müdürlüğünü vasıta kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerinden bahisle, adları geçen sanıklar hakkında Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde 2008/6 Esas sayılı dosya (birleşen 2008/30 esas sayılı dosya) ile yapılan yargılama sırasında; sanıklardan …’un, … aracılığıyla katılana yedi milyon Euro ödeyerek tarihsiz ‘Gayrimenkul Satış Sözleşmesi’ düzenleyip otel satın aldığını, ancak katılanm otelin devrini gerçekleştirememesi üzerine anlaşmayı feshettiklerini beyan ederek, buna dair 06.09.2005 tarihli ‘Fesih Sözleşmesi Ve Taahhütname’ başlıklı belgeyi sunmaları nedeniyle, sanıklar hakkında 15.09.2008 tarihli iddianame ile anılan ‘Fesih Sözleşmesi Ve Taahhütname’ başlıklı belgenin sahte olduğu iddiasıyla, özel belgede sahtecilik suçundan cezalandırılmaları talebiyle (Antalya 8. Asliye Ceza Mahkemesince yargılaması yapılan) kamu davasının açıldığı ve buna göre, dosyamıza konu olayların bahsedilen dosyadaki olaylarla bağlantılı olduğu anlaşılmakla; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi bakımından, öncelikle sanıklar hakkında sahte oluşturulduğu iddia olunan bonodan dolayı evrakta sahtecilik suçundan Kemer Cumhuriyet Başsavcılığınca 18.09.2008 tarih ve 2008/1263 Esas sayılı iddianamesi ile açılmış davanın akıbetinin araştırılması, tespiti hâlinde iş bu dava ile Dairemizce incelemeye konu edilen davanın ve sanıklar hakkında Antalya 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1104 Esas sayılı davasının birleştirilmesi, bunun mümkün olmaması hâlinde anılan dosyaların getirtilip incelenerek bu davayı ilgilendiren delillerin onaylı örneklerinin dava dosyasına intikal ettirilip toplanan tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi,
Yasaya aykırı, sanıklar müdafiilerinin ve katılan … vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca bozulmasına,” karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 21.11.2018 tarih ve 102-444 sayı ile sanıklar …, …, … ve …’ın 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan beraatlerine, sanık …’nın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan TCK’nın 155/2, 43, 62, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 20.820 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluğuna; sanıklar …, …, … ve …’ın nitelikli dolandırıcılık suçundan TCK’nın 37/1. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 158/1-d, 62, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 33.320 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
Hükümlerin sanıklar …, …, … ve … müdafileri ve katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 04.11.2019 tarih ve 2001-36787 sayı ile;
“I- Katılan … vekilinin sanıklar hakkında 5411 sayılı Yasa’ya muhalefet suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz talebinin yapılan incelemesinde;
Açılan kamu davasının niteliğine göre suçtan doğrudan zarar görmeyen müştekinin davaya katılmasına karar verilmesi hukuken geçersiz olup hükmü temyize hak vermeyeceğinden, müşteki vekilinin temyiz inceleme isteğinin 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan CMUK’nın 317. maddesi uyarınca reddine,
II- (…)
III- Katılan BDDK vekilinin sanıklar …, … ve … ile sanık … hakkında 5411 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan verilen beraat kararına yönelik temyiz talebi ile sanık … müdafilerinin, sanık … müdafisinin, sanık … ve müdafisinin temyiz talebi ile sanık …’ın haklarında kurulan mahkûmiyet hükümlerine yönelik temyiz talepleri ile katılan … vekilinin sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerine yönelik temyiz talebinin yapılan incelemesinde ise;
Dairemizin 21.04.2016 gün ve 2015/4300 Esas-2016/6353 Karar sayılı bozma ilamı sonrası bu dava dosyası ile bağlantılı olduğundan birleştirilmesine karar verilen Antalya 8. Asliye Ceza Mahkemesinde (2007-630 Esas/542 Karar) sanıklar hakkında görülen ve birleşen ‘özel belgede sahtecilik suçu’na konu sanık … tarafından dosyaya aslı ibraz edilen ‘fesih sözleşmesi ve taahhütname’ başlıklı belge içeriğini müştekinin kabul etmemesi karşısında anılan belge aslı üzerinde yer alan müşteki … adına atılmış imzanın mudinin el ürünü olup olmadığı yönünde inceleme yapılıp yine müştekinin sanık … tarafından kandırılarak kendisine imzalatıldığını iddia ettiği 06.09.2005 tanzim tarihli, 06.03.2007 tediye tarihli alacaklısı … ve emrihavalesine, borçlusu … olan 7.658.000 Euro miktarlı senedin düzenlenip, sonrasında mı müşteki tarafından imzalandığı, yoksa önce boş kağıda müştekiden imza alınıp sonrasında mı üstünün doldurulduğunun tespiti açısından senet aslınınn Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesine gönderilerek anılan hususun hiçbir tereddüte yer vermeyecek şekilde tespitinden sonra sanıkların atılı suçlar yönüyle hukuki durumlarının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi;
Yasaya aykırı, katılan BDDK vekilinin sanıklar …, … ve … ile sanık … hakkında 5411 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan verilen beraat kararına yönelik temyiz talebi ile sanık … müdafilerinin, sanık … müdafisinin, sanık … ve müdafiisinin temyiz talebi ile sanık …’ın haklarında kurulan mahkûmiyet hükümlerine yönelik temyiz talepleri ile katılan … vekilinin sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi gereğince yürürlükte bulunan CMUK’nın 321. maddesi uyarınca hükmün bozulmasına,” karar verilmiştir.
Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise 24.11.2020 tarih ve 328-269 sayı ile bozma kararına direnerek önceki hükümler gibi sanıkların beraatlerine ve mahkûmiyetlerine karar vermiştir.
Direnme kararına konu hükümlerin de sanıklar …, …, … ve … müdafileri ile katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.04.2022 tarihli ve 13663 sayılı ret-onama istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 7. Ceza Dairesince 24.10.2022 tarih ve 3298-15091 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
II. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU
Sanıklar …, …, … ve … hakkında resmî ve özel belgede sahtecilik suçlarından zamanaşımı nedeniyle verilen düşme kararı Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme sanıklar …, …, … ve … hakkında bankacılık suçundan verilen beraat hükümleri ve sanık … hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sanıklar …, …, … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanıklar …, …, … ve …’a atılı 5411 sayılı Kanun’a aykırılık,
2- Sanık …’ya atılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma,
3- Sanıklar …, …, … ve …’a atılı nitelikli dolandırıcılık,
Suçlarından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
III. OLAY VE OLGULAR
Sanıklar …, …, … ve …’a atılı 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçu ve sanık …’nın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu ile (Olay 1) sanıklar …, …, … ve …’a atılı nitelikli dolandırıcılık suçuna (Olay 2) ilişkin delillerin ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir:
Olay 1:
İncelenen dosya kapsamından;
BELGE başlıklı, katılan … ve sanık … tarafından imzalanan 06.01.2005 tarihli yazı içeriğinin; “… olarak …’yı 01.01.1997 yılı başından itibaren …, … ve civarında bulunan mal varlığımın idaresi, borçlarımın ödenmesi, alacaklarımın tahsili gibi tüm hususlarda yetkili ve temsilci kıldım. … benim özel ve yetkili temsilcim olarak, banka hesaplarıma para yatırmaya, kira alacaklarımın tahsilatını yapmaya ve yerine göre imzalamaya, iş yerlerimin ve evlerimin tadilatı, tamiratı, resmî merciler nezdinde iş ve işlemlerimi takip etmeye, gerek kendi şahsım adına ve gerekse temsilci bulunduğum firmalar adına özel ve genel vekaletnameler vererek yaptığı her türlü taşınmaz alım ve satımları da dahil tüm bu hususlarda gerekli olan masrafları ve harçları, ödemeleri yapmaya, tahsilatları yapmaya yetkili kılınmıştır.
Bu yapılan işlemlerin tamamını benim bilgim dahilinde ve talimatım doğrultusunda, her gün hesaplaşma ve ibralaşma yolu ile yapılmış ve yapılmaktadır… İşbu sözleşme karşılıklı rıza ile imza altına alınmıştır.” şeklinde olduğu, söz konusu yazının arka yüzünde el yazısı ile; “Aramızda yapmış olduğumuz bu belgeyi karşılıklı olarak feshediyoruz. Bu fesihten dolayı birbirimizden hiçbir hak ve alacağımızın kalmadığını, birbirimizi karşılıklı olarak ibra ettiğimizi beyan ederiz. 19.02.2007” ifadelerinin yazıldığı, feshedenler olarak katılan ile sanık … ve tanık olarak da … ve … tarafından imzalandığı,
Katılanın … Bankası … Şubesine verdiği 04.04.2007 tarihli dilekçesinde; şubedeki hesabından 03.03.2006 tarihinde 141.427,51 Euro ile 21.08.2006 tarihinde 100.000 Euro çekilmesi işlemlerindeki imzaların kendisine ait olmadığını ifade ederek o tarihlerde …’de olmadığını belirttiği ve konunun araştırılarak kendisine bilgi verilmesini istediği,
… Bankası … Şubesince düzenlenen 03.03.2006 tarihli dekonta göre; katılanın hesabından sanık …’in hesabına 141.427,51 Euro havale işlemi yapıldığı, dekontun sağ üst köşesinde sanık …’in adı, soyadı ve imzasının, bunun hemen altında da ayrı bir imzanın bulunduğu,
… Bankası … Şubesince düzenlenen 21.08.2006 tarihli dekonta göre; katılanın hesabından sanık …’in hesabına 100.000 Euro havale işlemi yapıldığı, dekontun alt kısmında sanık …’in adı, soyadı ve imzasının bulunduğu,
… Bankası Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişi tarafından düzenlenen 24.04.2007 tarihli raporda; katılanın hesabına 01.06.2006 tarihinde 1.000.000 Euro ve 28.02.2006 tarihinde ise 650.000 Euro yatırıldığı, katılanın hesabından sanık …’in hesabına 28.02.2006 tarihinde 8.573,25 Euro, 03.03.2006 tarihinde 141.427,51 Euro olmak üzere 150.000,76 Euro havale edildiği, 21.08.2006 tarihinde 100.000 Euro’nun sanık …’e ödendiği ve bu ödemeye ilişkin üç nüsha dekont düzenlendiği, dekontlardan birinde sanık …’in diğerinde ise katılanın imzasının bulunduğu, ayrıca katılanın şikâyeti bulunmamasına rağmen dekontta imza bulunmayan ve yine sanık …’in hesabına havale edilen tutarların da müfettişlik tarafından tespit edildiği, buna göre 14.04.2006 tarihinde 65.000 Euro, 19.04.2006 tarihinde 10.000 Euro, 20.04.2006 tarihinde 10.000 Euro ve 01.05.2006 tarihinde ise 5.155 Euro olmak üzere toplam 90.155 Euro havale yapıldığı, havale edilen ve ödenen tutarların akıbeti takip edildiğinde, 141.427,51 Euro’nun 8.389,28 TL’lik kısmının katılan, kalanının tümüyle sanık …’in muhtelif ödemelerinde kullanıldığı, 100.000 Euro’nun 35.866,58 TL’sinin katılan, kalan kısmının sanık … ile ilgili ödemelerde kullanıldığı, 90.155 Euro’nun 41.325 Euro ve 30.575 TL’sinin katılan, kalanının sanık … ile ilgili çeşitli ödemelerde kullanıldığı, katılan ile yapılan görüşmede, o tarihlerde şube müdürü olan sanık …’in kendisini 2006 yılı içerisinde arayıp sanık …’i kastederek “Bu çocuklar sıkışmışlar, 150.000 Euro’ya ihtiyaçları var.” dediğini ve ödeme yapmak için sözlü talimat istediğini, “Kendine güveniyorsan ver.” cevabını verdiğini, bunu “Paranın geri ödeneceği hususunda inancın varsa ödeyebilirsin.” anlamında söylediğini, 100.000 Euro ödenmesi ile ilgili ise aranmadığını ifade ettiği, sanık … ile yapılan görüşmede aynı zamanda inşaat işleri de yapan sanık …’in yabancılara yönelik olarak yaptığı bir inşaat için iskan izni alamaması üzerine firmasının alacaklarını tahsil edemediği ve mali olarak sıkıntıya girdiği, sanık … ile yapılan görüşmede sanık …’in katılanın mali işlerini takip ettiğini, katılanın hesaplarından yapılan tüm işlemlerin katılanın bilgisi, onayı ve talimatıyla yapıldığını, şube telefon arama kayıtları incelendiğinde 21.08.2006 tarihinde saat 10.51 ve 14.05’te katılanın cep telefonunun arandığı, ikinci görüşmeden hemen sonra saat 14.16’da 100.000 Euro’luk tutar için provizyon alındığı, saat 14.18’de de işlemin gerçekleştirildiği, sanık …’in cari ve yatırım hesapları, kredi kartı harcamaları ve borçluluk durumunun incelendiği ve suistimale işaret edebilecek bir bulguya rastlanmadığı, olay nedeniyle bankanın uğradığı bir zararın bulunmadığı,
… Bankası … Şubesinin 10.05.2007 tarihli ve 1257 sayılı cevabi yazısına göre; katılanın sanık …’i yetkilendirdiğine dair şubeye ibraz edilen uygun bir vekaletnameye (yetki belgesi) istinaden sanık …’e suça konu havale ve ödeme işlemlerinin yapıldığı,
… Bankası AŞ Genel Müdürlüğünün 29.02.2008 tarihli ve 13470 sayılı cevabi yazısına göre; … Şubesi görevlileri olan sanıklar …, …, … ve … hakkında banka adına herhangi bir şikâyetlerinin bulunmadığı,
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesince düzenlenen 27.02.2013 tarihli ve 12702 sayılı rapora göre; 21.08.2006 tarihli dekontta katılan adına atılı imzanın katılanın eli ürünü olmadığı, 03.03.2006 tarihli dekontta katılan adına atılı imzanın ise katılanın eli ürünü olduğu, 14.04.2006 ve 21.08.2006 tarihli dekontlarda sanık … adına atılı imzaların sanık …’in eli ürünü olduğu,
Üç kişilik bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 05.10.2012 tarihli rapora göre; katılanın hesabından sanık …’e toplam 331.582,51 Euro verildiği, bu tutarın 84.199,98 Euro’luk kısmının sanık … tarafından katılan ile alakalı olarak kullanıldığı, bakiye 247.382,53 Euro’nun ise sanık …’in kendi harcamalarında kullanıldığı, ödemelerin şube müdürü olan sanık …’in talimatıyla gerçekleştiği, diğer banka görevlisi sanıkların bu işlemlerde bir rolünün bulunmadığı, olayda gerçekleşen bir banka zararı olmadığı gibi sanık …’in herhangi bir kasıtlı hareketinin söz konusu olamayacağı, basit zimmetten dahi bahsedilemeyeceği,
Anlaşılmaktadır.
Olay 2:
İncelenen dosya kapsamından;
Aslı adli emanette kayıtlı suça konu senet fotokopisinin incelenmesinde; düzenleme tarihinin 06.09.2005, ödeme tarihinin 06.03.2007, düzenleme yerinin …, tutarının 7.658.000 Euro, alacaklısının sanık …, borçlusunun katılan olduğu, senet metninin bilgisayar çıktısı şeklinde düzenlendiği, senette katılan adına imza atılmış olduğu, senedin arka yüzünde sanıklar … ve …’in isim ve imzalarının bulunduğu,
Kemer İcra Müdürlüğünün 17.04.2007 tarihli ve 2007/849 esas sayılı icra ödeme emrine göre; alacaklının sanık …, borçlunun katılan ile sanık … olduğu, takip dayanağının suça konu senet olarak gösterildiği,
Kemer İcra Müdürlüğünün 2007/849 esas sayılı icra dosyasına ilişkin ödeme emrinin tebliğine ilişkin evraka göre; katılan adına hitaben “… İşhanı, No: … …, …” adresine çıkartılan tebligatın “Daimi çalışan işçisi” açıklaması ile sanık … imzasına 18.04.2007 tarihinde tebliğ edildiği,
… Bankası … Şubesinin 01.05.2007 tarihli cevabi yazısına göre; katılanın şube nezdinde bulunan hesabında mevcut 1.049.815,67 TL mevduata haciz işlemi uygulanıp bloke konulduğu ve icra müdürlüğünün bildirilecek olan banka hesap numarasına gönderileceği,
Kemer İcra Müdürlüğünün 03.05.2007 tarihli ve 28784 sayılı icra tahsilat makbuzuna göre; dosya alacaklısına verilmek üzere 1.373.198,26 TL tahsil edildiği,
… Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 03.07.2007 tarihli ve 558 sayılı raporuna göre; suça konu senet üzerindeki imzanın katılanın elinden çıktığı, imzanın siyah mürekkepli kalemle atılmış olduğu, senedin diğer kısımlarının bilgisayar yazıcısı çıktısı olduğu, imza ve bilgisayar yazısının hangisinin daha önce yazıldığı hususunun bugünün teknik şartlarında tespitinin mümkün olmadığı,
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin 16.07.2010 tarihli ve 2285 sayılı raporuna göre; çizgisiz kağıda bilgisayar yazıcısı ile düzenlenmiş olan senetteki imzanın katılanın eli ürünü olduğu, senedin adres bölümünde yer alan “… Cad. … İşh. No:… …/…” ve “…” yazılarının metindeki diğer yazılardan renk tonu, yazı kalibrasyonu ve harf aralıkları bakımından farklı olduğu,
Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin 24.09.2012 tarihli ve 6902 sayılı raporuna göre; suça konu üzerinde imza ile printer yazısına ait noktaların kesiştiği yerlerde kazıma işlemi yapılarak mikroskop altında inceleme yapıldığı ancak gerek sınırlı alanda çakışma olması gerekse kalem mürekkebi ve printer yazısına ait partiküllerin her ikisinin de siyah renkte olması nedeniyle hangisinin altta hangisinin üstte olduğu hususunda bir tespite gidilemediği,
Yapılan yargılama sırasında 21.03.2008 tarihli duruşmada; sanık … müdafisi tarafından taşınmaz satış sözleşmesi, fesih sözleşmesi ve taahhütname ile iki adet ödeme belgesi fotokopilerinin ibraz edildiği, taşınmaz satış sözleşmesi ve iki adet ödeme belgesi asıllarının katılana geri verilmiş olduğunun, fesih sözleşmesi ve taahhütnamenin ise aslının mahkemeye verileceğinin belirtildiği,
Kemer Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/16632 soruşturma sayılı dosyasında; sanık … müdafisi tarafından Mahkemeye ibraz edilen taşınmaz satış sözleşmesi fotokopisi, fesih sözleşmesi ve taahhütname aslı ile iki adet ödeme belgesi fotokopilerine istinaden özel belgede sahtecilik suçundan başlatılan soruşturma sırasında … Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü Grafoloji ve Sahtecilik Uzmanı tarafından düzenlenen 23.07.2008 tarihli bilirkişi raporuna göre; “Ödeme Belgesi” başlıklı; “… ili … ilçesi 71 Ada…” ifadesiyle başlayıp “…2.000.000 Euro (ikimilyoneuro) tarafımdan …’dan alınmıştır.” ifadesiyle son bulan belge fotokopisindeki “…” isim yazısı altındaki imzanın, “…” müşteri numaralı imza örneği üzerinde atılı bulunan imzanın kopya yoluyla transfer edilmesi suretiyle tahrifen oluşturulduğu; “Belge” başlıklı, “… ili … ilçesi 71 Ada…” ifadesiyle başlayıp “…7.000.000 Euro satış bedeli … tarafından tamamı tarafıma ödenmiştir. Başkaca alacağım kalmamıştır.” ifadesiyle son bulan belge fotokopisindeki “…” isim yazısı altındaki imzanın, 31.08.2005 tarihli belge üzerinde … adına atılı bulunan imzanın kopya yoluyla transfer edilmesi suretiyle tahrifen oluşturulduğu; “Gayrimenkul Satış Sözleşmesi” başlıklı belge fotokopisindeki “…” isim yazısı altındaki imzanın, “Belediye Başkanlığı’na …” hitaplı 03.09.1996 tarihli dilekçe üzerinde … adına atılı bulunan imzanın kopya yoluyla transfer edilmesi suretiyle tahrifen oluşturulduğunun belirtildiği ancak taşınmaz satış sözleşmesi ve iki adet ödeme belgesinin tasdiksiz fotokopi olmaları nedeniyle belge olarak kabulünün mümkün olmadığı gerekçesiyle yasal unsurları oluşmayan özel belgede sahtecilik suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, fesih sözleşmesi ve taahhütname aslına ilişkin olarak ise sanıklar …, …, … ve …’ın eylem birliği içerisinde hareket ederek sanık …’in katılanın rızası dışında imzalattığı boş sayfayı fesih sözleşmesi ve taahhütname olarak sonradan düzenlemek suretiyle içerik itibarıyla sahte olan bu belgeyi Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava dosyasına ibraz ettikleri ve bu şekilde atılı özel belgede suçu işledikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sırasında Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 18.03.2011 tarihli raporuna göre; “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname” başlıklı belgede katılana atfen atılan imzanın mürekkepli kalemle atılmış olduğu ve bu imzanın, mukayese için gönderilen 03.09.1996 tarihli “Belediye Başkanlığına …” hitaplı dilekçe, “Tutanak” başlıklı belge, “31.08.2005 tarihli belge” ile “…” müşteri nolu belgedeki imzalardan aktarıldığına veya türetildiğine dair bulgu saptanmadığının belirtildiği, Mahkemece sanıklar hakkında suça konu “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname” başlıklı belgenin sahte olarak düzenlendiği veya katılandan hile yolu ile boş belgeye imza alındığına dair yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle verilen beraat kararının Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince eksik araştırma ile karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmesi üzerine devam eden yargılamada dosyanın sanıklar …, …, … ve … hakkında yürütülen nitelikli dolandırıcılık dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği,
Kemer Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/2248 soruşturma sayılı dosyasında ise; suça konu 7.658.000 Euro tutarındaki senede ilişkin olarak yürütülen soruşturmada imzalı bir kağıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip hukuki sonuç doğuracak şekilde dolduran kişinin eyleminin belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu ve sanıklar …, …, … ve …’ın resmî belgede sahtecilik suçunu da işledikleri iddiasıyla kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sırasında dosyanın aynı sanıklar hakkında “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname” başlıklı belgeye ilişkin olarak yürütülen özel belgede sahtecilik dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği,
Birleşen dosyada Yerel Mahkemece 21.11.2018 tarih ve 102-444 sayı ile; sanıklar …, …, … ve … hakkında resmî ve özel belgede sahtecilik suçlarından zamanaşımı nedeniyle verilen düşme kararının Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleştiği,
Katılan vekili tarafından 07.05.2007 tarihinde Kemer İcra Hukuk Mahkemesinde açılan suça konu senetteki imzaya itiraz davasına ilişkin evrakın UYAP Bilişim Sistemi üzerinden incelenmesinde; Kemer İcra Hukuk Mahkemesince 02.06.2008 tarih ve 70-73 sayı ile davacının davasının reddine karar verildiği, davacı vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesince 01.10.2009 tarih ve 16191-17640 sayı ile hükmün onanmak suretiyle kesinleştiği,
Katılan vekili tarafından 11.06.2007 tarihinde Kemer 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan menfi tespit davasına ilişkin evrakın UYAP Bilişim Sistemi üzerinden incelenmesinde; Kemer 1. Asliye Hukuk Mahkemesince 29.05.2018 tarih, 394-200 sayı ve “Dosyalarda taraflar arasında ticari ilişkinin mevcut olduğu yönüyle ispat sağlanamadığı gibi, davalıların iddialarının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, ticaret hayatında bedelleri bu kadar yüksek meblağlı olan işlerin usulüne uygun olmayan basit belgelerle yapılmış olması, ödemelerin bankadan değil elden yapıldığı, belgelerdeki bir kısım eklemelerin sonradan yapıldığının bilirkişi raporu ile tespit edilmesi halleri hep birlikte değerlendirilerek, mahkememizce davacının davalılar tarafından ceza dosyasında da belirtildiği üzere kandırıldığı vicdani kanaatine varılmıştır.” şeklindeki gerekçe ile katılanın Kemer İcra Müdürlüğünün 2007/849 esas sayılı dosyasındaki 06.09.2005 düzenleme, 06.03.2007 ödeme tarihli ve 7.658.000 Euro miktarlı senetten ve işlemiş faizinden dolayı sanıklara karşı borçlu olmadığının tespitine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Her iki olaya ilişkin olmak üzere;
Katılan … soruşturma evresinde; …’de bir çok gayrimenkulü olduğunu, bunların bir kısmının kirada olduğunu, genellikle …’da oturduğunu, son 5 yıl içerisinde …’e hiç gelmediğini, sadece 2006 yılbaşında geldiğini, gayrimenkullerinin kiralarını yanında işçi olarak çalışan sanık …’in 2000 yılından itibaren topladığını ve kendisinin banka hesabına yatırdığını, ayrıca bazı işlerini de yürüttüğünü, …’e geldiğinde yaptığı bu işlerle ilgili belgeleri imzalattığını, bazen bu şekilde 10-15 kadar evrak imzaladığını, sanık …’in suça konu senedi de bu belgeler arasında imzalatmış olabileceğini, senetteki imzanın kendisine ait olup olmadığından da emin olmadığını, sanıklar … ve … ile bir ticari ilişkisinin bulunmadığını, sanık …’nin adını 1999 yılında aday olmasından dolayı duyduğunu, halıcılık yaptığını bildiğini, …’da bulunduğu dönemde sanık …’in topladığı kira bedellerinde bir aksaklık olduğunu görünce …’e gelerek bankadaki hesaplarını kontrol ettirdiğini,
Kovuşturma evresinde; sanık …’e otel, dükkan ya da herhangi bir taşınmazını satmadığını, kendisinden para almadığını, sanık …’in telefon, elektrik, kira sözleşmesi gibi bir kısım belgeleri zaman zaman kendisine imzalattığını, dava konusu yapılan senedi de bu tür belgeler arasında bakmadan imzalamış olabileceğini, bilerek ve isteyerek böyle bir senet imzalamadığını, sanık …’in bu senedi diğer sanıklar … ve …’e sattığını düşündüğünü, kendi özgür iradesi ile herhangi bir şekilde bir senet imzalayıp sanıklar …, …, … ve …’a vermediğini, bankadaki hesabından sanık …’in para çekme yetkisinin bulunmadığını, banka müdürüne hesabından para çekilip sanık …’e ödenmesi yönünde sözlü, yazılı ya da telefonla talimat vermediğini, çekilen paraların bilgisi dışında harcandığını, 06.01.2005 tarihli belge başlıklı yazıyı sanığa kendisinin verdiğini, imzanın da kendisine ait olduğunu, bu belgenin içeriğinde yazılanlar için düzenlenip verildiğini, 19.02.2007 tarihli fotokopisi gösterilen belgedeki imzanın da kendisine ait olduğunu, 65.000, 100.000, 5.155 ve 10.000 Euro’luk dekontlarda imzasının olmadığını, 141.427,51 Euro’luk dekonttaki imzanın kendisine ait olmadığını,
Tanık … aşamalarda; … Noterliği başkatibi olarak çalıştığını, 19.02.2007 tarihinde katılanın kendisini çağırdığını, … Sürücü Kursunun altında bulunan bürosuna gittiğinde sanıklar … ve …’ın da orada olduğunu, katılan ile sanık …’in kendi aralarında hiçbir resmiliği olmayan 06.01.2005 tarihli bir sözleşme yaptıklarını ve daha sonra bu sözleşmeyi iptal etmek istediklerini söylediklerini, göstermiş oldukları sözleşmeye bakarak yine aynı sözleşmenin arkasına dosyada fotokopisi bulunan yazıyı yazdığını, kendilerinin de bu fesih metninin altını imzaladıklarını,
Tanık … soruşturma evresinde; … PTT’sinde posta dağıtıcısı olarak görev yaptığını, katılanı tanıdığını, katılana gelen tebligat ve diğer posta evrakını … Caddesi’ndeki bürosuna götürerek işçisi sanık …’e tebliğ ettiğini, sanık … ile katılanın arası açıldıktan sonra sanık …’in işten ayrıldığını duyduğunu, bundan sonra gelen tebligatları sanık …’in yerine işleri takip eden sanık …’a yine belirttiği adreste tebliğ etmeye başladığını, ancak Kemer İcra Müdürlüğünden gelen ödeme emri henüz dağıtıma girmeden sanık … ile sanık …’ın PTT Müdürlüğüne gelerek posta servisine herhangi bir tebligat olup olmadığını sorduklarını, yanında çalışma arkadaşları …, …, … ve …’in de olduğunu, sanıklara henüz posta dağıtım listelerinin verilmediğini, 1-2 saat sonra gelmelerini söylediğini, çıkıp gittiklerini ve aynı gün içinde tekrar ayrı ayrı geldiklerini, sanık …’in daha önce gelerek kendisine ait tebligatı aldığını, bir müddet sonra sanık …’ın gelerek katılana ait ödeme tebligatını PTT’de elden teslim aldığını, bu tebligatı dağıtım için henüz yeni teslim almış olduğunu ve tebligatın yeni geldiğini, dağıtmak için daireden çıkmadan ve henüz katılanın yazıhanesine gitmeden sanık …’ın daireye gelerek söz konusu tebligatı kendisinden teslim aldığını,
Kovuşturma evresinde; mesainin saat 08.30’da başladığını, dağıtımı yapılacak tebligatların listesinin hergün saat 10.00 veya 11.00 gibi kendisine verildiğini, sanıklar … ve …’ın o gün mesai başladıktan sonra ancak henüz listeler kendisine verilmeden geldiklerini, tekrar listeler dağıtıldıktan sonra saat 10.00-11.00 gibi geldiklerini, ödeme tebligatını PTT’de verdiği tarihte katılanın başka tebligatının olmadığını, iş yoğunluğundan dolayı “İlgili şahsın PTT’ye müracaatı sonucu PTT’de tebligatı tebliğ ettim.” şeklinde şerh yazmayı unuttuğunu, başka şahıslar tebligatları olup olmadığı yönünde müracaat ettiklerinde gerekli meşruhatı yazarak tebliğleri dairede yaptıklarını, sanıklar … ve …’a daha önceden dairede tebliğ yapmadığını, bilgisayar kullanmasını bilmediğini, sanıklar … ile …’ın ikinci kez geldiklerinde birlikte mi yoksa ayrı ayrı mı geldiklerini bilmediğini, birinin postanenin bir köşesinde diğerinin başka köşesinde durduğunu, sanık …’e ait tebligat ile sanık …’a yapılan tebligatın her ikisini de kendisinin tebliğ ettiğini, postanede sanık …’a tebliğ yaptıktan 10-15 gün kadar sonra mektup dağıtırken katılanın bürosuna gittiğinde büroda katılanın sanık …’a herhangi bir tebligat tebliğ edip etmediğini sorduğunu, tebliğ ettiğini söylediğini,
Tanık … aşamalarda; katılanın kiracısı olduğunu, sanık …’in katılanın kiralarını topladığını, 1,5 ay kadar önce işten ayrıldığını, senet olayı ortaya çıktıktan sonra sanık … ile konuşurken “Benim elimde daha çok belgeler var başka şeyler yaparım canım isterse, iyi ki kiracılarla ilgili belgelerin hepsinin fotokopisini almışım.” dediğini, kendisine bu kadar ekmeğini yediğini, kötülük yapamayacağını söylediğini, …’in de “Niye yapmayayım ki, o ben göndermeseydi çıkarmasaydı kendisi böyle istedi.” dediğini, katılanın 20 yıldır kiracısı olduğunu ve … Otel’i sanık … veya …’ye sattığına ilişkin hiçbir şey duymadığını, sanık …’yi yaklaşık 18 yıldır tanıdığını,
Tanık … aşamalarda; sanık …’in katılanın yanından ayrılmasından sonra bir gün sanık …’den olan alacağını almak için …’in üzerindeki bürosuna gittiğini, konuşma sırasında “…’ya neden böyle yaptın?” diye sorduğunu, sanık …’in “Ben ona senelerimi verdim. Senelerce yanında çalıştım sonuçta herhangi bir malım olamadı. … benle uğraşmaya devam ederse başına neler geleceğini kendi düşünecek bir gecede bütün mal varlığını kaybedebilir, sıfıra çıkabilir, akıllı olsun, kiracılar da buna uyarlarsa onlarında başını yakarım, çok kısa sürede bekleyin görün neler olacak … ağa neler imzaladığının hiç farkında değil, farkına varmadan imzaladığı kağıtlar benim teminatım benim geleceğim. Bu belgeler için bazı şahıslar bana milyonlar teklif etmekte. Ama ben olmaz diyorum, biraz bekleyip duruma göre hareket edeceğim.” dediğini,
Tanık … aşamalarda; katılanın oğlu olduğunu, avukat …’in söylediğine göre suça konu senedi hazırlayanların babasının daha önceki avukatı olan …, babasının eski muhasebecisi olan sanık … ve tanık … olduğunu ayrıca avukat …’in suça konu senedi icra koyması için adı geçenlerin getirdiğini ancak kabul etmediğini söylediğini, bunun üzerine senedi … Barosu avukatlarından soy ismini bilmediği … isimli avukata vererek takibe koymasını istediklerini, kendisinin tanık …’e satmış olduğu … ilçesindeki 670 parsel sayılı arsanın satışından sonra babası ile tanık …’in bu konuda mahkemelik olduklarını, büyük olasılıkla tanık … davayı kaybedeceği ve arsa ellerinden gideceği için tedbir olarak böyle bir senaryo hazırlandığını, avukat …’ın kendisine “Elimde …’ün bütün mallarını alacak kadar evrak var, bu evrakları işleme koyduğumda … ve ben de bundan pay alacağım.” dediğini, …’i aradığında “Ben sadece bankalardaki hesapların ve tapudaki yerlerin nokta atışını verdim, bu seneti düzenleyen … ….” diyerek senedi bizzat …’ın düzenlediğini itiraf ettiğini,
Tanık … aşamalarda; 19 yıldır …’de ticaret ve esnaflıkla uğraştığını, 2003 yılında katılanın oğlu tanık …’den … girişindeki 15 dönüm araziyi imarsız hâliyle 1.050.000 Dolar karşılığında satın aldığını, daha sonra tanık …’ün babası katılanın kendisine karşı dava açtığını ve oğlu tanık …’ün bu arsayı muvazaalı şekilde sattığını iddia ettiğini, açtığı dava ile elinden arsayı almak üzere olduklarını, ancak kesinlikle kendisinin senet olayı ile ilgisinin bulunmadığını, sanık …’yi …’de herkesin tanıdığını, kendisinin de arkadaşı olduğunu, sanık …’den ofis satın aldığını, sanık …’i hemşehrisi olması nedeniyle tanıdığını ve …’de birkaç kez gördüğünü, katılan ile ne gibi bir ticari ilişkisi olduğunu bilmediğini ancak mutlaka bir ilişkileri olduğunu,
Tanık …; 1978’den beri katılanın yanında çalıştığını, 2001 yılında yanından emekli olduktan sonra da çalışmaya devam ettiğini, sanık …’ın damadı olduğunu, 2006 yılında katılanın şoförlüğünü yapmaya başladığını, sanık …’a tebligat olayını sorduğunda “Baba sen beni tanırsın, kesinlikle böyle bir şey yok. Ben aldığım tebligatların hepsini …’e teslim ettim. Başka hiçbir bilgim yoktur.” dediğini, tanık … ve katılanın eşi …’ün kendisini defalarca arayarak sanık …’ı etkilemesini ve belirttikleri şekilde ifade vermesini sağlamasını istediklerini, … Otel’in satışı ile ilgili herhangi bir şey duymadığını, son 5 yıl içinde katılanın evinin alt tarafındaki bir arsayı sıkıştığından dolayı sattığını bildiğini,
İfade etmişlerdir.
Sanık … soruşturma evresinde; 1993 yılında katılan …’e ait …’de bulunan … Otel’de muhasebe elemanı olarak işe başladığını, 2006 yılı sonunda işten ayrıldığını, çalıştığı süre boyunca katılanın …’deki mal varlığıyla ilgili işleri yürüttüğünü ve alacak verecek işlerinin takibini yaptığını, 2002 yılında katılan ile oğlu tanık … arasında iş yerlerinin işletilmesi ve mülkiyeti ile ilgili anlaşmazlıklar çıktığını, karşılıklı davalar açtıklarını, bunun üzerine katılanın 2002 yılında …’a yerleştiğini, …’e altı ayda bir 10-15 günlüğüne tatil için gelmeye başladığını, bu süreçte katılan ve eşi tanık …’ün kendisine …’deki gayrimenkullerinin alımı satımı, kiraya verilmesi, kira bedellerinin toplanması gibi yetkileri içeren birden çok vekaletname verdiklerini, ayrıca katılanın kredi kartı borçları, araç taksitleri, her türlü faturaları, hukuk mahkemelerindeki dava harçları, avukatlık ücretleri, ofis ve muhasebe giderleri ile mal varlıklarının idaresi sırasında ortaya çıkan diğer giderlerin ödemelerini yaptığını, 2006 yılında katılanın …’de bulunan bir gayrimenkulünü 1.650.000 Euro karşılığında sattığını ve o dönem …bankası … Şubesi müdürü olan sanık … ile anlaşarak parayı … bankası … Şubesindeki hesabına yatırdığını, bu paranın zaman içerisinde katılanın ihtiyaçları doğrultusunda ve onun talimatıyla harcandığını, 2006 yılı içerisinde değişik tarihlerde 141.427 Euro, 65.000 Euro, 10.000 Euro, 10.000 Euro ve 5.155 Euro meblağındaki virman işlemleri ile 100.000 Euro nakdi ödemenin katılanın banka müdürüne verdiği telefon talimatlarıyla gerçekleştiğini, bu paraların kendisi tarafından tamamen katılanın giderlerine harcandığını, uzun yıllardır katılanın binlerce işlemini yaptığı için bu paraları ayrıntılı olarak nereye harcadığını tek tek söyleyemediğini, söz konusu bu altı ayrı işlemden önce katılanın kendisini de arayıp bankaya gitmesini istediğini, 100.000 Euro nakit ödenmesine ilişkin dekontun birini bankada imzaladığını, diğer dekontu ise kargo ile …’a gönderdiğini, katılanın da imzalayıp geri gönderdiğini ve bankaya teslim ettiğini, 65.000 Euro’nun 40.000 Euro’sunu katılanın Ankara’daki avukatı …’ın, 30.000 TL’sini de katılanın …’daki avukatı …’ın hesabına gönderdiğini, küçük miktarda muhtelif ödemelerini de hallettiğini, diğer 5.155 Euro ile iki adet 10.000 Euro tutarındaki virmanların da katılanın borçlarına dağıtıldığını, ilgili kişileri kendisinin tanıması, hesaplarını bilmesi ve internet bankacılığını kullanmasının işleri kolaylaştırdığını ve bu nedenle işlemlerin katılanın değil de kendisinin hesabından yapıldığını, ayrıca kendisinin katılanın hesabından para çekme yetkisinin bulunmadığını, dekontların bazılarının katılana daha sonra imzalattırıldığını, bazılarının ise imzasız kaldığını, katılanın kendisine verdiği 06.01.2005 tarihli yetki belgesinin arkasına karşılıklı olarak birbirlerini ibra ettiklerini içeren yazıyı 19.02.2007 tarihinde yazıp imzaladıklarını, sanık …’ı …’de siyaset ile uğraştığından tanıdığını, sanık …’u tanımadığını, sanık …’ın ise katılanın şoförlüğünü yaptığını, kendisi ayrıldıktan sonra sanık …’ın katılanın muhasebe işlerini yürüttüğünü, 7.650.000 Euro tutarındaki senet hakkında hiçbir şey bilmediğini, gösterilen senet fotokopisindeki imzanın katılanın imzası olduğunu, bildiği kadarıyla katılanın sanık … ile herhangi bir ticari ilişkisinin bulunmadığını, bu senedi başka belgeleri imzalatırken katılana imzalatmadığını, katılanın da hiçbir belgeyi okumadan imzalamadığını, katılanın … Bankası … Şubesindeki hesabının öğrenilmesi olayı ile bir ilgisinin bulunmadığını, ödeme emrinin tebliği için sanık … ile birlikte PTT’ye gitmediğini,
Kovuşturma evresinde ise; katılanın oğlu tarafından maliyeye şikâyet edildiğini söyleyerek hesabında para görülmesini istemediğini, bu nedenle bir kısım ödemelerini kendisine ait hesap üzerinden yaptırdığını, katılanın bankaya talimat vermesi ile bankadan para çektiğini, bu paralardan 141.427 Euro ve 100.000 Euro’yu kendisinin kat karşılığında yaptığı dükkanlardan katılanın eşi için aldığı dükkanların bedeli olarak kendisine verdiğini, 65.000 Euro’yu katılanın … ve …’daki avukatlarına gönderdiğini, diğer paralar ile de katılanın kredi kartları borçlarını ödediğini, kendi işleri için katılanın yanından ayrılmak zorunda olduğunu bildirince katılanan bunu kabul etmediğini, senetler imzalatmak istediğini, imzalamayınca hakkında şikâyetçi olduğunu, katılanın …’de bulunan ve kiraya verdiği taşınmazları için avukat tarafından taslak olarak hazırlanan sözleşmelerin sadece taraf ve kiralanan yer bilgilerini düzelterek hazırladığını, …’e geldiğinde katılanın bu sözleşmeleri kiracı ile birlikte imzaladıklarını, kendisinin katılana rutin belgeler imzalatmadığını, katılanı yanıltarak da belge imzalatmadığını,
Sanık … soruşturma evresinde 21.08.2007 tarihli ifadesinde; 22 yıldır …’de halıcılık ve kuyumculuk yaptığını, aynı zamanda acente sahibi olduğunu ve turizm ile ilgilendiğini, katılanı ve sanık …’i tanıdığını, 2004 yılı Ekim ayı içerisinde katılanın otelini satacağını çevreden duyduğunu, bürosuna gidip sorduğunda “Oğlum burada huzurum kalmadı, satıp başka bir yere gideceğim.” dediğini, bunun üzerine yurt dışında tekstil işi ile uğraşan arkadaşı sanık …’i aradığını, …’de yatırım yapılabilecek bir yer olduğunu söylemesi üzerine sanık …’in …’e geldiğini, birlikte katılanın yanına gittiklerini, pazarlık yaptıklarını, yanlarında başka bir kimsenin olmadığını, katılanın 12.000.000-13.000.000 TL istediğini, bunun da 7.500.000 Euro’ya karşılık geldiğini, sanık …’in biraz ikram yapmasını istediğini, katılanın çocukları ile sorunları olduğunu söyleyip 5-6 aylık süre istediğini, bu görüşmeden yaklaşık 15 gün sonra sanık …’in 3.500.000 Euro’ya yakın para gönderdiğini, bunu katılana verdiğini ve buna ilişkin belge aldığını, 1,5-2 ay kadar sonra 2.000.000 Euro civarında para gönderdiğini, katılana verip belge aldığını, sanık …’in 3 ay kadar sonra kalan 1.500.000 Euro’yu da gönderdiğini, kendisinin de katılana verdiğini, bu şekilde toplam 7.000.000 Euro civarında parayı katılana ödediklerini, daha sonra katılanın oteli başkasına devrettiğini 2005 yılının Ocak ayında duyduğunu, katılan ile telefonda görüştüğünde “Kusura bakmayın.” dediğini, katılanın aldığı para karşılığında 7.658.000 Euro bedelli senedi imzalayıp kendisine verdiğini, senedi alınca elindeki belge asıllarını katılana verdiğini, 10-15 gün sonra senedin arkasını imzalayıp sanık …’e verdiğini, kendisinin sadece aracı olduğunu, katılana paraları bankadan havale etmeyi önerdiğini ancak katılanın hakkında inceleme olduğunu, problem olabileceğini söylediğini, bu nedenle nakden elden teslim ettiğini, 27.05.2008 tarihli yazılı savunmasında; sanık …’in, Rus ortaklarının Türkiye’de yatırım yapmak istediklerini ve cazip bir iş olursa kendisine haber vermesini istediğini, katılanın sahibi olduğu … Otelin satılacağını duyunca sanık …’i aradığını, …’e geldiğinde katılan ile görüştüklerini, fiyatta anlaşamadıklarını, daha sonraki dönemlerde ise katılan ile sanık … adına görüşmeleri yaptığını, beş maddelik gayrimenkul satış sözleşmesi düzenlediklerini, üç parça hâlinde gönderilen paraları katılana makbuz karşılığında verdiğini, sanık … bu paraları banka yoluyla gönderebileceğini söylemesine rağmen katılan o tarihlerde vergi incelemesine tabi olduğu ve paraların girişini maliyeden kaçırmak için elden istediğini, oteli sattığını duyunca katılan sorduğunda katılanın bunun doğru olduğunu ancak sanık … ile Rus ortaklarını mağdur etmeyeceğini, faiziyle birlikte parayı ödeyeceğini söylediğini, para teslim fişleri ile gayrimenkul satış sözleşmesini alarak ofisine gittiğini, karşılıklı oturup anlaşarak önce gayrimenkul satış sözleşmesini feshettiklerini, sonra da dört maddelik “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname” düzenlediklerini, daha sonra da kendisinin alacaklı gösterildiği 06.03.2007 vade tarihli senet düzenlediklerini, senedi katılanın ofisinde yanında bir çalışanı da olduğu halde kendisine teslim ettiğini, ödeme belgeleri ile gayrimenkul satış sözleşmesinin aslını katılana verdiğini, ayrıldıktan sonra katılana telefon açarak verdiği belgelerin fotokopilerini istediğini, o taraftan geçerken belge fotokopilerini katılandan teslim aldığını,
Kovuşturma evresinde ise; paraları verdikten sonra katılanın taşınmazın mülkiyeti konusunda sorun olduğunu söylediğini, sonradan tüm ödemeler karşılığında yanında imzaladığı bir senet verdiğini, senetteki yazıların nerede ve nasıl yazıldığını bilmediğini, sanık …’i başlangıçta tekstilci olarak bildiğini, sonradan kasaplık yaptığını da öğrendiğini, paraları getiren kişilerin kimliklerini sormadığını, kendisinin aracılık yaptığını, sadece komisyon için resmî bir anlaşması olduğunu, sanıklar … ve …’ı hiç tanımadığını,
Sanık … soruşturma evresinde 06.09.2007 tarihli ifadesinde; canlı hayvan ticareti ve ihracat yaptığı dönemde sanık … ile tanıştığını, birlikte siyaset yaptıklarını, gayrimenkul alıp sattıklarını, 2002 yılından itibaren Rusya ve Ukrayna’da ticaretle uğraştığını, tanıdığı iş adamlarını özellikle …’ya hem tatil hem de yatırım amaçlı getirdiğini, bir kısım Rus iş adamlarının Antalya bölgesinde turizm yatırımı yapmak istediklerini söylediklerini, sanık …’ye bu durumu anlattığını, 2004 yılında sanık …’nin …’de bulunan bir otelin uygun fiyata alınabileceğini söylediğini, gidip oteli ve altındaki dükkanları gördüklerini, uzun pazarlıklar sonucu sanık … vasıtası ile anlaşmaya varıldığını, sanık …’nin telefonla arayıp işin bittiğini söylediğini ve paranın yarısını göndermesini istediğini, sanık …’ye bir hesap açılmasını ve tapuyu da havale ile birlikte göndermesini söylediğini, katılanın paranın bankaya yatması hâlinde mali açıdan soruşturma geçirebileceklerini, bu yüzden çok vergi ödemek sorunda kalacaklarını ve zarar edeceklerini söylediğini, bu yüzden ödemenin elden yapılmasını istediğini, sanık …’ye katılanın güvenilir olup olmadığını sorduğunu, onun da şahsen katılana kefil olduğunu söylediğini, kendisinin toplu para çıkarmaktansa vadeler hâlinde ödemeyi uygun gördüğünü, istenen tarihlerde ödemeleri gönderdiğini ancak söz verildiği üzere otelin teslim edilmediğini, biraz beklemesi gerektiğinin söylendiğini, bunun üzerine Rus ortaklarını ile birlikte …’ya geldiğini, avukatları ile konuştuğunu, katılanın oğlu ile arasındaki davanın sonuçlanmasını beklemek gerektiğini, eğer tapuyu alacak olursa katılanın oğlunu çıkarmak için 2-3 yıl beklemek zorunda kalabileceğini söylediklerini, katılanın mal varlığının ödediği paranın çok üzerinde olduğunu tespit ettiğini, bu nedenle istenen süreyi verdiklerini, ancak sezon sonu gelmesine rağmen vaatleri yerine gelmeyince ödediği parayı geri istediğini ve akabinde suça konu senedi sanık … vasıtasıyla aldıklarını, bu olay nedeniyle Rusya’da çok sıkıntı yaşadığını, ticari itibarı ve şahsi güveninin zedelendiğini, sanıklar … ve …’ı tanımadığını, 19.06.2008 tarihli ifadesinde; fesih sözleşmesi ve para ödeme belge fotokopileri ile ilgisinin olmadığını, bunları bilmediğini, sanık …’nin katılana verdiği paralar karşılığında belgeler aldığını ve aralarında taşınmazın satışı hususunda sözleşme yaptıklarını söylediğini, daha sonra tapuda taşınmazın devri gerçekleşmeyince, daha doğrusu katılan tapuda taşınmazı devretmek istemeyince ödenmiş olan paraların karşılığında sanık …’nin katılandan senet aldığını, bu hususların tamamen kendisinin bilgisi dışında gerçekleştiğini, kendisinin sadece para gönderdiğini,
Kovuşturma evresinde ise; …’ya geldiğinde …’de yatırım yapmak istediğini sanık …’ye söylediğini, … isimli otelin dükkanları ile birlikte satılık olduğunu öğrenince katılanın ofisine gittiklerini, katılanın 14.000.000 istediğini, sanık …’nin “Bunu 12.000.000-13.000.000 TL’ye çekebiliriz.” dediğini, sonradan 7.000.000 Euro’ya satıldığını söyleyince kabul ettiğini, katılan ile sanık …’nin bir ödeme planı hazırladıklarını, buna göre bedelin yarısının peşin kalanının da iki taksitte ödenecek olduğunu, 3.500.000 Euro’yu … isimli kişi ile elden gönderdiğini, sonrasında 2.000.000 Euro’yu …, 1.500.00 Euro’yu da yanında çalışan … ile gönderdiğini, katılanın oğlu ile anlaşamadığını söyleyerek devri yapamayacağını bildirdiğini, ondan sonra senet vermeyi önerdiğini, paranın kullanma süresini de hesaplayarak dava konusu yapılan senedi verdiğini, sanık …’nin bu senedi ciro edip kendisine verdiğini, kendisinin de tahsil için avukatına teslim ettiğini, Rusya’dan Türkiye’ye banka ya da diğer yollarla karşılık göstermek suretiyle havale yapılması gerektiğinden söylediği kişilerle bu paraları elden gönderdiğini,
Sanık … soruşturma evresinde 16.05.2007 tarihli ifadesinde; katılanı ve sanık …’i tanıdığını, 1997-2000 yılları arasında katılana ait … Otel’de depo ve satın alma işinde çalıştığını, işten ayrıldıktan sonra 04.12.2006 tarihinde katılanın yanında tekrar işe başladığını ve özel şoförlüğünü yaptığını, 01.05.2007 tarihinde kendi isteği ile işten ayrıldığını, şoförlük yapmadığı saatlerde … Caddesindeki büroda işlere yardım ettiğini, postadan veya başka şekilde katılan adına gelen evrakı, kargoları ve mektupları katılanın bilgisi dahilinde teslim alıp açmadan katılana ulaştırdığını, şikâyet konusu olan tebligatı da bu şekilde büroda iken gelen postacıdan imza karşılığı teslim aldığını, bu sırada yanında kimse olmadığını, tebligatı sanık … ile birlikte PTT’ye giderek teslim almadığını, 2007 yılının Mayıs ayında katılanın kendisini eve çağırdığını, katılanın yanında damadı, kızı ve eşinin olduğunu, suça konu senede ilişkin tebligatı alıp kendilerine verip vermediğini sorduklarını, söz konusu tebligatı alıp katılana verdiğini söylediğini, “Biz böyle bir evrak almadık, alsaydık gereğini yapardık.” kendisini suçladıklarını, bunun üzerine işten ayrıldığını, sanık …’nin sadece ismini duyduğunu, sanık …’i ise hiç tanımadığını, suça konu senetten bilgisi olmadığını, aynı tarihli diğer ifadesinde; Mayıs ayının ilk günü akşam vakti katılanın damadı olan …’ün kendisini evine çağırdığını, yanında iki kişi daha olduğunu, tebligatı aldığını ve kendilerine ulaştırmadığını söylediklerini, alıp almadığını hatırlamadığını ve aldıysa da kendilerine vermiş olması gerektiğini söylediğini, bundan sonra da işe gitmediğini,
Kovuşturma evresinde ise; sanık … ve … arasında anlaşma olup olmadığını bilmediğini, gösterilen senedin nasıl düzenlendiğini bilmediğini, senedi görmediğini, tek başına ya da sanık … ile birlikte PTT’ye gidip katılan adına tebligat olup olmadığını sormadığını, gösterilen tebliğ belgesindeki imzanın kendisine ait olduğunu, tebligatı postacının getirdiğini, imza karşılığında aldığını ve ofiste bulunan katılana verdiğini, …’in zaten küçük bir yer olduğunu, katılana yapılan tebligatları zaman zaman aldıklarını,
Sanık … aşamalarda; 31.08.2006 tarihine kadar … … Bankası Şube Müdürü olarak görev yaptığını, katılanı banka müşterisi olması nedeniyle tanıdığını, sanık …’i ise katılanın … ilçesindeki tüm işlerini takip etmesi nedeniyle tanıdığını, katılanın … …’de bir gayrimenkulünü 1.650.000 Euro karşılığında sattığını, katılan ile görüşüp bu mevduatı bankaya kazandırdığını, şikâyete konu olan 6 adet işlemin toplamının 330.000 Euro civarında olduğunu ve katılanın telefonla verdiği talimat üzerine yapıldığını, katılanın bu işlemlerden önce yine telefonla bir çok kez işlem yaptırdığını, katılanı işlem yaptıracağı zaman kendisini aradığını ve hesabından kime ne kadar ödeme ya da havale yapılacağını söylediğini, işlemi gerçekleştirdikten sonra dekonta katılanın imzasını aldıklarını, bunun bankacılıkta güvenilir müşterilere sık sık uygulanan bir yöntem olduğunu, 06.03.2006 ve 03.03.2006 tarihli dekontlardaki imzaların bizzat katılan tarafından kendisinin yanında atıldığını, 21.08.2006 tarihli 100.000 Euro içeren dekonttaki imzanın ise kendisinin yanında atılmadığını, bu işleme ilişkin dekontun birisinde sanık …’in imzası olduğunu, sanık …’in bu imzayı kendisinin yanında attığını ancak katılan o sırada …’da olduğu için sanık …’in …’a gideceğini ve imzayı katılana attırıp geri getireceğini söylediğini, birkaç gün sonra da dekontu imzalı olarak geri getirdiğini, 19.04.2006, 20.04.2006 ve 01.05.2006 tarihli dekontlarda katılanın ve sanık …’in imzalarının olmadığını, katılan genellikle telefonla işlemini gerçekleştirip makbuzdaki imzasını daha sonra ikmal ettiğinden bu makbuzları imzalamadığını, işlerin yoğunluğundan bu belgelerin imzalatılmasının unutulduğunu, işlemlerin hepsinin kendisinin talimatı ile yapıldığını, sanık …’in katılanın temsilcisi olduğuna ve hesaplarına para yatırmaya ve borçlarını ödemeye yetkili olduğuna dair 06.01.2005 tarihli yetki belgesinin banka şubesinde olduğunu, bu belgeyi sanık …’in getirip verdiğini, belgenin aslının da sanık …’de olduğunu, katılanın isminin altındaki imzayı ise bizzat katılanın atıp atmadığını bilmediğini, sanık … tarafından yapılan tüm işlemlerin bu belgedeki yetkisine dayanılarak yapıldığını, banka çalışanları olan diğer sanıkların kendisinin bilgisi dahilinde sanık …’e ödeme yaptıklarını, bankacılıkta telefonla da bu tür ödemelerin yapılabildiğini, sanık …’in katılanın talimatı ile aldığı paraları onun bilgisi dışında ya da anlaşmalarına aykırı olarak harcayıp harcamadığını bilmediğini,
Sanıklar …, … ve … aşamalarda; banka görevlisi olduklarını, banka müdürü olan sanık …’in talimatı ile şikâyete konu işlemleri yaptıklarını, suçsuz olduklarını,
Savunmuşlardır.

IV. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konularına İlişkin Görüşler
Uyuşmazlık konularında isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından bankacılık zimmeti, hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma ve dolandırıcılık suçlarının açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
1- Bankacılık zimmeti suçu:
Arapça bir sözcük olan zimmet, Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “üstünde olan şey”, “kurum ve kuruluşlarda çalışanlara veya para işleri ile uğraşan görevliye imza karşılığı teslim edilen para veya eşya”, “bir kimsenin yasal olmayan yollardan üzerine geçirip ödemeye zorunlu olduğu para” şekillerinde tanımlanmıştır.
Zimmete geçirme ise; “suç konusu mal üzerinde, malikmiş gibi tasarrufta bulunmayı” ifade eder. Bu tasarruflar, suç konusu şeyin mal edinilmesi, amacı dışında kullanılması, tüketilmesi şeklinde oluşabileceği gibi bir başkasına satılması, verilmesi şeklinde de gerçekleşebilir.
Zimmet suçu, ilk olarak mülga 765 sayılı TCK’nın 202. maddesinde düzenlenmiş, buna göre 202. maddesinin 1. fıkrasında basit zimmet suçu, 2. fıkrasında ise eylemin “dairesini aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmiş olması” hâlinde nitelikli zimmet suçunun oluşacağı hükme bağlanmıştır.
3182 sayılı Bankalar Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde, banka personelinin bankanın mal varlığını temellüke yönelik eylemleri ile ilgili olarak istisnai bir düzenleme bulunmaması nedeniyle failin, 233 Sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında KHK’nın ekinde yer alan listedeki bankalardan birinin mensubu olması durumunda, 399 Sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi Hakkındaki KHK’nın 11. maddesinde yer alan “Teşebbüslerin ve bağlı ortaklıkların paralarına ve para hükmündeki evrak ve senetlerine ve diğer mevcutlarına karşı işledikleri suçlar ile bilanço, tutanak, rapor ve benzeri her türlü belge ve defterleri üzerinde işledikleri suçlar ile ifa ettikleri görevlerinden doğan suçlardan dolayı memur sayılarak haklarında Türk Ceza Kanununun 2 nci kitap üçüncü ve altıncı baplarındaki hükümler uygulanır.” düzenlemesi gereğince eylemi gerçekleştiren banka personeli 765 sayılı TCK’nın uygulanması bakımından devlet memuru sayılmakta ve fiilin 765 sayılı TCK’nın 202. maddesinde düzenlenen zimmet, eylemi gerçekleştiren banka personelinin bu listede yer almayan özel bir bankanın mensubu olması hâlinde ise fiilin 765 sayılı TCK’nın 510. maddesinde düzenlenen hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçunu oluşturabileceği yargısal kararlarla kabul edilmiş ve bu yöndeki uygulama da tereddütsüz sürdürülmüştür.
Gerek kamu bankaları gerekse özel bankalar olsun her ikisinin de yürüttükleri faaliyetin kamudan fon toplamak ve bu fonları kendileri veya kamu adına kullanmak olduğunu, bu açıdan bakıldığında zimmet suçunun doğurduğu sonuçlar yönünden kamu ile özel bankalar arasında herhangi bir fark bulunmadığını, kamu ve özel banka çalışanları arasındaki bu eşitsizliği dikkate alan ve zimmet suçunun banka mensupları tarafından banka varlıklarına karşı işlenmesi durumunda özel bir düzenlemeye gereksinim duyan kanun koyucu, bu amaçla 23.06.1999 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22. maddesinin 3. fıkrasıyla bankacılık zimmeti suçunu mülga 765 sayılı TCK’nın 202. maddesi ile uyum gösterecek şekilde ayrıca düzenlemiştir.
25.11.2000 tarihli ve 24241 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanun ile T.C. Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası ile Türkiye Emlak Bankasının özel hukuk statüsüne tabi anonim şirket hâline dönüştürülmesi sonucu kamu ve özel banka ayrımına ve adı geçen banka mensuplarının banka malını temellük eylemleri nedeniyle kamu görevlisi gibi cezalandırılmalarına son verilerek, bu kişilerin de 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabi olacakları kabul edilmiştir.
Zimmet suçu, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 247. maddesinde düzenlenmiş, buna göre 247. maddesinin 1. fıkrasında basit zimmet suçu, 2. fıkrasında ise eylemin “Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi” hâlinde nitelikli zimmet suçunun oluşacağı hükme bağlanmıştır.
Bu Kanun’dan sonra 01.11.2005 tarihli ve 25983 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve hâlen yürürlükte bulunan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde de ceza yaptırımı (miktarı) dışında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na benzer bir düzenleme öngörülerek, bankacılık zimmeti suçu ayrıca düzenlenmiştir.
Bu aşamada; gerek mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu, gerekse 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda yer alan bankacılık zimmeti suçunun konusu ve unsurları üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Bankacılık zimmeti suçu, mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun “Adli Suç ve Cezalar” başlıklı 22. maddesinin 3. fıkrasında;
“Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan oniki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. Bu fıkrada gösterilen suç, bankayı aldatacak ve fiilin açığa çıkmamasını sağlayacak her türlü hileli faaliyette bulunmak suretiyle işlenmişse faile oniki yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis ve meydana gelen zararın üç katı kadar ağır para cezası verilir. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi halinde mahkemece re’sen ödettirilmesine hükmolunur. Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir.” şeklinde,
01.11.2005 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve hâlen yürürlükte bulunan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun “Zimmet” başlıklı 160. maddesinin 1 ve 2. fıkralarında ise;
“Görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak veya senetleri veya diğer malları kendisinin ya da başkasının zimmetine geçiren banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları, altı yıldan oniki yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkûm edilirler.
Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde faile on iki yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası verilir; ancak, adli para cezasının miktarı bankanın uğradığı zararın üç katından az olamaz. Ayrıca meydana gelen zararın ödenmemesi hâlinde mahkemece re’sen ödettirilmesine hükmolunur…” şeklinde,
Düzenlenmiştir.
Mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 22. maddesinin 3. fıkrasında yazılı zimmet suçunun maddi konusunu; banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensuplarının görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıklar oluşturmaktayken, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde yazılı suçun maddi konusunu ise görevi nedeniyle zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu para veya para yerine geçen evrak, senetler ve diğer mallar oluşturmaktadır. 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nda bu suçun maddi konusunu oluşturacak malın bankaya ait olması aranırken, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda bu şarta yer verilmemiş olup malın zilyetliğinin faile görevi nedeniyle devredilmiş olması yeterli görülmüştür.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesine göre; mal, para veya evrak ya da senedin failin görevi gereği zilyetliğine devredilmiş olması veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olması gerekir. Failin zilyetliğinde olan ya da koruma veya gözetiminde bırakılan bir malı, kendisi ya da başkasının zimmetine geçirmesi veya malikmiş gibi tasarrufta bulunmasıyla suç işlenmektedir.
Zilyetlik kavramından anlaşılması gereken hukuki anlamda zilyetlik olup failin suç konusu mal, para veya evrak ya da senet üzerinde tasarrufta bulunmaya yetkili olması yeterlidir. Diğer bir anlatımla suç konusu mal, para veya evrak ya da senet üzerinde fiilen zilyet olunması aranmamaktadır.
Bankacılık zimmeti suçu sadece kastla işlenebilen ani hareketli bir suçtur. Zimmete geçirme fiilinin gerçekleştiği anda ve yerde tamamlanır. Kastın varlığından söz edebilmek için failin görevi nedeniyle zilyet olduğu malı, kendisinin veya başkasının zimmetine geçirme bilinç ve iradesinin bulunması gerekli ve yeterlidir.
2- Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu:
Güveni kötüye kullanma suçu TCK’nın 155. maddesinde;
“(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” şeklinde düzenlemiş,
Maddenin gerekçesinde de;
“Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir.” açıklaması yapılmıştır.
Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.
Suç, devir amacı dışında tasarrufta bulunma veya inkâr etme şeklinde icrai bir hareketle işlenebileceği gibi malı süresinde devretmeme veya malı güvenle saklamak üzere zilyetliği devralma hâlinde, bakım yükümlülüğünü bilerek yerine getirmeme gibi ihmali hareketle de işlenebilir (Centel/Zafer/Çakmut, s. 472.).
TCK’nın 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunu’muzun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir.” şeklinde açıklanmış, asli ve fer’i zilyetlik ise aynı Kanun’un 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer’î zilyettir.” biçiminde tanımlanmıştır.
Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.
Bu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde ise, daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli söz konusu olacaktır.
Meslek ve sanat, kişinin geçimini sağlamak için uğraştığı ve devamlılık gösteren işlerdir. Genellikle meslek ve sanat serbestçe yapılan ve bireylerin belli bir hizmeti almak veya yaptırmak için başvurdukları iş alanını ifade eder. Örneğin, televizyon tamirciliği, terzilik, dizgicilik, kuru temizlemecilik, matbaacılık, grafikerlik vs. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, genellikle meslek ve sanatta, aralarında hizmet ilişkisi olmayan kişiler bu mesleği yapanlardan bir hizmet satın almaktadırlar.
Ticaret, kişilerin özel ilişkilerini ilgilendiren alanlarda yapılan ve bir mal değişimini konu alan hareketlerdir. Failin ticari amaçla hareket etmesi yeterlidir. Tacir olması aranmaz. Ancak, mal sahibi olan mağdurun ticaret amacıyla hareket etmesine gerek bulunmamaktadır.
Hizmet ise hizmeti yapanla yaptıran arasında bir ilişkinin olmasını ifade eder. Hizmet ilişkisinin daimi olması zorunlu değildir. Ayrıca, suça konu eşya faile sürekli olarak ve tüm sorumluluğu ona ait olmak koşulu ile teslim edilmelidir.
Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi için, failin işi, mesleği, eşyanın hangi amaçla faile verildiği araştırılmalıdır.
Suçun nitelikli halleri arasında sayılan bir başka durum ise hangi nedenden doğmuş olursa olsun “başkasının mallarını idare etmek yetkisine sahip kimselerin” güveni kötüye kullanmasıdır. Maddede de açık bir şekilde belirtildiği gibi idare yetkisinin hangi nedenden doğmuş olduğu önemli değildir. Sözleşmeden doğmuş olabileceği gibi yasadan veya resmî makam veya merciler tarafından verilen bir karardan da bu yetki doğmuş olabilir (… Yaşar/Hasan Tahsin Gökcan/Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 4. Cilt, Adalet Yayınevi, 1. Baskı, 2010, Ankara, s. 4531-4532.).
Cezanın ağırlaştırılması sonucunu doğuran bu hâllerde, fail ile mağdur arasındaki hukuki ilişkiye dayanan güven ilişkisi daha yoğundur. Failin sıfatı, onun hukuki ilişkiye uyma konusunda daha özenli davranacağının bir göstergesi olmaktadır. Belli sıfata sahip kişilere karşı toplumda daha fazla güven duygusu vardır. Kişiler, meslek ve sanat icra edenlere, ticaret veya belli hizmeti görenlere, belli bir işi görüyor olmaları nedeniyle normal bir kişiye nazaran daha fazla güven beslerler ve bu güvene dayalı olarak zilyedi veya malik bulundukları malı fazlaca sorgulamadan belli bir maksatla muhataplarına teslim ederler. Suçu nitelikli hale getiren bu unsur, taraflar arasında güven ilişkisinin tesisini kolaylaştıran hâllerin kötüye kullanılmasını esas almaktadır. Bu ağırlaştırıcı nedenin uygulanması, malın teslimi ile failin sıfatı arasında nedensellik ilişkisi bulunmasına bağlıdır. Mal, faile, sadece sıfatından değil, aynı zamanda sıfatının doğurduğu bir ilişkiden dolayı teslim edilmiş olmalıdır (Centel/Zafer/Çakmut, s. 478; Özbek/Doğan/Bacaksız, s. 704, Mahmut Koca/İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Baskı, Ankara 2020, s. 728-729.).
3- Dolandırıcılık suçu:
Dolandırıcılık suçu ise 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde;
“Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
a) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
b) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
c) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891.) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453.), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, Beta Yayınevi, 4. Baskı, Eylül 2017, İstanbul, s. 502-503.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2020, s. 717.), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır.” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2020, s. 439.), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.” (Centel/Zafer/Çakmut, s. 509.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı konusunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, bu konuda olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren “Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle” dolandırıcılık suçu ise; suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 158/1-d maddesinde; “(1) Dolandırıcılık suçunun; …d- kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” şeklinde iken, suç tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle iki yıldan yedi yıla kadar hapis şeklindeki yaptırım üç yıldan on yıla kadar hapis olarak değiştirilmiştir.
Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde de; “Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseler olarak kabul edilmiştir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin suçun işlenmesinde kolaylık sağlayacağı düşüncesi, dolandırıcılık suçunda araç olarak kullanılmalarının cezayı ağırlaştıran nitelikli hâller arasında düzenlenmesine neden olmuştur (Özbek, Doğan, Bacaksız, s. 721.). Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi bakımından kamu kurum ve kuruluşları ile kamu meslek kuruluşlarına, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerine zarar verilmesi gerekli değildir. Önemli olan hileli davranışların icrasında bu kurum ve kuruluşların araç olarak kullanılmış olmasıdır. Kurum ve kuruluşların araç olarak kullanılmasından maksat, bu kurum ve kuruluşların adını geçirmek suretiyle dolandırıcılık fiilinin gerçekleştirilmesi değildir. Hileli davranışların icrasında bu kamu kurum ve kuruluşlarının maddi olarak kullanılmış olması gerekir (Mahmut Koca, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Baskı, Ekim 2020, Ankara, s. 748-749.). Araç olarak kullanmanın anlamı mağduru aldatmak için kamu kurumuna ait araç, bilgi ve belgelerin kullanılmasıdır. Kanun koyucu bunların hileli hareketle menfaat temin etme aracı olmasını istememiştir (Soyaslan, s. 447.).
Mağdur çeşitli hilelerle kandırılıp mal varlığı aleyhine haksız bir menfaat temin edilmek istenildiğinde kamu kurum ve kuruluşları hilenin bir parçası olarak kullanılmakta ve mağdur dolandırılmaktadır. TCK’nın 158/1-d bendinin uygulanması ve işlenilen dolandırıcılık suçunun nitelikli sayılması için dolandırıcılıkta yapılan hilede kamu kurum ve kuruluşlarının herhangi bir maddi varlığı kullanılmadan sadece isimlerinin kullanılması yeterli değildir. Bu nitelikli halin uygulanması için kamu kurum ve kuruluşlarının bir maddi varlığının-değerinin hilede vasıta olarak kullanılması gerekir. Basılı evrak, antetli kâğıt, ruhsat, rozet, kimlik, diploma gibi varlıkların kullanılması gerekir. Örneğin nüfus cüzdanları nüfus müdürlüğünün, polis kimliği, rozeti, rütbesi, elbisesi emniyet genel müdürlüğünün, diploma milli eğitim bakanlığının-ilgili üniversitenin, vergi dairesine ait kimlik ya da basılı evrak yine ilgili kurumun maddi varlıklarıdır. Tapunun araç olarak kullanılmasında sıklıkla; bir taşınmaz yerine başka bir taşınmaz gösterilmekte ve tapuda değeri düşük başka bir taşınmazın satışı yapılmaktadır. Sahte mahkeme kararıyla bir taşınmazla aidiyet oluşturulmakta ve tapuda satış yapılabilmektedir (Sami Öztürk, Açıklamalı-İçtihatlı Güveni Kötüye Kullanma Bedelsiz Senedi Kullanma Dolandırıcılık Suçları ve TCK Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 1. Baskı, Mayıs 2022, Ankara, s. 421-422.).
B. Somut Olaylarda Hukuki Nitelendirme
Katılan …’ün …’de bulunan … Otel’in sahibi olduğu ayrıca kendisine ait birçok iş yerini de kiraya verdiği, 1993 yılında … Otel’de muhasebeci olarak işe başlayan sanık …’nın 1997 yılından sonra katılan tarafından tüm gelir ve gider işlerini yapmak ile görevlendirildiği, bu kapsamda sanık …’in iş yerlerinin kiraya verilmesi, kira gelirlerinin toplanması ve paraların bankaya yatırılması yanında elektrik, su, telefon ve katılanın sair giderleri için harcama yapılması işlerini de gördüğü, katılanın 2002 yılından itibaren …’da yaşamaya başlaması nedeniyle de …’deki bütün işlerini sanık … vasıtasıyla takip ettiği ayrıca katılanın, sanık …’i … ve …’de bulunan mal varlıklarının idaresi, borçlarının ödenmesi, alacaklarının tahsili gibi tüm hususlarda yetkili ve temsilci kıldığına dair 06.01.2005 tarihli bir yazıyı da sanık …’e verdiği, katılanın zaman zaman …’e geldiğinde imzalaması gereken belgeleri sanık …’in katılana imzalattığı ve katılan ile sanık … arasında bir hizmet ilişkisinin bulunduğu tüm dosya kapsamı ile sabittir.
1- Olay-1’e İlişkin Hukuki Nitelendirme:
Katılanın 2006 yılı başlarında sattığı bir gayrimenkulün bedeli olan 1.650.000 Euro’yu o tarihlerde … Bankası … Şube müdürü olan sanık …’in girişimiyle söz konusu şubede açılan hesabına yatırdığı, katılanın 2007 yılı içerisinde bir kısım ödemelerinde aksaklık olduğunu öğrenmesi üzerine …’e gelip banka hesabını kontrol ettiğinde hesabından 03.03.2006 tarihinde çekilen 141.427,51 Euro ile 21.08.2006 tarihinde çekilen 100.000 Euro’ya ilişkin dekontlardaki imzaların kendisine ait olmadığını belirterek şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturmada 06.01.2005 tarihli para çekme yetkisi vermeyen yazı fotokopisine istinaden banka görevlileri olan sanıklar …, …, … ve …’ın katılanın hesabından sanık …’e 03.03.2006 – 21.08.2006 tarihleri arasında toplam 331.582,51 Euro ödeme yaptıkları, bu şekilde sanıklar …, … …, … ve …’un banka zimmeti suçunu işlediklerinin iddia edildiği, sanık …’in ise hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği kabul olunduğu (1) numaralı olayda her ne kadar Özel Dairece eksik araştırmaya dayalı olarak Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmiş ise de;
Katılanın hesabına 01.06.2006 ve 28.02.2006 tarihlerinde yatan toplam 1.650.000 Euro’dan sanık …’in hesabına 03.03.2006 tarihinde 141.427,51 Euro, 14.04.2006 tarihinde 65.000 Euro, 19.04.2006 tarihinde 10.000 Euro, 20.04.2006 tarihinde 10.000 Euro ve 01.05.2006 tarihinde 5.155 Euro havale edildiği ayrıca 21.08.2006 tarihinde 100.000 Euro’nun sanık …’e ödendiği, katılanın bankaya müracaat ederek 141.427,51 Euro havale ile 100.000 Euro ödeme işlemlerindeki imzaların kendisine ait olmadığını belirttiği, yapılan imza incelemesinde 03.03.2006 tarihli dekonttaki imzanın ise katılanın eli ürünü olduğu ve 21.08.2006 tarihli dekonttan birindeki imzanın katılanın eli ürünü olmadığı diğerindeki imzanın sanık …’in eli ürünü olduğunun belirlendiği, dava konusu diğer işlemlere ilişkin katılanın herhangi bir müracaatının bulunmadığı ve bu işlemlerde imza olmadığının banka müfettişi tarafından tespit edildiği, banka müfettişi tarafından düzenlenen raporda katılanın 2006 yılı içerisinde banka müdürü olan sanık …’e telefonda sanık …’e 150.000 Euro ödenmesi talimatı verdiğini beyan ettiği, üç gün arayla çekilen 141.427,51 Euro ve 8.573,25 Euro’nun toplamının 150.000,76 Euro olup katılanın ödenmesi talimatını verdiği tutara denk geldiği, 21.08.2006 tarihinde sanık …’e yapılan 100.000 Euro ödeme işlemine ilişkin olarak da aynı gün işlemden önce katılanın cep telefonunun aranıp görüşme gerçekleştirildiği, banka kayıtları ve sanık …’in hesap hareketlerinin incelenmesinde 141.427,51 Euro’nun 8.389,28 TL’lik kısmının katılan, kalanının ise tümüyle sanık …’in muhtelif ödemelerinde kullanıldığı, 100.000 Euro’nun 35.866,58 TL’sinin katılan, kalan kısmının ise sanık … ile ilgili ödemelerde kullanıldığı, 90.155 Euro’nun 41.325 Euro ve 30.575 TL’sinin katılan, kalanının ise sanık … ile ilgili çeşitli ödemelerde kullanıldığı, sanık …’e yapılan ödemelerin katılanın sanık …’i yetkilendirdiğine ilişkin 06.01.2005 tarihli yetki belgesine istinaden gerçekleştirildiği, dolayısıyla katılanın hesaplarından sanık …’e yapılan ödemelere ilişkin katılanın bilgisi, onayı ve talimatının bulunduğu, ancak sanık …’in aldığı paraların büyük bir kısmını zilyedliğin devri amacı dışında kendi menfaatinde kullandığı, olay nedeniyle bankanın bir zararı olmadığı gibi şube müdürü olan sanık … ile banka görevlisi olan sanıklar …, … ve …’un sanık … ile birlikte hareket ederek atılı bankacılık zimmeti suçunu işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak kesin, somut ve inandırıcı delil de bulunmadığı ve (1) numaralı olay kapsamındaki suçlar bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı,
Ancak, Yerel Mahkemenin direnme kararından önce CMK’nın 253. maddesinde 24.10.2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu TCK’nın 155/2. maddesinde düzenlenen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunun uzlaştırma kapsamına alınması karşısında, mahkemesince CMK’nın 223. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca durma kararı verilerek, aynı Kanun’un 253 ve 254. maddelerinde belirtilen esas ve usule göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanık …’nın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle sanık …’nın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükmün bozulmasına karar verilmesi gerektiği,
Kabul edilmelidir.
2- Olay-2’ye İlişkin Hukuki Nitelendirme:
Sanık …’in, katılanın imzalaması gereken belgeler arasında fark ettirmeden katılana 06.09.2005 düzenleme, 06.03.2007 vade tarihli ve 7.658.000 Euro tutarında suça konu senedi de imzalattığı ve bu senedi sanık …’a teslim ettiği, sanık …’nin de senet arkasına imzasını atarak senedi sanık …’e verdiği, sanık …’in katılan ile sanık … aleyhinde Kemer İcra Müdürlüğünün 2007/849 esas sayılı dosyasında icra takibi başlattığı, ödeme emrinin katılanın yanından çalışan sanık … tarafından 18.04.2007 tarihinde tebliğ alındığı ancak katılana verilmeyerek icra takibinin kesinleşmesinin sağlandığı, akabinde katılanın banka hesaplarından 1.373.198,26 TL’ye haciz işlemi yapılarak alacaklı sıfatıyla sanık …’e ödendiği ve bu şekilde sanıklar …, …, … … ve …’ın nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerinin iddia ve kabul edildiği (2) numaralı olayda her ne kadar Özel Dairece; sanık … tarafından dosyaya aslı ibraz edilen “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname” başlıklı belge içeriğini katılanın kabul etmemesi karşısında anılan belgede katılan adına atılmış imzanın katılanın eli ürünü olup olmadığı yönünde inceleme yapılması, ayrıca suça konu senet aslının Adli Tıp Kurumuna gönderilerek senedin düzenlendikten sonra mı katılan tarafından imzalandığının, yoksa önce boş kağıda kağıda imza alınıp sonra mı üstünün doldurulduğunun tespitinden sonra sanıklar …, …, … ve …’ın hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi gerekçesiyle, eksik araştırmaya dayalı olarak Yerel Mahkemenin nitelikli dolandırıcılık suçundan verdiği hükümlerin bozulmasına karar verilmiş ise de;
Dosyada mevcut bilirkişi raporlarına göre; suça konu senedin matbu senet olarak değil bilgisayarda düzenlenip yazıcıdan çıktısı alınmak suretiyle oluşturulduğu, senet ön yüzünde imza dışında el yazısının bulunmadığı, senedin adres bölümündeki yazılar ile keşideci ismine ilişkin yazının senet metnindeki diğer yazılardan renk tonu, yazı kalibrasyonu ve harf aralıkları bakımından farklı olduğu, keşideci imzası ile yazıcıya ait noktaların kesiştiği yerlerde kazıma işlemi yapılarak mikroskop altında inceleme yapıldığı ancak gerek sınırlı alanda çakışma olması gerekse kalem mürekkebi ve yazıcıya ait partiküllerin her ikisinin de siyah renkte olması nedeniyle hangisinin altta hangisinin üstte olduğu hususunda bir tespite gidilemediği, suça konu senedin keşideci imzasının katılanın eli ürünü olduğu ve olaydan önce katılanın çalışanı olan sanık … ile olay tarihinde katılanın çalışanı olan sanık …’ın suça konu senet ile bir ilgisinin bulunmadığını savundukları ancak tanık beyanına göre suça konu senet nedeniyle başlatılan icra takibine ilişkin ödeme emrinin sanıklar … ve … tarafından birlikte takip edilerek tebligat evrakı dağıtıma çıkarılmadan henüz postanede iken sanık … tarafından tebliğ alınmasının ve tebligatın katılana verilmeyerek itiraz süresinin geçirilmesinin sağlandığı, sanıklar … ile …’in ise katılanın sanık …’e satmak istediği … Otel karşılığında katılana üç parça hâlinde elden toplam 7.000.000 Euro ödeme yaptıklarını ve katılanın otelin devrini verememesi üzerine aldığı paranın faizini de hesap ederek suça konu senedi imzalayıp satış görüşmelerine aracılık yapan sanık …’ye verdiğini savundukları, ancak katılana ödendiği iddia edilen miktarın yüksek olması nedeniyle nakit olarak yurt dışından getirilmesinin, katılana elden ödenmesinin ve parayı sanık …’ten alıp sanık …’ye teslim ettiği iddia edilen kişilerin açık kimliklerinin bildirilmeyip bu teslimatlar için dahi belge alınmamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi, paranın katılana elden ödenme sebebine dair sanık …’in aşamalarda çelişkili beyanlarda bulunduğu, sanık …’nin yargılama sırasında otelin satışına delil olarak ibraz ettiği taşınmaz satış sözleşmesi ile iki adet ödeme belgesi fotokopilerinde yer alan katılana ait imzaların katılanın daha önce başka amaçlar ile attığı imzalardan kopya yoluyla transfer edildiklerinin belirlendiği, sanık …’in katılan ile birlikte senette ciro imzası bulunan sanık … aleyhinde de icra takibinde bulunduğu ancak sadece katılanan mal varlığına yönelik haciz işleminin yapıldığı, katılan vekili tarafından açılan menfi tespit davasında Kemer 1. Asliye Hukuk Mahkemesince 29.05.2018 tarih, 394-200 sayı ve “Dosyalarda taraflar arasında ticari ilişkinin mevcut olduğu yönüyle ispat sağlanamadığı gibi, davalıların iddialarının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, ticaret hayatında bedelleri bu kadar yüksek meblağlı olan işlerin usulüne uygun olmayan basit belgelerle yapılmış olması, ödemelerin bankadan değil elden yapıldığı, belgelerdeki bir kısım eklemelerin sonradan yapıldığının bilirkişi raporu ile tespit edilmesi halleri hep birlikte değerlendirilerek, mahkememizce davacının davalılar tarafından ceza dosyasında da belirtildiği üzere kandırıldığı vicdani kanaatine varılmıştır.” şeklindeki gerekçe ile katılanın suça konu senet nedeniyle sanıklara borçlu olmadığının tespitine karar verildiği, yine sanık …’nin ibraz ettiği “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname”nin dayanağını oluşturduğu ve feshedildiği iddia edilen “Gayrimenkul Satış Sözleşmesi”nde katılan adına atılı imzanın kopya yoluyla transfer edildiğinin bilirkişi raporu ile belirlenmiş olması karşısında “Fesih Sözleşmesi ve Taahhütname” aslındaki imzanın katılanın eli ürünü olup olmadığına yönelik inceleme yapılmasının dosya kapsamındaki delil durumunu değiştirmeyeceği ve mevcut deliller karşısında sonuca da etkili olmadığı ve (2) numaralı olay kapsamındaki suçlar bakımından da eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı,
Kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, direnme gerekçesi yönünden isabetli olduğuna, sanıklar …, …, … ve …’a atılı 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan verilen beraat hükümlerinin onanmasına, Yerel Mahkemenin direnme kararından önce CMK’nın 253. maddesinde 24.10.2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu TCK’nın 155/2. maddesinde düzenlenen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunun uzlaştırma kapsamına alınması karşısında, mahkemesince CMK’nın 223. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca durma kararı verilerek, aynı Kanun’un 253 ve 254. maddelerinde belirtilen esas ve usule göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanık …’nın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle sanık …’nın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükmün bozulmasına, sanıklar …, …, … ve …’a atılı nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen mahkûmiyet hükümlerine yönelik uygulamanın denetlenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Sanıklar …, …, … ve …’a atılı 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık …’ya atılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanıklar …, …, … ve …’a atılı nitelikli dolandırıcılık suçlarından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından ise çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Ceza Genel Kurulu Üyesi; eksik araştırma ile hüküm kurulduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
V. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Antalya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.11.2020 tarihli ve 328-269 sayılı kararında, sanıklar hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulmadığına ilişkin direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Sanıklar …, …, … ve …’a atılı 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan verilen beraat hükümlerinin ONANMASINA,
3- Yerel Mahkemenin direnme kararından önce CMK’nın 253. maddesinde 24.10.2019 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu TCK’nın 155/2. maddesinde düzenlenen hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunun uzlaştırma kapsamına alınması karşısında, mahkemesince CMK’nın 223. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca durma kararı verilerek, aynı Kanun’un 253 ve 254. maddelerinde belirtilen esas ve usule göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanık …’nın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle sanık …’nın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan mahkûmiyetine ilişkin hükmün BOZULMASINA,
4- Dosyanın, sanıklar …, …, … ve …’a atılı nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen mahkûmiyet hükümlerine yönelik uygulamanın denetlenmesi için Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, sanıklar …, …, … ve …’a atılı 5411 sayılı Kanun’a aykırılık suçu ile sanık …’ya atılı hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin uyuşmazlık konuları bakımından 22.02.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğu ile sanıklar …, …, … ve …’a atılı nitelikli dolandırıcılık suçlarından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından ise 22.02.2023 tarihinde yapılan müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamaması üzerine 05.04.2023 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.