Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/548 E. 2022/859 K. 28.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/548
KARAR NO : 2022/859
KARAR TARİHİ : 28.12.2022

Yargıtay Dairesi
:
Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık …’in TCK’nın 102/2, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca iki kez 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin … 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2019 tarihli ve 462-385 sayılı hükümlerin katılan mağdureler vekili, katılan … vekili ve sanık müdafileri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuş, dosyayı inceleyen … Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesince 03.12.2019 tarih ve 2917-2276 sayı ile istinaf başvuruları esastan reddedilmiş, bu kararın da katılan mağdureler vekili, katılan … vekili ve sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesi tarafından 12.03.2020 tarih, 1983-1971 sayı ve oy çokluğuyla onanmasına karar verilmiş,
Daire Başkanı B. Şahin ve Daire Üyesi … özetle; “…Katılanların bedenleri üzerinde yapılan eylemlerin tıbbi gereklere uygun olup olmadığı, bunu aşacak şekilde ve cinsel arzuları tatmin amacıyla yapılıp yapılmadığı hususlarında katılanlarda mevcut hastalık konusunda uzman bilirkişiden rapor alınıp gerektiğinde Adli Tıp Kurumundan da görüş sorulup sanığın üzerine atılı eylemleri cinsel saldırı amacıyla gerçekleştirdiğine dair delillerin nelerden ibaret olduğunun karar yerinde açıkça gösterilmemesi nedeniyle ilk derece mahkemesi tarafından kurulan mahkûmiyet hükümlerinin yerinde olmadığı anlaşıldığından, anılan hükümlere yönelik istinaf başvurusunun kabulü yerine yazılı şekilde esastan reddine karar verilmesinin yerinde olmadığı,” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 25.06.2020 tarih ve 10172 sayı ile “…Her iki mağdurenin de sanığın iddia edilen eylemlerinin niteliğini yorumlamada güçlük çektikleri, mağdure Remziye’nin olayı diğer mağdure …’ye anlattıktan sonra cinsel saldırıya uğradıklarını düşündükleri, hatta …’nin Remziye ile konuşana kadar bu konuda herhangi bir düşüncesinin de bulunmadığı, tereddütlerini gidermek için avukatla görüştükleri ve avukatın kendilerini ikna etmesiyle şikâyet etmeye karar verdikleri, şikâyetin … yönünden 33 gün, Remziye yönünden 23 gün sonra yapıldığı, evlilik yaşamış olan her iki mağdurenin yaşları ve sosyal durumları itibarıyla cinsel saldırıyı algılamada zorluk çekmeyecekleri gözetildiğinde şikâyette bulunmalarındaki gecikmenin hayatın olağan akışına uymadığı, her iki mağdurenin ayrıca tazminat davası da açtıkları, sanığın uyguladığı prosedürün tıbbi litaretüre uygun olmadığına dair bir saptamanın da bulunmadığı gözetildiğinde sanığa atılı suçların sübut bulmadığı,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulması üzerine CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 22.10.2020 tarih, 5255-4265 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 15.06.2021 tarih, 420-277 sayı ve oy çokluğuyla;
“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına, Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin istinaf isteminin esastan reddine dair kararının, sanığa atılı katılan mağdureler … ve Remziye’ye yönelik nitelikli cinsel saldırı suçlarının sabit olmadığının gözetilmeden istinaf isteminin kabulü yerine esastan reddedilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
… 4. Ağır Ceza Mahkemesi 14.06.2022 tarih ve 112-310 sayı ile;
“…Sanığın 28.09.2018 tarihinde katılan …’e klitorisini uyararak çıkan salgının teste gönderilmesi işlemini yapmak için 3 parmağını vajinasına sokmak suretiyle cinsel saldırıda bulunduğu, 11.10.2018 tarihinde de katılan …’a ‘genital bölgene baskı uygulayarak çıkan sıvıyı laboratuvara göndereceğiz’ diye cinsel saldırı içeren eylemlerine başladığı, katılanı etkilemek için laptopundan porno açarak gösterdiği, olumlu tepki alamayınca görüntüleri ilerleterek etkilenmiyor musun diye sorduğu, dudağından öpmeye kalkıştığı, katılan …’nin sanığın erekte olmuş penisini bacağında hissettiği, sonrasında sanığın iki parmağını katılanın vajinasına soktuğu anlaşılmıştır.
Her ne kadar sanık suçlamaları kabul etmemiş, sanık müdafiileri de katılanların ifadelerinin çelişkiler içerdiğini, dosyada somut ve yasal deliller olmadığını, el koyma ve dijital malzemeler üzerinde yapılan incelemelerin yasal olmadığını, bilgisayarında porno bağlantısı çıkmış olmasının sanığın başlı başına isnat edilen eylemleri gerçekleştirdiği anlamına gelmeyeceğini, her erkeğin porno izleyebileceğini, bilgisayara el koyma tarih ve saatine göre bilirkişinin raporda belirttiği silme saatinin dikkate alındığında bunu sanığın değil polisin yaptığı sonucunun çıktığını, kısa süreli de olsa tıklamalarla birçok porno bağlantısı yapılmış gibi bir sonuç çıktığını bu itibarla rapordaki bu sonucun kabul edilemez olduğunu, sanığın suçlandığı eylemle ilgili Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gerektiği, olay yerinde keşif yapılması ve kamera görüntülerinin incelenmesi gerektiği, Tabip Odasındaki idari soruşturmanın ve dava dışı Arzu Alaydın, Çiğdem Kınık gibi kişilerin ifadelerinin dosyada delil olarak değerlendirilemeceyeğini belirtmişlerse de;
Katılan …’ın mahkememizdeki ilk duruşma anlattıklarının son derece samimi olduğu, profesör doktor olan bir hekime güvenerek muayene olan ve bu sırada başından cinsel saldırı olayı geçen bir kadının an be an hissedişlerini öylece anlattığı, yargılamanın başında mahkemede oluşan tereddütleri tamamen gideren bir anlatım olduğu, neden hemen polise gitmediği, neden şikayetin geciktiği, neden avukat dilekçesiyle soruşturmanın başladığı sorularının cevap bulduğu, katılanın henüz bilirkişi raporu alınmamışken sanığın laptopta kendisine porno gösterdiğinden emin olduğunu, ancak o görüntülerin kaybedilmesinden endişe ettiğini belirten ifadelerinin yargılama süreci sonunda haklılığını ortaya koyduğu, katılan …’nin de daha önce uğradığı cinsel saldırının farkına varamaması hatta bunu tıp biliminin gereği sanmasının mahkemece anlaşılabilir bulunduğu, nihayetinde katılanların sanığa böyle bir suçlamada bulunmaları için herhangi bir sebep olmadığı, Remziye’nin şikayetçi olmasının …’nin de şikayetçi olmasını gerektirmediği, katılan …’nin ifadelerinin de samimi olduğu, başından cinsel saldırı olayı geçen bir kadının doğal tepkilerini içerdiği, polisteki ifadedeki tarih ve kelime yanlışlarının duruşmada açıklandığı, esasen polisteki ifade yanlışlarına avukatın harici bellekle getirdiği hazırlanmış ifadelerin esas alınmasının yol açtığı sonucuna varıldığı, bunun da soruşturma merciinin sorunu olduğu, polisin laptopa el koymasından sonra içinde silme işlemi yapıldığı bilirkişice tesbit edilmiş ise de bunun sanığın sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı ancak zaten soruşturmayı yapan C. Savcısının başlattığı polisler hakkındaki soruşturmada değerlendirilebileceği, polis ifadesindeki tarih hatalarının da takvimden denetlenerek sanık, katılanlar ve tanık ifadeleriyle birlikte değerlendirildiğinde her şeyin yerli yerine oturduğu, bu itibarla katılanların duruşmalardaki ifadelerinin hükme esas alındığı, sanığın …’ye yönelik tahrikle salgı alma işlemi tamamlanamamış ise de sanığın …’nin vajinasına cinsel haz kastıyla parmak soktuğu sabit olduğundan nitelikli cinsel saldırı suçunun bu katılana yönelik de tamamlandığı sonucuna varılarak mahkumiyetine karar verilmiştir.
Sanığın el konulan laptop ve cep telefonuyla ilgili soruşturmada Sulh Ceza Hakimi onayı alınmış, mahkememizce bilirkişi incelemesi yaptırılırken de imajı alınmış, kopyası sanıklar müdafiilerine verilmiştir. Bu itibarla buradan elde edilen delillerin yasal olmadığı savunmalarına da itibar edilmemiştir.
Sanık savunmalarında laptopunda porno olduğu ve Remziye’ye porno izlettiği iddialarını tamamen reddetmiştir. Ancak bilirkişice yapılan incelemede laptopunda 6-7 kasım tarihlerinde silme işleminin yapıldığı, adli bilişim programıyla geri getirildiğinde 4.063 porno bağlantısı tesbit edildiği, tam Remziye’nin muayene anına tekabül eden zaman diliminde sanığın laptopundan porno sitesine bağlandığının tesbit edildiği, ayrıca katılan …’nin muayenehaneden çıktıktan sonra sanığın ‘…’ ismini arama motorunda arattığının tesbit edildiği buradan da sanığın Remziye ile hasta doktor ilişkisinin ötesinde ilgilendiği gerçekleri karşısında Remziye’nin anlattıklarının doğru olduğu sonucuna varılmıştır.
2. celse adli bilişim uzmanı bilirkişi raporu sonrası sanık ‘bilgisayarı herkesin kullanabildiğini, zaman zaman eve de götürüldüğünü’ belirtmiş ise de, Remziye’ye yönelik cinsel saldırının işlendiği anlarda porno bağlantısı rapor edildiğinden cezai sorumluluktan kurtulmaya yönelik olduğu anlaşılan sanık savunmalarına ve … yerinde kullanıldığı anlaşılan laptopta porno bulunmasının mahkumiyete yetmeyeceğine dair müdafilerin savunmalarına itibar edilmemiştir.
Önde gelen jinekologlardan olduğu anlaşılan sanık doktora, salgı alma testi sorulduğunda; ‘Salgı alma tıp literatüründe var ancak vajinaya baskı yaparak, tahrik ederek, klitorisi uyararak salgı alma asla yoktur’ diyerek bu yöndeki iddiaları reddetmiştir. Sanığın bu cevabı bile mahkemece bu yönde bir araştırma yapmaya gerek olmadığını ortaya koymuştur.
Sanığın benzer suçlamayla Tabip Odasında geçirdiği soruşturmada bilirkişi olarak görüşüne başvurulan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Umur Kuyumcuoğlu’nun 13.06.2000 tarihli ‘Bartholin bezlerinin salgısını alabilmek için manuel olarak klitoris palpasyonu yapılmasının, günümüz modern tıp biliminde yeri olmadığını’ belirten görüşü karşısında herhangi bir araştırmaya gerek olmadığı Adli Tıp Kurumundan görüş sormayı gerekticek bir hususun olmadığı sonucuna varılmıştır.
Esasen mahkememizce sanığın, katılanların genital organlarına masaj yapıp vajinal ve klitoral uyarıyla salgı almaya ikna ederek eylemleri gerçekleştirdiği kabul edildiğinden bu yönde bir araştırma yersiz ve gereksiz görülmüş, açıklanan bu nedenlerle sanık müdafiilerinin bu taleplerine itibar edilmemiştir.
Sanık müdafiileri dava dışı kadınların ifadelerinin delil olarak değerlendirilmemesini talep etmişlerse de; sanığa atılan suçun yapısı itibarıylesanığın böyle bir eğilimi, itiyadı olup olmadığı noktasında Sertaç Ergin, Arzu Alaydın ve Çiğdem Kınık’ın ifadeleri değerlendirmeye alınmıştır. Ancak dosyamızdaki katılanların ifadesi ve bilirkişi raporuyla tesbit edilenler karşısında iddianame kapsamı dışındaki şikayetler olmasa bile sanığın mahkumiyetine yeter delillere ulaşıldığını da burada belirtmek gerekmiştir.
Dava dışı şikayetçi Arzu Alaydın polis merkezine ifade verdiğinden şikayeti adli işleme alınmış olduğu için mahkememizce her hangi bir işlem yapılmamış, ancak Sertaç Ergin’in Tabip Odasına şikayeti sonrası konunun adliyeye intikal ettirilmediği anlaşıldığından, Çiğdem Kınık da ilk defa mahkememize şikayetini dile getirdiğinden Sertaç ve Çiğdem’e yönelik eylemlerden dolayı da sanık hakkında soruşturma yapılması için suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir.” şeklindeki gerekçeyle Ceza Genel Kurulunun bozma kararına direnerek önceki hükümler gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de katılan mağdureler vekilleri, katılan … vekili ve sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.09.2022 tarihli ve 110559 sayılı “Bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmiş, Özel Dairenin 10.11.2022 tarihli ve 13068-10176 sayılı kararı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın katılan mağdurelere yönelik nitelikli cinsel saldırı suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı, İlk Derece Mahkemesince direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı, İlk Derece Mahkemesince direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı;
Ön sorunun sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için “direnme hakkı” ile “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kavramlarıyla aralarındaki farklara değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
CMK’nın “Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri” başlıklı 307. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesi;
“Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.” şeklinde düzenlenmiş,
02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36. maddesiyle, anılan fıkranın ikinci cümlesi değiştirilerek belirtilen fıkraya;
“Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.” cümleleri eklenmiştir.
6763 sayılı Kanun’un 36. maddesinin gerekçesinde ise; “5271 sayılı Kanunun 307 nci maddesinde değişiklik yapılmak suretiyle Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye veya ilk derece mahkemelerince direnilmesi halinde dosyanın doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi yerine kararı veren daireye gönderilmesi öngörülmektedir. Mevcut düzenlemede temyiz üzerine Yargıtay ilgili dairesince verilen bozma kararına direnilmesi durumunda dosya ilgili daireye gelmeksizin doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gitmektedir. Yapılan değişikle direnme kararlarının önce ilgili ceza dairesine gelmesi sağlanmak suretiyle ilgili dairenin kararını düzeltebilmesi imkânı getirilmektedir. Böylelikle dosyaların daha kısa sürede kesinleşmesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun … yükünün azaltılması amaçlanmaktadır.” hususlarına yer verilmiştir.
Buna göre, yerel mahkemece direnme kararı verilmesi üzerine dosya, kararına direnilen daireye gönderilecek, dairece mümkün olan en kısa sürede direnmenin yerinde olup olmadığı konusunda inceleme yapılacak ve direnmenin yerinde olduğu kabul edilirse karar düzeltilecektir.
Dairece direnmenin yerinde olmadığına karar verilmesi durumunda ise dosya değerlendirme yapılmak üzere Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilecek ve Genel Kurulca verilen karara karşı direnilemeyecektir.
Bölge Adliye Mahkemeleri ile kanunda açık hüküm bulunması durumunda ilk derece mahkemeleri kararlarının Yargıtay ilgili Ceza Dairesince temyizen incelenmesi ile olağan kanun yolları sona ermektedir. Bu aşamadan sonra ise uyuşmazlığa konu dosya özelinde ancak CMK’nın 308. maddesi uyarınca olağanüstü kanun yolu olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı gündeme gelebilecektir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisine, 1412 sayılı CMUK’un temyize ilişkin hükümler içindeki 322/4. maddesinde; “Ceza dairelerinden birinin kararına karşı Cumhuriyet Başmüddeiumumisi, ilamın kendisine verildiği tarihten otuz gün içinde Ceza Umumi Heyetine itiraz edebilir.” CMK’nın olağanüstü kanun yolları arasındaki 308/1. maddesinde ise; “Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.” biçiminde yer verilmiştir. Görüldüğü üzere CMK’nın 308. maddesinde yer alan “lehe itirazda süre aranmayacağı”na ilişkin düzenleme dışında madde metinleri benzerlik arz etmektedir.
05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 99. maddesiyle, CMK’nın 308. maddesine;
“(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir” şeklindeki (2) ve (3) numaralı fıkralar eklenmek suretiyle madde son şeklini almıştır.
Görüldüğü gibi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı yolu, Ceza Daireleri kararlarına karşı başvurulan olağanüstü bir kanun yolu olup bu yetki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına aittir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu yola başvurabilmesi için ön koşul Yargıtay ceza daireleri tarafından temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmesidir. Bu karar olağan yargılama sürecini sonlandıran bir karar olabileceği gibi sürecin devamını gerektiren usul ve esasa yönelik bir bozma kararı da olabilir. İtiraz mercii olan Genel Kurul, fail ve fiil yönünden itiraz nedenlerine bağlı olmaksızın kararı her yönüyle inceleyerek (suç vasfı için yapılan itirazda suçun sabit olmadığına karar vermek gibi) itirazı yerinde görmezse reddine, aksi hâlde daire kararında tespit ettiği tüm hukuka aykırılıkların giderilmesi için gerekli kararı verecektir. İtiraz üzerine verilen kararlara karşı tekrar itirazda bulunmak olanaklı değildir. Ayrıca hakkında temyiz incelemesi yapılarak hüküm kurulmayan sanık hakkında itiraz kanun yoluna başvurulması mümkün değildir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.06.1982 tarihli ve 12-281 sayılı ilamında itiraz üzerine verilen Genel Kurul kararlarına karşı direnmenin olanaklı olup olmadığı değerlendirilmiştir. Söz konusu kararda;
“İlk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin direnme kararı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının prosedür, dayanak ve hukuki dokuları birbirinden farklıdır. Konuya açıklık getirmek bakımından iki müessese arasındaki farklılıkları belirlemekte yarar vardır.
1- Temyiz incelemesine konu olan hukuki sorun hakkında, Yargıtay özel daire kararı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının görüşü arasında farklılık olduğu için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz kanun yoluna başvurulur. Direnme kararı verilmek suretiyle Ceza Genel Kurulu önüne getirilen meselede ise, [bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya] ilk derece mahkemesi ile Yargıtay özel dairesinin kararları arasında, başka bir deyişle iki karar arasında uyuşmazlık vardır.
2- Olağanüstü kanun yolu olan itiraz üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen karar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görüşünün kabulü veya reddi iken; direnme hâlinde, Yargıtay özel dairesi ile bölge adliye mahkemesi ceza dairesi ya da ilk derece mahkemesi kararlarından birinin hukuka uygunluğu konusunda onama veya bozma kararı verilmek suretiyle iki karar arasındaki uyuşmazlık çözümlenmektedir.
3- Ceza Genel Kurulu, itiraznamede ileri sürülen sebeplerle bağlı olmamakla birlikte, itiraz kanun yolunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca gösterilen itiraz sebepleri; direnmede ise bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya ilk derece mahkemesi kararındaki gerekçe ve gösterdiği dayanaklar, hukuki değerlendirmenin, diğer bir deyişle uyuşmazlığın esasını oluşturmaktadır.
4- İtiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca yapılan inceleme, tarafların iradesi dışında ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının başvurması üzerine yapıldığı hâlde; direnme hâlinde dava dosyası kendiliğinden Ceza Genel Kuruluna gönderilmemekte, bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı üzerine yeniden kurulan hükmün taraflarca temyiz edilmesi ve özel dairenin direnme kararını yerinde görmeyerek uyuşmazlığı çözmek için dosyayı Ceza Genel Kuruluna tevdi etmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, ancak yeni bir temyiz davası açılırsa Ceza Genel Kurulu işi ele alabilmektedir. Direnme kararı temyiz edilmezse o hâliyle kesinleşmektedir.
5- Ceza Genel Kurulu, itiraz kanun yolunda itiraz mercii olup itirazı kabul ettiği durumlarda özel dairenin yerine geçerek bir karar vermekte iken, ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince verilen direnme kararında ise, taraflar veya Cumhuriyet savcısınca açılan bir temyiz davası üzerine inceleme yapmaktadır.” şeklinde direnme ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı arasındaki farklar ortaya konulduktan sonra CMUK’un 297 ile 304. maddelerinde düzenlenen “itiraz” ve bu beyanda 303. madde ile; temyiz fasılasında yer alan 322. maddedeki “Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı” arasında nitelik, mevzu, maksat, yetki ve yapı itibarıyla hiçbir ilişki olmadığı vurgulanmıştır. Bu nedenle kararda CMUK’un 303. maddesinin Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında uygulama yeri bulunmadığı ortaya konulmuştur. Sonuç olarak ise Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı üzerine verilen Ceza Genel Kurulu kararlarına yerel mahkemelerin direnme haklarının bulunduğuna oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Bu karar öğretide eleştiriye konu olmuştur.
“Olağanüstü itiraz sonunda daha yükseği olmayan hakimlerden oluşan Ceza Genel Kurulunun verdiği kararlara dair uyulmayabileceğinin kabulü istisnai yersiz olarak genişletmekte, uymama sonunda Genel Kurulun görüşünü almak esasına da ters düşmektedir. Ceza Genel Kurulunun görüşünde ısrar ettiğini sonraki kararlarından da anlamaktayız. Sonucu etkilemiş midir, yoksa ‘kanunda hak sözü geçmiyor’ diyen olmuş mudur ki uymamanın hak mı yetki mi olduğu uzun uzun tartışılmıştır. Daha işin başında ‘uymuyorum’ demekle Yargıtayın kararını ve otoritesini hiçe sayan bir karar verme yetkisini mahkemeye tanıyan Türk tipi ısrar kararı mı kaidede, Dünyada bizden başka her memlekette mecbur olarak verilen, hatta açıkça verilmesine bile ihtiyaç duyulmayan uyma kararı istisna? Bizce bir normun kaide veya istisna oluşu, kanunun isabetsiz olabilen yazılışına bakılarak değil, niteliği ve uygulanış oranına bakılarak anlaşılır. Biz Yargıtay kararlarının çoğuna uyulduğunu sanıyor ve umuyoruz. Olağanüstü itirazla uymamanın, Genel Kurulca karara bağlanmak ortak noktası dışında önemli farklarından acaba hangi noktası kaçırılmış da itiraz sonunda Genel Kurulca verilen karara uyma mecburu olsun denilmiş? Bu fark, acaba bu karara da uymamayı haklı göstermeye yetiyor mu? iki durum birbiri aynı olmadıklarına göre elbet bazı noktalar farklı olacaktır. Biz teferruata değil, esasa bakıyoruz. Onun içindir ki esasa ters düşmekten söz ediyoruz. Tekrar edelim; iki kurumun esası, yani temeli aynıdır. İkisinde de Ceza Genel Kurulunun görüşünü almak ihtiyacı duyulmuştur ve … bu Genel Kurula gelecektir. En yüksek mahkememizin ceza alanındaki en yüksek ve en kalabalık kurulun bir davada iki kere uğraştırmayalım diyoruz. Hele son karardan anlaşıldığı gibi, Genel Kurulun iki bozması da aynı noktadan olup ve aynı sebebe dayanırsa bu ikinci inceleme nasıl haklı görülebilir. Her şeyi kanuna bırakmayarak, kanunlardaki aksaklıkları mümkün oldukça yorum yoluyla gidererek, çatışan ihtiyaçlardan hangisinin daha ağır bastığına bakarak bunu sağlamaya çalışıyoruz.” (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 18. Baskı, …, Ekim 2010, s. 1779, 231 numaralı dipnot).
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15/1. maddesinde de, Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri “Yargıtay Dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek” şeklinde ifade edilmesine karşın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine verilecek kararlar hakkında ayrıca bir düzenlemeye yer verilmeyerek esasen “direnme” kararıyla itiraz üzerine verilen karar arasında bir fark olmadığı ortaya konulmuştur.
Yine doktrinde; “Direnme istisnadır. Direnme yetkisi, bizim durumumuzda başka hiçbir Devlet yokmuş gibi sadece bizde bulunmasının acayipliğini göstermektedir ki, çok istisnaidir. Bu nedenle uygulama çok sınırlı olmalı, istisna genişletilmemeli ve çok büyük bir ihtiyaç olmadıkça Genel Kurula gidilmemelidir. Direnmenin istisna oluşundan çıkan sonuçları şöyle sıralayabiliriz: …hangi sıfatla hareket ederse etsin, Ceza Genel Kurulunun bozma kararlarına direnme kabul edilmemelidir. Zira bozmaya uymamadan sonra Genel Kurula gidilmesi de gösteriyor ki direnme sadece Daire kararları bakımındandır.” (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 18. baskı, …, Ekim 2010, s. 1778-1779); “Genel Kurul itiraz sebeplerini varit görmezse itiraz davasını esastan reddeder. Varit görürse, dairenin kararını ıslah eder, yani daire yerine geçerek onun gibi karar verir… Verilen bozma kararlarına uyma mecburi olmalıdır.” (Feridun Yenisey-… Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 8. Baskı, …, 2020, s. 367.); “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı üzerine CGK tarafından verilen karara karşı da direnme mümkün değildir.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, … Yayınevi, 10. Baskı, …, 2015, s. 876.); “Burada üzerinde durulması gereken bir sorun, ceza dairesinin kararını düzeltmemesi ve dosyayı Ceza Genel Kurulu’na göndermesi durumunda, bu karara karşı ilk derece mahkemesi veya BAM’ın direnme yetkisine sahip olup olmadığıdır. CMK m. 307/3’te ‘Yargıtay’dan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Ancak, direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kıırıılıınca verilen kararlara karşı direnilemez’ hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere bu hükümde ‘direnme üzerine’ Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca verilen karara karşı direnmenin mümkün olmadığı düzenlenmiştir. Oysa burada dosya direnme kararı üzerine CGK önüne gelmiş değildir. Buna rağmen biz CMK m. 307/3’ün kıyas yoluyla uygulanması sonucu Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bozma kararına direnmenin mümkün olmadığı; ilk derece mahkemesi ya da BAM’ın, bozma kararına uymak ve bozma gerekçesi doğrultusunda bir karar vermek zorunda olduğu düşüncesindeyiz.” (… Ruhan Erdem-Candide Şentürk, Ceza Muhakemesinde Kanun Yolları, Seçkin Yayınevi, …, 2018, s. 252.); “Ceza Genel Kurulu itirazda ileri sürülen nedenlerle bağlı olmaksızın hükmü esas ve usul yönünden inceler. İnceleme sonunda itirazı reddeder ya da kabul eder. Kabul halinde kararın ortadan kaldırılması ile yetinmeyip aynı zamanda itiraz konusu hakkında da bir karar vermelidir. CGK ceza dairesinin verebileceği herhangi bir kararı verebilir: -onama – bozma; davanın esasına hükmedilmesi; ıslah. Bozmaya karşı direnme mümkün değildir.” (Veli … Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, 12. Baskı, …, 2019, s. 790-791.); “İtiraz üzerine Ceza Genel Kurulunun verdiği bozma kararına karşı, bölge adliye ceza dairesinin direnme yetkisi bulunmakla birlikte, bunun inceleme yeri yine Ceza Genel Kuruludur. Bu ikinci aşamada Ceza Genel Kurulunun kararları bağlayıcıdır.” (… Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, IV. Cilt, Seçkin Yayınevi, 5. Baskı, … 2011, s. 4034.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulması bakımından “Adil yargılanma hakkı”nın inceleme konusunu ilgilendiren yönlerine genel hatlarıyla değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
Adil yargılanma hakkı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36/1 ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi’nin 6. maddesinde teminat altına alınmıştır. Bu haklardan birisi de davanın makul sürede sonuçlandırılmasıdır. Bu hakka ilişkin süre yalnızca dava başlayana dek geçen süreyle sınırlı değil, yargılanma sürecinin tamamıyla ilgilidir. Yüksek mahkeme ya da diğer bir yargısal makam da dâhil olmak üzere daha yüksek dereceli mahkemelere yapılan temyiz başvurularının sonuca bağlanmasına kadar geçen süre bu kapsamdadır. Neyin makul süre olarak değerlendirileceği, söz konusu davanın niteliğine bağlı olarak değişir. Makul süreyi aşan gecikmelerin neler olduğunun değerlendirilmesinde davanın koşulları yani davanın karmaşıklığı, tarafların ve makamların tutumları ile dava konusunun başvurucu için önemi göz önüne alınır. Ayrıca ceza hukukunda gecikme olmaksızın adil yapılan bir yargılama mağdurların da hakkıdır ve bunun altında yatan ilke şu ifadeyle gayet doğru bir biçimde açıklanmıştır: “Geciken …, … değildir.” (İnsan Haklarını Anlamak, Wolfgang Benedek, s.219)
Tüm hak arayanlar için geçerli olan bu hükmün amacı, ilgili kişileri yargılama işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı koymak; özellikle ceza davalarında, suçlanan (yahut herhangi bir nedenle mahkeme kararı bekleyen) kişinin uzun süre davasının nasıl sonuçlanacağı endişesiyle yaşamasını önlemektir (Stögmüller/Avusturya, 10.11.1969, A 9, S 5; Guincho/Portekiz; 10.7.1987, A 81, S 38; Bock/Almanya, 29.3.1989, A 150, S 48).
Anayasa’nın 141/4. maddesindeki “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir.” şeklinde ifadesini bulan emredici hüküm de bu amacı sağlamaya yöneliktir.
Ceza muhakemesinin şekline ilişkin ilkelerinden birisi de çabukluk ilkesidir. “Muhakemenin çabukluğu, ceza muhakemesinin başlamasından sonra karar verilerek bitirilmesine kadar duraksama olmaksızın yürütülmesidir. Muhakemede hak, görev ve yetki kullanan makamların mümkün olduğunca yürütmeleri ilerlemesini ve son karara bir an önce varılmasını sağlamaları gereklidir. …maddi gerçeğe ulaşılması isteniyorsa, yargılama uygun bir zaman diliminde tamamlanmalıdır. …ağır bir isnat altındaki vatandaş uygun bir zaman dilimi içinde kendisinin suçlu olup olmadığının tespitini talep etmek hakkına haizdir. Kaldı ki muhakemenin uzun bir süre geçmeden tamamlanması suçtan zarar gören ve mağdur açısından da önemlidir.” (Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, … Yayınevi, 3. Baskı, … 2010, s. 54).
Öte yandan ilk derece mahkemesinin hükümlerine karşı kanun yoluna başvuru hakkının sözleşme kapsamında korunması gereken bir hak olarak kabul edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 No.lu protokolle gerçekleşmiştir. Protokol, 22.11.1984 tarihinde imzalanmış; 01.11.1988 tarihinde yürürlüğe girmiş; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 25.03.2016 tarihinde onaylanarak iç hukukumuzun bir parçası hâline gelmiş bulunmaktadır. Protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesi;
“Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.
2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan protokol ile adil yargılama ilkesi kapsamında cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı kabul edilmiştir. Bu hakkın istisnaları, ikinci fıkrada; kanunda düzenlenmiş hâliyle düşük öneme sahip suçlar ve ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılanması veya beraat kararının temyiz edilmesi sonrası verilen mahkûmiyet hâlleri olarak gösterilmiştir. Bu bağlamda bazı görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanması hâlinde bu istisna uygulanabilecektir. Sözleşme’de istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek iki dereceli bir sistemin benimsendiği anlaşılmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Muhakeme hukukunda yargılama bir süreçtir. Sınırsız sürede ve belirsiz bir usulde yargılama faaliyeti gerçekleşmeyeceğinden, yargılamanın icrası, kararların verilmesi, başvurulabilecek olağan ve olağanüstü kanun yolları ile hükmün kesinleşme süreci ayrıntılı usul kurallarıyla düzenlenmiştir. Nitekim olağanüstü kanun yolu olarak Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz yetkisi tanınmıştır. Yerleşik uygulamaya göre Genel Kurul fiil ve fail hakkında itiraz nedenlerine bağlı olmaksızın (suç vasfı yönünden itiraz edilen olayda suçun sübut bulmadığı gibi) hükmü her yönüyle inceleyip yargılama sürecini sonlandıran veya hukuka aykırılıkların giderilmesi için ilk derece veya Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının bozulmasına yönelik süreci devam ettiren bir karar verebilmektedir. Bu kararın Özel Dairenin değil Genel Kurul kararı olduğu kuşkusuzdur. CMK’nın 271/4. maddesi uyarınca aksine hüküm bulunmayan hâllerde itiraz üzerine merciin verdiği kararlar kesindir. Genel Kurulun 14.06.1982 tarihli ve 12-281 sayılı kararından olağan kanun yolu olarak itiraz ile olağanüstü itirazın farklı hükümlere tâbi olduğu sonucuna ulaşmak mümkün ise de ceza yargılamasında maddi ve hukuki denetimde son sözü söyleme hakkını haiz Genel Kurul kararlarının bağlayıcı olup olmadığı tartışma konusudur.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda dairelerin, Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri, çalışma usul ve esasları ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Daireler … bölümü esasına göre çalışmalarına rağmen Genel Kurulların görevleri kanunla belirlenmiştir. “Yargıtay” ibaresinden ayrım yapmaksızın Daire ve Genel Kurulun anlaşılması gerektiğine ilişkin görüşün hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim tutukluluğa itiraz ve salıverme talepleriyle ilgili dosyanın Yargıtayda olması hâlini düzenleyen CMK’nın 104/3. maddesinde, “Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re’sen de verilebilir.” düzenlemesine yer verilerek Daire ile Genel Kurul ayrımı ortaya konulmak suretiyle bu husustaki yetki karmaşası önlenmiştir.
Diğer yandan 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile CMK’da yapılan değişiklik sonrası, kanun koyucunun fuzuli işlerle iştigal etmeyeceği düşüncesinden hareketle Genel Kurulun önceki kararlarının yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu doğmuştur.
Bu bağlamda CMK’nın 307. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesinde “Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.” düzenlemesine yer verildikten hemen sonra direnme kararlarının, kararına direnilen daireye gönderileceğinin belirtilmesi, bu düzenlemeden de yalnızca Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına direnilebileceğinin anlaşılması ve Ceza Genel Kurulunun bu anlamda bir “Ceza Dairesi” olarak nitelendirilememesi, Genel Kurulun, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz nedenleri ve görüşleriyle bağlı olmaksızın itiraza konu hükmü tüm yönleriyle inceleyerek karara bağlama hak ve yetkisine sahip olması, ilk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin direnme kararları ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı prosedür, dayanak ve hukuki dokuları bakımından farklılık gösterseler de her iki hâlde de Yargıtay Ceza Genel Kurulunun görüşünü alma ihtiyacının bulunması, direnme ya da itiraz yoluyla Genel Kurul önüne gelen bir dosyanın aynı usullerle incelenip karara bağlanmasının, itiraz kanun yolu üzerine Genel Kurulca verilen bozma kararlarına karşı direnilebileceğinin kabulünün aynı dosyanın Ceza Genel Kurulunca aynı yöntem ve usullerle bir kez daha ele alınarak yargılamanın uzaması sonucunu doğurması, dairelerin bozma kararlarına karşı ilk derece ve istinaf mahkemelerinin direnme yetkisini Genel Kurul kararlarına karşı da kullanabilmelerinin kabulünün olağanüstü itirazı hukuki sonuç doğurmayan bir kanun yolu hâline dönüştürme riski taşıması, bir kural değil istisna niteliğindeki direnme üzerine Genel Kurulca verilen kararlara tekrar direnilememesinin o hususta Genel Kurulca bir sonuca varıldığı hukuki temeline dayanması, itiraz üzerine incelenen dosyalarda da bu yönden bir farklılık bulunmaması, diğer taraftan itiraz üzerine gelen dosyalarda itiraz sebebiyle bağlı olmayan Genel Kurulca zaten incelenmiş bir meseleye ilişkin direnme hakkı bulunmamasının adil yargılanma hakkını ihlal eden bir yönünün bulunmaması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 No.lu Protokol’e göre üst yargı mercilerinin kararlarının kesinliğinin Sözleşme hükümlerine de aykırılık teşkil etmemesi karşısında; itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye mahkemesi ceza daireleri veya ilk derece mahkemelerince direnme kararı verilebilmesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararlarına karşı direnme mümkün olmadığından Yerel Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Ön sorun bakımından ulaşılan bu sonuç karşısında; sanığın katılan mağdurelere yönelik nitelikli cinsel saldırı suçunun sabit olup olmadığı hususu Genel Kurulca karara bağlanmış olduğundan bu uyuşmazlık konusu tekrar değerlendirilmemiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri … ve …;
“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı, İlk Derece Mahkemesince direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı; hususunda, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için CMK’nın 307 maddesinde düzenlenen direnme hakkı ile aynı kanunun 308 maddesinde düzenlenen ‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi’ kavramlarının yorum ilkelerine bağlı kalınması suretiyle adil yargılanma hakkı ve etkili kanun yoluna başvuru hakkı ile irtibatlandırılması suretiyle ilk derece mahkemesinin direnme hakkının elinden alınmasının yasalbir dayanağının bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir
Çağdaş bütün anayasalarda olduğu gibi bizim anayasamızın da olmazsa olmazı olan hukuk devleti idealine ulaşabilmek amacıyla denetim sistemine son derece önem veren ceza muhakemesi kanunumuzun, yüksek mahkemeler tarafından verilen kararların denetim dışı bırakılmasına kayıtsız kalması asla beklenemez. Zira ceza usulü ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; ‘ceza kanunu suçluların, usul kanunu, suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır’.
Ceza muhakemesinin amacı yukarıda açıklandığı üzere maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, … gerçekleştirilmeli ve hukuki … sağlanmalıdır.
Ceza muhakemesi hukukunun amacı bu şekilde açıklandıktan sonra; şimdi konumuzu ilgilendiren ilgili hukuki düzenlemeleri aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.
5271 sayılı CMK’nın ‘Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri’ başlıklı 307. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesi;
‘Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.’ şeklinde düzenlenmiş,
02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36. maddesiyle, anılan fıkranın ikinci cümlesi değiştirilerek belirtilen fıkraya;
‘Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.’ cümleleri eklenmiştir.
6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36. maddesinin gerekçesi ise; ‘5271 sayılı Kanunun 307 nci maddesinde değişiklik yapılmak suretiyle Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye veya ilk derece mahkemelerince direnilmesi halinde dosyanın doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi yerine kararı veren daireye gönderilmesi öngörülmektedir. Mevcut düzenlemede temyiz üzerine Yargıtay ilgili dairesince verilen bozma kararına direnilmesi durumunda dosya ilgili daireye gelmeksizin doğrudan Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gitmektedir. Yapılan değişikle direnme kararlarının önce ilgili ceza dairesine gelmesi sağlanmak suretiyle ilgili dairenin kararını düzeltebilmesi imkânı getirilmektedir. Böylelikle dosyaların daha kısa sürede kesinleşmesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun … yükünün azaltılması amaçlanmaktadır.’ şeklinde ifade edilmiştir.
Buna göre, yerel mahkemece direnme kararı verilmesi üzerine dosya, kararına direnilen daireye gönderilecek, dairece mümkün olan en kısa sürede direnmenin yerinde olup olmadığı konusunda inceleme yapılacak ve direnmenin yerinde olduğu kabul edilirse karar düzeltilecektir.
Dairece direnmenin yerinde olmadığına karar verilmesi durumunda değerlendirme yapılmak üzere dosya Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilecek, Ceza Genel Kurulunca verilen karara karşı direnilemeyecektir.
Bölge Adliye Mahkemeleri ile kanunda açık hüküm bulunması durumunda ilk derece mahkemeleri kararlarının temyizi sonucu Yargıtay ilgili Ceza Dairesince incelenmesi ile olağan kanun yolları sona ermektedir. Bu aşamadan sonra CMK’nın 308. maddesi uyarınca olağanüstü kanun yolu olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı gündeme gelebilecektir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı, 1412 sayılı CMUK’nın temyize ilişkin hükümler içindeki 322/4. maddesinde; ‘Ceza dairelerinden birinin kararına karşı Cumhuriyet Başmüddeiumumisi, ilamın kendisine verildiği tarihten otuz gün içinde Ceza Umumi Heyetine itiraz edebilir.’ biçiminde yer verilmiş, 5271 sayılı CMK’nın olağanüstü kanun yolları arasındaki 308/1. maddesinde ise; ‘Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz’ şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinde yer alan ‘lehe itirazda süre aranmayacağına’ ilişkin cümle dışında madde metinleri benzerlik arz etmektedir.
05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 99. maddesiyle, CMK’nın 308. maddesine;
‘(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir’ şeklindeki (2) ve (3) numaralı fıkralar eklenmek suretiyle madde son şeklini almıştır.
5271 sayılı CMK’nın olağanüstü yasa yolları bölümünde yer alıp 308. maddesinde düzenlenen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazının, Özel Ceza Daire kararlarındaki hukuka aykırılıkların, Ceza Genel Kurulu tarafından giderilmesini isteme ve bu yolla içtihat birliğini sağlama işlevinin yanı sıra kamuoyunun tatminini amaçlayan diğer bir yönü de bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi bu yol, Yargıtay Ceza Daireleri kararlarına karşı başvurulan olağanüstü bir kanun yolu olup, bu yetki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına aittir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının olağanüstü kanun yollarından birisi olan itiraz kanun yoluna başvurabilmesi için ön koşul; Yargıtay ceza daireleri tarafından temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmesidir. Hakkında temyiz incelemesi yapılarak hüküm kurulmayan sanık hakkında itiraz kanun yoluna başvurulması mümkün değildir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı, bölge adliye mahkemesi ceza daireleri veya ilk derece mahkemelerince direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı hususunda doktrindeki görüşlere de yer verilmesinde fayda bulunmaktadır.
Bu hususta doktrinde; ‘Genel Kurul itiraz sebeplerini varit görmezse itiraz davasını esastan reddeder. Varit görürse, dairenin kararını ıslah eder, yani daire yerine geçerek onun gibi karar verir… Verilen bozma kararlarına uyma mecburi olmalıdır.’ (Feridun Yenisey-… Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 8. Baskı, …, 2020, s. 367.); ‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı üzerine CGK tarafından verilen karara karşı da direnme mümkün değildir.’ (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, … Yayınevi, 10. Baskı, …, 2015, s. 876.); ‘Burada üzerinde durulması gereken bir sorun, ceza dairesinin kararını düzeltmemesi ve dosyayı Ceza Genel Kurulu’na göndermesi durumunda, bu karara karşı ilk derece mahkemesi veya BAM’ın direnme yetkisine sahip olup olmadığıdır. CMK m. 307/3’te ‘Yargıtay’dan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Ancak, direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kıırıılıınca verilen kararlara karşı direnilemez’ hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere bu hükümde ‘direnme üzerine’ Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca verilen karara karşı direnmenin mümkün olmadığı düzenlenıniştir. Oysa burada dosya direnme kararı üzerine CGK önüne gelmiş değildir. Buna rağmen biz CMK m. 307/3’ün kıyas yoluyla uygulanması sonucu Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bozma kararına direnmenin mümkün olmadığı; ilk derece mahkemesi ya da BAM’ın, bozma kararına uymak ve bozma gerekçesi doğrultusunda bir karar vermek zorunda olduğu düşüncesindeyiz.’ (… Ruhan Erdem-Candide Şentürk, Ceza Muhakemesinde Kanun Yolları, Seçkin Yayınevi, …, 2018, s. 252.); ‘Ceza Genel Kurulu itirazda ileri sürülen nedenlerle bağlı olmaksızın hükmü esas ve usul yönünden inceler. İnceleme sonunda itirazı reddeder ya da kabul eder. Kabul halinde kararın ortadan kaldırılması ile yetinmeyip aynı zamanda itiraz konusu hakkında da bir karar vermelidir. CGK ceza dairesinin verebileceği herhangi bir kararı verebilir: -onama – bozma; davanın esasına hükmedilmesi; ıslah. Bozmaya karşı direnme mümkün değildir.’ (Veli … Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, 12. Baskı, …, 2019, s. 790-791.); ‘İtiraz üzerine Ceza Genel Kurulunun verdiği bozma kararına karşı, bölge adliye ceza dairesinin direnme yetkisi bulunmakla birlikte, bunun inceleme yeri yine Ceza Genel Kuruludur. Bu ikinci aşamada Ceza Genel Kurulunun kararları bağlayıcıdır.’ (… Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, IV. Cilt, Seçkin Yayınevi, 5. Baskı, … 2011, s. 4034.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür..
Kanuni düzenlemeleri ve öğretideki görüşleri yukarıdaki şekilde özetledikten sonra; itiraz üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bozulmasından sonra ilk derece mahkemesinin ya da istinaf dairesinin direnme hakkının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık aşağıda özetlendiği üzere Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2011/6 K sayılı ilamında ceza genel kurulunca verilen bozma kararının yerel mahkemelerce direnilebileceği yönünde oluşturulan içtihat zaman içerisinde istikrar kazanarak aşağıda özetlendiği üzere yerleşik uygulamaya dönüşmüş, Yargıtay Yüksek Ceza GenelKurulunun 2013/ 143K- 2020/527K sayılı ilamlarında; itiraz üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı ilk derece mahkemelerinin direnme hakkının bulunduğu tereddütsüzce kabul edilmiştir.
Y.C.G.K 2011/6 K sayılı ilamında;
İtiraz nedeni konusunda varılan bu sonuç ve yerel mahkeme hükmünün, itiraz yasa yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca belirtilen yasaya aykırılıklar nedeniyle bozulmasına karar verilmiş bulunulması nedeniyle, Özel Daire düzelterek onama kararı ile kesinleşen hükmün, ortaya çıkan bu yeni durum karşısında zamanaşımı yönünden de değerlendirilmesi zorunluluğu doğmuş ise de, Yargıtay C.Başsavcılığınca yapılan itiraz üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı yerel mahkemenin direnme hakkı bulunduğundan zamanaşımı konusu bu aşamada değerlendirilmemiştir.
Y.C.G.K 2013/143 K sayılı ilamında;
1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlüktebulunan 326. maddesinin üçüncü fıkrası; ‘Yargıtaydan verilen bozma kararına mahkemelerin ısrar hakkı vardır. Israr üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir’, 5271 sayılı CMK’nun paralel düzenlenmeyi içeren 307. maddesinin üçüncü fıkrası ise; ‘Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Ancak, direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez’ şeklindedir. Her iki maddenin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca direnme üzerine verilen bozma kararına karşı direnme söz konusu olmayıp, mahkemelerce bu bozma kararlarına uyulması, diğer bir ifadeyle bozma kararlarının gereğinin yerine getirilmesi gerekmektedir.
Ancak, ayrıntısına Ceza Genel Kurulunun 14.6.1982 gün 12-281 sayılı kararında yer verildiği üzere, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Özel Daire kararlarına karşı yaptığı itiraz üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı yerel mahkemelerce direnme kararı verilebilir.
Y.C.G.K 2020/527 K Sayılı ilamında;
5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrasının son cümlesinde ‘Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.’ şeklinde bir düzenleme yapılmış iken CMK’nın 308. maddesinde itiraz üzerine verilen kararlar için böyle bir mecburiyet konulmamış olması; bu şekildeki düzenlemelerle direnme üzerine verilen Ceza Genel Kurulu kararlarına direnilemeyeceğini öngören kanun koyucunun, aynı hükmü itiraz kanun yoluna ilişkin 308. maddeye koymayarak bilinçli bir tercihte bulunması; itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemeyeceğinin kabulü hâlinde, Özel Dairenin bozma kararına karşı yapılan itirazın Ceza Genel Kurulunca reddedilmesi durumunda, bölge adliye mahkemesi ceza dairesi veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkının bulunmadığı anlamına geleceğinden, böyle bir sonucun da kanun koyucunun iradesiyle örtüşmeyecek olması; yine itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulüyle özel dairenin onama kararı kaldırılıp, özel dairenin yerine geçilerek hükmün bozulmasına karar verildiği hâllerde, ‘Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır…Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.’ şeklindeki CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrasında, Ceza Genel Kurulunun direnme üzerine verdiği kararlar hariç özel daire bozma kararı ile ilk defa Ceza Genel Kurulu tarafından verilen bozma kararı arasında herhangi bir ayrım gözetmeyen kanun koyucunun her iki durum için de direnme hakkını açıkça tanımış olması; başka bir ifadeyle özel dairece verilen bozma kararları ile Ceza Genel Kurulunca özel dairenin yerine geçilerek verilen bozma kararlarının aynı hukuki neticeleri doğurması karşısında; itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye mahkemesi ceza daireleri veya ilk derece mahkemelerince direnme kararı verilebilmesinin mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklanan kanuni düzenlemeler ve yargı kararları ışığında; somut olayımıza baktığımızda;
CMK’nın 307 maddesinin 4 fıkrasının son cümlesinde; ‘Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez’ şeklinde bir hükme yer verilmesine karşın, itiraz üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı direnilemeyeceğinedair herhangi bir istisnai hükme yer verilmemiştir. Ceza Muhakemesi hukukunda açıkça yasaklanmayan bir hususun,yorum yoluylaülkede hukuk birliğini sağlamayı olumsuz olarak etkileyecek şekilde yasaklanmasının CMK’nın 307 maddesinin düzenleniş amacına aykırı olacağı gibi yorum ilkeleriyle bağdaşmayacağı açıktır. Zira bir taraftan itiraz, istinaf,temyiz gibi olağan yasa yollarının açık tutulması suretiyle ceza muhakemesi kanununun amacı doğrultusunda yüzde yüz maddi gerçeğe ulaşılmayı hedefleyen kanun koyucunun, sırf adaletin sağlanabilmesi için genel kuraldan ayrılarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı, kanun yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesi gibi olağanüstü yasa yollarını ihdas ederken, diğer taraftan Yargıtay Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararına karşı yerel mahkemelerin direnme hakkının elinden alınmasına seyirci kalması elbette ki beklenemez. Mevcut normlar arasında Yargıtay Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararlarına karşı yerel mahkemelerce direnilemeyeceği sonucuna ulaşmayı haklı gösterecek yasaklayıcı bir düzenleme bulunmamaktadır. Buna karşın, sayın çoğunluk tarafından içtihat yoluyla üstelikte bu güne kadar yerleşik uygulamaya dönüşen bütün içtihatlara aykırı olacak şekilde (C.G.K 1982/ 281K, 2011/6 K , 2013/143 K, 2020/527K)kanuni dayanağı olmayan ‘Yargıtay Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen kararlara karşı direnilemeyeceği’ gibi istisna bir hükmün doğmasına yol açılmıştır. Sayın çoğunluk tarafından ulaşılan böyle birsonucun; Prof. Dr. … GÖZLER tarafından ‘Anayasanın tanıdığı temel hak ve hürriyetlere, Anayasa, Madde 13’e uygun olmak şartıyla kanunla istisna getirilebilir. Yorum Yoluyla İstisna Üretilemez. Yorum yoluyla istisna yaratılamayacağı kuralından şu sonuç da çıkar. İstisnalar, kurucu iktidar veya yasama organı gibi kaideyi koyan makam tarafından ayrıca ve açıkça öngörülmüş olmalıdır. Ayrıca ve açıkça öngörülmedikçe, yorum yapılarak, birtakım ihtiyaçların varlığı gösterilerek, genel kurala istisna getirilemez. Zira ‘ubi lex voluit dixit, ubi noluit tacuit (kanun istediği zaman söyler; istemediği zaman ise susar)’ ilkesinin vurguladığı gibi kanun, bir konuyu daha ayrıntılı olarak düzenlemek isterse, bunu yapar; eğer daha ayrıntılı olarak düzenlemek istemiyorsa susar. Yani kanun koyucu koyduğu genel kurala istisna getirmek isteseydi, bunu açıkça yapardı’ şeklinde özetlenen yorum ilkesine uymadığı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Aksine düşüncenin çağdaş bütün anayasalarda olduğu gibi bizim anayasamızda da temel bulan ‘Hukuk Devleti’ idealinin olmazsa olmazı olan ‘hukuki güvenlik’ ilkesinin zedelenmesine yol açacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Gerek 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde gerekse 5271 sayılı CMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra çok istisnai bir şekilde Yargıtay Ceza Genel Kuruluna intikal eden uyuşmazlıklarda 1982/281 K, 2011/6 K, 2013/143 K, 2020/527 K sayılı ilamlarda Yargıtay Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararlarına karşı yerel mahkemelerce direnilebileceği çok net bir şekilde vurgulanmıştır. Aksine düşüncenin tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde yer alan adil yargılanma hakkını da olumsuz yönde etkileyecektir. Somut olayımızda; sanık ile yüzyüze gelen ilk derece mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet hükümlerinin itiraz üzerine Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunca bozulmasından sonra bu karara karşı ilk derece mahkemesinin direnme hakkının elinden alınmasının hukuk düzeninde kabul görmeyeceği açıktır. Zira CMK.nın 307/4 maddesinin son cümlesinde ‘direnme üzerine ceza genel kurulunca verilen kararlara karşı direnilemeyeceği hükmünü, ceza genel kurulunca verilen bütün kararlara karşı ilk derece mahkemeleri ya da istinaf daireleri tarafından direnilemeyeceği şeklinde yorumlamak, bütün çağdaş anayasalarda temel bulan ‘Kanun koyucu abesle iştigal etmez’ kuralına açıkça aykırı olacaktır.
CMK’nın 307/4 maddesindeki ‘Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. (Değişik ikinci cümle: 24/11/2016-6763/36 md.) Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir’ şeklindeki düzenlemeden dolayı yanlış yorumlara sebebiyet veren ‘Daire’ sözcüğünden yola çıkılarak sırf ‘Daire’ sözcüğü kullanıldı diye ‘Ceza Genel Kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararına direnilemeyeceği’ şeklindeki sonuca ulaşan sayın çoğunluğun görüşüne iştirak etmemekle birlikte anılan görüşün bir an için doğru olduğunun kabul edilmesi halinde maddenin başındaki ‘Yargıtay’ sözcüğünün Ceza Genel Kurulunu da kapsadığı ve ayrım yapılmaksızın bu kararlara karşı direnilebileceğinin çok net bir şekilde vurgulanmasına karşın ikinci cümledeki ‘Daire’ sözcüğünden dolayı direnme kararının sadece daire kararlarına hasredilmesi çok büyük bir çelişki olarak karşımıza çıkacaktır. Böyle bir kabulbenzer olaylarda tereddütsüz uygulanan ve yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlara da aykırı olacaktır. Örneğin CMK”nın 308/1 maddesinin son cümlesinde ‘sanık lehine itirazda süre aranmaz’ denilerek sanık kelimesinin kullanılmasına karşın, ilk derece mahkemelerinin verdiği mahkumiyet hükümlerinin özel dairelerce onanması ile hükümlü statüsüne geçildiği halde, gerek özel daireler gerekse ceza genel kurulu tarafından bir taraftan hükmün onanması ile dava zamanaşımının sona ereceği tereddütsüzce kabul edilirken diğer taraftan onama tarihinden çok sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hükümlü lehine itirazda bulunulması üzerine, itirazın esasının incelenmesinde gerek uygulamada gerekse öğretide hiçbir duraksama yaşanmamış, sanık kelimesinin kullanılması hükümlü lehine incelemeyi hiçbir şekilde etkilememiştir. Kaldı ki! Daire tabirinin farklı bir çalışma usulü olsa da Ceza Genel Kurulunu kapsamadığı da söylenemez.
Ceza Genel Kurulunun itiraz üzerine verdiği bozma kararına direnilemeyeceğine ilişkin sayın çoğunluk tarafından ulaşılan sonucun, yukarıda ayrıntılı bir şekilde özetlenen yasal düzenlemeler ve Ceza Muhakemesi Hukukunun evrensel ilkeleri ile örtüşen Yargıtayın uzun yıllar öncesine dayanan ve yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarına (C.G.K 1982/281 K, 2011/6 K , 2013/143 K, 2020/527 K) aykırı olacağı gibi taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin devreye girmesi sonucunda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilen ve çağdaş bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi bizim hukuk sistemimizde de değer bulan ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan hakkaniyet ilkesine aykırı sonuçların ortaya çıkmasına sebebiyet verileceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuç itibariyle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesi tarafından onanmasından sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Yargıtay Yüksek 9. Ceza Dairesi tarafından verilen onama kararının kaldırılarak yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün bozulmasından sonra ilk derece mahkemesinin direnme hakkının bulunduğu kabul edilerek yeniden oluşturulan direnme gerekçesine göre mahkumiyet hükmünün esasının incelenmesi gerekirken, ceza genel kurulunca itiraz üzerine verilen bozma kararına karşı direnilemeyeceğinden bahisle yerel mahkemece verilen hükmün BOZULMASINA ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- … 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.06.2022 tarihli ve 112-310 sayılı kararının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı direnme kararı verilmesinin mümkün olmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 20.12.2022 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 28.12.2022 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.