Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/39 E. 2022/775 K. 06.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/39
KARAR NO : 2022/775
KARAR TARİHİ : 06.12.2022

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 1753-171
Mağdure : Serap Yorulmaz
Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan sanık … Bozdağın TCK’nın 103/2, 103/3-c, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 30 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Yozgat Ağır Ceza Mahkemesince verilen 06.05.2019 tarihli ve 131-332 sayılı resen istinafa tabi hükmün sanık müdafisi tarafından da istinaf edilmesi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesince 17.01.2020 tarih ve 1753-171 sayı ile duruşma açılarak yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece sanık hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hükmün kaldırılarak çocuğun basit cinsel istismarı suçundan sanığın TCK’nın 103/1, 103/3, 103/6, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 17 yıl 3 ay hapis; mağdurenin evlenerek sanığın evinden ayrılıp tekrar eve dönmesinden 20.10.2017 tarihine kadar devam eden eylemler için sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı suçundan TCK’nın 102/1-2. cümlesi, 102/3-c, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis; cezaları ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba karar verilmiştir.
Bu kararların da katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili ve sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 07.06.2021 tarih ve 4502-4107 sayı ile;
“… sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Mağdurenin aşamalardaki beyanları, tanık anlatımları, savunma ve tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde, sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında aynı evde birlikte yaşadığı kızı olan mağdureye karşı altı yaşından itibaren öpme, okşama, cinsel organına dokunma şeklinde cinsel istismar eylemlerine başladığı ve 2015 yılı ağustos ayında evlenerek evden ayrılan mağdurenin on sekiz yaşını bitirdikten sonra eşinden ayrılarak yanına dönmesinden sonra da vücudunu okşama eylemlerini sürdürdüğü, bu kapsamda sanığın araya herhangi bir hukuki veya fiili kesinti girmeksizin eylemlerini aynı kast altında değişik tarihlerde zincirleme şekilde gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında, Bölge Adliye Mahkemesince mağdurenin on sekiz yaşından küçük olduğu döneme ilişkin eylemlerin beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun cinsel istismarı ve on sekiz yaşından büyük olduğu kısma ait eylemlerin ise sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı suçlarını oluşturup, her iki suçun kendi arasında teselsül ettiği de nazara alındığında eylemlerin bütün halinde zincirleme şekilde çocuğun cinsel istismarı suçunu oluşturacağı gözetilip belirlenecek lehe kanuna göre sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken farklı dönemlerdeki eylemler müstakil suçlar kabul edilerek yazılı şekilde hükümler kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 01.07.2021 tarih ve 45791 sayı ile;
“…İncelenen dosya kapsamından; sanığın aynı evde birlikte yaşadığı öz kızı olan mağdureye karşı altı yaşından itibaren öpme, okşama, cinsel organına dokunma şeklinde cinsel istismar eylemlerine başladığı ve 2015 yılı ağustos ayında evlenerek evden ayrılan mağdurenin bir buçuk yıl sonra on sekiz yaşını bitirdikten sonra eşinden ayrılarak yanına dönmesinden sonra da vücudunu okşama eylemlerini sürdürdüğü hususunda Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesi, Yargıtay (Kapatılan)14. Ceza Dairesi ve Başsavcılığımız arasında ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilafın konusu mağdurenin evlenerek evden ayrılmasından sonra bir buçuk yıl sonra eşinden ayrılarak evine dönmesi sonrasında sanığın yeniden aynı mahiyette eylemlerine devam etmesinde filli kesinti olup olmadığına ve böylece her iki dönemdeki eylemlerinin ayrı suçlar oluşturup oluşturmadığına ilişkindir.
TCK’nun 43. maddesinin birinci fıkrasının konumuza ilişkin ilk cümlesinde; ‘Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir’ biçiminde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için,
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
Aynı suç işleme kararı altında suç işlenmesi her biri ayrı ayrı suç teşkil eden fiilleri birbirine bağlayan ve olaya zincirleme suç özelliğini veren subjektif bir bağdır. Sanığın çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suç işlediği ya da suç işleme kararının yenilendiği durumlarda aynı suç işleme kararından söz edilemeyeceğinden, zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır. Zincirleme suçtan söz edebilmek için failin, başlangıçta genel bir niyet ve suç işleme kararı ile aynı suçu aynı mağdura karşı birden fazla kez işlemesi gerekmektedir. Buna göre ‘suç işleme konusunda tek kararı’ olmayıp, ikinci eylemde suç işleme kararı yenilenmiş ise her bir fiil bağımsız suç olarak kabul edilecek ve zincirleme suç söz konusu olmayacaktır. Sanığın iç dünyasına ilişkin olan bu gereklilik sübjektif bir şart olup, mahkemelerce denetime imkan sağlayacak şekilde tespit edilerek karara yansıtılması gerekecektir.
Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 14/01/2014 gün ve 384-2, 03/12/2013 gün ve 1475-577, 30/05/2006 gün ve 173-145, 08/07/2003 gün ve 189-207, 13/10/1998 gün ve 205-304, 20/03/1995 gün ve 48-68 ile 02/03/1987 gün ve 341-84 sayılı kararlarında ‘aynı suç işleme kararı’ kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.
Somut olayda sanığın kendisi ile birlikte aynı evde yaşayan mağdurenin 6 yaşından itibaren 17 yaşını ikmal ettiği ve evlendiği tarih olan Ağustos 2015’e kadar öpme, okşama, cinsel organına dokunma şeklinde cinsel istismar eylemlerini aralıklarla sürdürdüğü ve çocuğun cinsel istismarı niteliğindeki bu eylemelerin aynı suç işleme kararı altında gerçekleştiğinin kabulünde yasaya aykırı bir durum olmadığı, ancak bu tarihten sonra evlenerek evden ayrılan, artık sanığın hakimiyet alanından çıkan mağdurenin bir buçuk yıl sonra eşinin ailesinin kendisini istememesi üzerine eşinden ayrılarak baba evine dönmesi ve sanığın yeniden bu kez cinsel saldırı niteliğinde bir eylem gerçekleştirmesi karşısında, sanığın mağdureye karşı cinsel istismar veya cinsel saldırı eylemini gerçekleştirme fırsatının bu nedenle ortadan kalktığı ve makul sayılmayacak bir süre ile sanığın eylemlerini gerçekleştiremediği, bu sürenin fiili kesinti olarak kabul edilmesi gerektiği ve mağdurenin eşinden ayrılarak baba evine dönmesi ile sanığın bu kez yenilen suç işleme kararı ile bu kez cinsel saldırı suçunu işlediği, mağdure evlenmeden önceki eylemlerin zincirleme olarak çocuğun cinsel istismarı, mağdure eşinden ayrılıp eve döndükten sonra gerçekleşen eylemin ise mağdurenin 18 yaşını ikmal etmesi nedeniyle sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı olarak kabulüne dair istinaf mahkemesi kabul ve uygulamasının isabetli olduğu düşüncesine varılmış ve Yüksek dairenin bozma kararına itiraz etmek gerektiği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 29.11.2021 tarih ve 22461-9379 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karar bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın mağdurenin annesiyle 26.08.1997 tarihinde evlendiği, mağdurenin 25.07.1998 tarihinde dünyaya geldiği, sanık ve mağdurenin annesinin 01.07.1999 tarihinde boşandıkları, mağdurenin velayetinin annesine verildiği, mağdurenin 6 yaşından itibaren babasıyla yaşamaya başladığı, mağdurenin 6 yaşından 17 yaşını doldurarak evlendiği 04.08.2015 tarihine kadar sanığın mağdureye yönelik cinsel eylemlerini gerçekleştirdiği, mağdurenin 04.08.2015 tarihinde evlendikten sonra babasının Yozgat’ta bulunan evinden ayrılarak eşinin Ankara’da bulunan evine yerleştiği ancak eşiyle geçinemeyerek 2017 yılı … ayında tekrar baba evine döndüğü, bu tarihten şikâyetin yapıldığı 24.10.2017 tarihine kadar sanığın mağdureye yönelik cinsel eylemlerini devam ettirdiği,
Açık kaynaklara göre yapılan araştırmada; 2017 yılında … ayının 27 Mayıs tarihinde başladığı, 25 Haziran’da sona erdiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdure 01.11.2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesinde; sanığın eylemlerinin evleninceye kadar devam ettiğini, 2015 yılının Ağustos ayında resmî olarak evlendikten sonra bir buçuk yıl kadar evli kaldığını, evli kaldığı süre içinde babası olan sanıkla zaman zaman yüz yüze görüştüğünü ancak bu süreçte sanığın, kendisine karşı herhangi bir cinsel davranışının olmadığını,
Beyan etmiştir.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir biçimde çözümlenmesi için “zincirleme suç” hükümleri üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’ya hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” biçiminde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Konumuza ilişkin olan zincirleme suç, 765 sayılı Kanun’un 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlâl edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Kanun’un 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesindeki düzenlemeden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurların üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.
a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi;
Aynı suç, 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır.” denilmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. Örneğin, dolandırıcılık ile nitelikli dolandırıcılık eylemleri aynı suç sayılır iken, dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanma, hırsızlık ile dolandırıcılık, hırsızlık ile suç eşyasını satın alma aynı suç kavramı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Aynı suç kavramına, suçun teşebbüs aşamasında kalmış hâli de dahildir. Zincirleme suç oluşturan eylemlerden bir kısmı tamamlanmış, bir kısmı da teşebbüs aşamasında kalmış olsa bile, işlenen suçların isimleri değişmediği sürece, aynı suç sayılacaktır (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, 18. Bası, Ankara, 2012. s. 339; … Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Ankara, 2014, s. 1241-1242; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 9. Bası, Ankara, 2016, s. 500-507; Türkan Sancar Yalçın, Yeni Türk Ceza Kanununda “Zincirleme Suç”, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253.).
765 sayılı TCK’da yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda diğer şartların da varlığı hâlinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi mümkündür. Nitekim, 765 sayılı TCK’nın yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.
b) İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması;
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecektir. Tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur, suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Ankara, 2017, s. 303-306; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Ankara, 2015, s. 214-216; Koca-Üzülmez, s. 507-508; … Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. Cilt, Ankara, 2014, s.7958-7959.).
Yapılan açıklamalara göre, Kanun’un aynı hükmünün farklı zamanlarda ihlâli aynı kişiye karşı olmalıdır. Kanun’daki bu açık ifade nedeniyle, aynı suçu işleme kararı ile Kanun’un aynı hükmünün farklı zamanlarda, ancak farklı kişilere karşı ihlâl edilmesi hâlinde müteselsil suçtan söz edilemeyecektir. Örneğin, aynı suçu işleme kararı ile farklı zamanlarda birden fazla kişinin malına kasten zarar verilmesi hâlinde zincirleme suça ilişkin hükümler uygulanamayacaktır. Bunun yerine fail, her bir fiilinden dolayı ayrı ayrı cezalandırılacaktır. Bununla birlikte bir fiil ile aynı suçun birden fazla kişiye karşı işlenmesi durumunda TCK’nın 43. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun’un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.
c) Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi;
Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 tarihli ve 384-2, 03.12.2013 tarihli ve 1475-577, 30.05.2006 tarihli ve 173-145, 08.07.2003 tarihli ve 189-207, 13.10.1998 tarihli ve 205-304, 20.03.1995 tarihli ve 48-68 ile 02.03.1987 tarihli ve 341-84 sayılı kararlarında “aynı suç işleme kararı” kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlâl etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, her hareketinin birbirinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında sübjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.
Öğretide ise aynı suç işleme kararının, kanunun aynı hükmünü birden fazla ihlâl etmek hususunda önceden kurulan bir plan ve genel bir niyet anlamında bulunduğu (Sulhi Dönmezer- Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt 1, 14. Bası, İstanbul, 1999, s. 398 vd.), çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif şartını oluşturmayacağı (Türkan Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, s.70 vd.), failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığının aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmeyeceği (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 136-137; Koca-Üzülmez, s. 508-510.), Kanun’da kullanılan karar tabirinden anlaşılması gerekenin, failin daha baştan itibaren birden fazla suçu kısım kısım işlemeye yönelik tasavvuru olduğu, önceden bir plan yapmış, niyetini oluşturmuş, fakat bunu bir defada gerçekleştireceği yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket etmiş olduğu için zincirleme suçun kabul edildiği (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 18. Bası, Ankara, 2015, s. 612-613.), zincirleme suç hâlinde failin somut fiiline ve fiillerin bütününe yönelik olmak üzere iki iradesinden söz edilebileceği, zincirleme suç işlemeye yönelik iradenin, yani bir suç işleme kararının her bir suça ilişkin kasıttan önce geldiği (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 4. Bası, İstanbul, 2015, s. 456.), zincirleme suçun sübjektif şartının bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenen suçlar arasında manevi bir bağ bulunması olduğu (Özgenç, s. 564.), suçların işleniş biçimindeki benzerlik, aynı türden fırsatları değerlendirme, suçla korunan hukuki değer, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelik ve başkalıkları ve suçlar arasındaki zaman aralığı gibi dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanılarak tespit edilecek olan bir suç işleme kararının kanunun aynı hükmünü ihlâl etmek hususundaki failin genel planı olduğu (Artuk-Gökcen-Alşahin-Çakır, s. 718-719.) görüşleri ileri sürülmüştür.
Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.
Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.
Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözümüne katkısı bakımından “hukuki” ve “fiili” kesinti kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin failin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cumhuriyet savcısınca şüpheli hakkında CMK’nın 170. maddesi uyarınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır. Bazı durumlarda ise fiili kesintinin varlığını kabul etmek gerekmektedir. Zira Anayasa’nın 141. maddesinde “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde belirtilen “adil yargılanma hakkı” kapsamında “davaların makul sürede görülmesi” ilkeleri benimsenmiş olup soruşturma ve kovuşturma sürecinin hızlı bir şekilde tamamlanarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının sağlanmasına gerekmektedir. Bu nedenle soruşturma makamının soruşturma sürecini hızlı bir şekilde tamamlamayıp süreci sürüncemede bırakmasıyla mağdurun elinde olmayan nedenlerle aleyhine çıkabilecek sonuçların ortadan kaldırılması için hukuki kesintinin kabul edilmediği bazı durumlarda fiili kesintinin oluşabileceğinin kabulü gerekmektedir. Bu bağlamda, fiili kesintinin birçok Yargıtay kararında failin eylemine ara vermesi veya tutuklanması, askere gitmesi, uzun bir süre hastanede yatması gibi nedenlerle eylemini sürdürememesi hâllerinde meydana gelebileceği belirtilmiştir. Ancak belirtilen nedenlerin varlığı durumunda fiili kesintinin muhakkak oluştuğu söylemek mümkün değildir. Her somut olay içerisinde birbirinden çok farklı özellikler barındırabileceğinden bu durumlarda eylemlerin gerçekleştirildiği yer ve araya giren zaman aralığı gibi hususlar gözönünde bulundurularak suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği ve bu bağlamda fiili kesintinin gerçekleşip gerçekleşmediği ayrıca belirlenmelidir. Hukuki veya fiili kesintinin söz konusu olmadığı durumlarda ise zincirleme suç hükümlerinin uygulanması mümkündür.
Yapılan açıklamalara göre, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Eylemlerin sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık ve dosya kapsamı itibarıyla bu kabulde herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, sanığın mağdurenin annesiyle 26.08.1997 tarihinde evlendiği, mağdurenin 25.07.1998 tarihinde dünyaya geldiği, sanık ve mağdurenin annesinin 01.07.1999 tarihinde boşandıkları, mağdurenin velayetinin annesine verildiği, mağdurenin 6 yaşından itibaren babasıyla yaşamaya başladığı, mağdurenin 6 yaşından 17 yaşını doldurarak evlendiği 04.08.2015 tarihine kadar sanığın mağdureye yönelik eylemlerini gerçekleştirdiği, mağdurenin 04.08.2015 tarihinde evlendikten sonra babasının Yozgat’ta bulunan evinden ayrılarak eşinin Ankara’da bulunan evine yerleştiği ancak eşiyle geçinemeyerek 2017 yılı … ayında tekrar baba evine döndüğü, evli kaldığı dönemde mağdureyle yüz yüze görüşen sanığın mağdureye yönelik herhangi bir eyleminin bulunmadığı, bu tarihten şikâyetin yapıldığı 24.10.2017 tarihine kadar sanığın mağdureye yönelik cinsel eylemlerini devam ettirdiği anlaşılan dosyada;
TCK’nın 43. maddesinde “bir suç işleme kararının icrası” şeklinde düzenlenen ibarenin esasında kişinin iç dünyasıyla alakalı olması nedeniyle sanığın dış dünyaya yansıyan davranışlarının söz konusu ibarenin değerlendirilmesinde irdelenmesinin gerekmesi, mağdurenin 04.08.2015 tarihinde evlenerek sanıkla birlikte yaşadığı evden ayrıldığı, 2017 yılının Mayıs-Haziran aylarında tekrar sanığın evine döndüğü, yaklaşık 1 yıl 8 ay sanığın herhangi bir eylemine maruz kalmadığı, bu nedenle sanığın 04.08.2015 tarihinden önceki ve 2017 yılı … ayından sonraki eylemleri arasında fiili kesintinin gerçekleştiği, bu itibarla sanığın iki farklı dönemdeki eylemleri arasında kastı da içine alıp ondan önce gelen bir suç işleme kararından, diğer bir deyişle suçları ortak bir zemine taşıyan subjektif bir bağdan söz edilemeyeceği gibi sanığın önce bir plan yapması veya bu suça niyet etmesi fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesi gibi bir durumun da somut olayda söz konusu olmadığının izahtan vareste olduğu, mağdurenin evden ayrıldığı 2015 yılı ile tekrar sanığın evine döndüğü 2017 yılının … ayından 24.10.2017 tarihine kadar devam eden eylemlerde sanığın suç kastının yenilendiği noktasında tereddüt bulunmadığı, nitekim evli olduğu dönemde mağdureyle yüz yüze görüşen sanığın mağdureye yönelik bir eyleminin bulunmadığından hareketle sanığın eylemlerinin yeni bir suç kastı altında gerçekleştiğinin kabulünde zorunluluk bulunduğu, bu nedenle sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanma koşullarının oluşmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesinin 07.06.2021 tarihli ve 4502-4107 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.