Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/483 E. 2022/853 K. 28.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/483
KARAR NO : 2022/853
KARAR TARİHİ : 28.12.2022

Mahkemesi Asliye Ceza

Nitelikli hırsızlık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanık … ile inceleme dışı sanık .’in, TCK’nın 142/1-b, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve mahsuba ilişkin … 9. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.11.2009 tarihli ve 717-824 sayılı hükmün inceleme dışı sanık . tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 22. Ceza Dairesince 17.09.2015 tarih ve 1894-4215 sayı ile;
“1- Diğer sanık …’ın olay yeri kamera görüntülerinden teşhis edilip yakalanmasından sonra emniyete götürüldüğünde suçu sanık . ile birlikte işlediklerini kabul ederek, çaldıkları laptop bilgisayar ve kamerayı ikametinde sakladığını, telefon açması hâlinde kardeşinin getirebileceğini söylediği ve bu şekilde suça konu eşyaların kardeşi tarafından emniyete getirilerek mağdura iadesini sağladığı, … yerinden çalınan 10-15 TL civarındaki bozuk paraya ilişkin zararın ise giderilmediği anlaşılmakla; mağdurdan soruşturma aşamasında gerçekleşen kısmi iade nedeniyle etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına rızası olup olmadığı sorularak sonucuna göre, sanık. hakkında 5237 sayılı TCK’nın 168/1-4. maddesinde tanımlanan etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama olanağının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi,
2- Tekerrüre esas hükümlülüğü bulunan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 58. maddesinin uygulanmaması,
3- Hapis cezasına mahkûmiyetin yasal sonucu olarak sanık hakkında, 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinde belirtilen haklardan yoksun kılınma kararı verilmemesi,” isabetsizliklerinden bozulmasına ve bozmanın sanık …’a sirayetine karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyan Yerel Mahkemece 14.12.2015 tarih ve 761-960 sayı ile inceleme dışı sanık .’in, 11.07.2016 tarih ve 585-509 sayı ile de lehe bozma sebebinin sirayet ettirilmesi suretiyle sanık …’ın önceki hükümler gibi cezalandırılmalarına karar verilmiştir.
İnceleme dışı sanık . hakkındaki hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiş, sanık … hakkındaki hükmün ise adı geçen sanık tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 09.06.2022 tarih ve 13058-8844 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 28.06.2022 tarih ve 380979 sayı ile;
“Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında oluşan uyuşmazlık; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’ın, diğer sanık .’in temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında verilen hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurulmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, ‘davasız yargılama olmaz’ ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; ‘bozmanın sirayeti’, ‘bozma kararının genişleme etkisi’ ya da ‘teşmili (yayılma) etkisi’ denilmektedir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken ‘Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti’ başlıklı 325. maddesi; ‘Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.’ şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK’nın ‘Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi’ başlıklı 306. maddesi ise; ‘Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.’ biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde Yerel Mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise, temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır.
Uygulamada, Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 gün 163-121, 07.12.1987 gün 322-588 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile, önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; ‘Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek yeni son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir.’ (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-… Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771.) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, Yerel Mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık … yönünden bozulmayıp sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması karşısında; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’ın, yalnızca inceleme dışı sanık … Emin Güler’in hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle, Yerel Mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.01.2017 gün ve 2016/13-982 esas, 2017/29 karar, 21.05.2019 gün ve 171-453 sayılı kararı da aynı yöndedir.
Bu nedenle sanık …’ın temyiz isteminin reddine karar verilmelidir.” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince, 17.10.2022 tarih ve 6297-13908 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında nitelikli hırsızlık suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’ın, inceleme dışı sanık … Emin Güler’in temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Sanık …’ın yokluğunda verilen 04.11.2009 tarihli hükmün ceza infaz kurumunda başka suçtan tutuklu/hükümlü olarak bulunan adı geçen sanığa 16.03.2010 tarihinde tebliğinin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı,
2- Tebliğin usulüne uygun yapılmadığı sonucuna ulaşılması hâlinde itiraz kapsamında olan nitelikli hırsızlık suçundan dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği,
Hususlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
1- Sanık …’ın yokluğunda verilen 04.11.2009 tarihli hükmün ceza infaz kurumunda başka suçtan tutuklu/hükümlü olarak bulunan adı geçen sanığa 16.03.2010 tarihinde tebliğinin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı;
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’ın, 05.07.2009 tarihinde işlediği iddia olunan nitelikli hırsızlık suçundan cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, TCK’nın 142/1-b, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve mahsuba karar verildiği,
Kararın son kısmında, “CMK’nın 231/2. maddesi uyarınca tefhim ve tebliğden itibaren 7 gün içinde mahkememize verilecek dilekçe veya tutanağa geçirilmek üzere katibe beyanda bulunmak suretiyle CMK’nın 272-273. maddesinde belirtilen Yargıtay’a temyiz yoluna başvurabilecekleri,” ifadelerine yer verildiği,
Yokluğunda verilen gerekçeli kararın sanık …’ın 14.08.2009 tarihli duruşmada bildirdiği “.Sokak, . Mahallesi,., …/…” adresine tebliğe çıkarıldığı, adreste bulunan .’ın beyanından sanığın ceza infaz kurumunda bulunduğunun öğrenildiği, tebligat zarfına bu hususun şerh verilip aynı tebligat evrakının sanığın başka suçtan hükümlü bulunduğu … E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği ve 16.03.2010 tarihinde sanığa bizzat tebliğ edildiği,
Sanığın temyiz isteminde bulunmadığı ve Yerel Mahkemece 24.03.2010 tarihinde kesinleştirme işlemi yapıldığı,
UYAP Bilişim Sistemi kayıtlarının incelenmesinde; sanığın inceleme konusu nitelikli hırsızlık suçundan verilen hapis cezası nedeniyle 25.10.2009-27.02.2010, 27.02.2010-25.03.2011 ve 25.03.2011-13.02.2012 tarihleri arasında … Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğu,
İnceleme dışı sanık .’in temyizi üzerine dosyayı inceleyen Özel Dairece, mağdurdan soruşturma aşamasında gerçekleşen kısmi iade nedeniyle etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasına rızası olup olmadığı sorularak sonucuna göre, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama olanağının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden hükmün bozulmasına ve bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanık …’a sirayetine karar verildiği,
Anlaşılmıştır.
Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir…”,
“Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları ise;
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır…” şeklinde düzenlenmiş olup Anayasamızın 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, 40. maddesinde, Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkesin, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkının bulunduğu belirtilmiştir.
CMK’nın “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin ikinci fıkrası;
“Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.”,
“Eski hâle getirme” başlıklı 40. maddesi ise;
“(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir.
(2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır.” biçiminde düzenlenmiş olup CMK’nın 34. maddesinde, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin; başvurulabilecek kanun yolu, mercisi, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu vurgulanmıştır. Aynı Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, ikinci fıkrasında ise kanun yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi hâlinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
Bu aşamada kararların açıklanması ve tebliği ile temyiz talebi ve süresi üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.” hükmüne yer verilmek suretiyle temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması gerektiği kanuni bir mecburiyet olarak düzenlenmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 310. maddesinin birinci fıkrası; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir.” ikinci fıkrası ise “Hükmün tefhimi sanığın yokluğunda olmuşsa bu süre tebliğ tarihinden başlar.” şeklinde hüküm altına alınarak temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise gerekçeli kararın tebliği ile başlayacağı belirtilmiştir.
Kişilerin hak arama hürriyetlerinin Anayasa ve diğer kanunlarla güvence altına alındığı ve bu hakkın kullanılabilmesi için devlet işlemlerinin kişilere usulüne uygun olarak bildirilmesi gerektiği ile temyiz talebi ve süresi açıklandıktan sonra, ön sorun konusunda isabetli bir çözüme ulaşılması bakımından hâkim veya mahkeme kararlarının, serbest olmayan kişilere veya tutuklulara tebliği usulünün incelenmesi gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
“(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere, yoklukta verilen hâkim veya mahkeme kararlarının, ceza infaz kurumunda tutuklu veya hükümlü olarak bulunan kişiye bizzat tebliği yeterli olmayıp kararın ayrıca kendisine okunup anlatılması da zorunludur. Bu durumda, tebliğe ilişkin belgede, kararın okunup anlatıldığına dair bir ibare bulunmaması hâlinde, yapılan tebligat işlemi usulsüz olacaktır.
Öte yandan, CMK’nın “Tutuklunun kanun yollarına başvurması” başlıklı 263. maddesine göre;
“(1) Tutuklu bulunan şüpheli veya sanık, zabıt kâtibine veya tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürüne beyanda bulunmak suretiyle veya bu hususta bir dilekçe vererek kanun yollarına başvurabilir.
(2) Zabıt kâtibine başvuru hâlinde, kanun yollarına başvuru beyanı veya dilekçesi ilgili deftere kaydedildikten sonra bu hususları belirten bir tutanak düzenlenerek tutuklu bulunan şüpheli veya sanığa bir örneği verilir.
(3) Kurum müdürüne başvuru hâlinde ikinci fıkra hükmüne göre işlem yapılarak, tutanak ve dilekçe derhâl ilgili mahkemeye gönderilir. Zabıt kâtibi başvuruyu ilgili deftere kaydeder.
(4) Zabıt kâtibi veya kurum müdürü tarafından ikinci fıkra hükmüne göre işlem yapıldığı zaman kanun yolları için bu Kanunda belirlenen süreler kesilmiş sayılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Konumuzla ilgisi bakımından usulüne aykırı tebliğin hangi hâllerde geçerli olacağına da değinilmesi gerekmektedir.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Usulüne aykırı tebliğin hükmü” başlıklı 32. maddesi;
“Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.
Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur.”,
Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Usulüne aykırı Tebliğin Hükmü” başlıklı 53. maddesi ise;
“(1) Tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliği öğrenmiş ise geçerlidir. Aksi takdirde tebligat yapılmamış sayılır. Muhatap, her ne şekilde olursa olsun tebliğ evrakını veya davetiyeyi alırsa ya da bunların içeriğini öğrenirse tebliği öğrenmiş sayılır.
(2) Muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir.
(3) Tebliğin usulüne aykırı yapılmış olması halinde, muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunun tarihinin iddia ve ispatı mümkün değildir.” şeklinde düzenlenmek suretiyle sanığın tebliği öğrendiğini beyan ettiği veya hâl ve hareketleri ile bunu ortaya koyduğu tarihte tebliğin geçerli olacağı kabul edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüde mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre de; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hâllerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir.
Bu açıklamalar ışığında (1) numaralı ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece sanık … hakkında nitelikli hırsızlık suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün, sanığın duruşmada bildirdiği adresine tebliğe çıkarıldığı, adreste bulunan Yasemin Yilmaz’ın beyanından sanığın ceza infaz kurumunda bulunduğunun öğrenildiği, tebligat zarfına bu hususun şerh verilip aynı tebligat evrakının sanığın başka suçtan hükümlü bulunduğu … E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilerek 16.03.2010 tarihinde sanığa bizzat tebliğ edildiği ve bu tebligata göre 24.03.2010 tarihinde kesinleştirme işlemi yapılması sonrasında sanığın 25.03.2011 ile 13.02.2012 tarihleri arasında bu hükmün infazı için cezaevine alındığı olayda;
Yerel Mahkemece verilen 04.11.2009 tarihli mahkûmiyet kararının, başka bir suçtan tutuklu veya hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan sanık …’a bizzat tebliğine ilişkin tebligatın 5271 sayılı CMK’nın 35. maddesinin 3. fıkrasının koşullarını kapsamaması nedeniyle tebliğ işlemi usulüne aykırı ise de sanığın inceleme konusu nitelikli hırsızlık suçu nedeniyle 25.10.2009 ve 13.02.2012 tarihleri arasında … Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak cezasının infaz edilmiş olması karşısında, sanığın hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünden haberdar olduğunun anlaşıldığı, buna rağmen bir haftalık yasal süresinde temyiz kanun yoluna başvurmaması nedeniyle sanık hakkında verilen … 9. Asliye Ceza Mahkemesinin 04.11.2009 tarihli ve 717-824 sayılı mahkûmiyet kararının öğrenme üzerine kesinleştiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Hükmün aslını oluşturan kısa kararın tefhim olunduğu oturumda hazır bulunmayan sanık … hakkında yokluğunda verilen mahkûmiyet hükmünün başka suçtan … E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü bulunan sanığa usulüne uygun tebliğ edilip edilmediği ve buna bağlı olarak adı geçen hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşip kesinleşmediği, mahkûmiyet kararının kesinleşmediği kabul edilirse, sonraki kararların hukuki değerden yoksun olup olmadığının ve buna bağlı olarak dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi açıklanarak; CMK’nın 34/2 ve 35/son, 231/3, 232/6 ve 291, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 40/2. maddeleri ile birlikte irdelenerek adil yargılanma hakkı, etkili kanun yoluna başvuru hakkı ve cezai konularda temyiz hakkı ile irtibatlandırılması suretiyle infaz aşamasında hakkındaki mahkûmiyet hükmünü öğrenen sanığa bu tarihten itibaren 1 haftalık süre içerisinde temyiz dilekçesinin verilmesi gerektiğinin kararda ya da tebligat evrakında açıklanmasının zorunlu olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza usulü ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir.
Bu açıklamalardan sonra denilebilir ki devletin cezalandırma hakkı ile sanığın özgürlüğü arasındaki çatışmayı çözüme ulaştırıp, hükme bağlamak, ceza yargılamasına bırakılmıştır.
Hem kişilerin hem de toplumun çıkarlarını korumak, gerçeğe uygunluk demek olan, maddi hakikati araştırmakla mümkün olacaktır. Bu bağlamda şüphesiz, en iyi ceza muhakemesi, maddi gerçeği yüzde yüz yansıtandır. Bu amaçla da ceza muhakemesi kanunları kabul edilmiştir. Bu sebeple Ceza Muhakemesi Hukuku, kişilerin hak ve özgürlüklerini sağlamak üzere kimi şekil ve formaliteler kabul etmiştir. Bu kurallar, genelde yürütme ve yargının bu konudaki yetkilerini sınırlandırdığı için insan hak ve özgürlüklerinin bekçisi olmuştur.
Ceza muhakemesi hukukunun amacı bu şekilde açıklandıktan sonra; şimdi konumuzu ilgilendiren hukuki düzenlemelerin Yargıtay içtihatlarında nasıl karşılık bulduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın 34/2. maddesinde: ‘Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.’
5271 sayılı CMK’nın ‘Kararların açıklanması ve tebliği’ başlığını taşıyan 35. maddesi; ‘İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.’
Son fıkranın gerekçesinde: Haklarını daha etkin bir biçimde kullanabilmesini sağlamak amacıyla, ilgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu olduğunda tebliğ edilen kararın, adı geçenin istemi hâlinde kendisine okunacağı ve anlatılacağı belirtilmiştir. Böylece söz gelimi, başvurulabilecek olan kanun yolu, süresi, mercii ve şekil koşulu konusunda açıklamada bulunulması zorunlu hâle getirilmiştir.
CMK’nın 231/3. maddesinde: ‘Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir.’
CMK’nın 232/6. maddesinde: ‘Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.’
5271 sayılı CMK’nın 40. maddesinin 1. fıkrasında; kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmeyen kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesi;
‘Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.’
Anayasa’nın 40. maddesi;
‘Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 3/10/2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.’
Şeklinde emredici düzenlemeler gözönünde bulundurulduğunda,
Gerek yüze karşı, gerekse gıyapta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolunun, süresinin, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin belirtilmesi zorunluluk arzetmektedir.
CMK’nın 291/1. maddesinde, temyiz süresi; tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün olarak belirlenirken, aynı Kanun’un 34/2, 231/3 ve 232/6. maddelerinde kararlarda kanun yolu, süresi, mercisi ve şekillerinin belirtilmesi zorunlu kılınarak olağan bir yasa yolu olan temyiz hakkının etkili bir şekilde kullanılabilmesinin önündeki engeller aşılmak istenmiş, 1412 sayılı CMUK’nın 33/3. maddesinde tebligatın serbest olmayan birisine yapılması hâlinde isteğe bağlı kılınan kararın okunup anlatılması hususu 5271 sayılı CMK’nın 35/3. maddesinde ilgilinin okuma yazma bilip bilmemesi aranmaksızın zorunlu kılınarak, temyiz hakkının kullanılmasına verilen önem bir kez daha net bir şekilde vurgulanmak istenmiştir.
Uyuşmazlığın daha iyi anlaşılabilmesi için, yukarıda konumuzu ilgilendiren yasal düzenlemelerin yargı kararlarında nasıl karşılık bulduğunun belirlenmesi gerekmektedir.
(YCGK-2007/31 K) sayılı ilamında;
C) Ceza Muhakemesi Yasası’nın 40. maddesinin 1. fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hâle getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, yasa yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi hâlinde, kişinin kusursuz sayılacağı hususlarının düzenlenmesi karşısında, somut olayda, başvurulacak yasa yolu, başvuru süresi, mercisi ve şeklinin gösterilmemiş olmasının yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere açıkça aykırılık oluşturduğu ve eski hâle getirme isteminde bulunma koşullarının varlığını koruduğu, bu itibarla olayda sanık müdafisi tarafından eski hâle getirme yöntemiyle açılmış bir temyiz davasının mevcut bulunduğu, dolayısıyla 26.07.2006 tarihinde yapılan başvurunun süresinde ve geçerli olduğu kabul edilerek 16.03.2006 gün ve 352-145 sayılı hükmün incelenmesi ve vaki yasayolu başvurusuyla ilgili olarak karar verilmesi gerektiği görüş ve kanaati benimsenmiştir.
(YCGK-2010/26 K) sayılı ilamında;
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 40/2, 5271 sayılı CMK’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri ile Ceza Genel Kurulunun 30.01.2007 gün, 2007/9-18; 07.07.2009 gün, 2009/5-81-196 ve diğer pek çok kararında belirtildiği üzere; gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolunun, süresinin, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur.
Yerel Mahkeme kararındaki yasa yolu bildiriminde, hükmün kesin olduğu belirtilmek suretiyle sanık ve katılan yasa yoluna başvuru konusunda yanıltılmışlardır. Yukarıda anılan hükümler, Yerel Mahkemenin bu eksikliği gidermek için yasa yoluna başvuru olanağının bulunup bulunmadığı, türü, merci, süresi ve şekline ilişkin eksikliği gidermeye yeterli açıklamalı tebligat ile hükümlüyü ve katılanı bilgilendirmesini zorunlu kılmaktadır. Böyle bir bilgilendirme yapılmadan, yapılan bildirimin ve tebliğin geçerliliğinden ve buna bağlı olarak verilen kararın kesinleştiğinden sözedilemez.
Gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulu gerekse özel daireler uzun yıllara varan uygulamalarında CMK’nın 34/2. maddesindeki başvurulacak kanun yolu, süresi ve şekillerinin kararlarda gösterilmesini yukarıdaki örnek olarak gösterilen içtihatlarda vurgulandığı üzere zorunlu görerek temyiz hakkının kullanılmasının önündeki engellerin Ceza Muhakemesi Kanunu’nun amacına uygun bir şekilde aşılmasına karşın, zaman içerisinde aşağıdaki içtihatta açıklandığı üzere, yanlış bile olsa, yasa yolu, süresinin bildirilmesi yeterli görülerek önceki uygulamalardan kısmen de olsa vazgeçilmiştir.
(YCGK- 2015/357 K) sayılı ilamında;
1412 sayılı CYUY’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, yüze karşı verilmiş olan karara yönelik temyiz talebinin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup sanık 10.06.2009 günü tefhim olunan karara karşı bir haftalık süreden sonra 24.10.2014 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda, başvuru şeklinin belirtilmemiş olması nedeniyle kanun yolu bildiriminin eksik olduğu, bu durumun eski hâle getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, sadece başvuru şeklinin gösterilmemiş olması ‘kanun yolu süresinin’ işlemeye başlamasını engellemeyecek, bu durumda, başvuru şekli gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa dahi temyiz süreleri işleyecek ve süreden sonra yapılan temyiz başvurusu kabul edilmeyecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu somut olayımıza çok benzeyen bir olayda cezaevinde başka suçtan tutuklu ya da hükümlü bulunan sanığa kararın sırf okunup anlatıldığına dair bir ibareye yer verilmemesi nedeniyle, tebligatı geçersiz kabul edip, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmediğini kabul etmiştir.
(YCGK 2019/700 K) sayılı ilamında;
Yerel Mahkemece sanığın yokluğunda verilen 01.07.2011 tarihli hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın, başka bir suçtan tutuklu/hükümlü olarak … Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan sanığa ‘… 10. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.07.2011 tarih ve 2011/572 E. 2011/1019 K. sayılı yazısını alarak tebellüğ ettim.’ ibarelerini taşıyan tutanak ile tebliğ edilmesi, tebliğe ilişkin tutanakta kararın sanığa okunup anlatıldığına ilişkin bir ibarenin bulunmaması karşısında, sanığa 5271 sayılı CMK’nın 35. maddesinin 3. fıkrasına aykırı şekilde yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğu, bu nedenle sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmediği kabul edilmelidir.
Tebligatın usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığının mahkemeye erişim hakkı;
Anayasa Mahkemesinin 20.03.2014 gün, 2013/500 başvuru numaralı kararında Mahkemeye erişme hakkı aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır.
‘Mahkemeye erişme hakkı, sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir. Mahkemeye erişme hakkı, cezai olaylarda da uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişme hakkı, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin bu isnat hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır.’
Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere, mahkemeye erişim hakkı içerisinde değerlendirilebileceği hususunda tereddüt bulunmayan temyiz hakkının hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde rahatlıkla kullanılabilmesini, CMK’nın 34/2 ve 35/son, 231/3 ve 232/6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36 ve 40/2. maddelerindeki düzenlemeler ile güvence altına alan kanun koyucunun temyiz hakkının kullanılması ya da kullanılmaması sonucunu doğurduğu için temyiz hakkı kadar önemli olduğu konusunda kuşku bulunmayan tebligatın usulüne uygun olarak yapılmamasına seyirci kalması beklenemez. 5271 sayılı CMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra 2013 yılına kadar kanuni düzenlemeleri temyiz hakkının kullanılması yönünde oldukça genişletici yoruma tabi tutan Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu ile özel dairelerin 2013 yılından sonra (Örnek YCGK-2015/357 K) yargı yolu, süresi ve mercinin bildirilmesini yeterli görerek daha önceki yerleşik uygulamalarından kısmen de olsa vazgeçmelerine karşın, yine de en küçük yanıltıcı ifadeyi eski hâle getirme talebinin kabulü ile sonuçlandırmak suretiyle olası hak kayıplarının önüne geçmek istemişlerdir. Gerekçeli kararın tebliği sırasında cezaevinde başka suçtan hükümlü bulunan sanığa kararın okunup sonuçlarının açıkça anlatılmamasının, temyiz hakkının kullanılmaması gibi çok ağır ve telafisi imkânsız sonuçları doğuracak olması nedeniyle hak kayıplarının yaşanma ihtimalinin mevcut olacağı ve buna bağlı olarak mahkemeye erişim hakkının zedeleneceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Somut olayımızda; gerekçeli kararın tebliği sırasında cezaevinde başka suçtan hükümlü olan sanığa kararın okunarak, sonuçlarının anlatıldığına dair herhangi bir ibareye yer verilmediği gibi cezanın infazı sırasında hakkındaki hükmün kesinleştiğini öğrenen sanığa temyiz hakkının bildirilmemiş olması nedeniyle kararı öğrendiğinden söz edilemez. Gerekçeli karardaki en küçük yanıltıcı ifade ile bildirimlerdeki eksikliği dahi temyiz süresinin başlangıcı için yeterli saymayarak temyiz süresinin kusursuz olarak geçirilmesi nedeniyle dilekçenin verildiği tarihin öğrenme tarihi olarak kabul edilmesi suretiyle temyizin süresinde olduğuna ilişkin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatların, infaz aşamasında hiçbir açıklamada bulunmaksızın infazın başladığına ilişkin bildirimin yapıldığı tarihi öğrenme tarihi olarak kabul etmesi çok büyük bir çelişki olarak karşımıza çıkacaktır. Zira gerekçeli kararın tebliği sırasında gerekli açıklamaların yapılmadığı gibi infaz aşamasında da sanığa bu tarihten itibaren 1 haftalık yasal süre içerisinde kararı temyiz edebileceğine dair hiçbir açıklamada bulunulmadığı gibi kararın kesinleştiğinden bahisle temyiz hakkının bulunmadığı resmî bir merci tarafından dolaylı bir şekilde vurgulanmakla de yetinilmeyerek resmen infaz aşamasına geçilmiştir. Cezasının infazına başlanılan sanığın bu aşamadan sonra temyiz hakkının olduğunu düşünmesi beklenemez.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak etmemekle birlikte bir an için anılan görüşün doğru olduğunun kabul edilmesi hâlinde, bu sefer de sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden kurulan hükmün temyiz edilmesinde yasal bir engel bulunmadığından, suç tarihi ile ikinci kez kurulan hükmün onandığı tarih arasında 12 yıllık kesintili zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilerek, zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşmesi yerine onanmasına karar veren Yargıtay Yüksek 13. Ceza Dairesinin kararının kaldırılması gerekmektedir. Zira, ‘Bozma kararına uyulmadığı takdirde, bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayeti mümkün olmadığından, ilk kararı temyiz etmeyen sanığın direnme kararına karşı (temyiz) kanun yoluna başvurması olanaksızdır’ sonucuna varan 03.12.1990 tarihli, 1990/6-218 esas, 1990/322 karar sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı Doç. Dr. Sami Selçuk tarafından yazılan muhalefet şerhinde, ‘Ceza Yargılama Yasası’nın 325. maddesi 320 ve 326. maddeleriyle birlikte yorumlanmak gerekir. Buna göre Türk yasa denetimi sisteminde nokta temyizi benimsenmemiş; bozulmakla ilk kararın ortadan kalktığı görüşüne ulaşılmıştır. Uygulama ve Yargıtay görüşü de bu yöndedir. Bu durumda, ilk mahkeme dirense bile, ilk karara yollama yapmakla yetinmeyecek, bozulmayan noktaları da yeniden kaleme almak zorunda olduğu kararında irdeleyecek ve hükme bağlayacaktır. Olayda ilk karar, temyiz etmeyen sanık açısından da bozulmuş ve böylece bu sanıkla ilgili hüküm de ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Ceza Yargılama Yasası’nın 325. maddesi, 326. maddesindeki aleyhe bozma yasağı da gözetilerek kaleme alınmıştır. Söz konusu 325. maddenin uygulama koşulları ile sonucunu; bir başka deyişle yasa maddesinin varlık nedenleriyle sonucunu birbirine karıştırmamak gerekir. Uygulama koşulları söz konusu olunca, sanık, Yasa’nın anlatımına göre ‘temyiz isteğinde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından’ yararlanacaktır. Bozulan bir kararın, hem bütünüyle ortadan kalktığını ve hem de direnmeyle bu kez eski kararın kesinleştiğini benimsemek yalnız bir çelişki değil, Türk sisteminde reddedilen kısmi temyiz ve bozmayı bir başka yolla yeniden benimsemek, ayrıca Ceza Yargılamaları Yasası’nın 325. maddesinde öngörülen nedenlerle sonucu birbirine karıştırmak olacaktır.’ şeklinde görüşler ileri sürülerek, bozmaya uyulmayarak direnme kararı verilmesi hâlinde dahi, temyiz etmeyen sanık hakkındaki hükmün kesinleşmediği ileri sürülmüştür.
Somut olayımızda; Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesi tarafından, sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanığın ikinci kez kurulan hükmü temyiz etme hakkının bulunduğu kabul edilmesine karşın, bozmaya uyulmasına rağmen, bir taraftan ilk hükmün temyiz etmeyen sanık açısından suç tarihi olan 05.07.2009 tarihinden onama kararının verildiği 09.06.2022 tarihine kadar 12 yıllık kesintili zamanaşımı süresinin geçtiğinin gözetilmemesi suretiyle dolaylı olarak ilk hükmün temyiz etmeyen sanık açısından kesinleştiği kabul edilirken, diğer taraftan onama kararında hükümlü yerine sanık tabirinin kullanılması suretiyle çelişkiye düşülmüştür.
Sonuç itibarıyla usulüne uygun tebligat yapılmadığından sanık hakkında kurulan hükmün kesinleşmediği ve suç tarihi ile inceleme tarihi arasında 12 yıllık kesintili zamanaşımı süresinin geçtiği gözetilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabul edilip sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi gerekirken, itirazın kabulüne dair sayın çoğunluğun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.” gerekçesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi de; sanığa usulüne uygun tebligat yapılmadığı ve bu nedenle sanık hakkında kurulan hükmün kesinleşmediği düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.

2- Sanık …’ın yokluğunda verilen 04.11.2009 tarihli hükmün ceza infaz kurumunda başka suçtan tutuklu/hükümlü olarak bulunan adı geçen sanığa 16.03.2010 tarihinde tebliğinin usulüne uygun yapılmadığı ancak hükmün öğrenme üzerine kesinleştiği sonucuna ulaşılmış olmakla, ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’ın, inceleme dışı sanık … Emin Güler’in temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığı;
Yerel Mahkemece 04.11.2009 tarih ve 717-824 sayı ile, inceleme dışı sanık … Emin Güler ve sanık …’ın nitelikli hırsızlık suçundan mahkûmiyetlerine karar verildiği, yokluğunda verilen hükmün sanık …’a usulüne uygun tebliğ edilmediği ancak 24.03.2010 tarihinde kesinleştirme işlemi yapılması sonrasında 25.03.2011 ile 13.02.2012 tarihleri arasında bu hükmün infazı için cezaevine alınması nedeniyle sanığın öğrenme üzerine süresi içinde yasa yollarına başvurmadığı, inceleme dışı sanık .’in temyiz talebine yönelik yapılan incelemede, Özel Dairece, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma olanağının tartışılması gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verildiği, Yerel Mahkemece, lehe bozma sebebi, ilk hükmü temyiz etmeyen sanığa da sirayet ettirilerek devam olunan yargılama sonucunda, sanığın mahkûmiyetine karar verildiği, kurulan hükmün sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin, verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; bozma kararının “sirayeti”, “genişleme etkisi” ya da “teşmili (yayılma) etkisi” denilmektedir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken “Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti” başlıklı 325. maddesi; “Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.” şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK’nın “Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi” başlıklı 306. maddesi ise “Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.” biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır. Diğer taraftan temyiz incelemesi sırasında, bozma nedeninin hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilmesine işaret edilmesi de zorunlu olmayıp lehe bir bozma sebebinin bulunması durumunda mahkemelerce bu hususunun kendiliğinden dikkate alınması gerekmektedir.
Nitekim, Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış 12.07.1948 tarihli ve 163-121 sayılı, 07.12.1987 tarihli ve 322-588 sayılı, 31.01.2017 tarihli ve 982-29 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-… Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771.) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Gelinen aşamada ifade etmek gerekir ki, kamu davasının her iki tarafı bakımından yasa yollarına başvurmak olmazsa olmaz bir hak ise de, bunun kurallara ve sürelere tabi olması da, gelişmiş toplum düzeni ve hukuk devletinin bir gereğidir. Burada sanık açısından savunma; katılan açısından ise iddia hakkının kısıtlanmasından değil ilgilinin hukukun işleyiş kuralına riayet etmemesinden bahsedilebilir. İlk hükmü temyiz etmeyen sanık bozmanın sirayeti yoluyla sanki hükmü temyiz etmişcesine kanun yoluna başvurma hakkından bir kez yararlandırılmıştır. Bu kapının ister sanık isterse katılan açısından tekrar açılması usul hukukunun denetlenebilirlik ve öngörülebilirlik; maddi ceza hukukunun ise hukuki kesinlik ilkeleri ile bağdaşmaz. Asıl bu durum sanıklara ilanihaye hak sağlayacağı için suçun mağdurlarının daha fazla mağdur olmasının yolu açılmış olur. O hâlde, somut olaydaki uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için, sanığın, kararı temyiz etmesinde hukuki menfaatinin bulunup bulunmadığı değil, sirayet sonrası kurulan hükmün temyiz edilebilir nitelikte bir hüküm olup olmadığı bağlamında bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında asıl uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İnceleme dışı sanık … Emin Güler’in temyizi üzerine 04.11.2009 tarihli hükmün, lehe bozulmasının ardından, Yerel Mahkemece sirayet nedeniyle kurulan 11.07.2016 tarihli hükmün sanık … tarafından temyiz edildiği anlaşılan olayda;
Sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmayıp sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması, aksi düşüncenin kabulünün usul hukukundaki belirsizliği önlemeye yönelik temyiz ve itiraz sürelerinin konuluş amacı ile bağdaşmayacak ve kesinleşme sürecinin öngörülebilirliğini ortadan kaldıracak olması karşısında,
Kanun yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanık hakkında kurulan hükmün de bozulacağını ve yeniden kurulan hükmün temyiz denetimine tabi olacağını açıkça düzenleme imkânı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi hususu da dikkate alınarak, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde etkin bir şekilde temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olduğunda bir tereddüt bulunmayan ancak yöntemine uygun tebliğe rağmen ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’ın inceleme dışı diğer sanığın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle kurulan, temyiz edilemez nitelikteki ikinci hükmü temyiz etme hakkının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının;
a) (1) numaralı ön sorun bakımından REDDİNE,
b) Asıl uyuşmazlık konusu bakımından KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 09.06.2022 tarihli ve 13058-8844 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanık …’ın … 9. Asliye Ceza Mahkemesinin 11.07.2016 tarihli ve 585-509 sayılı hükmüne yönelik temyiz talebinin REDDİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 28.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.


1- Tebligat usulüne uygun değil, karar kesinleşmedi


2- İtiraz ret


1- Tebligat usulüne uygun değil, karar kesinleşmedi
2- İtiraz ret


2- İtiraz ret


2- İtiraz ret


2- İtiraz ret

Yazı İşleri Müdürü

M.A