YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/204
KARAR NO : 2022/749
KARAR TARİHİ : 29.11.2022
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 130-280
Sanıklar … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında, Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesince 04.05.2012 tarih ve 214-233 sayı ile eylemin basit dolandırıcılığa teşebbüs suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, dosyanın gönderildiği Gaziantep 12. Asliye Ceza Mahkemesince de 26.09.2012 tarih ve 892-926 sayı ile sanığın eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle karşı görevsizlik kararı verilmiş olup müşterek yüksek görevli mahkemece görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilerek dosyanın gönderildiği Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanıkların, TCK’nın 37/1. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 157/1, 62/1, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 11 ay hapis ve 50.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, taksitlendirmeye ve hak yoksunluklarına ilişkin verilen 07.11.2013 tarihli ve 9-463 sayılı hükümlerin sanıklar müdafileri ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 30.05.2017 tarih ve 6399-12266 sayı ile;
“1- Katılan vekilinin temyiz talebinin incelenmesinde;
Katılan vekilinin yüzüne karşı verilen hükme yönelik yasal süresi geçtikten sonra yaptığı 18.11.2013 tarihli temyiz inceleme başvurusunun, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca reddine,
2- Sanıklar müdafilerinin temyiz taleplerinin incelenmesinde;
Sanıklara yüklenen dolandırıcılık suçu nedeniyle, hükümden sonra, 02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253 ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırma işlemleri için gereği yapılarak sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini zorunluluğu,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda taraflar arasında uzlaşma sağlanamaması üzerine 13.11.2018 tarih ve 130-280 sayı ile önceki hükümler gibi sanıkların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.
Bu hükümlerin de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 24.03.2021 tarih ve 877-3489 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 29.09.2021 tarih ve 80968 sayı ile;
“05.08.2017 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza Muhakemesinde Uzlaştırma Yönetmeliği’nin 22. maddesindeki;
(1) Kamu davası açıldıktan sonra aşağıdaki durumların varlığı hâlinde, uzlaştırma işlemleri mahkemenin talebi doğrultusunda Kanunun 253 üncü maddesinde belirtilen esas ve usule göre uzlaştırma bürosunca yerine getirilir:
a) Kovuşturma konusu suçun hukukî niteliğinin değişmesi nedeniyle uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması,
b) Soruşturma evresinde uzlaşma teklifinde bulunulması gerektiğinin ilk olarak kovuşturma evresinde anlaşılması,
c) Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmeksizin, iddianame yerine geçen belge ile doğrudan mahkeme önüne gelen uzlaşmaya tâbi bir suçun varlığı,
ç) Kovuşturma evresinde kanun değişikliği nedeniyle suçun uzlaşma kapsamına girmesi,
Şeklindeki düzenleme ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253 ve 254. madde fıkraları gereğince dosyanın uzlaşma bürosuna gönderilmesi gerektiği,” düşüncesiyle, sanık … yönünden itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
Yargıtay 11. Ceza Dairesince 27.10.2021 tarih ve 38547-9373 sayı ile;
“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.09.2021 tarihli ve KD-2021/80968 sayılı yazısı ile (Kapatılan) 15. Ceza Ceza Dairesinin 24.03.2021 tarih, 2019/877 esas ve 2021/3489 karar sayılı ilamına sanık … yönünden itirazda bulunulduğu, ancak Uyap kayıtları incelendiğinde dosyanın diğer sanığı …’nın 21.05.2021 tarihli dilekçesi ile söz konusu ilama karşı CMK’nın 308. maddesi uyarınca itirazda bulunduğu, daha sonradan sanık … müdafisinin 19.10.2021 e-imza tarihli dilekçesi ile bahse konu ilama karşı itiraz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından itirazın kabul edilerek ilgili daireye gönderildiğinden bahisle Dairemizden infaz durdurma talebinde bulunulduğu, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.09.2021 tarihli itirazında sanık … yönünden de itiraza gelinip gelinmediği yönünde tereddüte düşüldüğü anlaşılmakla; sanık … yönünden (Kapatılan) 15. Ceza Ceza Dairesinin 24.03.2021 tarih, 2019/877 esas ve 2021/3489 karar sayılı ilamına karşı itiraz yoluna gidilip gidilmeyeceğinin değerlendirilmesi, itiraz yoluna gidilecekse 29.09.2021 tarihli itiraznamede görüşe yer verilen dosya ile gönderilecek yeni dosya arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğundan ve birlikte değerlendirilmesi gerektiğinden, ancak dosyanın yeni esas alması nedeniyle herhangi bir karışıklığa sebebiyet verilmemesini teminen, itiraza konu edilmeyen dosyanın onaylı suretlerinin alınarak ayrı bir itirazname düzenlendikten sonra incelenmek üzere iadesinin sağlanması için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine,” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 26.01.2022 tarih, 80968 sayı ve önceki itiraznamedeki aynı düşünce ile bu defa sanık … yönünden itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
CMK’nın 308.maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince, 10.02.2022 tarih ve 1903-2087 sayı ile itirazların yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uzlaştırma işlemlerinin ne şekilde gerçekleştirileceğinin belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle; sanıkların eylemlerinin basit dolandırıcılık suçunu mu yoksa nitelikli dolandırıcılık suçuna teşebbüsü mü oluşturduğunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yapılan müzakere sırasında bir kısım Ceza Genel Kurulu üyelerince itirazın lehe mi yoksa aleyhe mi olduğunun tespit edilerek ön sorun konusunun değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmesi üzerine ön sorun ile birlikte bu husus da ele alınmıştır.
İncelenen dosya kapsamından;
17.08.2010 tarihli kira kontratosuna göre; kiraya verenin katılan …, kiracının sanık …, kefilin ise diğer sanık … olduğu, … Mah, Battalhöyük Cad, No: 112 adresindeki villanın aylık 1.800 TL bedelle 1 yıl süreliğine kiralandığı, kiranın altı ayda bir peşin olarak ödeneceği,
13.09.2010 tarihli kira kontratosu feshi ve tespit tutanağına göre; 17.08.2010 tarihli kira sözleşmesinin kiracının rahat etmemesi sonucu feshedildiği,
Garanti Bankası … Şubesinin 31.08.2010 tarihli ve 37 numaralı dekontuna göre; “Havale Ödeme – Kasadan” açıklaması ile sanık …’nın katılan …’e 200.000 TL gönderdiği,
Garanti Bankası … Şubesinin 31.08.2010 tarihli ve 26 numaralı dekontuna göre; “Borç olarak gönderilen” açıklaması ile sanık …’nın katılan …’e 200.000 TL gönderdiği, dekont üzerinde el yazısı ile “A. …” ismi ve imzası bulunduğu,
Garanti Bankası AŞ’nin 01.06.2011 tarihli yazısına göre; 31.08.2010 tarihinde sanık … tarafından katılan … adına gönderilen 200.000 TL tutarlı işlemin isme havale işlemi olduğu, banka kayıtlarında “Borç olarak gönderilen” açıklamasının bulunduğu, ancak müşteri tarafından açıklama yazılması istenildiği takdirde açıklama yapıldığı, havale işlemlerinde açıklama zorunluluğunun bulunmadığı,
Ankara 57. Noterliğinin 19.10.2010 tarihli ve 37667 yevmiye numaralı ihtarnamesine göre; ihtarnameyi gönderenin sanık …, muhatabın ise … olduğu, ihtarnamede, “İhtiyacınız nedeniyle benden istediğiniz borca karşılık tarafımdan 31.08.2010 tarihinde Garanti Bankası … Şb nezdindeki hesabınıza 200.000 TL yatırılmıştır. Bu paranın 30.09.2010 tarihinde iade edileceği söylenmesine rağmen bu güne kadar tarafıma gönderilmemiştir…” şeklinde açıklamaya yer verildiği,
Ankara 16. İcra Müdürlüğünün 03.11.2010 tarihli ve 2010/15196 esas sayılı ödeme emrine göre; alacaklının sanık …, borçlunun katılan …, asıl alacak tutarının 200.000 TL, borcun sebebine ilişkin açıklamanın ise; “31.08.2010 Garanti Bankası Çetin Emeç Şubesine ait 31.08.2010 tarihli 200.275 TL tutarında borç para gönderme dekontu ile 19.10.2010 tarihli ihtarname” şeklinde olduğu,
Ankara 16. İcra Hukuk Mahkemesinin 31.12.2010 tarihli ve 1321-1362 sayılı kararına göre; ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olmadığı, tebliğ tarihinin 06.12.2010 olarak düzeltilmesi ve itirazın kabulü ile hacizlerin iptaline karar verildiği,
Garanti Bankası Gaziantep Şubesinin 12.05.2011 tarihli yazısına göre; 23.08.2010 tarihinde katılan … adına gelen 10.000 TL havalenin açıklamasının “borç olarak gönderilen” şeklinde olduğu,
Sanıklar hakkında Yerel Mahkemece verilen 13.11.2018 tarihli ve 130-280 sayılı mahkûmiyet hükümlerinin Özel Daire tarafından 24.03.2021 tarih ve 877-3489 sayı ile onanmasından sonra Özel Daire ilamının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 08.04.2021 tarihinde teslim edildiği ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık … yönünden 29.09.2021, sanık … yönünden ise 26.01.2022 tarihinde Özel Daire ilamına karşı itiraz kanun yoluna başvurulduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; daha önce sanayici iken emekli olduğunu, emlakçı olan Doğan Uludağ’ı yaklaşık 10-15 senedir tanıdığını, … Mah, Nijmegen Bulvarı, No: 112 adresinde bulunan bahçeli villasını Doğan Uludağ aracılığıyla kiraya vermek istediğini, bir süre sonra Doğan Uludağ’ın, …’lı bir ağanın evi gezip beğendiğini ve kiralamak istediğini söylediğini, Doğan Uludağ’ın iş yerinde kira sözleşmesi yapmak için buluştuklarında sanıklar ile tanıştığını, sanıkları daha önceden tanımadığını, evi sanık …’ya kiraladığını ancak sanık …’in, “Muhdi benim eniştem olur, kendisi ile aynı evi paylaşmaktayız, ben işim gereği sık sık şehir dışına çıkıyorum, bu nedenle sözleşmeyi eniştem Muhdi adına yapalım, ben de sözleşmeye kefil olayım.” dediğini, bir sakınca görmediğinden kabul ettiğini ve 17.08.2010 tarihli kira sözleşmesini imzaladıklarını, sanık …’nin 23.08.2010 tarihinde 6 aylık kira bedelini Garanti Bankası Merkez Şubesine havale gönderdiğini, 30.08.2010 tarihinde saat 19.00-20.00 sıralarında sanık …’in 0539 595 .. .. ya da 0532 212 .. .. numaralı bir telefon hattı ile kullandığı 0532 353 .. .. numaralı telefonunu arayarak “Yusuf bey benim acil olarak bir yere 200.000 TL para ödemem gerekiyor, senden başka güveneceğim kimse yok, bu parayı senin adına havale çıkarıp bunu …’ne verir misin?” dediğini, kendisinin de “Miktar çok yüksek, bu parayı alamam, bu parayı …’nın adına neden göndermiyorsun?” dediğinde Muhdi’nin bankalarla arasında problem olduğunu, onun adına para gönderirse borcundan dolayı bankaların bu paraya el koyacağını, bu nedenle parayı ona teslim etmek için güvendiği için kendisinin adına göndermek istediğini söylediğini, yine kabul etmeyip muhasebecisine sormak istediğini söyleyerek telefonu kapattığını, muhasebecisi olan tanık …’yu arayıp durumu anlattığını, parayı almasında herhangi bir mahsur olmadığını söylemesi üzerine tekrar sanık … ile telefonda görüştüğünü ve parayı adına gönderebileceğini söylediğini, bunun üzerine sanık …’in “Ha şöyle beni rahatlattın, ben de bir şey var zannettim.” dediğini, ertesi gün 31.08.2010 tarihinde sanık …’in Garanti Bankası Ankara …. Şubesinden Garanti Bankası Gaziantep … Şubesine 200.000 TL havale yolu ile para gönderdiğini, bankadan parayı çektikten sonra sanık … ile telefonda görüştüğünü, sanık …’nin Romen Kafe’de, kendisinin ise emlakçıda buluşmak istediğini, ikisi de kabul etmeyince sanık …’ye kendi evinin oraya gelmesini söylediğini, zira kapı önünde kamera olduğu için ileride bir problem çıkarsa delil olması amacıyla sanık …’yi oraya çağırdığını, yanına oğlu … … ile kapıcısı …’ı da çağırdığını, …’nın “Abi parayı elektrikçide verelim, bir problem olursa elektrikçi de şahit olsun.” dediğini, bu şekilde sanık … ile yanında açık kimliğini bilmediği …isimli şahsın … Elektrik isimli iş yerinin önüne geldiklerini, birlikte iş yerine girdiklerini, burada sanık …’ye parayı teslim ettiğine ilişkin bir kâğıt imzalatmak istediğini ancak sanık …’nin “….abi sen kira sözleşmesi yapılırken havuz yapımından dolayı imzalatmak istediğimiz senedi imzalamadın ben de bu nedenle bu belgeyi imzalamam bana güvenmiyor musun?” dediğini, sanık …’i arayarak “Parayı teslim edeyim mi?” diye sorduğunu, sanık …’in bilgisi dahilinde parayı sanık …’ye teslim ettiğini, yaklaşık 1 hafta sonra sanık …’in tekrar arayıp yine Muhdi’ye teslim edilmek üzere 200.000 TL daha göndermek istediğini söylediğini ancak bu defa kabul etmediğini ve bu olaydan rahatsız olduğunu söylediğini, sanık …’in “Para yüksekse 50.000 ya da 100.000 gönderelim.” dediğini, bu sırada muhasebecisinin yanında olduğunu, muhasebecisinin “Yusuf abi olmazsa benim yanımda çalışan kızın adına göndersinler.” dediğini, çalışanı …’ın IBAN numarasını mesaj olarak sanık …’e gönderdiklerini ancak sanığın … adına herhangi bir para göndermediğini, daha sonra sanıkların evden memnun kalmadıklarını söyleyerek 13.09.2010 tarihinde kira sözleşmesini feshederek evden ayrıldıklarını, 19.10.2010 tarihinde de sanık …’in borç olarak gönderdiğini belirttiği 200.000 TL’nin ödenmediğinden bahisle Ankara 57. Noterliği aracılığıyla ihtarname çektiğini, kendisinin de 25.10.2010 tarihinde sanık …’e herhangi bir borcu olmadığına yönelik cevap gönderdiğini, parayı çekerken aldığı dekontta gönderilen paranın borç olduğuna ilişkin herhangi bir yazı ya da ibare bulunmadığı için dekont aslına ulaşmak amacıyla 22.10.2010 tarihinde Garanti Bankası …. Şubesine yazı yazdığını, havalenin borç olarak gönderilip gönderilmediğini göremediklerini söylediklerini, sanık …’in Garanti Bankası Ç…. Şubesine ait dekonta parayı borç olarak gönderdiğini yazdırıp bu dekontu gerekçe göstererek hakkında ilamsız takip yaptığını, 06.12.2010 tarihinde evine haciz geldiğini,
Bozma sonrası 14.11.2017 tarihli oturumda; bozma ilamına bir diyeceği olmadığını, sanıklarla kesinlikle uzlaşmak istemediğini,
Hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen Doğan Uludağ; katılanı yaklaşık 20 yıldır tanıdığını, sanıkları ise olay nedeni ile tanıdığını, Doğuş Gayrimenkul isimli iş yerinin sahibi olduğunu, katılanın bir bağ evini kiraya vermek istemesi üzerine evin fotoğraflarını çekip ölçümlerini yaptığını ve internet sitesinde kiralık olarak yayınladığını, ilanı gören sanıkların katılana ait bağ evini kiralamak istediklerini belirterek iş yerine geldiklerini, katılanla birlikte eve gittiklerini, sanıkların evi gezdiklerini, bir süre sonra tarafların anlaşarak aralarında kira sözleşmesi imzaladıklarını ve 1 yıllık kira bedelini peşin olarak ödediklerini, sanıkların katılana 200.000 TL borç para verdiğini görmediğini, ayrıca kiralama sürecinde sanıklarla bu konuda herhangi bir konuşma da geçmediğini, olayı sonradan öğrendiğini,
Tanık …; mali müşavir olarak görev yaptığını, katılanın hem aile dostu olduğunu hem de daha önce mali müşavirliğini yaptığını, katılanın sanık …’e Doğum Hastanesi civarındaki bağ evini 6 aylığına kiralayıp parasını da peşin aldığını, evin kiralanmasından sonra katılanın kendisini arayarak evi kiraladığı şahsın Gaziantep’te birine 200.000 TL ödemesi olduğunu, parayı gönderecek şahsın Ankara’da olduğu için parayı kendisine güvendiklerinden kendi adına göndermek istediklerini söyleyip bunda bir sakınca olup olmadığını sorduğunu, hatta “Parayı bankadan beraber alalım.” dediğini, parayı almasında herhangi bir sakınca olmadığını söylediğini, işi olduğu için o gün bankaya katılan ile birlikte gidemediğini, bundan 2-3 gün sonra katılanın tekrar telefon ederek aynı şahısların yine kendi adına 200.000 TL daha göndermek istediklerini söylediğini, bunun üzerine bu işten huylandığı için katılana “Bunun altından başka şey çıkabilir, istersen parayı alma.” dediğini, hatta sanık …’i arayarak kendisinin yanında çalışan …’ın hesap numarasına parayı göndermesini söylediklerini ancak sanık …’in para göndermeyeceğini söylediğini, yaklaşık 20-25 gün sonra da sanığın çocuğunun sinekten dolayı rahatsızlandığını söyleyerek evi tahliye edeceğini bildirdiğini, katılanın bu konuyu konuşacağı zaman kendisini de yanında çağırdığını, Doğan Uludağ’ın emlakçı dükkânında sanık …’in çocuğunun sinekten dolayı rahatsız olduğunu, bu yüzden evi boşaltmak istediğini söyleyip parasının iade edilmesini ve ayrıca evini Ankara’dan taşıdığı için yaptığı masrafı da istediğini, sanığa oturdukları sürenin kira bedelini almayacaklarını, ödemiş oldukları parayı iade ederek çıkmalarını söylediklerini, bunun üzerine sanık …’in “Ben bu parayı almasını bilirim.” dediğini,
Tanık … …; katılanın oğlu olduğunu, babasının bağ evini sanık …’e kiraladığını, sözleşme yaptıktan 1 hafta kadar sonra sanık …’in babasına telefon açarak sanık …’ye teslim etmesi için 200.000 TL göndermek istediğini söylediğini, babasının miktar fazla olduğu için önce kabul etmediğini ancak sanık … ısrar edince babasının daha önce mali müşavirliğini yapan …’ya telefonla sorduğunu, parayı almasında mali açıdan bir sıkıntı olmadığını söyleyince babasının sanık …’in parayı göndermesini kabul ettiğini, ertesi gün babasının parayı almak için Garanti Bankası’na gittiğini, parayı Garanti Bankası’nda sanık …’ye verecek olduğunu ancak sanık …’nin babasını arayarak kaza yaptıklarını söylediğini ve parayı Ramon Kafe’ye getirmesini istediğini, babasının da bundan şüphelendiği için parayı teslim etmek için sanık …’yi evin önüne çağırdığını, kapıcı …’ı da çağırdıklarını, burada Sıtkı’nın “Evin altındaki elektrikçi dükkânına gidelim parayı burada teslim edelim dükkân sahipleri de tanık olsun.” dediğini, tam dükkâna girerken sanık … ile yanında isminin İsmet olduğunu söylediği bir şahsın geldiğini, birlikte elektrikçi dükkânına girdiklerini, babasının burada 200.000 TL’yi sanık …’ye teslim ettiğini, parayı teslim etmeden önce parayı teslim ettiğine dair sanık …’ye belge imzalatmak istediğini ancak sanık …’nin, sanık …’in kendisine başka borçları olduğunu bu nedenle herhangi bir belge imzalayamayacağını söylediğini, babasının telefonda sanık …’e, sanık …’nin parayı aldığına ilişkin belge imzalamadığını söyleyip parayı verip vermeyeceğini sorduğunu, sanık …’in de parayı verebileceğini söylediğini, sanık …’nin o kadar parayı saymadan alıp apar topar dükkândan çıkıp gittiğini, daha sonra sanık …’in sanki babasına borç para vermiş gibi babası hakkında icra takibi yaptığını,
Tanık …; Pembekonak Apartmanı’nda kapıcı olarak görev yaptığını, katılanı da bu apartmanda oturduğu için tanıdığını, bir gün katılanın kapısına gelip kendisini çağırdığını, kapıyı açtığında elinde siyah bir poşet olduğunu, elindeki poşette para olduğunu, bu parayı bağ evini kiraya verdiği kişilerden birine vereceğini, şahısların 2 kişi olarak evin önüne geleceklerini söyleyip kendisinin de yanında gelmesini istediğini, ne kadar para olduğunu sorduğunda 200.000 TL olduğunu söylediğini, “Yoldan gelen geçen olur ne olur ne olmaz, parayı apartmanın içinde verelim.” dediğini, kendisinin de “Abi o zaman apartmanın altındaki elektrikçi dükkânında parayı gelen şahıslara verelim hem de dükkân sahibi de tanık olsun.” dediğini, tam elektrikçi dükkânına girecekleri sırada 2 kişinin siyah bir araçla geldiklerini, birlikte …’un işlettiği elektrikçi dükkânına girdiklerini, gelen şahısların isimlerinin Muhdi ve İsmet olduğunu, katılanın parayı dükkânda poşetten çıkararak sayıp şahıslara vereceği zaman, uzun boylu olan şahsın “Yusuf abi sana olan itimadımız sonsuz, parayı saymaya gerek yok.” dediğini ve parayı aldığını, katılana parayı teslim ettiğine dair imzalı bir belge almasını söylediğini, bunun üzerine katılanın telefonla birini aradığını, telefonla konuştuğu kişinin gelenlerin yeğeni olduğunu, belgeye gerek olmadığını söylediğini, telefonu aldığını ve telefondaki şahsa “Abi 200.000 TL az para değil, karşılığında yazılı belge istiyoruz.” dediğini, telefondaki şahsın “Yok yok hiç gerek yok, zaten gelen şahıslar kayınlarım yabancı değiller.” dediğini, yine de yazılı belge vermelerini isteyince gelen şahısların bağırarak ve tepki göstererek “Gerek yok, biz zaten aracıyız, parayı aldığımız gibi ilgili kişiye vereceğiz.” dediklerini ve dükkândan ayrıldıklarını, apartmanda güvenlik kamerası olduğunu ancak kayıtların 24 günlük tutulduğunu, olaydan 1-2 ay geçtikten sonra katılanın dolandırıldığını anlayınca kamera kayıtlarını incelediklerini ancak olay tarihinin kayıtlarının silinmiş olduğunu gördüklerini,
Tanık …; katılanın ikamet ettiği apartmanın altında Uğur Elektrik isimli elektrikçi dükkânı olduğunu, bir gün katılanın yanında apartman görevlisi olan Sıtkı ile daha önceden tanımadığı 2 erkek şahıs ile beraber dükkânına geldiklerini, katılanın siyah bir poşetin içinde parayı gelen şahıslara verdiğini ancak kendisinin parayı görmediğini, miktarını ve katılanın parayı ne amaçla bu şahıslara verdiğini de bilmediğini, gelen şahısların poşeti para diyerek aldıklarını ve poşeti açıp içinde ne kadar para olduğuna bakmadıklarını, katılanın parayı vermeden önce bir kişiyi telefonla aradığını ve bundan sonra içinde para olduğu söylenen poşeti bu şahıslara verdiğini, katılanın yazmış olduğu bir kâğıdı imzalamasını istediğini ancak gelen şahsın imzalamadığını,
Tanık …; katılanı tanımadığını, sanık …’e 2010 yılı Eylül ayında …’de bulunan Paris Sitesi’ndeki dairesini 1 yıllığına 12.500 TL karşılığında kiraya verdiğini, yolda sanık …’in “Bana bu daireyi satarsan kaça satarsın?” diye sorduğunu, dairesinin 250.000-300.000 TL arası fiyatı olduğunu söylediğini, eve yerleştikten yaklaşık bir hafta sonra sanık …’in telefonla arayarak Ankara’da olduğunu ve muhasebecisinin yanlışlıkla kendisinin adına Ankara’dan 250.000 TL gönderdiğini söyleyip bu parayı kayınbiraderi olduğunu belirttiği sanık …’ye vermesini istediğini, “Senin adına para gönderiyorum.” demediğini, kendisinin de yanlışlıkla gelen parayı veremeyeceğini ve bankadan iade ettireceğini söylediğini, daha sonra sanık …’nin yanına geldiğini ve Çetinkaya yakınlarındaki Garanti Bankası Şubesine birlikte gittiklerinde parayı çekmesini istediğini, banka müdürünün Şanlıurfa Emniyet Caddesi Şubesinden 249.725 TL’nin kendisi adına gönderildiğini söylediğini, kendisinin de banka müdürüne parayı iade etmesini söylediğini, banka müdürünün bir dilekçe yazmasını istediğini, yazdığı dilekçeye istinaden paranın gönderen şubeye iade edildiğini, vezneye bu paranın yanlışlıkla nasıl gönderilmiş olduğunu sorduğunda paranın borç olarak gönderildiğini söylediklerini, oysa kendisinin sanıklara borcunun olmadığını, sanık …’in 5-6 ay kadar kiracı olarak oturduktan sonra telefonla arayarak evden çıkmak istediğini söyleyip 5.000 TL’yi iade etmesini istediğini, 14.06.2011 tarihli taahhütname başlıklı bir dilekçeyi yazarak 5.000 TL ile birlikte kapıcısı tanık …’a bıraktığını, dilekçeyi imzalatmasını ve parayı ondan sonra vermesini söylediğini,
Tanık …; …’de bulunan Paris Sitesi’nde kapıcılık yaptığını, tanık …’ın da orada bir dairesi olduğunu, tanık …’nin dairesini 1 yıllığına sanık …’e kiraladığını, parasını da peşin aldığını, bir yıl dolmadan sanık …’in evden çıktığını, tanık …’nin de oturmadıkları zamanın parasını ve depozitoyu teslim etmesi için kendisine bıraktığını, parayı teslim ettiğine dair taahhütname başlıklı bir kâğıt da verdiğini, parayı sanık …’e teslim etmeden önce kâğıdı imzalattığını, parayı da teslim ettiğini,
Tanık …; Gaziantep Garanti Bankası Merkez Şubesinde müdür olarak görev yaptığını, bir yıl önce tanık …’nin yanında bir şahısla şubeye geldiğini, 200.000 veya 250.000 TL’nin kendi adına geleceğini söylediğini, paranın Şanlıurfa’dan geldiğini, tanık …’nin de paranın Ankara’dan gönderileceğinin söylendiğini belirttiğini, paranın ne amaçla gönderildiğini baktırdığında borç için gönderildiği ibaresinin yazılı olduğunu, bunun üzerine tanık …’nin paranın iade edilmesi talimatını verdiğini, sorulması üzerine, Garanti Bankası’nın bir şubesinden diğer başka bir şubesine kasadan isme havale gönderilen paranın ne amaçla gönderildiğine ilişkin açıklamanın vezne ekranlarından görünüp görünmediğini bilmediğini, ancak bildiği kadarıyla nakit yönetmenin ekranından görünüyor olabileceğini ve kasadan ödeme yapılırken de dekonta bu açıklamaların çıkmadığını,
Tanık …; sanık …’in emlakçılık yaptığını ve kendisinin işvereni olduğunu, sanığın katılanın evini kiralaması üzerine eve gidip temizlik yaptıklarını, sonra katılanın da yanlarına geldiğini, beraber oturup çay içtiklerini, konuşma arasında katılanın sanık …’den 200.000 TL istediğini, ihtiyacı olduğunu ve daha sonra vereceğini söylediğini, paranın katılana verildiğini daha sonra öğrendiğini, katılanın yalan söylediğini,
Tanık Hasan Karataş; bağ evinde güvenlik görevlisi olduğunu, sanık …’in evi kiralamasından sonra çay içerken katılanın da geldiğini, katılanın “Elim sıkışık bana 200.000-250.000 TL ver sana burayı uygun şekilde satarım.” dediğini, satıp satmadığını bilmediğini, katılanın yanında 4-5 ay çalıştığını,
Tanık Muhammet Tuncay İnci; Şanlıurfa’ya giderlerken komşusu olan sanık …’in Gaziantep’in girişinde arayıp çay içmeye çağırdığını, evine gittiklerini, çay ikram ettiğini, aradan 20 dakika geçtikten sonra katılanın geldiğini, sanık …’in evi katılandan aldığını söylediğini, “Bu iş alışverişi olmayacak, eğer olmuyorsa paramızı falan iade et.” dediğini, sanık …’in “Beni yordun, dediklerin çıkmadı.” dediğini,
Tanık Doğan Şenlik; Ankara’dan Şahin ve Tuncay ile beraber gittiklerini ve sanığın evinde çay içtiklerini, sanık ile katılan arasında bir sorun olduğunu, sanığın 200.000-250.000 TL para verdiğini söylediğini ve “Beni rezil ettin.” dediğini,
Tanık Şahin Taşcı; 2-3 yıl önce sanık …’in ağabeyinin yanında çalıştığını, Şanlıurfa’ya giderken yolda sanık …’in yeni aldığı eve çay içmek için gittiklerini, otururken sanık …’in “Ben mağdur oldum.” dediğini, katılanın ne dediğini fazla duyamadığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık … soruşturma evresinde; katılana ait havuzlu dubleks bağ evini emlakçı aracılığıyla bulduğunu, emlakçıya Ankara’dan Gaziantep’e taşınacağını, oturmak için bir yer kiralayacağını, aynı zamanda yatırım için gelecek vadeden bir yer olursa alabileceğini söylediğini, emlakçının da bağ evinin aynı zamanda satılık olduğunu, katılanın 1.000.000 Dolar istediğini ancak çok uçtuğunu, en fazla buranın 925.000 Dolar edeceğini söylediğini, katılan ile tanıştıklarında burayı şimdilik kiralayacağını ancak uygun bir fiyat olursa alabileceğini söylediğini, katılanın aylık 2.200 TL kira istediğini, pazarlık yapıp 1.800 TL’ye anlaştıklarını, 6 aylık kirayı peşin ödemesini istediğini, katılanın nakit sıkıntısı olduğu için kiraya verdiğini, normalde kiraya vermediğini söylediğini, daha sonraki zamanlarda katılanın kendisine ait olduğunu söylediği otopark, ev ve benzeri gayrimenkullerini gezdirdiğini, otoparkı satmak içinse 3.000.000 Dolar istediğini söylediğini, kendisinin de bağ eviyle ilgilendiğini ve almayı istediğini söylediğini, katılanın nakit sıkıntısı olduğunu söyleyince bağ evinin tapu fotokopisini isteyip aldığını, evi kiraladıktan sonra Ankara’ya dönmeden önce katılanın 200.000 TL’ye ihtiyacı olduğunu, en fazla bir ay sonra ödeyeceğini söylediğini, parayı Ankara’dan göndereceğini, fiyatta anlaşıp evi alırsa peşinat olarak verebileceğini söylediğini, Ankara’ya döndüğünde de 31.08.2010 tarihinde kendisine banka yoluyla parayı havale ettiğini, dekonta borç olarak gönderdiğini de yazdırdığını, bir süre sonra eşinin hastaneye kaldırıldığını duyunca Gaziantep’e geldiğini, kuyu suyunun eşine dokunduğunu öğrendiğini, aşırı derecede sivrisinek ve koku olması nedeniyle bu evde yaşayamayacağına karar verdiğini, katılana sıkıntıları tek tek söyleyip neden kendisini yanılttıklarını sorduğunu, yapmış olduğu masraflardan vazgeçerek sadece verdiği 200.000 TL’yi istediğini, ancak katılanın bunu kabul etmediğini daha doğrusu o an parası olmadığını ancak ileride ödeyebileceğini söylediğini, Gaziantep …’de bir sitede başka bir daire katını kiraladığını, bir ay dolmasına yakın 200.000 TL’yi istediğini, katılanın böyle bir şeyin mümkün olmadığını, parayı kapora olarak aldığını, evi almaktan vazgeçtiğinden dolayı ödeme yapmayacağını ve kendisini rahatsız etmemesini söylediğini, bunun üzerine noter aracılığıyla paranın iadesini istediğini, son çare parayı tahsil etmesi için avukatı ile görüştüğünü,
Sanık …; sanık …’in, kız kardeşinin eşi olduğunu, Eskişehir’de çalışmakta iken eniştesi olan sanık …’in Gaziantep’e taşınacağını söylediğini, Gaziantep’i iyi bildiği için Gaziantep’te yanında çalışmasını istediğini, bu teklifi kabul ettiğini, sanık …’in internet aracılığı ile bir ev bulduğunu söylediğini, eniştesinin Ankara’da işleri yoğun olduğundan kira kontratını kendisinin üzerine yaptığını, 6 aylık kirayı katılana ihtiyacı olduğundan dolayı peşin verdiklerini, eniştesinin evi çok beğendiğini ve satmayı düşünürse bu evi alabileceğini katılana söylediğini, katılanın da çok sıkışık olduğu için evi satabileceğini söylediğini, birkaç gün geçtikten sonra eniştesinin katılanın kendisinden 200.000 TL borç para istediğini ve bu parayı katılana gönderdiğini söylediğini, herhangi bir teminat alıp almadığını sorduğunda katılana güvendiğinden bir belge almadan parayı gönderdiğini söylediğini, eve yerleştikten sonra eniştesinin işlerinden dolayı Ankara’ya gittiğini, kız kardeşinin bir gece aniden yeğeni ile birlikte rahatsızlandığını, hastanede kuyu suyu ve çevrede bulunan sineklerden rahatsızlandıklarını öğrendiğini, ertesi gün eniştesinin geldiğini, evden çıkıp Gaziantep’te kiraladıkları başka bir eve taşındıklarını, iddia edildiği gibi 200.000 TL’yi katılandan almadığını,
Savunmuşlardır.
Ön sorun konusunun sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisine değinilmesi ve dolandırıcılık suçunun unsurlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi, 5271 sayılı CMK’nın olağanüstü kanun yollarının yer aldığı “Altıncı Kitap”, “Üçüncü Kısım”, “Birinci Bölüm”de 308. maddede;
“(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren 30 gün içinde ceza daireleri kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurabileceği öngörülmüş, ancak sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağı kuralı benimsenmiştir. Buna göre, sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde belirlenen aykırılıklarla ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınan ve olağanüstü bir kanun yolu olan itiraz 30 günlük bir süre ile sınırlandırılmış olup bu süre Özel Daire kararının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verildiği tarihten itibaren başlayacaktır. Süre geçtikten sonra sanık aleyhine itiraz yoluna gidilemeyecektir.
Dolandırıcılık suçunun basit şekli 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
a) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
b) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
c) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
“Hile”, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891.) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453.), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, Beta Yayınevi, 4. Baskı, Eylül 2017, İstanbul, s. 502-503.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2020, s. 717.), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır.” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2020, s. 439.), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.” (Centel/Zafer/Çakmut, s. 509.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı konusunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, bu konuda olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren “kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” ve “bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” suçlarının daha detaylı incelenmesi gerekmektedir.
1- Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık; suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 158/1-d maddesi; “(1) Dolandırıcılık suçunun; …d- kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” şeklinde iken, suç tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle “iki yıldan yedi yıla kadar hapis” şeklindeki yaptırım “üç yıldan on yıla kadar hapis” olarak değiştirilmiştir.
Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde de; “Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilerinin araç olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseseler olarak kabul edilmiştir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin suçun işlenmesinde kolaylık sağlayacağı düşüncesi, dolandırıcılık suçunda araç olarak kullanılmalarının cezayı ağırlaştıran nitelikli hâller arasında düzenlenmesine neden olmuştur (Özbek/Doğan/Bacaksız, s. 721.). Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi bakımından kamu kurum ve kuruluşları ile kamu meslek kuruluşlarına, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerine zarar verilmesi gerekli değildir. Önemli olan hileli davranışların icrasında bu kurum ve kuruluşların araç olarak kullanılmış olmasıdır. Kurum ve kuruluşların araç olarak kullanılmasından maksat, bu kurum ve kuruluşların adını geçirmek suretiyle dolandırıcılık fiilinin gerçekleştirilmesi değildir. Hileli davranışların icrasında bu kamu kurum ve kuruluşlarının maddi olarak kullanılmış olması gerekir (Mahmut Koca, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Baskı, Ekim 2020, Ankara, s. 748-749.). Araç olarak kullanmanın anlamı mağduru aldatmak için kamu kurumuna ait araç, bilgi ve belgelerin kullanılmasıdır. Kanun koyucu bunların hileli hareketle menfaat temin etme aracı olmasını istememiştir (Soyaslan, s. 447.).
Mağdur çeşitli hilelerle kandırılıp mal varlığı aleyhine haksız bir menfaat temin edilmek istenildiğinde kamu kurum ve kuruluşları hilenin bir parçası olarak kullanılmakta ve mağdur dolandırılmaktadır. TCK’nın 158/1-d bendinin uygulanması ve işlenilen dolandırıcılık suçunun nitelikli sayılması için dolandırıcılıkta yapılan hilede kamu kurum ve kuruluşlarının herhangi bir maddi varlığı kullanılmadan sadece isimlerinin kullanılması yeterli değildir. Bu nitelikli hâlin uygulanması için kamu kurum ve kuruluşlarının bir maddi varlığının-değerinin hilede vasıta olarak kullanılması gerekir. Basılı evrak, antetli kâğıt, ruhsat, rozet, kimlik, diploma gibi varlıkların kullanılması gerekir. Örneğin nüfus cüzdanları nüfus müdürlüğünün, polis kimliği, rozeti, rütbesi elbisesi emniyet genel müdürlüğünün, diploma milli eğitim bakanlığının-ilgili üniversitenin, vergi dairesine ait kimlik ya da basılı evrak yine ilgili kurumun maddi varlıklarıdır. Tapunun araç olarak kullanılmasında sıklıkla; bir taşınmaz yerine başka bir taşınmaz gösterilmekte ve tapuda değeri düşük başka bir taşınmazın satışı yapılmaktadır. Sahte mahkeme kararıyla bir taşınmazla aidiyet oluşturulmakta ve tapuda satış yapılabilmektedir (Sami Öztürk, Açıklamalı-İçtihatlı Güveni Kötüye Kullanma Bedelsiz Senedi Kullanma Dolandırıcılık Suçları ve TCK Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 1. Baskı, Mayıs 2022, Ankara, s. 421-422.).
2- Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçu;
Suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 158/1-f maddesi; “(1) Dolandırıcılık suçunun; …f- Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle, işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”, son cümlesi ise “Ancak, … (f), … bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.” şeklinde iken, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile birinci fıkrada yer alan “iki yıldan yedi yıla” ibaresi “üç yıldan on yıla”, son cümledeki “üç yıldan” ibaresi ise “dört yıldan” şeklinde değiştirilmiştir.
Maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde ise; “…Birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Banka ve kredi kurumları açısından dikkat edilmesi gereken husus, bu kurumları temsilen, bu kurumlar adına hareket eden kişilerin başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleridir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Dolandırıcılık suçunun bu nitelikli hâlinin kabulü ilk defa 5237 sayılı TCK ile olmamıştır. 765 sayılı TCK’nın 504. maddesinin üçüncü fıkrasında da aynı şekilde dolandırıcılığın banka veya kredi kurumlarının vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi cezayı ağırlaştıran bir neden olarak kabul edilmiştir. Bu ağırlaştırıcı neden 765 sayılı TCK’ya 21.11.1990 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3679 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenmiş, değişiklik gerekçesinde de; “Dolandırıcılık fiilin …banka veya kredi kurumunun …vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi halinde kandırıcı niteliği fazla olacağından, bu durum nitelikli hal olarak kabul edilmiş bulunmaktadır.” açıklaması yapılmıştır.
Görüldüğü üzere gerek 765 gerekse 5237 sayılı TCK bakımından kanun koyucu banka veya kredi kurumlarına duyulan güven nedeniyle, bunlar aracı kılınarak gerçekleştirilen eylemlerde, hilenin daha kolay gerçekleşmesi bankaya duyulan güvenden mağdur ya da mağdurların araştırma eğiliminin azalması ya da tümü ile ortadan kalkması nedeniyle, eylemlerin aldatıcı niteliklerini göz önüne alarak nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlemiş ve daha ağır bir yaptırıma tâbi tutmuştur.
Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken banka veya diğer kredi kurumunun mutat faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten süjelerinden yararlanılması ya da banka ve kredi kurumlarının mutat faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılması gerekmektedir.
Banka ve diğer kredi kurumlarının olağan faaliyet konuları 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 4. maddesinde sayılmış olup bunlara; mevduat kabul etmek, kredi vermek, çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası (alım satımı), kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının ihracı ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemlerini örnek göstermek mümkündür.
Banka ve diğer kredi kurumlarının maddi varlıkları ise; adı geçen kurumlara ait dekont, teminat mektubu, basılı evrak, kimlik belgesi, giriş kartı, banka cüzdanı, çek, kredi kartı gibi ilgili kurumda etkin işlevi bulunan maddi varlıklardır. Kullanılan maddi varlığın belge niteliğinde bulunması şart olmayıp belge niteliğinde olanların da özel belge niteliğinde olması ile resmî belge niteliğinde olması arasında bir fark bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
Katılan …’in kendisine ait olan evi emlakçı vasıtasıyla kiralamak istediği, kiralık ilanını gören sanık …’nın emlakçı ile irtibata geçtiği, emlakçıda buluşan katılan ile sanık …’in aylık 1.800 TL kira ücreti karşılığında anlaştıkları, sanık …’in, Gaziantep dışında işlerinin olduğu gerekçesiyle kira sözleşmesinin birlikte yaşadıklarını söylediği ve kayınbiraderi olan diğer sanık … adına olmasını istediği, sanıkların 6 aylık kira ücretini peşin olarak ödedikleri, kira sözleşmesinden yaklaşık 2 hafta sonra katılanı telefon ile arayan sanık …’in Ankara’da olduğunu, 200.000 TL ödeme yapması gerektiğini, başka güveneceği kimsenin olmadığını söyleyerek parayı katılanın adına havale etmeyi ve paranın diğer sanık …’ye verilmesini istediği, katılanın miktarın yüksek olduğunu, doğrudan sanık …’nin hesabına göndermesini söylemesi üzerine de sanık …’nin bankalara borcu olduğunu, onun adına para gönderirse bankaların bu paraya el koyacağını söylediği, muhasebecisi olan tanık …’ya danışan katılanın sanık …’in isteğini kabul ettiği ve ertesi gün bankadan çektiği parayı tanıklar … …, … ve …’un yanında sanık …’ye teslim ettiği, bu olaydan yaklaşık 2 hafta sonra sanıkların evden çıkmak istediklerini söyleyip kira sözleşmesini feshettikleri ve peşin ödedikleri kira ücretinin 10.000 TL’sini katılana havale yoluyla gönderdikleri, sanık …’in 19.10.2010 tarihinde katılana gönderdiği ihtarname ile borç olarak verdiğini belirttiği 200.000 TL’nin ödenmesini istediği, daha sonra da banka havale dekontuna dayanarak katılan aleyhinde icra takibi yaptığı ve katılanın evinde haciz işlemi uygulandığı, katılanın itirazı üzerine ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle yapılan haczin iptaline karar verildiği olayda;
Sanıkların basit dolandırıcılık suçundan TCK’nın 157/1, 62/1, 52/2-4 ve 53/1. maddeleri gereğince mahkûmiyetlerine ilişkin hükümlerin, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine inceleme yapan Özel Dairece onanmasına karar verilmesinden sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın uzlaşma bürosuna gönderilmesi gerektiği görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu, sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına ilişkin olan bu itirazın sonuçları bakımından sanıklar lehine olduğu ve 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca 30 günlük süreye tâbi olmadığı,
Sanıkların birlikte hareket ederek katılanın evini kiralamak ve bir kısım kira ücretini peşin ödemek suretiyle katılanda güven oluşturduktan sonra yaptıkları plan dahilinde sanık …’ye verilmek üzere sanık …’in katılanın hesabına gönderdiği paranın katılana borç olarak gönderildiğine dair banka dekontuna açıklama yazdırması, daha sonra bu banka dekontuna dayanarak katılan aleyhinde icra takibi başlatması hususları birlikte dikkate alındığında, sanıkların hem kamu kurumu olan icra dairesinin hem de bankanın araç olarak kullanılması suretiyle suçu işledikleri anlaşıldığından, sanıkların eylemlerinin basit dolandırıcılık suçunu oluşturmadığı, sanıkların eylemleri ile TCK’nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde düzenlenen “kamu kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” ve aynı fıkranın (f) bendinde düzenlenen “bankanın araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” olmak üzere teşebbüs aşamasında kalan dolandırıcılık suçunun iki farklı nitelikli hâlini ihlal ettikleri, bu durumda sanıklar hakkında suçun daha ağır cezayı içeren nitelikli hâli olan “bankanın araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” suçuna teşebbüsten hüküm kurulması gerektiği,
Kabul edilmelidir.
Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme kararının sanıklar hakkında basit dolandırıcılık suçundan hükümler kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, asıl uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının DEĞİŞİK GEREKÇE İLE KABULÜNE,
2- Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesinin 24.03.2021 tarihli ve 877-3489 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 13.11.2018 tarihli ve 130-280 sayılı mahkûmiyet kararının, sanıkların TCK’nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendinde nitelikli dolandırıcılık suçuna teşebbüs yerine basit dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetlerine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından sanıkların KAZANILMIŞ HAKLARININ SAKLI TUTULMASINA,
5- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 29.11.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.