Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2021/89 E. 2022/290 K. 21.04.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/89
KARAR NO : 2022/290
KARAR TARİHİ : 21.04.2022

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 546-131

Sanık …’ün maktul …’e yönelik eylemi nedeniyle nitelikli kasten öldürme suçundan, beraatine ilişkin … Ağır Ceza Mahkemesince 03.06.2014 tarih ve 251-171 sayı ile kurulan hükmün, katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 01.06.2016 tarih ve 1592-2860 sayı ile;
“Sanık …’un maktul …’i kasten öldürme suçundan beraati ile sanık …’nin maktul …’i kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerinin temyiz incelemesinde;
Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre, kardeş olan sanık … ile maktul … arasında, … için …‘in eşi … vasıtasıyla çekilen kredinin ödenmesiyle ilgili sıkıntılar nedeniyle, …’a ait tarım makinelerinin abisi …’e ait evin avlusuna konulmasından sonra …’un bu aletleri satmak istemesine rağmen …’in …’un borçlarından dolayı buna yanaşmaması yüzünden çekişmeler yaşandığı, olay günü … ile sanık … arasında telefonla bu hususta tartışma çıktığı, …’in Sanık …’ye “şerefsiz” diyerek hakarette bulunduğu, …’un da maktule cep telefonu vasıtasıyla tehdit içeren mesajlar gönderdiği, akabinde eşi …’yle birlikte traktörle, …’e ait evin önüne gelip açıklık kısımdan avluya girdikleri, burada tarım makinelerini traktöre bağlayıp götürmeye çalıştıkları sırada, maktul ve yanındakilerin ikametlerinden çıktıkları, maktulün traktörün peşinden giderek sanıklara engel olmaya çalıştığı ve elindeki bijon anahtarı ile traktöre vurduğu, …’un da maktulün üzerine traktörü sürdüğü, ardından taraflar arasında başlayan kavga sırasında, …’un diğer sanık … ile birlikte fiil üzerinde ortak hakimiyet kurarak, maktul ve etrafında bulunan …, … ve …’nin dirençlerini kırdığı sırada, …’nin, yanında getirmiş olduğu bıçağı, maktulün sırt bölgesine, aşağıdan yukarıya doğru kuvvetlice vurduğu, belirtilen bölgede 4-5 cm. lik bir yara oluşan maktulün, akciğer harabiyeti sonucu öldüğü, sanıkların ise kavga sırasında basit şekilde yaralandıkları olayda,
aa) Sanıkların eylem ve irade birliği içinde, fiili hâkimiyetleri altına alarak savunmasız bıraktıkları maktulü birlikte öldürdüklerinin anlaşıldığı, sanık …’un da, sanık … gibi fail sıfatıyla TCK’nun 82/1-d maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği, sanık … bakımından ise suçta kullanılan aletin öldürmeye elverişliliği, hedef alınan vücut bölgesi, darbenin şiddeti ve vuruluş biçimi ve yaranın niteliği dikkate alındığında, eylemine bağlı olarak ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu ve kasten öldürme suçundan TCK 81 maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği hâlde yazılı şekilde mahkûmiyet ve beraat kararları verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
… 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 25.03.2019 tarih ve 546-131 sayı ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu beraat hükmünün de Cumhuriyet savcısı ile katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.09.2020 tarih ve 92866 sayılı “bozma” istemli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.02.2021 tarih ve 4205-1615 sayı ile direnme kararının yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında konut dokunulmazlığını ihlal ve kasten yaralama suçlarından açılan kamu davalarında kurulan beraat hükümleri, Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olmakla, direnmenin kapsamına göre inceleme sanık …’ün maktul …’e yönelik eylemi nedeniyle kurulan beraat hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık … hakkında maktul …’e yönelik eylemi nedeniyle kurulan beraat hükmünün, Özel Dairece sanığın eyleminin eşi …’ün maktule karşı işlediği kasten öldürme eylemine müşterek fail sıfatıyla iştirak suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Yerel Mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra bu karardan dönülerek direnme kararı verilip verilemeyeceğinin,
2- Direnme hükmü kurulmadan önce usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığının,
3- Sanığa son sözleri sorulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’ün maktul …’e yönelik eylemi nedeniyle nitelikli kasten öldürme suçundan, beraatine ilişkin … Ağır Ceza Mahkemesince 03.06.2014 tarih ve 251-171 sayı ile kurulan hükmün, katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesince 01.06.2016 tarih ve 1592-2860 sayı ile sanık …’un eşi olan inceleme dışı sanık … ile birlikte maktul …’i müştereken öldürdüklerinden bahisle mahkûmiyetine karar verilmesi gerekirken beraatine karar verilmesinin isabetsiz olduğu gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği,
Bozma üzerine Yerel Mahkemece sanık … hakkındaki yargılamanın inceleme dışı sanık … ile birlikte görülmeye devam edildiği, sanık …’ün yurt dışında olması nedeniyle hakkında yakalama emri çıkartıldığı, sanığın yokluğunda görülen duruşmanın 23.11.2016 tarihli 4. oturumunda sanığın aleyhine olan Yargıtay bozma ilamına sanığın diyecekleri sorulmadan uyulmasına karar verildiği, 19.12.2016 tarihli 6. oturumda inceleme dışı sanık … hakkındaki dava ile … hakkında açılan davaların tefrikine karar verildiği,
… 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/546 Esas sayılı dava dosyası üzerinden sanık … hakkında tefrik üzerine görülmeye devam eden duruşmanın 26.11.2018 tarihli 6. oturumunda hazır bulunan sanık …’ün müdafi huzurunda savunmasının alındığı, 04.03.2019 tarihli 9. oturumda Cumhuriyet savcısına esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için süre verildiği, ancak sanığın hazır bulunduğu 25.03.2019 tarihli 10. oturumda Cumhuriyet savcısı tarafından “usul ve yasaya uygun olan bozma ilamına uyulmasını talep ederiz” şeklinde mütalaada bulunulması üzerine sanığın ve müdafisinin bozma ilamına direnilmesini istedikleri ve akabinde sanığa son sözü sorulmadan yargılamaya son verilerek direnme hükmünün kurulduğu
Anlaşılmaktadır.
Bu aşamada uyuşmazlığın esasına girilmeden önce bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra bu karardan dönülüp direnme kararı verilip verilemeyeceği, direnme kararı öncesinde Cumhuriyet savcısından esas hakkında mütalaa alınmasının gerekip gerekmediği ve hazır bulunan sanığa son sözü sorulmaksızın hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurup doğurmayacağı hususlarındaki ön sorunların, üç ayrı başlık altında yapılan açıklamalar ışığında incelenip birlikte değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Yerel Mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra bu karardan dönülerek direnme kararı verilip verilemeyeceği;
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken “Davaya yeniden bakacak mahkemenin hak ve mecburiyetleri” başlıklı 326. maddesinde;
“Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak mahkeme, ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.
Sanık veya müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi duruşmaya devam edilerek dava gıyapta bitirilebilir. Ancak sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhâlde dinlenilmesi gerekir.
Yargıtaydan verilen bozma kararına mahkemelerin ısrar hakkı vardır. Israr üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir.
Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291 inci maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” hükmü yer almaktadır.
Buna göre, Yargıtayca verilen bozma kararı üzerine dosyanın gönderildiği ilk derece mahkemelerince yeni bir tensip kararıyla duruşma günü tayin edilecek ve ilgililer duruşmaya çağrılıp bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra bozma ilamına uyulup uyulmaması yönünde bir karar verilecektir. Yerel mahkemenin, göreve ilişkin olanlar dışındaki bozma ilamına uyma ya da direnme kararlarından birisini verebilmesi mümkün olup, öğretide buna “bozmadan sonraki serbestlik kuralı” adı verilmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında mahkemenin bozma kararına ısrar hakkı olduğu vurgulandıktan sonra, ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymanın zorunlu olduğuna işaret edilmiştir. Aynı maddenin son fıkrasında ise, sınırlı biçimde uygulanabilecek olan “cezayı aleyhe değiştirememe” veya “aleyhte düzeltme yasağı” kabul edilerek, yalnız sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, bozma üzerine yeniden kurulan hükümde belirlenen ceza ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
“Bozmadan sonra serbestlik kuralı” uyarınca bozma kararına uyma ya da direnme kararlarından birini verme konusunda serbest olan ilk derece mahkemelerinin Özel Dairelerin bozma kararlarına uymayı tercih etmeleri durumunda, bu kez “uymadan sonraki serbestlik kuralı” devreye girecektir. Serbestlik kuralı, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve en isabetli kararın verilmesi amacının zorunlu bir sonucu olup, mahkemenin bozma kararına uyulmasına karar verdikten sonra da, sanığın hukuki durumunu yeniden serbestçe değerlendirme hak ve yetkisi bulunmaktadır. Temyiz edilen önceki hüküm bozma kararı verilmesiyle ortadan kalkmış olduğundan, yerel mahkemece önceki karardan farklı olarak, suçun sübutu ve niteliği de dahil olmak üzere sanığın hukuki durumuyla ilgili tüm hususlarda, CMK’nın 217. maddesi uyarınca ulaşılan vicdani kanaat doğrultusunda serbestçe karar verilebilecektir. Nitekim, Yargıtay Özel Daireleri tarafından da ilk temyiz incelemesinde yerinde görülerek bozma konusu yapılmayan hususlar, lüzumu hâlinde hükmün yeniden temyizen incelenmesi sırasında bozma konusu yapılabilmekte, hatta ilk bozma kararından tamamen farklı olacak şekilde bozma kararı verilebilmektedir.
Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış pek çok kararında; uyma kararının dönülebilecek nitelikte bir ara kararı niteliğinde olmayıp, davanın esasına etkili olan kararlardan olduğu, bozmaya uymakla, yerel mahkemenin bozma kararında gösterilen esaslara göre işlem yapıp karar verme ödevi doğduğu, sonradan bu kararın bir kısmından veya tamamından açıkça ya da örtülü olarak geri dönülerek ilk hükmün aynen veya yeniden kurulmasının, uyma kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı, bu nedenle bozmaya uyan yerel mahkemenin dönülemez nitelikteki bu karardan sonradan dönerek, önceki hükmünde direnmesinin isabetsiz olduğu açıklanmıştır.
Buna göre, bozmaya uyma kararı verilmesi durumunda, sanığın hukuki durumu yeniden serbestçe değerlendirilerek yeni bir karar verilecektir.
Bununla birlikte uymadan sonraki serbestlik ilkesinin,
1- Özel Dairelerin bozma ilamlarına yerel mahkemece uyma kararı verilmesi hâlinde, bozma kararında belirtilen hukuka aykırılıkla yani bozma nedeni ile sınırlı olacak şekilde bozma doğrultusunda hareket etme zorunluluğu,
2- 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında düzenlenen “cezayı aleyhe değiştirememe” veya “aleyhte düzeltme yasağı” şeklinde iki istisnası bulunmaktadır.
2- Direnme hükmü kurulmadan önce usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınması gerekip gerekmediği;
Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.
Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi;
“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir. ” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez. ” cümlesi eklenmiştir.
Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.
1412 sayılı CMUK’nın 251. ve 5271 sayılı CMK’nın 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki Kanunda da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak ceza yargılaması kurallarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Uygulamada esas hakkındaki görüşün mahkûmiyet yönünde olması durumunda, uygulanması talep edilen yasa ve maddelerinin açıkça belirtilmesi yerleşik ve benimsenmiş bir yöntemdir.
Öte yandan, iddia makamının esasa ilişkin görüşünü anlaşılır ve açık bir biçimde sunmasının savunma hakkının kullanılmasıyla da ilintili olduğunda kuşku yoktur. Zira sağlıklı bir savunma ancak sağlıklı bir iddia üzerine oturtulabilir.
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.
Bu konuda öğretide; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır. ” (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, …, ….193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez… Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hallerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir.” (Dr. Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, …, 1970, ….258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
3- Sanığa son sözleri sorulmadan hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığı;
1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216/3. maddesi uyarınca, katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek yargılama bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur.” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, CMK’nın 216. maddesinin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir.” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, … 2014, …. 1484.); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, … 2013, cilt: 2, …. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının alınmasından sonra yine CMK’nın 216. maddesinde yer alan sıralama gözetilerek taraflara söz hakkı tanınacağından, Cumhuriyet savcısının, davanın esasına ilişkin görüşü alınmaksızın ve hazır bulunan sanığa esas hakkında savunma yapma imkânı tanınmaksızın hüküm kurulması, ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlar birlikte değerlendirildiğinde;
Sanık … hakkında Yerel Mahkemece kurulan beraat hükmünün, katılanlar vekilinin temyiz yoluna başvurulması sonucu Özel Dairece sanığın aleyhine sonuç doğuracak şekilde bozulması üzerine Yerel Mahkemece sanık hakkında inceleme dışı sanık … ile birlikte görülmeye devam edilen yargılamada öncelikle sanık …’un bozma ilamına karşı diyecekleri sorulmadan Yargıtay bozma ilamına her iki sanık yönünden bir ayrım yapılmaksızın uyulmasına karar verilmesi üzerine sanık … hakkında açılan davanın tefrik edilmesi suretiyle yargılamaya devamla sanığın üzerine atılı kasten öldürmeye iştirak suçundan bir hüküm kurulması gerekirken, sanığın hazır bulunduğu 25.03.2019 tarihli karar celsesinde bozma ilamına direnilmesine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu,
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, esas hakkındaki görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve uygulanması talep edilen yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorunda olduğundan, incelemeye konu dosyada 25.03.2019 tarihli karar celsesinde Cumhuriyet savcısı tarafından beyan edilen ve duruşmada ortaya konulan delillere yönelik olan “Usul ve yasaya uygun olan bozma ilamına uyulmasını talep ederiz” şeklindeki sözlerin esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağının bulunmadığı ve sanığın hazır bulunduğu 25.03.2019 tarihli karar celsesinde sanığa son sözü sorulmaksızın direnmeye konu hükmün kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olduğu kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklanan bu usule aykırılıklar nedeniyle, Yerel Mahkemenin sanık hakkında kurduğu direnme kararına konu hükmün, bozma ilamına uyulması üzerine bu karardan dönülerek direnilmesine karar verilmesi, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan, hazır bulunan sanık müdafisine esasa ilişkin savunma yapma ve hazır bulunan sanığa son sözlerini söyleme imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliklerinden, diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- … 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.03.2019 tarihli ve 546-131 sayılı direnme kararına konu hükmünün, bozma ilamına uyulması üzerine bu karardan dönülerek direnilmesine karar verilmesi, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan hazır bulunan sanık müdafisine esasa ilişkin savunma yapma ve hazır bulunan sanığa son sözlerini söyleme imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliklerinden, diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.04.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.