Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2022/105 E. 2022/291 K. 21.04.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2022/105
KARAR NO : 2022/291
KARAR TARİHİ : 21.04.2022

Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi

Sanık …’ın TCK’nın 81/1, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, müsadereye ve mahsuba ilişkin … 4. Ağır Ceza Mahkemesince 05.10.2017 tarih ve 5-294 sayı ile kurulan resen istinafa tabi olan hükme karşı katılan aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, katılanlar vekili, sanık ve sanık müdafi tarafından da istinaf yoluna başvurulması üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 15.01.2018 tarih ve 69-104 sayı ile istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş, bu kararın da sanık müdafisi, katılanlar vekili ve katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.03.2021 tarih ve 4116-4352 sayı ile;
“…Dosyada tanık olarak beyanları bulunan Talha Mayda, … ve …’ın ölenin sanık hakkında; ‘…’yı görürsem O’nun yüzüne tüküreceğim… düğün olayından önceki dönemde …’nin … … hakkında bir takım iftiralar attığını ben … …’den (sanıktan) duymuştum’, ‘… …’ı taciz etmiş, evinin ışıklarını söndürmüş… denk gelirse kafasını gözünü yaracağım, yüzüne tüküreceğim’, ‘… bana yenge elden duymuş olma, senin şerefsiz, …’ın evini basmış, önüme gelse yüzüne tüküreceğim, kafasını kıracağım’ şeklindeki sözlerin sanıkta haksız tahrik oluşturup oluşturmayacağı ve haksız tahrik uygulanmamasına esas alınan … Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/267 soruşturma numaralı evrakın da cinsel saldırı suçuna yönelik olmadığı, şikâyetin de öldürme olayından sonra yapıldığı gözetilerek, tüm bu kanıtların birlikte tartışılması gerekirken, dosya kapsamına uymayan ve yeterli delil tartışması içermeyen gerekçe ile TCK 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
… 4. Ağır Ceza Mahkemesi ise 01.07.2021 tarih ve 276-422 sayı ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın TCK’nın 81/1, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına mahkûmiyet hükmünün de sanık müdafisi, katılanlar vekili ve katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.11.2021 tarih ve 114026 sayılı “temyiz isteminin düzeltilerek esastan reddi” istemli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 07.02.2022 tarih ve 12534-877 sayı ile direnme kararının yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile İlk Derece Mahkemesi arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık … hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de;
Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Direnme hükmü kurulmadan önce usulüne uygun olarak Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığının,
2- SEGBİS yoluyla duruşmada hazır bulunan sanığa son sözleri sorulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık … hakkında; kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucu, … 4. Ağır Ceza Mahkemesince 05.10.2017 tarih ve 294 – 2 sayı ile sanığın TCK’nın 81/1 maddesi uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik ve 62. maddesinde düzenlenen takdiri indirim nedenlerinin uygulanmasına yer olmadığına dair kurulan resen istinafa tabi olan hükme karşı sanık müdafisi, katılanlar vekili ve katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından da istinaf yoluna başvurulması üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince verilen 15.01.2018 tarih ve 69 – 104 sayılı kararla; istinaf isteminin esastan reddine karar verildiği, bu kararın da yine sanık müdafi, katılan vekili ve katılan Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.03.2021 tarih ve 4116 – 4352 sayı ile;
“…Dosyada tanık olarak beyanları bulunan Talha Mayda, … ve …’ın ölenin sanık hakkında; “…’yı görürsem O’nun yüzüne tüküreceğim… düğün olayından önceki dönemde …’nin … … hakkında bir takım iftiralar attığını ben … …’den (sanıktan) duymuştum”, “… …’ı taciz etmiş, evinin ışıklarını söndürmüş… denk gelirse kafasını gözünü yaracağım, yüzüne tüküreceğim”, “… bana yenge elden duymuş olma, senin şerefsiz, …’ın evini basmış, önüme gelse yüzüne tüküreceğim, kafasını kıracağım” şeklindeki sözlerin sanıkta haksız tahrik oluşturup oluşturmayacağı ve haksız tahrik uygulanmamasına esas alınan … Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/267 soruşturma numaralı evrakın da cinsel saldırı suçuna yönelik olmadığı, şikayetin de öldürme olayından sonra yapıldığı gözetilerek, tüm bu kanıtların birlikte tartışılması gerekirken, dosya kapsamına uymayan ve yeterli delil tartışması içermeyen gerekçe ile TCK 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Bozma üzerine Yerel Mahkemece, … D tipi Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olduğu anlaşılan sanık …’ın SEGBİS ortamında hazır bulundurulduğu 01.07.2021 tarihli ilk celsede, bozma ilamının tarafların yüzüne okunduğu, katılanlar vekilinin bozma ilamına direnilmesini, sanığın ise bozma ilamına uyulmasını talep ettikleri, Cumhuriyet savcısından esas hakkında mütalaa alınmaksızın ve sanığa son sözleri sorulmaksızın direnmeye konu mahkûmiyet hükmünün kurulduğu, Cumhuriyet savcısının “Usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına karar verilmesi kamu adına mütalaa olunur.” şeklinde beyanda bulunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Direnme kararı öncesinde Cumhuriyet savcısından esas hakkında mütalaa alınmasının gerekip gerekmediği ve hazır bulunan sanığa son sözü sorulmaksızın hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurup doğurmayacağı hususlarındaki ön sorunların birlikte incelenip değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.
Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi;
“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. ” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez. ” cümlesi eklenmiştir.
Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.
1412 sayılı CMUK’nın 251. ve 5271 sayılı CMK’nın 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki Kanunda da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak ceza yargılaması kurallarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Uygulamada esas hakkındaki görüşün mahkûmiyet yönünde olması durumunda, uygulanması talep edilen yasa ve maddelerinin açıkça belirtilmesi yerleşik ve benimsenmiş bir yöntemdir.
Öte yandan, iddia makamının esasa ilişkin görüşünü anlaşılır ve açık bir biçimde sunmasının savunma hakkının kullanılmasıyla da ilintili olduğunda kuşku yoktur. Zira sağlıklı bir savunma ancak sağlıklı bir iddia üzerine oturtulabilir.
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.
Bu konuda öğretide; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır. ” (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, …, s.193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez… Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hallerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir.” (Dr. Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, …, 1970, s.258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının alınmasından sonra yine CMK’nın 216. maddesinde yer alan sıralama gözetilerek taraflara söz hakkı tanınacağından, Cumhuriyet savcısının, davanın esasına ilişkin görüşü alınmaksızın ve hazır bulunan sanığa esas hakkında savunma yapma imkânı tanınmaksızın hüküm kurulması, ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur.” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir.” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-… Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, … 2014, s. 1484.); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, … Yayınevi, … 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
SEGBİS yoluyla duruşmada hazır bulunan sanığa son sözünün sorulması zorunluluğunun isabetli şekilde değerlendirilmesi amacıyla, sanığın savunmasının alınması sırasında SEGBİS yönteminin kullanılmasına dair usûlün kısaca açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı 196. maddesi;
“(1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.
(2) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.
(3) Sorgu tutanağı duruşmada okunur.
(4) Hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda, aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle yurt içinde bulunan sanığın sorgusu yapılabilir veya duruşmalara katılmasına karar verilebilir.
(5) Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.
(6) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir.”,
20.09.2011 tarihli ve 28060 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Ceza Muhakemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminin Kullanılması Hakkında Yönetmeliğin “Ceza infaz kurumunda bulunanlar” başlıklı 14. maddesi ise;
“(1) Teknik altyapının hazır olması durumunda ceza infaz kurumunda bulunan kişi SEGBİS ile dinlenebileceği gibi, SEGBİS üzerinden duruşmalara da katılabilir.
(2) Talep eden makam, dinleme yapacağı kişinin kimlik bilgilerini, dinleme zamanını ve dinleme için yapılması gereken hazırlıkları ilgili ceza infaz kurumu yönetimine bildirir.
(3) İlgili ceza infaz kurumu görevlisi, ikinci fıkrada belirtilen talimatlar doğrultusunda, dinlenecek kişiyi, dinleme odasında hazır eder.
(4) Talep eden makam ayrıca belirtmediği sürece, dinlenecek kişinin dinleme talebinde belirtilen kişi olduğuna dair bir tutanak, ceza infaz kurumu görevlisince düzenlenir ve imzalanır.” hükümlerini içermektedir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.02.2018 tarih ve 33-74 sayılı kararında;
“…Görüldüğü üzere, 694 sayılı KHK’nın 147. maddesi ile CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan birinci değişiklik “yukarıdaki fıkralar içeriğine göre” ibaresinin madde metninden çıkarılmasıdır. Bu halde alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda sanığın bizzat huzurda dinlenilmesine ilişkin gereklilik, sanığın istinabe suretiyle sorguya çekilmesini düzenleyen aynı maddenin ikinci fıkrası bakımından devam etmekte iken, sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunun yapılmasını düzenleyen dördüncü fıkrası bakımından aranmamıştır. Böylelikle, alt sınır ayrımı yapılmaksızın tüm suçlar yönünden sanığın SEGBİS yöntemi uygulanarak sorgusu yapılabilecektir.
694 sayılı KHK’nın 147. maddesi ile CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan ikinci değişiklik ise ‘Hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda’ ibaresinin madde metninde eklenmesidir. Bu manada, somut yargılamanın şartlarına göre bir değerlendirme yapacak olan yerel mahkeme, zorunlu gördüğü durumlarda, sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunu yapabilir veya sorgusu yapılan sanığın bu sistem vasıtasıyla oturumlara katılmasına karar verebillir.
Buna göre; yargılama usulüne ilişkin hükümlerin derhal uygulanması zorunluluğu dikkate alındığında, 694 sayılı KHK’nın 147. maddesiyle CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklik nedeniyle, hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan yargılanan ve mahkeme huzuruna getirilme talebi bulunan sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunun yapılması veya duruşmalara katılımına karar verilmesi bozma nedeni oluşturmayacaktır…” şeklinde karar verilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, esas hakkındaki görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve uygulanması talep edilen yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorunda olduğundan, incelemeye konu dosyada bozma üzerine yapılan yargılamanın 01.07.2021 tarihli oturumunda Cumhuriyet savcısı tarafından beyan edilen ve CMK’nın 216. maddesinin 1. fıkrası uyarınca duruşmada ortaya konulan delille yönelik olan “Usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulmasına karar verilmesi kamu adına mütalaa olunur” şeklindeki sözlerin esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla Yerel Mahkemece Cumhuriyet savcısının esasa ilişkin görüşü alınmadan ve hazır bulunan sanık müdafiine esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan direnme kararına konu hükmün kurulduğu,
Öte yandan, uyuşmazlığa konu direnme hükmünün kurulduğu duruşmada, sanığın SEGBİS yoluyla hazır bulundurulmasına veya savunmasını mahkemenin duruşma salonuna gelerek yapmak istediği yönünde bir itirazının bulunmadığı gözetilerek; Yerel Mahkemece bozma üzerine yapılan yargılamanın 01.07.2021 tarihli oturumunda, cezaevinde tutuklu bulunan sanığın cezaevinde bulunan dinleme odasından SEGBİS yöntemiyle duruşmaya katılması ile bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmasında bir usûle aykırılık bulunmadığı, ancak duruşmada SEGBİS yöntemiyle hazır bulundurulan sanığa son söz hakkı tanınmadan yargılamanın bitirilmesi suretiyle direnme hükmünün tesis ve tefhim edilmesinin, CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açıkça aykırılık oluşturduğu anlaşılmakla,
Savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usûle aykırılıklar nedeniyle İlk Derece Mahkemesinin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- … 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 01.07.2021 tarihli ve 276-422 sayılı direnme kararına konu hükmünün, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan, hazır bulunan sanık müdafisine esasa ilişkin savunma yapma ve duruşmada SEGBİS yöntemiyle hazır bulunan sanığa son sözlerini söyleme imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliklerinden, diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.04.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.