Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/378 E. 2023/205 K. 05.04.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/378
KARAR NO : 2023/205
KARAR TARİHİ : 05.04.2023

YARGITAY DAİRESİ : 6. Ceza Dairesi

Sanık …’un nitelikli hırsızlık suçundan TCK’nın 142/2-h, 168/2, 62/1 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin … 2. Asliye Ceza Mahkemesince kurulan 30.03.2016 tarihli ve 254-215 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 14.04.2022 tarih, 10447-5658 sayı ve oy çokluğu ile onanmasına karar verilmiştir.
Daire Üyesi U. Sürmeli ise “Mağdur … ve müşteki Şule Tunç’un aşamalardaki beyanı, araştırma ve teşhis tutanaklarına göre, … yerine gelen üç failden biri olan sanığın mağdur …’in kasiyer olarak çalıştığı marketten üç adet çorap alarak çorapların bedeli olan 6 TL’yi ödeme yapmak üzere kasaya geldiği, kasiyer müşteki Filiz’e 100 TL’lik bir banknot verdiği, müşteki Filiz’in bozuk para talebi üzerine ilk önce olmadığını söyledikten sonra cebinden çıkarttığı 1 TL lik bozuk parayı müşteki kasiyere uzattığı ve verdiği 100,00 TL’lik banknotu da isteyerek geri aldığı, kısa bir süre sonra da 95.00 TL para üstünü istediği, o sırada diğer meçhul iki şahsında birtakım sorular sorarak müştekiyi oyaladığı, sanığın kafa karışıklığı yaratarak müştekiden teslim aldığı 95.00 TL ile … yerinden ayrıldığı olayda;
Mağduru yanılgıya düşürüp mağdurun rızasıyla 95 TL’yi kendisine teslim etmesini sağladığının anlaşılması karşısında, meçhul suç arkadaşları ile sanığın başından beri mağdurun iradesini fesada uğratma amacıyla ısrarlı ve kararlı bir şekilde devam eden para uzatıp geri almak ve konuşturup oyalamak suretiyle mağduru hileli ve baskın davranışlarıyla yanılgıya düşürerek menfaat elde etmeleri şeklindeki eyleminin CGK’nun 2017/4 E-2019/383 K. sayılı, 07.05.2019 tarihli kararında da olduğu gibi TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğu, 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ile uzlaştırma hükümleri yeniden düzenlenmiş olup, sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunun uzlaşma kapsamına alındığı nazara alınarak, uzlaştırma işlemi yapılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle hükmün bozulması gerekirken suçun binadan hırsızlık olduğu kanaatiyle verilen mahkûmiyet hükmünün onanması şeklindeki çoğunluk görüşüne iştirak olunmamıştır.” şeklinde karşı oy kullanmıştır.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 20.05.2022 tarih ve 282075 sayı ile; “…Sanığın, basit bir yalanı aşan, başından beri mağdurun iradesini fesada uğratma amacıyla ısrarlı ve kararlı bir şekilde devam eden başka konulardan konuşmak suretiyle mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluktaki ustaca planlayıp sergilediği hileli davranışları sonucunda, mağdurların rızalarıyla fazladan kendisine 95 TL daha verilmesini sağlayarak haksız menfaat sağlaması şeklindeki her bir eyleminin, hırsızlık suçunu değil 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğu,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.06.2022 tarih, 4217-9832 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KONUSU
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-Sanığın eyleminin nitelikli hırsızlık suçunu mu yoksa dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun,
2-Eylemin, dolandırıcılık suçunu oluşturduğunun kabulü hâlinde 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma kapsamında kalıp kalmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’ın; haklarında ayırma kararı verilen meçhul iki şüpheli ile birlikte katılanın işlettiği mağazaya girerek üç adet çorap aldığı ve 100 TL parayı kasiyer olan mağdura uzattığı, ardından özel beceriyle mağdura 100 TL’yi teslim etmeden para üstü olarak 95 TL aldığı ve mağazadan ayrıldığı iddiası ile sanık hakkında kamu davası açıldığı,
26.08.2014 tarihli araştırma tutanağında; kamera kaydına göre; olayı üç kişinin gerçekleştirdiğinin, öncelikle içlerinden birisinin mağdura para verdiğinin ve onunla konuşmaya başladığının, ardından ise mağduru oyalayarak verdiği parayı geri alıp malzemelere karşılık bozuk para verdiğinin ve para üstü istediğinin, mağdurun kasayı açıp bu şahsa parayı geri verdiğinin, bu sırada ikinci şahsın mağduru oyaladığının, akabinde ilk gelenin parasını geri isteyip aldığının, ikinci gelen şahsın ise hâlâ mağduru oyalamaya devam ettiğinin tespit edildiği,
01.10.2014 tarihli araştırma ve teşhis tutanaklarına göre; mağdur ve katılanın, olay günü dolandırıcılık olayını gerçekleştiren şahıslardan birisinin, fotoğrafı gösterilen sanık … olduğunu teşhis ettikleri,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur …; kasiyer olarak çalıştığı … yerine 08.08.2014 tarihinde saat 11.00 sıralarında müşteri olarak iki kişinin, ardından da bir kişinin geldiğini, mağazaya girdiklerinde “Çorap var mı?” diye sorduklarını, kendisinin de çorapların bulunduğu reyonu gösterdiğini, bunun üzerine bu kişilerin üç adet çorap alarak bulunduğu kasaya geldiklerini, içlerinden birinin kendisine çorapları uzatıp ücret olarak 100 TL verdiğini, çorapların bedelinin 6 TL olması ve kasada bozuk para bulunmaması nedeniyle bu şahsa 1 TL bozuğunun olup olmadığını sorduğunu, bu şahsın bozuk parasının olmadığını söylemesi üzerine kendisinin de bu parayı bozamayacağını söyleyerek 100 TL’yi geri verdiğini, daha sonra şahsın kendisinde 1 TL olduğunu söyleyerek bu parayı uzattığını ve para üzeri olarak 95 TL istediğini, bu sırada yanında bulunan diğer iki şahsın da birtakım sorular sorarak dikkatini dağıtmaya çalıştıklarını, dikkati dağıldığı için para üzeri olarak 95 TL verdiğini, daha sonra bu üç şahsın parayı alarak … yerinden ayrıldıklarını, bu şahıslardan şüphelenerek kasanın kontrolünü yaptığında 100 TL’nin eksik olduğunu gördüğünü ve bu üç şahsın kendisini dolandırdıklarını fark ettiğini ifade etmiştir.
Sanık …; bina içinden veya özel beceri göstererek herhangi bir hırsızlık yapmadığını, kamera kayıtları incelendiğinde bu durumun tespit edileceğini, olay günü söz konusu mağazadan alış veriş yaptığının doğru olduğunu, 100 TL verdiği mağdurun kendisinden 1 TL daha istediğini, bu parayı da verdiğini, mağdurun kendisinin verdiği para haricinde 95 TL fazladan para iade etmiş olduğunu, kendisinin bu parayı PTT vasıtasıyla geri gönderdiğini, olayın yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu savunmuştur.
V. GEREKÇE
1- Sanığın eyleminin nitelikli hırsızlık suçunu mu yoksa dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğu;
A. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
A- Dolandırıcılık Suçu:
5237 sayılı TCK’nın “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.
Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK’nın 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma olmasına karşın, 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş, 765 sayılı Kanun’da yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanun’da yer verilmemiş ve hileye, desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail, kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre hangi nitelikteki hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır… Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması, bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan hâlden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (…, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453.), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (… /…/…, Kişilere Karşı Suçlar, … 2011, Beta Yayınevi, 2.bası , Cilt I. s. 456.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hâllerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşması bakımından yeterli kabul edilmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması, gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli … /K…/…/İlker …, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, … 2012, Seçkin Yayınevi, 4. bası, s. 650.), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır.” …, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, s. 343.), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.” (… …, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, … 2011, Beta Yayınevi, 2. bası, Cilt I. s. 462.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
B- Hırsızlık Suçu:
TCK’nın 141/1. maddesinde yer alan “Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklindeki düzenleme ile hırsızlık suçunun temel şekli tanımlanmış; aynı Kanun’un 142. maddesinde ise suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri sayılmıştır.
TCK’nın “Nitelikli hırsızlık” başlıklı 142. maddesinin ikinci fıkrasının uyuşmazlık konusuyla ilgili hükmü;
“(2) Suçun;

h) Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında,
İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur…” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 142. maddesinin ikinci fıkrasının (h) bendinde iki ayrı nitelikli hâl düzenlenmiş olup birincisi herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınmış olan eşyanın çalınmasıdır. Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi için eşyanın, herkesin girebileceği bir yerde bulunmasının yanında, kilitlenmek suretiyle de muhafaza altına alınmış olması gerekir.
Fıkrada belirtilen ikinci nitelikli hâl ise, bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşyanın çalınmasıdır. Bu nitelikli hâlde öngörülen “Bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmaktan” anlaşılması gereken, mutlaka belli bir yere kilitlemek ya da gizlemek olmayıp, eşyanın bina veya eklentisi içinde bulundurulmuş olması yeterlidir.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendirmesi nedeniyle tartışılmasında yarar görülen 5237 sayılı TCK’nın 142. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinde de; suçun, elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle işlenmesi hâli nitelikli hırsızlık suçu olarak yaptırıma bağlanmış, aynı fıkranın son cümlesinde ise (b) bendinde belirtilen suçun, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı işlenmesini cezanın ağırlatıcı nedeni saymıştır. Bu bende göre elde veya üstte taşınan eşyanın;
a) Çekip almak suretiyle,
b) Özel beceriyle çalınması,
Nitelikli hırsızlık olarak düzenlenmiştir.
Bu nitelikli hâli düzenleyen bendin uygulama alanı, madde gerekçesinde; “Fıkranın (b) bendinde, hırsızlığın elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel bir beceriyle işlenmesi hâli öngörülmüştür. Yankesicilik veya kişisel çeviklik ile işlenen hırsızlık hâlleri bendin kapsamına girdiği gibi, bir hayvanı alıştırmak suretiyle ve ondan yararlanılarak işlenen fiiller hakkında da bendin uygulanması sağlanmıştır. Bunun gibi, yolda giden bir kimsenin çantasını kapıp kaçmak suretiyle işlenen hırsızlık da bu bent kapsamında mütalâa edilmiştir. Ancak, bu son hâlde, direncini kırma amacıyla kişiye karşı cebir kullanılmamalıdır. Aksi takdirde, yağma suçu oluşur.” şeklinde açıklanmıştır.
Öğretide de anılan bent ile mağdurun dalgınlığından yararlanılarak elde veya üstte taşınan eşyanın çekip alınması şeklindeki eylemler ile yine aynı şekilde şahıs üzerinde özel beceriyle gerçekleştirilen, kapkaççılık ve yankesicilik fiillerinin yaptırım altına alındığı, ancak Kanun metninde kapkaç ve yankesicilik ifadelerine yer verilmediği belirtilmiştir (Centel/…t; Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, s. 312 vd.).
Bu genel açıklamalar ışığında, bentteki nitelikli hâllerin uygulama koşullarını şu şekilde belirlemek mümkündür:
765 sayılı Kanun’da, elde veya üstte taşınan eşyanın çekip almak (kapkaç) suretiyle çalınması nitelikli hâl olarak ayrıca düzenlenmediği için, eylem aynı Kanun’un 491. maddesinin birinci (ilk) fıkrası kapsamında değerlendirilmiş ve anılan eylemlere ilk fıkra uygulanmıştır. Kapkaç suretiyle hırsızlık 5237 sayılı Kanunla daha fazla ceza verilmesini gerektiren nitelikli hırsızlık olarak düzenlenmiştir. Mağdura karşı herhangi bir cebir kullanılmaksızın kapkaç suretiyle gerçekleşen hırsızlık fiilleri bu bent kapsamında değerlendirilmelidir.
Mağdurun eşyasını muhafaza için direnmesi ve bu nedenle cebre maruz kalması hâlinde eylemin yağma suçuna dönüşeceği, kullanılan cebrin yaralamanın basit hâli derecesinde olması durumunda, cebir yağma suçu içinde eriyeceğinden, sanığın yalnızca yağma, cebrin yaralamanın netice sebebiyle ağırlaşmış derecesine ulaşması durumunda ise failin, yaralama ve yağma suçlarından cezalandırılacağı unutulmamalıdır.
5237 sayılı TCK’nın 142/2-b maddesindeki elde veya üstte taşınan eşyanın özel beceriyle çalınmasına ilişkin hüküm ise 765 sayılı Kanun’un 492. maddesinin birinci fıkrasının yedinci bendine konu edilen yankesicilik suretiyle hırsızlık hükmüne paralel bir düzenlemedir.
Anılan hükmün uygulamada yankesicilik suretiyle işlenen suçları kapsadığı kabul edilmekle birlikte, kullanılan özel beceri sözcüğü yankesicilikten daha kapsamlıdır. Bu nedenle anılan bendin, yankesicilik suretiyle gerçekleştirilen hırsızlık eylemlerini de kapsayan, ancak ondan daha geniş olarak, kişi üzerinde özel beceri ile gerçekleştirilen tüm hırsızlık suçlarını kapsadığı kabul edilerek uygulama yapılmalıdır.
5237 sayılı Kanun’un 142. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi uyarınca; bu bentteki suçun, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi hâlinde ceza üçte biri oranında artırılarak hükmolunacaktır.
Ancak, 142. maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinin gerekçesinden yola çıkılmak suretiyle, özel beceri sözcüğünün elde ve üstte taşınan eşya koşulundan soyutlanarak (765 sayılı Yasanın 493. maddesinin birinci fıkrasının birinci bendindeki) kişisel çeviklik hâlini de kapsadığı yönünde görüşler bulunmakta ise de madde gerekçelerinin yalnızca yorum aracı olması ve bağlayıcı bulunmaması, metne aykırı olan madde gerekçesinin, maddenin uygulanma alanını genişletmesine olanak sağlamayacağı nazara alındığında ve 142. maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinin yazımından; gerek çekip almak suretiyle ve gerekse özel beceriyle gerçekleştirilen hırsızlık fiillerinin, elde veya üstte taşınan eşyaya karşı işlenmesinin öngörüldüğü, anılan ikinci fıkranın “Suçun, bu fıkranın (b) bendinde belirtilen surette, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte biri oranına kadar artırılır.” şeklinde düzenlenmiş olan son cümlesindeki hükmün de bunu destekleyici nitelikte olduğu kabul edilmelidir. Nitekim öğretide de beceriklilik ve özel yetenekle almanın, eşyanın mağdurun üzerinde olduğu anda gerçekleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir (Soyaslan; Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6. Bası, s.304.).
C- Dolandırıcılık ve Hırsızlık Suçlarının Farkları:
Dolandırıcılık ve hırsızlık suçları arasında şu farkların bulunduğu söylenebilir:
a) Hırsızlık suçunda eşya, sahibinin (zilyedinin) rızası olmaksızın alınmasına karşın dolandırıcılık suçunda mal, sahibinin (zilyedin) rızasıyla teslim edilmektedir. Ancak bu rıza failin hileli davranışları ile elde edilmiş olup, geçerli bir rıza değildir.
b) Hırsızlık suçunun konusunu sadece taşınır mallar oluşturmasına karşın dolandırıcılığın konusunu taşınmaz mallar da oluşturabilir.
c) Hırsızlık suçunda yarar sağlama amacıyla hareket edilmesi başka bir anlatımla genel kastın yanında bu saikin de gerçekleşmesi gerekirken, dolandırıcılık suçunda böyle bir amaçla hareket edilmesine gerek bulunmamaktadır, zira kanun metninde failin suç işleme amacının ne olması gerektiği yazılmadığına göre failin fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi yeterlidir.
Dolandırıcılık ve hırsızlık suçlarıyla ilgili bu genel açıklamalardan sonra somut olaydaki uyuşmazlığın çözümü açısından esasen her iki suç tipinin işlenmesi sırasında kullanılması mümkün olan hileli davranışların hangi hâlde dolandırıcılık suçunu oluşturacağı hususu üzerinde ayrıca durulmalıdır.
Hileli davranışların sergilendiği her olay dolandırıcılık suçu olarak vasıflandırılamayacaktır. Hile, başka bir suçun işlenmesinin kolaylaştırılması veya işlendikten sonra açığa çıkmasının önlenmesi amacıyla da kullanılabilir. Oysa dolandırıcılığın hareket unsuru olan hilenin, mağdurun irade ve rızasını elde etmeye yönelik olması gereklidir. Dolayısıyla dolandırıcılıkta kullanılan hile, mağdurun kanmasını ve menfaati rızasıyla faile veya göstereceği kişiye teslim etmesini sağlayacak nitelikte olmalıdır. Dolandırıcılıkta mağdurun malı teslimde rızası vardır, fakat bu rıza hile kullanıldığı için sakatlanmıştır. Hileli davranışlar geçici de olsa rızai bir teslimi doğurmamış; bu bağlamda mal, failin el çabukluğu veya özel becerisi gibi maddi bir hareketiyle bulunduğu yerden alınmak suretiyle elde edilmiş ise eylem dolandırıcılık suçunu değil hırsızlık suçunu oluşturacaktır. Hırsızlık suçunun işlenmesinden önce kolaylaştırıcı unsur olarak hile kullanılması, suçun işleniş biçimi ve failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı kapsamında 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
09.08.2014 tarihinde sanığın, kimlik bilgileri tespit edilemeyen iki kişi ile birlikte mağdurun çalıştığı … yerine gittiği, buradan üç adet çorap alarak çorapların bedeli olan 6 TL’yi ödemek üzere kasaya yöneldiği ve mağdura 100 TL’lik banknot uzattığı, mağdurun bozuk para olmadığını belirtip sanığa 1 TL’sinin olup olmadığını sorduğu, sanığın olmadığını söyleyip 100 TL’sini geri aldığı, daha sonra cebinden çıkarttığı 1 TL’yi mağdura uzattığı ve para üstü istediği, mağdurun da para üstü olarak 95 TL’yi sanığa verdiği, bu sırada sanığın yanında bulunan ancak kimlik bilgileri tespit edilemeyen bir kişinin de mağdura birtakım sorular sorarak onu oyaladığı ve mağdurun kafasının karışmasına neden olduğu, bu şekilde sanığın mağdura verip geri aldığı 100 TL’nin yanı sıra toplam 6 TL değerindeki üç adet çorap ve mağdurun para üstü olarak verdiği 95 TL ile … yerinden ayrıldığı olayda;
Sanığın, toplam 6 TL değerinde düşük bir miktar tutan üç adet çorap alıp karşılığında 100 TL vererek kendisinden bozuk parası olup olmadığının sorulacağı kurgusu ile hareket etmesi, beklendiği gibi bozuk parası olup olmadığı sorulduğunda önce olmadığını söyleyip verdiği parayı geri almasına rağmen daha sonra 1 TL bozuk parası olduğunu söyleyip mağdura uzatarak sanki verdiği 100 TL’yi geri almamış gibi para üstü istemesi, bu sırada kimlik bilgileri tespit edilemeyen bir kişi ile birlikte mağdurla konuşarak onun kafasını karıştırması, bu şekilde basit bir yalanı aşan, başından beri mağdurun iradesini fesada uğratma amacıyla ısrarlı ve kararlı bir şekilde mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluktaki ustaca planlayıp sergilediği kurguya uygun hileli davranışlar sonucunda, mağdurun rızasıyla kendisine 95 TL ve üç adet çorap vermesini sağlayarak haksız menfaat sağlaması şeklindeki eyleminin, hırsızlık suçunu değil 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
2- Ulaşılan sonuç karşısında sanığın eyleminin 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma kapsamında kalıp kalmadığı;
A. İlgili Mevzuat
Uzlaştırma kurumu, uyuşmazlığın yargı dışı yolla ve fakat adli makamlar denetiminde çözümlenmesini amaçlayan bir alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Uzlaştırma; bu kapsama giren suçlarda, fail ve mağdurun suçtan doğan zararın giderilmesi konusunda anlaşmalarına bağlı olarak, devletin de ceza soruşturması veya kovuşturmasından vazgeçmesi ve suçun işlenmesiyle bozulan toplumsal düzenin … yoluyla yeniden tesisini sağlayıcı nitelikte bir hukuksal kurumdur.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 73. maddesinin sekizinci fıkrasında, “Suçtan zarar göreni gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bulunan suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir.” hükmü ile uzlaşma kurumuna, aynı tarihte yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 253, 254 ve 255. maddelerinde ise, uzlaşmanın şartları, yöntemi, sonuçları, kovuşturma aşamasında uzlaşma ile birden fazla failin bulunması hâlinde uzlaşmanın nasıl gerçekleşeceğine ilişkin hükümlere yer verilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle, 5237 sayılı TCK’nın 73. maddesinin başlığında yer alan “uzlaşma” ibaresi metinden çıkarılmış, 45. maddesiyle de aynı maddenin sekizinci fıkrası yürürlükten kaldırılmış, yine 24 ve 25. maddeleri ile 5271 sayılı CMK’nın 253 ve 254. maddeleri değiştirilmiştir. Yapılan bu düzenlemeye göre uzlaştırmanın bir ceza muhakemesi kurumu olduğu açık ise de birey ile devlet arasındaki ceza ilişkisini sona erdirmesi nedeniyle maddi ceza hukukunu da ilgilendirdiği tartışmasızdır.
5271 sayılı CMK’nın 5560 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile değiştirilen 253. maddesinde uzlaşmanın kapsamı;
“(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur:
a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar.
b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88),
2. Taksirle yaralama (madde 89),
3. Konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116),
4. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234),
5. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239)
suçları.
(2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir.
(3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez.” şeklinde belirlenmiş iken, 09.07.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5918 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinin üçüncü fıkrasına “Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.” cümlesi eklenmiş,
Suç ve karar tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile yapılan değişiklikle madde başlığı “Uzlaştırma” olarak değiştirilmiş ve;
“(1) Aşağıdaki suçlarda, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin uzlaştırılması girişiminde bulunulur:
a) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar.
b) Şikâyete bağlı olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Kasten yaralama (üçüncü fıkra hariç, madde 86; madde 88),
2. Taksirle yaralama (madde 89),
3. Tehdit (madde 106, birinci fıkra),
4. Konut dokunulmazlığının ihlali (madde 116),
5. Hırsızlık (madde 141),
6. Dolandırıcılık (madde 157),
7. Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (madde 234),
8. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, madde 239),
suçları.
c) Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar bakımından ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar.
(2) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olanlar hariç olmak üzere; diğer kanunlarda yer alan suçlarla ilgili olarak uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, kanunda açık hüküm bulunması gerekir.
(3) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz…” şeklinde kapsamı genişletilmiştir.
Görüldüğü gibi, 6763 sayılı Kanun ile uzlaştırma kapsamındaki suçların sayıları artırılmış, 5237 sayılı TCK’nın 106. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen tehdit, aynı Kanun’un 141. maddesinde düzenlenen hırsızlık ve 157. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçları uzlaştırma kapsamına alınmış, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlara ilişkin sınırlama kaldırılmıştır. Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar yönünden ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar da uzlaştırma kapsamına dahil edilmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın “Mahkeme tarafından uzlaştırma” başlıklı 254. maddesi;
“(1) Kamu davasının açılması halinde, uzlaşmaya tâbi bir suç söz konusu ise, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen usule göre, mahkeme tarafından da yapılır.
(2) Uzlaşmanın gerçekleşmesi hâlinde davanın düşmesine karar verilir.” şeklinde iken,
19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 25. maddesi ile;
“(1) Kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması hâlinde, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen esas ve usûle göre, mahkeme tarafından yapılır.
(2) Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi halinde; sanık hakkında, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkeme tarafından, 231 inci maddenin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır.” biçiminde değiştirilmiş,
02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 254. maddesinin birinci fıkrası;
“Kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması halinde, kovuşturma dosyası, uzlaştırma işlemlerinin 253 üncümaddede belirtilen esas ve usûle göre yerine getirilmesi için uzlaştırma bürosuna gönderilir.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeler göz önüne alındığında, gerek 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce, gerekse 5560 ve 6763 sayılı Kanunlarla yapılan değişiklikler sonrası uzlaştırma asıl olarak soruşturma evresinde yapılması gereken bir işlem ise de; her ne suretle olursa olsun uzlaştırma usulü uygulanmaksızın dava açılması veya suçun uzlaştırma kapsamında olduğunun ilk defa duruşmada anlaşılması halinde kovuşturma aşamasında da mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Uzlaştırma usulü uygulanmaksızın dava açılması veya suçun uzlaştırma kapsamında olduğunun ilk defa duruşmada anlaşılması hâlinde uzlaştırmanın uygulanması gerekmekte olup uzlaşma başarıyla gerçekleşir ve edim bir defada yerine getirilirse kamu davasının düşmesine karar verilecektir.
Öte yandan ceza hukukunda genel kural, suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan kanunun uygulanmasıdır. Sonradan yürürlüğe giren bir kanunun, yürürlük tarihinden önce işlenen suçlara tatbik edilebilmesi, ancak lehe sonuçlar doğurması durumunda mümkündür. Önceki ve sonraki kanunlara göre hükmedilecek cezalar ve güvenlik tedbirleri aynı ise, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunun uygulanmasına imkân bulunmamaktadır.
5237 sayılı TCK’nın “zaman bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesi, 765 sayılı Kanun’un 2. maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup her iki maddede de; ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan,”failin lehine olan kanunun geçmişe etkili olması”, “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine de yer verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren kanun, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır.
B. Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
Sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturması ve 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunun uzlaştırma kapsamına alınması karşısında, mahkemece 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca durma kararı verilerek aynı Kanun’un 253 ve 254. maddelerinde belirtilen esas ve usule göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden aynı Kanun’un 142/2-h maddesi uyarınca mahkûmiyetine hükmedilmesi ve bu suç bakımından uzlaştırma işlemi yapılmasında zorunluluk bulunması nedenlerinden bozulmasına karar verilmelidir.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 14.04.2022 tarihli ve 10447-5658 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- … 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.03.2016 tarihli ve 254-215 sayılı hükmünün, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden aynı Kanun’un 142/2-h maddesi uyarınca mahkûmiyetine hükmedilmesi ve 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 253. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda 5237 sayılı TCK’nın 157/1. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunun uzlaştırma kapsamına alınması karşısında, mahkemece 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin sekizinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca durma kararı verilerek aynı Kanun’un 253 ve 254. maddelerinde belirtilen esas ve usule göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedenlerinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.04.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.