Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/368 E. 2022/695 K. 03.11.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/368
KARAR NO : 2022/695
KARAR TARİHİ : 03.11.2022

Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu

Sanık … hakkında görevi kötüye kullanma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanığın eyleminin kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 125/3-a, 43 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 16.02.2022 tarihli ve 54-7 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 07.07.2022 tarihli ve 100449 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyizin kapsamına göre inceleme sanık … hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Ceza Genel Kurulunca sanık hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün isabetli olup olmadığına ilişkin temyiz incelemesi yapılacaktır.
İncelenen dosya kapsamına göre;
Hâkimler ve Savcılar Kurulu 3. Dairesinin 20.10.2016 tarihli ve 9707 sayılı kararı ile sanık hakkında soruşturma izni verilmesinin teklif edildiği, Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanı tarafından 24.10.2016 tarihinde olur verildiği, Hâkimler ve Savcılar Kurulu 2. Dairesinin 03.05.2017 tarihli ve 169 sayılı kararı ile kovuşturma izni verildiği,
Yargıtay 5. Ceza Dairesince 04.04.2018 tarih ve 15-12 sayı ile; düzenlenen iddianamenin A bendinde belirtilen sanığa atılı eylemin TCK’nın 301. maddesinde düzenlenen Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçu kapsamında kalma ihtimali bulunduğundan bahisle anılan TCK’nın 301/4. maddesi uyarınca … Bakanlığından izin alınması için CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca durma kararı verildiği,
… Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 06.11.2018 tarihli ve 16346 sayılı yazısı ile; sanık hakkında Özel Dairece izin talep edilen suç olarak “Devletin kurum ve organlarını aşağılama” olarak gösterilmişse de söz konusu eylemin “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini alenen aşağılama” kapsamında değerlendirilebileceğinden TCK’nın 301/4. maddesi uyarınca soruşturma izni verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; 17-25 Aralık sürecinden sonra 2014 yılının Mart ayında cemaatçi olduğu söylenen İl Emniyet Müdürünün görevden alınıp yerine mağdur …’ın atandığını, operasyon şubelerinde değişiklik yapıldığını, kendisinin de KOM Müdürü olduğunu, Iğdır Cumhuriyet Başsavcısı ve Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanını ziyaret etmeleri istendiği için Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan sanık …’i ziyarete Asayiş Şube Müdürü, TEM Şube Müdürü ve KOM Şube Müdürü ve yardımcıları olarak gittiklerini, hatırladığı kadar mağdur …, katılan …, mağdur … ve katılan … ile birlikte ziyarete gittiklerini, kapıdan girer girmez sanığın “Ooo… Parti Müdürleri hoş geldiniz.” dediğini, oturduktan sonra sanığa… Partinin polisi olmadıklarını, bu mesleğe 13 yaşında girdiklerinde henüz… Partinin olmadığını, Devletin polisi olduklarını söylediğini, sanığın “Aileniz sizi 13 yaşında yatılı okula mı vermiş, ne zavallı aileleriniz varmış.” dediğinden bir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanından böyle laflar duymalarına şaşırdıklarını, sanığın kendilerini terörist yerine koyduğunu, sonra lafı değiştirdiğini, Adli Kolluk Yönetmeliği’nin değiştiğini söyleyip “Eskiden hırsızı yakaladığınızda savcıya haber veriyordunuz, şimdi bu Yönetmelik değişikliği sonucunda hem emniyet müdürüne hem de valiye haber vereceksiniz, yani bir nevi hırsızı hırsıza haber vereceksiniz.” dediğini, konuşmalardan rahatsız olup kısa bir süre sonra ayrıldıklarını, bu durumu Emniyet Müdürü mağdur …’a söylediklerini, onun da … Bakanı Müsteşarı….’i arayacağını ifade ettiğini, birkaç ay sonra sanığın tayininin çıktığını, …’de Digitürk ile ilgili kararı verdiğini, daha sonra açığa alınıp ihraç edildiğini,
Katılan …; olay tarihinde Iğdır’da Asayiş Şube Müdür Yardımcısı olduğunu, 17 Aralık sonrasında göreve yeni başlayan müdür ve müdür yardımcıları toplam altı kişi olarak sanığı makamında ziyaret ettiklerinde “Siz şimdi… Partinin polisleri oldunuz, maalesef o damgayı yediniz, bakalım sizi de göreceğiz.” dediğini, devamında “Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığınızda sadece savcıya bildiriyordunuz, artık İl Emniyet Müdürü ve Valiye bildireceksiniz, yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” demesi üzerine kendilerinin de devletin polisi olduklarını söylediklerini,
Katılan …; 17-25 Aralık sürecinden sonra görev değişiklikleri üzerine TEM Şube Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görevlendirildiğini, Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olan sanığı yeni göreve başlayan müdür ve müdür yardımcıları olarak ziyarete gittiklerinde sohbet ederken sanığın, o dönemde gerçekleşen kanun değişikliklerinden bahsedip laf arasında “Siz şimdi… Partinin polisleri oluyorsunuz.” devamında da “Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığınızda Savcıya bildiriyordunuz, artık İl Emniyet Müdürlüğüne bildireceksiniz, artık hırsızı, hırsıza bildireceksiniz.” dediğini, sohbetten rahatsız olup “Biz devletin polisiyiz, devletimize bağlıyız.” şeklinde cevap verdiklerini, aradan uzun zaman geçtiği için, sohbetin ayrıntılarını çok net hatırlamadığını,
Mağdur …; Iğdır İl Emniyet Müdürlüğünde 2012-2015 yılları arasında görev yaptığını, Iğdır İl Emniyet Müdürlüğünde Koordinasyon Şube Müdürüyken kamuoyunda 17 Aralık olarak bilinen süreç sonrasında TEM Şube Müdürü olarak görevlendirildiğini, KOM Şube Müdürü katılan …, Asayiş Şube Müdürü mağdur …, Asayiş Şube Müdür Yardımcısı katılan … ve TEM Şube Müdür Yardımcısı katılan …’le birlikte Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile Iğdır Cumhuriyet Başsavcısını ziyaret etmeye karar verdiklerini, 2014 yılı Mart ayı sonlarına doğru sanığı ziyaret ettiklerini, emin olmamakla birlikte sanığın “Hoş geldiniz… Partinin atadığı yeni polisler.” şeklinde ya da “Hoş geldiniz hükümetin yeni atadığı polisler.” dediğini, katılan …’in “Ben mesleğe girdiğimde… Parti diye bir parti yoktu, biz devletin polisiyiz.” dediğini, sanığın sohbet esnasında “İşiniz zor, işi bilen tecrübeli polisleri görevden aldılar başka birimlere atadılar yerine sizi verdiler.” dediğini, katılan …’in “Biz yeni mesleğe başlayan polisler değiliz, uzun yıllardır bu meslekte çeşitli birimlerde görev yapmış insanlarız, tecrübesiz değiliz.” dediğini, sanığın Adli Kolluk Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikler ile ilgili konuşurken “Artık Savcılara değil ilk önce mülki amirlere ve emniyet müdürüne bilgi vereceksiniz, mülki amir veya emniyet müdürü hırsızsa hırsızlık yapan birini hırsıza mı ihbar edeceksiniz?” şeklinde sözler söylediğini, katılan …’in “Yanlış yapan insanlar her birimde olabilir, biz görevimizin bilincinde olan insanlarız, görevimizin gereğini yaparız, yanlış yapan varsa onun hakkında da gereken yapılır.” şeklinde sözler söylediğini, bu ziyaret sırasında sanıkla en kıdemli olan katılan …’ın daha çok konuştuğunu, ziyaret amacıyla sanığın odasına girdiklerinde sanığın yanında kimse olmadığını,
Mağdur …; …Emniyet Müdürlüğünde göreve başladıktan yaklaşık bir hafta sonra Iğdır KOM Şube Müdürü katılan …, Asayiş Şube Müdür Yardımcısı katılan …, TEM Şube Müdür Yardımcısı katılan …, TEM Şube Müdürü mağdur … ile birlikte Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olan sanığı ziyaret ettiklerini, o gün başka hâkimleri ve başsavcıyı da ziyaret ettiklerini, sanığın odasına girdiklerinde kendilerine ”Hoş geldiniz… Partinin atadığı polisler.” dediğini, aralarında en kıdemli olan katılan …’in ”Ben emniyete 1983 yılında girdim ve göreve başladığımda… Parti isimli bir parti bile yoktu. Ben devletin polisiyim.” diyerek tepki gösterdiğini, sanığın ”Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden olay olduğu zaman savcıya bilgi veriyordunuz hasbel kader hırsızlığı Vali, Emniyet Müdürü yaparsa hırsızlığı onlara mı haber vereceksiniz?” dediğini, bu konuşmalar üzerine sanığın nerelerde çalıştınız, bu işleri yürütebilecek misiniz, alt yapınız var mı şeklinde hak etmedikleri sözler söylediğini,
Mağdur …; 2014 yılı Şubat ayında Iğdır valisi olarak görev yaptığını, o tarihte sanığın ağır ceza mahkemesi başkanı olduğunu, iddianame ve son soruşturmanın açılması kararında bahsedilen hakaret olayı ile ilgili bilgisinin olmadığını, kendisini hırsızlıkla suçlayan sanıktan şikâyetçi olduğunu ancak davaya katılmak istemediğini,
Mağdur … soruşturma aşamasında; Iğdır Asayiş Şube Müdürlüğünde görevliyken Kaçakçılık ve Organize Suçlar Müdürlüğünde görevlendirildiğini, şube müdürleri ve yardımcılar ile birlikte adliyeye ziyaret için gittiklerinde sanığın, “Hoş geldiniz… Parti Polisleri.”, “Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığınızda savcıya haber veriyordunuz, şimdi bu yönetmelik değişikliği sonucunda hem emniyet müdürüne hem de valiye haber vereceksiniz, yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” şeklindeki sözleri motomot olarak kullandığını aradan 2 yıl geçtiği için tam olarak hatırlayamadığını, …’daki savcılığın talimatını yerine getirmeyen polisler gibi olmayın tarzında sert bir üslupla konuştuğunu, genel itibarıyla sert bir tutumu olup “Bizim talimatlarımızı aynen yerine getirmek durumundasınız, …’da talimatları yerine getirmeyenler sıkıntı yaşayacaklar.” mahiyetinde söz sarf ettiğini,
İstinabe yoluyla alınan beyanında; olayda şahsına yapılmış bir hakaret olmadığını, … Komisyon Başkanı …’e nezaket ziyaretine gittiklerinde sanığın “Hoş geldiniz… Partinin polisleri.” demediğini,
Tanık …; kendisinin Başsavcı olarak görev yaptığı Iğdır Adliyesinde sanığın Ağır Ceza Mahkemesi ve Komisyon Başkanı olduğunu, Emniyet Personeli ile arasında bir konuşma geçip bu sebeple aralarında sorun olup olmadığını sanığa sorduğunda, “Emniyetteki bir kısım kadroların tasfiye edilip yerine iddianamede bahsedilen müdür ve yardımcıların atandığını, bu kişilerin yanlarına ziyaret için geldiklerinde tasfiye edilen kadroların haklarında olumsuz konuşabileceğini ön yargı oluşturmaya çalışacaklarını bu sebeple daha dikkatli ve özenli çalışmaları gerektiğini,” beyan ettiğini söylediğini, ”Hoş geldiniz… Partinin Polisleri, Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığında sadece savcıya bildiriyordunuz, artık İl Emniyet Müdürü ve Valiye de bildireceksiniz yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” sözlerini söylediğine dair bir beyanda bulunmadığını,
Tanık Hakan Tekin; 17 Aralık süreci sonrası Iğdır Emniyet Müdürünün atanması sonrası yeni göreve başlayan KOM Şube Müdürü katılan …, Asayiş Şube Müdür Yardımcısı katılan …, TEM Şube Müdür Yardımcısı katılan …, Asayiş Şube Müdürü mağdur … ve TEM Şube Müdür Yardımcısı mağdur … Çolaker’in Cumhuriyet Başsavcısına, daha sonra Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı sanığa, ardından da kendisine uğradıklarını, geldiklerinde yüzlerinin asık olduğunu, ne olduğunu sorduğunda sanığı ziyaret için gittiklerinde kapıdan girer girmez sanığın “Hoş geldiniz… Partinin polisleri.” dediğini, bunun üzerine katılan …’in “Ben 1983 yılında emniyet teşkilatına girdim, emniyetin her kademesinde çalıştım, ben devletin polisiyim, ben emniyete girdiğimde… Parti diye bir parti yoktu.” diye tepki gösterince oturmalarını söyleyip çay ikram ettiğini, sohbet sırasında “Adli Kolluk Yönetmeliğinin değiştiğini, eskiden hırsızı yakaladığınızda sadece savcıya bildiriyordunuz, artık İl Emniyet Müdürü ve Valiye de bildireceksiniz, yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” deyince ortamın gerildiğini, KOM Müdürü ve diğerlerinin tepki gösterdiğini anlattıklarını, sanığın tavrının neden böyle olduğunu sorduklarını, bu olaydan bir süre sonra sanık ile karşılaştıklarında sanığın göreve başlayan emniyet müdürlerinin kendisini ziyarete geldiğini, kendisinin de sert bir üslupla konuştuğunu söylediğini, ancak neden böyle davrandığı konusunda bir şey anlatmadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık …; Emniyet şube müdürleri ile müdür yardımcılarına söylediği iddia olunan sözlerin hangi suçu oluşturacağı yönünde kafa karışıklığı bulunup HSK müfettişlerince hazırlanan raporda eylemin TCK’nın 301. maddesi olarak nitelendirildiğini, HSK’nın kovuşturma izni verilmesi kararında ise bir suç nitelendirmesi yapılmayarak sadece kovuşturma izni verildiğini, … Cumhuriyet Başsavcılığının ise eylemin görevi kötüye kullanma suçu olduğunu belirterek iddianame düzenlediğini, … Ağır Ceza Mahkemesinin de görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu belirterek son soruşturmanın açılmasına karar verdiğini, son soruşturmanın açılması kararında tekrarlanan “Hoş geldiniz… Partinin polisleri.” ve “Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığınızda sadece savcıya bildiriyordunuz, artık il emniyet müdürü ve valiye de bildireceksiniz, yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” şeklindeki sözleri söylemediğini, bu sözleri yazıldığı şekilde dile getirmediğini mağdur olarak beyanları alınan …, … ve …’in açıkça ifade ettiğini, konuşmanın geçtiği odada kendisi dahil toplam 7 kişinin bulunduğunu, iddia edilen sözlerin söylenmesi hâlinde mağdurlar …, … ve …’in de duyması gerekeceğini, nitekim bu şahısların hakkında “Hoş geldiniz… Partinin yeni atadığı polisler, hasbel kader hırsızlığı vali ve emniyet müdürü yaparsa hırsızlığı onlara mı haber vereceksiniz?” şeklinde beyanda bulunduğunu söylediklerini, sözlerinin bu hâliyle suç unsuru barındırmadığını, konuşmanın gerçekleştiği tarihten aylar sonra bir şahıs tarafından şikâyette bulunulması üzerine 20-21 ay sonra mağdurların beyanlarının alındığını, ortada suç unsuru barındıran sözler olsa tamamı emniyet müdürü olan mağdurların 20-21 ay beklemeksizin hemen tutanak tutup işlem yapmaları gerekeceğini, 2010 yılından sonra devletin parti devletine dönüşmeye başladığı, yoğun eleştirilerin olduğu, bu eleştirilerin 2013-2014 yıllarında daha çok dile getirildiğinin bir gerçek olduğunu, “Hoş geldiniz… Partinin yeni atadığı polisler.” beyanının, devletin parti devletine dönüşmeye başladığına ilişkin bir eleştiri olduğunu, hatta “Hoş geldiniz… Partinin polisleri.” demiş olsa bile durumun aynı olacağını, TCK’nın 301/3. maddesi uyarınca eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağını, TCK’nın 301. maddesindeki suçun oluşması için aşağılama içeren sözlerin varlığı bir zorunluluk olup “Hoş geldiniz… partinin yeni atadığı polisler!” cümlesiyle “Hasbel kader hırsızlığı emniyet veya vali yaparsa hırsızlığı onlara mı bildireceksiniz.” sözlerinde herhangi bir aşağılama bulunmadığını, hükümetin… Parti hükümeti olup İçişleri Bakanının… Partili olduğunu, Emniyet Müdürlüğü atamalarının İçişleri Bakanlığınca yapıldığını, yani emniyet müdürlerini… Partinin atadığını, TCK’nın 301. maddesindeki suçun oluşabilmesi için aleniyet unsurunun gerçekleşmesi gerektiğini, makam odasında 6 kişiyle birlikte kapalı kapılar arkasında otururken yapılan düşünce açıklamasının aleni yapıldığını iddia etmenin kötü niyet olduğunu, söylediği iddia edilen sözlerin hiçbirisinin doğrudan muhatap alınan kişilere yönelik olmadığını, emniyet müdür ve müdür yardımcılarına izafe edilen sözler olmadığını, Ak Partili olmak ya da… Partinin polisi olmak aşağılayıcı ise Cumhurbaşkanının… Partili olmasının nereye konulması gerektiğini savunmuştur.
Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin “olmazsa olmaz şartı” olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.
Bu bağlamda;
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
“Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını gerektirir.”,
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinin birinci fıkrasında;
“Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.” hükümlerine yer verilmiştir
Anayasa’mıza bakıldığında;
25. maddesinde “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
26. maddesinde, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.” hükümleri yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuya ilişkin olarak; “İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her ‘formalite’, ‘koşul’, ‘yasak’ ve ‘ceza’, izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.” şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976). Görüldüğü gibi, Sözleşme’nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
Bu bağlamda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” başlıklı 125. maddesi;
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK’dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir (Mahmut Koca- İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, … Yayınevi, …, 2013, s. 430.).
Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.
Eleştiri ise herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.
Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.
Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.
AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler eğer bir değer yargısı içermekte ve somut bir olgu isnadından bahsedilemeyecekse, değer yargılarını destekleyecek “yeterli bir altyapı”nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulmaktadır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
İnceleme konusunun sağlıklı bir şekilde çözülebilmesi bakımından “Hakaret suçunda mağdurun belirlenmesi” hususuna da kısaca değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
TCK’nın “Mağdurun belirlenmesi” başlığını taşıyan 126. maddesi;
“Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.”
Şeklinde düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde de;
“Hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin olanaklı bulunması gereklidir. İşte bu maddeyle suçu işleyen tarafından mağdurun kimliğinin açıkça belirtilmediğinde, ne gibi bir durumun varlığı hâlinde ismin belirtilmiş ve hakaretin açıklanmış sayılacağına ait ölçü gösterilmektedir.
Madde, aslında usûl hukuku bakımından ispata yönelik, karineye benzer bir ölçü getirmiş bulunmaktadır.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Buna göre hakaret suçunun oluşabilmesi için muhatabının belirli olmasında zorunluluk bulunmakta olup, Özel Dairenin yerleşik içtihatları da bu doğrultudadır.
Öte yandan TCK’nın “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama” başlıkla 301. maddesi;
“(1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Devletin askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
(3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.
(4) Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, … Bakanının iznine bağlıdır.”
Şeklindedir.
Bu düzenlemeyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasal ve hukuki varlığı ile aynı doğrultudaki çıkarları korunmaya çalışılmaktadır. Hükümde, Devletin varlığını oluşturan ve ayrılmaz unsurları arasında bulunan müesseselerin ayrı ayrı sayılması ve bunlara yönelen aşağılayıcı hareketlerin yaptırım altına alınmasıyla güdülen amaç temelde Devletin tüzel kişiliğinin, saygınlığının ve hukuki yararının korunmasıdır.
Eleştiri ya da siyasi tenkit amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suçun hukuka aykırılık unsuru kapsamında kalmaz. Maddede sayılan kurumların aşağılanması, “Eleştiri niteliğini aşan”, “Fikir niteliği bulunmayan”, “Küçültücü”, “Tecavüz niteliğinde”, “Aşağılaştırıcı” bir ifade gerektirmektedir. Bu durumlarda artık “Düşünce açıklaması” söz konusu olamayacağı için hak da söz konusu olmaz (M. Emin Artuk- … Gökcen, Ceza Hukuk Özel Hükümler, 2017, 16. Baskı, s. 963.).
Suçun oluşabilmesi için aleniyet şartı aranmakta, kovuşturulması da son fıkra uyarınca … Bakanının iznine tabi bulunmaktadır.
Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler”e yer veren dördüncü kısmının “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257. maddesi;
“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin, birinci fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız menfaat sağlanması ile oluşmaktadır.
Buna göre ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanundan veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevinin gereklerine aykırı davranmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, fiil nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da suç tarihi itibarıyla kişilere haksız kazanç sağlanması gerekmektedir.
Anılan maddenin gerekçesinde suçun oluşmasına ilişkin genel koşullar;
“Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.” şeklinde vurgulanmış, gerekçede yer verilen “kazanç” ifadesi 6086 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle sonradan “menfaat” olarak değiştirilmiştir.
Öğretide de TCK’nın 257. maddesindeki suçun oluşmasının, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi sonucunda kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız menfaat sağlanması şartlarına bağlı olduğu, bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışların, suç kapsamında değerlendirilemeyeceği açıklanmıştır (… Emin Artuk – … Gökçen – … Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, …, 2011, s. 913 vd; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, … Yayınevi, …, 2013, s. 769; Veli … Özbek – … Nihat Kanbur – Koray Doğan – Pınar Bacaksız – İlker …, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, …, 2011, s. 974.).
Görevin gereklerine aykırı hareket etmekten, kamu görevlisinin görevini kanun, idari düzenlemeler veya talimatların öngördüğü usul ve esaslardan başka surette ifa etmesi anlaşılmaktadır. Bu anlamda kamu görevlisinin herhangi bir şekilde kanuni yetkisini aşması, kanunun aradığı şekil şartlarına uymaması, takdir yetkisini amacı dışında kullanması, kanunun emir ve müsaade ettiği hareketinin gerektirdiği ön şartlara aykırı hareket etmesi, kendisine teslim edilen ve görevi sebebiyle kullanması gerekli eşyayı usulsüz kullanması gibi fiiller görevin gereklerine aykırılık kapsamında kalmaktadır.
Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle “Mağduriyet, kamunun zarara uğraması ve haksız menfaat” kavramlarının açıklanması ve somut olayda bunların gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Bu husus madde gerekçesinde; “Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden olması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir anlama sahiptir.” şeklinde vurgulanmış, öğretide de mağduriyetin sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyip daha geniş bir anlama sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir (… Emin Artuk – … Gökçen – … Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, …, 2011, s. 911 vd.; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, … Yayınevi, …, 2013, s. 772; Veli … Özbek – … Nihat Kanbur – Koray Doğan – Pınar Bacaksız – İlker …, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, …, 2011, s. 974.).
Kişilere haksız menfaat sağlanması, bir başkasına hukuka aykırı şekilde her türlü maddi ya da manevi yarar sağlanması anlamına gelmektedir.
Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde “Ekonomik bir zarar” olduğu vurgulanan anılan kavramla ilgili olarak kanuni düzenleme içeren 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 71. maddesinde; kamu görevlilerinin kast, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her olayda hâkim tarafından, …, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması hâlinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken, norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle de hareket edilmemelidir.
Bu açıklamalar ışığında inceleme konusu değerlendirildiğinde;
Iğdır Adliyesinde HSK müfettişleri tarafından yapılan denetim esnasında ortaya çıkan bir soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısı Hakan Tekin’in 21.10.2014 tarihinde tanık olarak HSK müfettişleri tarafından ifadesinin alınması üzerine iddiaya konu olayın ortaya çıktığı, buna göre Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi … Komisyonu Başkanı olan sanık …’in kendisini ziyaret eden Iğdır İl Emniyet Müdürlüğünde görevli şube müdürü ve müdür yardımcısı olan mağdurlar …, …, … ve katılanlar …, … Çevik ve …’i “Hoş geldiniz… Partinin polisleri.” diyerek karşıladığı, sohbet esnasında onlara hitaben “Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığınızda sadece savcıya bildiriyordunuz, artık İl Emniyet Müdürü ve Valiye de bildireceksiniz, yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” şeklinde sözler söylediğinin iddia ve kabul edildiği olayda;
Sanık hakkında görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmış ve ek savunma hakkı verilmek suretiyle sanık hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan mahkûmiyet kararı verilmiş ise de; görev suçu kapsamında olmayan kişisel suç kapsamında bulunan hakaret suçundan soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisinin 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 93. maddesinde düzenlenmesi ve buna göre kovuşturma yapacak yerin Yargıtay Özel Dairesi olmadığı anlaşılmakla beraber; sanığa atılı olan inceleme dışı görevi kötüye kullanma suçu ile incelemeye konu atılı eylem hakkında bütün olarak görevi kötüye kullanma suçundan dava açılması ve bu eylemler arasında bağlantı olması ile sanık hakkında soruşturma ve kovuşturma izni alınmak suretiyle daha teminatlı olarak dava açılması ve söz konusu kararlarda da atılı suç belirtilmeksizin eylemlerin tek tek sayılması yoluyla sanık hakkında soruşturma ve kovuşturma izinleri verilerek dava açılması, dosyanın geldiği aşama itibarıyla tekrar soruşturma aşamasına dönülmesinin hukuki bir yarar sağlamayıp sanığın aleyhine sonuçlar doğuracak olması nedeniyle; sanığa atılı bu eylem hakkında ayırma kararı verilmeksizin yargılama yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu gözetilerek;
Sanığın sarf ettiği iddia ve kabul olunan “Hoş geldiniz… Partinin polisleri.” sözünün eleştiri kapsamında kalıp hakaret suçunu oluşturmadığı, “Adli Kolluk Yönetmeliği değişti, eskiden hırsızı yakaladığınızda sadece savcıya bildiriyordunuz, artık İl Emniyet Müdürü ve Valiye de bildireceksiniz, yani hırsızı hırsıza bildireceksiniz.” sözünde geçen “hırsız” kelimesi ile Iğdır İl Emniyet Müdürü ve Iğdır Valisinin muhatap alınmaması ve onların şahsına yönelik olarak söylenmeyip genel bir uygulamadan bahsedilerek muhatap belirtilmeksizin ifade edilmesi, anılan sözlerin TCK’nın 126. maddesinde belirtildiği üzere duraksamaya yer vermeyecek biçimde Iğdır İl Emniyet Müdürü ve Iğdır Valisine yöneltildiğinin anlaşılamaması, hakaret suçunun oluşabilmesi için muhatabının belirli olmasında zorunluluk bulunmasının gerekmesi göz önüne alındığında; sanığın eyleminin kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu oluşturmadığı, TCK’nın 301. maddesinde düzenlenen Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını aşağılama suçunun oluşabileceği kanaati ile Özel Dairece durma kararı verilerek … Bakanından kovuşturma izin alınmış ise de, bu suçun oluşabilmesi için aleniyet şartının arandığı, sanığın makam odasının aleni bir yer olmaması nedeniyle söz konusu bu suçun da oluşmadığı, TCK’nın 257. maddesi genel, tali ve tamamlayıcı bir hüküm olup kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması ile oluşacağı nazara alındığında, sanığın sarf ettiği sözlerin üstlendiği kamu göreviyle bir ilgisi bulunmadığından görevi kötüye kullanma suçunun oluşmayıp hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûmiyet hükmü kurulan sanığın örgütün faaliyeti kapsamında sarf ettiği sözlerin disiplin soruşturmasına konu olabileceği anlaşılmakla; sanığa atılı eylemin suç oluşturmaması nedeniyle beraatine karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla Özel Daire kararının sanığa atılı eylemin suç oluşturmaması nedeniyle sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Sanığın eyleminin kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu oluşturduğu” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 16.02.2022 tarihli ve 54-7 sayılı sanık … hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan verilen kararın sanığa atılı eylemin suç oluşturmaması nedeniyle sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 03.11.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.