Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/261 E. 2022/510 K. 04.07.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/261
KARAR NO : 2022/510
KARAR TARİHİ : 04.07.2022

Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu

Temyiz Edenler : Sanık ve müdafisi
Sanık …’ın ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan beraatine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince verilen 21.02.2022 tarihli ve 39-5 sayılı hükmün sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 27.04.2022 tarihli ve 62419 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme dışı sanıklar … ve Talip Demirezan hakkında verilen beraat hükümleri temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup, temyizin kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan verilen beraat kararı ile sınırlı ve vekâlet ücretine yönelik olarak yapılmıştır.
Ceza Genel Kurulunca, yargılamaya sanık müdafisi tarafından vekâletname sunulmaması hâlinde beraat eden sanık lehine vekâlet ücretine hükmedilip hükmedilemeyeceğine ilişkin temyiz incelemesi yapılacaktır.
İncelenen dosya kapsamına göre;
… Anadolu Cumhuriyet savcısı olan sanık …’ın … 17. Noterlik Dairesinin gözetim ve denetiminden sorumlu bulunduğu, 07.05.2018 ve 17.05.2019 tarihlerinde anılan Noterliğin yıllık denetimlerini, 27.11.2017, 26.02.2018, 26.09.2018 ve 26.02.2019 tarihlerinde ise ara denetimlerini yaptığı, ancak denetim görevini gereği gibi yerine getirmeyerek Noter …in, 01.04.2017 ile 01.02.2019 tarihleri arasında tahsil ettiği 928.055,51 TL katma değer vergisini 7 günden 628 güne varan sürelerle gecikerek maliyeye yatırmasına yol açtığından sanığın ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan TCK’nın 257/2 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi istemiyle kamu davası açıldığı,
Özel Dairece 21.02.2021 tarih ve 39-5 sayı ile; eğitilmedikleri uzmanlık gerektiren bir alanda yoğun … yükü altında denetimle görevlendirilen inceleme dışı sanıkların ve sanığın gerçekleştirdikleri noter denetimleri nedeniyle kişilerin mağdur olması, kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanmasının söz konusu olmadığı, dava konusu edilen bedellerin noter tarafından gecikme faizi ile birlikte vergi dairesine yatırılmış olduğu, bu bedellerin geç yatırılmasından dolayı kamu zararının oluştuğuna dair herhangi bir tespit ve delilin de bulunmadığı, ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının somut olayda gerçekleşmediği gerekçesiyle inceleme dışı sanıkların ve sanık …’ın ayrı ayrı beraatlerine, hüküm verilinceye kadar dosyaya vekâletname sunulmaması nedeniyle sanık … lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesine karar verildiği,
Sanık …’ı kovuşturma aşamasında Avukat …’ın temsil ettiği, 20.12.2021 tarihli ikinci oturuma ve 21.02.2022 tarihli son oturuma sanık müdafisi sıfatıyla katıldığı, sanık tarafından Avukat …’a vekâletname verilmediği, vekâletnamenin dosyaya ibraz edilmesi için müdafi tarafından da süre verilmesinin talep edilmediği, Özel Dairece verilen hükmün sanık ve müdafisi tarafından vekâlet ücreti yönünden temyiz edildiği,
Anlaşılmaktadır.
İnceleme konusunun sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulması için “vekâlet ilişkisi”, “ceza yargılamasında müdafi” ve “yargılama giderleri” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Hukukumuzda davayı avukat aracılığıyla takip etme zorunluluğu yoktur. Bir davanın avukat aracılığıyla takip edilmesi zorunlu değil, ihtiyaridir. Ancak avukat aracılığıyla takip edilen davalarda geçerli bir vekâletname bulunması (temsil yetkisi) ve bunun da mahkemeye sunulması dava şartıdır. Genel vekâletname ile avukat, müvekkilinin açmış olduğu veya kendisine karşı açılan davalarda müvekkilini temsil etmektedir. Vekâletname çıkarılması, avukatın onayı olmaksızın da söz konusu olabilir. Davaya vekâlet (temsil yetkisi) verilmesi, tek taraflı bir hukuki işlemdir ve vekâlet verenin tek taraflı bir irade beyanıyla gerçekleşir.
Avukat ile müvekkil arasındaki ilişki bir vekâlet ilişkisi niteliğindedir ve avukatlar vekâlet ilişkisi kapsamında görev yapmaktadırlar. Vekâlet ilişkisinin geçerliliği kanunda herhangi bir şekle tabi tutulmamıştır. Bir davanın taraflarının, kendilerini o davada temsil edecek avukatlara verecekleri vekâletnameler de bu kapsamdadır. Avukatın mahkemeye sunacağı vekâletname, avukat ile müvekkil arasındaki vekâlet (temsil) ilişkisini ortaya koyan yazılı bir belge niteliğinde olup, sadece bu ilişkinin üçüncü kişiler ve mahkeme nezdinde ispatı açısından önem taşır.
6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun Dokuzuncu bölümünde yer alan “vekâlet ilişkileri” kısmında düzenlenen vekâlet sözleşmesinin “A. Tanımı” başlıklı 502. maddesinin birinci fıkrası;
“Vekâlet sözleşmesi, vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.” şeklinde düzenlenmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın “Davaya vekâletin kanuni kapsamı” başlıklı 73. maddesi;
“(1) Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar.
(2) Belirtilen bu yetkiyi kısıtlamaya yönelik bütün sınırlandırıcı işlemler, karşı taraf yönünden geçersizdir.” biçimindedir.
Aynı Kanun’un vekâletnamenin ibrazına ilişkin 76. maddenin 1. fıkrasında “Avukat, açtığı veya takip ettiği dava ve işlerde, noter tarafından onaylanan ya da düzenlenen vekaletname aslını, avukat tarafından onaylanmış aslına uygun örneğini, dava yahut takip dosyasına konulmak üzere ibraz etmek zorundadır.” şeklindeki düzenleme ile avukatın, açtığı veya takip ettiği davalarda noter tarafından onaylanan ya da düzenlenen vekâletnameyi sunma zorunluluğu getirilmiştir.
Aynı Yasa’nın 77. maddesinin 1. fıkrasında ise, gecikmesinde sakınca doğabilecek bir hâl bulunmadıkça vekâletnamenin aslını veya onaylı örneğinin vermeyen avukatın, dava açamayacağı ve yargılamayla ilgili hiçbir işlem yapamayacağı, gecikmesinde sakınca olan hâllerde ise mahkemenin vereceği kesin sürede ibrazının zorunlu olduğu şeklinde 76. maddeye paralel düzenleme yapılmıştır.
5271 sayılı CMK’ya göre bir ceza davasında müdafi ile şüpheli, sanık veya hükümlü arasında iki yöntem ile ilişki kurulabilmektedir. Birinci yöntem koşullarının gerçekleşmesi durumunda yasa gereği baro tarafından avukat görevlendirilmesi, ikinci yöntem ise şüpheli, sanık veya hükümlünün vekâletname ile avukat tayin etmesidir. 1412 sayılı CMUK’nın birinci şekilde görevlendirilen avukatı “müdafi”, ikinci şekilde görevlendirilen avukatı ise “vekil” olarak ifade etmesine karşın 5271 sayılı CMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (c) ve (d) bentlerinde yer verilen “…c) Müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı, d) Vekil: Katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı,… ifade eder.” tanımlamaları ile bu ayrım kaldırılmıştır. Diğer bir anlatımla 5271 sayılı CMK’da ister koşullarının oluşması üzerine kanun gereği baro tarafından atanmış olsun isterse vekâletname ile görevlendirilsin, şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat “müdafi” olarak kabul edilmiştir. Şüpheli veya sanık ile avukat arasındaki iç ilişki bakımından bir vekâlet ilişkisi bulunması “müdafi” kavramının tanımlanmasında dikkate alınmamıştır. Buna göre; avukat, temsil ettiği kişilerin sıfatına göre “vekil” veya “müdafi” olarak ceza muhakemesindeki yerini alacaktır. 5271 sayılı CMK, “müdafi” tanımlamasında bir değişiklik getirmesine karşın şüpheli, sanık veya hükümlü arasında ilişkinin kurulabilme yönteminde bir değişiklik yapmamıştır.
5271 sayılı CMK’nın “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” başlıklı 149. maddesi;
“Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir…” biçiminde,
Aynı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesi;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde,
Anılan Kanun’un “Müdafi ile görüşme” başlıklı 154/1. maddesi;
“(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.” biçiminde,
Aynı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddesi ise;
“(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.
2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.
(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer.” hükmünü içermektedir.
CMK’nın 153. maddesinin 1. fıkrasında; müdafinin dosyayı inceleme yetkisi düzenlenirken, “müdafi soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir” şeklinde düzenlenmiş olup şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan avukatın mahkemeye vekâletname ibraz etmesi gibi bir zorunluluk getirilmediği anlaşılmaktadır.
Avukatlık Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanununda vekâletname ibrazının zorunlu kılan hâllere bakıldığında;
Sanığın duruşmadan bağışık tutulmasının müdafi tarafından talep edilmesi için; CMK’nın 196/1. maddesinin ilk fıkrası; “Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.” şeklinde; kanun yolu başvurusundan vazgeçilebilmesi için ise CMK’nın 266. maddesinin 2. fıkrası “Müdafiin veya vekilin başvurudan vazgeçebilmesi, vekâletnamede bu hususta özel yetkili kılınmış olması koşuluna bağlıdır.” biçiminde düzenlenmiştir.
Örnek çıkarabilme ve tebligat yapabilme hakkına ilişkin Avukatlık Kanunu’nun 56. maddesinde ise “Usulüne uygun olarak düzenlenen ve avukata verilmiş olan vekaletname 52. madde de yazılı dosyada saklanır. Avukat, bu vekaletnamenin örneğini çıkartıp aslına uygunluğunu imzası ile onaylayarak kullanabilir. Avukatın çıkardığı vekaletname örnekleri bütün yargı mercileri, resmi daire ve kurumlar ile gerçek ve tüzel kişiler için resmi örnek hükmündedir.”
Yine Avukatlık Kanunu’nun 27/3. maddesindeki “Avukatlarca vekaletname sunulan merciler, pul yapıştırılmamış veya pulu noksan olan vekaletname ve örneklerini kabul edemez. Gerektiğinde ilgiliye 10 günlük süre verilerek bu süre içerisinde pul tamamlanmadıkça vekaletname işleme konulamaz.” düzenleme dolayısıyla, yargı makamlarına sunulan vekâletnamede Baro pulu olmadıkça vekâletname işleme konulamayacaktır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik İnfazı hakkındaki Kanunun’un 59. maddesinin birinci fıkrası “Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatları ile vekaletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenerek aynı Yasa’nın 116. maddesi gereğince hükümlülere uygulanacak bu hükmün tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanlar tutuklular hakkında da uygulanabileceği düzenlenmiştir.
Bu çerçevede, avukatlık sıfatına sahip olan kişilerin müdafilik görevini üstlenilebilmeleri için şüpheli, sanık veya varsa kanuni temsilcisi tarafından seçilmiş ya da yetkili kurum tarafından usulüne uygun olarak görevlendirilmiş olmaları gerekmektedir.
Müdafinin hukuki yardımından yararlanmanın zorunlu olup olmamasına göre “zorunlu müdafilik” ve “iradi müdafilik”, müdafinin görevlendirme biçimine göre “seçilmiş müdafilik” ve “atanmış müdafilik” ayrımı yapılması mümkündür.
Görevlendirme şekline göre müdafi, “seçilmiş” ve “atanmış” olmak üzere ikiye ayrılmakta olup seçilmiş müdafilik şüpheli, sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında akdedilen avukatlık sözleşmesi ile tesis edilirken, atanmış müdafi ilgili merciin istemi üzerine muhakemenin yürütüldüğü yer Baro Başkanlığı tarafından görevlendirilmektedir.
“Seçilmiş müdafilik” de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Müdafinin hukuki yardımından yararlanıp yararlanmamanın şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin takdirine bırakıldığı ve ceza muhakemesinin müdafi olmadan da yürütülebilmesinin mümkün olduğu durumda “iradi seçilmiş müdafilik”, ceza muhakemesinin şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan bir müdafi bulunmaksızın yürütülemeyeceği hâllerde, şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin hukuki yardımda bulunmak üzere bir müdafi seçmesi durumunda “zorunlu seçilmiş müdafilik” söz konusudur.
Benzer şekilde “atanmış müdafilik” de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu kılınmadığı hâllerde, şüpheli veya sanığın istemi üzerine atanacak bu müdafinin “iradi atanmış müdafi”; ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu olduğu hâllerde, şüpheli veya sanığın kendisine bir müdafi seçemeyecek durumda ise istem aranmaksızın atanacak müdafinin ise “zorunlu atanmış müdafi” olarak adlandırılması mümkündür.
İster iradi isterse zorunlu olsun, “seçilmiş müdafilik” durumunda, şüpheli/sanık veya kanuni temsilcisi ile seçilen avukat arasında Avukatlık Kanunu’nun 163. maddesinde düzenlenen avukatlık sözleşmesi ile kurulan bir ilişki bulunmaktadır. Avukatlık sözleşmesi bir özel hukuk sözleşmesidir. Sözlü veya yazılı olabileceği gibi sözleşmenin geçerliliği Borçlar Kanunu’nda yer alan genel hükümler dışında bir koşula bağlı tutulmamıştır. Şüpheli/sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklanması ile tesis edilen avukatlık sözleşmesi ile seçilmiş müdafinin görevlendirilmesi tamamlanacaktır.
Seçilmiş müdafinin, müdafilik hak ve yetkilerini kullanması ve görevlerini yerine getirmesi vekâletname ibrazına bağlı değildir. Ancak bu durum, seçilmiş müdafinin şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisi tarafından seçildiğinin herhangi bir suretle ispatlanması, aynı şekilde avukatlık sözleşmesinin belli bir şekil şartına bağlı kılınmamış olmasının da ilgili merciler önünde işlem yapacak olan avukatın, hangi sıfatla hareket ettiği ve şüpheli/sanık veya hükümlünün müdafisi olduğunu ispat etmesi gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.
Seçilmiş müdafi olan avukatın, şüpheli/sanık veya kanuni temsilcisi tarafından “müdafi” olarak görevlendirilmiş olduğunun, böylece müdafilik sıfatını kazandığının ve bu görevin tanıdığı hak ve yetkileri kullanılabileceğinin muhataplarınca bilinebilir olması gereklidir. Bu bakımdan, ceza muhakemesi hukukunda iradi veya zorunlu seçilmiş müdafi olarak görev yapacak olan avukatın “müdafi” tayin edildiğinin ilgili mercisine usulüne göre bildirilmesi gerektiği sonucuna ulaşmak yanlış olmayacaktır.
Bir avukatın müdafi olarak seçilmiş olduğu ise; ifade işlemi sırasında hazır bulunması, sanığın da hazır bulunduğu duruşmalarda savunma yapması, şüpheli/sanık tarafından ilgili merciler önünde müdafi olarak seçildiğinin beyan edilmesi, vekâletname ibraz edilmesi, şüpheli/sanık tarafından müdafi olarak seçildiğinin yazılı olduğu bir belgenin ibraz edilmesi gibi işlemlerle ortaya konulabilecektir. Bu ilişkinin varlığının herhangi bir şekilde ispatlanması mümkündür. Noter aracılığıyla düzenlenmiş olan vekâletname sadece bir ispat aracı olup hiçbir şekilde şüpheli/sanık ile müdafi ilişkisinin kurulması için bir geçerlilik şartı oluşturmamaktadır. Ancak hazır bulunmayan kaçak veya bağışık tutulmuş olan bir sanığı temsil edecek müdafinin de bu sıfatı ispat için vekâletname göstermesi gerekir (Yenisey/Nuhoğlu; CMH 4. Baskı S.195.). Nitekim, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 20.10.1975 tarihli ve 7-9 sayılı kararında “Sanıkla birlikte duruşmaya gelen ve hâkim huzurunda müdafii olarak kabul edildiği sanık tarafından bildirilen vekâletnamesiz müdafinin hükmü temyiz etmesi hâlinde, dosyada sanığın açık bir muhalefeti bulunmuyorsa temyizin geçerli olduğu” sonuca ulaşılmış, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.11.2020 tarihli ve 1421-461 sayılı kararında da “…Müdafilik sıfatının kazanılması ve bu görevin tanıdığı yetkilerin icra edilmesi için taraflar arasında bir vekâlet sözleşmesi gereklidir. Bu sözleşmenin mutlaka noter tarafından düzenlenmiş hatta yazılı bir vekâletname şeklinde olması gerekmemekte ve ceza yargılaması hukukunda avukatın vekil tayin edildiğinin mahkemeye usulüne göre bildirilmesi yeterlidir…” açıklamalarına yer verilmiştir.
CMK’nın “Yargılama giderleri” başlıklı 324. maddesi;
“(1) Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.
(2) Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir.
(3) Giderlerin miktarı ile iki taraftan birinin diğerine ödemesi gereken paranın miktarını mahkeme başkanı veya hâkim belirler.
(4) Devlete ait yargılama giderlerine ilişkin kararlar, Harçlar Kanunu hükümlerine göre; kişisel haklara ilişkin kararlar, 9.6.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu hükümlerine göre yerine getirilir. Devlete ait yargılama giderlerinin 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 106 ncı maddesindeki terkin edilmesi gereken tutarlardan az olması halinde, bu giderin Devlet Hazinesine yüklenmesine karar verilir.
(5) Türkçe bilmeyen ya da engelli olan şüpheli, sanık, mağdur veya tanık için görevlendirilen tercümanın giderleri, yargılama gideri sayılmaz ve bu giderler Devlet Hazinesince karşılanır.” şeklinde düzenlenerek, avukatlık ücretlerinin yargılama giderleri kapsamında olduğu açıkça belirtilmiştir.
Konuyla ilgili 26.05.1935 tarihli ve 111-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; “Ceza davalarındaki yargılama giderlerinin hükmün tamamlayıcı bir parçası olduğu,” sonucuna ulaşılmıştır.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücret tarifesinin hazırlanması” başlıklı 168. maddesi;
“Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler.
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak … Bakanlığına gönderilir…
Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.” şeklinde düzenlenmiştir. Yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin belirlenmesi görevi Türkiye Barolar Birliğine verilmiş olup avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı kabul edilmiştir.
Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanıp 20.11.2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve karar tarihinde uygulanması gereken 2022 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” başlıklı 14. maddesinin dördüncü fıkrası; “Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.
Yukarıda değinilen kanuni düzenlemeler ve içtihadı birleştirme kararı ışığında, hükmün tamamlayıcı parçası olan yargılama giderlerinin hüküm ve kararlarda gösterilmesi ve giderlerin kim tarafından karşılanacağının belirtilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda mahkemece yargılama giderleri içerisinde bulunan avukatlık ücretleri de kararda gösterilmeli ve ücretlerin hangi tarafça karşılanacağı belirtilmelidir. Aksine bir uygulama CMK’nın 324. maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012 tarihli ve 301-1800 sayılı kararında da aynı husus vurgulanmıştır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifelerinin kanuni dayanağı, Avukatlık Kanunu’dur. Anılan Kanun’un 169. maddesinde yer alan “karşı tarafa yükletilme” kuralının ceza muhakemesi bakımından kanuni dayanağı ise CMK’nın 324. maddesi olup bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen “tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri” ifadesi ile CMK’da yargılama gideri olarak kabul edilen avukatlık ücretinin Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre ödeneceği kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar doğrultusunda yargılama giderleri, CMK’nın 324 ila 330. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, anılan Kanun’un 324. maddesinin 1. fıkrasında yer alan; “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.” şeklindeki düzenleme ile yargılama giderlerinin kapsamı; anılan Kanun’un 327. maddesinin birinci fıkrasındaki; “Hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişi, sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm edilir.” şeklindeki düzenleme ile beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi durumunda sanığın ancak kendi kusurundan ileri gelen giderlerden sorumlu olacağı belirtilmiştir.
Madde gerekçesinde kendi kusurundan ne anlaşılması gerektiği; “Hakkında kamu davası açılmış olan kişi, savsama ve kusuruyla bilirkişi veya tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden kaynaklanan giderlerden sorumludur.” şeklinde açıklanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında inceleme konusu değerlendirildiğinde;
… Anadolu Cumhuriyet savcısı olan sanık …’ın … 17. Noterlik Dairesinin denetim görevini gereği gibi yerine getirmeyerek Noter …in, 01.04.2017 ile 01.09.2019 tarihleri arasında tahsil ettiği 928.055,51 TL katma değer vergisini 7 günden 628 güne varan sürelerle gecikerek maliyeye yatırmasına yol açtığından bahisle sanığın ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucu Özel Dairece sanığın beraatine ve hüküm verilinceye kadar dosyaya vekâletname sunulmaması nedeniyle sanık … lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesine karar verildiği, yargılamada sanık …’ı kovuşturma aşamasında Avukat …’ın temsil edip 20.12.2021 tarihli ikinci oturuma ve 21.02.2022 tarihli son oturuma sanık müdafisi sıfatıyla katıldığı, yargılama aşamasında sanık tarafından Avukat …’a vekâletname verilmediği, yapılan yargılamada sanık müdafisinin dosyaya vekâletname sunmak için tarafına süre verilmesini de talep etmediği, verilen hükmün sanık ve müdafisi tarafından sanık lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği talebiyle yapıldığı anlaşılmakla;
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler, öğretideki görüşler ve yargısal içtihatlara göre; Ceza Muhakemesi Hukukunda suç şüphesi altında bulunan kişilerin bireysel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı nitelikte koruma tedbirlerinin uygulama tehlikesi altında bulunduklarından, ayrıca suçlama ile ilgili hukuki yardım alabilmek için gecikmeksizin müdafi yardımına ihtiyaç duyulacağı kuşkusuzdur. Bu nedenledir ki kanun koyucu hukuk mahkemesinde gecikmesinde sakınca bulunan hâller dışında dava açılabilmesi ve diğer usulü işlemlerin yapılabilmesini avukatın vekâletname sunması şartına bağlarken, ceza muhakemesinde müdafi için bu zorunluluğa gerek görülmemiştir. Ancak ceza muhakemesinde hiçbir zaman vekâletname sunulmayacak anlamını taşımamaktadır.
CMK’nın 324/1. maddesi uyarınca yargılama giderleri kapsamında avukatlık ücretinin sayılıp yargılama giderlerinin hükmün tamamlayıcı bir parçası olduğu ve CMK’nın 327/1. maddesinde sanık hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi hâlinde sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkûm olacağının yer aldığı, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedileceğinin düzenlendiği göz önüne alındığında, yargılama aşamasında vekâletname sunmayan ve bunun için tarafına süre verilmesini de talep etmeyip sanığın iradesi ile seçilen ve sanıkla birlikte duruşmaya gelip hâkim huzurunda müdafi olarak kabul edildiği sanık tarafından bildirilen vekâletnamesiz müdafinin sanığa hukuki yardımda bulunup müdafi olarak kabul edilmesi isabetli, temyizi geçerli olmakla birlikte; beraat eden sanık lehine vekâlet ücretine hükmedilebilmesi için yargılamaya vekâletnamenin sunulmasının gerekmesi, mahkemeye sunulacak vekâletnamenin, avukat ile müvekkil arasındaki vekâlet ilişkisini ortaya koyan yazılı bir belge niteliğinde olup, bu ilişkinin üçüncü kişiler ve mahkeme nezdinde ispatı açısından önem taşıyıp söz konusu ilişkinin taraflarca ve üçüncü kişilerce kötüye kullanılmasını önleyecek olması, yargılama aşamasında sanık ile müdafi arasında vekâlet ilişkisini gösterir vekâletname bulunmaması ve sanık müdafisi tarafından vekâletname sunulmayıp bunun için süre verilmesinin de talep edilmemesi karşısında; beraat eden sanık … lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği kabul edilmelidir.
Bu itibarla usul ve kanuna uygun olan yargılama giderleri yönünden verilen Özel Daire kararının onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Sayın çoğunluk ile aramızdaki uyuşmazlık görevi kötüye kullanma suçundan beraat eden ve vekâletname sunulmayan sanık yararına vekâlet ücreti verilip verilmeyeceğine ilişkindir.
1412 sayılı CMUK döneminde baroca görevlendirilen avukata müdafi, sözleşme ile belirlenen avukata ise vekil denilmekte ise de 5271 sayılı CMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde müdafiyi, şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlayarak bu ikili ayrım kaldırılmış her iki durumda belirlenen avukat müdafi olarak tanımlanmıştır. 5271 sayılı Kanun savunma hakkının önemini vurgulayan, haktan yararlanma yeteneğini genişleten bir düzenleme içerisine girmiştir.
CMK’nın ‘Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi’ başlıklı 149. maddesi;
‘Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.
Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.
Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.’ şeklinde düzenlenmiş, aynı Kanun’un 150. maddesinde de isteğe bağlı veya zorunlu müdafi görevlendirilmesi hüküm altına alındıktan sonra, 156. maddesinde de müdafiin görevlendirilmesi usulü gösterilmiştir.
Avukatlık sıfatına sahip olan kişilerin üstleneceği müdafilik görevi; şüpheli, sanık veya varsa kanuni temsilcisi tarafından seçilerek veya yetkili kurum tarafından görevlendirilerek yapılacaktır. Müdafiilik ‘zorunlu müdafilik’ ve ‘iradi müdafilik’ biçimde ayrılabileceği gibi müdafinin görevlendirme biçimine göre de ‘seçilmiş müdafilik’ ve ‘atanmış müdafilik’ şeklinde sınıflandırılabilecektir.
Şüpheli, sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında akdedilen avukatlık sözleşmesi ile müdafi seçilebileceği gibi ilgili merciin istemi üzerine atanarak muhakemenin yürütüldüğü yer Baro Başkanlığı tarafından görevlendirilebilecektir. ‘Seçilmiş müdafilik’ de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Müdafinin hukuki yardımından yararlanıp yararlanmamanın şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin takdirine bırakıldığı ve ceza muhakemesinin müdafi olmadan da yürütülebilmesinin mümkün olduğu durumda ‘iradi seçilmiş müdafilik’, ceza muhakemesinin şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan bir müdafi bulunmaksızın yürütülemeyeceği hâllerde, şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin hukuki yardımda bulunmak üzere bir müdafi seçmesi durumunda ‘zorunlu seçilmiş müdafilik’ söz konusudur.
Aynı şekilde ‘atanmış müdafilik’ de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu kılınmadığı hâllerde, şüpheli veya sanığın istemi üzerine atanacak bu müdafinin ‘iradi atanmış müdafi’; ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu olduğu hâllerde, şüpheli veya sanığın kendisine bir müdafi seçemeyecek durumda ise istem aranmaksızın atanacak müdafinin ise ‘zorunlu atanmış müdafi’ olarak adlandırılması mümkündür.
Ceza Muhakemesi Kanunu, ceza soruşturması ve kovuşturmasında şüpheli, sanık veya hükümlü ya istem veya zorunluluk gereği baroca atanan ya da kendisinin belirlediği avukat vasıtasıyla hukuki yardım alabileceğini, bu hukuki yardımda bulunma hakkının engellenemeyeceği, kısıtlanamayacağı açıkça belirtilmiştir.
Avukat ile vekil eden arasındaki vekâlet ilişkisi temelinde Borçlar Kanunu’nda tanımlanan ‘vekâlet sözleşmesine’ dayansa da 1163 sayılı Avukatlık Kanunu’nun ‘avukatlık sözleşmesi’ adı altında farklı bir sözleşme olduğu görülmektedir. Bu Kanun’un 163. maddesine göre; ‘Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.’ diyerek vekâlet sözleşmesinin genel çerçevesini çizmiştir.
Uygulamada, avukatlık sözleşmesinin uygulanabilir hâle gelmesi için öncelikle noterlerce düzenlenen vekâletnamenin varlığı aranmakta ise de, bu durum sözleşmenin varlığına delalet eden bir durum olmakla zorunlu bir husus değildir. Aslında vekil eden ile avukat arasında vekilliğin kapsamına ilişkin irade belirlenerek bir anlaşmanın yapılmış olması vekâlet ilişkisinin başlaması için yeterlidir. Ceza Genel Kurulunun 17.11.2020 tarih ve 2016/1421 esas ve 2020/461 karar, 17.02.2022 tarih ve 2019/158 esas ve 2022/103 karar sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere vekâlet sözleşmesinin mutlaka noter tarafından düzenlenmiş olması gerekmemektedir.
Ceza yargılaması hukukunda avukatın, vekil tayin edildiğini müdafii olarak hukuki yardımda bulunacağını yargı merciine bildirilmesi yeterlidir. Bu bildirimin belirli bir şekilde yapılması gerekmemektedir. Sanığın müdafisi olduğunun anlaşılması yeterlidir. Mahkeme tarafından avukatın müdafi olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin yasal bir düzenleme mevcut değildir.
Karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan Avukatlık Ücret Tarifesi’nin 14/4. maddesine göre beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık lehine vekâlet ücretine hükmedileceği belirtilmiştir. Bu hükme ve uygulamaya göre vekâlet ücreti vekile değil vekil tayin edene verilmektedir.
Gerek usul kanunumuzda gerekse diğer yasal düzenlemelerde Hazine tarafından ödenmesi gereken avukatlık ücretinin ancak noterce düzenlenmiş vekâletnamelerle söz konusu olduğuna ilişkin bir hüküm de bulunmamaktadır.
Somut olayda, sanık hakkında açılan davada Av. … ‘iradi seçilmiş müdafi’ sıfatıyla yer almış, savunma yapmış ve beraat hükmünü sanık lehine vekâlet ücreti ödenmesi gerektiği düşüncesiyle temyiz etmiştir. İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi sanığın isteği ile sanık ile birlikte duruşmada yer alan müdafiinin hukuki yardımda bulunmasına onay vermiş, noterden onaylı vekâletname sunması gerekliliği hususunda bir uyarıda da bulunmamıştır. Temyiz incelemesi de noter onaylı vekâletnamesi bulunmayan müdafinin istemi üzerine bu kişinin hükmü temyiz etme hakkı olduğu kabul edilerek yapılmıştır.
Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sanık tarafından seçilmiş müdafinin vekâletname ibrazının yasal olarak zorunlu olmaması ve bunun içtihatlara da konu olması, sanığın yanında yer alarak hukuki yardımda bulunan müdafinin sanık tarafından tayin edildiği hususunda tereddüt olmaması, sanık ve müdafii arasında vekâlet ilişkisinin var olduğunun kabul edilmesi ve beraat eden sanık yararına vekâlet ücreti ödeneceği hüküm altına alınması karşısında, 5271 sayılı CMK’nın 261. maddesine göre açık arzusuna aykırı olmamak biçimde kanun yoluna başvurulduğu anlaşılan sanık müdafinin vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğine ilişkin temyiz isteminin kabulü ile hükmün bu yönden bozulması ancak bunun düzeltilmesi mümkün olduğundan yürürlükteki avukatlık ücretine göre sanık lehine Hazine aleyhine vekâlet ücretine hükmedilerek hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerektiği” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu üyesi de; benzer düşünceyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 21.02.2022 tarihli ve 39-5 sayılı usul ve kanuna uygun olan yargılama giderleri yönünden verilen kararın ONANMASINA,
2- Dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE 04.07.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.