YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/329
KARAR NO : 2022/797
KARAR TARİHİ : 13.12.2022
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 170-378
Hırsızlık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanık … ile inceleme dışı sanık …’ın TCK’nın 142/1-e, 143, 53/1 ve 58/6. maddeleri uyarınca 2 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna ve hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Hatay 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen ve sanık … bakımından temyiz edilmeksizin kesinleşen 15.10.2015 tarihli ve 450-729 sayılı hükmün, inceleme dışı sanık … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 25.02.2019 tarih ve 8490-2381 sayı ile;
“Sanığın yüklenen suçu 19.30 ile 23.40 saatleri arasında işlediği, suç tarihinde güneş batış saatinin 19.29 olduğu, eylemin gündüz vakti işlendiğinin kabul edilmesi gerekirken, TCK’nın 143. maddesi ile verilen cezada artırım yapılıp yazılı şekilde hüküm kurularak sanık hakkında fazla ceza tayin edilmiş olması,” isabetsizliğinden bozulmasına ve bozmanın sanık …’a sirayetine karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyan Yerel Mahkemece, lehe bozma sebebinin hükmü temyiz etmeyen sanığa da sirayet ettirilmesi suretiyle devam olunan yargılama sonucunda 05.11.2020 tarih ve 170-378 sayı ile sanığın ve inceleme dışı sanığın atılı suçtan TCK’nın 142/1-e ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluğuna karar verilmiştir.
Bu hükümlerin de sanık … ve inceleme dışı sanık … tarafından temyizi üzerine, 23.07.2016 tarihli ve 29779-2 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Kanun’la 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’na eklenen geçici 15. maddenin 12. fıkrasına dayanılarak, 05.11.2020 tarihli ve 31295 sayılı Resmî Gazete’de yayımı tarihinden 10 gün sonra yürürlüğe giren Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 03.11.2020 tarihli ve 245 sayılı kararı ile Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 01.12.2020 tarihinden geçerli olmak üzere kapatılmasına ve arşivinde bulunan tüm işlerin Yargıtay 6. Ceza Dairesine devrine karar verilmesi nedeniyle dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 18.04.2022 tarih ve 22990-5727 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 17.05.2022 tarih ve 24185 sayı ile;
“Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımız arasında oluşan uyuşmazlık; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’un, diğer sanık …’ın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında verilen hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurulmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, ‘davasız yargılama olmaz’ ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; ‘bozmanın sirayeti’, ‘bozma kararının genişleme etkisi’ ya da ‘teşmili (yayılma) etkisi’ denilmektedir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken ‘Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti’ başlıklı 325. maddesi; ‘Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.’ şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK’nın ‘Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi’ başlıklı 306. maddesi ise; ‘Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.’ biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise, temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır.
Uygulamada, Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 gün 163-121, 07.12.1987 gün 322-588 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile, önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; ‘Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek yeni son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir.’ (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771.) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Hatay 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 15.10.2015 gün ve 2014/450 esas, 2015/729 karar sayılı ilamı ile sanıkların mahkûmiyetine karar verildiği, hükmün sanıklardan … tarafından temyiz edilmesi üzerine,
Yüksek Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 25.02.2019 gün ve 2018/8490 esas, 2019/2381 karar sayılı ilamı ile hükmün bozulmasına ve bu bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanık …’a sirayet ettirilmesinin ardından, Hatay 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.11.2020 gün ve 2019/170 esas, 2020/378 karar sayılı ilamı ile sanıkların mahkûmiyetine karar verildiği, hükmün sanıklardan … ve sanık … tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla; sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmayıp sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması karşısında; ilk hükmü temyiz etmeyen sanıklar …’un, yalnızca inceleme dışı sanık … hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle, yerel mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.01.2017 gün ve 2016/13-982 esas, 2017/29 karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
Bu nedenle sanık … müdafisinin temyiz isteminin reddine karar verilmelidir.” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince, 06.06.2022 tarih ve 3888-8489 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme dışı sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’un, inceleme dışı sanık …’ın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemece 15.10.2015 tarih ve 450-729 sayı ile, sanık … ve inceleme dışı sanık …’ın hırsızlık suçundan mahkûmiyetlerine karar verildiği, yoklukta verilen hükümlerin yöntemine uygun olarak sanıklara tebliğ edildiği, süresi içinde yasa yollarına başvurulmaması nedeniyle sanık … bakımından 12.11.2015 tarihinde kesinleştiği, inceleme dışı sanık …’ın temyiz talebine yönelik yapılan incelemede, Özel Dairece, atılı suçun gündüz vakti işlendiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verildiği, Yerel Mahkemece, lehe bozma sebebi, ilk hükmü temyiz etmeyen sanığa da sirayet ettirilerek devam olunan yargılama sonucunda, sanık ve inceleme dışı sanığın mahkûmiyetlerine karar verildiği, kurulan hükümlerin bu kez, sanık ve inceleme dışı sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin, verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; bozma kararının “sirayeti”, “genişleme etkisi” ya da “teşmili (yayılma) etkisi” denilmektedir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca ilk karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken “Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti” başlıklı 325. maddesi; “Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.” şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK’nın “Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi” başlıklı 306. maddesi ise “Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.” biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır. Diğer taraftan temyiz incelemesi sırasında, bozma nedeninin hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilmesine işaret edilmesi de zorunlu olmayıp lehe bir bozma sebebinin bulunması durumunda mahkemelerce bu hususunun kendiliğinden dikkate alınması gerekmektedir.
Nitekim, Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış 12.07.1948 tarihli ve 163-121 sayılı, 07.12.1987 tarihli ve 322-588 sayılı, 31.01.2017 tarihli ve 982-29 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771.) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Gelinen aşamada ifade etmek gerekir ki, kamu davasının her iki tarafı bakımından yasa yollarına başvurmak olmazsa olmaz bir hak ise de, bunun kurallara ve sürelere tabi olması da, gelişmiş toplum düzeni ve hukuk devletinin bir gereğidir. Burada sanık açısından savunma; katılan açısından ise iddia hakkının kısıtlanmasından değil ilgilinin hukukun işleyiş kuralına riayet etmemesinden bahsedilebilir. İlk hükmü temyiz etmeyen sanık, bozmanın sirayeti yoluyla sanki hükmü temyiz etmişcesine kanun yoluna başvurma hakkından bir kez yararlandırılmıştır. Bu kapının ister sanık isterse katılan açısından tekrar açılması usul hukukunun denetlenebilirlik ve öngörülebilirlik; maddi ceza hukukunun ise hukuki kesinlik ilkeleri ile bağdaşmaz. Asıl bu durum sanıklara ilanihaye hak sağlayacağı için suçun mağdurlarının daha fazla mağdur olmasının yolu açılmış olur. O hâlde, somut olaydaki uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için, sanığın, kararı temyiz etmesinde hukuki menfaatinin bulunup bulunmadığı değil, sirayet sonrası kurulan hükmün temyiz edilebilir nitelikte bir hüküm olup olmadığı bağlamında bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İnceleme dışı sanık …’ın temyizi üzerine 15.10.2015 tarihli hükmün, lehe bozulmasının ardından, Yerel Mahkemece sirayet nedeniyle sanık … hakkında kurulan 05.11.2020 tarihli hükmün bu kez sanık … tarafından temyiz edildiği anlaşılan olayda;
Sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmayıp sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması, aksi düşüncenin kabulünün usul hukukundaki belirsizliği önlemeye yönelik temyiz ve itiraz sürelerinin konuluş amacı ile bağdaşmayacak ve kesinleşme sürecinin öngörülebilirliğini ortadan kaldıracak olması karşısında,
Kanun yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanık hakkında kurulan hükmün de bozulacağını ve yeniden kurulan hükmün temyiz denetimine tabi olacağını açıkça düzenleme imkânı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi hususu da dikkate alınarak, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde etkin bir şekilde temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olduğunda bir tereddüt bulunmayan ancak yöntemine uygun tebliğe rağmen ilk hükmü temyiz etmeyen sanık …’un inceleme dışı diğer sanığın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle kurulan, temyiz edilemez nitelikteki ikinci hükmü temyiz etme hakkının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “İlk hükmü temyiz etmemesine karşın sirayet nedeniyle lehe olan bozma hükmünden yararlanan sanık …’un; bozma sonrası bozma hükümlerine uygun olarak verilen yeni kararı temyiz edip edemeyeceği hususunda; Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi açıklanarak; 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi delaletiyle hüküm tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 325, 320 ve 326/son maddelerinin adil yargılanma hakkı, etkili kanun yoluna başvuru hakkı ve cezai konularda temyiz hakkı ile irtibatlandırılması suretiyle ilk hükmü temyiz etmemesine karşın sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanığın bozma sonrası kurulan yeni hükmü temyiz yetkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza usulü, ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan birşey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; ‘Ceza kanunu suçluların, usul kanunu suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır.’
Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, adalet gerçekleştirilmeli ve hukuki barış sağlanmalıdır.
Ceza muhakemesi hukukunun amacı bu şekilde açıklandıktan sonra; şimdi konumuzu ilgilendiren hukuki düzenlemelerin Yargıtayca yorumlanması suretiyle oluşturulan ve zaman içerisinde giderek istikrar kazandığı için yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatların, bir taraftan toplumsal menfaati sağlayabilmek adına %100 maddi gerçeğe bir başka deyişle gerçek suçlulara ulaşmak isteyen, diğer taraftan ise suç işlediği kesinleşinceye kadar masum sayılması gereken suçsuzların temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almayı hedefleyen ceza muhakemesi hukukunun evrensel ilkeleri ile bağdaşıp bağdaşmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığın çözümü için örnek olarak ileride açıklanacak içtihatlara konu edilen hükümlerin kurulduğu tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 305, 310 ve 325. maddeleri ile halen yürürlükte bulunan CMK’nın 286, 291 ve 306 maddelerinin ceza muhakemesi hukukuna hakim olan yorum ilkeleri doğrultusunda birlikte irdelenmesi gerekmektedir. 1412 sayılı CMUK’nın 305 ve 5271 sayılı CMK’nın 306. maddelerinde kural olarak temyiz edilebilen kararlar ile istisnai olarak temyiz edilemeyen kararlar açıkça sayılmış, 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 5271 sayılı CMK’nın 291. maddelerinde süre ve istek koşulları, temyizin zorunlu unsurları olarak gösterilmiş, 1412 sayılı CMK’nın 325 ve 5271 sayılı CMK’nın 306. maddelerinde ise hüküm sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz talebinde bulunmayan sanıklara uygulanması olanağı varsa, bu sanıkların da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanacakları belirtilmiştir. Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanıklar hakkında bozma doğrultusunda yeniden kurulan hüküm ne mülga 1412 sayılı CMUK’nın 305. maddesinde, ne de halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’nın 286. maddesinde temyiz edilemeyen hükümler arasında sayılmamıştır. Ayrıca 1412 sayılı CMK’nın 325 ve 5271 sayılı CMK’nın 306. maddelerinde bozmadan temyiz etmişcesine yararlanmadan söz edilirken, yeniden kurulan hükmün temyiz edilemeyeceğine dair herhangi bir kısıtlayıcı ibareye de yer verilmemiştir. Yerleşik içtihata dönüşen Yargıtay uygulamalarında ulaşılan sonuçların; ceza muhakemesi hukukuna hakim olan yorum ilkeleri, ceza hukukunun evrensel ilkeleri ve ceza muhakemesi kanununun amacı ile badaşmadığı çok net bir şekilde görülmektedir. Özellikle temel hakların ve hürriyetlerin kısıtlanmasına yönelik daraltıcı yoruma hiçbir çağdaş hukuk sisteminin izin vermeyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ceza Muhakemesi Hukukunda temyiz edilemeyen hükümler istisna olarak belirtilmiştir. Temyiz incelemesinin koşulları da bellidir. Bazı durumlarda iştirak iradesi içerisinde suç işleyen sanıkların farklı cezalara muhatap olmaması için genel bir kural olan ‘davasız yargılama olmaz’ ilkesinden ayrılarak CMUK’nın 325 ve CMK’nın 306. maddelerindeki koşulların gerçekleşmesi hâlinde ‘temyiz etmeyen sanığın da, temyiz etmişcesine yararlanacağı’ şeklinde istisnai düzenlemelere yer verilmiştir. Sirayet koşullarının gerçekleşmesi hâlinde artık yeniden kurulan hükmün temyiz edilemeyeceği kanun koyucu tarafından istenseydi, bu hususta ayrı bir düzenleme yapılırdı. Böyle bir düzenleme yapılmadan sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden kurulan hükme temyiz yasağı getirilmesi ‘yorum yolu ile istisna bir hükme yeni bir istisna konulması anlamına gelir ki! böyle bir sonuç; kuralların geniş, istisnaların dar yorumlanması, istisnanın mutlaka kaideyi koyan makam ya da açıkça yetkilendirdiği başka bir makam tarafından konulması, yorum yolu ile istisnai hükmün üretilemeyeceği gibi ceza muhakemesi hukukuna hakim olan yorum ilkeleri ile bağdaşmayacaktır. Zira sirayet nedeniyle lehe bozmadan yararlanma istisnai bir hükümdür’ (Bak. Prof. Dr. Erdener Yurtcan, CMK Şerhi, 8. Baskı, s. 1535.). Ancak bozma sonrası yeniden kurulan hükmün temyizi genel bir hükümdür. Gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, gerekse özel dairelerin yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarının, evrensel bütün hukuk sistemlerinin kabul ettiği yorum ilkeleri ve ceza muhakemesi hukukunun amacı ile bağdaşmadığı gibi ‘Adalet ve Hak’ kavramları gibi yazılı olmayan ancak bütün çağdaş hukuk sistemlerinin görmezlikten gelemeyeceği ilkelere de aykırı olacağı açıktır.
Ceza ve hukuk muhakemesi esnasında verilen kararlar veya muhakeme sonunda ulaşılan hükümler, her zaman tam olarak gerçeği yansıtmayabilir. Karar ve hükümlerde haksızlık, hukuka aykırılık, yanılma, eksiklik olabileceği gibi, aleyhine karar veya hüküm verilen kişi, verilen karar ya da hükümden tatmin olmamış olabilir. Karar veya hükümlerde birtakım adli hatalar yapılmış olması ihtimal dahilindedir. Verilen karar veya hükümlerin başka yargısal mercilerce tekrar incelenmesi adli hata riskini önemli ölçüde azaltır.
Kanun yolları, yargılama makamlarınca verilen kararların, hukuka aykırı ya da maddi gerçeği yansıtmadığı iddiası ile kural olarak başka bir yargılama makamı tarafından yeniden incelenmesini sağlayan hukuksal çarelerdir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun pek çok içtihadında; temyiz incelemesinin yapılabilmesi için süre ve istek koşullarına uygun açılmış bir temyiz davasının varlığının gerektiği, sanıklardan birinin talebinin, diğer sanıkların isteği yerine geçmeyeceği, ilgililer tarafından yasa yoluna başvurulmadığı takdirde hüküm kesinleşeceği, ana kural bu olmakla birlikte, gerek 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesi, gerekse 5271 sayılı CMK’nın 306. maddesinde istisna olarak düzenlenen sirayet kurumunun;
1- Aynı hükümle cezalandırılan sanıklar hakkında birbirileriyle çelişen hükümlerin verilmesinin önlenmesi,
2- Temyiz yoluna başvurmamış bulunanlar aleyhine doğabilecek adaletsizliklerin önlenmesi,
Olmak üzere 2 amacının bulunduğu açıklanmıştır.
Lehe olan bozma hükmünden, temyiz talebinde bulunmayan ya da temyiz talebi reddedilen sanığın da temyiz talebinde bulunmuşçasına yararlanmasına ne gibi hukuki sonuçların bağlanabileceği ve buna bağlı olarak bozmaya uyulması suretiyle kurulan yeni hükmün, sirayet nedeniyle bozma hükmünden yararlanan sanık hakkında kurulan yeni hükmün temyiz edilip edilemeyeceğinin açıklığa kavuşturabilmesi için öncelikle yorumdan ne anlaşılması gerektiği açıklandıktan sonra uyuşmazlığa konu ilgili normların ceza muhakemesi hukukunun izin verdiği ölçüde yorum ilkeleri ışığında çözümü, bir başka deyişle kanun koyucunun gerçek iradesinin belirlenmesi gerekmektedir.
Kanunilik ilkesinin gereği olarak pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturmalıdır. Yazılı metinlerin yorumlanmasında; pozitif temeli bulunmadığı için uygulayıcılar açısından bağlayıcı yanı olmayan ancak Prof. Dr. Kemal Gözler’in deyimiyle eşyanın tabiatından kaynaklanan yorum ilkelerine uyulması gerekmektedir. Ancak bu şekilde önceden bilinen ve olay sırasında değişmeyecek olan kurallar sayesinde hukuki güvenlik sağlanarak keyfiliğin önüne geçilmiş olur. Herkes için aynı olması gereken yorum ilkelerine uyulmaksızın yapılacak yorumlarda; kişisel iradeler ön plana çıkacağından; ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan kanunilik ilkesinden de uzaklaşılma tehlikesi ortaya çıkacaktır. Keyfiliği önleyebilmek ve hukuki güvenlik ilkesini sağlayabilmek için güçlü bir denetim mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Denetim mekanizmasının ise ilk derece mahkeme kararlarına karşı mümkün mertebe istinaf ya da temyiz yasa yolunun açılması ile devreye girmesi mümkündür.
Bir taraftan davasız yargılama ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalan kanun koyucunun, sırf adaletin sağlanabilmesi için genel kuraldan ayrılarak, sirayet kurumunu ihdas ederken, diğer taraftan sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında sonradan verilen kararın temyiz edilemeyeceğinden bahisle denetim dışı bırakılmasına seyirci kalması elbetteki beklenemez. Mevcut normlar arasında sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında kurulan hükmün temyiz edilemeyeceğine dair bir sonuca ulaşmayı haklı gösterecek yasaklayıcı bir düzenlemenin mevcut olmamasına karşın, yorum ilkelerine aykırı davranılarak içtihat yoluyla kanuni dayanağı olmayan istisna bir hükmün (Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden kurulan hükmün denetim dışı bırakılması) doğmasına yol açılmıştır.
1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesinde ‘hükmün cezanın belirlenmesindeki hukuka aykırılık sebebiyle bozulması’ unsuru; uygulamada temyiz etmeyen sanığın bozma kararından yararlanabilmesi için şart olarak öngörülmüştür. Maddenin uygulama alanını daralttığından bahisle 5271sayılı CMK’nın 306. maddesinde bu ibareye yer verilmeyerek hükmün sanık lehine bozulması koşuluyla her durumda temyiz etmeyen sanık açısından da sonuç doğuracağı kabul edilmiştir.
Konu ile ilgili yasal düzenlemeler bu şekilde ise de, yeni kurulan hükmün, sirayetten istifade eden sanık tarafından temyiz edilemeyeceğini savunan görüşlerin ortak çıkış noktası, ‘sirayet ile hükmü temyiz etmeyen sanık hakkındaki hüküm bozulmamakta sadece temyiz etmeyen sanık ‘Ceza Muhakemesinin Genişleme Etkisi’nden istifade ile aynı konumda bulunan sanıkların farklı ceza almalarının önüne geçmek için bozmanın sonuçlarından yararlandırılmaktadır’ fikridir. Oysa ki; fiili ve hukuki durum böyle olmadığından bu görüşe katılmak zordur. Zira, hüküm diğer sanıklar yönünden bozulup bozma kararı da temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirildiğinde; önceki mahkûmiyet hükmü infaza verilmiş olsa dahi geri istenmekte ve tüm neticeleri ile ortadan kalkmaktadır. İnfazı yapılacak olan ve sanık hakkında adli sicil kaydına geçecek olan artık yeni hükümdür. Nitekim; Profesör Faruk Erem’in Ankara Barosu Başkanlığı’na konu ile ilgili bildirdiği görüş yazısında, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 tarihli, 1948/163-121 esas-karar sayılı aksi yöndeki içtihadına atıf yaparak ‘Bozmanın sirayetinden faydalanan kimselerin bozmadan sonra verilecek hükmü temyize hakları olmadığına karar verilmiştir. Bu kararın haklı olduğunu sanmıyoruz. Zira kanun temyiz etmemiş olan sanıkların da temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade edeceklerini bildirmektedir. (CMUK 325) Bu ibareyi manaca daraltmaya sebep yoktur. Bu hükmün esası ‘adalet fikri’ ise mananın daraltılması yorum kaidelerine de uygun değildir.’ şeklinde görüş açıklamıştır. Bu fikri destekler mahiyette Profesör Sami Selçuk, ‘Bozma kararına uyulmadığı takdirde, bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayeti mümkün olmadığından, ilk kararı temyiz etmeyen sanığın direnme kararına karşı (temyiz) kanun yoluna başvurması olanaksızdır.’ sonucuna varan 03.12.1990 tarihli, 1990/6-218 esas, 1990/322 karar sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı yazdığı muhalefet şerhinde, ‘Ceza Yargılama Yasası’nın 325. maddesi 320 ve 326. maddeleriyle birlikte yorumlanmak gerekir. Buna göre Türk yasa denetimi sisteminde nokta temyizi benimsenmemiş; bozulmakla ilk kararın ortadan kalktığı görüşüne ulaşılmıştır. Uygulama ve Yargıtay görüşü de bu yöndedir. Bu durumda, ilk mahkeme dirense bile, ilk karara yollama yapmakla yetinmeyecek, bozulmayan noktaları da yeniden kaleme almak zorunda olduğu kararında irdeleyecek ve hükme bağlayacaktır. Olayda ilk karar, temyiz etmeyen sanık açısından da bozulmuş ve böylece bu sanıkla ilgili hüküm de ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Ceza Yargılama Yasası’nın 325. maddesi, 326. maddesindeki aleyhe bozma yasağı da gözetilerek kaleme alınmıştır. Söz konusu 325. maddenin uygulama koşulları ile sonucunu; bir başka deyişle yasa maddesinin varlık nedenleriyle sonucunu birbirine karıştırmamak gerekir. Uygulama koşulları söz konusu olunca, sanık, Yasa’nın anlatımına göre ‘temyiz isteğinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından’ yararlanacaktır. Bozulan bir kararın, hem bütünüyle ortadan kalktığını ve hem de direnmeyle bu kez eski kararın kesinleştiğini benimsemek yalnız bir çelişki değil, Türk sisteminde reddedilen kısmi temyiz ve bozmayı bir başka yolla yeniden benimsemek, ayrıca Ceza Yargılamaları Yasası’nın 325. maddesinde öngörülen nedenlerle sonucu birbirine karıştırmak olacaktır.’ fikrini savunmuştur.
Lehe olan bozmadan yararlanan sanığın ilk hükmü temyiz edemeyeceğine dair içtihatlar zaman içerisinde istikrar kazanarak yerleşik uygulamaya dönüşmesine karşın, uygulamada zaman zaman yaşanan tartışmalardan dolayı konu Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kuruluna taşınmış, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.05.2019 tarihli, 2018/171 esas ve 2019/453 karar, 31.01.2017 tarihli, 2016/982 esas ve 2017/29 karar ile 05.11.2019 tarihli, 2019/218 esas ve 2019/636 karar sayılı ilamlarında önceki içtihatlar desteklenerek sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanığın ikinci hükmü temyiz edemeyeceği kabul edilmiştir. Bu kararların hukuk sistemimizdeki bağlayıcı normlara ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olmadığı gibi ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırı sonuçlara yol açacağı ısrarlı bir şekilde ileri sürülmüş, nitekim gelinen son aşamada; sirayetten yararlanan sanık hakkındaki hükmün katılan tarafından dahi temyiz edilemeyeceği Ceza Genel Kurulu tarafından kabul edilerek; bir anlamda sirayetten yararlanan sanık hakkında kurulan hükmün hiçbir şekilde temyiz edilemeyeceği sonucuna ulaşılarak, denetim mekanizması kanuni düzenlemelere rağmen istikrar adına içtihat yoluyla tamamen devre dışı bırakılmıştır.
İlk hükmü kabul etmesine karşın, sirayet nedeniyle lehe olan bozmadan yararlanan sanığın dahi daha az cezayı içeren ikinci hükmü temyiz edemeyeceğine dair kararların tartışıldığı bir ortamda; ilk hükmü beğendiği için temyiz etmeyen katılanın, sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkındaki ikinci hükümde fahiş hatalar yapılsa dahi katlanmak zorunda bırakılmasının Anayasa’nın 36. maddesine (Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir) aykırı olacağı açıktır.
Bir taraftan adaletin tesisi için 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesinde yer verilen ‘hükmün cezanın belirlenmesindeki hukuka aykırılık’ nedeniyle bozulması ibaresinin manayı daralttığından bahisle 5271 sayılı CMK’nın 306. maddesinden çıkarmak suretiyle sirayet kurumunun uygulanma alanını genişletmek isteyen kanun koyucunun, diğer taraftan Yargıtayın içtihat yoluyla erişim hakkını engelleyecek şekilde sirayet müessesesinin hukuki sonuçlarını daraltmak suretiyle adil olmayan sonuçların ortaya çıkmasına sebebiyet vermesini arzu etmesi çok büyük bir çelişki olarak karşımıza çıkacağından, içtihatların kanun koyucunun gerçek iradesini yansıttığından söz edilmesi mümkün olmayacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve özel dairelerin sirayet nedeniyle lehe olan bozmadan yararlanan sanığın yeniden kurulan hükmü temyiz edemeyeceğine dair giderek istikrar kazanan ve yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarında açıklanan görüşlere iştirak etmek mümkün değildir. Zira Ceza Genel Kurulu ile aynı görüşü paylaşan yazarlar dahi, ceza muhakemesi normları yorumlanırken yazılı olan metinlerin yanında yazılı olmayan ‘Hak ve Adalet’ kavramlarının gözardı edilmemesi gerektiği hususunda hemfikir oldukları görülmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK’nın 325. maddesinde gerekse 5271 sayılı CMK’nın 306. maddesinde temyiz etmişcesine yararlanmadan bahsedilmesine karşın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun örnek olarak gösterilen her üç kararında da, teoride bazı yazarlar tarafından benimsenen ancak ağır eleştiriye uğrayan görüşler doğrultusunda ‘sirayetten yararlanan sanık hakkındaki hükmün bozulmadığı, sadece bozmanın sonuçlarından yararlandığı’ gerekçe olarak gösterilmiştir. Sadece bozmanın sonuçlarından yararlanma ile temyiz etmişçesine yararlanma çok farklı kavramlar olmasına rağmen aynı anlamı yüklemek, bütün çağdaş anayasalarda temel bulan ‘Kanun koyucu abesle iştigal etmez’ kuralına açıkça aykırı olacaktır. Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkındaki hükmün bozulmadığı gerekçesine gelince; bozmadan yararlanan sanık hakkında sirayetten önce incelenebilecek bir hüküm bulunmadığından hükmün doğrudan doğruya bozulması elbetteki mümkün olmayacaktır. Temyiz davasının da bir dava olması nedeniyle temyiz incelemesinin ancak bu dava ile sınırlı olacağı ve buna bağlı olarak sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkındaki sirayetten önceki hükmün doğrudan doğruya bozulmasının mümkün olamayacağı, ancak lehe bozma hükmünün sirayetine karar verilmesi durumunda, kesinleşmenin iptal edileceği gibi infaza başlanması hâlinde infazın dahi duracağı dikkate alındığında; artık hükmün bozulmadığından söz edilmesi gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Zira, CMK’nın 306. maddesinin gerekçesinde de sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasının zorunlu olduğunun belirtilmiş olması, gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun gerekse özel dairelerin sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında yeniden hüküm kurulmamasını mutlak bozma nedeni olarak kabul etmiş olması, gerekçede ileri sürüldüğü gibi bozulmayan bir hüküm varken ikinci kez hüküm kurulmasının mümkün olamayacağı hususunda gerek öğretide gerek uygulamada herhangi bir duraksamanın bulunmaması karşısında; sırf temyiz davası bulunmadığı için incelemeyen ve buna bağlı olarak doğrudan doğruya bozma kararına dahil edilemeyen ancak hükmün kesinleşmesini iptal ettiren hatta bir aşama daha ileri gidilerek infaza başlanması hâlinde infaza dahi son vermeyi gerektiren sirayet müessesesinin koşullarının gerçekleştiği bir ortamda, artık ‘hükmün bozulmadığı’ şeklinde ileri sürülen gerekçenin, Yargıtayın yıllar öncesine dayanan ve giderek istikrar kazanan yerleşik uygulamaları ile çelişeceği gibi eşyanın tabiatına dahi aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Zira bir taraftan sirayet nedeniyle sadece bozmanın sonuçlarından yararlanan sanık hakkındaki hükmün bozulmadığından söz edilirken, diğer taraftan sirayet koşullarının gerçekleşmesi hâlinde kesinleşmenin dahi iptal edilerek yeniden aynı sanık hakkında hüküm kurulmasının zorunlu olduğunun kabul edilmesi çok büyük bir çelişki olarak karşımıza çıkacaktır. Kanun koyucunun amacı sadece bozmanın sonuçlarından yararlandırmak olsaydı, madde metninde ‘sanık’ tabiri yerine tıpkı uyarlama yargılamalarında olduğu gibi ‘hükümlü’ tabirine yer verip yeniden hüküm kurulması yerine sirayet nedeniyle temyiz eden sanık hakkında hükmedilen sonuç cezanın, infazda geçerli olacağının belirtilmesi ile yetinilirdi. Sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanık hakkında verilen ikinci hükmün temyiz edilemeyeceğinin kabul edilmesi hâlinde ikinci kez verilen hükümdeki çok bariz hataların dahi tamamen denetim dışı kalma tehlikesinin yaşanabileceği gibi ikinci kararda sonuca etkili olabilecek sonuçların ortaya çıkması hâlinde adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olan mahkemeye erişim hakkının açıkça engelleneceği ve adaletin sağlanması için istisnai bir hüküm olarak CMK’nın 306. maddesinde düzenlenen sirayet müessesesinin düzenleniş amacı ile bağdaşmayan içtihatlar ile eşitlik ve adalet ilkelerini nasıl zedeleyen bir müesseseye dönüştürüleceği özellikle somut olayımız ile aralarında benzerlik bulunan katılanın temyiz hakkıyla ilgili aşağıdaki örnek olarak açıklanan olayda çok net bir şekilde görülmektedir.
Örneğin A ve B isminde iki sanık ve katılan var. Yerel mahkeme öldürmeye teşebbüs suçundan ceza verdi. Resen temyize tabi değil. A temyiz etti, B temyiz etmedi. Yargıtay ilgili dairesi yerel mahkemece A hakkında verilen kararı, eylemin adam yaralama suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar vererek bozma hükmünün B’ye sirayetine karar verdi. Yerel mahkeme bozmaya uydu, ancak bir yanlışlık daha yaptı, koşulları oluşmadığı hâlde tahrik hükümlerini uyguladı. Katılan temyiz etti. İlk hükmü temyiz etmeyen B’nin temyiz hakkı yok deniyor. Sanığa tanınmayan hak katılana neden tanınsın denilerek katılanın B hakkındaki hükmü temyize hakkı yok denecek, sadece A hakkındaki hükmü katılan temyiz edebilecek. A hakkındaki hüküm düzeltilebilecek. Ancak B hakkında, bırakın katılanı, Cumhuriyet savcısı dahi temyiz edemez denilecek. Kısacası A kendi temyizi ile kendisini dezavantajlı bir konuma getirdi. Böyle bir kabulün ceza muhakemesi hukukunun amacına, ceza hukukunun genel ilkelerine aykırı olacağı gibi mahkemeye erişim hakkını da engelleyeceği açıktır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Sırf adaletin tecellisi için ihdas edilen sirayet kurumu; kanaatimizce sirayet nedeniyle lehe bozmadan yararlanan sanık hakkında kurulan hükmün, içtihat yoluyla denetim dışı bırakılması suretiyle ortaya çıkabilecek olan her türlü hakkaniyete aykırı sonuçlara katlanma zorunluluğu bulunan müesseseye dönüştürülmüştür.
Sonuç itibarıyla ilk hükmü bilinemeyen bir nedenle temyiz etmemesine karşın sirayet nedeniyle bozmadan yararlanan sanığın bozma sonrası verilen yeni hükmü temyiz etme yetkisinin bulunduğuna karar veren Yargıtay Yüksek 6. Ceza Dairesinin kararına itiraz eden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerekirken, itirazın kabulüne dair sayın çoğunluğun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.” gerekçesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 18.04.2022 tarihli ve 22990-5727 sayılı onama kararının sanık … yönünden KALDIRILMASINA,
3- Sanık …’un Hatay 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 05.11.2020 tarihli ve 170-378 sayılı hükmüne yönelik temyiz talebinin REDDİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 13.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.