Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2021/59 E. 2022/806 K. 15.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/59
KARAR NO : 2022/806
KARAR TARİHİ : 15.12.2022

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 628-278
Katılanlar : 1) T.C. … (Başbakanlık) 2)TBMM Başkanlığı
Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/40 Esas sırasına kayden görülmekte iken verilen tefrik kararı sonrasında Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinin 13.04.2017 tarihli ve 43-4 sayılı ve İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.05.2017 tarihli ve 168-104 sayılı yetkisizlik kararları nedeniyle oluşan olumsuz yetki uyuşmazlığına ilişkin olarak Yargıtay 5. Ceza Dairesince 06.07.2017 tarihli ve 3400-3039 sayı ile Ankara 19. Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna dair yargı yerinin belirlenmesi kararı verilmesi üzerine sanık …’un Anayasayı ihlal suçundan TCK’nın 309/1, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 39/1-2, 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.02.2019 tarihli ve 180-33 sayılı hükme yönelik sanık müdafisi ile katılanlar vekilleri ve Cumhuriyet savcısı tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Ceza Dairesince 16.04.2019 tarih ve 628-278 sayı ile istinaf başvurusunun vekalet ücreti yönünden düzeltilerek esastan reddine karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık ve müdafisi, katılanlar vekilleri ve Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 30.06.2020 tarih ve 11922-3284 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 22.10.2020 tarih ve 65996 sayı ile;
“İtirazın konusu, sanığın atılı suça iştirakinin yardım düzeyinde değil fakat fail düzeyinde olduğu, TCK’nın 39. maddesi uygulanmak suretiyle eksik ceza tayin edildiğine dairdir.
İlamın Başsavcılığımıza teslim tarihi 16/10/2020’dir.
İTİRAZ NEDENLERİ: “Hüküm tarihi itibariyle örgütsel bağı eski yıllara dayanan, örgütün üst düzey yöneticileri ile irtibat halinde olan, örgütsel bağını 2015 yılında da devam ettirdiği kabul edilen sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu, örgüt üyesi olan sanığın 15.07.2016 tarihinde de kendisiyle birlikte derdest edilen üst düzey askeri personellere kendisine hareket serbestisi tanındığı aşamada “bu hareket zulme haksızlığa karşı yapılan bir harekettir, var mısın yok musun” diyerek olay yerinde bulunan kişileri Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik eylemlere katılmaya davet ettiği, çevresinde bulunan kişileri yapılan eylemlerin meşru ve gerekli olduğuna ikna etmeye çalıştığı, davet ettiği kişilerin Türk Silahlı Kuvvetlerinde General statüsünde bulundukları gözetildiğinde sanığın olay anında halihazırda devam eden Anayasayı ihlal eylemlerine etkin ve fonksiyonel anlamda katkı sağlamaya çalıştığı, sanığın Yurtta Sulh Konseyi tarafından hazırlanan Sıkıyönetim Direktifi ekinde bulunan atama listesinde ise … Müsteşarı Teknoloji ve Koordinasyon Yardımcısı görevi devam etmek üzere Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı olarak atanmasının yapılmış olduğu, sanığın da bu görevi kabullendiği” şeklindeki kabulle ilgili olarak Yüksek Daire ile Başsavcılığımız arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Gerçekten de olay tarihinde Tümgeneral rütbesinde olan ve … Müsteşarı Teknoloji ve Koordinasyon Yardımcısı görevini yürüten sanığın Hava Harp Okulu’nda okuduğu dönemde örgüt lideri … …’in bizzat düzenlediği toplantıya katılan grup içinde yer aldığı, örgüt liderinin katılımcılara “İşimiz çok uzun soluklu. Acele etmeyin, kendinizi belli etmeyin. En az 20-30 yıl sonra harekete geçtiğimizde kimsenin yapacak bir şeyi kalmayacak” dediği, sanıkla … ve Kemal Batmaz’ın abi konumunda mahrem imam olarak ilgilendiği, 2015 yılı itibariyle örgütle bağlantısının devam ettiği, 15 Temmuz 2016 günü gerçekleşen başarısız darbe girşimi başladığında İstanbul’da bulunan Moda Deniz Kulübünde bir kısım komutanlarla birlikte Hava Kuvvetleri Komutanlığında görevli Korgeneral … …’in kızının düğününde bulunduğu, 15 Temmuz 2016 gününde Moda Deniz Klübünde yaşanan olaylarla ilgili dinlenen tanık beyanına göre, …’ın beş kişinin bulunduğu toplantı odasına gelerek bir grup olarak yönetime el konulduğunu, Genel Kurmay Başkanı’nın desteklediğini, Kuvvet Komutanları’nın da o anda ikna edilmeye çalışıldığını söyleyerek bu kapsamda görevlerde verilebileceğini, eğer kabul ederlerse görev yerinize gidip bekleyebileceklerini, kabul edilmemesi halinde evlerine gidip bekleyebilecekleri belirtilerek tanık …’e dönerek “Var mısınız, yok musunuz ” şeklinde sorduğu, bu sırada sanık …’un da odada bulunduğu, tanık … ve …’in …’a karşı çıktıkları, diğerlerinin itirazda bulunmadığı, sanığın ilerleyen zaman diliminde kelepçesiz olarak rahatça dolaştığı, odalara girip çıktığı, darbeci askerlerle konuşup toplantı odasına girdiğinin güvenlik kameralarına yansıdığı, odalarda tutulan üst düzey askeri personelin helikopterle götürüleceklerinin bildirildiği sıralarda sanık …’un içeride tanık … ile birlikte bulunan …, … ve … ile birlikte bulunduğu odaya geldiği ve odadaki kişilere “Bu hareket zulme, haksızlığa karşı bir harekettir, var mısın yok musun” şeklinde sorduğu, tanık …’in tepki göstermesi üzerine diğer odada bulunan tanık …’in de kabul etmediğini söylediği, tanık …’in kabul etmediğini söylemesinden sanığın General rütbesinde bulunan kişileri darbecilerin yanında yer almak için ikna etmek amacıyla … ile birlikte hareket ettiğini gösterdiği, askeri birliklere Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından gönderilen Harekat Yıldırım öncelik dereceli, “Sıkıyönetim Direktifi, Sıkıyönetim Görevlendirme Listesi ve Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi” içeriğine göre sanığın mevcut görevine ilave olarak Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı olarak da görevlendirildiği, sanığın da söz ve davranışları ile bu görevlendirmeyi kabullendiğini gösterdiği incelenen dosya kapsamı ile sabittir.
80’li yıllarından başından darbe girişiminin yaşandığı suç tarihine kadar örgüt hiyerarşisi içinde yer aldığı anlaşılan, yine 80’li yıllarda örgüt yöneticisinin bizzat katıldığı toplantıda darbe girişiminin yaşandığı günlerin talimatını alan, tümgeneral rütbesine ulaşmış, mahrem imamlığını darbe girişiminin ana üssü olan Akıncı Üssü’nde yakalanan Kemal Batmaz ve yakalandıktan sonra serbest bırakılmasını müteakip firar eden …’ün yaptığı bilinen sanığın, olay günü darbe girişimine destek vermeleri halinde eylemin başarıya ulaşmasını temin edebilecek rütbedeki kişileri eyleme katılmaya davet ettiği, kendisi bizzat cebir ve şiddet kullanmasa da bu daveti yaptığı sırada iştirak ettiği eylemin cebir ve şiddet kullanılarak eylemin icrasına başlandığı ve bu durumun ülke genelinde görünür hale geldiği, örgüt bağının 40 yılı aştığı ve bulunduğu konum gözetildiğinde, başladığı anlaşılan darbe girişimine kişisel inisiyatifi ile değil örgüt talimatı ile bir iş bölümü çerçevesinde katılarak eyleminin seyrinin değiştirme imkanı bulunan asker kişileri iknaya çalıştığının kabulü gerektiği, bu hali ile eyleminin TCK’nın 37. maddesi delaletiyle TCK’nın 309/1 maddesinde yazılı anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuna fail sıfatıyla iştirak etmek niteliğinde olduğu düşüncesine varılmıştır.
Bu nedenle sanığın yardım eden sıfatı ile cezalandırılmasına dair hükmün onanmasına yönelik Yüksek Daire kararına itiraz etmek gerekmiştir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 10.12.2020 tarih ve 6800-6502 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sübutu kabul olunan eylemleri itibarıyla Anayasayı ihlal suçuna TCK’nın 37. maddesi kapsamında doğrudan fail olarak mı yoksa aynı Kanun’un 39/2-c maddesine göre yardım eden olarak mı iştirak ettiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla tümgeneral rütbesiyle Milli Savunma Bakanlığında teknoloji ve koordinasyondan sorumlu müsteşar yardımcısı olarak görev yapmakta olan ve yirmi günlük yıllık izne ayrılan sanığın, Muharip Hava Kuvvetleri Komutanlığı Komutanı Korgeneral … …’in kızının düğününe katılmak için kendi eşi ve devre arkadaşı tanık Tümgeneral …’ın eşiyle birlikte saat 18.30 civarında İstanbul Kadıköy’deki Moda Deniz Kulübüne geldiği, söz konusu düğüne Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral … ile bazı generallerin de iştirak ettiği, düğünün devam ettiği esnada Korgeneral …’in Ankara’da evinden alınıp götürüldüğünü saat 21.53’te eşinin arayıp söylemesi üzerine Kurmay Başkanı Vekili Tümgeneral Cevat Yazgılı’yı arayan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın Ankara üzerinde F-16 uçaklarının uçtuğunu öğrenince bir darbe teşebbüsü olduğunu değerlendirdiği ve düğündeki generalleri havuz başında toplayıp “Birliğinden veya üssünden uçak kalkan komutanlar divanı harpliktir, derhal herkes kendi birliğine ulaşsın ve durumu kontrol altına alsın” dediği, Korgeneral … … tarafından duruma müdahale edilmesi amacıyla dört generalin Eskişehir’deki Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi Komutanlığına gönderildiği, akabinde toplantı odasına geçip düğünde kalan generallerin de yer aldığı bir kriz masasının kurulduğu, generallerin edindikleri bilgileri Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’a aktardıkları, havadaki uçuşların sona erdirilmesini ve yeni uçuş gerçekleştirilmemesini sağlamak için beş maddelik bir emrin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral … tarafından hazırlandığı ve bu emrin saat 00.08 itibarıyla tüm hava birliklerine Eskişehir’deki Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi Komutanlığı vasıtasıyla gönderildiği, saat 23.50 civarında kamuflajlı, tam teçhizatlı ve uzun namlulu silahları olan 4-5 kişilik MAK timinin geldiği, içlerinde korumalığını da yapan personelin bulunduğu timin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’a güvenliğini almaya geldiklerini söyledikleri, bunun üzerine Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın “Ben size böyle bir emir vermedim, size kim emir veriyor bilmiyorum, o hâlde emir veriyorum, çıkın dışarıya, burada iş yapıyoruz” dediği, bu esnada timdeki ekipten Üsteğmen …’ın yanına yaklaşıp dışarı çıkmak isteyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümgeneral İsmail Gümüşkaya’ya doğru ateş ettiği ve “Bizi zor kullanmaya mecbur etmeyin” dediği, merminin Tümgeneral İsmail Gümüşkaya’nın sol kulağının yakınından geçtiği, kısa bir süre sonra dış kapıdan bağırarak ve silah sıkarak MAK ekibinin daha kalabalık hâlde geldiği, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın timin başındaki Binbaşı Gökhan Maldar’a sakin olmalarını söylediği, ancak onun bağırmaya devam edip çıkış kapısını gösterdiği, Üsteğmen ….’ın da “Helikoptere gidiyoruz, acele edelim” dediği, bunun üzerine pistte beklemekte olan helikoptere saat 00.25 sıralarında bindirilen Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın önce Sabiha Gökçen Havaalanına, oradan da askeri uçakla Ankara’daki Akıncı Üssüne götürüldüğü, Moda Deniz Kulübünde kalan MAK timindeki personelin toplantı odasındaki generalleri saat 00.30 civarında birer ikişer koridora çıkarıp ellerini arkadan kelepçeledikten sonra yere yatırarak etkisiz hâle getirdikleri, içlerinde Korgeneral … …’in de olduğu sekiz generalin saat 00.45 sıralarında helikoptere bindirilerek önce Hava Harp Okuluna sabaha karşı ise Akıncı Üssüne götürüldüğü, aralarında sanığın da yer aldığı Moda Deniz Kulübünde kalan diğer generallerin iki ayrı odaya alındığı, derdest eden timdeki askerler tarafından plastik kelepçelerin çözülüp önden bağlandığı, bir müddet sonra da kelepçeleri çözdükleri, saat 01.50 sıralarında odaya gelen tanık Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral …’ın bir grup olarak yönetime el konulduğunu, Genelkurmay Başkanı’nın desteklediğini ve kuvvet komutanlarının da ikna edilmeye çalışıldığını söyleyip “Bu kapsamda görevler verilebilir, kabul ediyorsanız görev yerinize gider beklersiniz, kabul etmiyorsanız gider evinizde beklersiniz, var mısınız, yok musunuz?” diye sorduğu, tanık Tümgeneral …’in “Ben yokum, gerekirse yarın gider istifamı veririm” dediği, tanık Tümgeneral …’ın da “Nereden çıktı bu, böyle saçma sapan şey olur mu” diyerek tepki gösterdiği, sanığın da içinde yer aldığı odadaki diğer kişilerin bu teklife herhangi bir itirazda bulunmadığı, sanığın saat 02.11’de tanıklar Tuğgeneral …, Tümgeneral …, Tuğgeneral … ve Tuğgeneral …’nin kelepçeli olarak tutulmaya devam edildikleri odaya gittiği ve bu kişilere “Bu hareket zulme ve haksızlığa karşı bir harekettir, var mısınız yok musunuz?” diye sorduğu, bunun üzerine tanık Tuğgeneral …’in “Ne demek var mısın, yok musun?” diyerek karşıt tavır gösterdiği, sanığın da “Diğer tarafta … de kabul etmedi” dediği, sanığın saat 02.17’de çıktığı bu odadan saat 02.19’da ise diğerlerinin çıktığı, saat 02.45 sıralarında MAK timi tarafından binadan çıkarılan ve içlerinde sanığın da olduğu 11 kişilik grubun bindirildiği helikopterin saat 03.25’te Moda Deniz Kulübünden ayrıldığı ve kısa süren bir yolculuğun ardından vardığı Fenerbahçe Orduevinde serbest bırakıldıkları,
Sözde sıkıyönetim emri ekindeki atama listesinde sanığın hâlihazırdaki görevine devam edeceğinin ve Ekonomi Bakanlığı Müsteşarlığı görevini de yerine getireceğinin belirtildiği,
08.10.2018 havale tarihli bilirkişi raporuna göre Moda Deniz Kulübüne ilişkin kamera kayıtlarının incelenmesinde;
-“00.00 ile 03.00” adlı videonun 07.03-07.15 saniyeleri arasında sanığın odadan çıktığı, siyah takım elbiseli bir şahısla konuştuğu, bu konuşmanın devamında sol elini ceketinin iç cebine soktuğu, askeri kıyafetli bir şahsı yanına çağırdığı ve bu asker şahısla konuştuğu, asker şahsın yanından ayrıldığı, tekrar odaya girdiği,
-“cam1 01.47’de beyaz saçlı şahıs askerle konuşuyor” adlı videonun 00.04-00.29 saniyeleri arasında sanığın kameranın görüş açısına girdiği, bu görüntüde ellerinin kelepçeli olmadığı, asker kıyafetli şahısla konuştuğu ve birlikte yürümeye başladıkları, geri dönüp kameranın görüş açısından çıktıkları, bu şekilde asker kıyafetli şahısla yaklaşık 15 saniye konuştuğu,
-“cam1 02.11’de beyaz şaçlı şahıs toplantı odasında bulunan kişinin yanına gider” adlı videonun 00.03-00.12 saniyeleri arasında sanığın askeri kıyafetli şahısla birlikte kameranın görüş açısına girdiği, ellerinin kelepçeli olmadığı, sol elinin pantolonunun cebinde olduğu, birlikte yürürken askeri kıyafetli şahsa bir şeyler anlattığı, toplantı odasının önüne geldikleri, toplantı odasına girdiği, askeri kıyafetli şahsın ise bu odaya girmediği,
-“cam1 02.17 toplantı odasında bln 4 şahsın yanına giden beyaz saçlı geri çıkar” adlı videonun 00.04-00.12 saniyeleri arasında sanığın toplantı odasından çıktığı ve toplantı odasının karşısından ilerleyerek kameranın görüş açısından çıktığı,
-“cam1 02.20 ile 02.46 arası tüm görüntü” adlı videonun 19.26 saniyesinde sanığın kameranın görüş açısına girdiği, takım elbiseli grubun bulunduğu yöne doğru baktığı, o tarafa yönelerek bu grubun içindeki siyah takım elbiseli bir şahısla konuştuğu, ardından grupta bulunan diğer kişilerle konuştuğu, görüntünün 19.54 saniyesinde kamera görüntüsünden çıktığı, görüntünün 22.20 saniyesinde tekrar görüntüye girdiği, beyaz gömlekli iki şahsın bulunduğu yere gittiği ve onlarla konuşmaya başladığı, ardından görüntüdeki diğer iki şahsın da yanlarına geldiği ve birlikte konuşmaya başladıkları, bu sırada başka iki askeri şahsın kameranın görüş açısına girdiği ve sanıkla diğer kişilerin yanına gelerek konuşmaya başladıkları, birlikte yürüyerek kameranın görüş açısından çıktıkları,
17.10.2016 tarihli telefon ve sim kart inceleme tutanağına göre sanığın Iphone 6 Plus marka 359245061258271 IMEI numaralı cep telefonunun incelenmesinde;
-Em. Astsb. … olarak kayıtlı olan kişi tarafından 15.07.2016 tarihinde saat 22.53’te gönderilen WhatsApp mesajında http://m.yenisafak.com/gundem/paralel-subaylardan-ihanet- girisimi başlıklı linkin yer aldığı,
-Yine aynı kişi tarafından 15.07.2016 tarihinde saat 23.00’te gönderilen WhatsApp mesajında Twitter’da paylaşılan “komutanın söyledikleri…darbe kesin” yazılı bir mesaja ekli videonun yer aldığı, 33 saniyelik bir kaydı içeren söz konusu video içeriğinde askeri üniformalı bir şahsın kendisine sorulan “Tatbikat değil mi bu?” sorusuna “Tatbikat değil herkes evine gitsin” şeklinde cevap verdiği, “Komutanım bomba ihbarı mı var?” sorusunu “Silahlı kuvvetler yönetime el koydu, şaka değil” şeklinde cevapladığı, karşı tarafın “Ciddi mi diyorsun?” demesi üzerine “Evet herkes evine gitsin” dediği,
-Yine aynı kişi tarafından 16.07.2016 tarihinde saat 00.24 ve 00.26’da gönderilen iki adet WhatsApp mesajında sözde sıkıyönetim direktifinin ve il sıkıyönetim komutanları başlıklı listenin fotoğraflarının gönderildiği,
-Söz konusu telefonda kullanılan 0 532 … 41 19 numaralı hattan 15.07.2016 tarihinde saat 23.40 ve 23.59, 16.07.2016 tarihinde saat 00.02, 00.09 ve 01.06’da eşiyle görüştüğü,
03.09.2018 tarihli bilirkişi raporuna göre sanıktan elde edilen dijital materyallerin incelenmesinde;
-Apple I Phone 6 Plus marka 359245061258271 IMEİ nolu telefon ile Samsung SM-G800HQ model 35532306055951 IMEİ nolu telefondaki yüklü uygulamalar arasında ByLock, Kakao Talk, Coco, Eagle gibi programlara ait verilere rastlanılmadığı,
-15.07.2016 tarihinde saat 23.35’te büyük oğlunun öğretmeni olduğunu belirttiği Musa Yılmaz isimli şahıstan gelen “Paşam, Antalya’dayım, sokağa çıkalım mı?” şeklindeki maile sanık tarafından “Bence bekleyin” şeklinde cevap verildiği,
-Emekli Astsubay … tarafından gönderilen WhatsApp mesajlarının okunduğunun belirtildiği,
T.C. Silahlı Kuvvetler Personeline Ait İzin Belgesine göre sanığın 15.07.2016-04.08.2016 tarihleri arasında yıllık izinli olduğu,
İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 17.07.2016 tarihli raporuna göre sanığın sağ el bileğinde plastik kelepçe takılmasıyla uyumlu ekimoz ve sağ el birinci parmağında hassasiyet olduğunun tespit edildiği,
Sanığın avukatı tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına sunulan 30.10.2016 tarihli dilekçe ile Moda Deniz Kulübüne gelen askerler tarafından tecrit ve enterne edilmesi nedeniyle şikayetçi olduğu,
İskele Polis Merkezi Amirliğinin 28.12.2017 tarihli yazısında görüntü kayıtlarının savcılık talimatıyla olay günü kayıt cihazlarıyla birlikte emniyet güçlerine Moda Deniz Kulübünce teslim edildiğinden ellerinde bulunmadığının bildirildiği,
Anlaşılmıştır.
Tanık … Savcılıkta; “15/07/2016 tarihinde saat 10.00 sıralarında aynı günün akşamı Eskişehir Muharip Hava Kuvveti Komutanı … …’in çocuğunun düğün merasimi için Atatürk Havalimanının askeri bölümüne indik…Akşam düğün merasimi saat 19.00 sıralarında idi. Ben ve yanımda bulunan Hasan Küçükakyüz ve … deniz trafiği nedeniyle geç kaldık ve saat 20.00 sıralarında Moda Deniz Kulübüne varabildik. Biz intikal ettiğimizde nikah kısmı sona ermişti. Doğrudan yemek bölümüne geçtik. Düğün merasimi normal seyrinde devam ederken saat 22.00-22.10 sıralarında üs komutanları ve korgeneraller ile telefon görüşmesi başladı. Ben de durumu orada bulunan ve daha önce birlikte çalıştığım Korgeneral Ziya Kadıoğlu’na sorduğumda kendisinin de konuyu tam olarak bilmediğini, öğrenmeye çalıştıklarını, Ankara’da uçakların uçtuğunu söyledi. Süreç bir süre böyle devam ettikten sonra masa başında bulunan generallerin tamamı görüşmelerini daha sakin ortamda yapmak amacıyla havuz başı bölümüne geçtiler. Bu bölüme geçtiğimizde Hava Kuvvetleri Komutanımız orada bulunan üs komutanlarına birliklerinde herhangi bir hareketleneme olmaması yönünde ayrıca durum hakkında rapor vermeleri için talimat verdi. Bunun üzerine üs komutanları cep telefonlarıyla aldıkları bilgileri Hava Kuvvetleri Komutanımıza arz ettiler. Söz konusu bilgi akışları yapıldığı esnada olayların bir darbe girişimi faaliyeti olduğu net olarak anlaşıldı. Ben de bahsettiğim gelişmeler kapsamında kendi birliğim olan Hava Teknik Okullar Komutanlığı nöbetçi amirim Yarbay Yavuz Nacaklı’ya ulaştım. Kendisinden öncelikle durum raporu aldım. Herhangi bir vaka olmadığını duyunca herhangi bir olaya müsama gösterilmemesini, darbecilerden gelebilecek herhangi bir emre itaat edilmemesini ve garnizon komutanı olan Ege Ordu Komutanı Orgeneral … Recep’in emir ve direktiflerine göre hareket edilmesini söyledim. Gelişmeler anlattığım şekilde devam ettiği sırada daha da sakin bir ortamda gelişmeleri değerlendirmek amacıyla kulüp binasının içerisinde bir odaya geçmeye karar verdik. Bu sırada hatırladığım kadarıyla saat 23.30 sıralarıydı. Odada darbe girişimine karşı ne yapılacağı konusu toplantı şeklinde değerlendirilirken saat 00.00 sıralarında odaya birden kamuflajlı, kasklı ve üzerilerinde rütbe olmayan askerler girdi. Oda kapısının girişinde en önde 1(bir), onun arkasında 3(üç), bu üç kişinin arkasında ise seslerini duyduğunuz birden fazla darbeci askerler vardı. En öndeki şahıs hiç darbe girişiminden bahsetmeyerek doğrudan … ile muhatap olup ona aldıkları emir gereği güvenliğini sağlamaya geldiklerini söyledi. … da bunun üzerine güvenliği bu şekilde sağlamaya gerek olmadığını, eğer güvenliği sağlayacaklarsa bina dışında emniyet almak suretiyle güvenlik sağlamaları konusunda emir verdi. Ancak darbeci şahıs komutanı dinlemeyerek kendilerine verilen emrin anlattığı şekilde olduğunu söyledi. … bunun üzerine orada bulunan bizleri teslim etmeye başladı ve darbecilere yanlış yaptıklarını, yaptıklarından dolayı pişman olacaklarını söyledi. Darbeci askerler komutanın söylediklerine herhangi bir tepki vermedi. Şahısları arkasında bulunan ancak göremediğim bir şahıs çabuk olmaları ve derdest etmeleri yönünde öndeki şahıslara talimat veriyordu. Yine bu sırada generaller olarak bizlerin cep telefonlarımızı kullandığımızı görünce telefonlarımızı bizden toplayıp aldılar. Cep telefonlarına ihtiyacımız olduğu önünde bastırınca ise 1-2 dakika sonra geri verdiler. Ben de cep telefonları toplanmadan önce İzmir ilinde görev yapmam sebebiyle tanıdığım İzmir İl Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya ve yerime vekalet eden Tuğgeneral Ersan Ölmez’e mesaj atarak silahlı bir grup tarafından rehin alındığımızı söyledim. Hatırlayamadığım generallerden biri eşini merak edip öne doğru çıkmaya çalışınca darbeci asker şahıslardan biri silahını çıkartarak yere bir el ateş etti. Bu şekilde daha gergin bir ortam oluştu. Yine grubun arkasında bulunan ve liderleri olduğunu anladığım şahıs neden derdest edilmediğimizden yakınıyordu. Bunun üzerine Hava Kuvvetleri Komutanı ile orada bulunan 3 tane korgenerali alıp götürdüler. Elleri kelepçeli değil idi. Sonrasında biz diğer generalleri odadan tek tek çıkartıp arkadan ters kelepçe yapmak suretiyle yere yatırdılar. Yerde yüzü koyun yatırıldık. Yattığımız esnada generalleri tek tek götürmeye başladılar. Ancak yüzümüz yere doğru baktığı için kimlerin nereye götürüldüğünü göremedim. Ben yerde yatan son grubun içerisindeydim. Benim de bulunduğum bu 6 kişilik grubu çıktığımız odaya geri kapatık kapıyı kitlediler. İçeride darbeci askerlerden kimse yoktu. Yalnızca kapının önüne bir tane nöbetçi bıraktılar. Benim de içinde bulunduğum 6 kişilik grupta Tümgenereal …, Tümgeneral …, Tümgeneral …, Tuğgeneral … ve Diyarbakır 8. Üs Komutanı soyadını hatırlamadığım Tuğgeneral Deniz isimli şahıs vardı. Odada kilitli olma durumu yaklaşık saat 03.00’e kadar sürdü, bu süreç boyunca ellerimiz kelepçeli idi. Yalnızca tuvalet ihtiyacımız olduğu zamanlarda kelepçelerimizi çözüyorlardı. Saat 03.00 sıralarında odada beklerken silahlı darbeci şahıslarla birlikte …’ın kelepçeli olarak odaya geldiğini gördüm. … odaya girdikten sonra kendisini getiren silahlı şahıs bizim başımızda nöbet tutan silahlı şahsa kelepçeleri çözmesini söyledi. Bunun üzerine kelepçelerimiz çözüldü. Bu sırada … ismini saydığım odada bulunan bizlere ‘bir grup asker olarak darbe girişimini kendilerinin yaptığını, Genel Kurmay Başkanının kendilerini desteklediğini, diğer kuvvet komutanlarının da muhtemelen kendilerine destek vereceğini söyleyerek darbe girişimine odada bulunanlardan kimlerin destek verdiğini sordu. Öncelikle … yorum yaptı ve hükumetin yaptıklarını eleştirmenin ayrı şey darbe girişiminin ayrı şey olduğunu söyleyerek ağır olduğunu ifade etti ve desteklemediğini belirtti. Arkasından ben darbe girişiminin içime sinmediğini, nereden çıktığını sorarak desteklemediğimi ifade ettim. Odada bulunan ismini belirttiğim diğer generaller ise yorum yapmadılar. … kendilerine yeniden soruyu sorduğunda yine herhangi bir yorumda bulunmadılar, bunun üzerine … sinirli bir şekilde ”O zaman evlerinize gidin oturun” şeklinde sözler söyledi ve odadan çıktı. Bunun üzerine darbeci iki asker odaya gelerek dışarıda ortamın gergin olduğunu, güvenliğin olmadığını söyleyerek istersek bizi daha önce eşlerimizin götürüldüğü Fenerbahçe Orduevine götürmeyi teklif ettiler. Bunu biz de kabul ettik. Odadan çıkıp helikopter istikametine doğru yürüdüğümüzde arkamızdan diğer bir grup rehin alındığını anladığımız generalin de geldiğini gördük. Bu grubun içerisinde benim hatırlayabildiğim kadarıyla Tümgeneral …, Tuğgeneral …, Tuğgeneral İshak … (soyadını hatırlamıyorum ancak Balıkesir 9. Üs Komutanı olduğunu biliyorum) vardı. Diğer şahısları olayın verdiği heyecanla hatırlamıyorum. Dışarıda bekleyen tek bir helikopter vardı. Diğer odada tutulan generallerle birlikte bu tek helikoptere binerek Fenerbahçe Orduevine intikal ettik. Vardığımızda hatırladığım kadarıyla 03.20 sıralarıydı. Vardığımızda kendi eşlerimiz ve bizim dışımızda diğer rehin alınan komutanların eşleriyle buluşmuş olduk. Ertesi gün saat 15.00’e kadar süren bir süreçte durum değerlendirmesi yaptık, rehin alınan diğer komutanlardan haber alamıyorduk. Orduevinde bulunduğum süreçte İzmir İl Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya ve 1’inci Ordu Komutanı Ümit Dündar ile telefonda görüşerek durum değerlendirmesinde bulundum. Yaşadıklarımı anlattım. Ümit Dündar bana ortamın güvenli olmadığını bir süre orduevinde kalmamızı salık verdi. Saat 15.30 sıralarına kadar orduevinde kaldım. Bu aşamadan sonra eşimle beraber İstanbul’da bulunan abisinin evine geçtik. Aynı gün benim gibi İstanbul’da bulunan Kurmay Başkanı Albay … Bozkurt’un aracıyla İzmir’e geri döndük. Cumartesi akşamı Bursa ilinde konaklama yaparak pazar günü eve döndük. Ben daha sonradan rehin alınan diğer generallerin serbest bırakıldığını ve Akıncılar Üssüne götürüldüğünü öğrendim…Ben …’un …’e darbe girişimini kastederek ‘Var mısın yok musun?’ şeklinde soru sorduğunu göremedim. … bizim bulunduğumuz odadan kelepçe çözüldükten sonra serbest kalıp …’in bulunduğu odaya gidip böyle bir soru yöneltmiş olabilir. Ancak ben böyle bir diyaloğa şahit olmadım. … beyan ettiğim gibi bizim bulunduğumuz odada iken …’ın darbeye katılım teklifine herhangi bir yorum yapmadı.”
Mahkemede; “Darbeye teşebbüs eylemine iştirak edip etmediği veya FETÖ/PDY ile bir bağlantısı olup olmadığı konusunda herhangi bir bilgim yok. 15 Temmuz gecesi düğün sırasında aynı masada oturmuyorduk ancak açık alandan binanın içerisine geçtiğimizde aynı odada bulunuyorduk. Bu düğün sırasında silahlı askerlerin gelip herkesi derdest ettiği, ellerini kelepçelediği, belli kişileri belli odalara koyuldu, ben de bu şekilde ellerim kelepçelenerek bir yere konuldum. Ben de o elleri kelepçelenip yere yatırılan daha sonra yerden kaldırılıp toplantı odasına tekrar konan grubun içindeyim. Benimle birlikte aynı odada bu oda bahsettiğim oda açık alanda yani havuz başında Hava Kuvvetleri Komutanı ve diğer bütün generallerin daha emniyetli olsun daha rahat bir ortamda darbeye karşı hangi önlemleri alabiliriz düşüncesiyle bina içerisine geçip bina yetkililerinin bize göstermiş olduğu bir toplantı salonuna benzer içinde dikdörtgen şeklinde bir masanın olduğu bir oda, bu oda içerisinde benim hatırladığım generallerden, … general, … general, … ve … vardı, bunun yanı sıra bir iki kişi daha var ama onları tanımıyorum çünkü general değildi onlar. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla saat yirmi dörde doğru bahsedilen bu silahlı grup bizim odanın ön tarafına geldi ve hava kuvvetleri komutanına yönelerek ‘Komutanım, sizin güvenliğinizi alacağız, o maksatla buradayız’ dedi. Komutan da biraz reaksiyonel şekilde ‘Benim güvenliğimi alacaksanız size burada ihtiyacım yok, çıkın binanın etrafında çevre güvenliğini alın’ diye bir karşılık verdi. Ancak gelen grupta bizim görebildiğimiz kadarıyla ilk anda üç kişi ben hatırlıyorum bunlar yerlerden kıpırdamadı ‘Bize verilen talimat böyle, biz burada güvenliğinizi alacağız’ deyip orada kavgaya devam ettiler, komutan da içeride iki konu üzerinde konuşuluyordu birincisi Hava Kuvvetleri Harekat Merkezi darbecilerin eline geçti, dolayısıyla bunu geri nasıl alırız, burayı işlevsiz hale nasıl getiririz ve komutan bundan sonra Eskişehir’deki Birleştirilmiş Harekat Merkezinin elinde olsun diye bu iki konu üzerinde görüşülüyordu, kısa bir Hava Kuvvetleri Birliklerine kısa bir mesaj yayınlamak için bir kalem kağıt bulundu, bunun üzerine tartışma sürerken durum biraz ateşlendi, cep telefonları topladılar, arkasından daha kalabalık bir grup geldi, bağrışmalar oldu, derdest işlemine başlayın diye daha arkadan anladığım kadarıyla grubun lideri olan birisi bunlara talimat verdi ve arkasından bunun arkasından saat sanırım 00:30’a doğru ilk önce Hava Kuvvetleri Komutanını iki tane silahlı kişi alıp odadan götürdü. Hemen arkasından bizimle birlikte orada üç tane korgeneral vardı hatırladığım kadarıyla o korgeneralleri çıkardılar ve arkasından odada bulunan bütün generalleri tek tek odanın dışında odanın içine göre sağ tarafta bekleyen silahlı grup tarafından arkadan kelepçelenip yere yatırıldı, odanın önündeki salon kısmına, bu yere yatırma süreci anladığım kadarıyla hatırlayabildiğim kadarıyla 15-20 dakika sürebilir biz yerde yatılıyken üzerimize ne derler lazer silahlara takılmış lazer ne derler işaretleri gezdiği için kimse kafasını kaldıramıyordu yerde yatılıyken grubun ön tarafından birkaç kişi götürdüler ama kafamızı kaldırıp bakamadığımız için sürekli uyarılar oluyordu ne istikamete götürüldük onu hatırlamıyorum, daha sonra ben grubun en sonlarındaydım sondan belki üç, dördüncü şahıs olabilirim, grubun sonunda kalanlarını işte dediğim gibi beş altı kişilik bir grubu tekrar toplantı yaptığımız salona aldılar, dediğim gibi bu salonunda da az önce ifade ettiğim isimler vardı. O saatten sonra biz aşağı yukarı iki kırk beş, üçe kadar bu salonda bekletildik, salondayken yani odadayken sadece tuvalete bir defa gidip gelmemize müsaade edildiğini hatırlıyorum, tuvalete giderken kelepçeler çözüldüğü için dönüşte kelepçeleri önden bağladılar, bir daha arkadan bağlamadılar, içerideyken çok ciddi bir travma yaşadım, işin doğrusu kendi silah arkadaşlarımız tarafından derdest edilen bir duruma düştük, bu meslek hayatım boyunca yaşadığım en ağır bir durumdu, böylesi bir durumda ben salonda odada bulunanların birbiri arasında bir müzakere yaptığı bir konuşma yaptığı işin doğrusu buna şahit olmadım, çünkü her birimizin ne derler kafasında muhtemelen ben çünkü eşimle birlikte düğündeydim eşime ne yapıldı, çoluk çocuğum iki tane çocuğumu İzmir’de yalnız bıraktım, çocukların başına ne geldi, bütün bunları düşünüyorsunuz, ülkenin durumunu düşünüyoruz, ülkenin içine düşeceği durumu gözünüzün önünden geçiriyorsunuz, tabi bunları yaparken ben hatırlamıyorum bir tartışma bir müzakere olduğuna dair veya darbeyi bu darbeyi övücü anlamda dolayısıyla içerideki süreç böyle geçti. Saat dediğim gibi iki kırk beş, üçe doğru kapı açıldı kapının tam karşısı istikametinden silahlı bir kişi yanında … olmak üzere … Albay’ı ben önden kelepçeli diye hatırlıyorum, kelepçeli şekilde bizim odaya getirildi ve bahsettiğim masa oda odanın kapısı çift kapı olduğu için odaya paralel bir şekilde duran bir masaydı, masanın tam karşı kısmına …’yi oturttular, oturduktan sonra diğer bir silahlı askeri çağırdı, getiren şahıs …’nin kelepçelerini çözdürdüler kestirdiler daha doğrusu plastik kelepçeyi arkasından o kelepçeyi çözen askerle …’yi getiren asker odanın sağ tarafında, bizim göremeyeceğimiz bir yere çekildiler ve … bize şu ikazları ve uyarıları bulundu bir grup asker olarak darbe yaptıklarını, Genelkurmay Başkanının kendilerini desteklediğini, muhtemelen diğer kuvvet komutanlarının da kendilerine destek vereceğini, dolayısıyla odada bulunanlardan kimlerin bu darbe işinde onlarla birlikte hareket edip etmeyeceğini bu şekilde bir soru yöneltti, dolayısıyla getirilirken bir silahlı kişi …’yi odaya doğru getirdi, bu sözleri … söyledi, bir grup asker olarak darbeyi biz yapıyoruz, genelkurmay başkanı bizi destekliyor, muhtemelen kuvvet komutanları da destekleyecek, bizimle misiniz değil misiniz diye soran …’dı. …’ın kelepçelenmesine ben hiçbir anlam veremiyorum çünkü anlamsız bulduğum hususlardan bir tanesi de bu. Ben masanın odanın içerisine göre sol uç kısmında …’le birlikte yan yana oturuyorduk, diğerleri de masanın diğer uç tarafında oturuyordu, bu soruya reaksiyon olarak … ilk defa karşılık verdi, bir yorum yaparak karşı reaksiyon göstererek darbe içinde ifade etti, arkasından ben karşı reaksiyon göstererek bu işin nereden çıktığını, saçmalık olduğunu ifade ederek ben karşı çıktım, arkasından diğerleri uzakta olduğu için diğer içeride bulunanların ne tür bir reaksiyon ve ne tür bir yanıt verdiğini hatırlayamıyorum ancak sadece …’ı hatırlayabiliyorum. Benden sonra bizim olduğu kısma yaklaşarak yani …’a doğru yaklaşarak bir şeyler ifade ettiğini reaksiyon anlamda bir şeyler ifade ettiğini hatırlıyorum ama ben çünkü kendi reaksiyonda gösterdiğim kelimeleri bile modu moduna tam hatırlayamadığım için bu arkadaşın da ne ifade ettiğini tam olarak hatırlayamıyorum. … odaya gelip bunları söylediğinde … odadaydı. Odada beklediğimiz iki buçuk üç saatlik süreç içerisinde birer defa tuvalete gidip geldik ama tuvalette kalma süresi kim ne kadar kaldı bunu hatırlayamıyorum çünkü ben de bir defa gittim geldim tuvalete ve tekrar odaya geri döndüm, oralarda kimseyle karşılaşma şansım olmadı. … gitti, ne kadar kaldı buna yönelik hiçbir şey hatırlayamıyorum. Kelepçeler … geldikten sonra çözüldü. …’un odadan kelepçelerle çıkıp kelepçesiz olarak geri dönmesi gibi bir durumu hatırlamıyorum. Daha önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında tanık olarak verdiğim ifadeyi çok söylediğim şekilde kağıda yansıtıldığına emin değilim. …’un …’ın anlattıklarına karşılık bir yorum yapıp yapmadığını hatırlamıyorum, o zaman yapmadı dedim yani yapmadı çok ne derler iddialı bir benim kesin olarak hatırlayabilmem gereken bir şey yapmadı demem yani çok çok yerinde bir terim değil. Çünkü yaşadığımız şey yani o anı yaşayan ancak ne derler sadece bir şey var sayın başkanım, sayın savcının bana soru olarak yönelttiği … …’in bulunduğu odaya gitmiş, burada böyle böyle sizin söylediğiniz hususları ifade etmiş, bu konuda bilgin var mı diye soru yönelttiğinde ben cevabım şöyleydi bizim ellerimiz çözüldükten … bize bu ne derler söylenen hususları öneri olarak sunduktan sonra …’un odadan çıkıp çıkmadığı konusunda benim hatırladığım bir şey yok, gitmiş mi bunları söylemiş mi bu konuda bir bilgim yok şeklinde bir yanıt verdim. Dolayısıyla bu da doğrudur ama kağıda dökülüş şekli biraz farklı olmuş gibi geliyor bana, gitmiş olabilir diye yani sanki benim bir değerlendirmemi oraya koymuşlar. …’un …’e darbe girişimin kastederek var mısın yok musun şeklinde soru sorduğunu görmedim. … bizim bulunduğumuz odadan kelepçe çözüldükten sonra serbest kalıp …’in bulunduğu odaya gidip böyle bir soru yöneltmiş olabilir ancak ben görmedim dedim ancak yöneltmiş olabilir bu da benim ifadem değil, gitmiş olabilir gidip gitmediğini bilmiyorum. Bunu söylemiş olabilirim ama soru yöneltmiş midir bunu tabi bilgim olmadığı için bunu söylemiş olmam mümkün değil yani odadan çıkıp gidip gitmediğini onunla görüşüp görüşmediğini bilmiyorum, buna inanın başkanım yemin ettim çünkü odadan çıktığını başka bir yere yöneldiğini bunu hiç hatırlamıyorum, derdest eden silahlı grubun derdest edilenlere ayrıcalıklı davrandığına ben şahit olmadım. İstanbul savcısı da sormuştu, birisi bir kağıt gösterdi ona ayrıcalıklı davrandılar böyle bir şeye şahit oldun mu diye böyle bir şey hatırlamıyorum görmedim çünkü ben bel fıtığı vardı bende o dönemde çok rahatsız eden yere yatırırken bunu söyledim dedim ki bel fıtığı var bana yardımcı olun bu konuda bile ne o hiçbir ayrıcalık göstermediler yani kendi kendine. Ben eşimin nerede olduğunu sormadım, ben kendi cevabımı verdikten sonra cep telefonumla eşime ulaşma gayreti içerisindeydim belki o yüzden verdiğiniz reaksiyonlar nedir onları hatırlamıyorum. Orduevinin lobisinde otururken orada karşılaştığım herkes darbenin aleyhinde bu işin çok yanlış olduğuna saçmalık olduğuna dair karşılıklı görüşmelerimiz oldu, … da bu şekilde beyanda bulunan kişilerden bir tanesi, çünkü ben en çok …’la bu konuda konuşmuştum her ikisi de çok reaksiyonel bir şekilde bu işin büyük bir saçmalık olduğuna, ülkeyi ciddi bir kaosa götürdüklerine dair buna benzer bu temelli yorumlarda bulunmuşlardı.”
Tanık … Savcılıkta 23.07.2016 tarihinde; “Bana isnat etmiş olduğunuz suçlamayı anladım. Ben 11 aydır SKYÜSİDAK Komutanı olarak görev yapmaktayım. Olay tarihinde kamuoyunca bilinen … …’in kızının düğünündeydik, yanımızda … ve ailesi de vardı. Düğün merasimindeyken havadaki uçakların inmesi konusunda bir talimat verildiğini öğrendik. İlk başlarda Rusya ülkesiyle aramızda bir sıkıntıdan dolayı bir problem yaşandığını düşündüm. Bir süre sonra emir astsubayım bana boğaz köprülerinin kapandığını ve bomba olduğunu söyledi. Yaklaşık 1-1,5 ay önce tarafımıza terör vasıflı köprülerin bombalanabileceği yönünde bir istihbarat aldığımızdan böyle bir durum var zannettim. Yine bir zaman geçtiğinde emir astsubayın bana bir darbe girişiminin gerçekleştiğini söyledi. Kendisi bana darbeyi yapanın FETÖ olduğunu söyledi. Astsubayın bizim öğretim elemanlarından bir tanesinin söylemesi üzerine bu durumu bize aktardı. Durumdan başka tarafıma haber veren olmadı. Kurmay başkanı Nevzat Taşdeler bana bu durumdan haber vermedi. Düğün merasimi devam etmekteyken peyder pey bir hareketlenme yaşandı. … olduğunu hatırladığım biri Hava Kuvvetleri Komutanımızı daha güvenli bir yer teklifinde bulundu. Bunun üzerine içeri geçtik. Bu sırada Hava Kuvvetleri Komutanımız YAŞ Üyesi …’ü arayarak darbecileri kastedip ‘Şu zibidileri bir ara da yaptıklarından vazgeçsinler, seni dinlerler’ şeklinde bir konuşma geçti. Hava Kuvvetleri Komutanımızın bu konuşması üzerine …’ün ne yaptığını bilmiyorum. Helikopterler düğün yerine silahlı ve kamuflajlı olarak asker indirdikten sonra içeriye Hava Kuvvetleri Komutanımızın olduğu yere yani bulunduğumuz iç mekanının kapısına kadar geldiler ve HVKK Komutanımıza endişelenmemesini, onun güvenliğini almak için burada bulunduklarını, sonra belli süre sonra kapıda beklediler. HVKK Komutanı da onlara yaklaşmamalarını, dışarıdan korumalarını söyledi ve onları yanlış yaptıkları konusunda uyardı. Komutanımızın konuşmasını bitirdikten sonra Hava Kuvvetleri Hareket Başkanı Tümgeneral İsmail Güneykaya biraz daha geriye çekilme yönünde kendilerini yönlendirmeye çalıştığı sırada darbecilerden üzerlerinde rütbeleri olmadığı için tam olarak rütbesini bilemeyeceğim kişi tabacayla Hava Kuvvetleri Komutanımızı hedef almadan korkutmak amaçlı ateş etti. Mermi komutanımızın 1 metre gerisinden geçerek arkada bulunan camı deldi, sonra komutanımızı iç mekandan çıkarıp bir yere götürdüler, o aşamada ne yaptıklarını bilmiyordum. Daha sonra olanları yani komutanımızı rehin alındığını medyadan öğrendim. Daha sonrasında bizi de kelepçelediler. 2-3 saat kadar kelepçeli kaldım. Darbecilerin bana ve …’e karşı herhangi bir eylemde bulunmadıkları tespitini kabul etmiyorum. İlerleyen saatlerde bizi helikopterle Fenerbahçe Orduevine götürüp bıraktılar. Harp Akademileri binasına ise ancak öğleden sonra Boğaziçi Köprüsü açılmasıyla beraber dönebildik. Yaşadığımız bu süreçte akademi kışlasında olan gelişmelerden tam olarak bilgimiz olmadı. Kurmay Başkanı …’i kabaca bilgilendirmişti, ben de kendi öğretim elemanlarımı arayarak kendi birliğimde sorun olmadığını anladım. Darbeci kanadın beni mevcut görevime devam ettirmesi konusunda bunun görev yaptığım yerin zaten önemli bir yer olmaması, teçhizat ve araç gerece havi olmaması ve sınavlı öğrenci alan bir konumda olmaması nedeniyle mevcut görevime devam ettirdiklerini düşünüyorum. Aktif bir görev değildir. Zaten senem dolduğu zaman da emekli olacaktım. Darbeci kanatla bu nedenle fikir birliği içerisinde olmam söz konusu değildir. Benim kendi birliğim dışında akademinin diğer birimlerindeki FETÖ yapılanmasıyla ilgili bir bilgim yoktur. Zaten 11 aydır bu yerde görev yapmaktayım. Ancak benim görev yaptığım birlikte FETÖ yapılanmasıyla adı geçen … isimli albay ile … isimli albay vardı. Son zamanlarda bu kişilerin isimlerinin geçtiğini duydum. Benim FETÖ ile uzaktan yakından ilgim bulunmamaktadır.”
Savcılıkta 04.10.2016 tarihinde; “SAVCI: …, … bey soruşturma konusu olayla ilgili olarak 23 Temmuz 2016 tarihinde ifade verdiniz malum, sonradan yeniden avukatınız vasıtasıyla ifade verme talebinde bulundunuz, bu sebeple tekrar ifadenize başvuruyoruz, ilk ifadenizde belirttiğiniz hususlar dışında veya ilk ifadenizde belirttiğiniz hususları açmak suretiyle özel olarak savunmanızda söyleyeceğiniz hususlar varsa yani ilk ifade söylediklerinizi tekrarlamadan beyanlarınızı alabiliriz buyurun.
…: Sayın savcım iyi günler diliyorum, savcım 15 Temmuz günü malumunuz basından da kamuoyunun da malumları olduğu üzere (anlaşılamamıştır 1 05) kızının düğününe katıldım ben de, akademilerden Türk Silahlı Kuvvetler Yüksek Sevk ve İdare Akademisi’nden 5’e doğru evime gittim, üstümü değiştirdim, saat yanlış hatırlamıyorsam 17:45 gibi yanı 6’ya doğru yola çıktım, saat 7 gibi de 7’yi 5 geçe hatta saate baktım, çünkü 7’de başlamıştı, 7’yi 5 geçe de Moda’daki düğün mahalline vardım, düğün iki bölümden oluşmaktaydı, bir tanesi kokteyl bölümü havuz başında, diğeri de hemen yanında restoran bölümü vardı, ikisi de açık havadaydı, orada tabi uzun zamandır görmediğimiz komutanlarımızla arkadaşlarımızla biraz sohbet ettikten sonra uzakta iki tane devre arkadaşımı gördüm, yüksek bir yerde ayrı bir yerde konuşuyorlardı, onların yanına giderken kalabalık içerisinde Korgeneral Cemal Kadıoğlu’nun telaş içerisinde olduğunu fark ettim, dinleyince şunu söylüyordu yanındaki generallere, ya dedi Genelkurmay 2. Başkanı dedi havadaki bütün uçakların yere inmesini söylüyor dedi, komutanın haberi yok, bunda bir gariplik var diye bir telaş içerisinde bir şeyler anlatıyordu sağdaki yanlarındaki generallere, tabi ben de böyle benim sınıfım istihkam, pilot olmadığım için gerçi çok da kalabalıktı, aralarına çok da giremedim ama ben devam ettim yoluma, belli bir süre sonra ki aşağı yukarı 8’i geçiyordu yemek bölümüne geçtik, yemek bölümünde masamda benim dört tane tuğgeneral vardı, bunlardan bir tanesi şu anda tam olarak soy isimlerini hatırlayamıyorum, onlarla otururken belirli bir süre sonra benim emir astsubayım geldi yanıma, komutanım dedi Boğaz Köprüsüne bomba koyulduğu ihbar daha doğrusu bomba koyulduğunu söylüyorlar dedi, köprüler kapanmış dedi, benim hemen şey aklıma geldi yaklaşık 1-2 ay önce bir tane mesaj gelmişti terör örgütlerinin köprülere sabotaj yapabileceği şeklinde o aklıma geldi, dedim bu şerefsizler herhalde böyle bir şey yaptılar diye düşündüm, belli bir süre geçtikten sonra da komutanım dedi bizim öğretim elemanlarından yani benim öğretim elemanlarından Albay Can Polat’ın aradığını, komutanıma bildir, FETÖ’cüler darbe girişiminde bulunuyorlar diye bir şey söyledi bana.
……
…: Tabi bunu duyunca şu aklıma geldi, yani böyle bir ihtimal vermiyorum her şey daha doğrusu o önceki o Kadıoğlu generalin söylediğinden şu aklıma geldi. Öncelikle dedim herhalde Rusya’yla ilgili bir kriz var, hatta şu aklıma geldi, ya her şey düzelmeye başlamıştı, ne güzel gidiyordu, bu nereden çıktı diye baya bir sinirlerim bozuldu açıkçası, ondan sonra masadayken de böyle bir şey gelince de şu aklıma geldi, böyle bir ihtimal aklıma gelmediği için cinnet geçirdi münferit bir şey kısa sürede hallolur diye aklıma geldi, açıkçası başka bir şey düşünmedim ama tabi önceki söylenenler bunlar bile aklımda, bu arada bir iki defa kalktım yerimden, çünkü iki üç kişi ayakta vardı, bir bilgileri var mıdır yok mudur diye onlara sordum, onlar da herhangi bir şey bilmediklerini söylediler, bu arada cep telefonumdan internete girmeye çalıştım haberlere gazetelere bakayım diye, sadece başlığı gördüm, ayrıntı olmayınca da tekrar yerime oturdum, yerimde otururken tabi benim masamdakiler pilot generallerdi, Kadıoğlu generalim geldi masamıza, dedi ki arkadaşlar bir gelin dedi, onlar kalkınca ben de arkalarına takıldım tekrar havuz başına doğru, havuz başına vardığım zaman komutanımız da oradaydı, Hava Kuvvetleri Komutanımız da ayak üstü orada hemen bir değerlendirme yapıldı, Eskişehir’deki Eskişehir ve o civarda görev yapan generallerin hemen yola çıkmasına karar verildi, onlar yola çıktılar, biz de sanırım … Taşlı olabilir tam emin değilim, ondan komutanım dedi burası riskli dedi eğer uygun görürseniz kapalı bir yere gidip kapalı bir yerde çalışmamıza devam edelim söyleyince biz de içeri girdik, açıkçası o açık havadayken ben de oranın taarruza uğrayabileceğini veya bomba atılabileceğini aklıma geldi, içeri girdik, içeri girdiğimiz yerde uzunlamasına bir masa vardı, toplantı salonu gibi bir yerdi, komutanımız masanın bir başına oturdu, diğer komutanlarımız da askeri hiyerarşiye uygun olarak rütbesine sırasına göre masanın çevresinde oturdu, ben de tuğgeneral olduğum için sonlarda bir yerdeydim, yani televizyonun yakınlarında bir yerdeydim, içeri girince ya şu televizyonu bir açalım bakalım ne söylüyor diye komutanlarımız söyleyince dışarıdan iki tane adam geldi sivil giyimli, muhtemelen o tesiste çalışıyorlar diye düşünüyorum, fakat biraz da şüphem var açıkçası, onlar televizyonu açtıktan sonra biraz oyalanmaya başladılar televizyonun çevresinde, bu arada da komutanlarımız ne yapabiliriz onlar tartışılıyor, ben dedim ki siz çıkın dedim ben ayarlarım, şüphelendiğim için o iki kişiyi dışarıya çıkarttık, bu arada komutanımızın konuşmalarından Hava Kuvvetleri Harekat Merkezinin darbecilerin eline geçtiğim öğrenmiş oldum, tabi hatta komutanımız şunu söyledi ya dedi ki Akın paşayla bugün görüşen var mı dedi … paşayla (anlaşılamamıştır 07.16) generalim dedi ki komutanım dedi beni aradı dedi hayır olsun için aradı hayırlı olsun dedi ben görüştüm dedi, onun haricinde başka bir şey söylemedi deyince ondan sonra … generali komutanımız bir bağlayın da bir görüşeyim dedi, komutanımız … paşaya şunu söyledi, ya ağbi dedi seni dinlerler dedi iki üç tane zibidi kalkışmaya teşebbüs etmişler dedi sen onlarla bir görüşsen de seni dinlerler diye söyledi, ondan sonra kapattı, bu arada da Hava Kuvvetleri Harekat Merkezi’nin nasıl devre dışı bırakılabilirliğine yönelik tartışmalar yapıldı, komutanımız bir mesaj yazalım diye emir verdi, mesaj yazıldı, ayrıca da oradaki bilgi sistemlerinin kabloların nasıl devre dışı bırakılacağı tartışıldı, ben de orada yanımda Bahri Biber generalim vardı, daha önce Harekat Merkezi ona bağlı olarak çalıştığı için kendisi de orada çalıştığı için çok iyi biliyor, elektrik kabloları kesilebilir gibi ben söyledim, o da dedi ki ya … dedi istihkamcıları sen tanıyorsundur dedi telefon numaraları var mı sende dedi, çünkü elektrik sistemine istihkamcılar bakıyor, ben de kendi telefonumdan istihkamcının telefonunu buldum, çevire bastım ve Bahri Biber generale verdim, çaldı 4-5 defa fakat kimse cevap vermedi, bu arada tabi eşlerimizi de merak ettik, cep telefonlarımız o an için yanımızdaydı ve onları da ayrı bir yere enterne ettiklerini öğrendik, ayrı bir odada toplamışlar, Hava Kuvvetleri Komutanımızın eşi dahil, ondan sonra telefonda da görüştüğümüzü fark edince telefonlarımızı topladılar, bu aşağı yukarı herhalde 15-20 dakika onlarda kaldı, ondan sonra birisi dedi ki ya bu telefonlara bir şey yapabilirler bunlar dedi, tekrar telefonları geriye istedik, tabi bunlar pardon önce şunu da arz edeyim, ben bu arada da 3-4 kişilik bir silahlı kamuflaj elbiseli bir askerler geldi, bunlar gelir gelmez kapımıza komutanım dedi, sizin güvenliğinizi almaya geldik, lütfen bize zorluk çıkarmayın dedi, ben de başlangıçta hakikaten böyle kıyafetleri de kamuflaj gayet düzgün olunca herhalde komutanımın korumaları diye düşündüm, fakat daha sonra komutanımız dedi ki madem dedi bizim güvenliğimizi sağlamaya geldiniz dedi, biraz uzaktan sağlayın dedi, uzaklaşın dedi, ama bir hareketlenme olmadı, belli bir süre sonra bunlar 7-8 kişi oldular yanlış hatırlamıyorsam, bu arada da Harekat Başkanı İsmail Güneykaya tümgeneralim kalktı arkadaşlar şöyle uzaklaşın diye eliyle bir hareket yapınca onlar da ittirerek komutanımızı birisi tabancasını çekti, tabancasıyla ben de tam kapının karşısında olduğum için gördüm, tabancasını kurarak bir el ateş etti, tüm generallerimizin yanından böyle hedef alarak değil de yan tarafa ateş etti, mermi camdan girdi, komutanımız da bu arada içeride aşağı yukarı sanki böyle 1-2 metre 1 metre yanından geçti gibi değerlendiriyorum, ondan sonra cep telefonlarımızı verdiler ve ellerimizi arkadan bağladılar teker teker ellerimiz arkamızda bağlı olarak baya orada bir oturduk, şu anda ne kadar tam oturduğumuzu hatırlamıyorum ama sanki böyle yarım saat en azından öyle arkamızda olacak şekilde orada oturttular, iki defa benim elim kesildi, kelepçeler çünkü plastikti, benim kolumu çok sıktığı için bileğim kesildi, bu emniyetteki raporlarda da doktor raporlarımda da geçmektedir ve dolayısıyla iki defa benim şeyimi değiştirmek zorunda kaldılar kan aktığı için, ondan sonra da komutanımızdan başlayarak teker teker aldılar, önce komutanımızı aldılar Hava Kuvvetleri Komutanımızı, arkasından da … generalim oradaydı (anlaşılmamıştır) generalim oradaydı, onları yani yine hiyerarşiye uygun olarak teker teker aldılar, ben de en sonlarda olduğum için dışarıya çıktığım zaman gerçi bir kısmını da görüyordum ben, orada çıkardıklarının çoğunu yere yatırmışlardı, yüz üstü arkadan kelepçeli bir vaziyette, ben de en sondaki gruptaydım, yani sondan ya birinciydim ya da ikinciydim tam olarak yerimi hatırlamıyorum, peyderpey başımı kaldırdığım gördüğüm kadarıyla sanki böyle dörderli gruplar şeklinde aldılar, bu arada da bağlaşmalar oldu kendi aralarında darbecilerin şöyle dedi ya dedi hala bunları paketlemediniz mi, başka yerlere de gideceğiz, zamanımız azalıyor, çabuk acele edin gibi cümleler duydum ben, bu gelenlerin içerisinde hatta böyle konuşurken ya bunların ikisi de dedi komutanın şeyi korumaları dedi kimin söylediğini hatırlamıyorum ama korumaları diye söz ettiler, daha sonra arz ettiğim gibi üçer dörder kişi alarak nereye götürdüklerini bilmiyorum, bizi de yine en son kalan dört kişiyi de o tesisin bar bölümüne götürdüler, büyükçe bir salon orada oturttu.
SAVCI: Şu dört kişinin ismini bir daha bir söyler misiniz, sizden başka kim vardı bir daha sayalım.
…: Benim haricimde şey vardı Serdar Gürbaş tümgeneral vardı, … tuğgeneral vardı, bir de … tuğgeneral vardı, benimle beraber 4 kişi.
SAVCI: Recep bey ? … ?
…: Yok o bizde değildi, onlar sanki önceki grup olabilirler, tam nereye götürdüklerini bilmiyorum.
SAVCI: Evet sonra Fenerbahçe Orduevinde sizi bırakıyorlar ondan sonrasına gelebilir miyiz devam edelim,
…: Sayın savcım burada bir şey daha arz etmeme müsaade eder miziniz?
SAVCI: Tabii ki buyurun.
…: Şimdi o bulunduğumuz yerde de aşağı yukarı herhalde 1-1,5 saat kadar gene kelepçeli olarak beklettiler ve tabi sonradan hatırladığım kadarıyla muhtemelen 3-3,5 gibiydi … general geldi, kelepçeleriniz sökülecek dedi, ben sevindim, dedim tamam herhalde darbe başarısız oldu, dolayısıyla bizi serbest bırakıyorlar veya kaçacaklar gibi düşündüm, fakat geldikten sonra şunu söyledi dedi ki bu hareket dedi tam yanlış söylememeye çalışıyorum da, bu dedi zulme haksızlığa karşı yapılan bir harekettir dedi, ondan sonra var mısın yok musun gibi bir soru sordu, ben de dedim ki ne demek var mısın yok musun, ya dedi mesaiye gidecek misin gitmeyecek misin diye söyledi, ben de dedim ki devletimin vermiş olduğu görev var dedim, tabii ki görevimin başında olacağım dedim, ondan sonra bu arada da tabi istediği cevap alınamayınca bir örgütten bahsedildi, sadak mı sadat mı öyle bir şey söyledi, ya dedim sadak ne dedim ben, o arada şey söyledi Serdar Gürbaş general ya dedi ne sadağı dedi sadak dedi abi dedi sen hiç internete bakmıyor musun dedi, ben de dedim ki bakmıyorum dedim bilmiyorum, ilk defa duyuyorum dedim, bunların dedi tam söylediğini hatırlamıyorum ama Umut general … general de söylemiş olabilir, ya dedi bunların elinde dedi rakamı gene tam hatırlamamakla birlikte 600 veya 6000 gibi silahlı kuvvetler mensubunun listesi var dedi, bunları teker teker suikast düzenleyecekler dedi silahlı kuvvetlere.
SAVCI:… (anlaşılamamıştır 15:20) ben onun açılımını hala anlayamadım.
…: Açılımını ben de bilmiyorum sayın savcım, yani bir örgüt varmış ben sadat dedim, ne sadağı dedi, o sadak dedi, bu dedi Suriyelileri yetiştirdikleri bir örgüt dedi, sonra illegal bir şey oldu dedi.
SAVCI: Harf olarak kodlayabilir miyiz ? S-A-D-A-K ?
…: S-A-D-A-K, ben öyle anladım ama sonradan sonraki T harfi olarak düzeltti diye aklımda kalmış ama tersi de olabilir sayın savcım yani sadat önce olmuş olabilir veya sadak sonra olmuş olabilir.
SAVCI: Anladım.
…: Tabii ben bunu internete girmiyorum dedim, bilmiyorum dedim, o zaman hadi hadi gidiyoruz dediler, kalktık o arada ben bu konuşma yaklaşık 1 dakikalık bir şev buradan da şu aklıma geldi, ben … generali şevden biliyorum, akademiyi 2 yıl beraber okuduk, çok hırslı birisidir, yani her yerde böyle lider olmak ister, dereceye girmek ister dolayısıyla.
SAVCI: Devre misiniz …’la?
… : Yok devre değiliz, o 1 yıl çömez ama ben geç terfi ettiğim için.
SAVCI: Anladım, siz kaç mezunuydunuz … bey?
…: Ben 85 mezunuyum onlar 86.
SAVCI: Anladım.
…: Dolayısıyla o dönemde de çok hırslı olduğu için şu aklıma geldi ya dedim huylu huyundan vazgeçmiyor, kendi içimden yine dedim şey buradan bir şey kapmaya çalışıyor gibi bir şey aklıma geldi açıkçası, ondan sonra da bu internet olayını söyleyince hadi hadi gidiyoruz dediler ve kalktık, kalktıktan sonra da bu arada sayın savcım şu aklıma geldi tabi bu olaylar söylenince helikopterle gideceksiniz deyince ben dedim tamam beni şimdi helikopterden aşağı atacaklar hatta helikopterden nasıl düşmem gerektiğini böyle kendi kendime yorumlamaya çalıştım, nasıl atlayayım nasıl düşeyim diye, bunları düşünürken baya da bir ter bastı beni açıkçası, ondan sonra lavaboya gittim, lavaboda elimi yüzümü yıkadıktan sonra tekrar biri daha içeri girdi, şu anda kim hatırlamıyorum, o çıkarken ben kenarda bekleyen darbeciye dedim ki ben tekrar girebilir miyim, tekrar ter bastı, bir daha girdim, elimi yüzümü yıkayıp şey helikoptere gittik, helikopterde de gördüğüm kadarıyla 2 tane darbeci vardı, silahlı ama diğerleri karanlıktı, tam kimler var hatırlamıyorum, ondan sonra Fenerbahçe Orduevine gittik sayın savcım, orduevinde … generalim vardı, diğer generallerden hatırladığım 5-6 kişi vardı diye hatırlıyorum, … generalim dedi ki ya … bunlar dedi başarılı olursa dedi ben dedi emekli olmayı düşünüyorum gerekirse bir canımız var onu veririz dedi, ben dedim ki ben de aynı şeyleri düşünüyorum, istifa ederim dedim, gerekirse bir canımız var biz de onun için zaten yemin ettik, gerekirse canımızı da seve seve feda ederiz dedik öyle bir konuşmamız geçti.
SAVCI: Anladım.
…: Orduevinde sabaha kadar bekledik, ertesi gün öğlene kadar 1. Ordu Komutanının da emri olmuş, kimse orduevinden çıkmasın, dışarısı riskli diye, köprüler de zaten kapalıydı, ertesi gün saat 1 gibi sayın savcım orduevinden ayrıldık, Harp Akademisine gittik, ben komutana çıktım, Harp Akademileri Komutanına, komutana orada yaşadıklarımı rapor ettim, ettikten sonra … dedi bunlar dedi bazı tayinleri de yapmışlar dedi, masanın üstündeki evrakı gösterdi, burada hepimizin ismi var dedi, Hava Kuvvetlerininkine bak dedi, ben de şöyle göz ucuyla baktım, o listede bir sıkıyönetim görevlendirmesi gibi anlaşılabilecek tayinler vardı, ayrıca bir de böyle terfi ve tahfif anlamına gelebilecek tayinler vardı, bir de komutanlık emrine gidenler var, bu komutanlık emrine yazanların çoğunun 4 yılını bitirmiş generaller olduğu çoğunu o şekilde gördüm ben, çünkü normalde yeni kanuna göre 3 yıl sonra değerlendirme yapılıyor ama eskiye göre şu ana kadar kimse emekli olmamıştı 3 yılda, dolayısıyla onlar o şekildeydi bir de benim de görevime devam şeklinde yazmış olduğunu gördüm, bu şekilde benim gibi yazılanların ise çoğunlukla kurumsal nitelikte olan kadrolar olduğunu bir de yurt dışındaki kadroların bu şekilde yazıldığını gördüm genel olarak.
SAVCI: Anladım.
…: Ondan sonra da sayın savcım iş yerime gittim, iş yerimde kendi personelim aşağı yukarı 20-24 kişi civarında, onlara nerede olmanız gerekiyorsa orada olun, sağa sola çıkmayın şeklinde emrim oldu.
SAVCI: … Bey bu … siz rehin alındıktan sonra var mısın yok musun diyerek yani bu sıkıyönetim direktifini yani sıkıyönetim rejimini benimsetmeye yönelik onu benimsediğine yönelik söylemlerde bulunurken yanınızda hatırlayabildiğiniz kimler vardı acaba?
…: O 4 kişiydik sayın savcım ayrı olarak oturduğumuz yerde oraya gelip orada söyledi.
SAVCI: Yani sizin dışınızda duyanlar kimlerdir isim soyadı olarak söyler misiniz?
…: Az önce söylediğim arkadaşlar , … ve ….
SAVCI: … de bu …’un bu söylediğini duydu?
…: Duymuş, duydular diye düşünüyorum.
SAVCI: Anladım tamam, neden ilk ifadenizde söylemediniz bunu, çekinceniz neydi acaba?
…: Sayın savcım şöyle arz edeyim ben bu emniyetteki sorgum benim yarım kaldı, şöyle ki biz sorguyu daha doğrusu sağlık muayenesine giderken sorgu odasına girdik, sorgu odasındayken 3 defa şey oldu, sağlıkçılar geldiler, ya geç kalıyoruz bir an önce sağlık kontrolü yapılması lazım deyince oradaki sorguya alan beyefendi bilmiyorum makamı nedir ya tamam sonra devam ederiz dedi, kalktık gittim size geldiğimiz zaman da zaten aşağı yukarı bir 40 saattir biz aç susuz 4 gündür de doğru dürüst uyku da uyumamıştık, sizle konuşuyordum ben, ben size arz edecektim o gün ama siz daha çok hanı baya tabi yoğundu gece de geç saatlerdeydi.
SAVCI: Evet doğru geç saatlerde evet.
…: Özet olarak genel olarak arz edin deyince ben kısa kesmek zorunda kaldım, hatta ben şunu da arz etmek istiyorum, siz buyurun oturun deyince oturunca da devam edeceğimi anladım ben açıkçası yani bitti anlamında anlamadım, oturduktan sonra da siz son cümleleri yazınca müdahalede bulunmadım, dolayısıyla da daha önceki şeylerimde de itiraz dilekçemde de yüz yüze görüşmek istediğimi de belirttim, bunu aız etmek için sayın savcım.”
Mahkemede; “15 Temmuz gecesi kalabalık bir düğündü. Ben 19 gibi düğüne vardım. Saat üçe kadar çok net olmamakla birlikte kriz masası oluşturulduğu zaman bulunduğumuz odada sanığı gördüğümü hatırlıyorum. Derdest etme ve kelepçeli odaya götürme olayında beni götürdükleri odada … Tümgeneral, … Tuğgeneral, bir de … Tuğgeneral vardı. Ellerimiz kelepçeli olarak götürdüler, teker teker çağırmışlardı. Önce Hava Kuvvetleri Komutanımızı, yalnız komutanımızı kelepçelediklerini görmedim ben. Kapıya yakın bir yerdeydim. Bayağı da bir mesafeyi görebiliyordum. Hava Kuvvetleri Komutanımızı kelepçelemediler. Diğerlerini yine rütbe sırasına göre çağırdılar. Korgenerallerimiz vardı, onlardan başlayarak kelepçelediler, daha sonra yerimize oturduk. Yani kriz masasının olduğu odaya geri oturduk. Ters kelepçelemişlerdi. Oturduğumuz yer biraz da küçük olduğu için sıkıntılar yaşandı. Daha sonra yanlış hatırlamıyorsam düz kelepçeye çevirdiler. O şekilde de bir müddet o odada bulunduk. Kapımızda bu bahsettiğim yaklaşık 20 tane general vardı. 19-20 general. Belirli bir süre sonra tekrar teker teker çıkardılar yine rütbe sırasına göre. Önce korgenerallerimizi, komutanımızın geriye döndüğünü görmedim. Muhtemelen ilk çağırdıkları zaman herhalde götürmüşlerdir diye düşünüyorum. İlk kelepçeleme öyle zannediyorum ki on ikiden biraz sonraydı, çünkü bunlar on bir buçuk gibi gelmişti, yaklaşık olarak bu saatleri de cep telefonumdaki aramalardan aşağı yukarı tahmin ediyorum. Saat 23.30 gibi geldiler ve 30-40 dakika kimseye müdahale etmediler. Yani komutanımız dahil herkes, ki komutanımız bütün hava generallerini teker teker arıyordu gördüğüm kadarıyla. Oraya girdikten sonra Hava Kuvvetleri Harekat Merkezinin işgal edildiğini öğrendim. Dolayısıyla bir 30-40 dakika kimseye müdahale edilmedi. Yani telefonla görüşülüyor, dışarı çıkılabiliyor, oda içerisinde dolaşılabiliyor. Fakat bunların sayıları ilk geldikleri zaman öyle zannediyorum ki üç-dört kişiydiler. Ve 30-40 dakika sonra biraz kalabalıklaştılar. Yine tahmini olarak 8-9 kişi olabilirler. O saatten itibaren bunlar telefonlarıyla mı görüşüyorlar gibi birisi bir şey söyledi. Telefonları toparladılar. Ben de telefonumu kapattım, bir şey yüklerler diye. Daha sonra öyle zannediyorum ki korgenerallerimizden birisi bu telefonlara bir şeyler yükleyebilirler, bunları isteyelim gibi bir teşebbüsü oldu, darbecilerden birileriyle görüştü diye tahmin ediyorum. Telefonlarımızı geriye verdiler ve daha sonra da teker teker ismen çağırarak kelepçelediler. Ters kelepçe. Koridorda kelepçeli. Tekrar yerimize oturttular. Bu arada da tabi oturmayla ilgili sıkıntı olunca bu sefer de teker teker çözüp önden kelepçe vurdular. Bir müddet de öyle kaldıktan sonra öyle zannediyorum ki bu sürede bir 30-40 dakika belki bir saate de yakın olabilir. Ondan sonra koridora teker teker çağırıp yere yatırıp ters kelepçe vurdular. Ben kapının önünde olduğum için dışarının bir kısmını görebiliyordum. Rütbem gereği kapıya çok yakındım. Dolayısıyla ben rütbe olarak da geride olduğum için en son çıkanlardan biri bendim, belki de en sonuncusuydum. Tam olarak hatırlamıyorum. Veya ikinci bilemiyorum. Ben çıktığım zaman 5-6 kişi önümde, başımı çok fazla böyle kaldıramadım açıkçası ama 5-6 kişinin önümde olduğunu gördüm. Belli bir süre sonra onları da aldılar. Ve en son geriye dört kişi kaldık. Bizi de bar gibi kullanılan bir yere götürdüler. Ve orada başımızda silahlı birisi olacak şekilde spot lambalarının altında bir yerde bekledik. Saat öyle zannediyorum ki 03.10-03.11 gibi bunu da çünkü yine telefonumu kapattığım için hemen orada çözer çözmez şey yaptım telefonumu açınca. Otururken saat üçü on geçe veya o sıralarda kapıdan birileri girdi. Kulağımda biraz sıkıntı olduğu için tam da net duyamadım. Yanımdakilerinden dediler ki tamam kelepçeler çözülüyor. Biz de bayağı bir sevindik, dedik herhalde darbe başarısız oldu, kurtulduk diye düşündük. Geldiler ama o arada da şunu söyledi bir tanesi. Şu anda tam hatırlamıyorum. Yanımdakilerinden biri miydi, yoksa onlardan birisi miydi bizi şeye götürecekler dediler Fenerbahçe Orduevine götürecek dediler.
……, … ve …’yle aynı odada tutulurken … bu ellerimiz kelepçeliyken gelmedi. Daha doğrusu geldiği zaman kelepçeli olduğunu hatırlamıyorum. Ama saat 03.10 gibi 03.10’dan sonraki bir saatte yani 03.10’la 03.20 arası gibi olabilir. O saatte … geldi odamıza. Helikopterle götüreceklerini duyunca tamam dedim, darbe başarılı oldu, herhalde beni de helikopterden atacaklar diye düşündüm. O arada kopmuş bir vaziyetteyken … geldi. “Bu hareketin zulme, haksızlığa…” gibi bir buna benzer cümleler kullanarak. “Var mısın yok musun?” gibi bir cümle kurdu. Genel olarak konuştu diye hatırlıyorum. Ama ben atladım. Dedim “Ne demek var mısın yok musun?” diye. Ondan sonra dedi ki masaya girecek misin, gitmeyecek misin? Ben de “Devletimin, milletimin vermiş olduğu bir görev var. Tabi ki görevimin başına döneceğim” diye söyledim. O da tamam dedi. Hatta şunu düşündüm ben Başkanım. …’u ben sadece akademide tanıdım, öncesini tanımıyorum. Yani yüzbaşılıkta tanışmıştık. Akademiyi beraber okumuştuk. Çok hırslı ve çok çalışkan bir öğrenciydi o dönemde. Hatta hepimiz birinci olacak diye bakıyorduk. Son bilgisayarda bir problem yaşadığı için Genelkurmaya verilen bir brifingte problem yaşadı ve ikinci oldu. O zaman tanıdığım kadarıyla böyle birisi değildi. Hatta bunu aktarmak sana mı düştü gibi içimden geçirdim. Tabi yüzüne direk söylemedim ama. Hatırladığım kadarıyla dediğim gibi bu hareket zulme ve haksızlığa karşı yapılıyor gibi bir şey duydum. Yani buna muadil bir şey söyledi. Belki bire bir olmayabilir ama ondan sonra da var mısınız, yok musunuz gibi bir şey sorunca ben de aynen serzenişle, çünkü kopmuş bir vaziyettesiniz. Hep garip garip şeyler oluyor. Dolayısıyla dedim ki var mısın ne demek, yok musun ne demek dedim. O da dedi ki mesaiye gidecek misin, gitmeyecek misin, gidecek misiniz, gitmeyecek misiniz diye sordu. Ben de dedim ki yani devletimin bana vermiş olduğu bir görev var. Tabi ki bundan doğal ne olabilir. Hatta teyit için böyle sağımda ve solumdaki o benimle beraber olanlara baktım, hani kafa sallasınlar gibi. Odadaki diğerlerinin herhangi bir cevap verip vermediğini hatırlamıyorum. Ben istihkamcı olduğum için çok geç terfi ettim. Onların hepsi benden kıdemli olmasına rağmen ben yaşça onlardan büyüğüm. Bu ne deyince … şöyle söyledi “Diğer tarafta da … de kabul etmedi” dedi. Ama etmezseniz öldürürüm, keserim öyle bir tavır içerisinde değildi. Az önce söylediğim düşüncenin altında yatan budur yani. O bizim dönemimizde gerçi böyle bir şeyler konuşulmuyordu ama. Yani hırsına yenik düştüğünü, aktarma gibi bir şey anladım.
Ondan sonra görüşüp görüşmedikleri noktasında, bizi Fenerbahçe Orduevine götürdüler. Orduevinde lobide bir süre gördüm kendisini. Ama daha sonra eşim anlattı bana. Ben şahit olmadım bizzat. Eşlerimizi de bizden 5-10 dakika önce götürmüşler. Düğün salonunda onları da ayrı bir odada tutmuşlar, rehin almışlar. Daha sonra orduevine götürdükleri zaman bir odada hepsi toplanmıştı Hava Kuvvetleri Komutanımızın hanımı da dahil, eşimin anlattığına göre Hava Kuvvetleri Komutanımızın hanımı “Umut neler oldu, ne oluyor?” gibi bir soru sorunca, … da darbeye karşı bir tavırla oradaki yaşadıklarımızı yani yere yatırdılar, şunu yaptılar, bunu yaptılar, kelepçelediler gibi anlattığını duydum. Onun haricinde herhangi bir konuşmamız veya karşılaşmamız olmadı.
…Daha önce savcılıkta verdiğim ifade tamamen doğrudur. Sadat’la ilgili aynen söylediğiniz gibi bu da internette böyle bir şey geçiyor dediler. …’un söyleme ihtimali az. Yani onu muhtemelen … söylemedi. Genel bir konuşma şeklinde oldu, işte internette de böyle şeyler geçiyor, onlara karşı yapılmış gibi olabilir gibi dediler ama … %90 değil. Birileri geldi, kelepçeleri çözülecek dedi, daha sonra … geldi gibi anlattım bana okuduğunuz ifadede … geldi kelepçeleriniz sökülecek dedi diye anlatmışım. O öyle değil. Yanlışlıkla kaydedilmiş olabilir. Şöyle arz edeyim. Biz bu oturduğumuz yerle barın kapısı biraz mesafeli. Yani spot ışıkların altındayız, kapı da biraz uzakta. Merdivenlerle çıkıyorsunuz, orada darbecilerden kamuflaj elbiseli birileri de vardı. Yani bunlar böyle aralıklı şeyler değil. Beraber de girmiş olabilirler, yani peş peşe de olabilir. Böyle çok kısa süre içerisinde sırası farklı olabilir. Ama zaman dilimi olarak aynı saat. Kelepçeleriniz çözülecek diyen … değil, muhtemelen yukarıdan seslendiler, ben anlayamadım. Duymadım daha doğrusu. Yanımdakilerden biri kelepçelerimiz sökülecekmiş deyince ben sevindim. Bu sözü … söylemedi. Beraber olduğumuz odadakilerden birisi söyledi diye hatırlıyorum doğrusu….. veya …’den birisi söyledi diyorum. Büyük bir ihtimalle onlardan birisi söyledi. Yani o kapıdan duydular ama. Yani orada bir şeyler konuşuldu, ben anlayamadım. Onlar söyledi, ya kelepçelerimiz çözülecekmiş diye. Başkanım okuduğunuz o ifade yanlış olabilir ama … kelepçeleri çözüyoruz gibi bir şey söylenmedi. Doğrusu şu anda anlattığım. … ve o kamuflajlı elbiseliler yanımıza gelmeden çözüleceğini öğrendim. Çünkü o yukarıdan herhalde sesli olarak söylediler. Yanımdaki de söyledi. … yanımıza geldiğinde elleri kelepçeli değildi diye hatırlıyorum. Bizimkiler kelepçeliydi. …’u dışarıda gezerken veya darbecilerle beraber sohbet ederken görmedim. Kelepçelerin çözüleceği mevzususunu ayrıca … da tekrarlamadı.
…Kelepçeler çözüldükten sonra helikoptere götürürlerken 2-3 saattir tutuklu ve kelepçeli olduğumuz için lavaboya gitmek için müsaade istedik. Lavaboya gittik. Lavaboda ben bir karar vermek için biraz oyalandım. Net bir karar vereyim diye en son ben çıktım. Kaçayım mı yoksa uyayım mı gibi. Ondan sonra kapıya doğru geldim. Kapıya geldiğim zaman ortam biraz sakindi. Tekrar lavaboya gitmek istiyorum dedim, kaçmaya karar verdim o arada. Biraz daha sağlıklı düşüneyim diye tekrar lavaboya döndüm. Biz içerdeyken nizamiye kapısından silah sesleri gelmişti. Ben de dedim eğer burada kaçmaya teşebbüs edersem kesin beni vururlar. Dolayısıyla şuna karar verdim. Eğer dedim helikopterden beni atarlarsa en azından birini de tutup kendimle beraber aşağı çekerim düşüncesiyle ben o grupla beraber gitmedim helikoptere. En son ben gittim, helikoptere bindiğim zaman arkamdan iki tane darbeci bindi. Yani benden sonra kimse yoktu. İçeri girdiğimde de karanlıktı. Kimler vardı, kimler yoktu, ne konuşuldu bilmiyorum. Ben de girer girmez helikopter kalktı.
…Orduevinde otururken tabi ben kendisiyle görüşmedim ama … Paşa’yla görüşüyorlardı. Ben … Paşa’ya dedim ki ne konuşuyorsunuz, çünkü …Paşa’yla şöyle bir karar verdik biz. Orduevine girer girmez dedik ki eğer bu darbe başarılı olursa sabahleyin istifa ediyoruz. Eğer gerekirse bu vatan için yemin ettik, ölürüz. Ben dedim gerekirse çatışarak ölürüz diye söyledim. Yani biraz da o samimiyetimiz oldu. O akşam ki tavırlarından da ona dedim ki Recep Başkanım ne konuştunuz dedim, aynen söylediği ifadeyi söylüyorum, darbeye karşı ifadeler kullandı diye bir şey söyledi bana. Onun haricinde başka bir şey duymadım. Yani bizzat yakınında çok fazla olmadım. Duyacak mesafede olmadım.
…Eşlerimizin Harbiye Orduevinde olduğunu duydum. Çok emin olmamakla birlikte darbeci askerlere eşimi sormuş olabilirim. Çünkü biz orduevine giderken eşimizin orada olduğunu öğrenmiştim. Ya ben sordum ya da duydum. Tutulduğumuz yerde elektrikler kesik değildi hatta aşırı derecede spot ışıkları vardı. Ter içerisinde kaldık. Hatta dört beş defa şunların yarısını kapatın da biraz nefes alalım gibi söyledik, kapatmadılar. Yani aydınlıktı. Ancak kapının girişi biraz net değildi. O da mesafe olduğu için. Merdivenlerden, merdivenlerin üstü.”
Tanık … Mahkemede; “15 Temmuz gecesi Moda Deniz Kulübünde Korgeneral … …’in kızının düğünündeydim eşimle beraber. …’u gördüm o gece doğrudur. Bir alıkonma olayı oldu beraber alındık, aynı odaya koydular beş kişi. Bizim ellerimizi önce bağladılar ters kelepçeyle. Bir müddet orada oturduk. Daha sonra önden tekrar bağladılar. Ve aradan uzunca bir süre geçti belki bir saat bir buçuk saat daha sonra hepimizin ellerini çözdüler, sadece onunkini çözmediler.
…Biz odadayken bu darbe oluyor veya TSK yönetime el koydu şeklinde gelip bize açıklama yapan oldu …. Başlangıçta biz 5 kişi odada oturuyorduk. Bir bir buçuk saat sonra … odaya girdi bir ara. O ara onun elleri kelepçeli miydi değil miydi hatırlamıyorum. Daha sonra bir dışarı çıktık, tekrar içeri geldi. Ondan sonra bize silahlı kuvvetlerin emir komuta hiyerarşisinde darbe gerçekleştirdiğini, bizden de mevcut görevlerimize dönmemizin istendiğini söyledi. … da o sırada odadaydı. …’un …’a ne cevap verdiğini hatırlamıyorum ancak …’ın bu sözlerinden sonra orada … tümgeneral en kıdemli de oymuş zaten. İlk o bağırarak itiraz etti. Ne saçmalıyorsun sen, ne darbesi gibisinden. Daha sonra … aynı şekilde benzer ifadeler kullandı. Daha sonra biraz onlardan cesaret alarak ben de aynı şekilde ifadelerde bulundum. Genelde orada şeye karşı itirazlar vardı. …’a karşı daha doğrusu teklif edilen hususa karşı.
…Benim gördüğüm oradaki … general hariç herkes tersten kelepçelendi ve diz üstü yere atıldı. Daha sonra bizi beş kişi olarak ilk toplantı yapılan odaya aldılar. Ben zannediyorum ki sadece biz kaldık orada. Ama daha sonra öğreniyoruz ki farklı odada insanlar varmış. Diğerleri işte helikopterle götürülmüş, vesaire. Bunları sonradan öğreniyorum tabi.
……’un odadan ayrılıp başka bir odada bulunanların yanına gidip onlarla bir konuşma yaptığı gibi bir şey duymadım ancak ellerimiz kelepçeli halden çıkınca … da gelince orada münakaşa yaşanınca … ayrıldı. O ayrıldıktan sonra insanlar lavabo ihtiyacı için dışarı çıktılar. Ben de bir ara çıktım geldim odaya. Ama orada farklı odalara gidildi mi, ne konuşuldu ben onu bilmiyorum. …’ın konuşmasından sonra veya önce …’la darbe girişimi hakkında herhangi bir konuşmamız olmadı kesinlikle. Sadece onun değil kimsenin öyle bir şeyi yoktu. Ellerimizi kelepçeleme veya çözme konusunda herhangi birimize bir ayrıcalık, ayrımcılık yapıldığı gibi bir şey hatırlamıyorum. O bizim irademiz dışında oldu zaten. O ellerimizi kelepçeleme, kelepçeyi çözme bizim irademiz dışında, odada bulunanların iradesi dışında oldu. Benim için ellerim çözüldükten sonra eşim beni birkaç defa aramış. Elleri çözüldükten sonra tekrar aradı veya ben onu aradım. Benim eşim askerler orayı bastıklarında yan masada oturan bir tanıdıkları vasıtasıyla Fenerbahçe Orduevine gitmiş zaten. Yani şeyde kalmamış. Alıkonulan generallerce Fenerbahçe Orduevine bırakılma konusunda bir talep veya isteğin olup olmadığına ilişkin olarak bizim öyle bir şeyimiz olmadı. Biz nereye götürüldüğümüzü bile bilmiyorduk. Ben kendim için konuşuyorum, ben nereye götürüldüğümü bilmiyordum. Fakat orada çıkarken yakıt problemleri vesaire vasıtasıyla o konuşmaları duydum, onun haricinde bir şey duymadım.”
Tanık … Mahkemede; “15 Temmuz gecesi İstanbul’daki düğündeydim. Bir derdest edilme olayı oldu. Ondan sonra …, … ve … ile aynı odada tutulduk. … o gece o odaya geldi. Gecenin sonlarına doğru saat yani sabaha karşı üç gibiydi. Bizim orada yaklaşık iki saat, iki buçuk saat ellerimiz kelepçeli bahsettiğiniz dört general bir başımızda muhafız eşliğinde göz altındaydık. Yanılmıyorsam saat üçe doğru … General’in geldiğini gördüm, bizi serbest bıraktılar dedi. Herhalde sizleri de serbest bırakabilirler gibilerinden bir şey söyledi ve ayrıldı. Tanıklık ettiğim, gördüğüm husus bu kadar. …’un geldikten sonra bu zulme karşı yapılan bir hareket var mısınız, yok musunuz şeklinde bir şeyler söylediğini kesinlikle duymadım. Sadat veya Sadak diye bir şeyden bahsedilmedi. … geldiğinde …’ın kendilerinin odasına gelip bir şeyler anlattığını söylemedi, geldiğinde elleri kelepçeli değildi, bizim ellerimiz kelepçeliydi, tam bakmadım ama saat üçe doğru. Yani 16 Temmuz sabaha karşı saat üçe doğru kelepçeleri keserek açtılar. …’la ya da diğer herhangi bir konuşmamız olmadı. …, … bizim odaya geldi, böyle böyle dedi diye bir şey anlatmadı. Bu derdest edilme anında gördüğüm herkese kelepçe takıldı. Hatta ilk başta yere yatırıldık, o görüntüleri görmüşsünüzdür. Önce ters kelepçe taktılar. Bilare önden kelepçe yaptılar. Sonra generalleri ayırdılar. Bizim olduğumuz odadan o bahsettiğiniz dört generalle birlikte başımızda muhafız saat üçe kadar göz altında kaldık.”
Tanık … Savcılıkta; “Ben darbe girişimi tarihinde Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanı olarak görev yapmaktaydım. Olay tarihinde … …’in kızının düğünü sebebiyle Moda Deniz Kulübünde bulunuyordum. Hakkımdaki soruşturmanın devam ettiği Diyarbakır CBS evrakında Moda Deniz Kulübünde yaşanan olaylarla ilgili olarak şüpheli sıfatıyla ayrıntılı beyanda bulundum. Olaylar esnasında Moda Deniz Kulübüne baskına gelen darbeci askerler tarafından kelepçelenip rehin alındıktan sonra ben sormuş olduğunuz …’ı hiç görmedim. Bu sebeple kendisi tarafından söylendiği iddia edilen darbeyi kendilerini yaptığı konusundaki söyleme şahit olmadım. Olay esnasında benim rehin alındığım odada … de vardı. Ayrıca … … de aynı odada bulunuyordu. Ben …’un bizim rehin alındığımız odaya geldiğini hatırlamıyorum. Bu sebeple kendisi tarafından söylendiği iddia olunan sözler hakkında bir şey diyemeyeceğim. Ben …’un yanımıza gelip gelmediğini hatırlamıyorum. Söyleyeceklerim bunlardan ibarettir.”
Mahkemede; “15 Temmuz gecesi düğünde beraberdik, bir derdest edilme olayı oldu. Derdest edildikten sonra aynı odaya konmadık, bizim odamıza hiç gelmedi o gece ben hatırlamıyorum. Ben bütün generaller sırayla derdest edildi diye biliyorum. Yani sadece öndeki arkadakileri özellikle önümde … General, … General’i falan çok net hatırlıyorum. Onun haricinde hepimizi tek tek sıraya soktular. Benim olduğum odada …, …, …. …’un gecenin ilerleyen saatlerinde geldiğini ve bu zulme karşı yapılan bir hareket, var mısınız yok musunuz şeklinde sözler söylediğin hatırlamıyorum. Ben geldiğini hatırlamıyorum. …’un bizim olduğumuz odaya gelip gelmediğini hatırlamıyorum.”
Tanık … kollukta; “…HHO eğitimine başladığımda şu anda ismini ve kim olduğunu hatırlayamadığım bir erkek şahıs vasıtası ile benimle aynı durumda olan öğrencilerle tanıştırıldım. Tanıştırıldığım ve sonradan Harp Okulu eğitimim süresince cemaate yakın olduğunu anladığım öğrenci arkadaşlarımdan hatırladıklarım; ….,…,…,..,…,…,..,…,..,…,..,..,…,…,… Yukarıda isimlerini verdiğim arkadaşlarla 1985-1989 yılları arasında Hava Harp Okulu döneminde tanıştım ve bazıları ile okul dışında değişik mekanlarda farklı zamanlarda birlikte bulunduk. O dönemde Hava Harp Okulu ve TSK’da inanç özgürlüğü anlamında özellikle fiili uygulamalarda büyük sıkıntılar mevcuttu. Dini ibadetlerini yapan kişilerin ordudan ilişiğinin kesildiği, dini birçok yasakların (alkol, gayri ahlaki yaşantı vb.) hoş görüldüğü ve hatta teşvik edildiği, bazı kişilerin ise ortamını bulduğunda zorladığı bir dönem yaşanıyordu. Bu şartlar altında dini inançları olan personel birbirlerine yakınlaşarak destek buluyorlardı. Benim bu arkadaşlarla birlikte olmamın yegane sebebi budur. Kendileri bunu pek bilmese de aslında FETÖ elebaşı benim hiçbir zaman manevi büyüğüm olmamıştır. Hatırladığım kadarı ile yukarıda belirttiğim arkadaşlarla görüştüğüm yerlerden birisi İstanbul Laleli’de diş doktoru olan … Ayvacı’nın muayenehanesi, bir defasında görüştüğümüz yer kendisinin ikametiydi. Cemaatin o gün için kullandığı şu an gitsem bulamayacağım Bakırköy ve Fatih ilçelerinde bulunan cemaat evleridir. Bu görüşmeler 1985-1986 yılı döneminde birkaç kez gerçekleşmiştir. Bu dönemde 1 kez … … ile tanıştırılmak için Üsküdar Altunizade’de bulunan bir apartman dairesine götürüldük, orada kendisi ile tanıştırıldık. … … bizlere hitaben bu ülkenin ve silahlı kuvvetlerinin inançlı, dürüst askerlere ihtiyacı olduğu şeklinde kısa bir konuşma yaptı. Benim de içerisinde bulunduğum bu tanıştırılmada hangi arkadaşlarımın olduğunu hatırlayamıyorum. Ancak yukarıda saydığım tüm arkadaşlarımın bir vesile ile bu şekilde tanıştırıldığını değerlendiriyorum. Sonrasında TSK içerisindeki cemaate yönelik ihraçlardan dolayı bu tarz tanışma ve görüşmelere son verilmiştir. Hatırladığım kadarı ile Harp Okulu bitimine kadar ihraç edilmemek için okul dışı görüşmeleri yapılmamıştır. Sadece okul içerisinde tanışıklığı olan kişilerin birbirlerine desteği olmuştur.

…: …1985-1989 yılları arasında Hava Harp Okulu döneminde tanıştım ve bazıları ile okul dışında değişik mekanlarda farklı zamanlarda birlikte bulunduğum Harp Okulundan arkadaşımdır.”
Savcılıkta; “Soruşturma konusu olayla ilgili olarak 12/05/2017 tarihinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğünde vermiş olduğum ifademi tekrar ederim. Söz konusu tarihte emniyete kendim müracaat ederek FETÖ/PDY Hava Kuvvetleri Komutanlığı Yapılanması hakkında bildiklerimi anlattım. Bu sebeple etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istiyorum.”
Mahkemede; “… Harp Okuluna girdiğimde dördüncü sınıftı, biz birinci sınıf olarak girdik, bir yıl beraber Harp Okulunda okuduk, o dönemde yanlış hatırlamıyorsam yani sınıf başkanlığı muadili olan bir kıdemlilik bir durumu da vardı, ondan dolayı zaten herkes tarafından daha çabuk tanınan bilinen birisiydim, oradan tanıyorum, o dönemde daha önceki ifademde ifade ettiğim kişilerle kendi sınıf arkadaşı olan Uğur Buldu olsun, … olsun gibi kişilerle Harp Okulunun o dönemde TSK’daki inanç özgürlüğü anlamında özellikle fiili uygulamalarda büyük sıkıntıların yaşandığı bir dönemdi, dini ibaretlerini yapan veya dini hassasiyeti değerleri olan kişiler ordudan ilişiği kesiliyor ve dini birçok yasakların alkol orduda gayri ahlaki yaşantı gibi hoş görüldüğü hatta teşvik edildiği bazı kişilerin ise ortamını bulduğunda bu gibi faaliyetleri zorladığı bir dönem yaşanıyordu, bu şartlar altında dini inançları olan personel birbirlerine yakınlaşarak destek buluyorlardı, benim de bu arkadaşlarla yine Harp Okulunda ifade ettim … beyle de görüşmem yakınlaşmam o kapsamda olmuştu bildiğim o. O kadar çok yoğun bir şeyimiz yoktu sonrasındaki dönemde de kendisiyle herhangi bir birlikte beraber çalıştığımızı hatırlamıyorum, herhalde çalışmadık, sadece son görev yeri olan Milli Savunma Bakanlığında Daire Başkanı iken Ankara’da aynı şehirde bulunduk, aynı birlikte de değildik, kendisine nezaket ziyaretinde bulunduğumu hatırlıyorum ancak çok kısa bir ziyaretti ve o dönemde aslında grubun faaliyetlerini konuşacak veya yanlışlıkları konuşacak bir ortam oluşmadı, öyle bir konu da geçmedi o kapsamda açıkçası, son darbe olayıyla ilgili bilgisi, ilgisi, katkısı içeriden veya dışarıdan konusunda herhangi bir bilgim yok, bu konuda kendisinin düşüncesini de bilmiyorum, dediğim gibi o konuşmada geçmedi. İfade ettiğim şekliyle Harp Okulundaki birlikteliğim kendisiyle bir ağbi FETÖ/PDY kapsamında bir birlikteliğimiz hayır özel bir ortamda kendisiyle o gruptan grubun çünkü diğer ifademde geçen kişiler var ben ifade ettiğim. Özel bir ortamda o grupla ilintili veya onların bir planladığı bir faaliyet öyle bir ortamda kendisinin bulunduğunu veya orada gördüğümü hatırlamıyorum yani bilmiyorum.
…12/05/2017 tarihli Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde alınan ifademde geçen mekan … Ayvacı’ın ofisi ve evindeki şahıslar arasında olmadığını biliyorum, buradaki tanıştırılma Harp Okulu ortamındaki biraz önce saydığım hassasiyetler dolayısıyla böyle bir konuşmadır. O dönemde legal faaliyetleri ve devlet tarafından da hoşgörü diyalog gibi genel kabul görür faaliyetlerinden dolayı bu grubun faaliyetleri ve yaptıkları konuşuluyor idi, bu anlamdaki hususlar normal ortamda ifade edilmiş olabilir, fakat ben kendisiyle bu konuyu özel bir ortamda konuştuğumu ve birbirimizle tanıştıran dershanedeki bir idareciydi, oraya götüren oraya adresini veren ancak orada tanıştığım kişiler yani kendisi Ayvacı ve o gün itibariyle çünkü önceden tanışıklığım olan kişiler olmadığından şu kişi diye demiyorum ama … değildi, ondan eminim. Sonraki aşamada Harp Okulunda kendisiyle tanışıklığımın sebebi de dediğim gibi ortamın hassasiyeti ve bu tür insanların birbirleriyle yakınlaşmasıydı fakat yani grubun darbeyle olan ilintisi zaten Akıncı üssündeki sivil insanların orada
…Açık olarak söylüyorum … benimle ortamda kendisinin bulunmuş olabileceği bu kişileri tanıyor benim gibi tanımış olabileceğinden kaynaklı kendisinin adını geçirdim çünkü aynı kişilerle tanışmış olabilir, aynı ortamda bulunmuş olabilir, devletin bu şeyi bir an önce uygun şekilde çözüp ve suçluları ortaya çıkarması gerekiyordu, benim ifademin zaten sebebi buydu, kimse çağırmadan ben kendim gidip ifade verdim, bu insanları tanıyorum dedim.
…Benim hakkımda görülen dava 29. Ağır Ceza Mahkemesinde İstanbul’da, numarası 2017/148
…Kendisinin de bu konuyla ilgili ifademde geçen kişilerle bilgisi olabileceğini sivil kişilerle görüştürülmüş olabileceğini tahmin ettiğim için ismini zikrettim, çünkü o dönemde bu saydığımız kişilerin birçoğu tutuklu şu anda ve bir kısmı doğrudan darbenin içerisinde yer almış ve o darbeyle suçlanan kişiler, kendisi de bu kişileri tanıyor ve hem askerlik tanışıklığı var, ondan sonra bu kişilerle samimiyeti olduğu kişiler de var, dolayısıyla bunları reddedemeyeceğinden kaynaklı kendisi de sivil ve asker bu tür kişilerle bir arada olmuş olabilir, bu yüzden kendisinin adını da zikrettim, bazı dememin sebebi zaten o dönem böyle yoğun şey bir zamanda bu saydığım yirmi kişinin bir araya toplanıp birbirleriyle tanıştırılması gibi bir şey söz konusu olamaz, öyle bir ortam da oluşmadı.
…Bu kişinin tanıştırdığı kişiler arasında … yoktu.”
Tanık … Savcılıkta; “…Gece saat 23.00 sıralarında 2 tane helikopter geldi. Helikopterin birine 6-7 kişilik ekibimle ben bindim, tatkibata gittiğimizi düşündüğümüz için bütün görev silah tesisatımız üzerimizdeydi, silahlarımız HK denen piyade tüfeği idi. Diğer ekip de diğer helikoptere bindi. Samandıra’dan havalandık, Moda Düğün Salonunun olduğu bir yere indik, helikopterden benim inişim biraz gecikti. Binbaşı …da diğer helikopterdeydi. Binbaşı …daha önce inip bizden daha önce ilerledi, biz de onu takip etmeye başladık. Moda Düğün Salonuna girdiğimizde birileri bayanları yukarıda bir odaya oturtmuşlardı, bir grup arka taraf sahildeydi, bir grup da düğün salonu içerisindeydi. Binbaşı …bize ‘Etrafın güvenliğini alın, insanları dışarıya çıkartın’ dedi, bu emir üzerine biz içerideki insanları uygun bir şekilde dışarıya çıkarttık. Ben düğün salonunun içerisine ilerken bir odada Hava Kuvvetleri Komutanı … ile … … General ile 15-20 tane hava kuvvetlerinden tanıdığım ancak şu an isimlerini hatırlamayamadığım general ve daha alt rütbeli subayların bir masanın etrafında oturup su içtiklerini gördüm, bu odanın kapısında da …binbaşı ile birkaç astsubay vardı, bu astsubaylar ve Gökhan Maldar’ın elinde HK tipi tüfekler vardı. Tüfekler ellerinde taşıma amaçlı gibi duruyordu. Tüfekler içerdeki odadaki komutanlara doğrultulmuş şekilde değildi. Zaten ne odadaki komutanlar ne de binbaşı …hiçbir şey konuşmuyorlardı. Ama bu durum askeri hiyerarşiye de pek uygun değildi, normal olmayan bir şeyler vardı ama biz hava kuvvetleri komutanının korunduğu izlenimindeydik çünkü geliş amacımız Hava Kuvvetleri Komutanını korumaktı. Yine general eşlerinin de bir üst katta olduğunu duydum ve üst kata çıktım, bir odada generallerin eşleri oturuyorlardı ama bir şey konuşmuyorlardı, kapılarında da birkaç emir astsubayı sivil takım elbise ile silahsız şekilde duruyorlardı. Tekrar bir alt kata indim, bir grup benimle birlikte gelen astsubaylara durum nedir diye sordum, onlar da bana Hava Kuvvetleri Komutanının Sabiha Gökçen Havaalanından Ankara’ya gideceğini söylediler. Hava Kuvvetleri Komutanı … korumalarıyla birlikte düğün salonundan çıkıp gitti, giderken Hava Kuvvetleri Komutanı … ve korumaları çok rahat bir şekilde düğün salonundan ayrıldılar. Hava Kuvvetleri Komutanı …’a korumaları veya başka birileri tarafından herhangi bir zorlama yapılmadı, ben bu şekilde gördüm. Zaten korumalarının bir kısmının ellerinde uzun namlulu görev silahları vardı, bir kısım korumalarının ellerinde de silah yoktu, silahlı korumalar da silahlarını herhangi bir kişiye doğrultmuş da değillerdi. Silahlar korumaların omuzlarında asılıydı. Askerlikte olması gerektiği gibi silahlar duruyordu. Biz yorgun olduğumuz için oturduk, bu sıra Binbaşı …üst asma kattan bize doğru ‘Alın bu hainleri’ diye yüksek sesle bağırdı. Biz o an ne olduğunu anlamadık, Binbaşı …yanımıza geldi, sürekli telefonla konuşuyordu, orada bulunan generaller de bize ne olduğunu soruyorlardı, biz de onlara bir şey bilmediğimizi söyledik. Daha sonra …telefon konuşmasını bitirdi ve bize generalleri kastederek ‘Hepsini kelepçeleyin’ dedi. Biz de saygı sınırları içerisinde generallerin ellerini kelepçeledik, yine kendilerine eşlerini nereye göndereceğimizi de sorduk. Ellerimizi kelepçelediğimiz generallerin isimleri hatırladığım kadarıyla Korgeneral Atilla Gülan, Harp Okulu Komutanı Tümgeneral …, Tümgeneral … vardı, yine ismini hatırlamadığım 20 kadar generali bu şekilde ellerini kelepçeledik. …binbaşının emri doğrultusunda generalleri oturacakları koltuklara dağıttık sonra …bu generallerden isimler söyledi ve bizim bu generalleri yukarı kata getirmemizi söyledi. Bazı astsubaylar bu generellari üst kata çıkarttılar, sonra bu generallerin Binbaşı …ve yanındaki astsubaylar tarafından araçlarına bindirildiklerini gördüm. Binbaşı …ile bu generaller araçlarla gittiler, bu süreçte Binbaşı …ya da astsubaylar kimseye silah doğrultmadı, ortamda saygı sınırları zorlanmadı. Binbaşı …ile birlikte giden generallerden hatırladığım kadarıyla Korgeneral … … ve Korgeneral Atilla Gülan’ın olduğunu hatırlıyorum. Oradaki geriye kalan ekibe ne yapacağız diye sordum, kimse bir şey demedi. Binbaşı …ile generallerin helikopter ile gitmiş olduklarını anladım. Binbaşı …5-10 dk. sonra bir helikopterin gelip bizi alacağını oradaki bir astsubaya söylemiş, o da bana iletti. Ortamda Binbaşı Gökhan Maldar’ın bizim bilmediğimiz bir süreci yönettiğini anladım ve geriye kalan kelepçeli komutanların kelepçelerini kestik. Kimse birbirine bir şey de sormadı, oradan bir komutan eşlerinin nerede olduğunu sordu, ben de onlara ‘Sizi Fenerbahçe Orduevine göndereyim, eşlerinizin nerede olduğunu sorun’ dedim. Kelepçelediğimiz hiçbir general kelepçeleme sırasında bize herhangi bir tepki göstermedi. Daha sonra yürüyerek diğer astsubaylarla birlikte sahile gittik. Oranın sorumlu müdürüne binasını teslim almasını söyledim. Daha sonra bir helikopter geldi ve bizi alıp Samandıra’daki hava alanının içerisine aldı ve orada telefonlarımızı açtığımızda Türkiye’de bir askeri darbe girişiminin olduğunu öğrendik.”
Mahkemede; “Oradaki ifadenin tam manasıyla doğrusu şudur. Bir general değil, birden fazla general sordu eşlerinin nerede olduğunu. … bunların arasındaydı. Yani şu anda hatırladığım kadarıyla … general vardı. Hatta şöyle yanılmıyorsam istikamcı bir general olması lazım. Pilot olmayan, … mi? …’le de albaylığında çocuklarımız aynı sınıftaydılar. O da çocuktan falan konuştu. Komutanlarımızın orada kontrol altında tutulmasıyla alakalı uygulama, emir … generalin oradan ayrılmasıyla veya onun emirleriyle başladıktan sonraki süreçle … generalin bir tek ben kendisi adına diyerekten konuşmuyorum yani buradaki yeminli ifademden dolayı aynı anda birçok general ve birçok eşi başka bir yerde beklediğinden dolayı biz gelmeden zaten bayanlar başka bir yerde beklemeye başlamışlar. Orada düğün sahibi olarak … … General orada salondayken gelinin damadın ve eşlerin nerede olduğunu, yukarıda olduğunu biz orada onlardan öğrendik. Ben bilmiyordum işin ilk başında. Onlara kendi ifadesiyle yardım edin… Ben birebir de hatırlamasam da yani o anı. Ama oradaki insanların hepsi … General dahil herkes eşini sormuştu. Biz orada aramızdaki diyalog benim de ifademe yansıyan buydu. Şu anda orada kaç general var, hepsi aynı yerde miydi bilmiyorum. Sadece komutanımız ve … General ve civarındakilerse eğer ayrı yerde başka bir oturan varsa ben bilmiyorum. Orada herhangi farklı bir uygulama ya da başka bir şeye şahit olmadım. Yani başka bir odada başka bir general varsa binanın başka bir yerinde benim ondan haberim yok. Ama … General’in ve civarındaki herkese oradaki görüntülerdeki neyse o oldu. Öncelikle eşini soran bir tek … değildi. Yani diğer soranlara da yardım edildi. İkincisi de oradaki biz oraya komutanımız … General’i bize verilen emir orada kendiyle alakalı ve bütün Türkiye genelindeki üst düzey komutanlara bir terör saldırısı var diyerekten orada bulunduğumuzda bizim koruma başımız olaraktan başımızdaki bulunan komutanımızın … General’den aldığı emirler doğrultusunda kendinin oradan ayrılmasını, Ankara’ya gitmesini, helikopter bekletilmesini, hatta orada komutanın belli bir süre de zaman geçirdi ki helikopterin yakıt sıkıntısı var denilmiş kendisine sorunca. Tamam biraz daha oturayım, yakıt gelsin, yakıt problemi çözülsün. Ben ondan sonra ayrılayım. Ama o süreçte ben herhangi oradaki astsubaylardan bir tanesiyim. Komutanımız başımızdaki komutana ne emir verdi bilmiyorum, tamamen kendinin emniyetini alıp yani orada bulunduğu insanlardan bir tehdit mi algılandı, biz gelmeden önce ne yaşıyordu, aralarında ne konuşuluyordu bunlar benim vakıf olduğum şeyler değil. Ama komutanın emriyle o tedbirler alındı. Komutanın bölgeden emniyetli bir şekilde ayrılmasıyla beraber bizim insanlara alabilecek ekstra bir tedbir amacımız olmadığından dolayı tek komutanı korumakla oradan uzaklaştırmak saikiyle hareket edildiğinden dolayı geriye kalan insanlara da uygulamanın devam etmesinin bir manası yoktu. Biz koruma saikiyle hareket ettik. Komutanımızın da oradan ayrılmasıyla beraber herhangi bir tehdit kalmamıştı komutana yönelik diye düşündük. Verdikleri emirlerle buna göre hareket ettik.”
Tanık … Mahkemede; “… ile ilgili iddialar konusunda bilgim yok. 15 Temmuz gecesi sadece düğün bölümünde birlikteydik, tutuklama anında kendisini gördüm, onun haricinde bir daha birlikte olmadık. Düğün esnasında yaklaşık yanlış hatırlamıyorsam yirmi dört general vardı, hep birlikte derdest edildik. Ben onlardan ayrıldım, beni dışarıya götürdüler, dışarıda bir yerde beklettiler, beni yaklaşık iki saat civarında beklettiler, ondan sonra tekrar geri döndüm. Geri döndüğümde bir gördüm kendilerini yaklaşık bir on dakika civarı ardından tekrar ayrıldım. Beni Harp Okuluna götüreceklerini söyledi darbeciler, ben de Hava Harp Okulunda kalmasından dolayı aynı salonda … vardı ve … de vardı. … ve …’e birlikte gitmeyi teklif ettim. Ondan sonra onlar da hayır dediler ve biz çıktık, Hava Harp Okuluna götürdüler beni. …’la herhangi bir konuşmamız olmadı. Hepimiz kelepçeli vaziyetteydik. Sadece iddianamelerden okuduğum kadarıyla … hariç. … dışarıda elleri kelepçeli değildi, ben dışarıdan girdim diye ifade ediyor. Ama ben kendim dahil ellerim kelepçeliydi. Darbecilerin kelepçeleri çözün ifadesiyle birlikte bizim kelepçelerimizi çözdüler. Ne oldu da darbeciler kelepçeleri çözün diye bir talimat verdiğini tam bilmiyorum, ne olduğunu bilmiyorum ama kendileri kelepçelerin çözülmesini istedi ve ondan sonra gelip kestiler plastik kelepçeleri. Herkesinkini kestiler.”
Tanık … kollukta 31.12.2016 tarihinde bilgi alma tutanağı ile alınan beyanında; “…Muayenehanede en etkin hipnoz dersi öğreniyorduk. Yine dini örneklerle sohbet yapıyorduk. Ara sıra … ‘dan gelen istekler oluyordu. 6. Bölüğün sorumlusu Semih Koşucuoğlu, 5. Bölüğün sorumlusu … idi, ben 6. Bölükte olduğum için cemaatten bilgiler … tarafından iletiliyordu. 6. Bölükte benim dışımda… (Asım kod adlı) ile 5. Bölüğün sorumlusu … ile Semih Kuşucuoğlu tarafından tanıştırıldım… tarafından harp okulu 3. ve 4. sınıfta iken “KAPTAN” kod isimli … …’in İstanbul iline geleceğini ve öğrencilerle bir konuşma yapacağını ve herkesin mazeretsiz olarak katılması gerektiği söylendi ve biz okuldan ben,, …, … ve hipnodentist … A bu toplantıya katıldık. Toplantı tarihinde net olarak hangi ay ve günde yapıldığını hatırlamıyorum. Toplantıda … … bizlere “Bizim işimiz çok uzun soluklu bir iş, acele etmeyin ve kendinizi belli etmeyin. Askeriyede, maarifte, emniyet içerisinde, yargıda ve bunların en etkin yerlerinde yerimizi alacağız. En az 20-30 sonra harekete geçtiğimizde kimsenin yapacak bir şeyi kalmayacak zaten” dedi. … … ile başkaca karşılaşmam olmadı….Semih Koşucuoğlu tarafından tarafımıza iletilen talimatlardan biri olan öğrenci alım sınavlarında Nur talebelerine yardım etme hususunu kul hakkına girdiği için ret etmemden dolayı Semih Koşucuoğlu bana “Bu sınavda Nur talebelerine yardım etme konusu gayet normal, imansız kişiler gireceğine imanlı kişiler girsin, hatta … arkadaşımız da bu şekilde okula girdi” dedi…İlerleyen zamanda okuldan mezun olacağımız sırada Semih Koşucuoğlu şahsıma Kaptan kod isimli … …’in her dediğini yapar mısın demesi üzerine ben de kendisine “Uygun gördüğümü yaparım, görmediğimi yapmam, ancak üzerinde herhangi bir şey düşünmüyorsam Kaptan benden daha iyi düşünüyor diyerek yapabilirim” dedim. Bu konuşmanın akabinde yukarıda belirttiğim sebeplerden dolayı cemaatteki arkadaşların benden uzaklaştığını, cemaat içerisinde “… çok tehlikeli bir adamdır, sakın ona yaklaşmayın uzak durun” şeklinde telkinde bulunduklarını yaklaşık 6 yıl sonra İzmir Hava Teknik Okullar Komutanlığında aynı birlikte görev yaptığım …’ten öğrendim. Benimle aynı binada ikamet eden (ben 2. katta, … 4. katta) okul arkadaşım …’in evinde …, …, … ve …sohbetlere giderken benden çekindikleri için bana gözükmeden evine geldiklerini … bana söyledi.”
Mahkemede; “…’u Hava Harp Okulu’nda 1982-1986 yılları arasındaki dönemde devre arkadaşım olması nedeniyle tanırım. Kendisi o dönem nur cemaati olarak bilinen yapıda 5. Bölüğün sorumlusu idi. 6. Bölüğün sorumlusu ise Semih Koşucuoğlu idi. Semih Koşucuoğlu’ndan öğrendiğim kadarıyla … 5. Bölüğün sorumluluğunu üstlenmişti. Benim … hakkındaki bilgilerim yalnızca harp okulundaki döneme aittir. Ben zaten 86 yılında bu yapı benimle olan irtibatını kesti.
Tanığa talimat evrakına ekli 31/12/2016 tarihli okunup soruldu: Bu ifadem doğrudur. Aynen tekrar ederim. Şimdiye kadar yazılı olarak vermiş olduğum tüm ifadelerim doğrudur, hava harp okulu 3. sınıfta iken … Kaptan ismi ile hitap ettiğimiz … …’in İstanbul’a geleceğini ve askeriyede bulunan öğrencilere bir konuşma yapacağını söylemişti. Bu toplantıya benimle birlikte … da katıldı. Kendisi dini hassasiyetleri olan bir kişiydi. Ben bu yapı ile ilişkimi kestikten sonra da kendisinin örgüt ile irtibatını devam ettirdiğini biliyorum. Başkaca bir bilgim görgüm yoktur.”
Tanık … Mahkemede; “15 Temmuz gecesi düğünde beraberdik. Birlikte derdest edildik Aynı oda değil, salon ortasına hepimizin ellerimizi arkadan olacak şekilde kelepçelediler. Sırayla oturduğumuz odada tek tek böyle alarak rütbe sırası gözetmeksizin hepimizi ellerimizi arkadan bağlayıp oturduğumuz, bulunduğumuz odanın salon orada bir koridor gibi bir yer var, oraya yatırdılar hepimizi. Daha sonraki odalarda bekletme işini hiç hatırlamıyorum. Yani en son kalktığımda beni bir odaya götürdüler. Odanın içerisinde de 5-6 kişi vardı. Bunların içerisinde de … vardı. Ben onu hatırlıyorum. …’la o gece aramızda hiçbir konuşma geçmedi. … kelepçesiz olarak şöyle ki benim yanımda beraber oturuyorduk yan yana oturuyorduk zaten. Tuvalet ihtiyacı olduğunu belirttiğinde tuvalete gitmek için yanlış hatırlamıyorsam kelepçesini çözdürdü öyle çıktı. Ben de çıktım çünkü. Bende çıktım, benim de kelepçelerimi çözdüler. Geldiğimde birileri kelepçeleri iki defa gitmiştim, sıkışmıştım çünkü. İkincisinde ellerinde yeteri kadar kelepçeleri kalmadığı için kelepçelemediler. Muhtemelen …’unki de öyle olmuştur. …’un uzun süreli odadan ayrılması olmadı, o gece aramızda hiçbir konuşma geçmedi. Kelepçesini çözdürürken gitmek istediği yeri, tuvalete gitmek istediğinde ceketine de zarar verdiklerinden ‘Ne yapıyorsunuz, ceketimi keseceksiniz’ diye çıkıştı onlara hatta. Bizim bulunduğunuz odaya gelip TSK yönetime el koydu, Genelkurmay Başkanı bu işin içinde, kuvvet komutanları iknaya çalışılıyor şeklindeki sözleri duymadım. Ellerimizi kelepçeleme veya çözme konusunda bir ayrıcalık hiçbir kişiye ayrıcalık yapmadılar. Hepimizi ters bir vaziyette kelepçeleyip dışarıya koridora götürüp yatırdılar. Çözülmesi anlamında da hepimizin elleri kelepçeli olarak yerden kaldırıp kaldırıp götürüyorlardı. Ben de beni kaldırdıklarında da beni de götüreceklerini zannettim ama ilk toplantı yaptığımız odaya götürüp koydular beni, kelepçeli olarak o sandalyede oturuyordum. Darbecilerin kendi aralarında konuşurken duyduğum çok önemli bir yere yetişmeleri gerektiğini ve helikopterlerin yakıtlarının da azaldığını belirterek bizi oradan başka bir yere götüremeyeceklerini belirtiyorlardı, kendi aralarında öyle konuşuyorlardı. Sonrasındaki olayları değerlendirdiğinde de yetişmeye çalıştıkları yerin Atatürk Havalimanı olduğunu değerlendirdim. Sonraki gün haberlerde bilgiler ve gazeteden bir şeylerden öğrendiğimizde.”
Tanık … Savcılıkta; “Halen Ahlatlıbel Hava Radar Mevzi Komutanlığında astsubay olarak görev yapıyorum. 15/07/2016 tarihinde ben yıllık izindeydim. Memleketim Tokat Turhal’daydım. Olayı basından öğrendim. Eski MSB Müsteşar Yardımcısı Tümgeneral …’un emir astsubayı olmam nedeniyle menfur olayı İstanbul’daki Moda Düğün Evinde düzenlenen düğünde olması nedeniyle bilgi amaçlı bu denli büyük olayı bildirmek istedim. Olay gecesi basına intikal eden yenişafak.com adresinde yayınlanan videoyu ve yine basına intikal eden MSB’de görev yapan emir astsubaylarının kurmuş olduğu whatsapp grubundan paylaşılan darbeci askeri kanaat tarafından hazırlanan atama listesini kendisine gönderdim. Bu listeyi kendisine göndermem için bir talimatı yoktu. …’un darbe girişimine iştirakinin olup olmadığına dair bir bilgim ve görgüm yoktur. Bu yönde de bana bir talimat vermedi. Benim olayla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.”
Mahkemede; “15 Temmuz günü ben de yıllık izinliydim, komutan işte düğündeydi. 15 Temmuz günü hatta bir hafta öncesinde bayram izni vardı. Ben bayram izniyle birleştirmiştim. Uzaktaydım yani Tokat Turhal’daydım. Bu hain darbe olduğunda bizim ESB WhatsApp grubumuz vardı, oradan birtakım bilgiler gelmeye başladı. işte yok Genelkurmayda bir hareketlilik varmış yok işte uçaklar tatbikat falan diye bilgiler gelmeye başladı. Daha sonra ben de işte bazı bilgileri komutan düğünde olduğu için mutlaka bilmesi gerekir diye gelen WhatsApplardan bazılarını gönderdim, işte Yeni Şafak gazetesine düşen bir haberi paylaştım, atama listesi vardı onu gönderdim. Atama listesini göndermeden önce kimler var kimler yok diye mutlaka baktım. … var mıydı listede görmedim…Mesajda bunları gönderdikten sonra ondan bana bir dönüş olmadı…Sadece şey oldu tam şey yapamıyorum ama daha sonra mı görüştük tam hatırlayamıyorum bir kere görüştük burası hani karışık biraz şey öyle bir görüşmemiz oldu sanki. FETÖ ile bağlantısına veya darbe girişimine katıldığına ilişkin hiç bilgim yok, ben hatta dönüşlerini de ayarlamak için yani uçakla dönüşlerini araba ayarlamak için aramıştım. Hani … Hanım ne zaman gelecek, ne olacak, siz ne zaman geleceksiniz diye ben de işte Genelkurmayı arayıp araç tahsis ettiriyoruz yani öyle bir görüşmemiz oldu. Onun için o maksatla aramıştım. Bunun dışında bir görüşmemiz olmadı. Ben aslında onların hiçbirinin varlığını bilmiyorum yani bana WhatsApp grubundan gelen bir mesajı ben direk hâkimler savcılar atama listesi var mı yok mu onları da bilmiyorum yani geldi bir liste hani ben de her türlü biz bilgiyi komutanla paylaşmamız lazım yani bilgilendirmek için ben gönderdim. Listenin mahiyetini bilmiyorum ben detayını.”
Tanık … Mahkemede; “15 Temmuz gecesi sanıkla Moda Deniz Kulübünde düğünde beraberdik. Beraber derdest edildik. Aynı odadaydık. Gece boyunca aynı odada bulunduk, tuvalete gidiş çıkış anımız ben bir tuvalete gidiş çıkış anım oldu. Diğer arkadaşlardan da tuvalete dışarıya girip çıkan oldu. Onun dışında odada hep beraberdik. …’un da bir ara dışarı çıktığını hatırlıyorum ama lavabo için çıkmış olabilir. Odaya konduğumuzda ellerimiz kelepçeliydi, zaman olarak tam net olarak bir şey söyleyemiyorum. Daha önceki ben kendi ifadelerimde iki civarı diye söyledim ancak eşimin bana derdest edildiğimiz sırada gönderdiği bir mesaj var. Eşimin telefonu üzerinden bunu incelediğimizde muhtemel bir buçuk civarında falan çözülmüş olabilir diye bir değerlendirme yapıyorum. Kamera görüntülerinde net olarak belli olur diye düşünüyorum. …’ın odaya girdikten sonraki bölümde bizim ellerimiz çözüktü. Biz yaklaşık dört, altı veya yedi kişi odaya alınmıştık. Benimle beraber Tümgeneral …, Tuğgeneral …, Tümgeneral …, Tümgeneral …, bir de Hava Kuvvetleri Komutanımızın özel sekreteri Binbaşı Mesut Gülmüş ve Hava Kuvvetleri Komutanımızın emir subayı ismini Temel Karagöz olarak hatırlıyorum. Onlar da bizimle beraber ellerimiz arkadan kelepçeli olarak odaya alındık. Bir süre odada bu şekilde tutulduk. Ta ki ben bu bizi derdest eden askerlerin başındaki birisi ellerimizi arkadan çözdürdü ta ki ben ellerimiz önden kelepçelendi. Plastik kelepçeyle. Hatta yeterince plastik kelepçe ellerinde olmadığı için Hava Kuvvetleri Komutanımızın emir subayı ve özel sekreterinin ellerini ambalaj bantlarıyla önden bağladılar. Bir süre sonra isimlerimizi sordu o ekibin başındaki. Biraz daha bekledik, ondan sonra çözün dedi. Ellerimiz çözüldü. Ben bu şekilde hatırlıyorum efendim. Yani hatırladığım olaylar bunlar.
…O gece gelip de TSK yönetime el koydu, bizimle misiniz değil misiniz şeklinde bir konuşma yapan oldu, … odaya geldi, benim sol tarafıma yanıma oturdu. Ben masanın uzun tarafında oturuyordum. …, … ve …’ın masanın kısa tarafında benim sol tarafımda biraz uzakta olduklarını hatırlıyorum. … da karşı tarafımdaydı. Yanımıza geldi bir grup olarak yönetime el konulduğunu, Genel Kurmay Başkanı’nın desteklediği, Kuvvet Komutanları’nın da o anda ikna edilmeye çalışıldığını söyledi ve bu kapsamda “Görevlerde verilebilir, eğer kabul ediyorsanız görev yerinize gider beklersiniz, kabul etmiyorsanız gider evinizde beklersiniz” dedi. Ta ki ben, bana doğru döndüğünü ben hatırlıyorum. “Var mısınız, yok musunuz?” diye sordu. Ben yokum tabi, …’ı yaklaşık 17-18 senedir tanıyorum. Böyle bir şey duyduğumda bir şok oldum. Zaten gece boyunca yaşadığımız bir sürü şok var. Bir de …’dan bunu duyduğum zaman o da bir şok yarattı. Önce bir şaşkınlık yaşadım, ne oluyoruz diye. O şaşkınlığın arkasından “Bu da nereden çıktı?” diye bir laf söyledim. Sonra da var mısınız, yok musunuz diye sorunca o şaşkınlığın arkasından “Ben yokum, gerekirse yarın gider istifamı veririm” diye bir tepkim oldu. Diğer arkadaşlara da yüzünü döndüğünü hatırlıyorum ama diğer arkadaşların ne cevap verdiklerini hatırlamıyorum çünkü o şokun etkisiyle sadece karşı tarafımda bulunan … General’in “Ya bu nereden çıktı, olur mu böyle saçma sapan şey” şeklinde ona benzer bir ifadesini hatırlıyorum. O şokun etkisiyle …’un ne cevap verdiğini hatırlamıyorum.
…Odadan dışarı çıkış sırasında ben de mesela tuvalet için dışarıya çıktığımda kelepçelerimiz çözülmüştü. Yani …’un da dışarıya çıktığı sırada muhtemelen kelepçeleri çözülmüş olabilir. Ellerimizi kelepçeleme veya çözme konusunda herhangi birimize bir ayrıcalık yapılmadı, ben öyle bir ayrıcalık görmedim.”
Tanık … Savcılıkta; “…1987 yılında Malatya Ana Jet Üs Komutanlığı (7. Ana Jet Üs Komutanlığı) 173. filoya tayin oldum. Burada istihbarat subaylığı görevini ifa etmekteydim Ben görevimi yaparken bulunduğum üs komutanlığına … ve Hakan Evrim de tayin olarak geldi. 172. filoda … ve Atilla Dağrendeli (Diyarbakır’da tutuklandığını duydum) görev yapmaktaydı. Bu dönemde ben evliydim diğer arkadaşlar bekardı. … bana dini konularda bilgiler vermekteydi.

1996 yılında Hava İstihbarat Okulu İKK (İstihbarata Karşı Koyma) Ders Grup Amirliği görevine atandım. İzmir ilinde görev yaptığım bu süreçte devrem olan … beni İzmir ilinin Bornova ilçesinde bulunan Yamanlar Kolejine götürdü. Kolejin üst katında önce … ile ikimiz oturduk. Sonrasında odadan çıktık, koridorda … beni … … Cemaatinin Hava Kuvvetlerinden sorumlu olduğunu (sonraki yıllarda) değerlendirdiğim … ile tanıştırdı. Aramızda selamlaşmanın ötesinde bir sohbet olmadı. Bizim gittiğimizde … … sohbet yapıyordu. Sohbete dahil olduk ve grubun arkasında bir yerlere oturduk. Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduğumuz için sohbet ortamında dikkat çekmemek için çok fazla kalmamızı istemediklerini algılamıştım. Sohbet bitimi kalktık, salondan çıkarken sonradan (2000’li yıllarda) Adil olduğunu anladığım kişi ile … vasıtasıyla metafizik ile ilgilidir diyerek tanıştırıldım. Kendi çevremde arkadaşlarım arasında (Semih Koşucuoğlu, …, …, …, …, …) Adil olarak bildiğim kişiyi (Ado) (Mado) (Dondurma) gibi isimlerle anıyorlardı. Bu kişinin soyadının … olduğunu 15 Temmuz darbe girişiminden sonra öğrendim. Benim FETÖ/PDY terör örgütü eski ismiyle … … cemaati ile tanışıklığım bu şekilde … isimli arkadaşımın vasıtası ile tahminim 1996-1997 yıllarında olmuştur. 1997 yılında Teknik Okullar Komutanlığına Akademiden mezun olarak Mesut ÜLKER geldi. Kendisinin konuşmalarından ve hareketlerinden … … cemaatin içerisinde olduğunu anladım. Kendisi bana “Şaban’ın Selçuk’u” şeklinde hitap etmekteydi.

2005 yıllarında Hava Kuvvetleri İstihbarata Karşı Koyma Şube Müdürlüğü görevini yaparken “… ve … teğmenin … ile ilişkisi vardır” bilgilerini içeren tahminim 1997 yılında tanzim edilmiş bir MİT raporu gördüm. Bu dönemde de … Hava Kuvvetleri tarafından takip ve kontrole alınmıştı.

…: Tümgeneral rütbesindeydi. Milli Savunma Bakanlığında görevliydi. Cemaatin içerisinde etkin olduğunu biliyorum. Küçük yaşlarda cemaat ile irtibatlı olmuş. Benim de cemaatle tanışmama vesile olan kişidir.”
Mahkemede; “…’un şu anda neyle yargılandığını falan bilmiyorum. Sadece gazetelerden tutuklandığını okumuştum. Ben lise yıllarında ondan bir sene önce mezun olmuştum. Kendisi 82 yılında mezun olmuştu. Harp Okuluna aynı yılda girdik, 82 yılında. 86 yılında mezun olduk. Ve aynı liseden Eskişehir’de mezun olduk. Dolayısıyla bu yıllardan itibaren kendisini lise yıllarında çok uzaktan tanıyordum, Harp Okulunda devre arkadaşı olarak tanıyorum. Harp Okulundan sonra 86 yılında da İzmir Teknik Okullarda İstihbarat Subay Temel Eğitimini beraber aldık. Bu İstihbarat Temel Eğitimi sırasında ben kendi özgür irademle dinimi öğrenmek için namaz kılmaya başladım. … “Böyle açıktan namaz kılma, sıkıntı olur” diyerek bana yaklaştı. Ve bundan sonra da benle ilgilenmeye başladı. Teknik eğitim kursunu bitirdikten sonra 87 yılında tayin oldum. Kendisi Eskişehir’e tayin oldu. Daha sonra ben Malatya’da görev yaptığım süre zarfında tekrar pilotaj muayenesine çağrıldım fakat boyundan elediler beni. Block vertebra var diye. Sonraki senelerde bende block vertebra olmadığını, boynumda bir kırık olduğunu, bunun da uçuşa engel olmadığını gene Hava Hastanesinde ileriki yıllarda öğrendim. Bundan sonra … arkadaşımız gözden elenmişti daha önce, sorunu bilmiyorum. Bu aşamadan sonra … pilotaj eğitimine girerek pilot oldu ve Eskişehir’e atandı. Ondan sonra da tekrar ilişkimiz Malatya’ya dönmesiyle devam etti. Malatya’ya dönüşü de 93 yılından bir süre önceydi. Yani kaç yılında geldi bilmiyorum ama yaklaşık 92 yıllarında Malatya’da kendisiyle aynı filoda çalıştık. Bu süre zarfında bana … …’le ilgili kitaplar verdi, ufak kitaplardı. Fakat ismi yazmıyordu. Abdulfettah Şahin gibi isimler yazan kitaplar verdi. Bunları okudum, bu süre zarfında dini eğitimimle ilgili konularda ilgilendi. Bunun dışında da diğer sosyal sorunlarım veya sosyal ilişkilerimle ilgili de yakından ilgilendi. Daha sonra tam tarihini net olarak hatırlamamakla birlikte 96 yıllarında beni gene İzmir’de diye hatırlıyorum. İfadelerimde daha önce vermiştim. İzmir’de Yamanlar Koleji’ne götürdü. Burada beni bazı kişilerle tanıştırdı. Bunlar da ifademde açık şekilde vardı. … diye bir şahısla tanıştırdı. …’ın o anki pozisyonunu bilmiyordum ama daha sonra anladığımda Hava Kuvvetleri personeliyle ilgilenen en üst düzeydeki şahıs olduğunu anladım. Şimdi orada benle ilgilenmişti. Daha sonraki yıllarda efendim, bundan sonra tabi 20 yıllık bir süreç geçti. 20 yıllık süreç içinde yani bu kişinin bu havacı personelle ilgilendiğini anladım. Bu 20 yıllık süreç zarfında anladım. Bu arada aynı şekilde …’le beni aynı ortamda şöyle oldu. … … bir sohbet yapıyordu, biz girdik içeriye. Büyük bir salonda, arka tarafta bir yerlere oturduk. …’la beraberdik, zaten … götürmüştü beni, tanıştıran …’tu. Ondan sonra o sohbette biz arkalarda oturup çıktıktan sonra … de orada dolaşıyordu. …’le de beni tanıştırdı. Ben biraz metafizikle ilgili konulara ilgim olduğu için bu senin ilgi duyduğun alanlara sahip bir kişi diye beni tanıştırdı. Fakat …’ü uzun süreler yani gene ifadelerimde var. Daha uzun süreler sonra başka ortamlarda karşılaştığımı ifadelerimde ifade ettim. Fakat … o zaman benim yine anladığım kadarıyla bu süreçler zarfında Hava Kuvvetlerinde etkili bir konumda değildi o esnada. Daha sonra ben İzmir’e tayin oldum. Yani İzmir’e tayin olduğum dönem 93 dönemi. 98 yıllarına kadar orada kaldım. Muhtemelen bu süreç zarfında olduğunu tahmin ediyorum. Şaban arkadaşımız da o ara İzmir’e geliyordu ve ilişkimiz devam ediyordu. Fakat örgütsel olarak faaliyetimiz olmuyordu, sadece birebirde veya birkaç arkadaş ortamı şeklinde, sohbetler şeklinde kendi içimizde oluyordu. Diğer sivil kişilerle bir irtibatımız 93 yıllarına kadar yoktu. Yani bu anlattığım 96 yılından sonra benim tanışmamdan sonra sivil kişileri tanımaya başladım. Bundan sonraki serüvenimiz ben akademiye girdim. … 90, ben 2000 yılında mezun oldum, … benden, yani 2000 yılında mezun oldum, 98 yılında kazandım. 98 yılında girdiğimde … akademiden mezun olmuştu. Fakat şöyle bir şeyimiz olmuştu. Biz akademiye çalışırken Şakir dediğimiz bazı dökümanlar vardı. Bunları kendileri daha önce çalıştıkları için bu dökümanları bize vermişlerdi. Bu dökümanlara çalışıyorduk ve akademiye girmemiz içinde kendileri bana telkinlerde bulunuyordu. … akademiye girmemiz konusunda da telkinlerde bulunuyordu. Bu telkinlere uyarak ben de çalışarak işte en sonunda üçüncü hakkımda akademiye girdim. … birinci hakkında girmişti. Benden de iki sene önce mezun olmuştu. Yani ben akademiye gittiğimde … akademide değildi. Akademiden mezun olduktan sonra, bu akademi esnasında da İstanbul’da … kod adlı, ifademde var. İsimlerini daha sonra buldum. Bu … kod adlı Cengiz Aktay ve bir kayınbiraderi vasıtasıyla beni bir eve sokuyordu. Bu Çamlıca’da bir evdi. Çamlıca’daki ev …’ün kayınpederinin veya babasının olabilir. Oturduğu evmiş. Bu evin en üst katında … isimli şahısla görüşüyorduk. Yani 2000’li yıllarda ben hep … isimli şahısla tanıştırıldım ve onla ilişkimiz devam etti. 2000 yılından sonra da Ankara’ya tayin oldum. Ankara’da da gene beni yalnız bunlar tabi …’la ilgili değil efendim. İfadelerimde var isterseniz …’la ilgili kısımları anlatayım. Bu evde …’ta olup olmadığımı hatırlamıyorum ama büyük ihtimalle, yani hatırladığım kadarıyla bu İstanbul’daki evde de … isimli şahsın bulunduğu ortamlarda daha sonra da oraya şey gelmişti efendim. Ondan sonra görevlendirdikleri kişi de …, Kemal Batmaz’dı. Yani … isimli şahıstan sonra da Kemal Batmaz bizle ilgilenmeye başladı. Muhtemelen bu evde ben …’la olduğumu kesin olmamakla birlikte hatırlıyorum. Ondan sonra İstanbul’a, Ankara’ya tayin oldum. 2000 yılında. 2000 yılından 2006 yılına kadar Ankara’da istihbarat görevlerinde bulundum. … arkadaşımız da bu süre zarfı içinde Hava Kuvvetlerinde görevliydi. Görüşmelerimiz oluyordu. Fakat görüşmelerimiz artık birebir şeklinde kendisiyle oluyordu. 2006 yılından sonra ben akademiye öğretim üyesi olarak atandım. …’la ilişkilerimiz gene ara ara oluyordu. 2010 yılında Eskişehir’e tayin oldum. 2012 yılında Eskişehir’den ayrıldım fakat bu süre zarfında Eskişehir’e tayin oldum, Eskişehir’deki amirim, bir yıllık amirim …’tu. Yani …, devre arkadaşım benim bir sene amirliğimi yaptı. Tuğgeneral rütbesinde. Burada da ben Eskişehir’de ilişki kurduğumuz kişi vardı. … kod adlı. Onun ismini de ben Konya ifademde buldum. Şu anda ismini hatırlamıyorum, Konya’ya verdiğim ifademde açık ismi var efendim … kod adlı kişinin. O kişiyle …’la görüştüğümü bir sefer falan görüşmüş olabilirim. Fakat o kişinin …’u, …’un da onu tanıdığını konuşmalarımız esnasında anladım. Yani o kişiyi tanıyordu …. Ya da beraberde olmuş da olabiliriz, onu çok net hatırlayamıyorum. Ondan sonra ben İstanbul, Eskişehir’den Ankara’ya tayin oldum. Eskişehir’den Ankara’ya tayin oldum. Ankara’da iki sene Hava Kuvvetlerinde görev yaptım. Bu süre zarfından … Eskişehir’deydi. Ben bundan sonra çeşitli serüvenlerim oldu. Yani 2006 yılından sonra üstümde bir baskı başladı, bu terör örgütü tarafından. Şöyle bir şey. Bir evrak sızdırıldı. Bu evrakın sızdırılmasını ben yapmışım gibi basına veya her yere yayınlandı. Karargah Evleri İşçi Partisi evrakıydı. Bu örgüt tarafından bize MİT’ten gelen bir evraktı. Fakat daha sonra örgütün de bu işin içinde olduğu basında çıktı. Yani evrakı MİT hazırlamıştı normal şartlarda. MİT’in bir evrakı başka kişilerin bilgisayarlarında bulundu. Daha sonra İşçi Partisi Karargah Evleri konusundaki sıkıntılar benim üstüme atılmaya çalışıldı. Yani nedeni benim gene tahminlerime göre bu evrakı birileri sızdırıyor, başkalarından çıkıyor, evrakın sızdığı anlaşılıyor. Kendi sızdıran kişilerini korumak için beni ön plana atarak kendi adamlarını korumak için yaptılar. Ben İstanbul’a birkaç kere ifade verdim. İstanbul’a bu Ergenekon, Balyoz süreçleriyle ilgili ifademde … diye bir kişinin bilgisayarına, yarbayın bilgisayarına konuyor. … bilgisayarında gene PDY terör örgütü, yani … Terör Örgütünden kişilerin odasını kullandığı ve kimlerin o odayı kullandığı falan belli oluyor. Ben bunların tam bir parçası olamadım. Yani ben bunların sonradan iltisaklı diyeyim veya bunların bir parçası olamadım. Bunlarla ilişkim başladı ama bunlar beni tam içlerine alamadılar. Ben de onların içlerine tam giremedim, onların istediği gibi bir kişi değildim, dediklerini yapmıyordum. Ve onlara herhangi bir bilgi, belgede de yardımcı olmuyordum. Yapılması gereken şimdi ben istihbaratta çalıştığım için şöyle yani belli kişilere sicil veriyorsunuz veya sert davranıyorum veya bir evrakla ilgili yapılması gerekenleri yaptığımda dolaylı, bu ilişkili kurduğunuz kişiler tarafından ya bu böyle olmuş, bu arkadaşımız aslında iyi birisi, sicili böyle düşürülmemeli veya işte bu evrak aslında böyle böyle, şöyle yapılmamalı gibi telkinlerde bulunuyorlardı. Ben bunları kabul etmedim, evrakta kanuni olarak ne yapılması gerekiyorsa bilgi, belgeler doğrultusunda ben ona göre işlem yapıyordum. Başka şeyleri benim önüme gelmemişti fakat bizim kayıtlarda …’un 86’lı yıllarda MİT tarafından …’la ilişkisi olduğuna dair bir belge vardı. Ben oradayken öyle bir belge vardı. Fakat uzun yıllar olduğu için evrak arşivde paslanmış şekilde duruyordu. O evrak 2006’lı yıllarda gelmiş efendim. Yani 2006’lı yıllarda ben gittiğimde oralara 2014’lü yıllardı. Dolayısıyla ben 2014’lü yıllarda gördüm o evrakı. Efendim, pardon. Şöyle …’a işlem yapılmış, kendisi bizim sakıncalı ve şüpheli personel diye nitelendirdiğimiz bölümler vardı. Yani bir kişi hakkında ya sakıncalı diyorduk ya şüpheli. Sakıncalı biraz daha güçlü belgelere sahip, şüpheli biraz daha azdı. …’u yaklaşık tam hatırlamıyorum ama birkaç sene takip etmişler, sakıncalı şüpheli personelden de en son kaç yılında olduğunu hatırlamıyorum ama düşürmüşler. Yani kurum …’u uzun süre takip etmiş. Evrakın sızdırma kısmında dolayısıyla bundan sonra da beni Hava Kuvvetlerine Abidin Paşa gönderdi. Bir önceki Hava Kuvvetleri Komutanı. Bu ara ikinci senemde … Paşa geldi Hava Kuvvetlerine. Dolayısıyla …’le ben bir sene çalıştım. İkinci senede beni 3. Hava İkmal Bakım Merkezi Ankara’ya tayin ettiler. Burası benim sınıfımın dışında zorunlu bir tayin gibi bir şeydi. Yani sınıfımın dışında bir yere geldim. Bir sene de burada çalıştıktan sonra 2015 yılında da tekrar Eskişehir 1. Hava İkmal Bakım Merkezine tayin ettiler. Burası da benim sınıfımın dışında bir yerdi. Dolayısıyla darbe olduğu gün ben Eskişehir’de kurmay başkanıydım. Birliğimde herhangi bir olay, herhangi bir şey yok. Birliğimde askerler de var, silahlar da var. Herhangi hiçbir olay yok. Ben de 45 günlük emeklilik iznindeydim darbe olduğunda. Bu periyot zarfında da gene …’a dönersek ara ara görüşmelerimiz oldu. Bunlar bireysel görüşmelerdi. Aileseldi ya da birebir de makam odasında oldu. Ben bu MİT tırları olayından sonra Ergenekon Balyoz süreçlerinde hatalar yapıldığını, bu işlerin yanlış olduğunu, böyle yapılmaması gerektiğini her fırsatta görüştüğüm kişilere ve … arkadaşımıza da söyledim. Yaklaşık son dönemde de yani 2013 yıllarından sonra da 15 yıllarından sonra da bende tasavvufa karşı bir eğilim başlamıştı. Bu alanlarda çalışmalara, okumalara başlamıştım. Ve bunda … arkadaşımıza 2015 yıllarında bu tür şeylere ilgi duyduğumu, artık yakın çevremin bu tür kişilerden olduğunu ve diğer … … grubunun veya terörist grubuyla ilişkimi 2015 yıllarından itibaren yavaş yavaş yavaş koparmıştım. Ancak onlardan kopmak çok kolay olmuyordu. Çünkü güçlüydüler, istihbaratta çalışmam meselesiyle bazı şeylerini görmüştüm ve bunlardan korkma diyeyim, çekindiğime diyeyim irtibatımı tam olarak kesemedim. Ancak ilişkilerimi en altı düzeye indirdim. Ve bu düşüncelerimi de … arkadaşımıza 2015 yılıydı yanılmıyorsam anlattım. O da 86 yıllarda … …’le görüşürken veya daha önceki yıllarda, lise yıllarında bu tür alanlara ilgi duyduğunu, birisinin kendisinle ilgilendiğini, bunu … …’e söylediğini, onun da bizim işimizin hizmet olduğunu, bu işlerin daha sonra olabileceğini, şu anda böyle bir şeyin olmasının mümkün olmadığını, biz kendi işimize bakacağız şeklinde bir şeyler anlattı bana. Bağlantıyla ilgili değil efendim, şöyle yani ben artık başka şeylere ilgi duyuyorum. Bu … Terör Örgütüyle ilgili bu kişilerden hoşlanmıyorum, fakat bunlarla bağlantımı koparamıyorum konusunu izah etmek için anlattım. Yani o yıllarda, lise yıllarında …’a … … diyor ki yani tasavvuf gibi konular bizim işimiz değil, bizim işimiz hizmet diyor. Yani bu konulara girmeyin diyor. Ya o da bana bunu söyledi. Fakat kendisi bana gir, girme veya şunu yap, bunu yap gibi telkinlerde bulunmadı. Darbeyle ilgili bana tanıştığım veya görüştüğüm o andaki kişiler … tarafından da herhangi bir şey söylenmedi. Darbeyle ilgili hiçbir şey söylenmedi. Fakat tam tarihini hatırlamıyorum ama yani 4-5 yıl önce falan böyle bir şeyler söyleniyordu. Yani ben de bu işlerin yanlış olduğu, bizim askerlerin işinin darbe olmadığını yani falan gibi sözler yani darbe bizim askerlerin işi olmadığını …’la hiç böyle bir konuşmamız geçmedi efendim. Yani … bana bu konularda hiçbir şey söylemedi. Örgüt tarafından da bana hiçbir şey söylenmedi. Yani ifadelerimde bu şekildeydi, biraz tarihlerde şey oluyor efendim. Ama onun dışında yani çünkü ileri geri otuz yıllar geçmiş yani olaylarda. Orada da kusura bakmayın yani. Şimdi efendim bizim …’la görüşmelerimiz şöyle oluyordu. 2000 yılından sonraki görüşmelerimiz genelde arkadaşlık boyutunda oluyordu. Fakat örgütsel olarak da tabir edebileceğimiz şeyler, yani günlük faaliyetler olması gerekenler konusunda görüştüğümüz konular da oluyordu. Fakat … tarafından şunu yap, bunu yap, böyle yapılsın ya da böyle olmalıdır gibi direktifler olmadı. Ha bir de şunu arz edeyim. Burası önemli olduğunu söylüyorum arada unuttum. 2000’li yıllarda …’un örgütle bir sorunu olmuştu. Yani ne olduğunu ben bilmiyorum. Örgütten biraz uzaklaştırılmıştı. Örgütten biraz uzaklaşmıştı. Dolayısıyla … da örgütün bazı şeylerini yani benim benimsemediğim konuları o da benimsemiyordu. Örgütün hatalarını söylüyordu diye düşünüyorum. Bundan dolayı kendisinin örgütle bir sıkıntısı olmuştu. Aslında … da ben bu olayların yanlış olduğunu söylediğimde yanlış olduğunu bana bakışları ve ifadeleriyle tasdik ediyordu. Yani örgütle arası çok çok iyi değildi belli dönemlerde. Bu 2000’li yıllarda. Sadece …’le görüştüğünü, bu konuların şu anda uygun olmadığını, yani bizim işimizin hizmet olduğu şeklindeki konuda kendisi onay verdi. O anlattığı bölümler doğru. Fakat bir silahlı kuvvetleri şahsının buraya girmesi uygun değildir gibi cümleler olmadı. Ama diğer bölümler doğru. Ben mahkemenizi de saygıyla sevgiyle arkadaşlarımızı yapıyorum. Saygıyla selamlıyorum. Efendim bir de şunu söylemek istiyorum. Ben burada konuşurken Türkiye Cumhuriyeti bu şehitler adına konuştum. Bildiklerimi ben ifademi şöyle yani ben konuşmamın şuydu, ben …’la arkadaşımında onu bekliyorum. Yani gerçekleri, doğruları söylesin. millet ondan sahip çıkıyor, Türk devleti sahip çıkıyor. Konuşanın arkasındalar, ufak tefek idari hatalar oluyor ama onlar da çok önemli değil. Böyle bir işlemler oldu, doğruyu söylesinler, çoluğu çocuklarını perişan etmesinler. Ben bunu söylemek istiyorum. Ben arkadaşımı hala seviyorum. Yani ailesini seviyorum, onlarla herhangi bir şeyim yok, dostluğunda, arkadaşlığında her acil durumumuzda”
Tanık … Mahkemede; “O gece düğüne katılan bütün generallerle birlikteydik. Şaban da vardı aralarında. Biz Şaban’la aynı odada değildik. Biz …, … ve … ile aynı odada dört kişiydik. … yanımıza geldi. Saat üçe doğru veya iki buçuk sularında, saati tam hatırlamıyorum. İkili bir konuşma olmadı. Orada biz dört kişi oturuyorduk, o da geldi boş koltuğa oturdu yanımıza. Arkamızda bir asker vardı, silahlı asker. Zaten çok az kaldı odada, iki üç dakika kaldı. Yani odasına bir zannediyorum … generalin geldiğini ve onlara darbe olduğunu söylemiş. Ben de hatta dedim biz ne olacak bizle ilgili bir şey var mı falan, biz de geri görev yerimize dönecekmişiz dedi. Benim duyduklarım bu kadar. O asker dinliyordu böyle, sıkıntı olmasın diye ben onu takip ediyordum. Çok da yüksek sesle konuşmadığı için başka bir şey söylendiyse de ben duymadım. Geldiğinde elleri kelepçeli değildi. Bizim ellerimiz kelepçeliydi. Sonra arkadaki asker de herhalde onu görünce çıktı odadan birileriyle konuştu geldi sanıyorum. Onu görmedim ben de. … odaya geldiğinde bu hareket zulme karşı yapılan bir hareket, var mısınız yok musunuz şeklinde sorduğunu ben duymadım öyle bir konuşmayı. Sadat diye bir grup var, internette hiç mi görmüyorsunuz, bunlar 600 veya 6000 silahlı kuvvetler mensubuna suikast düzenleyecek şeklinde bir konuşma duymadım. Bizim ellerimizi de o geldikten sonra açtılar. Ondan sonra tabi orduevine beraber gittik, orduevine bıraktılar. Orduevinden beraber gittik. Ne yapacağız, nasıl gideceğiz, burada mı kalacağız, onları konuştuk. Telefon ettik komutanlara. Darbeyle ilgili kendi aramızda sohbet açısından oldu. Yoksa sizin beyan ettiğiniz gibi bir konuşma geçmedi. Yani memleketin hiç böyle bu faaliyetlerden ne bileyim işte fayda görmediğini, iyi olmadığını verdiği çok kaos ortamına girileceği, girdiği falan bunları konuştuk diye hatırlıyorum. …’un somut bir değerlendirmesi benim aklımda kalan yok. Orduevinde ertesi gün bunun bir kabus olduğunu, böyle bir olayın ülkeyi kaosa sürükleyeceğini …, … üçümüz otururken konuştuk. O meyanda konuşmalar oldu diye ifade etmiştim biraz önce.”
Tanık … Mahkemede; “O tarih itibariyle üç yıldır müsteşar olarak görev yapıyordum. … da son iki yılımda müsteşar yardımcılarımdan biriydi. Çalıştığı dönemde FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğuna dair iddialar gelmedi. Sadece darbe girişiminden sonra dört general amiral düzeyindeki personelle ilgili bir idari tahkikat bakanın talimatıyla yapıldı, general ve amiraller malumlarıdır Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na göre Genelkurmay Başkanlığının takibinde yani alımı, ataması, terfisi, emekliliği Genelkurmay Başkanlığının sorumluluğundadır, bize bu şekilde gelen duyumları subay ve astsubaylar için biz geldiğinde Genelkurmay Başkanlığına göndeririz. General, amirallerle ilgili böyle bir şey gelmedi, biz on altı ben dahil on altı general amiraliz, Umut’un da bulunduğu on altı general amiralle ilgili bize gelen böyle bir duyum veya bilgi belge yoktur. Bunlar istihbarat birimlerinden kişiye özel kayıtlı olarak gelirler ve direk bakana hitaben gelir, sayın bakan bana Genelkurmaya göndermek için talimat verir, subay ve astsubaylar için benzer bilgiler gelmişti, ancak general amiral düzeyinde yani …’un da yer aldığı kişilerle ilgili böyle bir bilgi gelmedi benim dönemimde. Bu tür bilgiler geldiğinde sakıncalı personel çok ileri düzeydeyse istihbarat bir de takip edilmesi gereken personel olarak ayrılıp takibi yapıldığı doğrudur, bu şeklide bir şey geldiğinde mutlaka dosyasına konur, bizim Teftiş Daire Başkanlığı bu kayıtları muhafaza eder usul olarak. Ben ilk amirim o dosyayı görüyorum ben görmez olur muyum. …’un dosyasında böyle bir bilgiye rastlamadım o tarih itibariyle ben birinci sicil amiriyim.
…15 Temmuz itibariyle … yıllık planlı iznine ayrılmıştı, yanlış hatırlamıyorsam o gün sabah düğüne ayrılmak ve oradan da kampa katılmak üzere iznini kullanmak üzere veda etti. 16 Temmuz sabahı da yanlış hatırlamıyorsam yedi civarında olmalı sabah yedi civarında kendisi telefonumdan beni aradı, Fenerbahçe Orduevinde olduğunu bir grup tarafından kendisinin de bulunduğu 15-16 havacı generalin üçerli dörderli gruplar halinde derdest edildiğini arkadan kelepçelendiğini, kendisinin Fenerbahçe Orduevinde bulunduğunu bildirdi, ben Hava Kuvvetleri Komutanını sordum, bilgisi olmadığını muhtemelen derdest edilip götürüldüğünü söyledi bir defa böyle bir telefon görüşmemiz oldu.
…Bu olaydan sonra kendisi hakkında idari bir tahkikat yapıldı, o idari tahkikatın başkanıydım, bakanın talimatıyla yapıldı fakat kendisi İstanbul’da olduğu için diğer iki general ve bir amiralin ifadelerini alarak dosyayı tekamül ettirdik, hatırladığım kadarıyla Umut’un ifadesi eksikti ama biz dosyayı hazırlayarak sayın bakana verdik, o dosyada nihayetinde 15 gün süreyle geçici olarak görevden el çektirilmesi kararı çıkmıştır. Dosyayı bakana arz ederken bir kanaat bildiriyoruz, sonucunda kanaatim benim vardır orada. Kanaatim diğer personelin ifadelerine de dayandırarak hepsinin böyle bir örgüt üyesi olmadığı, silahlı kuvvetleri milletine bağlı Atatürkçü subaylar olduğu kanaati vardı, ben de onlara iştirak ettim.
…General amiral düzeyinde bize ulaşan böyle bir belge ve bilgi yoktur, sadece ve sadece yine yasa gereği bakanın yetkisinde olan askeri hâkimlerle ilgili personele gelen duyumlara askeri müfettiş bakanın talimatıyla görevlendirdik, onların incelemelerini yaptırdık, ancak FETÖ terör örgütü iltisaklı veya örgüt mensubu olması dolayısıyla bakanlığımızda takip ettiğimiz işlem yaptığımız personel yoktur.
…Ben sabah civarında olduğunu hatırlıyorum, çünkü o akşam çok telefon görüşmesi yaptım. Ben Ankara’ya geleyim mi bir emriniz var mı şeklinde bir şey sorduğu doğrudur, ben ilk aramışımdır, müsteşar yardımcılarını arayarak bazı talimatlar verdim, bu olayın hiyerarşik bir şey olmadığını, personelin hiçbir şekilde müdahil olmamaları gerektiğini yani katılmama yönünde talimatlar verdim, o nedenle aramış olabilirim. Umut beni aradı bunları söyledi, diğer personelim de aradı, izinde olanlar dahil ben hepsine intikalin emniyetli olmayacağını bulundukları yerde emniyetle durumun netleşmesini beklemesi şeklinde yönünde bir talimat verdim yani yerinde kalmalarını söyledim”
Şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Sanık savunmasında özetle; 2014 yılında Milli Savunma Bakanlığına teknoloji ve koordinasyondan sorumlu müsteşar yardımcısı olarak atandığını, 2015 yılında tümgeneralliğe terfi ettirildiğini, 15 Temmuz 2016 günü daha önceden planlamış olduğu yıllık izne ayrıldığını, aynı günün akşamı Korgeneral … …’in kızının düğününe davetli olduğu için kendi eşi ve devre arkadaşı tanık Tümgeneral …’ın eşiyle birlikte Ankara’dan İstanbul’a gelip Kadıköy’deki Moda Deniz Kulübünde yapılacak düğüne sivil takım elbiseyle saat 18.30 civarında katıldığını, saat 22.30 civarında Ankara’daki büyük oğlunun arayıp uçakların lojmanların üstünden alçak şekilde geçtiklerini ve küçük kardeşinin çok korktuğunu söylediğini, bunun üzerine endişelenip aynı düğünde yer alan Hava Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümgeneral ….’ya durumu sorduğunu, onun da endişeli bir şekilde planlı bir uçuş görevinin veya tatbikatın olmadığını belirttiğini, akabinde bir odaya geçerek Hava Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Merkezine telefonla ulaşmaya çalıştıklarını, düğüne katılan diğer generallerin Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral …’la birlikte havuz başında toplandıklarını görünce onların yanına gittiğini, saat 23.00 civarında deniz üzerinde iki helikopter gördüklerini, emniyet açısından alt katta toplantı masası olan bir odaya geçtiklerini, öncelikle başka uçakların kalkmaması ve havadaki uçakların derhal indirilmesi maksadıyla kendisinin de katkı verdiği bir mesaj emri hazırladıklarını ve bu mesajı Korgeneral … …’in cep telefonu vasıtasıyla Eskişehir Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezine gönderdiklerini, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral …’ın “Benim emrim olmadan birileri uçak kaldırmış, birliklerinize ulaşın, havada uçağınız varsa derhal indirin” diye emrettiğini, ancak kendi emrinde bir birlik veya uçak olmadığı için yapacağı bir şeyin bulunmadığını, saat 23.30 sıralarında içeriye tam teçhizatlı, ellerinde uzun namlulu silahlar olan, rütbeleri ve birlik işaretleri bulunmayan üç dört askerin girdiğini ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral …’a “Komutanım sizin emniyetinizi almaya geldik” dediklerini, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral …’ın da “Ben size böyle bir emir vermedim, benim emniyetimi alacaksanız bina dışında alın, burada işiniz ne?” diye söylediğini, bunun üzerine askerlerin dışarıya çıktığını, akabinde saat 00.10 sıralarında tekrar içeriye geldiklerini ve birkaç el ateş ettiklerini, kendisinin ve iki generalin engellemek için askerlerin üzerine doğru yürüdüğünü, askerlerden birisinin ateş ettiğini, merminin kapının yanındaki camdan girerek arkalarındaki camdan dışarı çıktığını, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral …’ın “Herkes otursun, sakin olun” dediğini, bu esnada eşlerinin bulunduğu yukarıdaki kattan çığlıklar geldiğini, akabinde askerlerin cep telefonlarını topladıklarını, bazı komutanların eşlerine ve çocuklarına bilgi vereceklerini söylemeleri üzerine saat 00.30 sıralarında cep telefonlarını masanın üzerine attıklarını, kendisinin şahsi telefonunu geri vermediklerini, makam telefonunun geri verildiğini, şahsi telefonunu sormasına rağmen cevap alamadığını, saat 00.40-00.45 sıralarında bütün generallerin ellerini arkadan kelepçelemeye başladıklarını, koridora çıkarıp yüzüstü yatırdıklarını, kendisini de bir askerin kelepçeleyip sırtına vurarak ve hakaret ederek yüzüstü yere yatırdığını, yanına Korgeneral Hasan Küçükakyüz’ü yatırdıklarını, ona dönerek “Neler oluyor komutanım” diye sorması üzerine bir askerin “Kafanızı kaldırmayın, konuşmayın” dediğini ve kafasına silah dayadığını, bir müddet bu şekilde beklettikten sonra beş kişilik bir grup hâlinde bir odaya aldıklarını, başlarına silahlı bir nöbetçi bıraktıklarını, kelepçeler uzun süre durduğu için ellerini kesmeye başladığını, arkadan kelepçelenmiş şekilde duramadıklarını söylemeleri üzerine önden kelepçe taktıklarını, kelepçe nedeniyle bileklerinde oluşan yara ve izler ile baş parmağında oluşan his kaybına ilişkin adli tıp raporunun dosyada olduğunu, kendisinin bulunduğu odada Tümgeneral …, Tümgeneral …, Tümgeneral … ve Tuğgeneral …’ın yer aldığını, bu şekilde derdest edilmiş vaziyette saat 01.30’a kadar oturduklarını, daha sonra odaya Tümgeneral …’ın geldiğini, odaya giren bir askerin diğer askere ellerinin çözülmesini söylediğini, bunun üzerine odadaki herkesin kelepçesinin çözüldüğünü, kendisine özel bir muamele yapılmadığını, kelepçeleri çözülürken takım elbisesini kestiği için bir askere kızdığını tanık …’ın belirttiğini, nitekim odadaki bu generallerin de beyanlarının aynı mahiyette olduğunu, tanık Tümgeneral …’ın silahlı kuvvetlerin yönetime el koyduğunu ve mevcut görev yerlerine gitmeleri gerektiğini söyleyip Tümgeneral … ve Tümgeneral …’a gelip gelmediklerini sorduğunu, onların da gelmeyeceklerini söylediklerini, kendisinin ve odadaki diğer generallerin de olumlu yanıt vermediklerini, bu ana kadar yaşananların bir kalkışma mı yoksa münferit bölgesel bir olay mı olduğunu bilmediklerini, iddianamede belirtilen darbeci askerlerle konuştuğu saat 01.47’deki görüntünün eşinin de rehin alındığı ve silah sesleri duyduğu için merak etmesi nedeniyle durumlarını sormasına ilişkin bir iki saniyelik bir görüntü olduğunu, bu sorusu üzerine askerin eşlerinin Fenerbahçe Orduevine gittiklerini söylediğini, nitekim MAK timinde yer alan Astsubay …’nın savcılıkta alınan ifadesinde eşinin nerede olduğunu bir komutanın sorduğunu belirttiğini, akabinde odaya tekrar girdiğini ve aralarında darbe teşebbüsünün ülkeyi kaosa sürükleyeceğini ve bunun çok yanlış olduğunu konuştuklarını, daha sonra eşiyle birlikte düğüne geldiği Tümgeneral …’ı sormak için odadan çıktığını, bu esnada diğer generallerin de lavabo gibi ihtiyaçları için odadan çıktıklarını ve serbestçe hareket edebildiklerini, bu durumun kamera görüntülerinde de görülebildiğini, lobideki askerin gösterdiği odaya girdiğinde tanıklar …, …, … ve …’i gördüğünü, boş bir sandalyeye oturup tanık Tümgeneral …’ın söylediklerini sessizce anlattığını, başka bir şey konuşmadığını, az sonra odadaki nöbetçi askerin bu generallerin kelepçelerini çıkarmaya başlayınca odadan ayrıldığını, kendisine kelepçe takan askerlerden avukatı aracılığıyla 30.10.2016 tarihli dilekçeyle şikayetçi olduğunu, ancak bugüne kadar bu şikayetinden bir netice çıkmadığını, herkesin elleri çözüldükten sonra odada ve lobide birbirleriyle konuştuklarını, daha sonra 02.45 sıralarında şahsi cep telefonunu da geri verdiklerini, helikoptere bindirip Fenerbahçe Orduevine götürdüklerini, gelişmeleri televizyondan takip etmeye çalıştıklarını, Fenerbahçe Orduevine gelir gelmez saat 03.30 civarında bağlı bulunduğu Müsteşar Korgeneral …’yı arayıp durumu izah ederek emrini sorduğunu, onun da eşiyle birlikte orduevinde kalmalarının uygun olacağını söylediğini, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın da aynı yönde emir verdiğini, bunun üzerine Fenerbahçe Orduevinde beklemeye devam ettiklerini, öğleden sonra irtibat kurabildikleri Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral …’ın Sabiha Gökçen Havaalanına askeri uçak göndereceğini söyleyip eşleri de alarak Ankara’ya dönmelerini emrettiğini, saat 20.50 civarında havaalanına geldiklerinde göz altına alındığını,
Moda Deniz Kulübüne ilişkin görüntülerdeki telefonunu, eşini ve arkadaşını sorduğu bu anlara ilişkin vücut dilinin de kendisini doğruladığını, bilirkişi raporunda belirtilen darbeci askerlerle olan üç konuşmasının toplam 34 saniye gibi çok kısa süreli olduğunu, ilk temasında verilmeyen şahsi cep telefonunu, ikinci temasında eşini, üçüncü temasını ise düğüne eşiyle birlikte geldiği Tümgeneral Serdar Gülaş’ı sorduğunu, eşini sorduğunu tanık …’nın da beyan ettiğini, bütün generallerin ellerinin saat 00.10 civarında kelepçelendiğini ve saat 01.35-01.45 arasında çözüldüğünü, saat 02.20-02.30 sıralarında da helikoptere bindirilerek Fenerbahçe Orduevine götürüldüklerini, olaya ilişkin bu kamera görüntülerinin tamamının dosyaya getirtilmediğini, sadece emniyetin hazırlayıp gönderdiği kayıtların esas alındığını, orijinalliğini kaybettiğini, zaman yönünden gerçek saatle uyumsuzluk olduğunu, devam eden görüntüler şeklinde olmayıp kesintili nitelik gösterdiğini, kendisi haricinde serbest şekilde hareket eden ve koridorda gezen generallerin görüntülerde bulunmadığını, kamera görüntülerinin emniyet tarafından açılmadan önce usulüne uygun şekilde kopyasının çıkartılmadığını, bu nedenlerle söz konusu görüntülerin delil olma değerinin kaybolduğunu, ayrıca sessiz bir kayıt olduğu için konuşmaların duyulmadığını, bu nedenle askere talimat verir gibi davrandığı görüşünün tahmine dayandığını, Moda Deniz Kulübüne gelen askerlerin dosyalarındaki savunmalarında kendisinden talimat aldıklarına yönelik bir beyanlarının olmadığını,
Sözde atama listesinde Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı olarak görevlendirildiğini Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusu esnasında sorulunca öğrendiğini, böyle bir görevlendirmeden bu ana kadar haberinin olmadığını, kimseden bu yönde talepte bulunmadığını, bilgisi ve iradesi dışında yapıldığını, ekonomi alanında hiçbir ihtisasının bulunmadığını, bu listedekilerden beraat edenlerin veya takipsizlik kararı verilenlerin olduğunu, bu nedenle somut delillerle desteklenmeden tek başına aleyhe delil olarak değerlendirilmemesi gerektiğini,
Tanık …’in beyanlarının doğru olmadığını, bahsettiği sözleri kesinlikle söylemediğini, buna ilişkin anlatımının ilk ifadesinde yer almadığını, tanığın amacının darbe karşıtı bir tavır göstererek tahliye edilmek olduğunu ve bu amaç doğrultusunda ikinci ifadesine bu hususu kattığını, aynı odada oldukları tanıklar …, … ve …’in bu sözleri duymadıklarını beyan ettiklerini, mesleki başarıları nedeniyle daha önce tuğgeneralliğe terfi ettirildiği için kıskançlık duyarak bu suçlamayı yaptığını, ayrıca tanık …’in kulaklarının çok az duyduğunu mahkemede de dile getirdiğini, bu durumun sorulan soruları birkaç kez tekrar ettirmesinden de anlaşıldığını, bu nedenle konuşmalarını yanlış anlama ihtimalinin bulunduğunu, ayrıca olayın sıkıntısı ve stresi altında sözlerini yanlış anlamış da olabileceğini, tanık …’i ikna etmek gibi bir çaba içinde olmadığını, kaldı ki tanığın emrinde hiçbir birlik olmayan kurs veren bir birimin başında olduğunu, odada bulunanlardan tanık …’ın Hava Kuvvetleri Komutanlığında lojistik başkanı olarak idari görevde bulunduğunu, tanık Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanı … ile tanık Merzifon Hava Üssü Komutanı …’in ise birliklerine ulaşıp emir vermesinin birliklerinden çok uzak oldukları için mümkün olmadığını,
Emir Astsubayı olan tanık …’ın WhatsApp’tan gönderdiği mesajların Boğaziçi köprüsündeki bir askerin konuşmasına ilişkin olduğunu, bu görüntünün gizli bir niteliğinin bulunmadığını, televizyonlarda gösterildiği için herkesin bildiğini, İstanbul’da olduğu için Boğaz Köprüsü tarafının kapalı olduğunu ve tehlikeli olabileceğini bildirmek için göndermiş olabileceğini, ayrıca sözde sıkıyönetim emrinden ve görevlendirme listesinden haberinin olmadığını, gelen bu mesajları olay esnasında incelemediğini, kaldı ki tanık …’ın ifadesinde bu gönderdikleri de dahil olmak üzere ondan hiçbir şey talep etmediğini belirttiğini,
Tanık …’ın 1982-1986 yılları arasında Harp Okulundan devre arkadaşı olduğunu, ancak farklı bölüklerde eğitim aldıklarını, bu nedenle yakın bir arkadaşlığının bulunmadığını, mezun olduktan sonra da birlikte çalışmışlıklarının olmadığını, tanığı o tarih sonrasında bir daha görmediğini, tanığın ifadesinde geçen örgüt liderini ziyaret ettikleri hususunu kabul etmediğini, zira kendi ailesi Eskişehir’de oturduğu için evci çıkma imkanının kesinlikle olmadığını, 1992 yılında tanık …’in İzmir’deki evine sohbete gittiğinin de kesinlikle yalan olduğunu, zira o tarihte hem kendisinin hem de tanık …’in Malatya’da çalıştıklarını, hafta sonu bile yoğun uçuş faaliyetlerinin olduğunu, bu nedenle zaman bulup böyle bir sohbete gitme imkanının bulunmadığını, tanığın ifadesinde Nur cemaati mensubu olduğunu belirttiğini, ancak bu cemaatin yirmi üç kolunun olduğunu, Harp Okulundaki öğrencilik döneminden sonrasına ilişkin olarak örgütle ilgisinin olup olmadığına dair herhangi bir somut beyanının bulunmadığını, bu hususa yönelik kanaatlerini belirttiğini, 5. bölüğün sorumlusu olduğu yönündeki beyanının duyduğunu söylediği … tarafından İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/148 Esas sayılı dosyasında doğrulanmaması karşısında gerçeği yansıtmadığını, 5. Bölükteki resmi kıdemlilik görevi dışında tanık …’ın iddia ettiği türden bir sorumluluğunun bulunmadığını, ….’nun yargılandığı dosyada tanık …’ın beyanlarına itibar edilmeyerek bu kişinin tahliyesine karar verildiğini,
Tanık …’in dini konuları bildiğine dair beyanının doğru olmadığını, okul döneminde devresi olan tanıkla 1992 yılında Malatya’da bir yıl beraber çalıştıklarını, bu esnada tanığın evli olduğunu, kendisinin ise orduevinde kaldığını, tanık …’in 1996 veya 1997 yılında İzmir Bornova’daki Yamanlar Kolejine tanığı götürüp sohbete katıldıkları ve … ile Adil diye birisiyle tanıştırdığı yönündeki beyanın da gerçek dışı olduğunu, zira 1996 yılında kazandığı İstanbul’daki Harp Akademisinde garnizon dışına izin verilmesinin yasak olması nedeniyle İstanbul dışına çıkmasının mümkün olmadığını, ayrıca tanık …’in savcılıktaki ifadesinde 1998 yılında birkaç arkadaşıyla ve tanık …’le beraber … isimli şahıs vasıtasıyla gidilen yerde …’le tanıştırıldıklarını belirttiğini, buradan da tanığı …’le kendisinin tanıştırmadığının anlaşıldığını, tanık …’in 2005 yılında Hava Kuvvetleri İstihbarata Karşı Koyma Şube Müdürlüğü görevini yaparken kendisi hakkında … isimli şahısla ilişkisi olduğuna dair bilgiler içeren 1997 yılında düzenlenmiş bir MİT raporu gördüğüne dair beyanının da doğru olmadığını, zira böyle bir rapor olsaydı soruşturma geçirmiş olması gerektiği gibi kurmay olma imkanının da tanınmayacağını ve üst rütbelere atanamayacağını, ayrıca birinci sicil amiri olan tanık Müsteşar Korgeneral …’nın böyle bir raporun olduğunu görmediğini ve ayrıca örgüt üyeliğine dair bir ihbar veya duyum gelmediğini beyan ettiğini,
Tanık …’in Hava Harp Okuluna girdiği sene kendisinin dördüncü sınıfta olduğunu, bu nedenle tanıkla tanışıklığının bulunmadığını, daha sonra tanıştığını, arkadaşlarıyla olan konuşmalarına dair beyanlarının gerçek dışı olduğunu, ifadesinde standart bir cümleyle kendisi de dahil bir çok kişi hakkında beyanda bulunduğunu, İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/148 Esas sayılı dosyasında 23.11.2017 tarihli duruşmada alınan ifadesinde bu isimleri yönlendirme üzerine belirttiğini söylediğini, bu nedenlerle mahkemede alınan ifadesinin geçerli kabul edilmesi gerektiğini, kollukta bilgi alma tutanağı ile alınan beyanına itibar edilmesinin mümkün olmadığını, tanık …’in …’le tanıştırılma noktasındaki beyanlarının tanık …’in beyanlarıyla çeliştiğini,
Tanıkların suçlamalardan kurtulmak, tutuklanmamak veya tahliye olabilmek amacıyla hiçbir somut delile dayanmaksızın gerçek dışı beyanlarda bulunduklarını, ruhsal durumlarının ve psikolojilerinin normal olmadığını, mahkemede söylediklerini başka duruşmalarda değiştirerek çelişkili ifadeler verdiklerini, sadece kanaatlerini belirttiklerini, çekememezlik ve hasetlik duygularıyla da hareket ettiklerini, bu nedenlerle tanık beyanlarının hükme esas alınmasının mümkün olmadığını,
Atılı suçlamaları kabul etmediğini, darbeci askerlerin eylemlerine iştirak ettiğini ve emir verme gibi icrai hareketlerde bulunduğunu gösteren somut delillerin sunulmadığını, örgütle hiçbir bağının bulunmadığını, örgüt üyeliği için gerekli olan ByLock kullanma, Bank Asya’ya para yatırma, derneklerine üye olma gibi hiçbir faaliyetinin olmadığını, el konulan dijital materyallerde ve belgelerde örgütle ilgili hiçbir hususa rastlanmadığı, Devlete sadakatle hizmet ettiğini, vatan ve vazife uğrunda fedakarca çalıştığını, darbe girişimini kınadığını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümü için 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi esnasında ülkede yaşananlara genel olarak yer verildikten sonra Anayasayı ihlal suçunun, faillik ve suça iştirak kavramlarının ve bağlayıcı emrin yerine getirilmesi kapsamında astların hukuki sorumluluğunun izah edilmesi gerekmektedir.
I) 15.07.2016 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN DARBE GİRİŞİMİ ESNASINDA ÜLKE ÇAPINDA YAŞANAN OLAYLAR
a) Hazırlık safhası:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne müzahir Empati Danışmanlık isimli şirket adına örgüt mensupları tarafından kiralanan … Mahallesi 2880 Sokak No:3 Ankara adresindeki bir villada 2016 yılının Temmuz ayı başında başlayan ve 10.07.2016 Pazar gününe kadar süren toplantıların gerçekleştirildiği, söz konusu bu toplantıların katılımcıları arasında örgütün üst düzey TSK imamlarından firari durumdaki … ve Hava Kuvvetlerindeki sözleşmeli subayların imamı olan Birol Kurubaş isimli sivil şahıslar ile Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/109 Esas sayılı dosyasında görülen Genelkurmay Çatı davasının sanıklarından olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı Teşkilat Şube Müdürü Kurmay Albay Bilal Akyüz, Genelkurmay Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanlığında Şube Müdürü Kurmay Albay …, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı 1. İstihbarat Analiz ve Değerlendirme Daire Başkanı Tuğamiral Sinan Sürer, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, İstanbul Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral …, Jandarma İstihbarat Okul Komutanı Kurmay Albay … , Genelkurmay Personel Başkanlığı Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral … , Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapan Kurmay Albay …ve Genelkurmay Başkanı Başdanışmanı Kurmay Albay …’ın olduğu, bu toplantılarda her kuvvetten askerin kendi aralarında oluşturduğu grupların çalışmalar yaparak darbe girişiminin detayları ile bu eylemlerde görev alacakların görev ve sorumluluklarının belirlendiği,
Yıllık izinde olan Kurmay Yarbay … ‘ın, Ankara Mamak’taki 28. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığına bağlı 2. Mekanize Piyade Taburu Komutanı Kurmay Yarbay …tarafından çağrılması üzerine 11.07.2016 günü Ankara’ya geldiği, firari bir örgüt mensubu tarafından kiralanan Çaldıran Mahallesi 494. Cadde No:46/11 Keçiören Ankara adresindeki eve aynı gün akşam saatlerinde …’yle birlikte gittikleri, burada asker kişiler … … ve ….’ın yer aldığı bir toplantıya katıldıkları, bu toplantıda Tuğgeneral … ‘nun yönetime el koyacaklarını söylediği ve Ankara’daki kritik noktalarla kamu kurum ve kuruluşlarına nasıl konuşlanacakları gibi hususları konuşup darbe girişimine ilişkin planlamalar yapıldığı, bu plan çerçevesinde harita üzerinde Ankara’nın ikiye bölünüp hangi birliklerin kontrolünde olacağının belirlendiği, Kurmay Yarbay … ‘ın Ankara’daki birliğine katılışını henüz yapmamış olması nedeniyle eski çalıştığı yer olan İstanbul’da görevli olduğu söylenip darbe girişiminin İstanbul ayağıyla ilgili planlama yapan Kara Kuvvetleri Komutanlığı Proje Yönetim Şube Müdürü Kurmay Albay …’nin yanına götüreceklerinin söylendiği, akabinde Kurmay Yarbay … ‘ın Kurmay Albay Bilal Akyüz tarafından Kurmay Albay …’nin olduğu ve firari Kurmay Albay …’in ikamet ettiği Ümitköy semtindeki bir eve götürüldüğü,
12.07.2016 günü akşam saatlerinde Kurmay Yarbay … ile firari Kurmay Albay … ve Kurmay Binbaşı … … …’nun katıldığı ve Kurmay Albay … tarafından yönetilen bir toplantının bu evde gerçekleştirildiği, söz konusu toplantıda Kurmay Albay …’nin İstanbul’a ilişkin planlamaların yapıldığını, hangi birliklerin nereleri kontrol altına alacağını, enterne edilecek askeri personelin kimler olduğunu, aralarındaki haberleşme için bir WhatsApp grubu kurulması gerektiğini ve İstanbul Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığından gelişmeleri takip ederek Ankara’daki Genelkurmay Silahlı Kuvvetler Komuta Harekat Merkezine bilgi aktarımında bulunmalarını söylediği,
Bu toplantıyı müteakiben Kurmay Yarbay … Yanık ile firari Kurmay Albay Uzay Şahin ve Kurmay Binbaşı … … …’nun, kendilerine verilen görevi yerine getirmek amacıyla 13.07.2016 günü saat 04.00 sıralarında İstanbul’a doğru hareket ettikleri,
Darbe girişiminin İstanbul ayağındaki eylem ve faaliyetlerin koordine edilmesi noktasında görevli Kurmay Albay …’nin de 13.07.2016 günü Ankara’dan İstanbul’a geldiği,
13.07.2016 günü saat 19.00 ile 14.07.2016 günü saat 01.30 arasında İstanbul Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığında yaptıkları toplantıya 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı Tugay Komutanı Tuğgeneral …, Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay … , Tugay Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay … 1. Tank Tabur Komutanı Kurmay Yarbay …, 1. Ordu Komutanlığı Harekat Kurmay Başkanı Tuğgeneral …, 23. Motorize Piyade Alay Komutanı Kurmay Albay …, 47. Motorize Piyade Alay Komutanı Kurmay Albay … firariler 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı eski Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay …, 2. Tank Tabur Komutanı…, … 172. Zırhlı Tugay Komutanlığı Komutan Yardımcısı Kurmay Albay …, Tuzla Piyade Okul Komutanlığı Öğrenci ve Kurslar Alay Komutanı Kurmay Albay … 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı Harekat Eğitim Şube Müdürü Yüzbaşı …ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurumsal Proje Şube Müdürü Kurmay Albay …’nin katıldığı,
Kurmay …nin koordinesinde geçen bu toplantıda darbe girişimine yönelik hazırlıkların ne seviyede olduğu, ne kadar personel, araç ve gereç sevk edileceği, ifşa olunmaması için personelin hangi gerekçelerle birliklerine çağrılmaları ve görev alanlarına sevk edilmeleri gerektiği gibi konuların konuşulduğu ve sorumluluk alanlarının belirlendiği, Kurmay Albay …’nin darbe girişiminin 15 Temmuz gecesinde gerçekleşeceğini söylediği, Tuğgeneral …’nun birlik komutanlarına sorumluluk bölgelerinde sivil şekilde keşif yapmaları yönünde talimat verdiği ve Kurmay Albay … tarafından “ateş açana ateşle karşılık verileceği”nin tebliğ edildiği,
Kurmay Yarbay … Yanık ile firariler Kurmay Albay … ve Binbaşı … … nun, 14 Temmuz 2016 günü öğle saatlerinde Esenler’deki Topkule Kışlasında bulunan 66. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığında firari Tugay Komutanı Tuğgeneral … Nail Yiğit’in ev sahipliğinde tugayın birlik komutanlarının da katıldığı ve aynı konuların gündemde olduğu bir toplantı daha gerçekleştirdikleri,
Bu toplantı sonrasında Kurmay Yarbay … Yanık’ın, Kara Harp Akademisi Komutanlığına giderek firari Baş Hoca Kurmay Albay … ile görüşüp yönetime el konulacağını ve bu kapsamda Hava Harp Okulunda saat 21.00’de koordinasyon toplantısı icra edileceğini bildirdiği, akabinde Hasdal Kışlasındaki 6. Motorize Piyade Alayına giderek alayın eski ve yeni alay komutanları olan Kurmay Albay Müslüm Kaya ile Nebi Gazneli’ye toplantının yerini ve zamanını söylediği ve Kurmay Albay Müslüm Kaya ile birlikte Hava Harp Okuluna gittiği,
Toplantı öncesinde Cumhurbaşkanına suikast girişimi davasının sanığı Hava Kuvvetleri Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in, Hava Harp Okulu Komutanı Tuğgeneral …’ın makam aracıyla hava alanından alınarak saat 19.47’de okula geldiği ve Tuğgeneral …’ın makam odasında toplantıyı beklemeye başladığı,
14.07.2016 günü saat 21.00’de Hava Harp Okulundaki şeref salonunda başlayan ve katılımcılarının nizamiye girişinde “Gökhan Şahin Sönmezateş’in misafiriyiz” demeleri üzerine kayıt yaptırmaksızın içeri alındıkları bu toplantıya Kurmay Yarbay … Yanık, firariler Kurmay Albay … ve Binbaşı … … , 1. Ordu Komutanlığı Harekat Kurmay Başkanı Tuğgeneral… Hava Harp Okulu Komutanı Tuğgeneral …, Hava Harp Okulu Dekanı Kurmay Albay …, 6. Motorize Piyade Alayının eski ve yeni alay komutanları Kurmay Albay Müslüm Kaya ile Nebi Gazneli, 47. Motorize Piyade Alay Komutanı Kurmay Albay …, firariler 172. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay …, Tuzla Piyade Okul Komutanlığı Öğrenci ve Kurslar Alay Komutanı Kurmay Albay … Kara Harp Akademileri Komutanlığında Baş Hoca Kurmay Albay …ile öğretim görevlisi Kurmay Binbaşı ….ve ayrıca Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurumsal Proje Şube Müdürü Kurmay Albay …ile Tuğgeneral …’in katıldığı,
Toplantının koordinatörlüğünü Tuğgeneral …, Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş ve Kurmay Albay …nin yaptığı, toplantıda darbe girişiminin 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece saat 03.00’te icra edileceğinin tebliğ edildiği, Kara Harp Akademisindeki kurmay subay öğrencilerin takviye personel olarak görevlendirilmesine karar verildiği,
Alınan bu karar uyarınca Kara Harp Akademisindeki kurmay subay öğrencilerin, 15.07.2016 günü öğle saatlerinde firari Baş Hoca Kurmay Albay … tarafından başlarında öğretim görevlisi subaylar olmak üzere gruplara ayrılarak İstanbul’daki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı, 23. Motorlu Piyade Alay Komutanlığı ve Selimiye Kışlası gibi çeşitli birliklere görevlendirildikleri,
Kurmay Albay …’nin gerçekleştirilen toplantılar sonrasında Ankara’ya döndüğü ve darbe girişimi esnasında Akıncı Üssünde olduğu,
b) Eylem safhası:
Ailesiyle birlikte askeri bir kampta tatilde bulunduğu esnada telefonla aranıp birliğine çağrılması üzerine Ankara’da konuşlu Kara Havacılık Komutanlığına gelen Binbaşı …’ya 15.07.2016 günü saat 10.30 sıralarında Tabur Komutanı Binbaşı …’in arabayla alay komutanına gittikleri esnada telefonunu kapattırarak ve aracın radyosunun sesini açarak “Ben senin hizmetten olduğunu biliyorum ama uzatmayacağım, bu gece faaliyetimiz olacak. Mesela ben Cooger helikopteriyle …’ı alacağım, sen de … Bolat’la uçacaksın. Çok kan akacak” dediği, akabinde Binbaşı …nın öğleden sonra mesaiyi terk ederek ticari bir taksiye binip Milli İstihbarat Teşkilatına gittiği, burada kendisiyle ön görüşme yapan görevlilere “bir helikopter ….’ı alacak, diğer helikopterin ne yapacağını bilmiyorum” diye söylediği, akabinde MİT Müsteşarı …ın Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral …’i arayıp durumu aktardığı ve teferruatını anlatması için bir yardımcısını gönderdiği, MİT Müsteşar Yardımcısı ile görüşen Orgeneral…’in konuyu Genelkurmay Başkanı Orgeneral ….’a aktardığı, konunun önemine binaen MİT Müsteşarı …’ın Genelkurmay Başkanlığına davet edildiği, yapılan toplantıda söz konusu durumun daha büyük bir olayın parçası olabileceğine kanaat getirildiği, bunun üzerine Genelkurmay Başkanı …’ın Cari Harekat Daire Başkanı Tuğgeneral …’a “İ…, Türk hava sahasını her türlü askeri uçuşa yasaklıyorum” dediği ve bu emrin Hava Kuvvetleri Harekat Merkezine iletildiği, ayrıca Kara Havacılık Komutanlığını denetleme görevini Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’a, Etimesgut Zırhlı Birliklerini denetleme görevini ise Ankara Garnizon Komutanı ve 4. Kolordu Komutanı Korgeneral …’a verdiği,
Saat 21.30’da İstanbul Beylerbeyi civarında bir grup askerin, sivil araçların önünü keserek “Darbe yaptık, kimlik soruyoruz” dedikleri ve bazı araçları da geri gönderdikleri,
Saat 22.00 civarında Boğaziçi ve Fatih Sultan … Köprülerinin bir grup asker tarafından tek taraflı olarak trafiğe kapatıldığı,
Harp Akademileri Komutanı Korgeneral Tahir Bekiroğlu ile Deniz Harp Okulu Komutanı Tümamiral Mesut Özel’in derdest edilip askeri cezaevine konulduğu,
Moda Deniz Kulübünde bir düğünde bulunan aralarında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın da olduğu çok sayıda üst düzey komutanın rehin alınıp darbe girişiminin komuta merkezi konumundaki Akıncı üssüne götürüldüğü,
Saat 21.00 sıralarında Tümgeneral … Dişli’nin “Komutanım, operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı, biraz sonra göreceksiniz” diyerek darbe girişimini tebliğ ettiği Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın söylenenlere tepki göstermesi üzerine makamında rehin alındığı,
Ankara’daki birçok üst düzey komutanın, … Genel Sekreteri …’nın ve Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanı Turgut Aslan’ın da rehin alındığı,
İstanbul’da Valilik binası, İl Emniyet Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi, Afet Koordinasyon Merkezi, Sabiha Gökçen Havalimanı, Borsa İstanbul binası, Ak Parti İl Başkanlığı, Taksim Meydanı, Digitürk binası, Hürriyet Gazetesi ile CNN Türk ve Kanal D televizyonu binalarının; Ankara’da ise … Külliyesi, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı, İl Emniyet Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Türksat ve Türk Telekom Ulus binasının işgal edilmeye çalışıldığı,
İstanbul Atatürk Havaalanının giriş ve çıkışlara kapatıldığı, uçuş kontrol kulesinin ele geçirilip uçuşların durdurulduğu,
İstanbul ve Ankara’da yerleşim yerleri üzerinde alçaktan uçan savaş uçaklarının sonik patlamalara neden olduğu, Adana’da bulunan İncirlik üssünden kalkan tanker uçakların F-16 uçaklarına yakıt ikmali yaptığı, ayrıca keşif ve koordinat belirleme görevi ifa eden uçakların da kullanıldığı,
Saat 23.02’de Başbakan Binali Yıldırım’ın bir televizyon kanalındaki açıklamasında yaşananları kalkışma olarak nitelendirerek hükûmetin iş başında olduğunu ve bu kanunsuzluğa iştirak edenlerin cezalandırılacağını belirttiği,
Saat 23.18 ve 00.00 sıralarında Ankara Gölbaşı’ndaki Özel Harekat Daire Başkanlığı ve Polis Havacılık Daire Başkanlığının iki farklı saldırıyla F-16 uçakları tarafından bombalandığı,
16.07.2016 günü saat 00.02 sıralarında MİT yerleşkesinin helikopterle ateş açılarak tarandığı,
Ankara’daki TRT yerleşkesinin bir grup asker tarafından ele geçirildiği, saat 00.13’te olağan yayın akışı kesilerek TRT spikeri tarafından “Sevgili seyirciler, bu metnin tüm Türkiye Cumhuriyeti kanallarında yayımlanması Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir emridir” denildikten sonra;
“Türkiye Cumhuriyetinin değerli vatandaşları,
Sistematik bir şekilde sürdürülen Anayasa ve kanun ihlalleri, devletin temel nitelikleri ve hayati kurumlarının varlığı açısından önemli bir tehdit haline gelmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri de dahil olmak üzere devletin tüm kurumları ideolojik saiklerle dizayn edilmeye başlanmış ve dolayısıyla görevlerini yapamaz hâle getirilmiştir. Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olan Cumhurbaşkanı ve hükûmet yetkilileri tarafından temel hak ve hürriyetler zedelenmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı laik ve demokratik hukuk düzeni fiilen ortadan kaldırılmıştır. Devletimiz uluslararası ortamda hak ettiği itibarını yitirmiş ve evrensel temel insan haklarının göz ardı edildiği, korkuya dayalı, otokrasiyle yönetilen bir ülke hâline getirilmiştir. Siyasi idarenin, aldığı hatalı kararlarla mücadeleden geri durduğu terör tırmanarak birçok masum vatandaşımızın ve teröristle mücadele eden güvenlik görevlilerimizin hayatına mal olmuştur. Bürokrasi içerisindeki yolsuzluk ve hırsızlık ciddi boyutlara ulaşmış, ülke sathında bununla mücadele edecek hukuk sistemi işlemez hâle getirilmiştir.
Bu ahval ve şerait altında yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakarlıklarla kurduğu ve bugünlere getirdiği cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, yurtta sulh, cihanda sulh ilkesinden hareketle;
Vatanın bölünmez bütünlüğünü, milletin ve devletin bekasını devam ettirmek,
Cumhuriyetimizin kazanımlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri bertaraf etmek,
Hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak,
Millî güvenlik tehdidi hâline gelmiş olan yolsuzluğu engellemek,
Terörizm ve terörün her türlüsüyle etkin mücadele yolunu açmak,
Temel evrensel insan haklarını, mezhep ve etnisite ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarımız için geçerli kılmak,
Laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti ilkesi üzerine oturan Anayasal düzeni yeniden tesis etmek,
Devletimizin ve milletimizin kaybedilen uluslararası itibarını yeniden kazanmak,
Uluslararası ortamda barış, istikrar ve huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve işbirliğini tesis etmek maksadıyla yönetime el koymuştur.
Devletin yönetimi, teşkil edilen Yurtta Sulh Konseyi tarafından deruhte edilecektir. Yurtta Sulh Konseyi; Birleşmiş Milletler, NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlarla oluşturulmuş yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almıştır.
Meşruiyetini kaybetmiş siyasi iktidara görevden el çektirilmiştir. Vatana ihanet içerisinde bulunan tüm kişi ve kuruluşların en kısa zamanda ulusumuz adına hakkaniyet ve adaletle karar vermeye yetkili mahkemeler önünde hesap vermesi temin edilecektir.
Tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. İkinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı uygulanacaktır. Vatandaşlarımızın kendi güvenlikleri için bu yasağa hassasiyetle uymaları önem arz etmektedir. Havaalanları, sınır kapıları ve limanlardan yurt dışına çıkışlara yönelik ilave tedbirler getirilmiştir.
Devlet düzeninin en kısa zamanda tesis ve idamesi için her türlü tedbir alınmış ve uygulanmaktadır. Hiçbir vatandaşımızın zarar görmesine müsaade edilmeyecek, kamu düzeninin bozulmasına fırsat verilmeyecektir.
Hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm vatandaşlarımızın ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı, evrensel temel hak ve hürriyeti Yurtta Sulh Konseyinin teminatı altındadır. Yurtta Sulh Konseyi üniter devlet yapısı içinde dil, din, etnik köken ayrımı yapılmaksızın toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir anayasa hazırlanmasını en kısa zamanda sağlayacaktır. Çağdaş, demokratik, sosyal, laik hukuk ilkelerine dayalı Anayasal düzen tesis edilene kadar Yurtta Sulh Konseyi ulusumuz adına her türlü tedbiri alacaktır.
Tüm vatandaşlarımıza saygıyla duyurulur.
Yurtta Sulh Konseyi” şeklindeki ifadelerin yer aldığı bir bildirinin okunduğu,
Saat 00.24’te Cumhurbaşkanı …’ın, internet vasıtasıyla CNN Türk kanalına verdiği demeçte darbe girişimini silahlı güçler içerisindeki küçük bir azınlığın kalkışması olarak niteleyip vatandaşlardan hükûmete destek için sokağa çıkmalarını istediği,
Saat 00.52’de 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın bir televizyon kanalına bağlanarak askeri kalkışmaya ilişkin “Bu, TSK tarafından desteklenen bir hareket değildir. Bu olaylar meydana geldiği andan itibaren Sayın Valimizle bir araya gelip İstanbul üzerine yoğunlaştık. Buradaki problemi çözmek için çalışıyoruz” şeklinde açıklama yaptığı,
Saat 01.10 sıralarında Sikorsky tipi askeri helikopter tarafından Ankara’daki TÜRKSAT uydu istasyonunun ve aynı sıralarda Ankara Emniyet Müdürlüğünün uçak ve helikopterlerden atılan mühimmatla vurulduğu,
1. Özel Kuvvetler Tugay Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi ve beraberindeki rütbeli personelin uçakla Diyarbakır’dan hareket edip Ankara Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığına saat 02.00 civarında geldiği,
Saat 02.15’te Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş komutasına giren ve içinde MAK ve SAT timlerinde yer alanların da olduğu askeri personeli taşıyan üç helikopterin Cumhurbaşkanının bulunduğu Marmaris’e gitmek üzere Çiğli üstünden kuleyle temas kurmadan ve gerekli izinleri almadan kalktıkları,
Saat 02.50 sıralarında F-16 uçakları ve askeri helikopterlerle TBMM binasının vurulmaya başlandığı, aralıklarla olmak üzere 4 bomba atıldığı, bu nedenle milletvekilleri ve basın mensuplarının sığınağa geçmek zorunda kaldığı,
Saat 06.19 sıralarında … Külliyesinin önünün F-16 uçakları tarafından bombalandığı,
Darbe girişimi teşebbüsünün ilk anları olan saat 21.15’te Binbaşı … … … tarafından kurulan, katılımcıları Ankara ve İstanbul’da görevli bazı subaylar olan, darbe girişimi esnasındaki gelişmelerin birbirlerine aktarılmasında ve buna göre gerekli eylemlerin icra edilmesine yönelik olarak “E5 ve TEMden istanbul disina cikan trafik serbest birakilacak, istanbul icine giren trafik engellenecek ve geri cevirilecek; AKOM’a müdahale edildi; 1.koprunun avrupa istikameti durduruldu; Alademi takviye ekibi hadimkoyde; Tanklar b.paşada; Ataturk hava limani tamam. Hava limanina girisler yasaklandi. Cikislar serbest; geçirmeyin ateş serbest; Bayrampasadan bir tane bile polis cikmayacak; tüm zırhlı unsurlar sahaya insin; AKP İstanbul il teşkilatı kontrol altında; sakın tereddüt etmeyin çakın; İstanbul moda deniz kulübüne müdahale lazım. Generaller var.derdest edilecek; Taksime takviye istiyoruz kalabalik toplanıyor; toplanan kitlelere ve askeri kuvvetlere karşı duran polislere silahla, tanklarla sert şekilde müdahale edilecek; bu tvlerin susturulması gerekiyor; Çengelköy de direnen 4 kişiyi vurduk; arıcılar camisini susturuyoruz” şeklinde mesajlar paylaşılan ve darbe girişiminin başarısızlıkla neticeleneceğinin anlaşılması üzerine saat 05.48’de “faaliyet iptal, hayatta kalın” şeklindeki mesajla sona eren “Yurtta Sulh Biziz” isimli bir Whats App grubunun mevcut olduğu,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askeri personel tarafından savaş uçakları da dahil olmak üzere 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanıldığı darbe girişimi esnasında Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edildiği, TBMM ve … Külliyesi gibi birçok stratejik merkezin bombalandığı, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirildiği, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere Devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılması sonucunda 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil 250’den fazla kişinin şehit edildiği, 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere 2.735 kişinin de yaralandığı,
Dosya kapsamı ile başka dava dosyalarındaki bilgilerden ve açık kaynaklardan tespit edilmiştir.
II) ANAYASAYI İHLAL SUÇU
a) Genel olarak:
İnceleme konusu suç, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde “(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.
(3) Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur” şeklinde,
Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinde ise “Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.
65’inci maddede gösterilen şekil ve suretlerle gerek yalnızca gerek birkaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda ve nasın toplandığı mahallerde nutuk irat veyahut yafta talik veya neşriyat icra ederek bu cürümleri işlemeğe teşvik edenler hakkında, yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur.
(Ek: 6/7/1960 – 15/1 md.) Birinci fıkrada yazılı suça ikinci fıkrada gösterilenden gayri surette iştirak eden fer’i şerikler hakkında beş seneden on beş seneye kadar ağır hapis ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyet cezası hükmolunur” biçiminde düzenlenmiştir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinin gerekçesinde “Anayasanın Başlangıç Kısmında aynen “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk dışına çıkamayacağı; hiç bir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerini, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğin karşısında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” şeklindeki ifadeyle siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır.
5237 sayılı Kanun’un 309. maddesinde ifadesini bulan “bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemek” tabiriyle mülga 765 sayılı Kanun’un 146. maddesindeki ifadesiyle “tağyir”, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmak” tabiriyle “ilga” ve “bu düzen yerine başka bir düzen getirmek” tabiriyle de “tebdil” kastedilmek istenmiştir. Dolayısıyla yönelik olduğu hareketler bakımından mülga 765 sayılı Kanun ile 5237 sayılı TCK arasında esaslı bir farklılık yoktur, ancak mülga 765 sayılı Kanun’un 146/2. fıkrasında ifade olunan “…gerek yalnızca gerek bir kaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda ve nasın toplandığı mahallerde nutuk irat veyahut yafta talik veya neşriyat icra ederek bu cürümleri işlemeğe teşvik edenler hakkında, yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur Birinci fıkrada yazılı suça ikinci fıkrada gösterilenden gayri surette iştirak eden fer’i şerikler hakkında beş seneden onbeş seneye kadar ağır hapis ve amme hizmetlerinden müebbeden memnuiyet cezası hükmolunur” hükmüne 5237 sayılı TCK’nın ilgili maddelerinde haklı olarak yer verilmemiştir. Bu hüküm, özel iştirak hükümleri koymasının yanı sıra maddenin ikinci fıkrası gereği, “yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur” ifadesiyle kalkışma suçunun “hazırlık hareketini” kalkışma suçunun cezasıyla cezalandırmaktadır.
Siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan bu ilkeleri içeren kuralların bütünü, Anayasal düzeni teşkil etmektedir. Bu madde ile korunmak istenen hukuki yarar, Anayasa düzenine egemen olan ilkelerdir.
Madde ile korunmak istenen hukuki yararın niteliği dikkate alınarak “Türkiye Cumhuriyet Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukuki yarara açıklık getirilmiştir.
Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için cebir veya tehdit kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, cebir ve tehdit bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Cebir ve tehdit kavramlarının hukuki anlam ve içeriği bilinen bir husustur. Bu itibarla, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir veya tehdit kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin kaynağını oluşturan 1889 İtalyan Ceza Kanununun 118. maddesi, mezkur 146. maddede olduğu gibi cebir (Violentemente) unsurunu taşımaktaydı. Ancak, 1930 faşist İtalyan Ceza Kanunu’nun aynı konuyu düzenleyen 283. maddesinde cebir unsuru suç tanımından çıkartılmıştı. Faşizmin etkisiyle kaleme alınan 283. madde, bilahare 11.11.1947 tarihinde yeniden değiştirilerek suç tanımında tekrar cebir unsuruna yer verilmiştir.
Maddede maddi unsur olarak “teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasa’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi cezalandırma için yeterlidir. Suç, hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişliliğin, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan cebir veya tehdidin netice elde etmeye elverişli olup olmadığının hâkim tarafından takdir edilmesi gerekir.
1982 Anayasası’nın 2. maddesi ile Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliği “hukuk devleti” olarak tayin edilmiştir. “Hukuk devleti; insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan devlettir.” (Anayasa Mahkemesinin 11.10.1963 tarih ve 124-243 sayılı kararı)
Meşruluk, sitenin/devletin gözle görünmeyen barış meleğidir. (Ferraro) Hukuk devletinin meşruiyet kaynağı, hukuktur. Toplumun genelini ilgilendiren her olayın tarihi bir yanı varsa da hukuk devleti bağlamında olaylar hukuka uygun olup olmadıklarıyla değerlendirilirler. Hukuk devleti her alanda adil ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kurarak, hukuka aykırı ve suç oluşturan her fiili, olay ve fail istisnasına tabi tutmaksızın, hukuk denetime alır.
Anayasal düzenin zorla değişmesiyle sonuçlanan eylem, hukuki açıdan bir darbe mi yoksa ihtilal midir ? Darbe ya da ihtilal olması suç vasfını değiştirecek midir? “İhtilal, toplum düzenini değiştirmek için zor kullanılarak yapılan yaygın halk hareketi, hükümet darbesi ise demokratik olmayan yollardan devlet yönetiminin ordu gücü ile ele geçirilmesi” (E.Teziç, Anayasa Hukuku, 20. Bası, s. 188) olarak tanımlandığına göre, sanıkların eylemlerinin ihtilal değil, Anayasal düzene karşı yapılmış açık bir darbe olduğunda kuşku yoktur. Kaldı ki her iki fiilde de Anayasayı ihlal suçu oluşacaktır. Öğretide atıf yapılan görüşlerde suçun “ihtilal” olarak isimlendirilmesi neticeye etkili olmayacaktır.
Ülkemizin çok partili siyasi hayata geçişinden sonra, köklü temelleri olmayan demokrasi serüveninde, henüz demokrasi kültürünün oluşmasına fırsat vermeden darbe yapma alışkanlığını sıradanlaştıranların, unvan ve statüleri ne olursa olsun, ihlal edilen hukuk düzeninin tesisi, toplumun demokratik geleceğinden emin olması, temel hak ve hürriyetlerinin ve ayrıca mukadderatını tayin hakkının korunması bakımından her suçlu gibi cezai bir yaptırıma tabi tutulması hukuk devleti olmanın gereğidir.
Hukuk kuralları koyma ve kamu gücünü kullanma tekeli devleti yönetenlerin elindedir. (Teziç, Anayasa Hukuku, 20. Bası, s. 128) Modern devletin maddi özünü cebir kullanma tekeline sahip bulunan siyasal iktidar oluşturmaktadır. (…, Anayasal Demokrasi, 7. Bası, s. 327)
Devleti meydana getiren dinamik unsur siyasi iktidar olduğuna göre bir devletin mevcudiyeti ve devamı iktidarın himayesine bağlıdır. Bunun içindir ki, hukukun en eski günlerinden bu yana değişik sistemler içinde siyasi kuvvetler himaye edilmiştir. Devlet otoritesinin mevcudiyeti ancak siyasi iktidarın himayesiyle mümkündür. Devlet mefhumunun hukuki ve politik karakterini ortaya koyan siyasi iktidar realitesi, devleti diğer topluluklardan ayıran kriterdir. Ülke ve millet mefhumlarını bir birlik ve siyasi organizasyon halinde ortaya koyan unsur siyasi iktidardır. Bu bakımdan devletin varlığını tehlikelere ve fiili karşıt hareketlere karşı himaye edilmesi bir zaruretin icabıdır ve devlete devlet vasfını veren iktidar unsuru bu himayenin en önemli parçasını teşkil etmektedir. Fakat bu himaye demokrasilerde hiçbir zaman fikrin cezalandırılmasına hak vermez. (Siyasi İktidar Düzeni ve Foksiyonları Aleyhine Cürümler, Özek, 1976, s. 50)
Mülga 765 sayılı TCK’nın 146. (5237 sy. TCK’nın 309.) maddesi, siyasi iktidar ve Anayasal düzeni himaye etmektedir. Düzen aleyhine maddi fiillerde icra hareketlerinin mevcudiyetini aramaktadır. Siyasi iktidar düzeni aleyhindeki fiiller, mevcut müesseseleşmiş prensiplere ve düzene karşıdır. Anayasal düzen aleyhine yapılacak bir fiil, tabii olarak ideolojik prensibin de ihlali anlamını taşıyacaktır. İktidarı ele geçirmek için yapılacak bir ihtilal, hem Anayasa’nın kabul ettiği iktidara geliş müessesesini ve hem de demokratik hayat ideolojisini ihlal etmiş olacaktır. (Özek, age, s. 51)
Anayasayı değiştirici kuvvet başarı kazanmış bir darbe olduğu takdirde durum ne olacaktır ? Mahkemelerin darbeyle gelmiş iktidarları iktidarda bulundukları müddetçe yargılayabilmeleri imkanı yoksa da iktidarın sona ermesinden sonra bunların yargılanması mümkündür. (Özek, age, s. 71) Askerî darbenin maddi cebir içerdiği tartışmasız bir gerçektir. Bu itibarla darbe sonrası suçun tamamlanması yani zarar suçuna dönüşmesinde de eylem suç olma vasfını korur. Devletin kudret ve kuvvetini kullananlar da bu suçun faili olabilirler. Anayasal düzenin öngördüğü demokratik teamüller dışında sistemin değiştirilip yeni bir düzen kurulması hâlinde darbe yapanların, kendilerini hukukî yönden de takip edilmez kılmaya çalıştıkları bir vakıa olduğu gibi devlet kudretini kullanarak iktidarı ele geçirenleri yargılayamamak fiili bir durum oluştursa da eylemi suç olmaktan çıkarmayacaktır. Yargılama önündeki hukuki ve fiili engellerin kalkması hâlinde pekala yargılanmaları mümkündür. (Aynı görüş için bknz. Özek, age, s. 126)
b) Suçla Korunan Hukuki Değer:
Bu suçla korunan hukuki değer, millet iradesine dayanan demokratik rejimdir. (Prof. Dr. İ. Özgenç, Suç Örgütleri, 8. Bası, s. 224) Bu husus, madde gerekçesinde de siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan ilkeleri belirleyen kurallar bütünü olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzen ve bu düzene egemen olan ilkeler olarak belirtilmiştir.
c) Suçun Maddi Unsurları:
aa) Suçun konusu:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzen ve devletin siyasi biçimini ve kuruluşunun dayandığı ideolojik esasları ifade eden temel ilkelerdir.
bb) Fiil:
Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir.
Bu suçun bu amaçla kurulmuş bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi, korunan amaçlara matuf fiillerin elverişliliğinin değerlendirilmesi bakımından önem taşımakta ise de bu hususun Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde düzenlenen suçun unsuru olmadığı kabul edilmektedir. (Kangal s. 40; Hafızoğulları, TCK madde 302, s. 509; Yard. Doç. …., Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 75)
Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde yer alan amaçları gerçekleştirmeye yönelik araç suç, bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli olmak kaydıyla icrai ya da ihmali hareketle işlenebilir. (…-Toroslu, Özel Hükümler, s. 73; Soyaslan, Özel Hükümler, s. 582; Akdoğan s. 25; Akbulut s. 135; Vural-Mollamahmutoğulları, Türk Ceza Kanunu Yorumu, s. 1775; Hafızoğulları, TCK madde 302, s. 561; Yard. Doç. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 91) Ancak, ihmali fiillerle bu suçun işlenebilmesi, sanığın gerçekleştirilmekte olan icraî fiiller yönünden görevi gereği önleme yükümlülüğünün mevcudiyedine, başka bir deyişle garantör sıfatının bulunmasına bağlıdır.
Demokratik yöntemlere uygun seçim sistemini ve özgürlükler rejimini hukuk dışı yöntemlerle değiştirmeye yönelik her türlü cebrî fiilin bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir.
Cebir ve şiddet kullanılarak elverişli bir ya da eş zamanlı bir çok hareketle Anayasa’nın öngördüğü düzeni, doğrudan doğruya, tanımlanan biçimde değiştirmeye yönelik bir fiilin icrasına başlandığı anda suç işlenmiş, yani suç yolu tüketilmiş olmaktadır. (Manzini, Trattato, IV, s. 489; Fiandaca-Musco, Diritoo penale, Ps., s. 11; Antolisei, Manuale, Ps., II, s. 1011; Erem, Ceza Hukuku, HH., s. 78; Yaşar-Gökcan-Artunç, Ceza Kanunu, VI, s. 8468, Z. Hafızoğulları-M. Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, s. 373)
Belirli bir plan içerisinde uygulamaya konulan, sistemli ve örgütlü bir bağlantı içinde organik bütünlük arz eden eylemler tehlike suçunun oluşması için yeterlidir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.11.1999 tarihli ve 9-274/284 sayılı kararı)
Suç, bir teşebbüs suçu ise de gerek yargısal kararlarda gerekse doktrinde duraksamasız biçimde kabul edildiği üzere fiilin, hazırlık hareketlerinden çıkıp icra aşamasına ulaşması gerekir. Korunan değerlere matuf tehlike oluşturmaya elverişli eylemlerin bu fiil kapsamında değerlendirilmesi nedeniyle suçun bir somut tehlike suçu olduğunun kabulü gerekir.
cc) Tipik eylemin amaç suç yönünden elverişlilik sorunu:
İşlenen araç suçun vahim eylem kabul edilmesi ve failin ayrıca amaç suç olan TCK’nın 309. maddesinden de cezalandırılabilmesi için eylemin bireysel bir amaçla/saikle değil, yasa maddesinde belirtilen amaçları gerçekleştirmek üzere kurulmuş bir örgütün faaliyeti kapsamında ika edilmiş olması gerekmektedir.
Cezalandırılan hareket, Anayasal düzeni tehlikeye koyan icra hareketleridir. Diğer birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de Devletin birliği ve bütünlüğü ile Anayasal düzenine karşı gerçekleştirilen fiiller, bu amaçla kurulmuş terör örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenmektedir. Bu tür terör örgütlerinin araç fiil olarak ifade edilen ve maddede belirtilen amaçlara yönelmiş olan adi suç niteliğindeki kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, mala zarar verme gibi fiilleri işlemelerindeki gaye; kamu düzenini bozmak, kamu otoritesini zayıflatmak, toplumda kargaşa yaratmak, toplumun şiddet yoluyla siyasallaşmasının ve kutuplaşmasının yolunu açmak ve toplumun karşı koyma gücünü felce uğratmaktır. Fail için işlenen araç suçla ortaya çıkan somut zarar neticesi değil (yakın netice), bu fiilin toplum üzerinde meydana getirdiği etki (uzak netice) önem arz etmektedir. Fail, işlediği araç fiillerle devlet otoritesinin ülkede yaşayan halkın güvenliğini koruma görevini gerçekleştiremeyerek zayıfladığı ve işlerliğini yitirdiği imajını yaratmaya çalışmak suretiyle devlete olan güveni sarsmayı amaçlar. Ülkede yaşanan kaos ortamıyla toplumda ortaya çıkan korku ve endişe, yöneticilerde ve halkta istenileni vererek kaos ortamını bitirme iradesini doğurur, yöneticileri belli kararları almaya ya da politikalarını değiştirmeye zorlar ve bu da idari, siyasi, ekonomik ve toplumsal sistem değişikliklerini sonuçlar. Bu suretle de fail, esas gayesi olan Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma ya da Anayasal düzenini değiştirme amacına ulaşmaya çalışır. (N.K. Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 89-90; Dönmezer, Tedhişçilik, s. 56)
Söz konusu düzenlemeyle esas itibariyle cezalandırılmak istenen, amaçların gerçekleştirilmesine yönelik araç fiil ile ortaya çıkan yakın netice değil, araç fiilin işlenmesiyle suçun konusunun zarara uğraması tehlikesidir. Yasa koyucunun düzenlemenin ikinci fıkrasında amaca yönelik araç fiillerin ayrıca cezalandırılacağını kabul etmesi de bu hususu desteklemektedir. Anılan düzenlemenin içeriği dikkate alındığında araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketinin, hem zarar ya da tehlike suçu niteliğindeki araç fiilin (TCK’nın 309. maddesinin 2. fıkrası) hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun (TCK’nın 309. maddesinin 1. fıkrası) “fiil” unsurunu teşkil ettiği görülmektedir. (N.K. Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 89-90)
Kanuni tanımda yer alan araç fiilin, suç olması gerektiğinde kuşku yoktur. Müstakar uygulamaya göre araç suç, zarar ya da tehlike suçu (Yargıtay 9. CD’nin 26.06.2012 tarihli ve 2012/2855-8069 sayılı kararı; 15.01.2014 tarihli ve 2013/12441-2014/614 sayılı kararı; 30.03.2010 tarihli ve 2009/8654-2010/3632 sayılı kararı; 09.06.2011 tarihli ve 2011/4202-2011/3296 sayılı kararı vb.) olabilir. Ancak, suç teşkil eden her fiilin de amaç suçu oluşturmak için yeterli/elverişli olmadığı açıktır. Fiilin bu niteliği taşıyıp taşımadığı her olayın özelliğine göre; fiilin niteliği, işleniş biçimi, işlenme zamanı, toplumda meydana getirdiği etki, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı, faaliyet alanı, ülke genelindeki organik bütünlüğü gibi ölçütler değerlendirilerek takdir edilecektir. Toplumda kaos ve tedirginlik oluşturacak, Devlet otoritesine olan güveni sarsacak, kamu düzenini ve toplum barışını bozarak Devletin Anayasal düzeni bakımından somut tehlike meydana getirecek yoğunluk ve ciddiyetteki eylemlerin amaç suç yönünden elverişli olduğu kabul edilmektedir. Güdülen amacın gereği olarak bu eylemlerin belli bir kişi ya da kitleye tevcih edilmesi gerekmez. Amaç tedhiş ortamı oluşturmak olduğuna göre hedefin muayyen veya gayrı muayyen olmasının da bir önemi yoktur.
Suça teşebbüsün kabulü için aranan elverişli vasıtalarla cebrî eylemlere başlanıp başlanmadığı araştırılırken ve vasıtanın elverişliliği takdir edilirken tek tek yapılan eylemlerle amaçlanan hedefler arasında doğrudan doğruya bağ kurmak yoluna gidilirse mülga TCK’nın 146. maddesinin de hiçbir olaya uygulanamayacağı ortaya çıkar. Bu sebeple gerçekleştirilen eylemlerin ve bu eylemlerde kullanılan vasıtaların tehlikeyi doğuracak eylemin yapılmasına elverişli olup olmadığının takdiri yeterli kabul edilmiştir. (Askerî Yargıtay Daireler Kurulunun 25.03.1983 tarihli ve 70-73 sayılı kararı)
dd) Tipik eyleminin hazırlık hareketi aşamasında kalıp kalmadığı sorunu:
Elverişli/vahim eylemin diğer tabirle araç suçun, hazırlık hareketi aşamasından icra hareketi safhasına geçmesi, en azından teşebbüs boyutuna ulaşması yani “amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketi olarak belirginleşmesi gerekir.” (Yargıtay CGK’nın 09.02.2010 tarihli ve 2009/9-103, 2010/22 sayılı kararı) Suç yolunda gerçekleştirilen hazırlık hareketlerinin tamamlanmış suç kabul edilip cezalandırılmadığı hâllerde eylemin hangi şartlarda icra hareketi sayılacağı sorunu ile karşılaşılır. Sorunun çözümü bağlamında ortaya konan ve TCK’nın 35. maddesinin gerekçesinde “Eğer failin kastının şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı yolundaki sübjektif ölçüt kabul edilirse, kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacaktır. Çünkü hazırlık hareketleri aşamasında da kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilebilmesi mümkün olup, böyle bir ölçüt hazırlık–icra hareketleri ayrımı konusunu bir kanıtlama sorunu haline getirmektedir. …Açıklanan bu nedenlerle, Tasarıdaki “kastı şüpheye yer bırakmayacak” ölçütü madde metninden çıkartılmış ve bunun yerine “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütü kabul edilmiştir. Böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanılmış sayılacaktır.” denilmekle benimsenen, (Artuk/Gökçen/Yenidünya, Genel Hükümler, (7), s. 569-570; Centel/Zafer Çakmut, (4), s. 455; Öztürk/Erdem, kn. 359; Hakeri, Ceza Hukuku, (15), s. 423 vd.; Özbek, Teşebbüs ve Kusurluluğa, s. 20; Prof. Dr. Mahmut Koca ve Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, s. 408) ve ayrıca Yargıtay tarafından da uygulanagelen (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19.10.2010 tarihli ve 1-153/206 sayılı kararı vb.) objektif teori-Frank formülüne göre;
Suçun kanuni tarifinde unsur veya nitelikli hâl olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi hâlinde icra hareketlerinin başladığını kabul etmek gerekir. Gerçekleştirilen bir hareketin icra hareketi teşkil edip etmediğinin belirlenmesinde hareketin harici olarak değerlendirilmesiyle yetinilmemeli, özellikle bu hareketin suçun konusuyla yakın bağlantı içerisinde olup olmadığı ve suçun konusu bakımından tehlikeye sebebiyet verip vermediği de araştırılmalıdır. Bir hareket kısmi olarak tipik olmasa da mahiyeti itibariyle yapılan değerlendirmeye göre tipik harekete zorunlu olarak bağlı ise icra hareketi sayılmalıdır. (Prof. Fatih Selami Mahmutoğlu – Av. Serra Karadeniz-LLM, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümleri Şerhi, s. 792, 793, 794; İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 503 vd.; Artuk/Gökçen/Yenidünya, Genel Hükümler, (7), s. 569-570; Centel/Zafer Çakmut, (4), s. 455; Öztürk/Erdem, kn. 359; Hakeri, Ceza Hukuku, (15), s. 423 vd.; Özbek, Teşebbüs ve Kusurluluğa, s. 20; Prof. Dr. Mahmut Koca ve Prof. Dr. İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, s. 408)
ee) Suçun ihmali davranışla işlenmesi:
Hukuk normları, ya yasaklayıcı norm ya da emredici norm olarak ortaya çıkarlar. Yasaklayıcı norm, belli bir hareketin yapılmasını yasaklar. Zira yasaklanan hareketin yapılması hâlinde bir hak ihlali söz konusu olacaktır. Ceza kanunlarındaki suçların çoğu yasaklayıcı normun ihlal edilmesiyle işlenen suçlardır. Yasaklayıcı normun ihlali ancak icraî bir hareketle gerçekleştirilebilir. Emredici norm ise belli bir hareketin yapılmasını emreder. Bu hareket yapılmadığında bir hak ihlal edilmiş olacaktır. Bu nedenle ihmali suçlar cezayı gerektiren emredici normlara karşı gelmek suretiyle işlenebilir. Bu doğrultuda Türk Ceza Kanunu’nun özel kısmında suçlar çeşitli şekillerde tasnif edilirken, ayrımlardan birisi de gerçekleştirilen hareketin şekline göredir. Bunlar icrai suç ve ihmali suç olarak ayrıma tabi tutulmuştur.
“İhmali ifade etmek üzere; olumsuz, menfi, negatif hareket; icrai ifade etmek üzere de olumlu, müspet, pozitif hareket terimlerine rastlanmaktadır” (Hakan Hakeri, Kasten Öldürme Suçları, 2006 baskı, s. 69)
Hukuksal yararlara saygı gösterilmesi gereği, iki şekilde ihlal edilebilir. İlki, bir hukuki yarara tecavüz teşkil edilen bir hareketin yapılması, ikinci olarak da hukuki yararı koruyan hareketin yapılmaması suretiyle (Gössel, 323). Bununla beraber garantörsel ihmali suçları da bu ayrıma dahil ederek üçüncü bir ayrım yapılabilir. Nitekim icra ve ihmal ile işlenebilen suçların yanısıra hem icrai hem de ihmali hareketlerle işlenebilen suçlar da söz konusu olabilir. (Hakeri, age, s. 70)
İhmal, Türkçe sözlükte “gereken ilgiyi göstermeme, boşlama, savsaklama, savsama, önem vermeme” olarak, Osmanlıca-Türkçe Büyük Lügat’ta da “ehemmiyet vermemek, yapılması lazım işi sonraya bırakma, dikkatsizlik, başlayıp bırakmak, terk etmek” şeklinde açıklanmaktadır.
İhmali suçlar iki gruba ayrılmaktadır. Birinci grup, gerçek ihmali suçlar olup “ihmali hareketin bizzat suç tipinde gösterildiği suçlardır”. Bu suçlarda tipiklik, kanunda tarif edilen belli bir emredici normun kasten yerine getirilmemesiyle gerçekleşir. İhmali davranış sonucunda ayrıca bir neticenin meydana gelmesi bu suçların oluşması için zorunlu değildir. Gerçek olmayan ihmali suçlar ise “tipe uygun bir neticenin engellenmemesi suretiyle gerçekleştirilen suçlardır”. Fakat bunun için failin özel bir hukuki yükümlülük (garantörlük) altında bulunması gerekir. Ancak garantör olan bir kimse gerçek olmayan ihmali suçun faili olabileceğinden, bu suçlar “gerçek özgü suçlar”dır. Ceza kanununda düzenlenen her suç, hem icrai hem de ihmali hareketle işlenebilir. Kural olarak icrai hareketle işlenebilen bir suçun ihmali hareketle de işlenebilmesine “gerçek olmayan ihmali suç” denmektedir. Keza bir suçun kanuni tanımında belli bir davranışta bulunma veya belli bir neticeye sebebiyet verme cezalandırılmaktadır. Gerçek olmayan ihmali suçlar, neticeli suçlardır. Bu suçlarda, mutlaka neticeyi önleme yönünden hukuki yükümlülügün bulunması gereklidir.
Öğretide icrai hareketle işlenebilen bir suçun ihmali davranışla da işlenebildiğinin kabulü için, görünüşte ihmali suçlara ilişkin bir düzenlemenin genel hükümlere konulmasında zorunluluk olduğu görüşü şu gerekçe ile ileri sürülmüştür: “…icrai hareketle işlenen suçların hangi koşullarda ihmali hareketle de işlenebileceğinin, yani ihmalin icraya eşdeğerlik koşulunun kanunun genel hükümler kısmında yapılacak bir düzenleme ile belirlenmesi gerekirdi. Ancak yeni TCK’da ihmali hareketin icrai harekete eşdeğer sayılacağı haller belirli bazı suçlarda sınırlı olarak öngörülmüştür. Bunlar, kasten öldürme, kasten yaralama ve işkence suçlarıdır. Bunların dışında kalan suçların ihmali bir hareketle işlenmesi durumunda failin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı hususu tartışmalı hale gelmiştir. Kanaatimizce kanunilik ilkesi açısından, görünüşte ihmali suçlara ilişkin bir düzenlemenin genel hükümlere konulmasında zorunluluk vardır. Mevcut düzenlemeye göre, ihmali hareketle işlenebileceği açıkça belirlenemeyen suçların ihmali hareketle işlenmesi mümkün değildir. Kanun koyucu sadece bu suçların kanuni tanımında açıkça ihmali hareketi icrai harekete eşdeğer gördüğünü belirtilmiştir. Dolayısıyla bunların dışında kalan suçların ihmali hareketle işlenebileceğini kabul etmek kanunilik ilkesine aykırı olabileceği gibi, kanun koyucunun iradesiyle de çelişecektir.” (Koca-Üzülmez, TCK. Genel Hükümler, 9. baskı, s. 381-382; atfen, Öztürk/Erdem, kn. 171, 5237 sayılı TCK, s. 180; Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler. 12. basım, s. 145)
Gerçek olmayan ihmali suçların tamamlanabilmesi için tipe uygun neticenin meydana gelmesi gerekir. Ancak, netice de faile objektif olarak isnat edilebilmelidir. İcrai suçlarda objektif isnadiyet, failin neticeye sebebiyet vermesini gerektirmektedir. İhmali suçlarda da nedensellik bağı ve objektif isnadiyet sorumluluk için şarttır. Ancak, icrai suçlarda olduğu gibi netice hareketin fiziki bir sonucu olmasından ziyade hukuken beklenen hareket yapılmış olsaydı tipe uygun neticenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakılmalıdır. Başka bir deyişle, ihmali hareket olmasaydı, yani icrai bir hareket yapılsaydı netice meydana gelmeyecekti denilebiliyorsa, ihmali hareketle netice arasında nedensellik bağı vardır. Aksi taktirde, ihmali hareketten doğan sorumluluğun sınırlarının aşırı şekilde genişletilmesi söz konusu olacaktır.
Neticenin önlenmesi hususundaki yükümlülük, “koruma yükümlülüğü” veya “gözetim yükümlülüğü” olarak adlandırılmaktadır. Garantörlük kavramı olarak ifade edilen bu durum; kanundan, sözleşmeden ve kendisinin yaratmış olduğu tehlikeli durumdan kaynaklanabilir.
TCK’nın 83. maddesinde gerçek ihmali suç olarak yer verilen ihmali davranışla ölüme sebebiyet verme suçu yönünden ihmali davranışın icrai davranışa eşdeğer kabul edilebilmesi için; failin, kanuni düzenlemelerden ya da sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması gerekmekte, önceden gerçekleştirilen davranışın başkalarının hayatıyla ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekliliğine işaret edilmektedir. Ayrıca sorumluluk için nedensellik bağının da bulunması gereklidir. Yani fail, yükümlülüğünü yerine getirmesine rağmen neticeyi önleyemeyecek idiyse ihmali davranış sonrası gerçekleşen neticeden sorumlu tutulamayacaktır.
ff) Sanığın eylemi/araç suç ile amaç suç arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı sorunu:
Türk Ceza Hukuku uygulamasında kabul edilen ve uygun illiyet teorisini esas alan “karma uygunluk teorisi”ne göre; neticenin isnat edilebilirliği bakımından, nedensellik bağı gerekli ve fakat yeterli değildir. Neticenin sanığa isnat edilebilmesi için eylemin, neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasının yanında meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gereklidir. Objektif isnadiyetten bahsedebilmek için netice, “failin eseri olmalıdır”. Objektif isnadiyette, hareketin yapıldığı koşullara gidilir ve o anki somut koşullar ile üçüncü kişinin bilgi ve tecrübesine göre gerçekleştirilen hareketin söz konusu neticeyi oluşturmaya elverişli olup olmadığı belirlenir. Subjektif olarak ise failin kişisel bilgisi ve tecrübesi araştırılır. Her iki değerlendirme uyumlu ise hem nedensellik bağı hem de kusurluluk meselesi çözülmüş olacaktır. Objektif değerlendirme ile sübjektif tasavvur birbiri ile uyumlu değilse eğer fail objektif olarak öngörülmeyen bir neticeyi öngörmüşse nedenselliğin varlığı kabul edilecek, objektif olarak öngörülen husus fail tarafından öngörülmemiş hareket ile netice arasındaki öngörmeme durumunda failin kusuru mevcut ise neticeden sorumlu kabul edilecek, aksi hâlde neticenin tahmininde failin kusuru yoksa cezalandırma söz konusu olmayacaktır.
İlliyet bağının, örgütlü suçlar/terör örgütleri bağlamında değerlendirilmesine gelince; her hâlde suçun oluşması için, failin amaca yönelik işlediği vahim eylem/elverişli araç suç ile suçun konusu üzerinde meydana gelen somut tehlike arasında illiyet bağının bulunması gerekir.
Kanun koyucu, TCK’nın 20/1. maddesinde yer alan “cezaların şahsiliği” ilkesini de gözeterek, örgüt mensuplarının örgütteki konumu ve fiilinin niteliğine göre ayrı ayrı suç tanımlamaları yapmak suretiyle ceza adaleti bakımından dengeli bir sorumluluk rejimi belirlemiştir.
Terör örgütlerinin her kademesindeki mensuplarının, hatta yardım edenlerinin bile, örgütün “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak ya da Anayasal düzenini ortadan kaldırmak” şeklindeki nihai amacını bildiklerinde şüphe olmadığı hâlde, örgüte yardım eden, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi veya kurucusu olanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın her eylemin amaç suç olan TCK’nın 302 ve 309. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Yüksek Yargıtayın yerleşik uygulamaları da bu yöndedir.
gg) Tipik eylemde cebrilik sorunu:
Tipik eylem, cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye elverişli vasıtalarla teşebbüs etmektir.
Görüldüğü üzere, cebir ve şiddet bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Bu nedenle Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir ve şiddet kullanılarak yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir.
Kanunun aradığı cebrilikten maksadın fiziki/maddi cebir olduğu açıktır.
Fiziki güce dayanan elverişli ve cebri eylemin, Anayasayı ihlal/Hükûmeti ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu oluşturacağı konusunda Fransız, İtalyan, Alman ve Türk hukukunda hiçbir hukukçunun itirazı yoktur. (Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı, s. 779, 780, 781, 782)
Amaç suç yönünden elverişli/vahim olduğu takdirde silahlı bir örgütün veya silahlı kuvvetlere mensup unsurların Türkiye Büyük Millet Meclisini, Cumhurbaşkanlığını ya da benzer kurumları kuşatması hâlinde silah kullansın ya da kullanmasın fiziki cebrin mevcudiyetinde tereddüt edilemez. Harpte ülkeyi korumak veya gereğinde siyasi iktidarın inisiyatifiyle kamu düzenini sağlamak amacıyla verilen devlete ait silah, tank ve uçağın kanuna aykırı bir şekilde, Anayasal düzeni yıkmak amacıyla kullanılması hâlinde tipik eylem gerçekleşmiş olacaktır.
Müsnet suçun, devlete ait kamu gücünün kullanılarak işlenmesi olarak ifade edilen “manevi cebir”le işlenip işlenemeyeceğine gelince; Türk doktrininde Özek, Erem, Toroslu ve Soyaslan (Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı, s. 779, 780, 781, 782) tarafından benimsenen görüşe göre; cebir, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesindeki suçun “müstakil bir maddi unsur”unu oluşturmamaktadır. Suçun oluşumu için “failin hukuka aykırı usullere veya cebre matuf bir iradesinin mevcudiyeti” yeterli olacaktır. Bu fikre göre cebir “faildeki kusurlu iradede de mevcut bulunabilir”. “Mülga 765 sayılı TCK’nın 146. maddesinin cezalandırmak istediği husus, Anayasa iradesine aykırı iradelerdir”. Buna göre, “Anayasa iradesine aykırı, netice olarak, hukuka aykırı bulunan her türlü vasıta ve usul cebir unsuruna dahil olmak gerekir”. Mesela Anayasa’nın 4. maddesine göre Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü ile laiklik ve demokratik olma gibi Cumhuriyetin nitelikleri ayrıca resmi dilin Türkçe olduğuna dair Anayasa hükmü değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Anayasa’daki bu hükümlerin değiştirilmesine yönelik olarak bir milletvekili tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklif vermesi 146. maddedeki suçu oluşturmayacaktır. Ancak bu değişiklik teklifinin “gündeme alınarak meclis müzakerelerine konu yapılması, 146. maddeyi ihlal edecek bir icra hareketi olur”.
Bu görüşe göre, suçun oluşması için cebrin bilfiil tahakkuk etmesine de gerek yoktur. Suçun oluşabilmesi için “failin gayri hukuki vasıtalarla neticeye erişmek hususundaki kastının mevcudiyeti yeterlidir”. Hatta kastın varlığını tespit için “objektif bir takım emarelerin, maddi delillerin mevcudiyeti dahi şart değildir”. Daha da ileri gidilerek, Anayasal düzeni değiştirmek hususundaki “gayeye erişilmesi için cebrin mevcudiyeti veya düşünülmesi dahi gerekli görülmemiştir”. Gayenin tahakkukunu engelleyebilecek reaksiyonları kırmak için kullanılacak hukuka aykırı usuller dahi yeterli sayılmaktadır.
Cebir kavramını bu şekilde geniş yorumlayan anlayışa göre, Anayasa’da öngörülmüş olan usule riayet etmeksizin bir anayasa veya kanun değişikliğinin yapılması teşebbüsünde bulunulması dahi, mülga 765 sayılı TCK’nın 146. maddesindeki suçu oluşturacaktır. Anayasal düzeni değiştirmek için başvurulan yolun Anayasa’da öngörülen usul ve esaslara aykırı olması, söz konusu suçun oluşumu açısından yeterli görülmektedir. Keza, “Anayasaya aykırılığı açık olan bir kanunun meclisçe çıkarılması da” 146. maddedeki suçu oluşturmaktadır. Bu anlayışa göre, 146. madde kapsamında düzenlenen suç, “görevin suistimali, yetki gaspı, hile, keyfi işlemler” yolu ile işlenebilir.
Bu görüşte olan yazarlardan Soyaslan, Anayasal düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs suçunun ihmali bir davranışla da gerçekleşebileceği düşüncesindedir. Yazara göre, “Cumhurbaşkanının Anayasaya alenen aykırılığı sabit olan bir kanuna karşı Anayasa Mahkemesine gitmeyişi bu suçun ihmal suretiyle icra yoluyla işlenişinin tipik” örneğidir. (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, 8. Bası, s. 228, 229, 230, 231)
Doktrinde Prof. Dr. Doğan Soyaslan karşılaştırmalı hukuk açısından durumun, Fransız ve Alman hukukçuları için tartışmalı, İtalyan hukuku için tartışmasız olduğunu; Alman hukukunda Merkel, Haelshner, Von Liszt’in cebir şiddet terimini maddi cebir, Binding’in hukuka aykırılık olarak; Frank, Köhler, Von Calker’in tehdidin şiddetle yapılması olarak tanımlandığını (Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı, s. 779, 780, 781, 782) nakletmektedir.
Ancak mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin kaynağını oluşturan 1889 İtalyan Ceza Kanununun 118. maddesi, 146. madde de olduğu gibi cebir (Violentemente) unsurunu taşımaktaydı. Ancak, 1930 Faşist İtalyan Ceza Kanunu’nun aynı konuyu düzenleyen 283. maddesinde, suç tanımından cebir unsuru çıkarılmıştır. Faşizmin etkisiyle kaleme alınan bu 283. madde, bilahare 11.11.1947 tarihinde yeniden değiştirilerek, suç tanımında tekrar cebir unsuruna yer verilmiştir. (Madde gerekçesinden)
5237 sayılı TCK’nın hazırlık çalışmaları sürecinde de Hükûmet tasarısının Anayasayı ihlal suçunu düzenleyen 363. maddesinin “koruyucu doktrin”in benimsediği görüş doğrultusunda şu şekilde formüle edildiği görülmektedir:
“Madde 363- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hükümlerine aykırı olarak ve Anayasanın müsaade etmediği usullerle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis ceza ile cezalandırılırlar”.
Madde gerekçesi ise şöyledir:
“Anayasanın müsaade ettiği usul ve yollarla Anayasa düzenine aykırı bir netice doğduğunda Anayasa Mahkemesine başvurulmak suretiyle düzeltilmesi mümkün olan bu hallerin suç oluşturmayacağı göz önüne alınarak, yürürlükteki maddedeki (cebir) unsuru yerine (Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hükümlerine aykırı olarak ve Anayasanın müsaade etmediği usullerle) ibaresi kullanılmış, böylece cebri de içine alan hukuka ve kanuna aykırı her türlü yollar ifade edilmiştir. Bu suretle ayrıca cebir unsurunun var olup olmadığı, maddi ve manevi cebir gibi, 27 Mayıs 1960’dan sonra ortaya çıkan tartışmaların da giderilmesi arzulanmıştır”
Ancak Meclis çalışmaları sırasında bu görüşten vazgeçilerek yasa metninde açıkça “cebir ve şiddet” unsuruna yer verilmiş, cebrin de fiziki/maddi cebir olduğu gerekçede açıklığa kavuşturulmuştur.
Manevi cebir kavramı, mehaz kanun bakımından Faşizmin, Türk Ceza Hukuku yönünden ise meşru siyasi iktidarın yargılanmasına gerekçe arayan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra o gün iktidarda olanları yargılamak amacıyla kurulan Yüksek Adalet Divanı’nın eseridir. (Bknz. madde gerekçesi ve Prof. Dr. Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Güncelleştirilmiş 11. Baskı s. 779, 780, 781, 782) Bu nedenledir ki, özgürlükçü çağdaş demokratik hukuk devletinde bu görüşün savunulabilir bir tarafı yoktur.
d) Fail ve Mağdur:
Bu suçun faili, yöneten/yönetilen herkes olabilir. Suçun mağduru ise demokratik toplumu oluşturan her bir ferttir.
Bu suçun işlenmesi için önceden oluşturulmuş bir çete veya örgütün varlığı zorunlu değildir. Maddede “teşebbüs edenler” denilmiş olduğundan, suçun işlenmesi bakımından şahıs itibariyle ayırım yapılmadığı, korunan değeri zorla ihlal eden bir kimsenin konumuna bakılmaksızın bu suçun faili olabileceği görülmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.07.1998 tarihli ve 9-187/272 sayılı kararı)
Bu suçun, bu amaçla kurulmuş örgütün faaliyeti çerçevesinde örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ve üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen bir kişi tarafından da işlenmesi mümkündür (Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 07.11.2014 tarihli ve 5688-11080 sayılı kararı). TCK’nın 220/5. maddesinde yer alan düzenleme nedeniyle örgüt yöneticisinin bu suçun faili olması bakımından elverişli fiilleri bizzat işlemesi zorunlu değildir.
e) Suçun Manevi Unsuru:
Suç, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmak, bu düzen yerine başka bir düzen getirmek veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemek amacına matuf doğrudan genel kast ile işlenebilen bir suçtur.
f) Suça teşebbüs sorunu:
Bu suç, düzenleniş itibariyle teşebbüs suçu olduğundan niteliği gereği teşebbüs mümkün değildir.

g) İçtima sorunu:
Araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketi, hem araç suçun hem de tehlike suçu niteliğindeki amaç suçun icra hareketini oluşturduğundan sanık hukuki anlamda tek bir fiil ile kanunun birden fazla hükmünü ihlal etmekle Türk Ceza Kanunu’nun 44. maddesinin uygulanması gerekmekte ise de TCK’nın 309/2. maddesindeki düzenleme, fikri içtima kurumunun uygulanmasının önlenmesine getirilen bir düzenleme olduğundan araç ve amaç suçlar yönünden her olayda kural olarak gerçek içtima hükümleri uygulanacaktır.
Türk Ceza Kanunu’nun 311. maddesinin gerekçesi de gözetildiğinde bu suçun işlenmesi sırasında kasten öldürme, nitelikli yaralama veya kamu mallarına zarar verme gibi suçların işlenmesi hâlinde amaç suç yanında ayrıca bu suçlardan da cezaya hükmolunacaktır. Ancak, suçun unsuru olarak sayılan “cebir ve şiddet”in basit hâllerinin işlendiği araç suçlar yönünden, cezalandırılan amaç suçla birlikte ayrıca mahkumiyet hükmü kurulamayacaktır.
Araç suçlar bakımından içtimaya ilişkin genel hükümlerin uygulanması mümkündür. Hukuki ve fiili kesintiye kadar gerçekleştirilen birden fazla araç suç için bir kez Anayasayı ihlal suçu oluşur.
Anayasayı ihlal suçunun, aynı anda yasama organına karşı ve hükûmete karşı suçla birlikte işlenmesi hâlinde her bir suçtan ayrı ayrı cezalandırma yoluna gidilip gidilemeyeceği hususuna gelince;
Türk Ceza Kanunu’nun 311. maddesinin gerekçesinde “Anayasayı ihlal suçu, Anayasa düzenine hakim olan ve sistemleri koruma amacını güderken; bu madde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik unsurunun oluşturduğu üç güçten birini ve yasama gücünü oluşturan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Anayasa kurallarına uygun bir biçimde görevlerini yerine getirilebilmesi yeteneğini korumaktadır. Anayasa düzenini ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önleme amacını gerçekleştirmek için Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelen saldırılar, Anayasayı ihlal suçunu oluşturur. Bu madde kapsamında tanımlanan suç, bu amaçlar dışında Türkiye Büyük Millet Meclisinin Anayasaya uygun bir şekilde görevlerini yerine getirmesini engelleme hallerinde oluşacaktır” denilerek konuya yeterince açıklık getirilmiştir.
Bu nedenle, aynı hukuki değerleri koruyan ve kapsamı itibariyle eylemlerin haksızlık muhtevasını tamamen ortadan kaldıran Anayasayı ihlal suçunun tüm unsurlarıyla gerçekleştiği durumlarda sanıkların ayrıca Türk Ceza Kanunu’nun 311 ve 312. maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılmaları cihetine gidilemeyecektir.
765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemdeki uygulama ve doktrindeki görüşler de bu doğrultudadır. Örneğin “…fail anayasayı ihlal edecek fiilini ika ederken, parlementonun fonksiyonunu tecavüz teşkil edecek bir hukuka aykırı yolu geçmiş olursa, faile tek ceza mı yoksa iki fiilden dolayı mı ceza verilecektir. …Aynı şekilde askeri bir hükümet darbesi halinde parlementoyu fesh eden ve parlementer sisteme son veren hareket; Anayasayı ihlal etmiş ve Meclisin fonksiyonunu engellemiş olacaktır. Kanaatimizce bu durumda faile tek ceza vermek gereklidir. Zira fail parlementonun fonksiyonuna tecavüz ederken gaye olarak Anayasayı ihlali göz önünde bulundurmaktadır. Bu durumda parlementoya karşı fiil, Anayasaya karşı fiilin icrai hareketi olmaktadır. Anayasaya karşı fiilin cezalandırılması için icra hareketine başlanması kafi olduğuna göre, meclislere karşı bir fiilin belirli maksatla yapılması halinde, failin tamamlanmış bir suç varmış gibi Anayasayı ihlalden cezalandırılması icap edecektir. Bu durumda ortaya müterakki bir suç çıkmaktadır. …Meclislere karşı fiil, Anayasayı ihlal suçunun icra hareketini teşkil etmesi yönünden faile tek ceza verilmesi gereklidir. Aynı sonucu icra organına karşı işlenebilen 147 ve 149. maddeler (5237 TCK’nın 312, 313 maddeleri) bakımından da varmak gereklidir”. (Özek, age, 1967 İst. bası, s. 160)
III) SUÇA İŞTİRAK
a) Genel olarak:
Anayasayı ihlal suçuna ilişkin olarak 5237 sayılı TCK’da getirilmiş özel iştirak hükümleri yoktur. Bu sebeple TCK’da yer alan genel iştirak hükümleri bu suç yönünden de uygulanma kabiliyetini haizdir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suça iştirakte, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş; azmettirme ve yardım etme, şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir.
TCK’nın 37. maddesi;
“(1) Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.
(2) Suçun işlenmesinde bir başkasını araç olarak kullanan kişi de fail olarak sorumlu tutulur. Kusur yeteneği olmayanları suçun işlenmesinde araç olarak kullanan kişinin cezası, üçte birden yarısına kadar artırılır”
Şeklinde olup maddenin birinci fıkrasında müşterek faillik, ikinci fıkrasında ise dolaylı faillik düzenlenmiştir.
Kanun’da suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla suç ortağı tarafından iştirak hâlinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesinde düzenlenen müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Öğretideki görüşler de dikkate alındığında müşterek faillik için şu iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
i) Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
ii) Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kurulmalıdır.
Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulduğu için her bir suç ortağı “fail” konumundadır. Müşterek faillik, suçun icrai hareketlerinin birlikte gerçekleştirilmesidir. Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının belirlenmesinde suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem göz önünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının, suçun işlenmesine yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda da müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre, her müşterek fail, suçun icrasına ilişkin etkin ve fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır. Fiilin başarıyla tamamlanması açısından yapılan iş bölümü doğrultusunda fiili bizzat icra etmeyen diğer kişinin katkısı önemli bir fonksiyon icra etmiş ise bu kişi de müşterek faildir.
Suçun işlenişine katkıda bulunanların müşterek fail sayılabilmesi için mutlaka suçun işlendiği yerde olması gerekli değildir. Olay mahallinde bulunmamakla birlikte uzaktan suçun birlikte işlenişini etkileyen önemli bir katkıda bulunulması hâlinde müşterek faillik söz konusu olur. Uzak bir pozisyondan olay yerinde etkili bir konumda olan faili telefon ve telsiz gibi iletişim araçlarıyla koordine eden veya suçun işlenişi anında faile telefonla talimat veren kişi de bizzat müşterek faildir. (Roxin, 2 s. 25; kn 200 Atfen, Koca – Üzülmez, age, s. 440; Özgenç, Gazi şerhi, Genel Hükümler, 3. baskı, s. 493)
Suçun icrası açısından müstakil bir fonksiyonu olmayan bir katkı müşterek faillik için yeterli değildir. Suçun işlenişine bulunulan katkı hazırlık hareketlerinden ibaret ise suç üzerinde müşterek hakimiyet kurulduğundan bahsedilemez, bu durumda suça yardım eden olarak katılmak söz konusu olacaktır. (Özgenç, age, s. 499)
765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde de suça asli iştirak ve feri iştirak ayrımındaki kriterler Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Ceza Dairelerinin kararlarına konu teşkil etmiştir. Benzer nitelikteki bazı kararlarda;
“Suça asli olarak iştirak etmek ile feri şekilde katılma arasındaki kriterler belirlenirken suçu doğrudan doğruya beraber işleyenlerle, feri maddi faillerin durumları sık sık birbirine karıştırılmaktadır. Esas itibariyle suçu doğrudan doğruya birlikte işleyen faillerin hareketleri ne suçun unsuru ne de şiddet sebebi olmayıp feri niteliktedirler. Fakat maddi şekilleri, suçun icrası ile aynı oluşları ve suçun icrasında birinci derecede etkili bulunuşları nedeniyle bu hareketleri gerçekleştirenler asli fail olarak kabul edilmişlerdir. Feri iştirakte ise suça ikinci derece katılma söz konusu olup asli maddi failin suç teşkil eden hareketleri ile yardımcısı durumundaki feri failin hareketleri arasında bir bağlantı vardır” (Yargıtay CGK’nın 23.11.1981 tarihli ve 214-385 sayılı kararı)
“Feri faillik hâlleri yasa metninde tek tek sayılmıştır. Yasaya göre, suçun işlenmesinde asli maddi faile vasıta tedarik etmek ve suçun işlenmesini kolaylaştırıcı yardımda bulunmak feri fail olarak cezalandırılmayı gerektirmektedir. Bu anlamda destekleme (müzaharet) ve yardım (muavenet) suçun icrasını kolaylaştırıcı hareketler yapmak şeklinde anlaşılmalıdır. Yeni yapılan düzenleme ile suçun işlenmesini sağlayan hareket üzerinde hakimiyet kuran herkes fail sayılabilecektir. Hareket üzerinde hakimiyet kurmak birlikte irtikap etme şeklinde gerçekleşebileceği gibi zımni veya açık bir işbölümüne dayalı olarak hareketi birlikte gerçekleştirmeyi de kapsayabilir. Fakat bir başkasının bu hakereti yapması için gereken ortamı hazırlayanlardan herbirisi de fail sayılabilecektir”. (Yargıtay CGK’nın 20.01.2009 tarihli ve 1/232-2 sayılı kararı)
“Yasada suç olarak tanımlanan fiilin, birden fazla kişi tarafından iştirak hâlinde gerçekleştirilmesi durumunda TCK’nın 37/1. maddesi kapsamında müşterek faillik söz konusu olacaktır.
Müşterek faillik için iki koşulun birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir;
a) Failler arasında birlikte suç işleme kararı bulunmalıdır.
b) Suçun işlenişi üzerinde birlikte hakimiyet kurulmalıdır. Fiil üzerinde ortak hakimiyetin kurulup kurulmadığının saptanmasında suç ortaklarının suçun icrasında üstlendikleri rolleri ve katkılarının taşıdığı önem gözönünde bulundurulmalıdır. Suç ortaklarının suçun işlenmesinde yaptıkları katkının, diğerinin fiilini tamamladığı durumlarda müşterek faillik söz konusu olacaktır. Buna göre, her müşterek fail suçun icrasına ilişkin etkin, fonksiyonel bir katkıda bulunmaktadır”. (Yargıtay CGK’nın 10.05.2011 tarihli ve 1/59-85 sayılı kararı)
Denilmiştir.
Suça iştirak şekillerinden olan faillik ile yardım etme şeklinde gerçekleşen şeriklik arasındaki önemli farklardan birisi mahiyetindeki suç işlenmezden önce alınan birlikte suç işleme kararı önem arz etmektedir.
“Mağdur Mustafa’nın cep telefonlarını yağmalama eylemleri sırasında mağdura yönelik herhangi bir davranışta bulunmamaları ve olay öncesinde yağma suçunu işleme konusunda aralarında anlaştıkları yolunda bir kanıtın olmaması karşısında birlikte suç işleme kararının olmaması ve fiil üzerinde ortak hakimiyet kurulmaması nedeniyle sanıkların TCK’nın 37/1. maddesi kapsamında müşterek fail olarak kabulü olanaklı değildir…Ancak suçu icra eden sanıkların yanlarında bulunmaları, yağma eylemini gerçekleştiren sanıkların bu eylemlerine taraftar olmadıklarını gösterecek şekilde engelleyici bir söz söylememeleri ve bu yönde bir davranışta bulunmamaları, aksine olayın başından itibaren sanıkların yanında yer almaları göz önüne alındığında suçun işlenmesinden önce ve işlenmesi sırasında suçun icrasını kolaylaştırmak suretiyle yardım ettiklerinden TCK’nın 39/2-c maddesi gereğince sorumlu tutulmaları gereklidir”. (Yargıtay CGK’nın 17.05.2011 tarihli ve 6/76-100 sayılı kararı)
Yardım etme, 5237 sayılı TCK’nın 39. maddesinde;
“(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2)Aşağıdaki hallerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak”
Şeklinde düzenlemiş ve seçimli hareketlere yer verilmiştir.
Bağlılık kuralı da aynı Kanun’un 40. maddesinde;
“(1) Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
(2) Özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir. Bu suçların işlenişine iştirak eden diğer kişiler ise azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulur.
(3) Suça iştirakten dolayı sorumlu tutulabilmek için ilgili suçun en azından teşebbüs aşamasına varmış olması gerekir”
Biçiminde düzenlenmiştir.
Suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, işlenişine bulunduğu katkının niteliği gereği kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen diğer suç ortaklarına “şerik” denilmekte olup 5237 sayılı TCK’da şeriklik, azmettirme ve yardım etme olarak iki farklı şekilde düzenlenmiştir. Buna göre, kanuni tanımdaki fiili gerçekleştirmeyen veya özel faillik vasfını taşımadığı için fail olamayan bir suç ortağı, gerçekleşen fiilden 5237 sayılı Kanun’un 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı uyarınca sorumlu olmaktadır.
TCK’nın 39/2. maddesindeki düzenlemeye göre yardım etme, maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.
Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte anılan maddede maddi yardım;
i)Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
ii)Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak olarak sayılmış;
Manevi yardım ise;
i) Suç işlemeye teşvik etmek,
ii) Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
iii)Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
iv)Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek şeklinde belirtilmiştir.
Kişinin eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığının, ulaşması hâlinde suça katılma düzeyinin belirlenmesi için eylemin bir aşamasındaki durumun değil, eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin, olay öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp tüm delillerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. Zira “yardım etme”yi müşterek faillikten ayıran en önemli unsur, kişinin suçun işlenişi sırasında fiil üzerinde ortak hakimiyetinin bulunmamasıdır. (Yargıtay CGK’nın 2014/l-558-480 sayılı kararı)
b) Örgütlü suçlarda iştirak:
Örgüt kurma suçu çok failli bir suçtur. Bu suçun oluşumu için en az üç kişinin bir araya gelmesi zorunludur.
Suça iştirakten bahsedebilmek için birden fazla kişiye ihtiyaç vardır. Bir suçun icrasına iştirak eden suç ortaklarının, suçun işlenişine bulundukları katkıları göz önünde bulundurularak sorumluluk statüleri belirlenir.
Örgüt kurma suçunun iştirakten farkı, örgütün devamlılığı ve belirlenmemiş sayıda suç işlemek amacıyla bir birleşmenin söz konusu olmasıdır. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her fail diğerlerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır.
TCK’nın 220/5. maddesinde “Örgüt yöneticileri, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır” denilerek örgüt yöneticileri hakkında özel faillik düzenlemesiyle TCK’nın 20. maddesindeki “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ve faillik bakımından “fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurma” ilkelerine istisna getirilmiştir.
Faillik, birlikte suç işleme kararı yanında fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmayı da gerektirir. Zira örgütlü suçlarda nihai amaçta birleşme nedeniyle birlikte suç işleme kararının varlığı kabul edilse dahi fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurulmadığından, gerçekleşen suçlar bakımından örgüt yöneticileri dışında kalan örgüt mensuplarının örgüt faaliyeti kapsamında işlenen her suç yönünden müşterek fail olarak sorumlu tutulamayacağında tereddüt yoktur.
TCK’nın 39. maddesinde düzenlenen “suça iştirak kapsamındaki yardım etme” ile aynı Kanun’un 220/7. maddesinde tanımlanan “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme” nitelik itibariyle birbirlerinden farklıdır. Sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenecek somut bir suça dair kasta dayanan ve yardım teşkil eden eyleminin, hem yardım edilen suç bakımından şeriklik kapsamında hem de şartları varsa amaç suç yönünden faillik kapsamında değerlendirilmesi gerekirken somut bir olaya dayanmayan ancak örgüt faaliyeti kapsamında kullanılmak/değerlendirilmek üzere gerçekleştirilen yardımların TCK’nın 220/7. maddesinde düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilmelidir.
c) Anayasayı ihlal, Hükûmete karşı suç ve TBMM’ye karşı suçlar yönünden iştirak sorunu:
Suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunan sanıklar hakkında TCK’nın 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden iştirakin her şeklinin uygulanması mümkündür. (Eren Toroslu, Özel Hükümler, s. 74; Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununun 302. maddesi, s. 559; Kangal s. 55; Akdoğan s. 31; Gözübüyük, s. 10; Yard. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 200)
Yüksek Yargıtayın istikrar kazanmış uygulamalarına göre ise (Yargıtay CGK’nun 10.12.1990 tarihli ve 9-301/329 sayılı kararı; Yargıtay 9. CD’nin 24.03.2011 tarihli ve 869-187; 15.07.2009 tarihli ve 2008/21722, 2009/8587, 1999/1673, 2000/345 sayılı kararları) elverişli nitelikteki belirli bir araç, fiilin işlenişine katkı sunmakla birlikte sunduğu katkı tek başına vahamet arz etmiyorsa ve fail, fiilin işlenişi üzerinde müşterek hakimiyet kurmamışsa niceliği ve niteliği itibariyle bu gibi suçlarda feri iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün olmadığından, failin sorumluluğunun TCK’nın 309. maddesine yardım etmek olarak değil ve fakat konumu, eylemin niteliği ve delil durumu itibariyle TCK’nın 314/2 ya da 220/6 veya 220/7 maddesi delaletiyle 314/2 veya 315. maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Mensup olduğu örgütle kurduğu bağ nedeniyle örgütsel faaliyet kapsamında işlenen Anayasayı ihlal suçuna ilişkin planlama, hazırlık ve icra organizasyonundan haberdar olmak suretiyle darbeye teşebbüs suçunu sevk ve idare edenler tarafından verilen emirleri /görevleri kabullenerek ülke çapındaki icra hareketleriyle illi bir değer taşıyan icra hareketlerini gerçekleştirenlerin ya da görev paylaşımı bağlamında henüz sırası gelmemiş icra hareketleri için gerekli hazırlıkları yapanların bu suç yönünden müşterek fail olarak sorumlu tutulmaları gerekmektedir (Özgenç İzzet, age, s. 332).
5237 sayılı TCK’nın 220/5. maddesi gerekçesi ile birlikte değerlendirildiğinde, yönettiği örgütün gücünden yararlanarak talimat alanın iradesi üzerinde hakimiyet kuran yöneticinin, serbest iradesiyle hareket etmeyen ve bir suç örgütü mensubu olarak suç işleme kararının varlığının kabulünde zorunluluk bulunan fail arasında azmettiren/azmettirilen ilişkisinden bahsetme imkanı da bulunmamaktadır. Kanunun kabul ettiği sistemde, yöneticinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolaylı fail olarak sorumlu tutulduğu görülmektedir.
Bu suçlarla ilgili iştirak hükümlerinin uygulanmasına dair Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 19.03.1987 tarihli ve 41/49 sayılı kararı şöyledir:
“İtiraz tebliğnamesine göre sanıkların durumları ayrı ayrı incelendiğinde, Askeri Yargıtay Başsavcılığı ile 3. Daire arasında sanık S.N. ile ilgili olarak ortaya çıkan uyuşmazlık, bu sanığın işlediği ve yüklenen suçu oluşturma yönünden elverişli vasıta niteliğinde bulunan eylemlerinin suça ilişkin TCK’nun 146’ncı maddesinin hangi fıkrası içinde mütalaa edileceği noktasında toplanmaktadır.
TCK’nun 146’ncı maddesi “Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tedbil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler…” hükmünü taşımaktadır.
Maddenin açık ifadesinden anlaşılacağı üzere suçun en belirgin özelliği; ceza hukukunun suçun tamamlanması için neticenin tahakkukunun gerekli olduğuna dair olan kuralından ayrılıp teşebbüs halinde dahi suçun tamamlanmış olduğunun kabul edilmesindedir. Kazai ve ilmi içtihatlarda aynı doğrultuda olmakla birlikte gayeye matuf maddi bir hareketin TCK’nun 146’ncı maddesinin 1 inci veya 3 üncü fıkralarından hangisine göre cezalandırılması gerekeceği başka bir ifade ile 146’ncı maddenin 3 üncü fıkralarının uygulanma şartları tartışma konusu olmaktadır.
Anılan fıkranın uygulama şartlarını sıhhatli bir biçimde tesbit edebilmek için 15 Sayılı Kanunla146’ncı maddeye eklenen bu fıkranın, TCK’nun 65 inci maddesinin varlığına rağmen kabulündeki nedenleri araştırmakta fayda vardır.
15 sayılı Kanunun gerekçesini teşkil eden ilmi heyet raporu aynen “Türk Ceza Kanununun 146’ncı maddesi birinci fıkrasında Anayasaya tedbil, tağyir kısmen veya tamamen ilga suçlarını, 2’inci fıkrasında ise bu suça gerek yalnızca gerek birkaç kişi ile birlikte kavli veya tahriri veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda veya halkın toplandığı mahallerde nutuk irad, yafta talik veya neşriat icra ederek teşvik eden kimseleri cezalandırmaktadır.
Ceza Kanunun 146’ncı maddesinde yazılı ceza ölüm cezası olduğuna göre bu suça 65’inci maddeye göre uygun olarak fer’an iştirak edenler hakkında tatbik edilecek ceza 65’inci maddeye göre uygun olarak yani feri faile 10 seneden az olmamak üzere ve 24 seneye kadar verebilmek üzere ağır hapis cezası verilecektir.
Suç ile ceza arasındaki adil bir nisbetin temini, hukuk nizamını temelinden sarsan, demokratik müesseleri yok etmeye müncer olan “Anayasanın tedbil tağyir ve ilgası” gibi en ağır suçlarda dahi gözetilmesi gereken bir esastır.
146’ncı maddede yazılı suç, bünyesi itirabiyle tek kişi tarafından işlenmesine imkan olmayan bir suçtur. Bu itibarla iştirak halinde işlenen her suçta olduğu gibi, bu suçta da asli failler ile fer’i arasında imkan nisbetinde derecelendirme yapılması adalete uygun düşecektir.
TCK’nunda yapılmış olan değişiklikle maddeye bir fıkra eklenerek fer’i şerikler hakkında 5 seneden 15 seneye kadar ağır hapis cezası getirilmiştir”
Maddenin kabulündeki nedenleri açıklayan bu ilmi rapor incelendiğinde; TCK’nun 146/3. maddesinin anılan kanunun 65’inci maddesinde yazılı fer’i iştirak koşullarında bir değişiklik getirmediği sadece cezanın yeniden belirlenmesine gayesine matuf olduğu tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır.
Hal böyle olunca TCK’nun 146/3 üncü maddesinin uygulanabilmesi için TCK’nun 65’inci maddesinde yazılı koşulların gerçekleşmesi gerekecektir.
Bazı devletlerin kanunlarında suça fer’i iştirak, genel olarak tarif edilmiş ve böylece failin hareketinin suça katılma olup olmadığının takdirini mahkemeye bırakmış olmasına karşın;
Kanunumuz fer’i iştirak hallerini sayma usulünü kabul etmiştir. Bu kabul tarzına göre kanunda sayılan hallere uymayan bir hareketi fer’i iştirak olarak kabul etmek mümkün olmayacaktır.
TCK’nın 65’inci maddesinin ifadesi ve ceza hukukunun genel ilkelerine göre bir suça fer’i iştirakten söz edebilmek için;
a. Failin birden fazla olması,
b. Kanunun suç saydığı bir fiilin işlenmiş bulunması,
c. 65 inci maddede sayılan;
(1) Suç işlemeye teşvik veya suça irtikap kararını takviye etmek, yahut işlendikten sonra müzaharet ve muavenette bulunmayı vadeylemiş olmak,
(2) Suçun ne şekilde işleneceğine dair talimat vererek yahut fiilin işlenmesine yarayacak iş ve vasıtaları tedarik etmek.
(3) Suçun işlenmesinden evvel veya işlendiği sırada müzaharet ve muavenetle icrasını kolaylaştırmak gibi icrai bir hareketin varlığı,
d. Şerikin bu fiilleri ile işlenen suç arasında illeyet bağının bulunması.
Bu hukuki nedenler karşısında, yasadışı Dev-Yol isimli silahlı çete mensubu olduğu tartışmasız bulunan sanık S.N.’ın ayrıca sabit olan öldürmeye teşebbüs eylemine göre durumu incelendiğinde;Birkaç arkadaşı ile birlikte postane önünde toplanmış olan kalabalığı hedef ittihaz ederek birden ziyade ateş edip bir kişinin yararlanmasına sebebiyet veren sanığın eyleminin TCK’nun 146/3 değil 146/1. maddesi kapsamı dahilinde mütalaa edilmesi gerekir.”
Müşterek faillik ile TCK’nın 39/2-c maddesinde düzenlenen suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak şeklinde ortaya çıkan şerikliğin, her olayın özelliğine göre suçun işlenişine bulunulan katkının arz ettiği önem ve zaruret göz önünde bulundurularak hâkim tarafından ayırt edileceği kabul edilmektedir. Müşterek faillikte/fiil hakimiyetinde, fiilin icrası veya akim kalması müşterek faillerden her birisinin elinde bulunmaktadır. Yardım eden şerik, suçun icrasını failin inisiyatifine havale etmektedir (Özgenç İ, Suç örgütleri, s. 332; Türk Ceza Hukuku s. 490).
Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde düzenlenen suça iştirakten bahsedebilmek için sadece araç fiil/suç bakımından değil, ayrıca amaç suç bakımından da iştirak iradesinin varlığı aranmalıdır.
Bir kişinin maddede belirtilen amaçlara yönelik bir örgütün kurucusu ya da üyesi olması, tek başına TCK’nın 309. maddesindeki suça iştirak ettiği anlamına gelmez (Özek, Silahlı Çete, s. 366-374; Akbulut, Ülke Bölücülüğü, s. 130). Bu fiiller, TCK’nın 314. maddesinde bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir. Bu sıfatları haiz kişilerin TCK’nın 309. maddesindeki suça iştirakten sorumlu tutulabilmeleri için örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli nitelikteki belirli bir araç fiil bakımından hem iştirak iradelerini ortaya koymaları hem de maddi veya manevi nitelikte nedensel bir katkıda bulunmaları gerekmektedir. Bu kişilerin maddede sayılan amaçları gerçekleştirmek için salt bir örgütün çatısı altında bir araya gelmeleri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen araç suçlara da iştirak etmiş sayılmaları anlamına gelmeyecektir (Yard. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, s. 202).
Suça iştirakten söz edebilmek için amaca yönelik bir fiil işleme hususunda iştirak iradelerini ortaya koyan kişilerin hepsinin bu amaçla kurulmuş bir örgütün üyesi olması da gerekmez.
Fiilin işleneceği konusundaki bilginin iştirak bakımından önemi yoktur. 1960 darbesi sonrasında 20-21 Mayıs olayları ile ilgili yapılan yargılamalarda Mamak 1 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 963/1 sayılı 05.09.1963 tarihli kararı ile faillerin bir kısmı, ihtilal müteşebbislerinin bu konudaki hareketlerini bilmesi ve hazırlık hareketlerine katılması nedeniyle sorumlu tutulmuşlardır. Diğer bir deyişle failin, fiilin ika edileceği konusundaki bilgisi, iştirak iradesinin mevcudiyetinin ve fiile iştirak ettiğinin delili sayılmıştır. Bu karar temyiz edilmekle Askeri Yargıtay Dava Daireleri Kurulunun 15.01.1964 tarihli ve 1963/2548 Esas 1964/1 Karar sayılı kararı ile “icra hareketi ile iştirak mefhumunun birbirine karıştırıldığı” gerekçesi ile bozulmuştur. Doktrinde de aynı görüş savunulmuştur. Failin fiil hakkındaki bilgisi iştirak iradesini sağlamaya yeterli değildir. Olsa olsa bildiğini ihbar etmemekten doğan sorumluluk veya hazırlık hareketlerine katılma nedeniyle mülga 765 sayılı TCK 168 ve 171. maddelerindeki (5237 sayılı TCK’nın 314 ve 316. maddelerindeki) suçlar tahakkuk edebilir (Özek, age, s. 172).
TCK’nın 309. maddesinde düzenlenen suç, bir somut tehlike suçu olduğundan suçun oluşması için ayrıca bir neticenin gerçekleşmesi aranmamaktadır. Bu itibarla sanığın amaca matuf eylemi ve/veya işlediği elverişli araç suç ile suçun konusu üzerinde meydana gelen somut tehlike arasında illiyet bağının bulunması gerekli ve yeterlidir. Suça teşebbüsün kabulü için aranan elverişli vasıtalarla cebri eylemlere başlanıp başlanmadığı araştırılırken ve vasıtanın elverişliliği takdir edilirken tek tek yapılan eylemler ile amaçlanan hedefler arasında doğrudan doğruya bağ kurmak yoluna gidilemez. Ancak her hâlükarda ülke genelinde gerçekleştirilmek istenen amaca matuf cebri/icrai fiilin, sanığın bulunduğu mahalde/sorumluluk sahasında da doğrudan doğruya ya da araç suçlar yönünden icrasına başlanması aranmalıdır. Sanığın bu icrai fiile yine icrai bir hareketle katılması mümkün olduğu gibi garantörlük yükümlülüğünü ihmal etmek suretiyle de iştirak edebileceği görülmektedir.
15.07.2016 tarihindeki somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylemler vasfını aşarak Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı ve senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda bulundukları mahal ve konumlarına uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai harekette bulunanların, icra aşamasına geçerek amaç suç yönünden somutlaştığında ve elverişliliğinde tartışma bulunmayan bu fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurdukları gözetilerek TCK’nın 37. maddesi kapsamında “doğrudan fail” olduklarının kabulünde zorunluluk vardır.
Doğrudan kanuni tanımda öngörülen cebir ve şiddet içeren icrai hareket niteliğinde olmayan, somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde -faillerle birlikte- fiil üzerinde müşterek hâkimiyet kurmalarını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımayan, suç organizasyonu içinde bir iş bölümünün gereği olarak görevlendirilmeleri nedeniyle ika edildiği kanıtlanamayan ancak suçun icrasına başlanmasından sonra katılma iradesini açıkça ortaya koyan, zaman, nitelik ve yakın zarar tehlikesine yaptığı katkı itibariyle bütün olarak darbenin icrasını kolaylaştırmaya yönelen hareketleri gerçekleştirenlerin eylemlerinin ise 5237 sayılı TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri kapsamında Anayasayı ihlal suçuna yardım etme suçunu oluşturacağı gözetilerek hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayin edilmesi gerekmektedir.
IV) BAĞLAYICI EMRİN YERİNE GETİRİLMESİ KAPSAMINDA ASTLARIN HUKUKİ SORUMLULUĞU
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun benimsediği suç teorisine göre tipe uygun ve hukuka aykırı fiil, failin kusurlu olması hâlinde ceza yaptırımı uygulanmasını gerektirir. Her ceza hukuku normu, temelde bir hakkı/bir değeri korur. Bu nedenle ceza hukuku normlarının belirlediği davranış modellerine aykırı düşen her davranış haksızlık içermektedir.
Kast suçun subjektif unsurunu, kusur ise iradenin oluşum süreci ile ilgili olarak failin işlediği hukuka aykırı fiilden dolayı kınanabilirliğine ilişkin bir değer yargısını ifade etmektedir. Kınanabilirlik, failin hukuka uygun davranmak, haksızlık yapmamak imkân ve yeteneği varken hukuka aykırı davranması, haksızlığı tercih/irtikap etmesi hâlidir.
Şu hâlde kasten işlenmiş, tipe uygun/haksızlık içeren fiil, olayda bir hukuka uygunluk sebebi varsa suç teşkil etmeyecek, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep varsa suç oluşturmasına rağmen yaptırıma tabi tutulamayacaktır.
Hukuka aykırılık genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelmek (Heinrich, l kn, s. 305), onunla çatışma hâlinde olmak demektir. Suçun unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma hâlinde bulunması anlamına gelmektedir. (Koca-Üzülmez, age, s. 252; Prof. Dr. …, Av. Serra Karadeniz-LLM, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler Şerhi, s. 450)
Hukuka aykırılık, tipe uygunluktan sonra suçun yapısında ikinci aşamayı oluşturur. Başka bir anlatımla, işlenen fiil ile tipik haksızlığın gerçekleştiğinin tespitinden sonra yine bu fiille hukuka aykırılık yönünden bir değerlendirme yapılacaktır.
Bir davranışın tipe uygunluğunun belirlenmesiyle suç teşkil eden haksızlık gerçekleşmiş olur. Şayet olayda bir hukuka uygunluk nedeni yoksa tipe uygun davranış aynı zamanda hukuka da aykırı olacak ve suç teşkil edecektir.
Suçun hukuka aykırılığını ortadan kaldıran ve dolayısıyla fiilin suç teşkil etmesini engelleyen bu nedenlere hukuka uygunluk sebepleri veya haksızlığı ortadan kaldıran sebepler denir. (Roxin 1, s. 14)
Klasik suç teorisine göre objektif olarak bir hukuka uygunluk sebebinin bulunması hâlinde failin bunu bilip bilmemesi yani iradesinin hukuka uygunluğu kapsayıp kapsamaması önemsizdir. Hareketin hukuka uygun olduğu kabul edilmelidir. Hukuka aykırılık neticeye göre belirlenecektir. Hukuka uygunluk sebeplerinden biri objektif olarak mevcut ise fiil hukuka uygundur.
5237 sayılı TCK’da yer alan hukuka uygunluk nedenleri; kanunun hükmünü yerine getirme (TCK’nın 24/1. maddesi), meşru savunma (TCK’nın 25/1. maddesi), hakkın kullanılması (TCK’nın 26/1. maddesi) ve ilgilinin rızası (TCK’nın 26/2. maddesi)dır.
TCK’nın 24. maddesinin 2, 3 ve 4. fıkralarında hukuka aykırı fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi, kusurluluğu ortadan kaldıran bir sebep olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde işaret edildiği üzere hukuka aykırı olan ve emri verenin hukuki sorumluluğunu kaldırmayan bir emrin yerine getirilmesinin hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de Devlet tarafından yerine getirilen kamu hizmetinin yürütülmesinde amirin emrini yerine getirmek durumunda kalan ast yönünden bu durumun bir sorumsuzluk nedeni olarak kabul edilmesinde zaruret bulunmaktadır.
Kural olarak hukuka aykırı emre muhatap olan kamu görevlisinin bu emri denetleyip sorgulaması, hukuka aykırı olduğu kanaatinde ise amirin yazılı emri ve ısrarı olmadan yerine getirmemesi gerekir. Ancak, Anayasa’nın 137/3. maddesinde “Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunda gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilerek, yapılan işin mahiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliği nedeniyle bazı istisnalara yer verildiği de görülmektedir. Muadil düzenleme TCK’nın 24/4. maddesinde de yer almaktadır.
Anayasa’nın 137/2. maddesinde konusu suç teşkil eden bir emrin yerine getirilmesi hâlinde sadece emri yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmiş ise de böyle bir emri verenin sorumlu olacağı da muhakkaktır. Şayet emrin konusu suç teşkil ediyorsa Anayasa’nın 137/2 ve TCK’nın 24/3. maddeleri gereğince böyle bir emrin yerine getirilmesinden emri veren azmettiren, yerine getiren ise fail olarak sorumlu tutulacaktır (Koca-Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, s. 331).
Bir hukuk devletinde kural olarak konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur (1982 Anayasası’nın 137/2 ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 24/3. maddeleri). Askeri hizmete müteallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emri veren mesuldür. Ancak amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile müteallik olduğu kendisince malum ise maduna da failin müşterek cezası verilir (1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu 41/3-B).
Amiri tarafından “askeri hizmete müteallik hususlarda verilen emrin, bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile müteallik olduğu kendisince malum” olan ast, işlemekte olduğu haksızlığı hukuka uygun hâle getiren bir sebebin bulunduğunu düşünmekte ise cezai sorumluluğu ne olacaktır ?
Amirin emrini icra suretiyle işlenen suçlardan dolayı hukuka uygunluk meselesi, askeri ceza hukukunda büyük bir önem taşır. Gerçekten askerlik hizmeti, diğer hizmetlerden farklı olarak, fertlerden daha tam, daha kesin ve daha çabuk bir itaat bekler; hatta böyle bir itaate askerleri zorlar. Nitekim, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 14. maddesinde “Ast, amir ve üstüne umumi adap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeğe, amirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur. Ast, muayyen olan vazifeleri, aldığı emri vaktinde yapar ve değiştirmez, haddini aşamaz. İcradan doğacak mes’uliyetler emri verene aittir. İtaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler, sözler, yazılar ve fiil ve hareketler cezai müeyyidelerle men olunur” denilmektedir.
İşte askerlik hizmetinin bu özelliğini nazara alan Anayasamız, “kanunsuz emir” kenar başlığını taşıyan 137. maddesinde, kanunsuz emrin yerine getirilemeyeceğini ve böyle bir emri alan memurun ne suretle hareket etmesi gerekeceğini belirttikten sonra “Askeri hizmetlerin görülmesi… için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır” dediği gibi, Askeri Ceza Kanunu’nda amir tarafından verilen emrin yerine getirilmesine ilişkin olmak üzere “Hizmete müteallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse, bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldür. Aşağıdaki hallerde maduna da faili müşterek cezası verilir; kendisine verilen emrin hududunu aşmış ise; amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile müteallik olduğu kendisince malum ise” hükmü yer almıştır.
Bu düzenlemelere göre, emri veren amir ise kesin itaat kuralı her bakımdan geçerlidir; ast, emre mutlak surette itaat edecektir. Üst ise kanun ve nizamlara göre kendisine böyle bir emir vermeye yetkili olup olmadığını araştıracak, yetkili olduğuna kanaat getirirse itaat edecektir. İç Hizmet Kanunu’na göre, amir makam ve memuriyet yönünden emretmek yetkisine sahip kimse iken (madde 9); üst, rütbe ve kıdem büyüklüğünü ifade eder (madde 10). Mevzuat, konusu suç teşkil eden emir müstesna, amir tarafından verilen emrin muhteva itibari ile kanuna uygunluğunu araştırmaktan astı yasaklamıştır. Emrin hizmete ilişkin olması hâlinde, emri yerine getiren kimsenin prensip itibariyle hiçbir ceza sorumluluğu yoktur ve bütün sorumluluk sadece emri verene aittir. Özel nitelikte olmayan ve bu özel niteliği ilk bakışta anlaşılmayan her emir, hizmetle ilgili sayılmak gerekir.
Ast, kendisine verilen emrin bir suç işlemek maksadıyla verildiğini biliyorsa ve buna rağmen emri yerine getirmişse amirle birlikte ceza görecektir. Dikkat edileceği veçhile, astın bu hususta sadece bir şüpheye kapılması cezalandırılması için yeterli değildir; zira her asker, amiri tarafından verilen emrin kanuni olduğunu farz ve kabul etmek zorundadır ve bu konuda ast lehine bir karinenin varlığı kabul edilebilir (Askeri Ceza Kanunu’nun 41. maddesinin 2 ve 3. fıkraları) (Prof, Dr. … Askeri Ceza Hukuku, s. 176).
Emrin hukuka uygunluğu konusunda yanılgı olabilir.
Hata (yanılma), genel olarak kişinin tasavvuru, zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata, kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu, dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şey, olduğundan farklı bir biçimde algılanması hâlinde “unsur yanılgısı”ndan (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi hâlinde ise “yasak hatası”ndan bahsedilir. Kısaca unsur hatası, bir algılama hatası olduğu hâlde; yasak hatası, bir değerlendirme hatasıdır.
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK’nın 30/1. maddesi), suçun nitelikli hâllerinde (TCK’nın 30/2. maddesi), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK’nın 30/1-3. maddesi) hata hâlleri kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK’nın 30/3. maddesi) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK’nın 30/4. maddesi) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK’nın 27/1. maddesi)
Yargıtay, geçmişteki uygulamalarında haksızlık yanılgısını kast kapsamında ele alarak çözüm yoluna gitmiştir (Yargıtay CGK’nın 24.12.1996 tarihli ve 1996/8-286 Esas 1996/296 Karar sayılı kararı). Doktrin ve uygulamadaki bu görüş, 2003 tarihli TCK tasarısına da aynen yansıyarak “kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 2. maddesi “ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” şeklinde bir düzenleme ihtiva etmekteydi. Yine aynı etkiyle tasarıda “hata” başlığını taşıyan 23. maddesinde “fiili hata” ifadesi kullanılmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 30. maddesinde düzenlenen hata kurumuyla ilgili olarak madde gerekçesinde “…işlenen fiilin esasen bir haksızlık oluşturduğu hususunda hataya düşmüş olabilir. Bu hatanın kişi açısından kaçınılmaz olması halinde, kişi gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kınanamaz. Kişi sakınamayacağı bir hata nedeniyle bu bilinçten yoksunsa onu sorumlu tutmak bir evrensel hukuk prensibi olan kusursuz ceza olmaz ilkesine aykırılık oluşturur. Ancak kişinin cezalandırılabilmesi için işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmesi gerekmez. Kişi, her ne kadar işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmiyorsa da bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre bakımından, bu fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini kavrayabilecek durumda olabilir. Bu husustaki hatanın kaçınılabilir olduğu durumlarda kişi gerçekleştirdiği fiil açısından kasten hareket etmemiştir. Ancak, düştüğü bu hatanın kaçınılabilir olması nedeniyle kusurunun azalmış olabileceğini kabul etmek gerekir. Bu hatanın kaçınılabilir olduğunun kabul edilmesi halinde, bu kaçınılabilirliğin derecesine göre kusurun da derecelendirilmesinden bahsedilebilir. Bu durumda kişinin cezasında suçun kanundaki cezasının alt sınırına kadar indirim yapılabilecektir. Bu indirim zorunlu değil, ihtiyari bir indirim olmalıdır…” denilmiştir.
Alman Federal Mahkemesi Büyük Ceza Kurulunun 18.03.1952 tarihli kararında “hukuka aykırılık bilinci; failin, davranışının hukuken tasvip edilmediğini, yasaklandığını bilmesidir. Suçun yasal tanımında yer alan unsurlar haksızlık bilincinin konusunu oluşturmaz; bunlar kast kapsamındadırlar. Failin suçun yasal tanımında yer alan unsurların somut olayda gerçekleştiğini bilmemesi unsur yanılgısıdır. Unsur yanılgısında, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleştirilmesine yönelik değildir. Bu nedenle failin kasten hareket ettiği söylenemez. Failin yanılgısı taksire dayanıyorsa, bu suç taksirle işlenebiliyorsa sorumlu tutulabilir. Buna karşılık haksızlık yanılgısında fail somut olayda ne yaptığının bilincindedir. Fakat davranışını yasaklayan normun varlığında veya yorumunda yahut hukuken tanınmayan bir hukuka uygunluk nedeninin varlığında veya hukuki sınırında hataya düşmekte, böylece davranışının meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Yasak yanılgısı, fiilin hukuka aykırılığı hakkındaki yanılgıdır.
Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail hukuka uygun davranmadığı, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkanına sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme, hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan insanın irade özgürlüğü ise, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranışla haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail ondan beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail ondan beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır. Hukuka aykırılık bilinci ne davranışın cezalandırılabilir olduğunun, ne de yasak normu ihtiva eden kanun hükmünün bilinmesini gerekli kılar; davranışın teknik hukuk bakımından doğru şekilde nitelendirilmiş olması da şart değildir. Bununla birlikte davranışın münhasıran ahlaka aykırı olduğunun bilinmesi de kafi değildir.
Kasten işlenen bir suç, haksızlık yanılgısı içinde işlenebilir. Yasak yanılgısı suç kastını ortadan kaldırmaz; kast varlığını muhafaza eder. Hukuka aykırılık bilinci ya da fiilin hukuka aykırılığının fail tarafından idrak edilebilir olması kusurun bir unsurudur. Kast teorisinin benimsenmesi sakıncalıdır. Kusur teorisinin öngördüğü çözüm kusur ilkesi ile de uyumludur” şeklindeki ifadelerle hata, unsur hatası ve haksızlık yanılgısı olarak değerlendirilmiştir
Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı) ile ilgili olarak TCK’nın 30/1. maddesinde “suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Bilindiği üzere, suçun maddi unsurları; suçun konusu, fail, mağdur, fiil, netice ve nedensellik bağıdır. Suçun oluşması için failin, bu unsurları bilerek hareket etmesi şarttır. Bilgisizlik veya yanlış tasavvur (unsur yanılgısı), failin kastını kaldırır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi hâlinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
Unsur yanılgısında kısacası, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Somut olayın gerçekleşme koşullarında yanılmaktadır. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesine yönelik değildir. Esasen unsur yanılgısında kaçınabilirlik önemli değildir. Zira her iki hâlin de kastı bertaraf edici etkisi bulunmamaktadır.
Unsur yanılgısının haksızlık yanılgısından farkı ise fail suçun yasal tanımında yer alan maddi unsurların somut olayda gerçekleştiğinin bilincindedir. Fail, somut olayda ne yaptığını bilmekte fakat davranışının hukuka aykırılığında yanılmaktadır. Bu nedenle haksızlık yanılgısının tipiklik üzerinde herhangi bir etkisi yoktur, failin kastını ortadan kaldırmaz. Fiil kasten icra edilen haksız olma özelliğini muhafaza eder. Dolayısıyla unsur yanılgısından farklı olarak haksızlık yanılgısı, failin kastını bertaraf ederek taksirle işlenen suçtan sorumlu tutulması sonucunu doğurmaz. Fail, somut olayda kasten hareket etmesine rağmen fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmeyebilir. Bu nedenle ne kastı ne de fiili bertaraf edici değildir. Sadece kusur üzerinde etkilidir. Haksızlık yanılgısı kaçınılmaz ise failin kasta dayalı kusuru tamamen ortadan kalkar ve faile kasten işlediği suçun cezası verilmez; buna karşılık yanılgı kaçınılabilir ise fail kasten işlediği suçtan sorumludur. Ancak yanılgının kusur üzerindeki etkisine göre cezada indirim yapılması gerekmektedir (Göktürk, age, s. 76,77).
TCK’nın 30/3. maddesinde “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ilişkin koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi bu hatasından yararlanır” denilerek hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen hâller birlikte düzenlenmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarındaki hatayı bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. Hatadan yararlanmak için hatanın kaçınılmaz olması gereklidir.
Kaçınılmazlık, failin hataya düşmesindeki kişisel kusurunun değerlendirilmesiyle ilgilidir. Failin; yaşı, mesleği, bilgisi, görgüsü ve somut olaydaki durumu dikkate alınarak hatanın kaçınılmaz olup olmadığı bu değerlendirmede göz önünde bulundurulacaktır.
Failin hukuk düzenince tanınmayan bir hukuka uygunluk nedeninin var olduğu (Bestandsirrtum / Erlaubnisnormirrtum) ya da hukuken tanınan bir hukuka uygunluk nedeninin hukuki sınırında yanılgı içinde (Grezirrtum Erlaubnisgrenzirrtum) bulunduğu durumda izin yanılgısı (Erlaubnisirrtum) ya da dolaylı haksızlık yanılgısından (der indirikte Verbotsirrtum) söz edilmektedir. Bu durumda somut vakıaya değil, münhasıran norma dayalı bir değerlendirme söz konusu olduğundan, haksızlıkla doğrudan bir ilgisi bulunmayan bu yanılgının haksızlık yanılgısı (TCK’nın 30/4. maddesi) kapsamında mütalaa edilmesi gerekmektedir.
Bu yanılgı türünün, haksızlıkla doğrudan bir ilgisinin bulunmaması nedeniyle kast üzerinde herhangi bir etkisi de yoktur. Fiil kasten icra edilen bir haksızlık olma özelliğini korur. Hukuka uygunluk nedenlerini düzenleyen normların da bir hukuk normu olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu yanılgı norma dayalıdır. Ancak bu norm bir suç tipine dayanak oluşturan yasak normu değil, bu normun yasakladığı davranışa izin veren bir normdur. Failin izin normunu bilmemesine ya da yanlış bilmesine dayalı bir değerlendirme yanılgısı mevcuttur. Fail, hukuk düzeninde mevcut olmayan bir hukuka uygunluk nedenini var saydığı veya hukuki sınırında yanılgıya düştüğü için hukuk düzeninin fiiline izin verdiği kanaatiyle hareket etmektedir.
İzin yanılgısının kaçınılmaz olması durumunda failin haksızlık bilinciyle hareket ettiği söylenemez. Failin içinde bulunduğu izin yanılgısı, yasak normunun uyarı fonksiyonunu tamamen işlevsiz bırakmaktadır. Yasak normu ile izin normunun çatıştığı bir durumda uygulanma önceliği izin normuna aittir. Buna bağlı olarak izin normu, yasak normunun fiilin icrasından kaçınmak yönündeki uyarısını tümüyle etkisiz bırakmaktadır. Kaçınılmaz izin yanılgısı hâlinde kusur tamamen ortadan kalkacağı için faile ceza verilemez (TCK’nın 30/4. maddesi, CMK’nın 223/3-d maddesi) (Neslihan Göktürk, Haksızlık Yanılgısının Ceza Sorumluluğuna Etkisi, s.125).
Failin gerçekte olmamasına rağmen işlemiş olduğu fiili hukuka uygun hâle getiren bir sebebin bulunduğunu düşünerek hareket etmesi, haksızlık yanılgısının ikinci görünüm şeklini oluşturmaktadır. Bu ihtimalde fail işlediği fiilin yasaklılığına ilişkin tam bir bilgiye sahiptir, ancak somut olayda işlemiş olduğu haksızlığı hukuka uygun hâle getiren bir sebebin bulunduğunu düşünmektedir. Kısaca fail bir hukuka uygunluk nedeninin hukuki varlığında hataya düşmektedir (Koca-Üzülmez, age, s. 344).
Astın, konusu suç oluşturan bir emri haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz hataya düşerek yerine getirmesi, somut olay çerçevesinde bilgi düzeyi, olayın özellikleri, tecrübesi, rütbe ve konumu gibi olgular nazara alınarak TCK’nın 30/4. maddesi bağlamında değerlendirilmelidir. Keza astın, emrin askeri hizmet alanında verildiği, amirin yetkili olduğu ve zorunluluk teşkil ettiği hususlarında yanılgıya düşerek konusu suç teşkil eden emri yerine getirmesi hâlinde yapılan değerlendirme neticesinde TCK’nın 30/1. maddesi gereğince kasten hareket etmediği neticesine varılabilir (Prof. Dr. F. S. Mahmutoğlu-Av. S. Karadeniz, TCK’nın Genel Hükümler Şerhi, s.480-482).
Hatanın kaçınılamaz olup olmadığı, ex ante bir değerlendirmeyle failin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, yaşı, rütbesi ve görevi, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre koşulları ile somut olayın özellikleri göz önünde bulundurularak belirlenecektir.
Yukarıda yer alan bölümlerde yapılan açıklamalar ışığında;
15.07.2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin cebren değiştirilmesi amacıyla gerçekleştirilen darbe teşebbüsünde, suç tanımında belirtilen amaçları gerçekleştirmeye yönelik bir fiil işlenmesi hususunda iştirak iradeleri bulunanlar hakkında TCK’nın 309. maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu yönünden aynı Kanun’un 37 ve 39. maddeleri gereğince iştirakın her şeklinin uygulanmasının mümkün bulunmasına nazaran; sıfat, konum ve rütbeleri ne olursa olsun örgütsel koordinasyon veya iştirak iradesi gereğince ve iş bölümü doğrultusunda, bulundukları mahal ve konumlarına uygun, amaca hizmet eden ve katkı sunan icrai harekette bulunanların, icra aşamasına geçerek amaç suç yönünden somutlaştığında ve elverişliliğinde tartışma bulunmayan söz konusu bu fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurdukları tespit edildiğinde TCK’nın 37. maddesi kapsamında “doğrudan fail”; kanuni tanımda öngörülen cebir ve şiddet içeren icrai hareket niteliğinde olmayan ve somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde -faillerle birlikte- fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurmalarını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımayan, ancak darbe girişiminin icrasını kolaylaştırmaya yönelen hareketleri gerçekleştirenlerin ise 5237 sayılı TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri kapsamında Anayasayı ihlal suçuna “yardım eden” olarak sorumlu tutulmaları gerekmektedir.
Söz konusu sorumluluğun tespiti için;
a) Anılan kalkışma Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı ve senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak kabul edildiğinden, ülke genelinde gerçekleştirilmek istenen amaca matuf cebri/icrai fiilin, sanığın bulunduğu mahalde de doğrudan doğruya ya da araç suçlar yönünden icrasına başlanıp başlanmadığı saptanmalı,
b) Hatanın kaçınılmazlığı belirlenirken olağan dönemlerde de aranmakta olan failin bilgi düzeyi, eğitimi, yaşı, rütbesi ve görevi, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre koşulları gibi kriterlerin, siyasi tarihi itibariyle darbe geleneğinin demokrasi kültüründen daha baskın olduğu ülkede suç tarihinde yaşanan kalkışmanın olağanüstü şartları nazara alınarak değerlendirilmeli, mevcut irade ve bilgisini, eylemin haksızlığını algılama, davranışlarını bu algılama doğrultusunda yönlendirme ve böylece haksızlığı tercih etmeme bakımından kendisinden beklenebilen tercih ve tutum noktasında kullanıp kullanmadığı ex ante bir değerlendirmeyle ortaya konulmalı,
c) Askeri hiyerarşinin en altında yer alan erler ile rütbeli personelin “ast” kavramına bağlanan hukuki sonuçlar bakımından aynı değerlendirmelere tabi tutulamayacağı gözetilmeli,
Bu şekilde elde edilen neticeye göre de;
a) Fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurdukları tespit edilenlerin doğrudan fail sıfatıyla TCK’nın 37. maddesi delaletiyle aynı Kanun’un 309. maddesi gereğince; fiil üzerinde somut zarar tehlikesinin gerçekleşmesini sağlayacak biçimde ve müşterek hakimiyet kurmalarını temin edecek fonksiyonel bir mahiyet taşımamakla birlikte darbe girişiminin icrasını kolaylaştırmaya yönelen hareketleri gerçekleştirenlerin ise yardım eden sıfatıyla TCK’nın 309/1 ve 39/2-c maddeleri gereğince cezalandırılmalarına,
b) İşlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmesine rağmen, bu fiili somut olayda hukuka aykırı olmaktan çıkaran bir maddi sebebin varlığı hususunda kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kanaatine varılanların, hukuka uygunluk sebebi olarak yetkili amir tarafından verilen ve yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan hizmete ilişkin emrin ifasının (TCK’nın 24. maddesi) maddi şartlarında kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kabul edilerek, söz konusu hatanın TCK’nın 30/3. maddesi delaletiyle 30/1. maddesi kapsamında kastı kaldırması nedeniyle 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c maddesi gereğince beraatine,
c) İşlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini bilmesine rağmen, esasen hukuk düzeninde kabul edilmeyen konusu suç teşkil eden emrin ifasının, askeri hiyararşi içinde mutlak itaat ve emrin muhtevasını sorgulayamama ilkelerinin sonucu olarak bağlayıcı olduğu hususunda kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğüne kanaat getirilenler hakkında ise hukuka uygunluk nedenlerinin varlığında kaçınılmaz bir yanılgıya düştüğü kabul edilerek, kaçınılmaz izin yanılgısının kusuru tamamen ortadan kaldırması nedeniyle TCK’nın 30/4. maddesi delaletiyle 5271 sayılı CMK’nın 223/3-d maddesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
1982 yılında girdiği Hava Harp Okulundaki öğrencilik yıllarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olarak Hava Harp Okulunda 5. Bölüğün örgüt sorumluluğunu yapan, örgütün sözde lideri … …’in “Bizim işimiz çok uzun soluklu bir iş, acele etmeyin ve kendinizi belli etmeyin. Askeriyede, maarifte, emniyet içerisinde, yargıda ve bunların en etkin yerlerinde yerimizi alacağız. En az 20-30 yıl sonra harekete geçtiğimizde kimsenin yapacak bir şeyi kalmayacak zaten” dediği örgütsel sohbet toplantısına katılan, örgütün mahrem yapıdaki üst düzey sorumlularından … ve Kemal Batmaz’la irtibatı bulunan, örgüt liderinin kitaplarını vererek ve bazı örgüt mensuplarıyla tanıştırarak tanık …’i örgüte kazandırmaya çalışan, 2015 yılında da örgütle bağını devam ettiren ve böylece örgüt üyesi olduğunda kuşku bulunmayan sanığın, 15.07.2016 tarihinde İstanbul Kadıköy’deki Moda Deniz Kulübünde düzenlenen ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgenaral … ile bazı generallerin de katıldığı Muharip Hava Kuvvetleri Komutanlığı Komutanı Korgeneral … ‘in kızının düğününe iştirak ettiği, düğünün devam ettiği esnada Korgeneral …’in Ankara’da evinden alınıp götürüldüğünü ve Ankara üzerinde F-16 uçaklarının uçtuğunu öğrenince bir darbe teşebbüsü olduğunu değerlendirerek düğündeki generalleri havuz başında toplayan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın “Birliğinden veya üssünden uçak kalkan komutanlar divanı harpliktir, derhal herkes kendi birliğine ulaşsın ve durumu kontrol altına alsın” demesi ile havadaki uçuşların sona erdirilmesini ve yeni uçuş gerçekleştirilmemesini sağlamak için beş maddelik bir emir hazırlanması ve ayrıca kendi emir astsubayı olan tanık … tarafından gönderilen WhatsApp mesajları yoluyla ülkedeki gelişmelerden bilgi sahibi olduğu, söz konusu düğünün saat 23.50 civarında kamuflajlı, tam teçhizatlı ve uzun namlulu silahlı MAK timi tarafından basılması ve saat 00.25 sıralarında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral …’ın enterne edilerek helikopterle götürülmesi sonrasında saat 00.30 civarında elleri arkadan kelepçelenerek koridora yatırılan generaller arasında yer aldığı, saat 00.45 sıralarında tanıklar Tümgeneral …, Tümgeneral …, Tümgeneral … ve Tuğgeneral …’la birlikte bir odaya konulduğu, saat 01.50 sıralarında kelepçelerinin timdeki askerler tarafından odadaki bu tanıklarla birlikte çözüldüğü, bir müddet sonra odaya gelen tanık Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral …’ın bir grup olarak yönetime el konulduğunu, Genelkurmay Başkanı’nın desteklediğini ve kuvvet komutanlarının da ikna edilmeye çalışıldığını söyleyip “Bu kapsamda görevler verilebilir, kabul ediyorsanız görev yerinize gider beklersiniz, kabul etmiyorsanız gider evinizde beklersiniz, var mısınız yok musunuz?” diye sorması üzerine tanıklar Tümgeneral … ve Tümgeneral …’ın karşı çıkmalarına rağmen herhangi bir itirazda bulunmadığı, saat 02.11 sıralarında tanıklar Tümgeneral …, Tuğgeneral …, Tuğgeneral … ve Tuğgeneral …’in kelepçeli olarak tutuldukları odaya giderek “Bu hareket zulme, haksızlığa karşı bir harekettir. Var mısınız yok musunuz?” diye sorduğu ve tanık Tuğgeneral …’in tepki göstermesi üzerine “Diğer tarafta … de kabul etmedi” dediği, saat 02.45 sıralarında MAK timi tarafından binadan çıkarılan ve saat 03.25’te helikoptere bindirilen 11 kişilik grupla birlikte Fenerbahçe Orduevinde serbest bırakıldığı, sözde sıkıyönetim emri ekindeki atama listesinde hâlihazırdaki görevine devam edeceğinin ve Ekonomi Bakanlığı Müsteşarlığı görevini de yerine getireceğinin belirtildiği anlaşılan somut olayda;
Sanığın aynı odadaki tanıklar Tümgeneral …, Tuğgeneral … ve Tuğgeneral …’nin beyanlarında “Bu hareket zulme, haksızlığa karşı bir harekettir. Var mısınız yok musunuz?” şeklinde bir söz söylediği belirtilmemiş ise de anılan tanıklar hakkında örgütle ilgili suçlardan davalar olmakla sanığı cezadan kurtarmaya yönelik beyanda bulundukları ve tanık Tuğgeneral …’in sanığa iftira atmasını gerektirecek herhangi bir neden olmadığı gibi beyanının diğer odada yaşanan olaylara ilişkin olarak anlatımda bulunan tanık Tümgeneral …’in beyanlarıyla da uyumlu olduğu gözetilerek tanık Tuğgeneral …’in beyanına üstünlük tanınması gerektiği nazara alındığında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup olmakla birlikte darbe girişiminin cebir unsurunu teşkil eden hareketlerine katıldığının ve suçun planlama faaliyetlerinde yer aldığının kanıtlanamadığı, darbe girişimini meşru göstermek ve darbe girişimine katılmalarını sağlamak amacıyla general rütbesindeki bazı tanıklara teşvik edici nitelikte söz söylemesi şeklinde sübut bulan eyleminin zarar tehlikesi bakımından illi bir değer taşımakla birlikte vahamet arz etmeyen ve fiilin işlenişi üzerinde hakimiyet kurduğunu da göstermeyen eylemleri gerçekleştirerek darbe girişimine ilişkin elverişli nitelikteki icra hareketlerinin işlenmesi sırasında yardımda bulunup icrasını kolaylaştırmak suretiyle TCK’nın 39/2-c maddesi kapsamında yardım eden sıfatıyla TCK’nın 309 ve 39/2-c maddeleri uyarınca cezalandırılmasının yerinde olduğuna ilişkin Özel Dairenin onama kararı isabetli bulunmuştur.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanmayan itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.