Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2021/332 E. 2022/750 K. 01.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/332
KARAR NO : 2022/750
KARAR TARİHİ : 01.12.2022

Yargıtay Dairesi Ceza Genel Kurulu

… Cumhuriyet Başsavcılığının 07.11.2017 tarihli ve 35368-6851 sayılı iddianamesiyle sanığın TCK’nın 314/1, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 58/9, 53 ve 63. maddeleri gereğince cezalandırılmasının talep edildiği, … 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.01.2018 tarihli ve 152-1 sayılı kararı ile; “…..Şu hale göre; iddianamede görev suçu işlendiğine ya da kovuşturma teminatı bulunan dönemden, yakalama tarihine kadar devam eden örgütsel faaliyetlerin neler olduğuna dair bir anlatımın yer almaması ve fakat eylemin maddi unsurunu ve vasfını belirlemek üzere ‘FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki yapılanması içerisinde yer alan sanığın Hakimler ve Savcılar … Kurulu’nda görev yaptığı esnada da örgüt adına hareket ettiği’nin iddia edilmesi karşısında, bu döneme ilişkin özel kovuşturma teminatının mevcudiyetini koruduğunun kabulünde zorunluluk bulunması ve örgüt üyeliği suçunun kişisel suç olma vasfı nazara alındığında görevle ve yetkili yargı merciinin Yargıtay ilgili dairesi olduğu” gerekçesiyle dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verildiği, anılan görevsizlik kararına yönelik…Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan itirazın…5. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.01.2018 tarih ve 2018/57 Değişik iş sayılı kararıyla kesin olarak reddedildiği, bunun üzerine dosyanın gönderildiği Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.12.2018 tarih ve 32-10 sayı ile; “Sanığın, silahlı terör örgütü FETÖ’nün hiyerarşik yapısına dahil olup atılı silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu oluşturduğu iddia edilen eylemlerin gerçekleştirildiği tarih itibariyle haiz olduğu HSYK Üyeliği ve Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı sıfatı nedeniyle 6087 sayılı Yasanın 38/9 ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46. maddesi gereğince iddianame düzenleme, görev ve takdiri yetkisine sahip olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenmiş bir iddianame olmaması nedeniyle Dairemize usulüne uygun olarak açılmış bir kamu davası da olmadığından CMK 223/8 maddesi gereğince Yargılamanın Durdurulmasına, iddianame düzenleyip düzenlememe hususunun takdiri için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine” karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu karara itirazda bulunması nedeniyle dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 21.01.2019 tarih ve 26-26 Değişik iş sayı ile vaki itirazın reddine karar verilmesini takiben, sanığın TCK’nın 314/1, 221, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 58/9, 53 ve 63. maddeleri gereğince cezalandırılmasının talep edildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bila tarihli ve 26-5 sayılı iddianamesi üzerine silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan sanık hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 01.02.2021 tarih ve 11-5 sayı ile; sanığın TCK’nın 30/1. maddesinde yer alan “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz” hükmü gereğince atılı suçtan CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca beraatine karar verilmiştir.Hükmün Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istemli 07.09.2021 tarihli ve 88504 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
Ceza Genel Kurulunca, sanık hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan cezalandırılma istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yapılan yargılama sonunda, bu suçtan verilen beraat kararının hukuki yönüne ilişkin temyiz incelemesi yapılacaktır.
I) TEMYİZ EDENLERİN SIFATI, BAŞVURULARIN SÜRESİ VE TEMYİZ NEDENLERİNE GÖRE YAPILAN İNCELEMEDE:
A) Uygulanacak Temyiz Hükümleri:07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinin “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha … bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en … mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” hükmü doğrultusunda, bazı kamu görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları hâlinde istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda, ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek, iki dereceli sistem benimsenmiştir.
B) Temyiz Süresi ve Neden Bildirme Yükümlülüğü:
Hüküm fıkrasında, verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağı bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresinin, mercisi ve şekillerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilerek hazır bulunan sanığa ve müdafisine bildirilmesi gerekmektedir.
Temyiz istemi, tutuklu bulunan sanıklar hakkında CMK’nın 263. madde hükmü saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasından itibaren eğer temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılmasının gerekliliği, temyiz sebebinin ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabileceği gözetilerek, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olup başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
C) Temyiz Nedenleri ve İncelemenin Kapsamı:İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde resen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.Bir muhakemede, çözümü amaçlanan iki temel sorun vardır. Bunlar, maddi sorun ve hukuki sorundur. Maddi sorun, “olgusal dünya”ya; hukuki sorun, “normatif dünya”ya aittir. Mahkemede önce maddi sorun, sonra hukuki sorun çözülür. Maddi sorunun çözümü geçmişte yaşanmış bir olayın temsili, nasıl gerçekleştiğinin tespitidir. Bu çözüm de sadece hukukun izin verdiği yöntemlerle gerçekleşecektir. Maddi olayın gerçeğe uygun temsil edilebilmesi öncelikle, eksiksiz soruşturma yapılması ve toplanan tüm delil araçlarının doğru değerlendirilmesine bağlıdır. Hâkim; delil araçlarını, akıl yürütmek ve bu arada tecrübe kurallarına başvurmak suretiyle, vicdanına göre değerlendirecektir. Yine akıl yürüterek boşlukları dolduracaktır. Dolayısıyla vicdani kanaate sezgilerle değil akıl yoluyla ulaşılacaktır.
Temyiz denetiminde, maddi olayın tespitinde ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüzyüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir ederken, delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görüşülüp incelenebileceği gibi maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıkları da gerekçe üzerinden denetlenebilecektir.
Temyiz dilekçesinde bir temyiz nedeni var olmasına rağmen muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesi kapsamındaki hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda bu aykırılıklara işaret edilmekle yetinilecektir. Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezai yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir. CMK’nın 289. maddesinde yazılı olan “Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır” kuralı, hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda, mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetileceği şeklinde anlaşılamaz. Bu noktada dilekçe yalnızca bir veya birden fazla nispî temyiz nedeni içeriyorsa, bu nedenler kabul edilmese dahi 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yer alan mutlak hukuka aykırılık hâllerinden birine dayanarak hükmün bozulması mümkündür. D) Temyiz isteminin süresinde ve geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi ve süresi içinde verdiği temyiz dilekçesinde gerekçeli kararın tebliğini talep eden Yargıtay Cumhuriyet savcısına, 5271 sayılı CMK’nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren (7) gün içerisinde verilmesi gerektiğinin bildirilmesinin zorunlu olup olmadığının değerlendirilmesi:
a) Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla gerçekleştirilen yargılama sonucunda 01.02.2021 tarihinde yapılan oturumda hüküm özünün, hazır bulunan sanık ve müdafisi ile Yargıtay Cumhuriyet savcısına karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercisi ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,
Mahkumiyet hükmüne yönelik olarak Yargıtay Cumhuriyet savcısının 03.02.2021 tarihli ve süresi içerisinde sunduğu dilekçeyle temyiz kanun yoluna başvurduğu,
b) Temyiz dilekçesi içeriğinden; süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren eylemleri karşısında sanığın kasıt yokluğundan beraatine karar verilmesinin oluşa ve yasaya aykırı hususları içermesi nedenine dayanmak suretiyle gerekçeli kararın tebliğ edilmesini talep ettiği,
c) Gerekçeli kararın UYAP’ta 01.06.2021 tarihinde onaylandığı,
Yargıtay Cumhuriyet savcısının 09.06.2021 tarihinde ve süresinden sonra ek temyiz dilekçesini sunduğu,Anlaşılmaktadır.Cumhuriyet savcısının temyiz nedenlerini süresi içinde bildirip bildirmediği konusu ön sorun olarak gündeme alınıp Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararında yer verilen ilkeler ışığında değerlendirilmiş ve aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır.Süresi içinde vermiş olduğu dilekçeyle sebep göstermeksizin hükmü temyiz eden tarafın, kararın kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içinde sunacağı dilekçeyle sebep bildirmesi gerekmektedir. Bu sürenin “hak düşürücü” veya “düzenleyici” nitelikte olduğu uygulamada ve doktrinde tartışmalıdır. Hukuki bir konuda kesin çizgilerle ayrışmış bir tartışma varsa ve yargı organları aynı konuda farklı sonuçlara varıyorlarsa taraflar açısından yasanın öngörülebilirliği ilkesinde sorun olduğu sonucuna ulaşılabilecektir. Nitekim 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama, sistemde değişiklik yapan ve istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı CMK’nın uygulandığı ilk dönemlerde yanılgı hâli olarak makul görülebilecektir.Hukuk devleti olmanın sorumluluğu bağlamında verilen kararlar ile kurulan hükümlere karşı yasa yolları, şekli, süreleri ve sonuçlarının ilgililere açıkça bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi hâlinde yasal sürelerin tebligat tarihinden itibaren değil ancak öğrenme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, öğrenme tarihi kesin olarak belirlenebilen hâller dışında taraf beyanının esas alınması gerekliliğinden hareketle, usulüne uygun sebep içeren dilekçe var ise bu kapsamda temyiz incelemesinin yapılması, aksi hâlde ilgiliye yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılacak meşruhatlı tebligatla 7 günlük süre içinde yasal düzenlemeye uygun sebep bildirmemesi hâlinde sebep yokluğundan dolayı temyiz talebinin reddedileceği ihtar edilmeli, sonucuna göre esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılıp yapılmayacağına karar verilmelidir. (Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararı)
Bu açıklamalara göre, silahların eşitliği ilkesi çerçevesinde bahsi geçen ihtaratın yapılmamış olduğu belirlenmekle Yargıtay Cumhuriyet savcısının temyiz nedenlerini sunduğu 09.06.2021 tarihli dilekçesinin süresinde olduğunun kabul edilmesi ve temyiz incelemesinin anılan bu dilekçeye hasren yapılması gerekmiştir.
II) İDDİA:
Şüphelinin aşama beyanları, yukarıda açıklanan tanık beyanları, dijital inceleme raporu, ByLock yazışma içerikleri ile tüm dosya kapsamından;
Şüpheli …..’in, mesleğin icrası sırasında başlayan örgütsel yaşamının, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yaptığı dönem ve devamında HSYK üyeliği sırasında da devam ettiği,Şüphelinin, Bakanlıkta çalıştığı süreçte hakim ve savcıların atama ve özlük işleri ile ilgili en yetkili birim olan Personel Genel Müdürlüğü haricinde çalışmasının sözkonusu olmadığı, çalıştığı süre boyunca ….., ….., ….., … …, …, …, …, … ile çok sayıda örgüt mensubu ile faaliyet yürüttüğü, icra edilen görevlerde etkin ve belirleyici olduğu,12.04.1996 tarihinde, Personel Genel Müdürlüğünde Tetkik Hakimi olarak atanmasından kısa süre sonra 26.04.1996 tarihinde …..’un, 21 gün sonra da 17.05.1996 tarihinde … …’ın, Personel Genel Müdürlüğü’nde tetkik hakimi olarak başladıkları, bundan kısa bir süre sonra da …..’nin aynı birime tetkik hakimi olarak geldiği, devamında … ve …’in de katılımıyla gizliliğe riayet çerçevesinde anılan örgüt mensupları ile sohbet toplantısına katıldığı, himmet verdiği, …’ın; “sohbetler anlık kararlaştırılmaz, bir toplantıda diğer toplantının tarih, saat ve yeri belirlenir, herkesin orada olması istenir, belirlenen tarih öncesinde biraraya gelinmez idi. Cep telefonu ile veya başka bir şekilde toplantı yer ve saatleri belirlenmezdi. Yapı içerisinde aidatı düzenli veren, itiraz etmeyen kendilerinden olan kişilere “beşlik” diyorlardı.” şeklindeki ifadesi, Örgütsel toplantıların, ByLock içeriklerinde belirtilen niteliği, gidilen evlerin gizliliği, kişilerin örgüt hiyerarşisindeki sınıflandırmaları dikkate alındığında, şüphelinin örgütsel toplantılara farklı saiklerle katıldığı yönündeki beyanına itibar edilmemiştir.Kaldı ki, şüphelinin sohbet toplantısına birlikte katıldığı örgüt mensupları … ile …’nın emsal niteliğindeki Yargıtay 9. Ceza Dairesinin … hakkındaki 18.04.2019 gün ve 2017/77 Esas, 2019/65 karar, … hakkındaki 18.03.2019 gün ve 2018/2 Esas, 2019/33 karar sayılı ilamı ile aynı döneme ilişkin örgütsel faaliyetlerinden dolayı örgüt üyeliğinden mahkumiyet kararı verilmiş olması, anılan şahısların örgütsel konumlarına ilişkin deliller, şüphelinin de içinde bulunduğu örgüt mensupları tarafından Yargıtay üyeliğinde seçilmiş olmaları, örgüt içerisindeki faaliyetleri ve Yargıtay üyesi olana kadar üst düzeyde gizliliğe riayet çerçevesinde sistem içerisinde kamufle olmayı başarmış oldukları dikkate alındığında, anılan şahısların şüpheliyi dahili olmadığı örgütsel toplantıya götürmeyeceği anlaşılmaktadır.Örgütün staj döneminden itibaren örgüt mensuplarının ayrıştırılarak ayrı evlerde barınmaları ve eğitimlerinin sağlanarak kamuya yerleştirilmesi yönündeki amacı doğrultusunda, 1996 yılından itibaren örgütün çalışma evlerinde hakim ve savcı stajyerleri ile sınava girecek adaylara sohbet verdiği, sınava hazırlanan mezunlar için sınav birimini örgüte ait evlerde koordine ettiği, bu hususun bizzat şüpheli tarafından; “1999-2004 yılları arasında hukuk fakültesi mezunlarının kalmış oldukları evlere dini içerikli, motivasyon amaçlı sohbetler yapmak amacıyla gitmiştim. Gitmiş olduğum bu evlerin…Fethullah Gülen Cemaatine ait olduğunu biliyordum…şeklinde ifade edildiği, 2004 yılında bu görevi örgüt mensubu …’e devrettiği, 1996 yılından 2004 yılına kadar stajyer eğitimi yapılan örgütün çalışma evlerinde faaliyet yürüttüğü, Hakim ve Savcı stajyerlerinin eğitiminin yapıldığı bu evlerin niteliğine ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünün; “… evleri’nin” örgütsel anlamda ev imamı, devre mesulü gibi yöneticilerin bulunduğu hiyerarşik yapılanma içerisinde yer aldığına ilişkin bilgi notu, bu evlerde yetişen örgüt mensuplarının yapıya ilişkin anlatımları ile şüphelinin dahi bizzat “bu cemaatin genel tavrı ve özelliği gereği kendi ellerinde yetişmemiş ve cemaat geçmişi olmayan birine adaylık ve mezun hizmeti gibi cemaatin önemli sayılacak işlerinin sorumluluğunu vermezler” yönündeki beyanı dikkate alındığında, farklı saik ile eğitime katıldığı yönündeki beyanlarına itibar edilmemiştir.Hakim ve savcı kadrolarının örgüt mensuplarından oluşturulması noktasında bakanlık yapılanması içerisindeki konumunun yarattığı avantaj ile aktif ve belirleyici konumda olduğu, 1996 yılından itibaren örgütün çalışma evlerinde sohbet verdiği, faaliyet yürüttüğü dikkate alındığında, bu temel amacın istikrarlı ve sürdürülebilir olmasını sağlamak bağlamında görev aldığı Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü biriminde olmanın yarattığı insiyatif ile örgüt mensubu hakim ve savcı stajyerlerinin mesleğe kabullleri noktasında FETÖ sanıkları ….., ….., ….., …, … ve diğer örgüt mensupları ile birlikte faaliyet yürüttüğü, çalışma evlerindeki görevini …’e devretmesi sonrasında da …’ün, örgüt mensubu hakim savcılar ile sivil imamlar tarafından oluşturulan listeleri …..’e teslim ettiği, onun tarafından da listedekilerin yapı mensubu olduğu ifade edilerek şüpheli ….., ….., …..’a iletildiği, …..’in birimde Genel Müdür olması sonrasında … tarafından hazırlanan listelerin aynı prosedür işletilerek örgüt mensuplarının mesleğe kabullerin sağlandığı, Bu kapsamda; HSYK tarafından gönderilmiş bulunan FETÖ/PDY mensubiyeti nedeniyle meslekten ihraç edilen hakim savcıların sayısı ile ilgili istatistiki veriler incelendiğinde; 3908 kişinin ihraç edildiği, ihraç edilen bu kişilerden 1988 kişinin mesleğe kabul tarihlerinin 2001-2012 yılları arasında kalmış olduğu dikkate alındığında şüphelinin örgütün yargıdaki kadrolaşmasında önemli bir rol üstlendiğinin anlaşıldığı,1997 yılından HSYK üyesi seçildiği döneme kadar önceleri ….., ….., … … devamında …, …’in 2001 yılından itibaren ise ….. ve …’ün de katılımıyla her birinin evinde gerçekleşen sohbet toplantılarına iştirak ettiği, himmet verdiği, 2002 yılında terör örgütleri ile mücadele için silahsız terör örgütü tanımının yer aldığı tasarının yasalaşmaması için örgüt mensupları …, … …, … …, ….. ile birlikte faaliyet yürüttüğü, Bakanlık bünyesinde, stratejik karar mercileri olan bakanlık birimlerinin, özellikle 2005 yılından itibaren Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük ve diğer ünvanlı atamalara bakıldığında, atananların çok önemli bir oranda FETÖ/PDY şüphelisi olduğunun ortaya çıktığı, Örgütün amaçları doğrultusunda yargı erkinin dizaynında önemli bir rol üstlendiği bu hususun ….. tarafından; “Cemaat eliyle personel genel müdürlüğünde atama sicil bölümünde tetkik hakimliğinde başlayarak müsteşarlığa kadar her kademede görev yapmışlardır. 2010 öncesi bir HSYK üyesi ya bu … ve … hep bizi kandırmışlar, yanıltmışlar dediğini biliyorum. Çünkü eski HSYK’nın müstakil sekretaryası yoktu. Senelerce kararnameleri bu iki bürokrat kurula sunuyordu. Kumpas davası diye nitelendirilen tüm soruşturma ve davalara atamaları bunlar yapmıştır. Neredeyse 15 yıla yakın bakanlıkta çalışmışlardır ancak tüm bu olup bitenleri bu bakanlardan gizlemişlerdir.” şeklinde ifade edildiği,Şüphelinin örgütün HSYK’ye ele geçirme planı dahilinde aday belirleme ve diğer tüm organizasyonlarda diğer örgüt mensupları ….. ve ….. ile aktif rol aldığı, sonrasında bu etkinliği ve konumu nedeniyle, örgütün belirlediği strateji ve talimatlar doğrultusunda hareket edilmek suretiyle örgüt mensubu olmayan üyelerin liste dışında kalmasının sağlandığı 2010 yılı HSYK seçimlerinde, adının öne çıktığı, örgütün ele geçirmeye çalıştığı …’ın eski yöneticilerinden … ile seçimlerin kazanılması noktasında işbirliği yaptığı, HSYK üyesi seçildikten sonra da HSYK eski Genel Sekreteri … tarafından organize edilen örgütsel toplantılara …, ….., … …, …, ….., …, …, … …, …ile birlikte katıldığı, kendi evinde de örgütsel toplantı organize ettiği, hatta …..’in ifade ettiği üzere HSYK üyeliği nedeniyle artan maaşların örgüte himmet olarak verilmesinin kararlaştırıldığı sürecin şüphelinin evinde yaşandığı, HSYK içerisinde görüşülmesi gereken iş ve işlemler ile ilgili izlenecek yöntemin, bu toplantılarda gizlilik içerisinde planlanarak uygulamaya konulduğu,Bu kapsamda; Örgütsel toplantılara zaman zaman …, … gibi örgütün tepe yöneticilerinin de katıldığı, Ergenekon, Balyoz gibi ülke gündemini teşkil eden önemli davaların bu toplantılarda diğer HSYK üyelerinin bulunmadığı gizli toplantılarda görüşüldüğü, bu hususun bizzat ….. tarafından ifade edildiği, Uzun yıllardır bakanlıkta oluşturulan örgütsel kadroların yine şüphelinin içerisinde olduğu yapı tarafından 2010 yılı HSYK’sına taşındığı, yeni HSYK’ da Genel Sekreterlerin, Genel Sekreter yardımcılarının, müfettişler ile tetkik hakimlerinin, sayısal olarak … oranda FETÖ/PDY mensuplarından oluşturulduğu, Hakimler ve Savcılar … Kurulu Genel Sekreterliği’nin, 14.03.2018 gün ve 2018/3649/9873 sayılı yazı içeriğine göre, HSYK’da görev yapan tetkik hakimi ve müfettiş kadrosundaki yargı eski mensuplarının 93’ü hakkında ihraç kararı verildiği tespit edilmiş olup, anılan Genel Sekreter ve Genel Sekreter yardımcılığı başta olmak üzere ünvanlı kadrolara ataması yapılanlardan ihraç olanların sayısı düşünüldüğünde, engellenemeyecek düzeyde aşırılığa giden tasarrufların niteliğinin ortaya çıktığı, şüphelinin de bu tasarrufların odağında yer aldığı … yargıya üye belirlemeye dönük diğer HSYK üyelerinin katılımı sağlanmaksızın … ve …’nin evinde yapılan toplantılara katıldığı, bu toplantılarda çoğunluğu örgüt mensuplarından oluşan Yargıtay ve Danıştay üyelerinin belirlendiği, HSYK üyesi seçildikten sonra da HSYK eski genel sekreterleri … ve sonrasında … tarafından organize edilen örgütsel toplantılara …, …, ….., … …, ….., ….., …, ….., …, … …, …ile birlikte katıldığı, himmet verdiği, HSYK içerisinde görüşülmesi gereken iş ve işlemler ile ilgili izlenecek yöntemin, bu toplantılarda gizlilik içerisinde planlanarak uygulamaya konulduğu, şüphelinin de bu faaliyetlerin odağında yer aldığı, bu hususun; ….. tarafından;”….., ….., … … ve … tüm yargı teşkilatı tarafından tanınırlar. Yargıda meydana gelenlerin tamamından sorumludurlar. El ele, kol kola her şeyi yapmışlardır. ….. ve …..’i 2013 yılı sonuna kadar cemaat mensubu olarak biliyordum. Hatta cemaat içinde 1 ve 2. numara number one number two olarak biliniyorlardı. “Bir kurul üyesi bir bürokratın evinde üye seçimi yapar mı? Bu bence en büyük suçtur. Üye seçiminde tüm yapılanları sayın başbakan ve sayın bakandan gizlemişlerdir. Bu kişiler her zaman zamanın sayın Başbakanı, bakanı ve diğer yetkilileri ile görüşme imkanına sahipti. Bütün yapılanları kamufle etmişler, yanıltmışlardır. Bütün olanlardan sorumludurlar. Bu kişiler bakanlığın kara kutusudurlar. Olumsuzluklar başlayınca ders yanarcasına açıklamalarda bulunmak ne kadar gerçekçi ve samimi. Her şeyin sorumlusu bu kişilerdir.” şeklinde ifade edildiği, 2010 yılından yargı erki içerisinde yer alan Cumhuriyet Başsavcılığı, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, Adli Yargı Adalet Komisyonu başkanlığı, Adalet Akademisi ve HSYK gibi organların tamamına yakınının, ByLock kullanıcısı ve örgüt şüphelisi/sanığı olan şahıslara bırakıldığı, Anlaşılmıştır.FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, … Cumhuriyeti Devletinin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmek nihai hedefine ulaşabilecek gücü elde ettiğine inanarak başlattığı süreçte mülkiye, askeri, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelleri sistem dışına çıkararak örgüt elemanlarını bu makamlara getirdiği, şüphelinin de örgütün bu amaç ve politikalarının bir başka deyişle … Cumhuriyet Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarının ele geçirilmesi stratejisinin uygulanması sürecinde kritik ve önemli görevlerde bulunduğu, Ulusal güvenliğimizi ilgilendiren hususlarda Milli Güvenlik Kurulu’nun yıllardır yaptığı açıklamalar, örgütün tasfiyeye yönelik yaptığı soruşturma ve kumpaslar ile bu yapılanmanın gerçek amacının devleti ele geçirmek olduğu, bu amaçla tüm kamu kurum ve kuruluşlarında; özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), mülki idare birimleri, yargı teşkilatı, kolluk birimleri, eğitim kurumları gibi yerlerde kadrolaştığı ve bu kişilerin devletin amaçlarından ziyade yapılanmanın amaçları doğrultusunda faaliyette bulundukları iddiaları öteden beri kamuoyunca vakıf olunmuş, Devletin en yetkili birimlerinde yapılan tehdit algılamaları ve tedbirler öteden beri alınmaya çalışılmıştır……’in, örgüt içerisindeki konumu ve örgütün adeta silah olarak kullandığı yargı yapılanmasının en üstünde yer alan mahrem sınıf olan T.C. Hakimler ve Savcılar … Kurulu üyeliği ve 2. Daire üyeliği sıfatları ile Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Personel Genel Müdür Yardımcılığı, Personel Genel Müdürlüğü sıfat ve unvanları itibarı ile FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki hiyerarşik yapılanmasında örgüt içi konumu, temadi eden örgütsel ve etkin nitelikteki faaliyetleri nazara alındığında; Örgüt faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde istikrarlı bir şekilde devamı için diğer örgüt yöneticileriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde, FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütünün, hücre yapılanmasında, HSYK kurumu içerisinde özel göreve haiz yönetici sıfatında olduğu sonucuna ulaşılmıştır.Şüpheli ….., FETÖ sanıklarından …..’in 28.10.2016, …..’nin 04.11.2016 tarihinde etkin pişmanlık kapsamında kamuoyuna ayrıntıları ile yansıyan beyanlarında örgütün bakanlık ve HSYK yapılanmasına ilişkin ayrıntılı faaliyetlerini ifade etmeleri sonrasında 28.11.2016 tarihinde örgütün yargı içerisindeki faaliyetleri ile ilgili beyanda bulunacağım diyerek 02.12.2016 tarihinde ifade vermiştir.Şüphelinin ifadesinin samimi olup olmadığı, etkin pişmanlık hükümlerinden hangi fıkranın uygulanıp uygulanmayacağının yapılacak yargılama sonucunda ortaya çıkacak delillere göre belirlenmesi gerektiğinden bu husus mahkemenin takdirine bırakılmıştır.
SONUÇ VE TALEP: Açıklanan nedenlerle; şüphelinin üzerine atılı suçtan yargılamasının yapılarak eylemine uyan TCK’nun 314/1, 221, 3713 sayılı TMK’nun 5/1, TCK’nun 53, 58/9. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur.” ifadelerine yer verilerek sanık hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan cezalandırılması talebiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.
III) SAVUNMA:
Sanık savcılıkta tanık sıfatıyla yeminli olarak 28.11.2016-02.12.2016 tarihleri arasında alınan beyanında özetle; mesleğe 1993 yılında … İdare Mahkeme üyesi olarak başladığını, 1996 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne tetkik hâkimi olarak geldiğini, 2004 yılında Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı ve 2006 yılında Genel Müdür Yardımcısı olduğunu, 2008 yılında Personel Genel Müdürü olarak görevlendirildiğini, 2010 yılındaki Anayasa değişikliğinden sonra HSYK üyeliğine seçildiğini, bir yıl HSYK üyesi olarak görev yaptıktan sonra 2011 yılının Ekim ayının sonunda Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına atandığını ve 31.12.2013 tarihine kadar bu görevi yürüttüğünü, o tarihten bu yana Bakanlık … Müşaviri ve Başbakanlık Başdanışmanı olarak görev yaptığını,Cumhuriyet Başsavcılığına kendiliğinden müracaat ederek yürütülmekte olan soruşturmalar kapsamında FETÖ/PDY’nin yargı yapılanmasına ilişkin özellikle kamuoyuna yansıyan haberlerden edindiği bilgilere göre isminin bir kısım ifadelerde zikredilmesi de dikkate alındığında geçmişte yaptığı görevler sırasında yaşadığı olaylarla ve örgütün yargı içerisindeki faaliyetleriyle ilgili beyanda bulunma gereği hissettiğini, bugüne kadar müracaat etmemesinin nedeninin ifadede anlatacağı bilgileri ve isimleri geçmişteki görevleri sırasında Devletin ilgili makamlarına bildirmesi olduğunu, böyle olmakla birlikte örgütün bu olayları manipüle edebileceği yönünde emarelerin de basına yansıyan ifadelerden ortaya çıktığını, bu itibarla şu anda ifade vermesinin faydalı olacağını düşündüğünü,Öz geçmişine ve eğitim dönemine ilişkin olarak kaldığı yerler ve temas kurduğu kişilerle ilgili olarak, kişisel durumunun iyi anlaşılması için öncelikle hayat çizgisi ve düşünce yapısı hakkında kısaca bilgi vermek istediğini, ilk, orta ve lise öğrenimini …’nın … ilçesinde tamamladığını, ilkokulu bitirdikten sonra … Ortaokuluna kayıt yaptırdığını, o tarihlerde …’de ciddi bir siyasi gerginliğin bulunduğunu, milli görüşe mensup emekli bir öğretmen olan babasının …’in ileri gelenlerinden olduğunu, ortaokulda sol görüşlü öğrencilerin ve öğretmenlerin ağırlıkta bulunduğunu, babasının kimliği ve o tarihlerde biraz da cılız bir çocuk olması nedeniyle 15 gün boyunca dayak yediğini, artık dayanamayacağını babasına söyleyerek okulu bıraktığını, bunun üzerine babasının da kendisini ve benzer sıkıntıları yaşayan dört arkadaşını … Müftülüğüne bağlı Kur’an kursuna götürdüğünü, bir sene burada Kur’an-ı Kerim eğitimi aldığını, ertesi yıl yeniden ortaokula kayıt yaptırdığını, aynı dayak faslını yeniden yaşadığını ve okulu tekrar bıraktığını, o sırada … Partisinin hükumete ortak olması üzerine babasının …’ya giderek … … ve …..la görüşüp … İmam Hatip Lisesi’nin açılış oluruyla döndüğünü, ancak ortada okulun falan olmadığını, … Camisinin üst katındaki Kur’an Kursunun iki sınıfının okula dönüştürüldüğünü ve kendisini de okulun bir numaralı öğrencisi olarak kaydetmek suretiyle eğitime başlattığını, birçok öğrencinin ortaokulu bırakarak İmam Hatip Lisesinin birinci sınıfına kayıt yaptırdıklarını, öğrenci sayısının bu şekilde bir anda 75’i bulduğunu, bu okulun açılmasına vesile olmaları nedeniyle … Partisine ve milli görüşe karşı derin bir minnet ve bağlılık duyduğunu, 1984 yılında İmam Hatip Lisesinden mezun olup…Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, herhangi bir dershaneye gitmediğini, zira okulun ilk talebeleri olarak büyük bir motivasyona sahip olduklarını ve kendilerini ispat etmek için büyük bir gayret içinde bulunduklarını, … Hukuk Fakültesini kazanınca babasının kendisini …’daki milli görüşçü arkadaşlarına götürdüğünü ve …’da nerede kalacağını sorduğunu, onların da … Vakfının bildikleri bir yurtlarının olmadığını ancak eski arkadaşlarından bazılarının …’da …Vakfının şubesini açtıklarını ve onların …’da ilgilendikleri öğrencilerin kaldığı evlerin bulunduğunu söylediklerini, bunun üzerine bu vakıfta çalışan arkadaşların işlettiği … Kitabevine giderek oradakilerle tanıştıklarını, onların da kendilerini…Teknik Eğitim Okulunda okuyan biriyle beraber……’daki vakıf merkezine gönderdiklerini ve akabinde vakfın finanse ettiği evlere yerleştirildiğini, bu şekilde fakültedeki dört yıl boyunca ve avukatlık stajı yaptığı dönemde …Vakfının evlerinde kaldığını, hatta son sene açılan …’ndaki yurtta da hâkimlik sınavını kazanıncaya kadar kaldığını, fakültedeyken …Vakfı bünyesinde kalanlar dışında milli görüşe ait … Vakfında veya …’ndaki …Vakfında kalan arkadaşlar ile sınıfta sınırlı sayıda olan milliyetçi muhafazakar arkadaşlardan başka herhangi bir cemaat mensubuyla temasının olmadığını, fakülte hayatı boyunca birkaç defa …Vakfının ve …Vakfının düzenlediği gezilere ve pikniklere katıldığını, …Vakfında kalanların çoğunun … Vakfı kökenli olduklarını, hatta eski Adalet Bakanı …..’le de orada tanıştığını, … …’in müdürlüğünü yaptığı …’taki … Yurdunda kalan arkadaşlarının yanına ara sıra gidip geldiklerini, fakültedeki çevresinin bu kesimlerden oluştuğunu, hâkim adaylığına başlar başlamaz askere çağrılması nedeniyle Nisan 1990’da uzun dönem olarak askere gittiğini, annesinin amcasının torunu olan ve daha önce nişanlandığı eşiyle askerdeyken evlendiğini ve evini …’da kurduğunu, eşinin o sırada …’daki … İlkokulunda görev yaptığını ve hafta sonları …’ya gelip gittiğini, askerliğini tamamladıktan sonra …’ya döndüğünü ve okuldan sınıf arkadaşı …’in Yeşilevler’deki evini kiralayarak staj sonuna kadar burada oturduğunu, staj bitimine kadar da arkadaş çevresinin yukarıda bahsettiği aynı arkadaş çevresi olduğunu, stajdayken milliyetçi muhafazakar olan başka kişilerle de tanıştığını, ancak o tarihte bunların mensubiyetiyle ilgili bilgisinin bulunmadığını, staj sonuna doğru aşağı yukarı bütün milliyetçi muhafazakarların katıldığı bir piknik düzenlendiğini, bu pikniğe kimin davet ettiğini hatırlamadığını, daha sonra meslekte yakinen tanıdığı bütün milliyetçi muhafazakar arkadaşların orada olduğunu gördüğünü, staj bitiminde kura neticesinde …’ye gittiğinde idare mahkemesinde …, … … ve …’le karşılaştığını, evini getirinceye kadar … … ve …’ün birlikte kaldıkları adliye lojmanında kaldığını, vergi mahkemesinde de …, … ve … …’ın çalıştığını, bu dönem itibariyle … … ve …’ün herhangi bir cemaat faaliyetlerine tanık olmadığını, …’de görev yaptığı sırada İdare Mahkemesi Başkanının odasında müzakere yaparken mahkeme başkanının telefonunun çaldığını, telefona baktıktan sonra kendisine dönen başkanın “Bakanlıktan seni arıyorlar.” dediğini, bunun üzerine şaşırdığını çünkü Bakanlıkta tanıdığının olmadığını, telefonu eline aldığında sekreterin Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcısı …’a bağladığını, … Hanım’ın “Hâkim Bey sizi Bakanlığa almak istiyoruz, eğer gelirseniz personelde birlikte çalışacağız.” dediğini, aniden karar veremeyip mahkeme başkanına baktığını, tereddüt ettiğini anlayan … Hanım’ın “Sen düşün ve kısa süre içinde beni ara” dediğini, telefonu kapattıktan sonra durumu başkana ve heyetteki arkadaşlara anlattığını, mahkeme başkanının “Böyle bir teklif herkese gelmez, tereddüt etme, eğer Bakanlıkta çalışmak istemezsen dilekçe vermen hâlinde kendi isteğinle yeniden kürsüye dönebilirsin, gitmezsen sonra pişman olabilirsin.” dediğini, akabinde akşam eşiyle evde görüştükten sonra ertesi gün … Hanım’ı arayarak teklifi kabul ettiğini ve onlarla çalışmaktan onur duyacağını belirttiğini, arkasından Personel Genel Müdürlüğünde görevlendirildiğine ilişkin yazının geldiğini, bu şekilde 15.04.1996’da Bakanlığa gelerek Personel Genel Müdürlüğündeki görevine başladığını, … Hanım’ın Bakanlık mevzuatına ilişkin siyah kaplı bir kitap verip “Bu mevzuatı kısa sürede yutacaksın, seni terfi bürosunda çalıştıracağız, bizleri mahcup etme.” dediğini, daha sonra Personel Genel Müdürü …’a takdim ettiğini ve aynı büroda kıdemli Daire Başkanı … …’ın odasına gönderdiğini, FETÖ/PDY’nin yargıdaki teşkilatlanması, faaliyetleri ve örgüt mensubu hâkim ve savcılarla ilgili bilgilerinin nelerden ibaret olduğuyla ilgili olarak, Personel Genel Müdürlüğünde çalışmaya başladıktan sonra bir hafta on gün kadar neredeyse odasından dışarıya çıkmadan mevzuatı öğrenmeye çalıştığını, bir hafta sonra akşam üzeri Genel Müdür Yardımcısı …’ın odasına çağırdıklarını, …’la ilk defa orada karşılaştığını, Eğitim Dairesi Başkanı … …, Daire Başkanı … ve Tetkik Hâkimleri ….. ile …’ı da orada gördüğünü, ondan sonraki günlerde akşam saatlerinde bu odada bir araya gelip işlerle ilgili durum değerlendirmesi yaptıklarını, kısa bir süre sonra personele … …’ın ve ardından …’nun tetkik hâkimi olarak geldiklerini, önceki tetkik hâkimlerinin çoğunun ayrılması nedeniyle yeni tetkik hâkimi alımlarının olduğunu, ayırma/tetkik (terfi) bürosu ile dava işlerine tek başına 5-6 ay kadar baktığını, işler çok yoğunlaşınca dava işleri için yeni bir tetkik hâkimi alınmasının söylendiğini, bunun üzerine fakültede birlikte kaldığı ve o sırada ….. Vergi Mahkemesinde görev yapmakta olan …..’i aradığını, sonrasında yeni bir ihtiyaç olduğunda fakülteden sınıf arkadaşı olan kısmen kendileriyle kısmen de Hukukçular Birliğinde kalmış olan …’i önerdiğini, yeni gelenlerle beraber personeldeki arkadaşlığın geliştiğini, Bakanlığın lojmanları yoğunluklu olarak …’te olduğu için bu arkadaşların tamamına …’te lojman verildiğini, zaman içinde karşılıklı olarak birbirlerine gidip gelmeye başladıklarını, bu ev toplantılarına isimlerini saydığı arkadaşlarının tamamının eşli olarak katıldıklarını, bu şekilde dört beş kez veya biraz daha fazla ev gezmesi yaptıklarını, o sırada 28 Şubat sürecinin başladığını, hem eşli olarak kalabalık toplantı yapılmasının zorluğu hem de 28 Şubat sürecinin verdiği sıkıntılar nedeniyle eşli olarak yapılan ev gezmelerine ara verildiğini, 28 Şubat sürecinde Genel Müdür Yardımcısı …, ….. ve kendisi hakkında imam hatipli oldukları gerekçe gösterilip irticacı denilerek soruşturma yapıldığını, çok yıllar sonra bu incelemenin kanaat bölümünü okuduğunda haklarında hiçbir şey bulunamadığının ve aldıkları eğitim ve siyasi görüşleri gerekçe gösterilerek kritik görevlerde çalıştırılmamaları gerektiğinin belirtildiğini gördüğünü, genel müdür ve ilgili genel müdür yardımcısının kendilerini Bakanlıktan göndermek istediklerini ancak kaderin bir cilvesi olarak onları Bakanlığa getiren genel müdür olan …’ın müsteşar olduğunu ve söz konusu incelemeyi alıp Adalet Bakanı …’e gittiğini, Bakanın “Nesi var bu arkadaşların?” diye sorması üzerine onun da “Hiçbir kusurları yok, dindar insanlar olmaları nedeniyle gönderilmek isteniyorlar, işe yansıyan bir problemleri yok.” diye cevap vermesi nedeniyle Bakanlıkta kaldıklarını, fakat buna rağmen Genel Müdür Yardımcısı …’ın…Adliyesine gönderildiğini, tarihini tam hatırlamamakla beraber ev gezmeleri yapılan dönemde …..’nin de Personel Genel Müdürlüğüne geldiğini ve bu gezmelerin bir kısmına katıldığını, daha sonra Personel Genel Müdürlüğü içindeki bilgi işlem birimine …’nın tetkik hâkimi olarak geldiğini, bu arkadaşlarla da tanıştıklarını ve akabinde birkaç defa pikniğe gittiklerini, bir süre sonra evlerde oturma teklifinin geldiğini, bunun üzerine Personel Genel Müdürlüğünde çalışan arkadaşlarla belirli aralıklarla bir araya gelmeye başladıklarını, bu dönemde herhangi bir cemaate mensup yayınların okunmadığını, bir müddet sonra Personel Genel Müdürlüğüne gelen …ve …..’in de bu sohbetlere katılmaya başladıklarını, bu sohbetlere o sırada ….., … …, …, ….., …ve kendisinin iştirak ettiğini, …ve …..’in sohbetlere Fethullah Gülen’in CD’lerini getirmeye başladıklarını, her sohbette olmamakla beraber birkaç sohbette CD izlendiğinin de olduğunu, bu sohbetlerden birkaçına Ceza ve Tevkifevlerinde çalışan …’in de geldiğini, 28 Şubat sürecinden sonra oluşan bunaltıcı havada bu arkadaşlarla bir yakınlaşma ve dayanışma içine girdiklerini, o süreçte neredeyse bütün İslami hizmetlerin ve faaliyetlerin durduğunu, etrafta bu anlamda birlikte hareket edecek ve bu tasfiye sürecine birlikte direnecek herhangi bir yapının ve insanın kalmadığını, bu atmosfer içinde maneviyatlarını … tutmak için bazen 15 günde bazen ayda bir olacak şekilde bir araya gelerek sohbetler yaptıklarını, hatta bu sohbetlere 2002 yılında …’i de davet ettiğini, çünkü bu sohbetleri bir cemaat sohbeti olarak görmediğini, aynı manevi değerlere sahip fakat farklı ekollerden gelen arkadaşların bir dayanışması olarak kabul ettiğini, esasen gördüğü kadarıyla …..’nin ve …..’un o yıllar itibarıyla bir cemaat mensubiyetinin ve geçmişinin olmadığını, …..’nin babasıyla da tanıştığını, zira ailesinin o civarda oturduğunu, milli görüşe mensup muhterem bir hocaefendi olduğunu ve onların evinde sohbet yaptıkları zamanlarda birkaç defa Kur’an ve tefsir sohbetini …..’nin babasının gerçekleştirdiğini, o zamanki adıyla hizmet hareketi veya cemaat denilen ancak şu an gelinen noktada FETÖ/PDY ismiyle ortaya çıkan bu illegal yapıya mensup arkadaşlarını ve bunların hareket tarzlarını Personel Genel Müdürlüğüne geldikten ve onlarla arkadaşlığını ilerlettikten bir süre sonra 1998 yılından itibaren tanımaya başladığını, bir araya geldiklerinde ara sıra sohbetleri kendisinin yaptığını, zira İmam Hatip Okulu mezunu olması nedeniyle hitabetinin ve dini bilgisinin iyi olduğunu, eskiden beri meal okuduğunu ve el yazısıyla tuttuğu bir hadis defterinin olduğunu, bu nedenle sık sık meal ve hadis konulu sohbetler yaptığını, bu yapıya mensup arkadaşların bu özelliğini görünce “Bizim evlerde kalan adaylarımız ve sınava çalışan arkadaşlarımız var, moral motivasyon olsun diye ara sıra gelip onlara da sohbet eder misin?” diye teklifte bulunduklarını, bu teklifi çoğunlukla …’in ve … …’ın yaptığını, onları kırmayıp 1998 yılından 2004 yılına kadar yaklaşık 6 yıllık sürede 15-20 defa bazen adayların bazen de sınava hazırlananların evlerine giderek bu tür sohbetler yaptığını, cemaat geçmişi olmadığı için Fethullah Gülen’in kitaplarını daha önce okumadığını ve o literatüre vakıf olmadığını, doğrusu çok cazip de gelmediğini, bu nedenle gittiği sohbetlerde kendi birikimi olan ayet ve hadisleri anlattığını, 2004 yılına geldiklerinde bu yapı mensuplarının sayısının Bakanlıkta ve Yargıtayda oldukça arttığını, sohbetlerinde sürekli Kur’an ve hadis konuşması nedeniyle artık bu tip tekliflerin azaldığını ve hissettiği kadarıyla o sıralarda Yargıtaya …’in ve Bakanlığa da …’ın geldiklerini ve adaylara da bu yapı içerisinde onların baktıklarını, bu arkadaşlarla yaptıkları bir sohbet sırasında bir konuda eleştiride bulunduğunu, bu konunun bu yapı mensuplarının ruhsat ve tedbir olarak başvurdukları alkol meselesi olduğunu, Adıyaman’da çalışan ve onlardan bildiği bir meslektaşın aşırı alkol almak suretiyle yolda sızıp kaldığını ve vatandaşların koluna girip karakola veya adliye lojmanına götürdüklerini, bu durumun daha sonra …’da duyulduğunu, bu yapıya mensup kişilerin 28 Şubat sürecinden sonra bu alkol ruhsatını bürokraside, Yargıtayda ve Danıştayda var olabilmek ve tasfiye edilmemek için ruhsat olarak kullandıklarını söylediklerini, sözde alkol almış gibi göründüklerini, içki bardağının önlerinde yarı dolu olarak durduğunu, bu olayı duyunca “Bu nasıl ruhsat? Adam resmen alkolik olmuş.” dediğini, yine aynı lojmanlarda oturdukları dönemde Yargıtayda çalışan bazılarının eşlerinin başı açık olmakla beraber muhafazakar bir bayana uymayacak şekilde giyinmeye başladıklarını, bunu da başörtüsü ruhsatına bağladıklarını, bir görüşme sırasında bu konuyu da eleştirince sohbet ortamının buz kestiğini, ondan sonra kendisini hem adayların hem de sınava çalışanların evlerine çağırmadıklarını, bundan sonraki sohbetlerin Personel Genel Müdürlüğündeki arkadaşlarla iş gereği yapılan toplantılar şeklinde geçtiğini,O yıllarda yargının idare ve millet üzerinde ciddi bir baskısının olduğunu, HSYK’da Yargıtay üyeliği için yapılan seçimlerde 15-16 kişinin seçildiğini, ancak içine bir tane milliyetçi muhafazakarın isminin zor sokulduğunu, 1997 yılından itibaren Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde milliyetçi muhafazakar üye sayısının her geçen gün azaldığını ve Ak Partinin iktidara gelmesine rağmen bu dönemde iyice zorlaştığını, Yargıtayda ve Danıştayda HSYK üyeliği için yapılan seçimlerde üç adayın belirlendiğini, aslında aday belirlemek için yapılan seçimlerde Yargıtay Başsavcılığı seçiminde olduğu gibi tek oy sistemiyle seçim yapılmasının ve bu şekilde Cumhurbaşkanına giden ilk üç üye olarak birbirinden farklı adayların gönderilmesinin gerektiğini, ancak Yargıtay ve Danıştayın HSYK üyesi seçimlerini böyle yapmayıp her üç adayı ayrı ayrı oyladıklarını ve her bir aday salt çoğunluğu sağladıktan sonra ancak Cumhurbaşkanına önerilen üç aday arasına girebildiklerini, hem Yargıtayda hem de Danıştayda ulusalcı ve sol grubun salt çoğunluğu ele geçirip Anayasa Mahkemesine ve HSYK’ya yapılan seçimlerde kendi zihniyetleri doğrultusundaki üç adayı seçip Cumhurbaşkanına gönderdiklerini, Cumhurbaşkanının da birbirinin aynı nitelikteki bu adaylar arasından bir seçim yapmak zorunda kaldığını, bu sürecin hem Anayasa Mahkemesini hem Danıştayı ve Yargıtayı iyice bu ulusalcı sol grubun hakimiyetine ittiğini, % 47 oyla iktidar olan … kapatmak için Yargıtay Başsavcılığının sudan gerekçelerle dava açtığını, Anayasa Mahkemesinin bir oy farkla … kapatmadığını ama başka müeyyideler uygulanmasına karar verdiğini, Yargıtayın kritik dairelerine giden konularda örneğin 4. Hukuk Dairesine giden tazminat davalarında Ak Partiye yönelik hakaretlerin eleştiri olarak kabul edilerek tazminat verilmediğini, bunun aksine hükumete ve hükumet yanlılarına karşı açılan tazminat davalarında ağır tazminatlara hükmedildiğini, benzer şekilde Danıştayın da önüne gelen hükumetin ve idarenin neredeyse tüm kararlarını durdurup iptal ettiğini, kendilerinin de Adalet Bakanlığı olarak hâkim adaylığı sınavı açamaz olduklarını, açtıkları bütün sınavların Danıştaya taşınıp iptal edildiğini, HSYK’ya teklif ettikleri kararnameler sırasında da benzer durumların yaşandığını, milliyetçi veya muhafazakar olduğunu tespit ettikleri unvanlı görevlerdekilerin bu görevlerden alınmaları için kararnameye eklenmek istendiğini, hatta Bakanlığın tekliflerinin görüşülmesinden sonra HSYK tarafından eklenen bu kararnamelere kamuoyunda korsan kararname denilmeye başlandığını, bu süreci nasıl dönüştürebilecekleri meselesinin bir numaralı gündem maddesi olduğunu, hem Bakanlıktaki görüşmelerde hem sohbetlerin çoğunda vesayetçi yargının bu tutumunun bir numaralı gündem maddesi hâline geldiğini, HSYK ile Bakanlık arasında çalışmaların sağlıklı şekilde yürütülemediği bir dönemin söz konusu olduğunu, Kurulda bir denge sağlanması ve çoğulculuğun gerçekleştirilmesi için ne yapılabileceğine kafa yorduklarını, mevzuatı incelediklerinde Yargıtay Kanunu’nda bir değişiklikle bu sorunu çözebilecekleri şeklinde bir kanaatin akıllarına geldiğini, HSYK üyelerinin seçimini düzenleyen maddeye “HSYK üyeleri tek oyla belirlenir.” şeklinde bir ifade eklenebileceği fikrini Bakana ve Müsteşara ilettiklerini, akabinde bu konuda bir çalışma başlatıldığını, HSYK’nın ve … yargının ayağa kalktığını, bu maddeyi geri çekmek zorunda kalınca yeni bir arayışın başladığını, çünkü durumun yönetilemez boyuta geldiğini, bu kapsamda o sırada Avrupa Birliği’yle yürütülen müzakere sürecinde Avrupa Birliği raporlarına yansıyan hususlar da dikkate alınarak bir yargı reformu strateji belgesi hazırlanmaya başlandığını, bu dönemde Bakanlıkta, Yargıtayda ve Danıştayda bu yapıya mensup meslektaşlarla yaptıkları görüşmelerin de ana konusunun yargı reformu strateji belgesini oluşturmak, bu belgenin hayata geçirilmesi için izlenecek yöntemleri belirlemek ve bunları hükumete iletmek şeklinde olduğunu, bu süreçte bu yapı mensuplarıyla bir yol arkadaşlığının ve dayanışmanın bulunduğunu, teşkilatla yapılan toplantılar ve alınan görüşler çerçevesinde oluşturulan Yargı Reformu Strateji Belgesinin hükumete ve Avrupa Birliği kurumlarına sunulduğunu, onlardan gelen eleştiriler ve öneriler doğrultusunda son şekli verilerek Anayasa taslağının hazırlanıp TBMM’ye sunulduğunu, hükumetin Anayasa Mahkemesinin hassasiyetlerini de dikkate aldığını, Bakanlık taslağında yer alan HSYK’ya TBMM tarafından üye seçilmesi ve Anayasa Mahkemesine üye seçilmesi gibi hususların hükumet tarafından taslaktan çıkartıldığını, HSYK’yla ilgili seçimler için Anayasa’ya tek oy sisteminin konulduğunu ve Cumhurbaşkanı’na belli nitelikteki bürokratlar arasından HSYK üyesi atama yetkisinin tanındığını, tasarının TBMM’den bu şekilde geçtiğini, akabinde konunun Anayasa Mahkemesine taşındığını, … tarafından tek oy sistemi hakkında yoğun ve ağır eleştiriler yapıldığını, Anayasa Mahkemesinin bu eleştirilerin de etkisiyle tek oy sistemini ve bürokratlar arasından Cumhurbaşkanına üye atama yetkisi veren düzenlemeleri iptal ettiğini, TBMM görüşmeleri sırasında …’da yapılan Yargı Teşkilatı Toplantısında da tek oy sisteminin tartışıldığını, gelen itirazlar üzerine söz alarak HSYK’da çoğulculuğun sağlanması bakımından tek oy sisteminin önemini anlatıp yargıda yer alan bütün kesimlerin …’nin bir yansıması olarak temsil edilmesine imkan sağlayacağını izah ettiğini ve tek oy sisteminin aleyhinde konuşanların çok oyla yapılacak bir HSYK seçiminden sonra pişman olabilecekleri uyarısında bulunduğunu, bu konuşmalara ilişkin video kayıtlarının Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığında olduğunu, tek oy sisteminin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi sonucunda çoğulculuğun sağlandığı bir HSYK’nın oluşturulmasıyla ilgi bütün kurguların ve umutların alt üst olduğunu, eski vesayetçi yapının seçimleri yeniden kazanması tehlikesinin söz konusu olduğunu, yargıdaki en büyük örgütlü yapının eski vesayetçi sistemle kol kola yürüyen … olduğunu, mevcut durumun Anayasa değişikliğinin bir anlam ifade etmesi ve vesayetçi yapının kırılarak HSYK’da çoğulcu bir yapının oluşturulabilmesi için …’ın karşısına yargı teşkilatının desteğini alabilecek geniş bir koalisyonla çıkma ihtiyacını doğurduğunu, bu zaruretin ortaya çıkması üzerine ilk derece mahkemelerinde, … mahkemelerde ve Adalet Bakanlığında çalışan hâkim ve savcılarla görüşmeler yapıldığını, zira seçimi kazanabilmek için birlikte hareket etme zorunluluğunun doğduğunu,
2010 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde seçimlerde nasıl bir strateji izlenmesi gerektiği konusunda Adalet Bakanlığında kimlerle ne şekilde toplantılar düzenlendiği, yargıdaki farklı dünya görüşlerine sahip grupların bir araya getirilmesiyle ilgili ne tür çalışmalar yapıldığı ve FETÖ/PYD üyelerinin bu çalışmalara katılmaları konusunda kimlerin aracı olduğuyla ilgili olarak, 2010 yılındaki HSYK seçimlerinde örgütlü bir yapı olarak …’ın mevcut olması nedeniyle bunun karşısında hareket edecek bir birlikteliğe ihtiyaç duyulduğunu, Müsteşar …’ın kendilerini odasına çağırdığını, odada müsteşar yardımcılarının da olduğunu, bu toplantıya Personel Genel Müdürü olarak kendisinin de katıldığını, her şey tek oy sistemine göre düşünüldüğü için böyle bir organizasyonun daha önce düşünülmediğini, farklı öneriler geldiğini, bazı arkadaşların yeni bir dernek kurulmasını, bazı arkadaşların ise Demokrat Yargı Derneği çatısı altında seçime girilmesini önerdiklerini, yeni bir dernek kurma fikrinin cazip gelmediğini, çünkü Bakanlık olarak hâkim ve savcıların çok sayıda dernek altında siyasi görüşlerine göre toplanmalarını tasvip etmediklerini, bunun yargıda ayrışmalara ve tarafsızlığın zedelenmesine neden olacağını düşündüklerini, bu nedenle Demokrat Yargı Derneğiyle birlikte hareket etme alternatifinin öncelikle değerlendirilmek istendiğini, Demokrat Yargı Derneği mensubu olan Yargıtay Üyesi … ve bazı Yargıtay üyeleriyle hem Bakanlıkta hem de hâkim evinde birkaç kez toplanıldığını, …’nun bu işe aracılık edebileceğini söyleyip Demokrat Yargı Derneğiyle görüşmeler yaptığını, Demokrat Yargı Derneğinin tavrının seçimlere dernek çatısı altında girilmesi ve adayların çoğunluğunu kendilerinin belirlemeleri şeklinde olduğunu, Bakanlıktan da bir iki aday bildirmesini istediklerini, Demokrat Yargı Derneğiyle yürütülen görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Müsteşar …’ın …..’u ve kendisini çağırıp “Bakanlık olarak seçimlere önderlik yapacağız, adli yargıda … Bey bu işi koordine edecek ve kendisi de aday olacak, idari yargıyı da sen koordine edeceksin ve sen de aday olacaksın.” dediğini, aday olma fikrine çok sıcak bakmadığını, zira seçim ve oy isteme sürecindeki sıkıntıların aklına geldiğini, müsteşar ısrar edince itiraz etmediğini, idari yargının taşra ve Danıştay listesini alıp kimler aday olabilir diye gözden geçirdiğini, bu anlamda Bakanlıktan başlayarak AB Genel Müdürü ….., … Bölge İdare Mahkemesinde çalışan … ve …, …’dan … ve …, Danıştaydan …… ve … …, … Bölge İdare Mahkemesinden … …, Bakanlıktan …, … Bölge İdare Mahkemesinden …, … …, ….., ve… gibi arkadaşların fikirlerine başvurarak beş adayın ismini yazıp vermelerini istediğini, gelen isimler içinde …, … ve … … üzerinde bir yoğunlaşma olduğunu, cemaat yanlısı arkadaşların ise …, …, … … ve ….. gibi isimleri ön plana çıkardıklarını, muhafazakar arkadaşlar…Bölge İdare Mahkemesinden … üzerinde yoğunlaşınca aynı yerdeki milliyetçi muhafazakar kökenli …’nun devre dışı kaldığını, onun yerine milliyetçi kimliği ön planda olan ama hem kişilik olarak sayılıp sevilen hem de mesleki yetkinliği takdir edilen … …’un ön plana çıktığını, cemaatin ön planda tuttuğu adaylardan ise …’nun üzerinde bir yoğunlaşma olduğunu, bu kişinin hem kendi çevresinde hem de Danıştaydaki sosyal demokrat çevre arasında sevildiğinin ve oy alabileceğinin söylendiğini, o sırada …’dan yanına gelen …’yla da bir durum değerlendirmesi yaptıklarında en kalabalık mahkeme olduğu için …’dan da mutlaka bir aday gösterilmesi gerektiğini söylediğini, bu yapıya mensup arkadaşların idari yargıdan en az iki aday için ısrar ettiğini söyleyince …’nın “O zaman …’dan … …’ı aday gösterelim, bu arkadaş hem bu cemaat mensubudur hem de bizlerle de yakındır, başka çevrelerle de görüşür, çok katı bir arkadaş değildir.” dediğini, bunun üzerine görüşmekte oldukları …, …, …, … ve … gibi kişilere “Sizden …’dan … …’ı göstereceğiz.” diye söylediğinde önce kabul etmemeleri üzerine “Nesi var bu arkadaşın, sizden değil mi?” diye sorduğunu, onların da aynı … gibi söyleyip biraz dışarıya açık olduğundan bahsettiklerini, bunun üzerine daha da ısrarcı olup “Başka kontenjan yok, …’dan mutlaka bir aday göstereceğiz, o da … … olacak.” dediğini, bu şekilde idari yargı adaylarının belirlenmiş olduğunu, yeri gelmişken aday belirleme sürecinde bu yapıya mensup kişilerle yaptıkları görüşmelerde yaşanan olayları kısaca anlatmak istediğini, Bakanlık listesi meselesi ortaya çıkınca yukarıda isimlerini belirttiği kişilerin hemen gelip yargı içinde önemli bir potansiyele sahip olduklarını, toplam sayılarının …’ın üye sayısına (1500-2000 civarında) aşağı yukarı eşit olduğunu ve kendi arkadaşlarının da aday gösterilip birlikte hareket edilmesi durumunda seçimi kazanma ihtimalinin artacağını ileri sürerek iş birliği teklif ettiklerini, böylece bu arkadaşlarla da görüşmelerin başladığını, ilerleyen süreçte en önemli sıkıntının istedikleri üye sayısı olduğunu, zira aday listesinin çoğunluğunun kendi arkadaşlarından oluşmasını istediklerini, yargı içindeki güçlerini göstermek için bu görüşmelerden birine …’dan …’ı getirdiklerini, bu kişiyle müsteşarlık katındaki küçük çalışma odasında görüştüğüklerini, …’ın durumunu anlatıp …’ın içinde 300-400 arkadaşlarının bulunduğunu, …’daki en etkili grubun kendileri olduğunu, …’ın genel kurul toplantılarına 500-600 civarında hâkim ve savcının geldiğini, bu sayının en fazla 700’e ulaştığını, üyelerin çoğunluğunun HSYK’ya yakın gözükerek önemli görevlere gelmek veya … mahkeme üyesi olmak için …’a katıldıklarını, genel kurul toplantılarına bile gelmediklerini, isterlerse …’da her türlü yönetim değişiklikliğini yapabileceklerini ancak …’ın kamuoyundaki imajının bozulmaması için bunu yapmadıklarını ifade ettiğini, bu söylediklerinin doğruluğunu kanıtlamak için de eski … Başkanı …’nu tereyağından kıl çeker gibi nasıl yönetim kurulu dışında bırakıp başkanlıktan uzaklaştırdıklarını anlattığını, bu görüşmede ….., ….. ve …’ın da olduğunu, bu açıklamaların kendilerini hem şaşırtıp tedirgin ettiğini hem de içten içe biraz sevindirdiğini, çünkü o zamana kadar kendilerine …’ın adeta kan kusturduğunu, fakat yine de sosyal demokrat bir derneğin bu şekilde manipüle edilmesini içine sindiremediğini, ruhsat ve tedbir olarak başvurdukları bazı yöntemleri tasvip etmese ve yöntemleri farklı olsa da o güne kadar bir hizmet hareketi olduğunu ve vatana millete imanlı dürüst insanlar yetiştirdiğini düşündüğü bu yapı mensupları hakkında esaslı soru işaretlerinden birinin daha bu olay üzerine oluştuğunu, Bakanlıkta birlikte çalıştığı bu yapı mensuplarının kendi arkadaşlarına sahip çıkma gayretleri dışında işlerine ilişkin bir sıkıntı görmediğini, bütün bunlara rağmen kendilerinin amacı yargıyı tek bir grup ele geçirmeden HSYK’da çoğulculuğun sağlanması olduğundan bütün kesimleri temsil edecek bir liste hazırlanması gerektiğini savunduklarını, sonuçta adli yargıda birlikte hareket edecek 11 adaydan kendisini milliyetçi olarak tanıtan ve karadenizlilerden oy alacağı ileri sürülen …..’nun da kısmen bu yapıyla bağlantılı olduğunun ortaya çıkmasıyla 5’ini, idari yargıda birlikte hareket edecek 5 adaydan 2’sini bu yapı mensuplarından göstermek suretiyle uzlaşmaya vardıklarını, adli yargıdaki aday belirleme sürecinde Bakanlıkta yapılan görüşmelerin bir kısmına kendisinin de katıldığını, …, ….. ve …..’ın önerilmesinde katkısının olduğunu, aslında …..’ın yerine …..’un da tanıdığı …’dan birini önerdiğini, ancak kendisine …..’un …’dan başka tekliflerin de geldiğini, bu isimlerin hepsinin yapabilecek arkadaşlar olduğunu, bu arkadaşların hangisini tercih etse Konyalı olması nedeniyle diğerlerinin kırılacağını ve sıkıntıya gireceğini söylediğini, bunun üzerine …’dan kimseyi aday göstermediklerini, aklına …’den …..’ın geldiğini, zira …..’ın Avrupa Birliği Projelerinden olan mahkeme yönetimine destek projesi kapsamında yapılan toplantılarda örnek gösterdiği hukuk hâkimlerinden biri olduğunu, bu şekilde …..’ın listeye girdiğini, diğer adayları da kendilerine şöyle lanse ettiklerini bildiğini, …’nin doktor olduğunu, Adalet Akademisinde uzun yıllar ders verdiği için staj yapan adayların çoğunu tanıdığını, yumuşak huylu, sevecen ve girişken biri olduğunu ve Yargıtay tetkik hâkimleri arasında da sevildiğini söylediklerini, …’nın da benzer şekilde uzun bir süredir Akademide görev yaptığını, hâkim adaylarıyla ilgilenip onlarla gezilere, tiyatrolara, sinemalara ve konserlere gittiğini, bu yüzden stajyerler içinde çok sevildiğini ve son dönemde göreve başlayan adaylardan ciddi oranda oy alabileceğini belirttiklerini, …..’i … …’ın tanıdığını ve önerdiğini, zira Bakanlıktaki görüşmelerin bir kısmına … …’ın da katıldığını, hem bir bayan adayın olması gerekir hem de hâkim sayısı bakımından teşkilat içinde ciddi bir ağırlığı olan …’dan en az bir iki aday gösterilmesi gerekir diye düşünüldüğünü, …’da hâkim ve savcılarla yapılan toplantıda da ismi gündeme getirildikten sonra aday yapılmasına karar verildiğini, …’daki toplantıda…’ın da isminin ön plana çıktığını, … ve Anadolu adliyelerinde tanınıp sevilen sıcak kanlı bir arkadaş olduğunun söylendiğini, aynı zamanda doğu kökenli olması nedeniyle memleket olarak o bölgedekilerin desteğinin alınabileceğinin varsayıldığını, … …’i de … …’ın önerdiğini sandığını, güneyden bir aday göstermek istediklerini, cemaatin … ve … çevresinden en az 4-5 aday diye direttiğini, onların kontenjanından … … olabilir diye düşündüklerini, Müsteşar …’ın pek sıcak bakmaması üzerine … …’i …..’in de tanıdığını söylediklerini, …..’e sorulduğunda “Bu arkadaşlardan bir aday göstereceksek tanıdığım kadarıyla makul, mantıklı ve iyi bir arkadaştır, bildiğim kadarıyla hâkimliği de iyidir, olabilir.” dediğini, bu şekilde adli yargı adaylarının da belirlendiğini, birlikte hareket ederek adli yargıda 11, idari yargıda 5 aday için oy isteyeceklerini, sıralamayı ve kimin asıl kimin yedek olarak kazanacağını yargı teşkilatının takdir edeceğini, adli yargıdaki adayların birçok adliyeyi ziyaret ettiklerini, kendilerinin de Bölge İdare Mahkemelerini ziyaret ettiklerini, bu ziyaretlere biraz geç katıldığını, bu nedenle batı bölgelerindeki 5-6 tane Bölge İdare Mahkemesini, … Bölge İdare Mahkemesini ve Danıştayı ziyaret edebildiğini, bu çalışmaları yürütürken yakın arkadaşlarının zaman zaman gelip bu yapıdan gösterilen adayların farklı listeler vererek yalnızca kendi arkadaşlarına oy istediklerini ileri sürdüklerini, idari yargıdaki adayların beşiyle haftada bir Bakanlıkta buluştuğunda bu söylentilerden bahsedip olayın aslını öğrenmeye çalıştığını, … ve … …’ın da çok şaşırmış gibi yaptıklarını ve bu iddiaları şiddetle reddederek araya nifak sokmak için böyle söylentiler çıkartıldığını ifade ettiklerini, kendisinin de bu beyanlara itibar edip yeniden birlikte hareket etmek ve her aday için oy istemek üzere sözleşip ziyaretlere devam ettiğini, seçimler yapıldığında birlikte hareket ettikleri adayların seçimi kazandığını, ancak seçim sonuçlarında bir tuhaflık olduğunu, malum yapıya mensup adayların tamamının seçimi asıl olarak kazandığını, teşkilatta çok sevildiğini düşündüğü ….. ve ….. dışındaki diğer adayların çoğunun yedekte kaldığını, liste başı olması nedeniyle …..’u elemelerinin mümkün olmadığını, aksi takdirde birlikte yürüme imkanının kalmayacağını, aslında idari yargıda kendisine de bir operasyon yaptıklarını, personel genel müdürü olması ve taşra teşkilatında çok iyi tanınmasına rağmen kendisinden de bir kısım oylarını kısarak …’nu öne çıkarıp yapacakları uygulamalar için mesaj vermeye çalıştıklarını, bir anlamda güçlerini fiili olarak göstermek istediklerini, yedekte kalanların bazılarının kendisinin yanına gelip tabloyu izah ettiklerini, malum yapıya mensup adayların herkesin oyunu aldıklarını ancak kendi oylarını tüm listeye vermediklerini, bunu da son derece ölçülü ve hesaplı yaptıklarını, bunun hiç beklemedikleri bir tavır olduğunu ve kendileri hakkında o güne kadarki en önemli soru işaretinin bu tavırla birlikte doğduğunu, göründükleri gibi olmadıklarını ve hizmet gerektiriyorsa başkalarıyla yaptıkları sözleşmelerin ve ahitlerin hiçbir kıymetinin olmadığını, esasen takiyye denebilecek bu tür davranışları bu arkadaşlarda daha önce de gördüklerini, bazı açılışlarda ve mesleki toplantılarda dindar bir görüntü vermemek için alkol aldıklarını ve çalıştıkları yerlerde kendilerini sosyal demokrat veya milliyetçi olarak gösterdiklerini, kendilerine de bu tavırlarını görevlerine devam edebilmek için zorunlu olarak katlandıkları bir durum ve inançlarından dolayı dışlanmamak ve hor görülmemek için uyguladıkları bir tedbir olarak açıkladıklarını, bunun üzerine onları ve uygulamalarını Allah’a havale ettiklerini, bu durumun inançlarından dolayı zarar görmemek için başvurdukları bir tedbir değil ortak değerlere sahip oldukları ve birlikte hareket ettikleri insanlara karşı da rahatça uygulayabildikleri bir hile ve aldatma aracı olduğunun zamanla görüldüğünü, takiyyenin ve insanları aldatmanın hayatlarının ana kuralı hâline geldiğini, bu sonucu görmekle birlikte ihanete uğrayan arkadaşları teskin ettiğini, sonuçta onların HSYK’da tek başlarına çoğunluğu sağlayamadıklarını, karar ve sonuç alabilmek için uzlaşma gerektiğini, her şeye rağmen bazı ortak doğrularda buluşulabileceğine ve yargı için güzel şeyler yapabileceğine inandıklarını, yargıda sorun analizi çalışmaları, hukuki müzakere toplantıları ve eğitim çalışmaları gibi dışarıya yansıyan bazı olumlu faaliyetlerin de yapıldığını, örgütlü hareket eden gizli yapılanmaların sayısal güçlerinin üzerinde nasıl sonuçlar elde ettiklerini HSYK’daki çalışmalar sırasında yaşayarak öğrendiğini, Bakanlıktan HSYK sekreteryasına götürdüğü …, … ve … gibi kıdemli meslektaşları akla hayale gelmeyen mobbingler uygulayarak Kuruldan uzaklaştırdıklarını, Bakanlık Teftiş Kurulundan gelen ve değişik dünya görüşlerine mensup birçok müfettiş hakkında olmadık isnatlarda bulunarak Teftiş Kurulundan gönderip çoğulcu bir yapıya sahip olan Teftiş Kurulunu büyük oranda malum yapıya mensup müfettişlerle doldurduklarını, daha sonra idari bürolara el atarak yıllardır çalışan kıdemli memurları ya sindirdiklerini ya da Kurul’dan uzaklaştırdıklarını, yargı teşkilatına özel olarak yerleştirdikleri elemanlarını HSYK sekreteryasına şoför, sekreter ve hizmetli olarak getirmek suretiyle bütün HSYK üyelerini adeta kuşattıklarını, artık bütün Kurul üyelerinin her türlü faaliyetinden ve gelen gidenden anında haberdar olduklarını, Daire Başkanları ….. ve …..’un Bakanlıktan bu yana yıllardır birlikte çalıştıkları şoförlerini değiştirmemek için bir süre direndiklerini, ancak bu şoförler hakkında isnatlarda bulunmaları üzerine şoförlerini feda etmek zorunda kaldıklarını, bir tek kendisinin Bakanlıktan getirdiği şoförünü ve sekreterini değiştirmediğini. bütün bunları yaparken hâkimler, müfettişler ve memurlar hakkında isnatlarda bulunup manipülasyonlar yaparak Kurul üyelerinin çoğunu ikna ettiklerini, kendilerinden olmayan tek genel sekreter yardımcısına imza atmaktan ve sorumluluk almaktan kaçınıyor dediklerini, değişik isnatlar ve suçlamalarla HSYK’daki çoğulcu yapıyı büyük ölçüde tasfiye ettiklerini, dairelerin çalışmalarında kendilerince önem verdikleri konulara önceden hazırlık yaptıklarını, konusuna göre bazen … mahkemelerden gelen üyeleri, bazen seçimlerde birlikte hareket edilen üyeleri ve bazen de Cumhurbaşkanınca seçilen üyeleri yakın markaja alarak gündem maddeleri hakkında etkilemeye çalıştıklarını ve çoğunlukla da sonuç aldıklarını, bu melek görünümlü arkadaşların önce HSYK’da kıyım yaptıklarını, sonra da teşkilatta kendilerinden olmayan ne kadar sosyal demokrat, milliyetçi veya muhafazakar komisyon başkanı, başsavcı ve mahkeme başkanı varsa türlü isnatlarda bulunmak ve Teftiş Kurulunu kullanmak suretiyle büyük kısmını tasfiye ettiklerini, türlü isnatlarla ve hilelerle boşaltılan bu makamlara kendi arkadaşlarını yerleştirdiklerini, Kuruldaki operasyonun tamamlanması sonrasında yargıda kilit noktalara yerleştirdikleri adamları vasıtasıyla millete operasyon yapma vakitlerinin geldiğini, bu amaçla 17-25 Aralık’ta olduğu gibi hedeflerini gerçekleştirmek üzere sivil toplum kuruluşlarına, gazetecilere, yazarlara, kamu görevlilerine ve iş adamlarına kumpaslar ve komplolar kurmak suretiyle operasyon üzerine operasyon yaptıklarını, HSYK’da yaşanan bu tasfiyelerin benzerinin … mahkemelerde de yaşandığını, önce başkanların, sonrasında genel sekreter, genel sekreter yardımcıları, idari birimlerde çalışan tüm tetkik hâkimleri ile memurların değiştiğini, makam arabası olan başkanlara yeni şoförler, dairelere yeni sekreterler ve kalemlere yeni memurlar alınarak bu dönüşümün sağlandığını,
HSYK içinde örgüt mensubu olmayan ve özellikle … yargıdan gelen diğer üyelerin kendileriyle birlikte hareket etmeleri yönünde nasıl manipüle edildikleri ve HSYK çalışmaları sırasında dairelerden örgütün stratejisine uygun şekilde karar alınmasının nasıl sağlandığı hususunda somut örnekler olup olmadığıyla ilgili olarak, HSYK’da blok hâlinde bu yapıyla birlikte hareket eden sekiz üye olduğunu, bunların adli yargıdan … …, ….., …, … ve ….., idari yargıda ise …, … … ve … olduğunu, bu sekiz üyenin bütün kritik konularda birlikte hareket ettiklerini, …..’nin de çoğunlukla onlarla birlikte hareket etmekle birlikte önemli konularda …..’un onunla görüşmesi neticesinde kendilerinin yanında olmasını sağlayabildiklerini, bu hususa en güzel örnek olarak Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde bu yapı mensuplarının 3-4 yıllığına önünü kesmek için çıkarılan ve 07.07.2013 tarihli ve 28100 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6494 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler gereğince hâkim ve savcıların Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçiminde meslekte geçmesi gereken 20 yıllık sürenin ne şekilde hesaplanacağının görüşüldüğü Genel Kurul kararını gösterebileceğini, zira bu hayati konuda bu yapıya mensup HSYK üyelerinin blok oyunun net bir şekilde görüldüğünü, buna ilişkin HSYK Genel Kurulunun 18.09.2013 tarihli ve 621 sayılı kararını sunduğunu, diğer konularda ise kendi uzmanlık konusu terfiler olduğu için terfilerle ilgili verilen ve kendisinin azınlıkta kaldığı üç kararda kendilerinden olmayan HSYK üyeleriyle birlikte nasıl hareket edebildiklerinin görüldüğünü, buna ilişkin HSYK’nın 15.02.2012 tarihli ve 85/Terfi sayılı kararı, 15.02.2012 tarihli ve 86/Terfi sayılı kararı ve 19.12.2012 tarihli ve 730/Terfi sayılı kararını sunduğunu, müsteşar olduktan sonra 1. Dairede yapmak istedikleri manipülasyonlara da bir örnek vermek istediğini, 07.02.2012’de MİT Müsteşarının ifadeye çağrılmasından sonra 1. Dairenin bir tarafta ….., ….. ve kendisi, diğer tarafta …, … ve … olacak şekilde ikiye ayrıldığını, …..’nun da çoğunlukla kendileriyle birlikte hareket ettiğini ve zaman içinde tamamen kendilerinin tarafına geçtiğini, bunu gören cemaat mensubu üyelerin bir tedbir düşünüp … … Hanım’la Yargıtayda aynı dairede tetkik hâkimi olarak çalışan …’ı … … Hanım’a gönderip “Sizin 1. Dairede … ve … Bey’lerle birlikte hareket ettiğinizi duyuyoruz, … Bey, … Bey ve … Bey üçü de imam hatip mezunu, üçü de şeriat devleti heveslisi, dinci insanlardır. Biz ise laiklik konusunda çok hassasız, şu anda da Yargıtayda etkili konumdayız, ben sizin iyiliğinizi düşünüyorum. Bu şekilde hareket etmeye devam ederseniz sizin için Yargıtayda bir gelecek olmaz, bu nedenle bence onların yanında durmayın, 1. Dairede daha laik ve demokrat olan …, … ve … ile beraber hareket edin.” dediğini, kendisi Kurul’da sürekli olmadığı için … … Hanım’ın bunları kendisine anlatma fırsatı bulamadığını ama …..’a ve …..’a anlatması üzerine onların da kendisine aktardıklarını, buna rağmen … … Hanım’ın sonuna kadar kendileriyle birlikte hareket etmeye devam ettiğini, onun verdiği destekle 2013 yılının yaz kararnamesinde …, … ve … Cumhuriyet Başsavcılarını değiştirdiklerini, bu nedenle de paralel yapı mensuplarının 17-25 Aralık’ta …’da herhangi bir operasyon yapamadıklarını, … … Hanım’ın bu desteğinin Adli Kolluk Yönetmeliği’ndeki değişiklikle ilgili kamuoyuna açıklama yapılmasına ilişkin 26.12.2013 tarihinde yayımlanan genel kurul kararına kadar devam ettiğini, … … Hanım’ın yaklaşık iki yıldır kendileriyle birlikte hareket etmesine rağmen bu genel kurul öncesinde manipüle edildiğini, genel kurulun bitiminde HSYK Başkan Vekili …..’nin bu konuda ek gündem maddesi önermesi üzerine kendisinin söz alıp 17-25 Aralık’ta yapılmak istenen operasyonların bir rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olmayıp doğrudan hükumete karşı bir operasyon olduğunu söylediğini, zira Başbakanın emniyetin soruşturma konularının özetine ilişkin dosyayı kendisine de vermesi üzerine bu dosyayı incelediğini, sözlerinin devamında “Bu dosyada örneğin … üzerinden işlendiği öne sürülen suçlara baktığınızda şu bariz bir şekilde görünüyor: iddiaya göre … belki de 5-6 yılı bulan bir süredir büyük bir yolsuzluk içinde birbirinden farklı birçok kişiye rüşvet vermiş ve birçok yolsuzluk olayına karışmış, size bir tek şey soracağım, iddianıza göre … birbirinden farklı onlarca suç işlemiş, kolluğun ve savcının görevi bir suçun işlendiğini öğrendiği anda olaya müdahale edip suçluları yakalamak ve suçun tekrar işlenmesine mani olmaktır. Ama dosyadan görünüyor ki iddiaya göre … rüşvet ve yolsuzluk olarak nitelendirilen onlarca suç işlemiş, emniyet ve yargı da yıllarca seyretmiş, yani bu kişinin iddia edilen suçları işlemesine göz yummuş, zamanı geldiğinde kullanmak üzere arşivlemiş ve zamanı geldiğinde de piyasaya sürmüştür. Bu emniyet görevlilerinin ve savcıların yaptığı suçu önlemek, kamu düzenini sağlamak ve kanunların gereğini yerine getirmek değildir. Bunların yaptığı düpedüz bir çetenin menfaatleri doğrultusunda arşivcilik yapmak ve komplo kurmaktır. Eğer … iddia olunan bu suçları işlediyse sadece bir defa suçludur. Eğer bu suçlar 99 defa daha işlenmeye devam ettiyse bu 99 suçtan …’tan daha çok, işlendiği ileri sürülen bu suçları gördükleri ve bildikleri hâlde müdahale etmeyen ve önlemeyen emniyetçiler ve savcılar sorumludur ve suçludur. Eğer … bir kere şerefsizse bu emniyetçiler ve savcılar 100 kere şerefsizdir.” dediğini, bu yapıya mensup üyelerin hepsinin mosmor kesildiklerini, hiçbirinden ses çıkmadığını, genel kurulda buz gibi bir havanın estiğini, hiç beklemediği bir şekilde … … Hanım’ın elinde bir kağıtla ayağa kalkıp “… Bey, iyi güzel de bu yazı nedir?” diye sorduğunu, elinde … Emniyet Müdürlüğünün … Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği bir yazının olduğunu ve bu yazıda İl Emniyet Müdürünün aynen “İfade almak için çağırmış olduğunuz şube müdürünü göndermiyorum.” dediğini, … … Hanım’ın kağıdı sallayarak “Bir hukuk devletinde bir emniyet müdürü savcıya böyle bir yazı yazabilir mi kardeşim?” diye söylediğini, şoke olduğunu ve hiç ummadığı yerden korkunç bir yumruk yediğini, oysaki … … Hanım’dan önce yaklaşık yarım saat boyunca konuşup bu yapılanların nasıl alçakça bir saldırı ve komplo olduğunu anlattığını, … … Hanım’a sabah erkenden veya akşamdan bu yana çalışıp yapılan operasyonu rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olarak sunduklarını ve ikna etmek için de emniyet müdürünün o yazısını servis ettiklerini anladığını, … … Hanım’ın konuşması bitince tekrar söz alarak “Ben bu yazıyı tasvip etmiyorum, haberim de yok, çünkü biz bir gün önce Başbakanlıkta ….. Bey’in odasında toplanmış, … Cumhuriyet Başsavcısı ile de görüşmüş ve savcılardan tek başına emniyete bir yazı gelmesi durumunda nasıl hareket edileceğini açıklamıştık. … Başsavcısı bir iç genelge çıkarmış, bu soruşturmalarda iki ya da üç savcı daha görevlendirmiş ve en az iki savcının imzası olmadan gelen talimatların yerine getirilmeyeceğini belirtmişti. Ben … Emniyet Müdürünün niçin böyle bir yazı yazdığını anlayamadım.” dediğini, bunun üzerine … … Hanım’ın tekrar söz alıp diğer … yargı üyelerini de göstererek “Biz böyle bir şeyi kabul edemeyiz, biz önergenin yayınlanmasını istiyoruz.” dediğini, bu durumun da bu örgütün olaya göre nasıl diğer HSYK üyelerini manipüle ettiğinin en güzel örneklerinden biri olduğunu, akabinde HSYK Başkan Vekili …..’nin devreye girip “Arkadaşlar uzatmayalım, toplantıyı kapatıyorum, önergeye katılmayan arkadaşlar muhalif kalsınlar” dediğini, bu genel kurul kararının yayımlanmasına ….., …, ….., ….. ve kendisi olmak üzere beş üyenin muhalif kaldığını, … mahkemelerden gelen HSYK üyelerinin çoğunun onlarla birlikte hareket ederek sırtlarını yere getirdiklerini, bu olay üzerine çok üzüldüğünü, … Cumhuriyet Başsavcısı …’yı arayıp niçin böyle bir yazı yazılmasına sebebiyet verildiğini sorduğunu, onun da bu yazıyı yeni öğrendiğini, şube müdürünün ifadeye çağrılması nedeniyle dün … Emniyet Müdürünün arayıp ne yapmaları gerektiğini sorması üzerine iki hususu yazıp yazıyı iade etmesini söylediğini, o hususların ilkinin emniyete giden yazının Başsavcılığın ilgili bürosundan yazılmadığı, ikincisinin de Başsavcının belirttiği iki savcının imzası olmayan talimatları yerine getiremeyecekleri olduğunu belirttiğini, görevden ayrıldıktan sonra bu genel kurul toplantısına katılması nedeniyle eleştirildiğini ve katılmasaydı bu bildirinin yayımlanmayabileceğinin söylendiğini duyduğunu, hâlbuki 2010 yılındaki Anayasa değişikliğinden sonra böyle bir durumun söz konusu olmadığını, zira müsteşarın genel kurula veya 1. Daireye katılmasının toplantı yapabilmek için zorunlu olmaktan çıkarıldığını, 1. Dairede ise beş üyenin katılımıyla toplantı yapılabildiğini, genel kurulda toplantı yapabilmek için 15 kişinin katılımının yeterli olduğunu,Yeri gelmişken … Savcısı …’ın adliye önünde dağıttığı bildiriden ve bu bildiri üzerine … Cumhuriyet Başsavcısı …’nın yaptığı basın açıklamasından da bahsetmek istediğini, Başsavcı …’nın tasarrufu neticesinde Savcı …’ın adliye önünde bir bildiri dağıtıp soruşturmaya müdahale edildiği ve yargı bağımsızlığının zedelendiği gibi asılsız iddialarda bulunduğunu, bu sırada kendisinin HSYK’daki odasında olduğunu ve odaya kısa aralıklarla ….., ….., ….. ve …’un geldiklerini, kendi aralarında konuşup değerlendirme yaptıklarını, ardından “Buna birisinin cevap vermesi lazım, biz de verebiliriz ama en güzeli işin içini ve esasını ve neler olduğunu en iyi bilen ve bilebilecek durumda olan Başsavcı … Bey’in yapması uygun olur.” dediğini, bunun üzerine … Cumhuriyet Başsavcısını arayıp işin esasını açıklaması gerektiğini söylediğini, Başsavcı …’nın da bir açıklama yapmak istediğini, bu nedenle arkadaşlara görev verdiğini ve yazılı bir açıklama yapacaklarını belirttiğini, telefonu kapatmadan odasındaki arkadaşlara dönüp Başsavcı … Bey’in yazılı bir açıklama hazırlattığını söyleyince …..’un yanına gelip telefonu elinden aldığını ve “Başsavcım, yazılı açıklamayı bekleme, al Başsavcı vekillerini yanına, çık medyanın karşısına, olan biteni anlat, bu iş beklemeye gelmez.” dediğini ve telefonu kapattığını, bunun üzerine Başsavcı …’nın aynen …..’un dediği gibi yaparak yanına aldığı başsavcı vekilleriyle beraber medyanın karşısına çıkıp soruşturmayı yürüten savcıların yaptıkları usulsüzlükleri ve keyfilikleri tek tek anlattığını, odasında Başsavcı …’nın yaptığı bu açıklamanın sevincini yaşarken HSYK Genel Sekreterliğinin bir operasyon daha çektiğini, 25 Aralık’ta Genel Kurulda Adli Kolluk Yönetmeliği değişikliğine karşı bir açıklama yapılmasına ilişkin karar alındığını, ancak bu karara katılmadığı için yapılan değişikliklerin gerekçelerini ve haklılığını anlatmak amacıyla uzun bir muhalefet şerhi yazdığını, bu nedenle onca işin arasında aynı gün yetiştiremediği için muhalefeti tamamlamasının ertesi güne kaldığını, … Cumhuriyet Başsavcısını aramadan önce muhalefet şerhini tamamlayıp gönderdiğini, Başsavcı …’nın açıklamasının üzerinden on dakika geçmeden HSYK’nın bu açıklamasının medyada yayımlandığını, bu nedenle her şeyin birbirine girdiğini ve at izinin it izine karıştığını,Adalet Bakanlığında tetkik hâkimi olarak göreve başladığı andan itibaren bu yapı mensuplarıyla olan görüşmelerine ve tecrübelerine göre Bakanlık teşkilatında örgütün kadrolaşmasında 28 Şubat sürecinin etkisinin olup olmadığı, kritik görevlere getirilen isimlerle ilgili sistematik bir çalışma yapıldığını düşünüp düşünmediği ve bu kanaatteyse bu görevlendirilmelerde kimlerin karar verme noktasında olduğuyla ilgili olarak, ifadesinde belirttiği gibi bu yapı mensuplarını kamu içinde bulunan bir yapı olarak ilk defa Bakanlığa geldikten sonra tanıdığını, Bakanlıkta ilk tanıdığı cemaatçilerin … … ve … olduğunu, örneğin … …’ın Bakanlığa gelişinin çok enteresan olduğunu, …..’u ve eşini …’ın önerip Bakanlığa getirdiğini, kendilerinin Bakanlığa geldiği dönemde Bakanlıkta cemaatçinin bulunmadığını, … …’ın Adalet Bakanı olması üzerine Bakanlığa ilk önce eskiden Bakanlıkta çalışan veya Bakanlıkta bulunup da pasifize edilen …, …, …, … … ve … gibi milliyetçi muhafazakar isimlerin geldiğini, …’li üst yöneticilerin Bakanlıktan ayrılmasından sonra tetkik hâkimlerinden ve diğer unvanlılardan da ayrılanların olduğunu, bu nedenle birimlerde kısmen bir tetkik hâkimi ihtiyacının oluştuğunu, Personel Genel Müdürlüğüne ilk önce kendisinin, … ve eşi ile ….. ve eşinin geldiklerini, Bakanlığa dönen yukarıda saydığı eski bakanlık mensubu beş kişinin ihtiyaç oldukça ya doğrudan tanıdıkları isimleri aldıklarını ya da tanıdıklarına sormak suretiyle Bakanlığa tetkik hâkimi alımı yaptıklarını, …’ın idari yargıdan önce Danıştay 5. Ceza Dairesindeki …’i getirmek istediğini, fakat bu kişilerin ayrılmasına Daire Başkanı ,….’ın müsaade etmemesi üzerine … Hanım’ın onlara tanıdıkları ve güvendikleri birini söylemelerini istemesi neticesinde onların da kendisinin ismini verdiklerini, ….. ile eşi r’u …’ın adaylıktan tanıdığını ve ….. Hanım’ın babasıyla …’ın ortak dostları olduğunu bildiğini, … ve eşini Personel Genel Müdürü …’ın tanıdığını, ….. Bakanlıkta göreve başladıktan kısa bir süre sonra 9 Eylül Hukuk Fakültesinden tanıdığı … …’ın onu ziyarete geldiğini, odada konuşurlarken …’ın odaya girdiğini, tanışmalarını takiben …..’un arkadaşı olduğunu öğrenince …’ın … …’a Bakanlığa gelip gelmeyeceğini sorduğunu ve … …’ın bu şekilde Bakanlığa geldiğini duyduğunu, …’i kimin önerdiğini bilmediğini, Bakanlıkta tetkik hâkimi ihtiyacı oldukça daha önce gelenlerin beraber çalıştıkları, staj yaptıkları veya okudukları arkadaşlarını üstlerine önerdiklerini, nitekim kendisinin de ihtiyaç olması üzerine …..’i ve …’i önerdiğini, Bakanlığa gelen cemaatçi hâkimlerin kendisinin gördüğü bu durumu görmemelerinin imkansız olduğunu, muhtemelen Bakanlığa gelen bazı isimlerle irtibata geçerek Bakanlığa gelebilecek arkadaşlarını belirleyip kendi arkadaşlarına verdiklerini ve onların da ihtiyaç oldukça refere ettiklerini düşündüğünü, bir de bu işi tamamen kendilerine mensup tetkik hâkimlerine yıktıklarını sanmadığını, çünkü Bakanlığa kim birini refere etse artık o kişinin falancanın arkadaşı diye anıldığını, böyle bir durumun ise onların tercih edeceği bir yöntem olmadığını, bu nedenle bu referans olma işleminin yalnızca ilk döneme mahsus ve sınırlı sayıda olduğunu düşündüğünü, örneğin …, … ve …’ın ya İzmirli ya da …’le bir bağlantılarının olduklarını ve bu sayede …’a hemşehricilik üzerinden ulaşıp irtibat kurduklarını, dolayısıyla Bakanlıkta ihtiyaç oldukça bu yapının Bakanlıktaki adamlarının muhtemelen abilerine bildirim yaptığını, onların da tanıdıkları veya hemşehrileri olan siyasetçiler, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile bürokratlar üzerinden kendilerini refere ettirdiklerini düşündüğünü, referans olan bu şahısların büyük çoğunluğunun da bunların cemaatçi olduğunu bildiklerini sanmadığını, 28 Şubat sürecinden sonra dindar insanlara karşı bir tavır geliştiğini ve bazı arkadaşların Bakanlıktan gönderildiğini, bir ihtiyaç olduğunda sosyal demokrat olarak bilinen insanlara öncelik verildiğini, mesela o dönemde Personel Genel Müdürlüğüne …, ….., ……, ve daha sonra Yargıtaya giden sosyal demokrat bir bayan meslektaşın geldiğini, bu isimlerin arasına …’ün ve … … …’in nasıl girdiğini anlayamadığını, hassasiyetin bu kadar … olduğu bir dönemde bu iki kişi Bakanlığa gelebildiğine göre kendilerini taşrada nasıl tanıttıklarını ve nasıl bir görüntü verdiklerini tahmin etmenin zor olmadığını, dolayısıyla 28 Şubat sürecinin gerçekten dindar olanların Bakanlığa gelişini engellediğini ancak farklı görünümlere bürünerek tedbir ve ruhsat adı altında takiyye yapan bu yapı mensupları için bir fırsat olduğunun söylenebileceğini, 2013 yılında Personel Genel Müdürlüğündeki arkadaşlarla beraber Bakanlıktaki cemaatçilerin bir listesini çıkarttığını, bu listeye göre o tarihlerde toplam 160 civarında cemaatçi hâkim ve savcı olduğunun anlaşıldığını, bunlara bakıldığında yoğunluğun Uluslararası Hukuk ve Avrupa Birliği Genel Müdürlükleri gibi dil bilmeyi gerektiren ya da Bilgi İşlem gibi bilgisayar alt yapısı ve yatkınlığı gerektiren birimler olduğunun görüldüğünü, durum böyle olunca bu yapının da çocuklarla ortaokul ve lise yıllarında irtibat kurup kolejlerde veya dershanelerde yetiştirdikleri için bilgisayar ve dil konusunda bir alt yapı kazandırmaya önem verdiklerini, Bakanlıkta yabancı dil ya da bilgisayar bilen tetkik hâkimi lazım olduğunda önerilen isimlerin büyük kısmının bu yapıya mensup isimler olduğunu, kendisinin 2012 ve 2013 yıllarında adli teşkilatta ciddi bir tarama yaptırıp Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünü bu yapıdan olmayan hâkimlerle takviye etmemiş olsaydı bu birimin çok sıkıntı yaşayacağını, çünkü daha önceki yıllarda gelenlerin büyük oranda bu yapıya mensup kişilerden oluştuğu ve 17-25 Aralık süreci sonucunda gönderildiklerini, bu listeyi de savcılığa takdim edeceğini, bu listeye bakıldığında dönem farkı gözetmeksizin her dönemde çok rahatlıkla Bakanlığa gelebildiklerinin görüleceğini, 2010 yılına kadar Bakanlığa gelenlerden Personel ve Ceza İşleri Genel Müdürlükleri ile Teftiş Kurulunda çalışanların önemli bir kısmı 2010 yılındaki seçimden sonra HSYK’ya geçmiş olmakla beraber kalan 170 kişiye bakıldığında … iktidarı öncesinde gelenlerin 16, … dönemine kadar gelenlerin 57, kendisinin dönemine kadar gelenlerin 47, kendisinin döneminde gelenlerin ise 30 kişi olduğunun görülebileceğini, bunların birimlerdeki güvenilir kişilere sorularak ve hareketleri dikkate alınarak cemaatçi olduğundan şüphelenilen isimler olduğunu, emin olmadıklarının karşısına soru işaretleri koyduğunu,2010 yılındaki Anayasa değişikliği öncesinde Bakanlık bürokratlarının örgüte alan açmak için manipülasyon yapıp yapmadıkları ve atamalarda HSYK üyeleri üzerinde ne tür argümanlar kullanarak kendi mensuplarını kritik yerlere getirdikleriyle ilgili olarak, bu yapı mensuplarının kendi mensuplarını sürekli koruyup kolladıklarına, vasıflarını abartarak takdim ettiklerine ve her fırsatta başkalarının aleyhlerine konuştuklarına zaman zaman şahit olduğunu, Bakanlıkta 10 yıl süreyle çalıştığı ayırma tetkik bürosuna gelen master ve doktoralara tezlerine baktığında çoğunun gerçek bir tez olmaktan çok uzak ve sıradan olduğunu gördüğünü, özellikle bu yapıya mensup hâkim ve savcıların hafta sonları master ve doktora derslerine katılmak için …’ya gittiklerini, bu kanaatini HSYK üyeleriyle de paylaştığını, Kurulun önce hak verir gibi olduğunu, bir süre tezleri alıp 5-10 dakika karıştırdıklarının da olduğunu ve hatta bu süreçte kabul etmedikleri tezler dolayısıyla master eğitimlerinin de bulunduğunu, masterları kabul edilmeyen hâkim ve savcıların itiraz ettiklerini, genel kurulda itirazların çoğunun kabul edildiğini, yetersiz gördüğü tezler üzerinde aylarca yaptığı çalışmaların ve Kurula sunduğu raporların bu şekilde sonuçsuz kaldığını, 2010 yılı öncesinde Bakanlık Teftiş Kurulunda çalışan mensupları vasıtasıyla kendi arkadaşlarını koruduklarını ve kendilerinden olmayanları da hırpaladıklarını hissettiğini, bu şekilde söylentiler de olduğunu, ancak o döneme ilişkin bu tür faaliyetlerine çok tanık olmadığını, o dönemde daha çok kendi mensuplarını parlatıp Kurulun ve Bakanlığın atama kriterlerine göre ön hazırlık yapma şeklinde bir çalışma içinde olduklarını bildiğini, örneğin içlerindeki en parlak arkadaşlarını doğuda bulunan üçüncü bölgelere Başsavcı ve komisyon başkanı olarak yönlendirdiklerini, onların da buraları talep edip gittiklerini, iki üç yıl çalışıp batıya doğru daha büyük ve önemli yerlere geldiklerini, bu hareketliliği …..’la beraber 2005-2006 yıllarında sezdiklerini, tanıyıp güvendikleri ceza hâkimlerinden bazı isimler tespit ederek Bakanlığa çağırdıklarını ve bu mahkemelerin önemini anlatarak çalışmak isteyip istemediklerini sorduklarını, ikna edebilmek için de belli bir cemaate mensup olanların buralara özellikle gittiklerini ve ileride bu mahkemelerin çoğunlukla bu kişilerden teşekkül edebileceğini söylediklerini, bu mahkemeleri talep etmelerini bir idealizm olarak yorumlayıp bir art niyet aramadıklarını, sadece bu mahkemelerin daha sağlıklı olabilmesi için çoğulcu bir yapıya sahip olması gerektiğine inandıkları için farklı yapıdaki arkadaşları da bu mahkemelere teşvik etmeyi düşündüklerini, görüştüğü 5-6 arkadaştan hiçbirisinin bu teklifi kabul etmediğini, biraz tereddüt geçirmekle beraber …n …’a gidebileceğini söylediğini ve oraya tayin olduğunu, benzer bir sıkıntıyı özel yetkili mahkemeler kapatıldıktan sonra TMK’nın 10. maddesine göre görev yapmak üzere kurulan mahkemelerde de yaşadıklarını, CMK’nın 250. maddesiyle görevli özel yetkili mahkemelerin kamuoyunda bilinen davalardaki uygulamaları nedeniyle çok yıprandığını ve eleştirildiğini, yetkilerini aşarak usulsüz işlemler yaptıkları konusunda kamuoyunda yaygın bir kanaat bulunduğunu, bu mahkemelerdeki uygulamaları düzeltmek için bazı toplantılar yapıldığını, bu toplantılardan birinde Prof. Dr. …’ün dosyalardaki usul hatalarına ilişkin çok önemli eleştirilerde bulunduğunu, Gazeteci …’in bu mahkemelerdeki uygulamaların kamuoyu algısı üzerine bazı önemli açıklamalar yaptığını, fakat bu iyi niyetli yaklaşımların bu mahkemeler üzerinde ciddi bir etkisinin görülmediğini, bunun üzerine tümüyle kapatılıp TMK’nın 10. maddesine göre görev yapan yeni ihtisas mahkemelerinin kurulduğunu, yeni kurulan bu mahkemelere atama yapılırken de çoğunlukla mahkemelerin bulunduğu yerdeki birçok meslektaşı arayarak öneride bulunduklarını, çoğunun kabul etmediğini, ısrar etmeleri üzerine kabul edenlerin bir kısmının da bir süre sonra dilekçe vererek bu mahkemelerden ayrıldıklarını, bu yüzden arkadaşların muvafakatını almadan atama yapmak istemediklerini, zira atasanız bile bir mazeret beyan ederek oradan ayrılmak istediklerini, …’da görev yapan bizzat tanıdığı bir savcı arkadaşını arayarak TMK’nın 10. maddesiyle görevli mahkemelerde görev yapacak Başsavcı vekilliği teklif ettiğinde arkadaşının büyük bir paniğe kapılıp bin bir dereden su getirerek asla yapamayacağını söylediğini,Ergenekon süreci olarak bilinen zaman diliminin örgüt tarafından yargının şekillendirilmesinde nasıl kullanıldığıyla ilgili olarak, Ergenekon soruşturmalarının 2007 yılında Savcı …’ün …’de bir gecekonduda bulunan el bombalarına ilişkin soruşturmasıyla başladığını, o tarihlerde kamuoyunda derin devlet ve ordudaki cunta yapılanmalarıyla ilgili yoğun tartışmalar olduğunu, orduyla … arasında gerginlik yaşandığını, kamuoyunda Ay Işığı ve Sarıkız gibi darbe planlarının konuşulduğunu, … Cumhuriyet Başsavcısı … …’in …’ün özel yetkili savcılıktan alınmasını teklif etmesine rağmen …’de bulunan bu bombalarla ilgili soruşturmayı başlatması üzerine kamuoyunda yanlış anlaşılacağından çekinerek kararname bağlanmak üzereyken HSYK’yı arayıp bu soruşturmadan bahsederek yerinde bırakılmasını istediğini, bu soruşturmaların özellikle bu yapıya mensup basın yayın organlarının da teşvikiyle kamuoyunda ve hükumet nezdinde ilk başlarda çok büyük destek gördüğünü, akabinde soruşturmaların giderek genişlediğini ve dalga dalga operasyonlar yapıldığını, en az iki üç yıl boyunca kamuoyundaki algının soruşturmaya muhatap olanların bütün itirazlarına rağmen soruşturmanın ve soruşturmayı yürütenlerin lehine olduğunu, soruşturmada görev yapan polislerin ve savcıların ciddi itibar kazandıklarını, soruşturmaya destek olan örgüt medyasına bakıldığında arkasında kimlerin olduğunun az çok anlaşıldığını, ancak o zamanlar düşmanın ortak olduğunu, zira ordunun içindeki cuntacıların … ve Fethullah Gülen’i bitirme planı yaptıklarını, o hâlde omuz omuza verilip bu planları yapanlarla, milletin üzerinde on yıllardır ordu vesayeti kuranlarla ve birçok darbe yapan ya da darbe girişiminde bulunanlarla mücadele edilmesi ve artık hesap sorulması gerektiğini, bu soruşturmayı yürüten emniyetçilerin ve savcıların istedikleri zaman istedikleri yetkiliyle görüşerek çeşitli taleplerde bulunabildiklerini ve istediklerini alabildiklerini, bu açıdan bakıldığında hem Adalet Bakanlığında hem de diğer Bakanlıklarda bu sürecin bu yapı mensuplarına itibar kazandırıp önlerini açtığının ve bazı ufak tefek hatalarının görmezden gelindiğinin rahatlıkla söylenebileceğini,
2010 yılındaki Anayasa değişikliğinin ardından HSYK seçimlerine ilişkin tek oy hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, bu süreçte tek oy kullanılması hususunun demokratik olmadığı yönünde … tarafından kamuoyuna açıklamalarda bulunulduğu, …’ın yönetiminde o dönem örgütün etkinliğine ilişkin ifadesinde geçen hususlar dikkate alındığında Anayasa Mahkemesinin kararı öncesinde bir manipülasyon yapılmış olup olmadığıyla ilgili olarak, örgütün bu konuda bir manipülasyonu olduğunu ya da olabileceğini tahmin etmediğini, çünkü yakından gözlediği üzere …’ın önde görülen yöneticilerinin kendilerini en güçlü dernek olarak gördüklerini ve bazı ulusalcılarla da iş birliği yaparak liste hâlinde girilecek seçimleri kesin olarak kazanacaklarına inandıklarını, bu yüzden hem HSYK’daki hem de Yargıtay ve Danıştaydaki taraftarlarını harekete geçirerek tek oy sistemine … sesle itiraz ettiklerini, HSYK Başkan Vekili … ile Yargıtay Başkanının tek oy sistemi aleyhine açıklamalar yaptıklarını, bu sistemin o sıralar Yargıtay ve Danıştaydaki seçimlerde uyguladığını, kendi vesayetlerini bu sayede pekiştirmiş olduklarını, dolayısıyla tek oy sistemi aleyhindeki karşıt duruşun yargıdaki mevcut statükocu ve vesayetçi hâkim ve savcılardan geldiğini düşündüğünü, 2010 yılında yapılan HSYK seçim sürecinde yaşadıklarından sonra birkaç turlu olmayan tek oy veya liste sisteminin aslında çok büyük bir fark meydana getirmeyeceği kanaatine vardığını, onun için 2014 yılındaki HSYK seçimlerinden önce görüştüğü ilgili kişilerle eski ve yeni Adalet Bakanlarına gönderdiği notta eğer tek oy sistemine dönülecekse bunun mutlaka güvenceli bir tek oy sistemi olması gerektiğini izah ettiğini, güvenceden kastının da tek oylu seçim yapılması ancak bu seçimin üç turlu gerçekleştirilmesi olduğunu, aksi takdirde 2014’teki oylarını 3000-3500 arasında tahmin ettiği bu yapı mensuplarının oylarını milimetrik olarak adli yargıda 7’ye idari yargıda 3’e bölerek ve etkili seçim çalışmaları sonucunda bu oyları bir miktar daha artırarak tek oy sisteminde de seçimi 10’a 0 alabileceklerini düşündüğünü, tek oy sisteminin bir başka tehlikesinin de aday sayısını arttıran ve teşvik eden bir yapısının olması olduğunu, liste usulü sisteminde seçime girecek listelerden birisine giremeyenlerin çoğunun aday olmaktan vazgeçtiklerini, nitekim 2014’te de Yargıda Birlik Platformunun listesi, …’ın listesi ve bağımsız aday görüntüsünde cemaatin listesi olarak üç listenin yarıştığını, bunların dışında sadece dokuz tane gerçekten bağımsız adayın olduğunu, tek oy sistemine dönülme durumundaysa özellikle 2014’ten önceki potansiyelleri dikkate alındığında mutlaka üç turlu bir seçim sisteminin getirilmesinin zorunlu olduğunu, sonuçta liste sisteminin benimsendiğini, ancak ileriye dönük olarak HSYK’nın yapısına ilişkin bir Anayasa değişikliğinin yapılamaması hâlinde mevcut sistemi revize edip rahatlatacak olan şeyin güvenceli tek oy sistemi dediği üç turlu tek oy sistemi olduğunu,
HSYK’da ve … yargıda 2010 yılı sonrasında üst yönetimden personele kadar yaşanan dönüşümle ilgili tespitlerini ve endişelerini yetkililerle paylaşıp paylaşmadığıyla ilgili olarak, 2010 yılındaki HSYK seçimlerinde bu yapı mensuplarının seçim sürecini manipüle ederek seçim sonuçlarını etkilediklerini görünce bazı önlemler alınması gerektiğini düşündüğünü, bu kapsamda HSYK yönetiminin çoğulcu bir şekilde oluşmasına katkı vermeye çalıştığını, özellikle HSYK genel sekreterinin bu yapıdan olmaması gerektiğini düşündüğünü, çünkü üst yönetimi ele geçirdiklerinde o birimdeki başkalarına hayat hakkı tanımak istemeyeceklerini Bakanlıktaki ve taşradaki uygulamalardan sezinlediğini ve yukarıda birkaç örneğini verdiği şekilde kendi çapında önlemler almaya çalıştığını, bu nedenle HSYK Genel Sekreterliği için Müsteşar Yardımcısı ….. ve AB Genel Müdürü …..’le de istişare ederek Strateji Geliştirme Başkanlığında Daire Başkanı … …u Müsteşar …’a önerdiğini, … …un hâlen Adalet Bakanlığında müsteşar yardımcısı olarak görev yapmakta olduğunu, müsteşarın biraz düşünüp “olmaz” demesi üzerine nedeni sorduğunda “Orayı yapabilir mi?” dediğini, bunun üzerine “Orası yeni kurulan bir birim, hem yapısal anlamda, hem fiziki ihtiyaçlar anlamında, hem organizasyonlar anlamında, hem de mali işlerin yürütülmesi anlamında bilgi sahibi birisinin olması lazım, … Bey stratejide çalışıyor, mali işlerden anlar, teknik işlere yatkındır, mesleki yönü iyidir, ben yapabileceğini düşünüyorum.” diye söylediğini, cemaat mensuplarının Yargıtay Savcısı …’yı ön plana çıkardıklarını ve onun çok prezantabl biri olduğunu belirterek HSYK’yı hem içeride hem dışarıda çok iyi temsil edeceğini savunduklarını, Müsteşar …’ın hemşehrileri olan …, … ve …’ın devreye girip … için müsteşar nezdinde yoğun kulis yaptıklarını, …’nın …..’un da stajdan arkadaşı olduğunu ve eğitim merkezinde ya aynı odada ya da yakın odalarda kalmış olduklarını sandığını, …’ya geldikten sonra da ara sıra …..’u ziyarete geldiğini hatırladığını, Müsteşar …’a …’nın …..’un da yakın arkadaşı olduğunu ve onu iyi tanıdığını söylediklerini, …..’un da tercihini …’dan yana kullandığını sandığını, müsteşarın ikna edilmesiyle HSYK üyelerine …’nın isminin önerilmesi neticesinde genel sekreterliğe …’nın getirildiğini, …’nın genel sekreterliğe gelmesiyle ipin ucunun kaçmış olduğunu, çünkü kararnameden dolayı bir genel sekreter yardımcılığına Bakanlıkta kararname işlerine bakan …’ün, disiplin dosyalarından dolayı bir genel sekreter yardımcılığına Ceza İşlerinden …’ın, kendisinin ısrarıyla bir genel sekreter yardımcılığına da İç Denetim Biriminden …’nın atandığını, …’ya önce mali ve idari işleri verdiklerini, sonrasında mobbingler uygulayarak HSYK’dan uzaklaştırdıklarını, bunun üzerine kendilerinin …’yı Yargıtay üyeliğine seçtiklerini, buna benzer uygulamaların diğer hâkim ve savcılar ile müfettişlere ve personele de yapıldığını, akabinde … ve …’nın da HSYK’dan ayrıldıklarını, kendisinin müsteşar olunca yeniden HSYK’ya döndüğünde 1. Daire’de çalışmaya başladığını, kararname bürosunda güvenip notlarını vereceği kimsenin kalmadığını, bunun üzerine ….. ve …..’yle konuşarak 2. Daire Tetkik Hâkimi …’in 1. Daire’de görevlendirilmesi isteyince onların da olur deyip genel sekreterliğe talimat verdiklerini, ancak genel sekreterliğin ve 2. Daire Başkanı …..’in altı ay direndiklerini, kendisinin ısrarlarını sürdürüp iki başkanın yanında genel sekreteri çağırarak “Bir tetkik hâkimini altı aydır göndermiyorsunuz” diye çıkıştığını, bunun üzerine Genel Sekreter …’ın “… Hanım bırakmadı, … Bey’in elinde bazı önemli dosyalar varmış, onları bitirmesini istedi, o dosyalar da sonuçlandı, hemen görevlendiriyoruz” dediğini ve akabinde …’in 2012 yılı yaz kararnamesi öncesinde kararname bürosunda çalışmaya başladığını, …’in kararname bürosuna gelmesinden müthiş rahatsız olduklarını ve nasıl kurtulacaklarını diye düşünmeye başladıklarını bildiğini, bu nedenle …’i yurt dışına dil kursuna göndereceklerini söylediklerini, bunun bir operasyon olduğunu düşünüp karşı çıktığını, …’i çağırıp konuştuğunda “Ben gitmek istiyordum ama kararname bürosuna geçince bu süreç hızlandı.” diye söylediğini, …’in de gerçekten dil öğrenmeyi istediği için bu talebi geri çevirmeyip yurt dışına gittiğini, 2013 yılında hem teftişe hem de genel sekreterliğe yeni hâkimler alarak durumu düzeltmeye çalıştıklarını, yine uzunca bir süre ayak direndiğini, buna rağmen HSYK Teftiş Kuruluna 2013 yılında alınan müfettişlerin önemli bir kısmının bu yapıdan olmadığını, benzer bir durumun Yargıtayda ve Danıştayda da olduğunu, kendilerinin … Alay Komutanı Kurmay Albay … …’nun mahkumiyet kararının Yargıtay 14. Ceza Dairesince onanması üzerine bu karara itiraz edilmesi için Yargıtay Başkanı …’ı, Yargıtay Başsavcısı …’i ve Yargıtay Genel Sekreteri …’i …..’la beraber ziyaret ettiklerini, hem davada yapılan hukuksuzlukları anlattıklarını hem de Yargıtayın ve genel sekreterliğin yargı kamuoyundaki görüntüsünden şikayet ettiklerini, Yargıtay Başkanı …’ın kendilerini alarak …’in odasına götürüp “Birlikte dinleyelim” dediğini, kendilerinin bu durumu yadırgadıklarını ve Yargıtay Başkanının genel sekreteri çağıracağına kendilerini alıp onun odasına götürdüğünü, …..’un bu duruma canının sıkıldığını ve bir görüşmesi olduğunu söyleyerek ….’in odasından çıkıp gittiğini, kendisinin Yargıtay Başkanına ayıp olmasın diye ve biraz da maksat üzüm yensin diyerek kalıp durumu anlattığında “Genel sekreter yardımcılarımızın ne kusurunu gördünüz?” diye sorduklarında “Yargıtaydaki diğer tetkik hâkimlerinin ne kusuru var ki içlerinden genel sekreter yardımcısı olacak bir tane bulamadınız?” diye cevap verdiğini, çünkü Yargıtayda o göreve gelebilecek onlarca tetkik hâkiminin ve Cumhuriyet savcısının olduğunu, bu ziyaretlerden önce de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı …’i ziyaret edip … … dosyasını görüştüklerini, kararı okuyup bir idari yargı hâkimi olmasına rağmen kararın hukuksuzluğunu çok net anladığını, zaten 14. Ceza Dairesi Başkanının yazdığı uzun muhalefet şerhinde bütün hukuksuzlukları açıkça anlattığını, kendisinin de kısaca ortada suç olmadığını, varsa bile bunun kesinlikle görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağını, bu suçun soruşturmasının izne tabi olduğunu ve işlendiği ileri sürülen suçla şahıslar arasında illiyet bağı kurulamadığını söylediğini, … Alay Komutanı, …Tabur Komutanı, Bölük Komutanı ve bir subayın hepsine birden mahkumiyet kararı verildiğini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının önce yutkunup “Siz olayı tek yanlı dinlemiş olabilirsiniz.” demesi üzerine olayı tek yanlı dinlemeyip ciddiyetle takip ettiklerini, Yargıtayın onama kararını ve daire başkanının muhalefetini okuduklarını ve dolayısıyla ortada vahim bir durumun olduğunu izah ettiklerini, bunun üzerine Başsavcının olayla bizzat ilgileneceğini ve gereğini yapacağını söylediğini, kısa bir süre sonra kendisiyle birlikte …..’un …..’yi de yanlarına alarak Yargıtay Genel Sekreteri …’i, HSYK Genel Sekreteri …’ı ve Danıştay Üyesi …’ı … …’la da görüşerek Adalet Akademisine davet ettiklerini, zira Yargıtayın yönetim işlerinde …’in ve … …’ın etkili olduğunu düşündüklerini, onlara “Siz Yargıtayın idari işlerini tek bir grubun istekleri doğrultusunda yürütüyorsunuz, bu konuda diğer arkadaşlardan ciddi yakınmalar var, bu yakınmaları sizlere daha önce ilettiğimiz hâlde hiç dikkate almadınız, bunları yaparken hem kendi örgütlü gücünüzü kullanıyorsunuz hem de sizden olmayan arkadaşların hem sizi hem de diğer arkadaşları yeterince tanımamasından istifade ediyorsunuz, bu duruma bir son vereceğiz, hem Yargıtaydaki hem Danıştaydaki bu yapıya mensup olmayan bütün arkadaşlarla görüşerek onları bir araya getireceğiz, birbirleriyle tanıştıracağız ve yönetim işlerinde onlarla da istişare etmeden kararlar almanıza ve uygulamanıza engel olacağız.” dediklerini, bunun üzerine paniğe kapılıp “Bu bizim deşifre olmamız anlamına gelir” diye söylediklerini, kendilerinin de “Deşifre ne demek, herkes kimin ne olduğunu bilsin, ona göre hareket etsin” deyip şikayet edilen konulardan örnekler verdiklerini, bu şikayet konularından en önemlilerinden birisinin kısa süre önce yapılan ve sonuçlanan … Seçim Kurulu üyeliği seçimi olduğunu, nitekim bu seçim için adaylar belirlenmeden kısa bir süre önce Bakanlıktaki odasına Yargıtay Üyesi …’nın gelip “… Seçim Kurulu üyeliğiyle ilgili adaylık süreci henüz başlamadı, ancak ortada …, … ve … … gibi bazı adayların isimleri geçiyor, … Bey neyse ama diğer iki adayın da cemaatten olmasına biz razı değiliz” dediğini, kendisinin de “Bunu bana niye söylüyorsun, Yargıtaydaki arkadaşlarla istişare edin ve bu rahatsızlığı Yargıtay Başkanına ve genel sekretere iletin.” diye söylediğini, bunun üzerine …’nın “Biz bu üyelerin tamamıyla temasa geçemiyoruz, çoğu sinmiş durumda, kimse kimin kim olduğunu bilmiyor ve çekiniyor.” dediğini, gerçekten de … Seçim Kurulu üyeliklerine …’nın söylediği bu kişilerin aday olup seçildiklerini, hâlbuki kendisinin seçimlerden önce … …’la görüşüp bu durumun ciddi bir rahatsızlık oluşturacağını belirttiğini ve bu ısrardan vazgeçilerek diğer arkadaşlardan da aday gösterilmesini söylediğini, bu yaşananları bu toplantıya katılanlara aktarması üzerine …’in “Nasıl yapacağız?” şeklindeki sorusuna “Vallahi sizi bilmem ama ben ve … Bey en kısa sürede bütün Yargıtay ve Danıştay üyeleriyle görüşeceğiz, yaşanan sıkıntıları ve gelişmeleri aktaracağız, onları birbiriyle tanıştırarak bir dayanışma içine girmelerini sağlayacağız.” diye cevap verdiğini, “Bu nasıl bir istişare olacak, onlar kaç kişi bildirecek, biz kaç kişi bildireceğiz?” demeleri üzerine önce her grubun 11’er temsilci belirlemesinin kabul edildiğini, ilerleyen süreçte kalabalık olduğu için bu sayının 7’ye düşürülerek Yargıtayın yönetim işlerinde ve seçimlerinde gruplar arası istişarelerin başladığını ve sürecin bir süre böyle devam ettiğini, bu toplantıdan hemen sonra kendisinin Yargıtay üyesi 103 kişiyi gruplar hâlinde hâkimevine davet ettiğini, bu amaçla 24-25’er kişilik gruplar hâlinde dört toplantı yaptıklarını, bu toplantıları akşamları hâkimevinde yaptıkları için 7-8 bayan üyeyi de bir öğle vakti davet etmek suretiyle onlarla da ayrı bir görüşme gerçekleştirdiklerini, bu toplantılara 100 civarında Yargıtay üyesinin iştirak ettiğini, hepsine yönetim işlerinde yaşanan sıkıntıların nereden kaynaklandığını anlatıp “Çekinmeyin, sizler de en az onlar kadar varsınız, eğer birlikte hareket ederseniz ve temsilcileriniz vasıtasıyla istişare ederseniz Yargıtayın hem yönetim hem de seçim işleri daha sağlıklı yürür, aksi takdirde sadece … Seçim Kurulu üyeliği seçimleri veya genel sekreterlikteki yapılanma veya üyelerin dairelere verilmesi gibi yönetim işlerinde değil hukuki fonksiyonlarda da sıkıntılar yaşanmaya başlanır.” dediklerini ve Albay … … dosyasını ve kulaklarına gelen bazı şikayetleri paylaştıklarını, üyelerin tamamının bu durumdan çok memnun olduklarını, onların da bildikleri ve yaşadıkları bazı sıkıntıları anlattıklarını, görüştükleri üyeleri 11 gruba ayırdıklarını, bu gruplandırmanın Yargıtay üyelerinin bizzat kendi el yazılarıyla yapıldığını, bu toplantıların sonundaki değerlendirme toplantısına Bakanın da katılarak bu gidişe bir dur denilmesi gerektiğini söylediğini, Yargıtay üyeleriyle ilgili 103 kişilik liste tamamlandıktan sonra bu listeyi tanıdığı bazı arkadaşlarla kontrol ettiğini, listenin 25. sırasındaki …’ın, 34. sırasındaki … …. ve 81. sırasındaki … … cemaatle irtibatlı olabileceği ifade edilince onları toplantılara çağrılmadıklarını ve gruplara alınmadıklarını, daha sonra Yargıtay üyelerinin kendi aralarında görüşerek temsilcilerini belirleyip genel sektere ilettiklerini, Yargıtayda oluşan tek boyutlu yönetimin bu şekilde kırıldığını ve manipülasyonların sona erdiğini, çünkü Yargıtayda artık herkesin birbirinin kim olduğunu bildiğini, Yargıtaydaki bu görüşmelere çağrılan üyelerin isimlerini ve yapılan grupları dosyaya sunacağını, yalnızca 3-4 üyenin mazeretleri veya yeterli iletişim kurulamaması nedeniyle toplantıya katılamadıklarını, daha sonra aynı süreci Danıştay üyeleri arasında başlattıklarını, iki grup hâlinde 47 Danıştay üyesinin bu toplantılara katıldığını, onlara da durumu izah ettiklerini, akabinde gruplarını ve temsilcilerini belirlediklerini, bu yapı mensuplarına söz konusu durumu ileterek kendi temsilcilerini belirlemelerini istediklerini, onların da 4-5 gruba ayrıldığını, her iki tarafın beşer temsilci belirlediğini, Danıştaydaki seçimlerde veya diğer idari konularda bu temsilcilerin bir araya gelerek istişare ettiklerini ve aldıkları kararlar doğrultusunda adaylarını belirleyip seçimleri yaptıklarını, bu durumun kendisinin müsteşarlık görevinden ayrılmasına kadar devam ettiğini, sonrasında devam edip etmediğini bilmediğini,
Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde örgütün kendi mensuplarını büyük oranda listeye dahil ettiğinin ve öncesindeki toplantılarda isimler belirlenirken kendisinin de yer aldığının soruşturma kapsamında ….. ve …..’nun verdiği ifadelerde yer almasıyla ilgili olarak, o sırada HSYK’da terfi ve disiplin işlerine bakan 2. Daire üyesi olarak görev yapmakta olduğunu, Yargıtay ve Danıştayda yeni daireler kurulup yeni üye seçilmesi gündeme gelince HSYK Genel Sekreteri …’nın seçimlerle ilgili bir ön görüşme yapmak istediklerini ve akşama kendi evine yemekli olarak beklediğini söylediğini, hatırlamadığı bir sebepten ötürü biraz geç gittiğini, vardığında arkadaşların yemeklerini yediklerini ve bir yansıtma cihazıyla duvara yansıttıkları isimleri değerlendirdiklerini gördüğünü, evde HSYK’daki cemaatçi üyeler, ….., HSYK Genel Sekreter Yardımcısı … ile genel sekreterlikten bir iki kişinin daha olabileceğini, …..’nin ifadesinde geçen ve basına yansıyan ….u şahsen tanımadığını, HSYK’ya çok sayıda yeni tetkik hâkimi geldiği için tanımadığı bir iki kişiyi de genel sekreterlik hâkimleri olarak düşündüğünü, Yargıtay tetkik hâkimlerini bitirmek üzere olduklarını, tek başına yemeğini yedikten sonra yanlarına geçtiğini, Yargıtaydaki tetkik hâkimleri bitince …’nın “Üyelik için düşündüğümüz arkadaşlara geçelim mi?” dediğini, …..’un önce itiraz ettiğini, ancak daha sonra herhâlde kimleri öne süreceklerini öğrenmek istediğinden “Geçelim ama herhangi bir sayı vesaire konuşmayalım.” dediğini, bunun üzerine daha önceden hazırlamış oldukları anlaşılan listeyi yansıtmaya başladıklarını, …..’un da notlar aldığını, adli yargıdaki liste bitince kaç olduğunun konuşulduğunu, bunun üzerine …..’un listesini sayıp “Bu gösterdiğiniz isimlerin içinden benim olabileceğini düşündüğüm 80 kişi var, bunları da daha sonra birlikte değerlendiririz.” dediğini, bunun üzerine arkadaşların bayağı rahatsız olduklarını, arada bazı konuşmaların ve gidip gelmelerin olduğunu, meğer onların farklı niyet taşıdıklarını, en az 140 kişi olmalı diye hoca efendilerinden talimat aldıklarını ve kendilerinin de herhâlde birkaçını eleyeceklerini düşünüp 150-160 kişilik bir liste hazırladıklarını, bu tablo neticesinde …..’un “Bunları sonra görüşürüz.” dediğini, bunun üzerine kendisinin idari yargıya çalışıp çalışmadıklarına ilişkin sorusuna olumlu cevap verilince “Bir gösterin bakalım kimler var?” diye sorduğunu, önce 32000 ve 33000 sicillilerden başladıklarını, idari yargıda sıkıntı çıkacağını düşünmediğini, zira 32000 ve 33000 sicilli çok fazla arkadaşlarının olmadığını, fakat 32000 ve 33000 sicilliler bitince birden … sicilli arkadaşlara geçtiklerini, bunun üzerine aniden “Bir dakika, …’liler nereden çıktı?” diye sorması üzerine sunumu yapanların …’na ve … …’a dönerek onların mutlaka … sicillilerin de olması gerektiğini söylediklerine dair bir laf ettiklerini, bunun üzerine …’nun söze girip idari yargıdan cemaati temsilen HSYK’ya seçilen iki üyenin de … sicilli olduğunu, kendilerine destek veren … sicilli arkadaşların büyük bir beklenti içinde olduklarını, bu seçimde mutlaka … sicillilerin de seçilmesini istediklerini söylediklerini belirtip “… sicilli arkadaşlar HSYK üyesi oluyor da neden Danıştay üyesi olamıyor?” dediğini, bunun üzerine kendisinin “Bu ikisi çok farklı şeyler, siz HSYK üyeliğine ilk dereceden seçildiniz, burada ilk derecenin temsilcilerisiniz, dört yıllığına geçici bir süre görev yapıp tekrar seçilmezseniz yasaya göre ilk dereceye döneceksiniz, Danıştay üyeliğiyse bir … mahkeme üyeliği olup belli bir süreye bağlı değildir, 65 yaşını dolduruncaya kadar yapılabilecek bir görevdir, şu ana kadarki teamüllere göre Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilenler 46-47 yaş aralığından başlayıp 56-57 yaş aralığında seçilmişlerdir, bunun yoğunluğu da daha çok 50-55 yaşları arasıdır, biz şimdi çok sayıda üye seçeceğimiz ve Yargıtay ve Danıştayın iş yükünü dikkate alarak dinamik ve enerjisini yitirmemiş üyelerden seçmek istediğimiz için zaten seçim yaşını ve kıdemini eskiye oranla düşüreceğiz, bir gençleştirme olacak.” dediğini, nitekim Yargıtayda seçimin en son… sicillilerde kesilmesini düşündüğünü, idari yargıdaysa durumun daha farklı olduğunu, zira birbirini sıralı olarak takip eden kıdemler olmayıp kıdemlerin atlayarak gittiğini, 26000-27000 sicillilerden sonra … sicillilerin, onlardan sonra …-… sicillilerin ve daha sonra da 42000 sicillilerin geldiğini, … sicillilerle …-… sicilliler arasında 4-5 yıllık bir kıdem farkı bulunduğundan bu seçimlerde …’lilerin gündeme geleceğini aklına bile getirmediğini, bu düşünceyle “Öncelikle … sicilliler açısından bu çok erken olur, ikincisi … sicilliler arasında çok rahatlıkla seçebileceğimiz ehliyet ve liyakat sahibi yeterince arkadaş var, bu arkadaşları nasıl atlayacaksınız, bu arkadaşların motivasyonu kırılmaz mı, adalet ve hakkaniyet duygusu zedelenmez mi, yeni HSYK’ya duyulan güven daha ilk baştan sarsılmaz mı? … sicillileri seçersek idari yargı teşkilatının motivasyonunu da bozarız, insanların çalışma şevkini de olumsuz yönde etkileriz.” dediğini, çok makul ve haklı şeyler söylediğini ve geri adım atacaklarını düşünmesine rağmen … ve … …’ın yüzlerinde söylediklerinin hiçbir etkisini göremediğini, bu sefer söze … …’ın girip daha önce …’nun söylediği şeyleri kendi cümleleriyle tekrarladığını, çok ısrarcı olduklarını görünce aklına başka bir şey geldiğini ve “Bu hususu biz idari yargıdan olan arkadaşlarla ve genel sekreterliktekilerle ayrıca bir daha tartışalım, hatta sırf bu konuyu tartışmak üzere yarın sabah bir araya gelelim.” dediğini, görüşmeye bu yapıdan olmakla birlikte farklı bir duruşları olduğunu düşündüğü … sicillilerden…Bölge İdare Mahkemesinde görev yapan ….. ve … …’yı da çağırmalarını söylediğini, zira … … ve …..’ın bu yapı mensubu olmakla birlikte…Bölge İdare Mahkemesinde hem mesleki yeterlilikleri ve gayretleriyle hem de bu yapı mensubu olmayanlarla ilişkilerinde makul ve ölçülü kişiler olduklarını, onların da desteğiyle bu çılgın arkadaşları ikna edebileceğini düşündüğünü, çağırdığı bu kişiler onlardan olmasına rağmen … ve … …’ın önce itiraz ettiklerini, bunun üzerine ….., ….. ve …’nın devreye girerek “Yarın konuyu aranızda bir görüşün, sonra yine değerlendiririz.” dediklerini, … …’ın …. evi herkes için orta mesafede olduğu için ertesi sabah kahvaltıya davet ettiğini, belirlenen saatte … …’ın evine gittiğinde evde kimse olmadığını görünce … …’ın kimsenin gelmeyeceğini söyleyip “Arkadaşlarla aramızda görüştük, bu konu tartışma dışı, eğer … sicilliler olmayacaksa biz bu işte yokuz.” dediğini, bu şekilde oradan ayrılmak zorunda kaldığını, durumu …..’ye ve …..’a söylediğini, Müsteşar …’a da bu arkadaşların tavırlarını ve yaşadıklarını anlattığını, bunun üzerine müsteşarın çok şaşırıp kızarak “Bunlar sizin beraber yürümek üzere sözleştiğiniz ve ittifak ettiğiniz arkadaşlar değil mi, bunlar nasıl adamlar?” diye bir hayli çıkıştığını, ne diyeceklerini şaşırdıklarını, “beraber yürüyebiliriz” derken bu arkadaşların o güne kadarki tavırlarına ve hareketlerine bakarak söylediklerini, içlerindekini ve hesaplarını bilmelerinin mümkün olmadığını, akabinde müsteşarın “Bu kurulda yalnızca bu arkadaşlar yok, mutlaka herkesin seçtirmek istediği adaylar olacak, diğer arkadaşlarla da konuşun, herkes önereceği isimleri belirlesin, sonra da bu arkadaşları ikna edin, bu işi kırıp dökmeden halletmemiz gerekir” dediğini, bu tablo üzerine HSYK’da epey bir süre hem diğer arkadaşlarla hem de bu arkadaşlarla görüşmeler yapıp sayı dayatmasını kabul etmeyeceklerini, herkesin adaylarını belirlemesini ve tartışarak bir noktada buluşulması gerektiğini ifade ettiklerini, fakat … sicillilerin seçilmesi ısrarından vazgeçmediklerini ve “Bizim … sicilli fazla arkadaşımız yok, mecburen … sicillilerden seçeceğiz.” dediklerini, her üyenin kendi adaylarını belirleme meselesine dönülünce seçtirmek istedikleri adayları aralarında paylaştıklarını sandığını, HSYK’ya yeni gelen bu yapıya mensup üyeler dışındaki üyelerin bunlar gibi geniş bir listesinin olmadığını, her birinin öncelikle seçilmesini istediği üçer beşer isimlerinin olduğunu, bu sefer yoğun bir şekilde özellikle onların da makul bildiği isimleri kendilerinden olmayan arkadaşlara pazarlamaya ve ayrıca dışarıdan etkileyebildikleri siyasilere, bürokratlara, Yargıtay ve Danıştay üyelerine bu kişilerin de tanıdığı kendi arkadaşlarını refere ettirmeye başladıklarını, sayı üzerinden yapılan tartışmanın bu şekilde sona erdiğini, bütün HSYK üyelerinin bu minvalde oluşturulan listeye kendi önerilerini kısmen aktarmış olduklarını ve zımni bir uzlaşmayla seçimleri yapıldığını, sonradan sayıldığında adli yargıda ilk etapta 100-110 arası cemaat mensubu hâkim ve savcının seçilmiş olduğunun görüldüğünü, rakamı çok net olarak vermemesinin nedeninin sonradan bunlarla beraber hareket ettiğini gördükleri 10-15 kişi üzerinde kendi aralarında ihtilaf olması olduğunu, çünkü bazı arkadaşların geçmişte bunlarla çok kısmi ve sınırlı ilişkileri varken Yargıtaya geldikten sonra özellikle kendilerinin seçtirdiği kozunu kullanarak bu ilişkilerini sıklaştırdıklarını ve onlarla beraber hareket etmelerini sağladıklarını anladıklarını, Danıştay seçimlerinde ise asıl sıkıntıyı kendisinin yaşadığını, çünkü idari yargıdan ilk dereceden seçilen HSYK üyeleri arasında 32000 sicilli bir tek kendisinin olduğunu, hakikaten bu sonuçların tahmin ettiği gibi seçilemeyen … sicilli meslektaşlar arasında ciddi bir hayal kırıklığı meydana getirdiğini, zira bu meslektaşların kendisinden ve yeni HSYK’dan bekledikleri şeyin bu olmadığını, bu netice üzerine Kuruldaki bu yapı mensuplarına hakikaten çok kızdığını ve kırıldığını, bu sürecin devamında bir de bunların genel sekreterlikte çalışan hâkim arkadaşlara ve diğer memurlara uyguladıkları mobbingleri görünce artık bunların gerçek yüzlerini ve niyetlerini büyük ölçüde anlamış olduğunu, kendisi için bundan sonraki dönemin artık bu durumdan nasıl çıkılacağı, bu arkadaşların makul bir çizgiye nasıl çekilip kontrol edilecekleri ve ilerleyen süreçte vardığı kanaat sonucunda nasıl tasfiye edilecekleri olduğunu, bunun zihni hazırlıklarını zaman zaman ve kısmen …..’la da paylaşarak daha HSYK’dayken yapmaya başladığını, 2011 yılının Ekim ayında …’ın müsteşarlıktan ayrıldığı sırada Bakanın kendisini çağırarak Başbakanın uygun görmesi durumunda kendisiyle çalışmak istediğini söyleyip düşüncesini sorduğunu, bunun üzerine kendisinin de “HSYK’ya seçileli bir yıl oldu, biz dört yıllığına arkadaşlardan yetki ve görev istedik, bazı hususları düzelteceğimizi söyledik, şimdi bir yıl sonra burayı bırakıp müsteşarlığa geçecek olursam arkadaşlara karşı sözümüzde durmamış oluruz, çok etik olmaz diye düşünüyorum.” dediğini, buna rağmen Bakanın ısrar etmesi üzerine biraz da bu yaşadıklarının aklına geldiğini ve bir şeyler yapmak istiyorsa bunun bir fırsat olduğunu düşündüğünü, yaşanan sıkıntılara bir çözüm getirebilmek ve süreci bir şekilde tersine çevirebilmek amacıyla kendileriyle çalışmaktan onur duyacağını söylediğini, kısa bir süre sonra çıkan kararname üzerine 2011 yılının Ekim ayının sonunda müsteşarlık görevine başladığını, göreve başladıktan kısa bir süre sonra 07.02.2012 tarihinde MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması olayının meydana geldiğini, bu olay sonrasında HSYK’da bir bölünmenin ve gruplaşmanın ortaya çıktığını, o sırada ülkenin gündemini meşgul eden en önemli konunun Ergenekon ve Balyoz davaları olduğunu, aynı zamanda …’deki askeri casusluk dosyası soruşturmasıyla ilgili de çok ciddi kuşkuların bulunduğunu, özel yetkili savcıların ve mahkemelerin uygulamalarının son derece tartışılır hâle geldiğini, MİT Müsteşarının ifadeye çağrılmasının olayın üzerine tuz biber ektiğini, önce MİT Kanunu’nda bir düzenleme yapıldığını, arkasından da Bakan, ….. ve kendisinin Başbakandan randevu istediklerini, aslında özel yetkili mahkemeler konusunda ne yapılabileceği konusundaki talimatın daha önce Bakana Başbakandan geldiğini, konuyu hem Bakanlıkta hem de HSYK’da değerlendirdiklerini, usule ilişkin yasal çözümlerin konuyu ciddi bir şekilde çözmeyeceğini, çünkü sıkıntının yasal mevzuattan ziyade bu mahkemelerde görev yapanların tutumundan kaynaklandığını düşündüklerini, nitekim daha önce bahsettiği üzere bu mahkemelerde görev yapanlara yönelik düzenlemiş oldukları eğitim toplantısında Prof. Dr. …’ün yaşanan sıkıntıların nedenlerini arkadaşların yüzüne karşı son derece detaylı bir şekilde anlatıp adeta açık açık “Mevzuatta sorun yok arkadaşlar, sıkıntı sizde” dediğini, buna rağmen bazı dosyalarda kısmi bir özen gösterilse de ciddi bir değişiklik olmadığını, bu durumu Başbakana arz ettiklerini ve gerekirse bu mahkemeleri tümüyle kapatıp yeniden kurulmasını ve bu mahkemelerin yetkilerine ilişkin usul kanunlarında yapılması gereken değişikliklere ilişkin hususların da gözden geçirilmesini teklif ettiklerini, Başbakanın da bu teklifi uygun gördüğünü, bunun üzerine hemen Kanunlar Genel Müdürlüğüne talimat verdiklerini, daha önce çalıştıkları hocalarla da irtibata geçmeleri neticesinde özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına ve TMK’nın 10. maddesine göre görev yapacak mahkemelerin kurulmasına dair 6552 sayılı Kanun’un 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girdiğini, akabinde hem HSYK’da hem de Bakanlıkta bu mahkemelerin kurulmasına ve burada görev yapacak hâkim ve savcıların atanmasına ilişkin sürecin başladığını,
Diğer taraftan Bakanlıkta görev yapan bu yapı mensubu hâkimlere karşı atacakları adımları tasarlamaya ve 2012 yılının başından itibaren bu adımları atmaya başladığını, Ceza İşleri Genel Müdürü, Personel Genel Müdürü, Kanunlar Genel Müdürü, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü ve Bilgi İşlem Daire Başkanının değiştirilmesini Bakana arz edip gerçekleştirdiğini, bu değişikliklerin süratli olabilmesi için önce görevlendirme şeklinde yaptıklarını, bilahare bu genel müdürlerin kararnamelerinin bir kısmının kendisinin görev yaptığı süre içinde, bir kısmının kararnamesinin ise daha sonra çıktığını, bu birimlerin özel önem taşıdığını, Bilgi İşlem Dairesi Başkanının değiştirilmesine neden olan olayların bir kısmına değinmek istediğini, bir gün kendisini ismini şu an hatırlayamadığı MİT Müsteşar Yardımcısının arayıp “Sizin bilgi işlem dairesiyle uzun süredir görüşme hâlindeyiz, bir türlü güvenlik soruşturmalarıyla ilgili UYAP üzerinden sorgulama yapabilmek için gerekli olan yetkileri vermiyorlar, gerekli protokolleri yapamadık, işi sürüncemede tutuyorlar.” dediğini, bunun üzerine konuyu sorduğu Bilgi İşlem Daire Başkanının “Yasal boşluklar var, çok büyük sorumluluk getiriyor, sonra sıkıntı yaşayabiliriz, o yüzden temkinli gitmeye çalışıyoruz.” gibi şeyler söylediğini, emniyetle olan protokolün bir benzerini MİT’le niçin yapmadıklarını sorduğundaysa üzerinde çalıştıklarına dair bir şeyler ifade ettiğini, bu nedenle birimden kaynaklı bir sıkıntı olduğunu anladığını, ilgili müsteşar yardımcısına durumu söylediğini, Bilgi İşlem Dairesinin bu konuda kendilerine bir sunum yapmalarını istediğini, yapılan toplantıda durumu önce bilgi işleme anlattırdığını, ilgili kanun maddelerini tek tek okuttuğunu, emniyetle olan protokolün içeriği hakkında bilgi vermelerini istediğini ve böylece bu konuda MİT’e tanınan yetkinin emniyete oranla daha geniş ve kapsamlı olduğunu gördüğünü, bu nedenle uzun süredir işi sürüncemede bıraktıkları için bir mazeret üretmeye çalıştıklarını, tereddütlerinin kaynaklarını söyleyip emniyetle ilgili kanunun daha somut bir şekilde yazıldığını ama çerçevesinin daha dar olduğunu, MİT’in kanununun ise öngörülmeyen durumları da kapsamak için ifadeyi daha soyut ve genel bir şekilde kurduğunu, konuyu anlamakla beraber cezacı olmadığı ve arkadaşların da ikna olmalarını isteği için “Kanunlardaki, Ceza İşlerindeki ve Uluslararası Hukuktaki ilgili arkadaşlara da haber verin, yarın bu konuyu birlikte bir daha değerlendirelim.” dediğini, ertesi günkü toplantıda diğer arkadaşların yanında yeniden sunum yaptırdığını ve Kanunlar ve Ceza İşlerindeki arkadaşlara dönüp “Arkadaşlar ben mi yanlış anlıyorum.” diye sorduğunda onların da kendisi gibi düşündüklerini söylediklerini, bunun üzerine kanunda herhangi bir sıkıntı olmadığı için gereğini yapmalarını söylediğini ama Bilgi İşlem Daire Başkanının ve yanında getirdiği yardımcısının Devletin kurumlarını kendine yakın veya uzak şeklinde bir tanımlama taşıyan düşüncelerini işlerine yansıttıklarını anladığını, bu husustaki ikinci olayın ise avukatların icra dosyalarındaki sorgulamaları icra dairelerine gelip yaparlarsa herhangi bir ücret alınmaması ama UYAP üzerinden yaparlarsa her bir sorgulama için ayrı ücret istenmesi olduğunu, bu konuda avukatlardan ve barolardan ciddi yakınmaların geldiğini ve sorunun çözülmesi için Bakandan talepte bulunulduğunu, bu konuda da bilgi vermelerini isteyip “Burada bir terslik yok mu, bankaya gidip gişede işlem yapmaya kalkarsanız en ufak bir işlemde bankaların 20-30 TL ücret talep ediyorlar ama bu işlemi internetten veya bankamatikten yaparsanız ya çok cüzi bir ücret alıyorlar bazen de hiç almıyorlar, bizde ise iş tersine, bizim UYAP’ı kurup işletmemizin amacı tarafların ve avukatların duruşma haricinde mümkün olduğu kadar adliyeye gelmeden işlerini halletmeleri değil mi, avukat kendi bürosundan sorgulamasını yapsın, icra dairesine gelip yoğunluk oluşturmasın, bu icra dairesinde sorgulamada ücret istemenin mantığı nedir?” diye sorduğunu, bunun üzerine “Biz avukatlara otoban bir yol sunuyoruz, normal yollar ücretsizdir ama otobanı tercih ederseniz sizden ücret isterler, mutlaka bu hizmetten yararlananların bir bedel ödemesi gerekir, adliyeye gidip yol süresi, adliyede sıra bekleme vesaire nedenlerle saatler harcayarak yapacağı bir sorgulamayı masasından bir dakikada yapıyor, bunun bir bedeli olmalı.” gibi saçma sapan şeyler söyleyerek cevap verdiklerini, makul ve mantıklı bir gerekçelerinin olmadığını anlayınca “Bizim amacımız bu değil, devlet UYAP’ın kurulması ve işletilmesiyle ilgili hangi tahsisatı vermedi, bu sorgulamalardan yılda ne kadar bir gelir bekliyorsunuz?” diye sorduğunu, söyledikleri gelirin bu sorgulamaları yapmak için istihdam edilecek memurlara ödenecek bedelin üçte biri kadar bile olmadığını, bu açıdan da olayın bir mantığının bulunmadığını, bu nedenle “Bizim amacımız icra dairelerindeki insan trafiğini azaltmak, o yüzden derhal bu aldığınız ücreti kaldıran bir onay hazırlıyorsunuz ve bana getiriyorsunuz.” dediğini, akabinde onayı hazırlayıp getirdiklerini ve imzalayıp Bakana gönderdiğini, ertesi gün bir programı olduğu için akşam …’a gittiğini, baroyu ziyaret ederek ilk müjdeyi … Barosuna verdiğini, …’dan döndükten sonra onayı görmek istediğinde onayın çıkmadığını söylediklerince şaşırdığını, ilgili müsteşar yardımcısına sorduğunda “Bilgi İşlemden arkadaşlar Bakana gitmişler, hem onayı götürmüşler hem de ‘onayı hazırladık ama müsteşar bey acele etti, hayır diyemedik, eğer bu onayı hemen çıkartırsak bir anda UYAP’a büyük bir yüklenme olur, UYAP kilitlenebilir’ deyince Bakan da tereddüt edip ‘şimdilik kalsın, müsteşar bey gelince yeniden görüşürüz’ demiş.” diyerek cevap verdiğini, Bilgi İşlemdekileri tekrar çağırıp onayın neden imzalanmadığını bir de onlara sorduğunu, aynı gerekçeleri söylemeleri üzerine “Ben sizinle toplantı yapıyorum, gerekçelerinizi dinliyorum, haklı bir gerekçe söylemiyorsunuz, onay hazırlayın diyorum, Bakana gidip bana söylemediğiniz bir gerekçeyi söyleyerek işi sürüncemede bırakıyorsunuz, sizin amacınız nedir?” dediğinde bir şey diyemediklerini, bunun üzerine Bakanın onayını alarak hem Bilgi İşlem Daire Başkanını hem de yardımcısını görevden alıp Adli Sicil Genel Müdürlüğüne gönderdiğini, Bakanlıktan ayrıldıktan sonra …’nın üç yıllık başarı incelemesine ilişkin başarı formu kendisine geldiğinde bu olumsuz kanaatlerini siciline yansıttığını, başarı bildirim formu denilen bu sicilin iptali için …’nın idari yargıda dava açtığını, bu davayla ilgili olarak HSYK Genel Sekreterliğinin kendisinden savunmaya dayanak olacak bilgi ve belgeleri istediğinde bu durumları izah eden sekiz sayfalık bir dilekçe yazıp mahkemeye iletilmek üzere gönderdiğini, 2014 yılındaki HSYK seçimlerinin henüz yapılmadığı ve kritik durumun devam ettiği bu süreçte dava işlerine bakan HSYK Genel Sekreter Yardımcısının arayıp “Sayın müsteşarım, yazdığınız bütün hususların hepsini mahkemeye göndermemizi gerçekten istiyor musunuz?” diye sorarak her şeyi çok açık bir şekilde yazdığı için sıkıntı olabileceği anlamına gelen şeyler söylediğini, kendisinin de “Hâkime hanım, yazdıklarımı aynen mahkemeye gönderin, ben ne yaşadıysam ne gördüysem onu yazdım, kimseden çekindiğim bir husus yok.” dediğini, bunun üzerine bu savunmasının aynen mahkemeye gönderildiğini ve mahkemenin de davayı reddettiğini, dosyanın Danıştayda sonuçlanıp sonuçlanmadığını bilmediğini, daha sonra benzer şekilde terfi döneminde Kanunlar Genel Müdürü …’a ve Avrupa Birliği Genel Müdürü …’e görevlerini yaparken objektif davranmadıkları ve bazı kesimlerin telkinleriyle hareket ettikleri gerekçesiyle olumsuz sicil verdiğini, …’nın açtığı davaya karşı savunmasında yazdığı hususları görünce bu iki kişinin dava açma cesaretinde bulunamadıklarını, çünkü onlara da en az …’da olduğu kadar okkalı şeyler yazacağını tahmin ettiklerini düşündüğünü, bu üç kişi hakkında düzenlediği başarı bildirim formlarını ve …’nın açtığı davaya ilişkin savunmasının bir örneğini savcılığın takdirine sunduğunu ve 2012-2013 yıllarında genel müdür yardımcısı, birim amiri ve başkan yardımcısı seviyesindeki cemaat mensuplarının tasfiyesi amacıyla yaptığı değişiklikleri bir bilgi notu hâlinde savcılığa takdim ettiğini, bu atamaların Bakanın da bilgisi ve talimatıyla genel müdür yardımcısı ve daha üst düzey görevlendirmeleri kapsayan 24 atama olduğunu ve o tarihteki şartlar içinde hiçbir kurumda böyle bir tasfiye olmadığını, bu atamaların her birinde HSYK’daki cemaat mensubu üyelerin ayağa kalktıklarını ve Bakanlıkta tasfiye edildiklerini söyleyerek türlü sıkıntılar çıkarmaya çalıştıklarını düşününce bu atamaların kıymetinin daha iyi anlaşılacağını, bu görevlendirmelere ilişkin bulabildiği 19 adet onayı da ayrıca savcılığa sunduğunu,
Bu cemaat mensuplarıyla yaşanan önemli kapışmalardan birisinin de 2012 yılının Ocak ayında Danıştayda yapılan Anayasa Mahkemesi üyeliği seçimi olduğunu, o tarih itibarıyla müsteşarlığa başlayalı iki veya iki buçuk ay kadar olduğunu, bir gün Danıştay Üyesi …’ın aradığını ve çok öfkeli bir şekilde “Sayın müsteşarım, bu adamları siz seçmediniz mi, bu adamlar ne yapmak istiyorlar?” demesi üzerine nedenini sorduğunu, bunun üzerine …’ın “Anayasa Mahkemesine üye seçeceğiz, bu adamlar tutturmuş üçü de bizden olacak.” dediğini, kendisinin de öyle bir şey olmayacağını söylemesine rağmen …’ın ağzına geleni sayarak telefonu kapattığını, bu nedenle canının oldukça sıkıldığını, durumu tanıdığı diğer üyelerden de teyit ettiğini, Danıştay Üyesi …’ı arayarak “Siz ne yapıyorsunuz, böyle şey olmaz, biz bunu kabul etmiyoruz, bu konuyu görüşmemiz lazım, bu işe kim karar veriyorsa yanına onları da al, akşama hâkimevine gelin.” dediğini, ayrıca bu yapıdan olmayan Danıştay Üyeleri ….. ve … … ile ve ismi şu anda aklına gelmeyen bir iki üyeyi daha çağırdığını, yanına Müsteşar Yardımcısı …..’i alarak hâkimevine gittiğini, hâkimevindeki müsteşar çalışma odasında bir araya geldiklerini, neden böyle davrandıklarını sorduklarında “Adayların üçü de bizden olmazsa Cumhurbaşkanının bizim adayımızı seçmeyeceğini düşünüyoruz, … daha önce Anayasa Mahkemesinde çalışan Danıştay Üyesi….çağırıp ‘sen aday ol, ben senin buraya gelmeni istiyorum’ demiş ve Danıştaydan seçilecek üç aday arasına girebilirse kendisini Cumhurbaşkanına refere edeceğini söylemiş” dediklerini, bunun üzerine “Bu hem Danıştaydaki diğer arkadaşlara hem de Cumhurbaşkanına büyük bir saygısızlıktır, size düşen mümkünse birbirinden farklı üç aday belirleyip Cumhurbaşkanına göndermektir, aksi hâlde Cumhurbaşkanının takdir hakkını gasp etmiş olursunuz, bu durum 2010 öncesinde eski Yargıtay ve Danıştayın en çok şikayet ettiğimiz tutumu değil miydi? Siz ne çabuk eski vesayetçilere özendiniz? Bu tutumu kabul etmek mümkün değil.” diye söylediğini, o sırada … Bey’in beraberinde getirdiği … sicilli Danıştay üyelerinden … …’un söz alıp “Biz….’nın aday olmasını istemiyoruz, o da şimdiden sözünü almış, o zaman Danıştayın seçiminin ne anlamı var?” dediğini, bunun üzerine “Bu başka bir konu, eğer sizin bütün endişeniz bu ise biz Kadir kardeşimizi ikna ederiz, onun yerine bir başkasını aday gösteririz.” deyince “Kim olacak?” diye sorduklarını, odadakilerden birini ileri sürmek etik olmayacağı için bir anda aklına Danıştayda çok başarılı bir tetkik hâkimi olmasına rağmen sırf dini inancını açıkça yaşadığı için…Bölge İdare Mahkemesine gönderilen Danıştay Üyesi …’ın geldiğini, …’a Danıştayda tetkik hâkimiyken kıdemlisi ve dairenin başkanı ile üyeleri tarafından ciddi mobbing uygulandığını, bununla yetinilmeyerek Danıştaydan gönderildiğini, o sıralarda yanına gelince …’ı dinleyip ilgilendiğini ve…dışına gönderilmemesi için gayret gösterdiğini, …’ın uğradığı bu haksızlığı bir türlü hazmedemeyip adeta hayata küstüğünü ve en az 10-15 yıl yaşlandığını yaşayarak gördüğünü, zira aynı lojmanda oturduklarını ve sürekli gördüğünü, hatta moral olsun diye ailece gidip gelmelerini sıklaştırdığını, toplantıda ismini söyleyince bir an bir suskunluk olduğunu, …’ın herkese karşı iyi niyetle yaklaştığından ve kimse hakkında kötü düşünmediğinden onunla ilgili kimsenin aklına kötü bir şey gelmediğini, bir şey denmeyince “…’a da iletelim, o da isterse aday olur, eğer düşünmezse onun yerine bizim arkadaşlar farklı bir aday çıkartırlar.” diyerek toplantıya son verdiklerini, sonuçta …’ın aday olup ilk üçe girdiğini ve Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiğini, bu seçimlerden sonra cemaat mensuplarının kendisini açık düşman ilan ettiklerini sağdan soldan duyduğunu, savaşın artık içten içe değil açık ve net olarak başladığını, o gece …’ın gelmesi durumunda Karadeniz’in en sert rüzgarlarının eseceğini anladığı için bilerek çağırmadığını,Bu döneme ilişkin bir diğer somut olayın 06.05.2012 tarihinde yapılan Avukatlar İçin Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı Yarışma Sınavının iptaline ilişkin işlem hakkında bir adayın açtığı iptal davasıyla ilgili yaşananlar olduğunu, bu sınavda usulsüzlük yapıldığına ilişkin kamuoyundaki iddiaların değişik kesimlerce dile getirildiğini, CHP … Milletvekili …’ın bu iddiaları içeren bir yazıyı Bakanlığa gönderdiğini, bu başvuruyu da ekleyerek iddiaların ciddiyetle incelenmesini Bakanlık olarak ÖSYM’den istediklerini, ÖSYM’nin önce bir sorun olmadığını söylediğini, bunun üzerine Bakanın ÖSYM Başkanı …’i çağırıp iddia edilen hususları ve özellikle 4-5 evli çiftin birbirine yakın ve … puan almasını tek tek anlatınca tekrar baktıklarında kopya bulgularına rastladıklarını söyleyip sınavı iptal ettiklerini, bu işlemin idare mahkemesince iptal edilmesi üzerine Adalet Bakanlığı olarak mülakatı yenileme kararı aldıklarını, yapılan mülakat sonucunda ÖSYM’nin incelemesinde sınavda usulsüzlük yaptığı belirlenen isimlerin elendiğini, bu isimlerin bir kısmının zaten yeniden yapılan mülakata katılmadıklarını, bu sürecin de kendisi açısından son derece sıkıntılı olduğunu, çünkü hâkimlik sınavlarında usulsüzlük yapılması, hak etmeyen bazı insanların başarılı sayılması ve sınavı kazanmak için ter döken insanların hakkının yenmesinin içini daralttığını, o yüzden konunun üzerine özellikle gittiğini, ÖSYM Başkanı ve yardımcılarının hem Bakana hem de kendisine geldiklerini, en az iki defa görüştüklerini ve olayı anlamaya çalıştıklarını, ÖSYM’nin sınavı çok profesyonelce yaptığını, bütün hukuk fakültelerinden soru aldığını, geniş bir soru bankası oluşturduğunu ve binlerce soru içinden çok titiz bir şekilde seçilerek sınavın yapıldığını düşündüğünü, ÖSYM Başkanına bu durumu sorduğunda bunu çok fazla yapamadıklarını, mevzuatın sık değişmesi nedeniyle çok fazla sayıda soru biriktirmenin bir anlam ifade etmediğini, çünkü eldeki soruların kısa sürede soru çöplüğüne dönüştüğü için bu sorulardan istifade edilemediğini, o yüzden her sınav döneminde yeteri kadar sayıda hocadan o sınav için soruların alınarak sınavın yapıldığını ifade ettiğini, bu durumun kendisini tedirgin ettiğini, çünkü soru veren hocanın ve hangi sınav için vereceğinin belli olması durumunun hem içeriden hem de dışarıdan rahatlıkla suistimal edilebileceğini, sorulacak sorunun kaç katı soru aldıklarını sorduğunda ÖSYM Başkanının bir bilgi vermediğini ve “Yeterli kalitede soru verecek hoca bulmakta zorlanıyoruz, birçok hoca soru vermeyi külfet kabul ediyor ve vermek istemiyor.” dediğini, bu görüşmeden kısa bir süre sonra kendisini ziyarete gelen…Hukuk Fakültesinin Ticaret Hukuku hocalarından Prof. Dr. … …’a ÖSYM’ye soru verip vermediğini sorduğunda “Son sınavlara kadar soru veriyordum, hatta yaklaşık 10 yıl boyunca ÖSYM’ye sürekli soru yazdım, ancak son dönemlerde benden soru almamaya başladılar.” dediğini, sebebini de hâkimlik sınavlarının koordinatörünün değişmesinden kaynaklanabileceği olarak belirttiğini ve isterlerse soru vereceğini söylediğini, … Hoca’nın yanında ÖSYM Başkanını arayıp “Hoca bulmakta zorlanıyoruz demiştiniz, yanımda…Hukuk’tan … … Hoca var, uzun süre size soru vermiş, ancak son sınavlarda istememişsiniz.” demesi üzerine ÖSYM Başkanının konuyu inceleyip döneceğini söylediğini, o gün akşama doğru veya ertesi sabah arayan ÖSYM Başkanının “Bizim arkadaşlar … Hoca’yla ücret konusunda anlaşmazlığa düşmüşler, … Hoca verilen ücreti beğenmiyormuş, o yüzden ondan soru istemeyi bırakmışlar.” dediğini, kendisinin de böyle bir şeyin olmaması gerektiğini belirterek … Hoca’yla görüşüp döneceğini söylediğini, akabinde … …’ı arayıp ÖSYM Başkanının anlattıklarını ilettiğini, bunun üzerine onun da hem şaşırdığını hem de üzülüp kızdığını ve “Kesinlikle böyle bir durum söz konusu değil, bu kadar sene ÖSYM’ye soru verdim, onlar da verdiğimiz soruların karşılığı olarak hesap numaramıza bir miktar para yatırıyorlar, bugüne kadar soru başına ne veriyorlar onu bile ne hesapladım ne de baktım, bu paraya ihtiyacım da yok.” dediğini, bunun üzerine ÖSYM Başkanına dönüp “… Hoca ile görüştüm, bu ücret meselesi tamamıyla yalan, siz bu bilgileri veren kişilerden başlayarak konunun üzerine gidebilirsiniz.” diye söylediğini, daha sonra ÖSYM Başkanının ne yaptığını bilmediğini, … Hoca’yla başka bir buluşmasında konunun detaylarını sorduğunu ve onun da bildiklerini ve tahminlerini anlatıp “ÖSYM’yle ilgili bir yasa değişikliği yapıldı, bu yasa değişikliğinden sonra ciddi bir kadro değişikliğine gidildi, bu kadro değişikliğinden sonra hâkimlik sınavlarının koordinatörü olarak … Hukuk’tan …) isimli bir bayan getirildi, bu hanımefendi geldikten sonra eskiden soru veren bütün hocalarla irtibatı kesti ve çoğunlukla cemaate mensup hocalardan ve yapılacak sınava yönelik olarak soru aldığını, sınavın bu sorulara göre yapıldığını düşünüyorum.” dediğini ve ÖSYM’ye soru verme konusunda yeni devreye giren hocalardan birkaç tanesini de söylediğini, bu sırada bir taraftan…Cumhuriyet Başsavcılığının da bu sınavdaki usulsüzlükle ilgili soruşturma başlattığını, bu soruşturmayı yürüten…Cumhuriyet Başsavcı Vekili Şadan Sakınan’ın alayı vala ile bir medya ordusuyla ÖSYM’ye gidip saatlerce kalarak bütün evraklara el koyduğunu ve tantanalı bir şekilde soruşturmayı yürüttüğünü ama ortaya hiçbir sonucun çıkmadığını, … Hoca’dan dinlediklerini de dikkate alınca olayın organize bir şekilde gerçekleştirildiğini anladığını, önce ÖSYM’ye operasyon yapıp orada tamamen kendi kontrollerinde bir yapı oluşturduklarını ve istedikleri sınavda diledikleri kadar soruyu kendi mensuplarına verdiklerini düşündüğünü, bu olaydan kısa bir süre sonra 2013 yılının yaz kararnamesi çalışmalarının başladığını, kararname görüşmeleri başlamadan önce …..’a ve …..’a durum hakkında bilgi verip “Suçla ve suçlularla mücadele etmekle görevli…Cumhuriyet Başsavcılığı bu şebekeyi korur hâle gelmiş, onların koruma ve kollaması altında adamlar ÖSYM’de istedikleri gibi at oynatıyorlar, o nedenle bu kararnamede…Cumhuriyet Başsavcısını değiştirmemiz gerekir.” dediğini ve birkaç olay daha anlattığını, bunlardan bir tanesinin önemli bir devlet büyüğüne karşı şantaj yapmak amacıyla YÖK’te gerçekleştirilen bir olay olduğunu, YÖK Başkanının olaya müdahale etmesi üzerine…Başsavcılığının devreye girdiğini, şantaj yapmak amacıyla Üniversiteler Arası Kuruldaki belgelerden gizlice fotokopi çeken ve Kurul Başkanının veya YÖK Başkanının haber alarak olay mahallini basması ve ilgili kişinin istifasını istemesi üzerine bu şahsın istifasını verip YÖK’ten ayrılmasına rağmen olayı örtbas etmek için bir saat içinde yanına…Cumhuriyet Savcısı …Demir’i de alarak YÖK’e gittiğini ve bu operasyona da 28 Şubat sürecine ilişkin belgelerin imha edilmesini önleme operasyonu adını verdiklerini önemli devlet adamının yardımcılarından birinin kendisine anlattığını ve elindeki belgeleri gösterdiğini, bu olayı da HSYK 1. Dairedeki cemaatçi üç üye dışındaki üyelerle paylaştığını, …’deki casusluk olayı nedeniyle ciddi bir sıkıntının olduğunu, kararname bitiminde…ve … Cumhuriyet Başsavcılarını görevden alma konusunda dört üye olarak mutabık kaldıklarını, kararname bitiminde konuyu gündeme getirip “… ve … Cumhuriyet Başsavcılarının görevden alınmasını teklif ediyorum.” dediğini, sunum yapan Genel Sekreter Yardımcısı …’ün hiç beklemedikleri bu teklif karşısında şaşırıp ağzından gayri ihtiyari şekilde “aha” diye bir laf çıktığını, …’ün normalde konuşmasında nezaketli olmaya aşırı özen gösteren birisi olduğu için bu yaptığına şaşırıp özür dilerken devreye 1. Daire Üyesi …’nin girerek niçin böyle bir şey teklif ettiklerini sorduğunu, kendisinin de yukarıda belirttiği iki madde başta olmak üzere yine … tarafından uzun süredir hazırlanan ancak içinde ne olduğu bilinmeyen maksatlı bir soruşturma daha yürütüldüğünü bildiği için bu ve buna benzer iki maddeyi daha saydığını ve “Bu beş madde yeter mi daha sayayım mı?” deyince hiçbirisinin sesinin çıkmadığını, bunun üzerine …’nin tekrar söz alarak “Bir hükumet ajanı olan sayın müsteşarın yargının en önemli görevlerinden olan iki büyük ilin Başsavcısını görevden almayı teklif etmesini çok manidar buluyorum.” dediğini, akabinde ….., ….. ve …..’un söze girerek “Bu sadece sayın müsteşarın teklifi değil hepimizin teklifidir, biz bu konuda kararlıyız.” dediklerini, cemaate mensup üyelerin durumu görmeleri üzerine birbirlerine baktıktan sonra toplantıdan çıkıp gittiklerini, Kurulda dört üye olarak kalakalınca toplantıya ara verdiklerini, durumu HSYK Başkan Vekili …..’yle paylaştıklarında …..’un derhal yeni üyelerin yetkilendirilmesi teklifinde bulunduğunu, …..’nin de “Bir durun, arkadaşlarla görüşelim, bir orta yol buluruz” dediğini, toplantıdan çıkan üç üyenin rapor almaları nedeniyle görüşmelerin bir hafta yapılamadığını, bu süreç içinde sürekli kendilerine gelip gidip “Bu arkadaşlarımızı refüze etmeyelim, alınacaklarsa alınsınlar ama uygun görevlere atayalım.” şeklinde ricada bulunduklarını, bunun üzerine … Cumhuriyet Başsavcısını Manisa’ya, … Cumhuriyet Başsavcısını …’e, … Cumhuriyet Başsavcısını da …’ya vermek suretiyle uzlaşarak kararnameyi tamamlayabildiklerini, … Cumhuriyet Başsavcılığına da şu anda Yargıtay üyesi olan … …’in atandığını, göreve başladıktan sonra … …’i ziyaret edip önceki Başsavcının görevden alınma nedenlerini ve ÖSYM konusu başta olmak üzere yaşanan sıkıntıları anlattığını, böylece bu konuların emin ellerde olduğunu düşündüğünü, nitekim 17-25 Aralık sürecinde hayali bir sürü konuyu üretip büyük bir tantanayla piyasaya süren paralel yapının bu hazırlıklara…için çok daha önceden başlamış olmasına rağmen …’da herhangi bir operasyon yapamadığını, bu olayın da 2013 yılının yaz kararnamesindeki bu tasarruflarının ne kadar isabetli ve gerekli olduğunu göstermeye yettiğini,
Bu tarihlerde aynı zamanda Danıştayda başkanlık seçimi sürecinin yaşandığını ve enteresan olayların meydana gelmesi nedeniyle müdahale etmek zorunda kaldığını, bir toplantı sonrasında …..’la otururken odaya Danıştay Üyesi …’ın geldiğini, bu süreç öncesinde …..’la beraber Danıştayda da Yargıtaydakine benzer bir çalışma yaparak hem cemaatin üyelerinin tamamını deşifre ettiklerini hem de üyeler arasında istişare grupları oluşmasını sağladıklarını, …..’un …’a “Ne oldu başkan adayınızı belirlediniz mi?” diye sorması üzerine “Evet, istişareler yeni bitti, … … aday göstereceğiz.” diye cevap verdiğini, bunun üzerine kendisinin hemen söze girip “… Hanım’a ne oldu?” diye sorduğunda …’ın “Beş grup görüştü oyladı, sadece Cumhurbaşkanınca seçilen üyelerin katıldığı gruptan … Hanım, diğerlerinden ise … çıktı, vallahi birlikte karar verdik, sadece bizim kararımız değil.” demesi üzerine canının sıkılıp Bakanlığa geldiğini, ardından odaya giren Danıştay Üyesi … …’ya “… Bey ne yaptınız? … Bey’i aday yapıyormuşsunuz.” dediğini, onun da istişare sonucu öyle çıktığını söyleyince “… Bey’i ben de çok severim sayarım, ancak bunların dertleri başka, konu mesleki ehliyet ve yeterlilik değil, o konuda kimse … Bey’in eline su dökemez ama adamların derdi başka, … Bey’i önce başkan seçtirecekler sonra da onu en hassas olduğu yerden vurup ‘Başkanım bu idari dava dairelerinde çok önemli konular var, bu işler sen olmadan sağlıklı bir şekilde yürütülemez, siz mümkün olduğu kadar idari dava dairelerinin toplantılarına katılın, Danıştayın ıvır zıvır yönetim işlerini biz hallederiz’ diyecekler, … Bey de muhtemelen tercihini bu yönde kullanacaktır, çünkü asıl yetkinlik alanı hukuki konulardır ve Danıştaydaki idari konuları eskiden olduğu gibi kendileri yürütmeye devam edecektir, Danıştayda yönetim değiştiğinde bizler …’ın genel sekreter olması konusunda ısrarcı olmuştuk, fakat … Bey Danıştaydaki yönetim işlerinde o zamanki başkanın da ciddi bir tavır koymamasının etkisiyle önemli bir varlık gösteremedi, bütün işleri genel sekreter yardımcılarıyla tetkik hâkimleri yürüttüler, ne yazık ki bütün fatura da …’a kesildi, onlar bu durumu devam ettirmek istiyorlar, bu nedenle de … Bey’i tercih ediyorlar, yoksa başka alternatifleri olsa … Bey’i de asla istemezler, nitekim … Bey’in daire başkanlığını yenileme seçiminde seçimi kilitlemek için ellerinden geleni yaptılar, o nedenle bu duruma bir son vermek istiyorsak ne yapıp edip … Bey’in yerine … Hanım’ı aday olarak çıkarmamız gerekir” diye söylediğini, bunun üzerine … Bey’in “İstişareler bitti, ne yapacağız?” diye sorunca “Hemen oturup şuradan her gruptan birkaç kişi belirleyelim, akşama hâkimevinde buluşalım.” şeklinde cevap verip Danıştaydan cemaat karşıtı gruptan olan 20-25 üyeyi akşam için hâkimevine çağırarak bu düşüncelerini anlattığını ve “Biz bu istişareyi bozmak zorundayız, bir dört yıl daha bekleyemeyiz, eğer bu işe varsanız ben … Hanım’la da görüşeceğim ve aday olmasını isteyeceğim.” dediğini, gelen üyelerin “Varız, doğrusu biz de öyle olmasını istiyorduk ama Cumhurbaşkanınca seçilen üyeler dışındaki diğer gruplarda ya çok az farkla üstünlüğü sağlayarak ya da … Bey’e sempati duyan arkadaşları öne sürerek gruplardan … Bey’in çıkmasını sağladılar.” diye söylediklerini, … Hanım ile … Bey’i tercih konusunda arada kaldıklarını, çünkü esasen … Bey’in cemaatten daha ziyade kendi arkadaşlarına yakın biri olduğunu, 32000 ve 33000 sicilli üyelerin birçoğunun yetişmesinde emeğinin geçtiğini, kendisine bağlı olmayan stajyerlerle bile ilgilenip onlara mesleki makaleler ve kitaplar vererek okumaya ve çalışmaya teşvik ettiğini, aynı şeyin kendisi için de geçerli olduğunu, zira kendisinin de … Bey’i … Hanım’dan daha iyi tanıdığını ve daha yakın olduğunu, hem … Bey’i destekliyor gözükerek başkan seçeceklerini hem de onu idari dava dairelerine yönlendirip bütün işleri kendilerinin halledeceklerini ve bütün faturayı da … Bey’e kestirerek bir anlamda onu da … gibi harcayacaklarını, hâlbuki … Hanım’ın hem daha kıdemli olması hem de bir kusurunun olmaması nedeniyle hakkaniyet gereği tercih edilmesi gerektiğini, mesafeli ve dirayetli duruşu nedeniyle o anki maslahat nedeniyle … Hanım’ın seçilmesinin lüzumlu olduğunu belirtip toplantıya gelen üyelerden bu güvenceyi alınca … Hanım’ı aradığını ve ertesi gün öğle yemeğinde buluşmak üzere anlaştıklarını, bu gelişmeleri …..’ye ve …..’a da aktarıp yemeğe onları da çağırması üzerine “O zaman yarın biraz erken bir araya gelelim, …’ın bürosu oraya yakın, bir süredir onu ziyaret edemedik, onu da görelim.” dediklerini, ertesi gün saat 11.00’de …’ın Mebusevleri’ndeki bürosunda buluştuklarını ve bir saat kadar oturduklarını, yemek yemeden bırakmayacağını söyleyince … Hanım’la buluşacaklarını söyleyip onu da davet ettiklerini, böylece birlikte…Üniversitesinin kafeteryasına gittiklerini, bir müddet sonra … Hanım’ın da geldiğini, yemeği takiben o zamana kadar yaşanan süreci … Hanım’a anlattığını ve “Eğer bu sıkıntılara son vermek ve süreci tersine çevirmek istiyorsak sizin mutlaka aday olmanız gerekir.” dediğini, Danıştayda yaşanan sıkıntıları …’ün de yakinen bildiğini, kendisinden sonra ….. ve …’ın da söz alarak kendisini teyit eden konuşmalar yaptıklarını, … Hanım’ın meselenin farkında olduğunu ve istişareler nedeniyle süreci tersine döndürmenin zor olacağını söyleyerek meseleyi düşünmek için süre istediğini, bunun üzerine “Ben de … Bey’i size göre hem daha çok tanıyorum hem daha yakınım, ancak bu mesele bir arkadaşlık dostluk meselesi değil, bizim derdimiz kendimize yakın birisini başkan seçmek falan değil.” dediğini, bunu söylemekteki amacının da Danıştayda dirayet gösterecek bir başkana ihtiyaç olduğunu bilmesi ve kararını ona göre vermesi olduğunu, … Hanım’ın tereddüt ettiğini görünce hâkimevinde bu konuyu görüşmek üzere çağırdığı Danıştay üyelerini yeniden davet ettiğini ve … Hanım’la yapılan görüşmeleri aktardığını, içlerinde … Hanım’a kendisinden çok daha yakın üyelerin de olduğunu, özellikle o üyelere “… Hanım’la tek tek mi konuşursunuz birlikte mi gidersiniz gidin konuşun ve ikna edin, aksi hâlde başka bir çıkışımız yok.” dediğini, nitekim sürecin bu yönde işlediğini ve … Hanım’ın ikna olup adaylığını açıkladığını, bunun üzerine cemaat mensuplarının yaygara kopardıklarını ve “Siz istişareyi bozdunuz, ihanet ettiniz, kesinlikle oy vermeyeceğiz, hadi seçin bakalım nasıl seçiyorsunuz.” dediklerini, o sırada Danıştaydaki oyların üç bloğa ayrıldığını, çok kıdemli üyelerden oluşan eski sosyal demokrat grubun 55-56, cemaat mensubu üyelerin 44, cemaat karşıtlarınınsa 47 oyunun olduğunu, altı kişiyi de kendilerini destekleyebilir veya yarı yarıya bölünüp üçünün kendilerinden diğer üçünün de cemaat mensuplarından yana olabilir diye düşündüklerini, bu şekilde dağıtılması durumunda oyların sırasıyla 56-47-50 şeklinde üçe bölündüğünü, hiçbirisinin oylarının tek başına sonuç almaya yetmemesi nedeniyle mutlaka ikinci bir grubun oyunu almanın gerektiğini, eski üyelerden oluşan sosyal demokrat grubun büyük bir öfke ve kızgınlık içinde olduğunu, zira mutlak hakimiyetleri altında olan Danıştayda bir anda devre dışı kaldıklarını, bu nedenle onlarla görüşmenin veya pazarlık etmenin kimsenin aklına bile gelmediğini, bu şekilde seçim turlarının başladığını ve yaklaşık bir hafta sürdüğünü, ancak sonuç alınamadığını, adli tatilin gelmek üzere olduğunu, seçimin çıkmaza gireceğini anlayınca HSYK’ya gelip …..’la konuştuğunu, Genel Sekreter …’ı çağırarak “Danıştaydaki arkadaşlarınızı çağırın, bu konuyu görüşelim.” dediklerini, bir süre sonra Danıştay Üyesi …’ın yanında bir arkadaşla geldiğini, o kişinin isminden emin olamadığını, bu görüşmede …..’nin olup olmadığını hatırlamadığını, akabinde süreci anlatıp … Hanım’ı desteklemelerini istemesine rağmen “Kesinlikle olmaz, biz bu konuyu kendi aramızda istişare ettik, siz niçin bu konuya karışıyorsunuz, diğer arkadaşlarla istişare edin dediniz biz kabul ettik, onlarla ortak karar verdik, siz yine razı olmuyorsunuz ve olaya müdahale ediyorsunuz” diye tepki gösterdiklerini, bunun üzerine “Sizin niyetinizi gayet iyi biliyorum, … Bey’i niçin aday gösterdiğinizin de farkındayım, bizi bizim arkadaşlarla tuş ediyorsunuz, eğer … Bey’i çok seviyorsanız bir dönem … Hanım’a destek verin, ikinci dönem … Hanım aday olmasın, … Bey’in yeterli süresi var, iki dönem üst üste … Bey’i başkan seçelim, var mısınız?” şeklindeki teklifine “Biz o kadar uzun vadeli plan yapamayız.” diyerek karşı çıktıklarını, kendisinin de “Hem Yargıtayda hem de Danıştaydaki uygulamalarınıza itirazımız şahıslarla ilgili değil, … mahkemeleri cemaatin mahkemeleri hâline getirdiniz, …’da cemaate bağlı büyük avukatlık ofisleri kurulduğundan bahsediliyor, bu ofislerin önemli davalarla ilgili şahıslarla irtibata geçerek Yargıtaydaki Danıştaydaki işinizi halletmeniz için yardımcı olabiliriz şeklinde teklifte bulundukları söyleniyor, bu söylentiler ne kadar doğru bilmiyorum ancak Yargıtayın ve Danıştayın hem idari kurullarının durumu hem genel sekreterliklerde oluşturduğunuz tek tip yapı içeriden ve dışarıdan bakan insanlara böyle bir kanaat veriyor, dolayısıyla bu durum Yargıtayın ve Danıştayın kararlarının saygınlığını da zedeliyor, yakın bir vakitte kimse bu Yargıtayın ve Danıştayın verdiği kararlara güven duymaz hâle gelecek haberiniz olsun.” dediğini, buna rağmen itirazlarını sürdürünce “Bakın mayıs ayında Başbakanlığa bir tasarı sevk ettik, eğer bu tasarı yasalaşmış olsaydı Danıştayda ve Yargıtayda ne idari kurullarda bulunabilecektiniz, ne kısa vadede Daire Başkanı olabilecektiniz, ne Genel Sekreter olabilecektiniz, ne de hiçbir arkadaşınız genel sekreter yardımcısı olabilecekti, Kurulda görüşme yaptığımız arkadaşlara bu durumu olduğu gibi anlatın, eğer bu seçim bugün bitmezse biz o tasarıyı meclise göndeririz.” dediğini, kendilerindeki bu kararlılığı görünce dirençlerinin kırıldığını, …’ın daha oradayken Danıştaydan birilerini arayarak oylamayı öğleden sonraya ertelemeye çalışmalarını söylediğini ve çıkıp gittiğini, öğleden sonra seçimlerin …’ün seçilmesiyle sonuçlandığını, böylece Danıştayın idari kurullarının ve genel sekreterliğin görüntüsünün önemli ölçüde değiştiğini, Danıştay Başkanlığı seçimi sürecinde yaşanan sıkıntılara ve bu sıkıntıları aşmak için yaptıkları çalışmalara Danıştay Başkanı … başta olmak üzere en az 40-50 Danıştay üyesinin şahit olduğunu,Cemaat mensubu üyelerin hem Yargıtayda hem de Danıştayda iş bölümüne göre kritik dairelerde yoğunluk teşkil edip etmediğiyle ilgili olarak, Yargıtayda 2012 yılı sonunda veya 2013 yılı Ocak ayında yapılan … Seçim Kurulu üyeliği seçiminin cemaat mensuplarının sanki salt çoğunluğu ele geçirmiş gibi hareket ettiklerini gösterdiğini, …..’un da bilgisine başvurmak suretiyle Yargıtayda ve Danıştayda cemaat mensuplarının ve diğer üyelerin sayılarının dairelere göre belirlenmesi amacıyla bir çalışma yaptığını, bu çalışmada Yargıtayın eski sosyal demokrat grubunu ikinci sütuna, cemaatçi üyeleri ve bunların kontrolünde hareket ettiğini düşündüğü Yargıtay Başkanını üçüncü sütuna, aralarında ufak tefek ton farkları olmakla beraber birlikte hareket edilebileceğini düşündüğü üyeleri de dördüncü ve beşinci sütunlara yazdığını, bu şekilde hazırladığı listeye göre hukuk dairelerinde 1, 2 ve 3. Hukuk Dairelerinde ikişer, 4. Hukuk Dairesinde altı, 5. Hukuk Dairesinde dört, 6. Hukuk Dairesinde bir, 7. Hukuk Dairesinde iki, 8. Hukuk Dairesinde bir, 9, 10 ve 11. Hukuk Dairelerinde ikişer, 12. Hukuk Dairesinde dört, 13. Hukuk Dairesinde üç, 14. Hukuk Dairesinde üç, 15. Hukuk Dairesinde bir, 16 ve 17. Hukuk Dairelerinde ikişer, 18. Hukuk Dairesinde beş, 19. Hukuk Dairesinde bir, 20 ve 21. Hukuk Dairelerinde ikişer, 22 ve 23. Hukuk Dairelerinde ise üçer cemaat mensubu üye olmak üzere 58 cemaat mensubu üyenin olduğunu gördüğünü, ceza dairelerinde ise 1, 2 ve 3. Ceza Dairelerinde üçer, 4. Ceza Dairesinde beş, 5. Ceza Dairesinde yedi, 6. Ceza Dairesinde beş, 7. Ceza Dairesinde üç, 8. Ceza Dairesinde dört, 9. Ceza Dairesinde dokuz üye (Başkan … Bey düşülürse 8), 10. Ceza Dairesinde beş, 11. Ceza Dairesinde altı, 12. Ceza Dairesinde dört, 13. Ceza Dairesinde yedi, 14. Ceza Dairesinde altı ve 15. Ceza Dairesinde altı üye olmak üzere 75 cemaat mensubu üyenin bulunduğunu gördüğünü, bu tabloya bakıldığında dört ve üzeri olan daireleri cemaatin önemsediği düşünüldüğünde hukuk dairelerinde 4, 5, 12 ve 18. Dairelere önem verdiklerinin kabul edilebileceğini, ceza dairelerindeyse 4, 5, 6, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14 ve 15. Ceza Dairelerinde yoğunlaştıklarının görüldüğünü, Yargıtaydaki toplam üye sayısına bakıldığındaysa 2013 yılı itibarıyla eskiden kalan kıdemli üyelerin 131, cemaat mensuplarının 133, cemaat mensupları dışında kalan ve birlikte hareket edilebileceğini düşündüğü milliyetçi muhafazakar demokrat üyelerin ise 123 kişi olduklarının görüldüğünü, bundan da Yargıtayın üç bloğa bölündüğünün, blokların sayılarının birbirine yakın olduğunun ve hiçbirisinin tek başına salt çoğunluğa sahip olmadığının anlaşıldığını, ancak cemaat mensuplarının hem birlikte hareket ettikleri hem de kendilerinden olmayan üyeleri iyi tanıyıp tahlil ettikleri için organize hareket etmek ve kendilerinden olmayan üyeler üzerinde birebir çalışarak etkilemek suretiyle … Seçim Kurulu üyeliği veya daire başkanlığı seçimlerinde salt çoğunluğa erişebildiklerini, kendilerinin müdahale etmek istediği durumunun da bu olduğunu, milliyetçi muhafazakar ve demokrat nitelikteki 123 üyeyi bu durumdan bilgilendirmek suretiyle Yargıtaydaki yönetim ve seçim işlerine müdahale etmelerini sağlamış olduklarını,
Danıştaya bakıldığında da tablonun benzer durumda olduğunun görüldüğünü, Danıştaydaki cemaatçi üyelerin sabit kurul hâlinde çalışan İdari Dava Dairelerinde yedi, 1. Dairede bir, 2. Dairede üç, 3. Dairede bir, 4. Dairede üç, 5. Dairede dört, 6. Dairede dört, 7. Dairede bir, 8. Dairede beş, 9. Dairede bir, 10. Dairede iki, 11. Dairede bir, 12 ve 13. Dairelerde üçer, 14. Dairede dört ve 15. Dairede üç üye şeklinde olduğunu, dört ve üzerindeki sayıda üye bulundurdukları dairelere bakılacak olursa İdari Dava Daireleri ile 5, 6, 8 ve 14. Dairelerde bulunmaya özen gösterdiklerinin anlaşıldığını, Danıştayın toplam sayısına bakıldığında 2013 yılı itibarıyla üç blokla karşılaşıldığını, eskiden kalan kıdemli üyelerin 56, cemaat mensubu üyelerin 47 ve cemaat mensubu olmayan milliyetçi muhafazakar demokrat üyelerin ise 50 kişi olduklarının görüldüğünü, bu üç ana grubun sayılarının birbirine yakın olduğunu ve hiçbirisinin tek başına salt çoğunluğa ulaşamadığını, buna rağmen cemaat mensuplarının Yargıtayda olduğu gibi organize hareket ederek ve diğer gruplardan bazı üyeleri de etkileyerek salt çoğunluğa ulaşmaya çalıştıklarını, ancak Danıştaydaki seçimlerde Yargıtayda olduğu kadar etkili olamadıklarını, bunun sebeplerinin Danıştayın sayısal olarak daha az bir topluluk olduğu için herkesin birbirini az çok tanıması, Danıştayda cemaatçi olmayan milliyetçi muhafazakar üyelerin cemaatçi üyelere göre az da olsa sayısal bir üstünlüğünün olması ve ayrıca idari yargı kökenli bir müsteşar olarak Danıştaydaki sıkıntıların bir şekilde gelip kendisini bulması nedeniyle oradaki üyeleri yakından tanıdığı için kısa sürede olaya müdahale edip sonucu etkilemesi olduğunu, Yargıtayda cemaat mensubu üyelerin kendilerince kritik gördükleri dairelere sayısal olarak dağıtılmasına ilişkin olarak somut bir örneği paylaşmak istediğini, Balyoz davasının yerel mahkemece karara bağlandığı ancak henüz karar yazılıp temyiz incelemesi için Yargıtaya gelmediği günlerde …..’la HSYK’daki odasında bu davayla ilgili yorumlar yaptıklarını, …..’un başından beri Balyoz davasıyla yakından ilgilendiğini ve bu konudaki kuşkularını her ortamda ifade ettiğini, hatta bu konuda düzenlenen bir toplantıda … Cumhuriyet Başsavcı Vekili …’le tartıştığını, 9. Ceza Dairesinin durumuna baktıklarında Yargıtaydaki üyelerin daireler arasında nasıl dağıtıldığına ilişkin durumu açık bir şekilde belki de o zaman fark ettiklerini, söylentilerin olduğunu ama olayın bu boyutta olduğunu tam olarak bilmediklerini, 9. Dairede cemaatin sekiz üyesinin olduğunu, iki üyenin de eskiden kaldığını, bunların … ve … olduğunu, …..’un listeye bakıp “Buradan olumlu bir şey çıkmaz, Başkan …, … ve … dışında kimse yok.” dediğini, kendisinin de “O zaman gidip …’la görüşelim, Balyoz dosyasını bizzat … Bey’e versin, bu dosyaya … Bey’in kontrolünde bakılsın.” diye söylediğini, o sırada içeriye HSYK Genel Sekreteri …’ın girdiğini, …..’un …’a “9. Ceza Dairesini ne hâle getirmişsiniz, ama bak biz ne düşünüyoruz, … Bey’e gideceğiz ve Balyoz dosyasını …’e inceletmesini isteyeceğiz.” diye söylediğini, …’ın da “Bu mümkün değil, o diğer heyette.” dediğini, aradan bir ay geçmeden …’in 4. Ceza Dairesine gönderildiğini duyduklarını, buna önce bir anlam veremediklerini, çünkü …’in uzun yıllardır 9. Ceza Dairesinde çalıştığını, …’e 4. Ceza Dairesi başkanlığının teklif edildiğini öğrendiklerini, zira yakın bir vakitte başkanlığın boşalacağını, 4. Ceza Dairesi Üyesi … Hanım’a başka dairenin başkanlığını teklif eden cemaat mensuplarının şimdi kendi dairesinin başkanlık seçimi yaklaştığı sırada 9. Dairenin bir üyesine başkanlık sözü vererek … Hanım’ın olduğu daireye gönderdiklerini, …..’la aklına …’a söylediklerinin geldiğini ve bu süslü kaydırmanın hem …’e hem de Yargıtaya gelecek Balyoz Davasına bir operasyon olduğunu düşündüklerini, …’i aslında kendilerinin yaktığını, zira adını Balyoz Davasıyla ilgili olarak gündeme getirince sırf 9. Ceza Dairesinden kaydırmak için 4. Ceza Dairesine gönderildiğini ama dışarıdan bu olayın çok farklı algılandığını, zira dışarıdan bakanların …’in cemaat üyesi olduğu için 4. Ceza Dairesine verilerek başkan yapıldığını düşündüklerini ve bu süreçten …’in zararlı çıktığını, hâlbuki …’in 9. Ceza Dairesinde güvenilebilecek iki üyeden birisi olduğunu, Balyoz kararı daha yazılmadığı için bu fikri uygulamada çok acele etmediklerini, 9. Ceza Dairesi Başkanı …’la henüz konuşmadan cemaat mensuplarının …’e operasyon çektiklerini, bu hususun da bu kişilerin kritik dairelere ilişkin üye dağılımını ve gerektiğinde yer değişikliğini nasıl ustaca yapabildiklerine ilişkin en güzel örneklerden biri olduğunu,Müsteşarlığı döneminde yaptığı ve ifadesinde anlattığı çalışmalar neticesinde ulaştığı sonuçları ve çözüm önerilerini Devletin karar verme noktasındaki kurum ve kişilerle paylaşıp paylaşmadığıyla ilgili olarak, müsteşarlık görevinden ayrılmadan önce Yargıtay ve Danıştayın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili kanun tasarılarını hazırladığını, hatta 2013 yılının yaz aylarından itibaren sadece Yargıtay ve Danıştay Kanunlarını değil HSYK’nın ve Adalet Akademisinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin kanun çalışmalarını da bitirdiklerini, bu tasarıların üst makamlara sunulmak üzere hazırlanan çıktılarının hazırlanma tarihlerini de gösteren fotokopilerini dosyaya sunduğunu, bir taraftan Yargıtay ve Danıştaydaki cemaatçi üyelerin diğer üyeler tarafından bilinmesine ve manipülasyonlarla seçimleri etkilemesine engel olmaya çalışırken diğer taraftan da Yargıtay ve Danıştayda dönüşümü sağlayacak olan tasarıları hazırladıklarını, bu tasarıların hazırlanmasına hâlen Yargıtay ve Danıştayda çalışanlardan da katılanların olduğunu, bunların içinden Anayasa Mahkemesi üyeliğine gidenlerin de bulunduğunu, bu çalışmalar sırasında Yargıtay ve Danıştayın bu kadar cemaatçi üyenin bulunduğu bir yapıyla yürüyemeyeceğini anladıklarını, bu yüzden Yargıtay ve Danıştaydan nasıl uzaklaştırılacakları konusuna da çalıştığını, bu hususta 1982’de idari yargıda ilk derece mahkemeleri ilk defa kurulurken Danıştaydan bazı üyelerin …, … ve …’e bölge başkanı olarak gittiklerini ve hatta ilk görev yeri olan …’nin ilk kurucu bölge başkanının bir Danıştay üyesi olduğunu duyduğunu, bu noktadan hareketle yaptığı araştırmada gördüklerini ve aktarmak istediklerini bir bilgi notu olarak hazırlayıp Başbakana iletmek veya gereğini yapmak üzere eski Adalet Bakanı ….., Adalet Bakanı …, eski Adalet Bakanı …, Tekirdağ Milletvekili …, İçişleri Bakanı …, Danıştay Başkanı …, Başbakan Danışmanı Avukat …, …, Kanunlar Genel Müdürü … ve MİT Müsteşarı …’a gönderdiğini, MİT Müsteşarı …’a Yargıtay ve Danıştay üyelerinin listesi ve bu bilgi notuyla birlikte ayrıca o sırada tamamlamış olduğu idari yargıda görev yapan cemaatçi hâkimlerin tüm listesini de verdiğini,
Bu bilgi notunun “… Cumhuriyeti Anayasasının Yargıtay başlığını taşıyan 154. maddesinin son fıkrasında ‘Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, başkan, başkan vekilleri, Daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcı vekilinin nitelikleri ve seçim usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir’ hükmüne yer verilmiştir.
Hâkimlik ve savcılık teminatı başlıklı 139. maddesinin 1. fıkrasında ise ‘Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasa’da gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz, bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz’ hükmü yer almıştır.Hâkimlik ve savcılık mesleği başlıklı 140. maddesinde ise ‘Hâkimler ve savcılar adli ve idari yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar, bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür. Hâkimler ve savcılar 65 yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler’ hükümleri yer almaktadır.Yine Anayasamızın Danıştay başlığını taşıyan 155. maddesinin son fıkrasında da ‘Danıştayın kuruluşu, işleyişi, başkan, başsavcı, başkan vekilleri, daire başkanları ile üyelerin nitelikleri ve seçim usulleri, idari yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkim teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir’ hükmü yer almıştır.Görüldüğü üzere Anayasamızın, Yargıtay ve Danıştayı düzenleyen maddelerinde Yargıtay ve Danıştay üyelerinin nitelikleri ve seçim usullerinin hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği belirtilmiş, görev süreleri ile ilgili bir düzenleme yapılmadığı gibi herhangi bir atıfta da bulunulmamıştır.Anayasa Mahkemesinin ise durumu farklıdır. Anayasa Mahkemesinin üyelerinin görev süresi ve üyeliğinin sona ermesini düzenleyen 147. maddenin 1. fıkrasında ‘Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl için seçilirler, bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi olarak seçilemez, Anayasa Mahkemesi üyeleri 65 yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar, zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir’ hükmüne yer verilmiştir.Bu durumda Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görev süreleri ve başka yargı mercilerinde görevlendirilmeleri hususlarında ilgili kanunlara bakmamız gerekmektedir.2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun Yargıtay üyelerinin nitelikleri ve seçimini düzenleyen 29. maddesinde de yalnızca üyeliğe seçilmenin nitelikleri ve seçim usulü düzenlenmiştir. Yargıtay Kanunu’nda üyelerin görev süresi ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir.2575 Sayılı Danıştay Kanunu’nun “teminat” başlığını taşıyan 4. maddesinde de ‘Danıştay başkanı, başsavcı, başkan vekilleri, daire başkanları ve üyeler … mahkeme hâkimleri olarak … Cumhuriyeti Anayasası ve kanunların kendilerine sağladığı teminat altında görev yaparlar’ hükmüne yer verilmiştir.Danıştay üyelerinin niteliklerini belirleyen 8. maddesinde de görev süresi ile ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “kapsam” başlığını taşıyan 2. maddesinin 2. fıkrasında ‘Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerinin de 1. maddenin b bendinde sayılan özlük hakları bakımından bu kanun hükümlerine tabidirler’ denilmektedir. 1. maddenin b bendinde de bu kanunun amacının Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerinin aylık ve ödenekleri ile diğer mali, sosyal hak ve yardımlarını düzenlemek olduğu belirtilmiştir.Bu durumda; Yargıtay ve Danıştay üyelerinin görev süreleri ile ilgili olarak Anayasamızın 139. maddesinin 1. fıkrasındaki hâkimlik ve savcılık teminatına ilişkin esasların dikkate alınması gerekmektedir.
Buna göre; hâkim ve savcılar,
1-Azlolunamazlar.
2-Kendileri istemedikçe Anayasa’da gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamazlar.
3- Bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamazlar.
Bu itibarla; Yargıtay ve Danıştay üyelerinin başka yargı mercilerinde görevlendirilmeleri durumunda yukarıdaki esasların dikkate alınması gerekmektedir. Bu hususta mevzuatımızdaki örnekleri inceleyecek olursak karşımıza şu örnekler çıkmaktadır:
2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun geçici 14. maddesinin 4. fıkrasında ‘Cumhurbaşkanı, Hâkimler ve Savcılar … Kurulunun önerisi üzerine, kuruluş hâlinde bulunan Bölge İdare Mahkemeleri başkanlıklarına bir defaya mahsus olmak üzere Danıştay üyeleri arasından atama yapabilir, bu suretle Bölge İdare Mahkemesi başkanlıklarına atananlar bu görevlerde 4 yıl süre ile hizmet görürler. Bu süre, ilgilinin isteği üzerine uzatılabilir, bu fıkraya göre atananlar Danıştay üyeliği sıfatını, kadrosunu, aylık ve ödeneği ile her türlü özlük haklarını muhafaza ederler. Bunların aylık ve ödenekleri ile diğer her türlü mali ve sosyal haklarının Danıştay bütçesinden ödenmesine devam olunur’ hükmüne yer verilmiş, bu hüküm çerçevesinde de Bölge İdare Mahkemesi Başkanlıklarına da atamalar yapılmıştır.
Bir diğer örnek: 2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu Ve Görevleri Hakkında Kanun’un Bölge İdare Mahkemelerinin oluşumunu düzenleyen 3. maddesinin 4. fıkrasıdır. Bu fıkra hükmüne göre; …, … ve … Bölge İdare Mahkemesi Başkanlıklarına Danıştay üyelerinden istekte bulunanlar, Hakimler ve Savcılar … Kurulunca atanabilirler. Bu suretle atananlar, Danıştay üyeliği sıfatını, kadrosunu, aylık ve ödeneği ile her türlü özlük haklarını muhafaza ederler. Bunların aylık ve ödenekleri ile her türlü mali ve sosyal haklarının Danıştay bütçesinden ödenmesine devam olunur.Bir diğer örnek ise 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerin Kuruluş Görev ve Yetkileri Kanunu’nun istek üzerine atama başlığını taşıyan 45. maddesidir. Bu maddeye göre Yargıtay Daire başkan ve üyeleri bu görevlerinden dolayı kazanılmış hakları ile üyelik hukukları saklı kalmak kaydıyla istekleri üzerine Hâkimler ve Savcılar … Kurulunca Bölge Adliye Mahkemesi başkanlığına, Daire Başkanlıklarına veya Cumhuriyet Başsavcılığına atanabilirler. Bu şekilde ataması yapılanların başka bir Bölge Adliye Mahkemesine atanmasında da aynı usul uygulanır.Bir diğer örnek; 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar … Kurulu Kanunu’nun 34 ve 36. maddeleridir. 34. maddenin 3 ve 4. fıkralarına göre Kurulun seçimle gelen üyelerini kadro ve eski görev yeri ile ilişkileri kesilir. Bu kanunda belirtilenler dışında kalan özlük işleri ve hakları bakımından Kurul üyeliği görevi süresince Yargıtay Daire Başkanı hükümlerine tabidirler. 36. maddesinin 1. fıkrasına göre de Kurulun seçimle gelen üyelerinin disiplin suçu oluşturan eylemleri sebebiyle haklarında yürütülecek disiplin soruşturması ve kovuşturması bu Kanun hükümleri uyarınca genel kurul tarafından yapılır.
Bütün bu örneklerin birlikte incelenmesinden Yargıtay ve Danıştay üyelerinin, kanunla açıkça düzenlenmesi, özlük haklarının korunması koşuluyla, istekleri ile veya istekleri dışında kurumları ile ilişkileri kesilerek veya kesilmeyerek başka yargı mercilerinde veya yargı ile ilgili yönetim birimlerinde atanmak veya seçilmek suretiyle görevlendirilebilecekleri anlaşılmaktadır.Bu çerçevede durumu değerlendirecek olursak, bilindiği üzere TBMM Genel Kurulunda bulunan yasa tasarısına göre Danıştayda görülmekte olan bazı işler Bölge İdare Mahkemelerine devredilmektedir. Ayrıca son bir yıl içerisinde yapılan yasal değişikliklerle Bölge İdare Mahkemelerinin heyetler hâlinde çalışmaları mümkün kılınmak suretiyle Bölge İdare Mahkemelerin istinaf hüviyeti güçlendirilmiştir. Gerek son dönemlerde Danıştaydan Bölge İdare Mahkemelerine devredilen işler bakımından Danıştay tecrübesinin Bölge İdare Mahkemelerine aktarılması ve gerekse Bölge İdare Mahkemelerinde kurulacak yeni heyetlerin başkan ve üye ihtiyacının temyiz incelemesi tecrübesine sahip üyeler vasıtasıyla karşılanması suretiyle Bölge İdare Mahkemelerinde kesinleşecek konularda kaliteyi artırmak ve yargıya güveni sağlamak amacıyla objektif bir sınır getirilerek 2010 Anayasa değişikliklerinden sonra Danıştaya seçilen üyeler arasından 34000 ve daha sonra gelen sicilli hâkimler arasından seçilen üyelerden Danıştay üyeliği özlük hakları saklı kalmak kaydıyla Bölge İdare Mahkemelerinde görevlendirilmesi sağlanabilir. Yapılan incelemede bu kapsama …, … ve … sicilli hâkimlerden seçilen 20 üyenin girdiği görülmektedir. Bu sayı hem Danıştay tecrübesinin özellikle büyük merkezlerdeki Bölge İdare Mahkemelerine aktarılması için yeterli bir sayı hem de Danıştay için sıkıntı oluşturmayacak ve telafi edilebilecek bir rakamdır. Kaldıki bu üyelerin yerine hatta ihtiyaç nedeniyle artırılacak kadrolara 20 yıl fiili hâkimlik yapmış olma kriterine göre seçilebilecek yeteri kadar idari yargı hâkimi bulunmaktadır.
Benzer bir uygulama Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemeleri için de yapılabilir. Bilindiği üzere 15 bölgede Bölge Adliye Mahkemeleri kurulmuş, bu mahkemelerin Cumhuriyet Başsavcıları atanmış ve bu mahkemeler için ihtiyaç duyulan binaların tamamının ihalesi yapılmış durumdadır. Önümüzdeki birkaç yıl içinde bu binaların yapımı tamamlanacak ve faaliyete geçirilme aşamasına gelinecektir.
Bir başka önemli konu da bu mahkemeler için ihtiyaç duyulan 1500-1600 civarındaki hâkim ve savcının temin edilmesi için hâkimlik ve savcılık mesleğine özellikle avukatlıktan alınan hâkim ve savcı sayısının artırılarak devam etmesidir. Bilindiği üzere avukatlıktan alınan hâkim ve savcı adayları altı ay içerisinde stajları tamamlanarak mesleğe geçiş yapmaktadırlar.Buna göre birkaç yıl içinde Bölge Adliye Mahkemelerinin binaları hazır hâle gelecek ve ihtiyaç duyulan hâkim ve savcı ihtiyacı da yukarıdaki şekilde giderilmiş olacaktır. Burada önemli olan husus adli yargıda 15 ayrı bölgede faaliyete geçecek Bölge Adliye Mahkemelerinde görev yapacak 1500-2000 arasındaki hâkim ve savcıya istinaf incelemesi tecrübesinin nasıl kazandırılacağı konusudur. Burada da en sağlıklı çözüm önümüzdeki yıllarda faaliyete geçecek olan Bölge Adliye Mahkemelerine Yargıtaydan belli sayıda üye görevlendirmek suretiyle Yargıtay tecrübesinin bu mahkemelere aktarılmasıdır. Esasen bu görevlendirmelerin bir an önce yapılmak suretiyle Bölge Adliye Mahkemelerinin kuruluş çalışmaları ile bu mahkemelerde görev yapacak hâkim ve savcıların eğitim ve hazırlık çalışmalarının hızlandırılması gerekir.Bu ihtiyacın karşılanması amacıyla Yargıtay ya da Bölge Adliye Mahkemeleri Kanunu’nda yapılacak bir değişiklikle objektif bir kıstas belirlenerek 2010 yılı Anayasa değişikliğinden sonra 32000’den … sicile kadar olan hâkimler arasından seçilen Yargıtay üyelerinin Bölge Adliye Mahkemelerinde görevlendirilmesi sağlanabilir. Yapılan incelemede bu kapsama giren 131 üye bulunduğu anlaşılmıştır. Bu sayı hem Yargıtay tecrübesinin Bölge Adliye Mahkemelerine aktarılması için yeterli bir sayı hem de Yargıtay bakımından çok sıkıntı oluşturmayacak bir sayıdır. Esasen bu üyelerden boşalacak yerlere ve Yargıtayda yeni oluşturulacak kadrolara 20 yıl fiili hâkimlik yapmış olma kriterine göre seçilebilecek yeteri kadar hâkim ve savcı bulunmaktadır. Yargıtaydan 131 üyenin Bölge Adliye Mahkemelerinde görevlendirilmesi durumunda aşağıdaki faaliyetler çok rahatlıkla yapılabilir:Öncelikle bu üyelerin eğitim faaliyetlerine katılabilmeleri için gerekli olan eğitici formasyonları kazanmaları sağlanabilir. Ondan sonra Hâkimler ve Savcılar … Kurulu ve Adalet Akademisi iş birliğiyle Bölge Adliye Mahkemelerine atanması muhtemel (yeterli kıdem ve sicile sahip) hâkim ve savcılar son derece ciddi bir eğitimden geçirilirler. Bu şekilde …’de ilk defa faaliyete geçecek Bölge Adliye Mahkemelerine sağlıklı bir geçiş yapılmış olur. Arkasından bu mahkemelerde görevlendirilen Yargıtay üyeleri ile bu mahkemelerde ilk defa görev yapacak ilk derece hâkim ve savcıları birlikte görev yapmak suretiyle temyiz tecrübesi ilk derece mahkemesinden gelen hâkim ve savcılara fiilen aktarılmış olur. Diğer taraftan bu üyelerin Yargıtay üyeliği özlük haklarını muhafaza ettikleri dikkate alınarak belirli bir kontenjan dahilinde eski görevlerine dönmeleri de sağlanabilir. Örneğin HSYK her yıl yapacağı Yargıtay üyeliği seçimlerinde 1/5 oranını geçmemek koşulu ile bu üyeleri yeniden Yargıtay ve Danıştayda görevlendirebilir. Bu konuda bir zorunluluk getirilmez. İstinaflar yerleştikçe ve yeterli tecrübe oluştukça Hâkimler ve Savcılar … Kurulu Bölge Adliye Mahkemelerinde görevlendirilen üyelerin her yıl belli oranda yeniden Yargıtayda görevlendirilmesine ilişkin takdir hakkını kullanır ya da kullanmaz. Bu şekilde Bölge Adliye Mahkemelerinin sağlıklı bir şekilde faaliyete geçirilmesi tamamlanmış olur.” şeklinde olduğunu,Bu bilgi notunun içeriğini hâkimevinde Yargıtay ve Danıştay Kanunu tasarılarına birlikte çalıştığı Yargıtay ve Danıştay üyeleriyle de paylaştığını, ancak bu konuda Bakandan veya daha üst makamlardan henüz bir talimat almadıkları için bunu tasarı metnine geçirmediklerini, 17-25 Aralık sürecinden sonra müsteşarlık görevinden ayrılmasını takiben daha önce el yazısıyla tuttuğu bu listeleri ve tabloları yaklaşık 15 gün boyunca Özel Kalem Müdürü … ile birlikte bilgisayarda düzenleyip söz konusu bilgi notuna son hâlini verdiğini, Yargıtay ve Danıştaydaki cemaatçi üyeleri deşifre eden listeyi ve bu bilgi notunu yukarıda saydığı kişilerden Adalet Bakanı …’ın özel kalemine ve danışmanı …’ya elden teslim ettiğini, eski Adalet Bakanı …’i HSYK Üyesi … ile birlikte ziyaret ederek bu dosyayı verdiklerini, o sırada kendisi hakkında belirli çevreler tarafından bir karalama kampanyası yürütüldüğünü bildiği için bilgi notunu verdiği bazı şahıslara bu notların kendisi tarafından hazırlanıp verildiğini iletmek zorunda olmadıklarını ve gereğinin yapılmasının yeterli olduğunu söylediğini, nitekim bu notların gereğinin daha da genişletilerek yapıldığını ve ülkenin bu sıkıntılı yapıdan kurtarıldığını,Şu anda aklına gelen bir iki anekdotu daha aktarmak istediğini, Yargıtay ve Danıştay üyeleriyle 2013 yılının Mayıs-Haziran aylarında…Hâkimevinde gruplar hâlinde toplantılar yaparken Yargıtaydan ilk grupla toplantı yaptıktan sonra çağrıldıklarını tahmin ettikleri diğer üyelerle bu yapıya mensup üyelerin temasa geçerek onlara bu toplantılara katılmamaları yönünde telkinler yaptıklarını ve bu toplantılara gitmelerinin ileride kendileri için iyi olmayacağı şeklinde örtülü tehditlerde bulunduklarını toplantıya katılan üyelerden bazılarının toplantılar sırasında ifade ettiklerini, hatta Danıştay üyeleriyle yapılan toplantının birisinde bir üyenin söz alarak “Sayın müsteşarım, bizi burada topladınız, bu yapmak istediklerinizden hükumetin haberi var mı, hükümet arkanızda mı? Eğer bu işin arkası gelmez ve ciddi yasal önlemler alınmaz ise bu bizim için iyi olmaz, bizim hâlimiz daha da kötü olur.” demesi üzerine “Eğer doğru bir iş yapıyorsak bu konuda yalnızca Allah’tan korkalım. Allah’ın yarattıklarından korkmaya gerek yok, ama merak etmeyin hükumet de arkamızda, inşallah gerekli tedbirler alınacak.” diye söyleyip bu yasa tasarılarını hazırlamak için …..’u da yanlarına alarak Adalet Bakanı …..’le beraber kısa bir süre önce Başbakana yaptıkları bilgi arzından bahsettiğini, anlattığı olayların bu organize yapının kendilerinden olmayan Yargıtay ve Danıştay üyeleri üzerinde ne şekilde bir baskı kurmaya çalıştıklarının örneği olduğunu,2014 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde Yargıda Birlik Platformu adaylarına olan desteğine ve bu seçim sürecine ilişkin değerlendirmelerine dair yaptığı ve gerek ulusal medyada gerekse hâkim ve savcı platformlarında paylaşılan açıklamasını yapmaya neden ihtiyaç duyduğuyla ilgili olarak, Yargıtay ve Danıştay üyeleriyle hâkimevinde yapılan grup toplantılarında gündeme gelen konulardan birisinin de yaklaşan HSYK seçimlerinde nasıl bir tablonun ve sonucun ortaya çıkacağının olduğunu, bütün üyelerin bu konuda ciddi bir endişe içinde olduklarını gördüğünü, cemaat mensuplarıyla yapılan ittifakın çoktan sona erdiğini, hatta son iki yıldır git gide şiddetlenen bir kavga içinde olduklarını, bu seçimlerde mutlaka farklı bir ittifak arayışına girmek gerektiğini, bu konuda neler yapabileceğine dair fikir jimnastikleri yaptıklarını, hatta bazı arkadaşların Bakanlıkta daha önce çalışmış oldukları Yargı Birliği Derneğinin kurulmasına ilişkin kanun tasarısının yeniden gündeme getirilmesi konusunda fikirler ileri sürdüklerini, seçimlere 13-14 ay gibi kısa bir süre kaldığı için bir an önce bir şeyler yapmak gerektiğini, bu konuyu görüşmek üzere Personel Genel Müdürü …, Genel Müdür Yardımcısı …., Ceza İşleri Genel Müdürü …, Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı … ve Hukuk İşleri Genel Müdür Yardımcısı …’ı çağırarak durumu anlattığını ve bu konuda harekete geçmek gerektiğini söyleyerek birkaç hususta ön hazırlık yapmalarını istediğini, bu hususların kuracakları bu birlikteliğin adının ve şeklinin nasıl olması gerektiği ve milliyetçi, muhafazakar ve sosyal demokrat çevrelerden kimlerle irtibata geçilebileceği konuları olduğunu, bu toplantıyı Ağustos ayının sonlarında yaptıklarını, Eylül ayı içinde arkadaşları yeniden çağırdığını, bu toplantıya HSYK Üyesi … ve…Başsavcı Vekili …..’ı da davet ettiğini, burada da yine milliyetçi ve sosyal demokratlardan kimlerle temasa geçebilecekleri hususunun görüşüldüğünü, … … ve …’la temasa geçilmesi fikrinin bu toplantılarda gündeme geldiğini, toplantıdan sonra …’ı arayıp davet ederek bir iki defa görüştüğünü, bu görüşmelerde çok genel olarak yargıda yaşanan sıkıntılardan ve sağ duyulu bir birliktelik yapılması gerektiğinden bahsedildiğini, son iki üç toplantıya …’yı da çağırdıklarını, seçimlerde başarılı olmak isteniyorsa asıl rakip olan cemaat mensuplarını çözmek gerektiğini, çünkü onların kendi yapıları içinde zaten birbirlerini çok iyi bilip ciddi bir organizasyonla hareket edebildikleri gibi kendilerinden olmayan insanların arşivlerini tuttuklarını ve her türlü manipülasyonu yaptıklarını düşündüğünü, seçimlere kesinlikle kendi yapılarını belli eden bir listeyle girmeyeceklerinden emin olduğunu veya …’ın listesini ele geçireceklerini ya da bağımsız olarak girip kesinlikle kendi kimliklerinde görünmeyeceklerini tahmin ettiğini, bu nedenle öncelikle bu arkadaşları tek tek tespit ederek hem yanlış kişilerle yola çıkmamak hem de bu organize yapının operasyonlarına maruz kalmamak gerektiğini, bunun üzerine Bakanlıktaki meslektaşlara önce kendileriyle koşturacak bütün arkadaşları belirlemelerini söylediğini ve Bakanlıktaki cemaatçi hâkim ve savcıların belirlenme sürecinin böylece başlamış olduğunu, Personel, Ceza ve Hukuk İşlerindeki arkadaşların Bakanlıktaki cemaatçilerin listesini bir hafta on gün içinde yaparak önüne getirdiklerini, idari yargı kökenli olan Personel Genel Müdür Yardımcısı …..’i de çağırıp “Teftişteki güvendiğin arkadaşlarla da görüş, en kısa sürede idari yargıdaki bütün cemaat mensuplarını istiyorum.” dediğini, bu kişinin şu anda HSYK Teftiş Kurulunda bulunan bir arkadaşıyla beraber iki ay içinde idari yargıdaki tüm cemaat mensuplarını çıkartarak getirdiğini, akabinde bu listenin bir örneğini HSYK Üyesi …’a gönderdiğini ve bir örneğini de Personel Genel Müdürlüğüne bıraktığını, ikinci veya üçüncü toplantıya katılanlara “Süratli bir şekilde taşradaki arkadaşlarla iletişime geçmemiz lazım, bir an önce adli yargının durumunu da ortaya çıkarmamız gerekir, bu konuda öncelikle Bakanlıktaki ve Yargıtaydaki arkadaşlarla görüşme yapın, onlarla gruplar hâlinde gerekirse hâkimevinde görüşün, eğer yeteri kadar arkadaşa ulaşabilirseniz daha merkezdeki arkadaşlarla bu yapının taşra mensuplarının önemli bir kısmını çıkartırsınız, geri kalan kısmı için de taşra ziyaretleri yapın ve adliyedeki arkadaşlarla yüz yüze görüşün, oradaki hâkim ve savcıların durumu hakkında bilgi almaya çalışın.” dediğini, bunun üzerine Ceza İşleri Genel Müdürünün “Memurlarla ilgili yürütülen soruşturmalarda ciddi sıkıntılar ve eksiklikler var, zaten bu konuda bir eğitim faaliyeti yapmayı tasarılıyorduk, isterseniz bu eğitimleri belirli komisyonlar nezdinde taşrada yapalım, gitmişken de oradaki adliyelerin ve çevre adliyelerin durumunu çıkartmaya çalışırız.” deyince hemen başlamalarını söylediğini, akabinde HSYK’yla temasa geçildiğini ve öncelikle büyük komisyonlar nezdinde bölge toplantıları düzenlenerek hem eğitim faaliyeti yürüttüklerini hem de hâkim ve savcıları tanımaya çalıştıklarını, Aralık ayında Yargıda Birlik Grubunun beşinci toplantısını yaptığını, adli yargıda ne kadar meslektaşla görüştüklerini veya ne kadar kişiyi tespit ettiklerini sorduğunda 1500 sayısını söylediklerini,Yargıda Birlik Grubuna yaptığı en son fiili katkısının …’nın müsteşar yardımcısı olarak görevlendirilmesi olduğunu, Yargıda Birlik çalışmalarının yürütülmesi için … niteliğinde birine şiddetle ihtiyaç olduğunu, çünkü Bakanlıkta bir araya geldikleri meslektaşların tamamının muhafazakar yapıda olduklarını, …’ın ülkücü bir damarı olsa da sayısal anlamda yeterli olmadığını, …’yı fakülteden beri tanıdığını, zira sınıf arkadaşı olduğunu, dindar biri olmakla beraber geçmişten bugüne gelen hiç bozmadığı sağlam bir ülkücü duruşunun olduğunu, bu yüzden Yargıda Birlik çalışmalarının başına …’yı geçirmeleri durumunda taşra bakımından bunun olumlu bir mesaj olacağını değerlendirdiğini, bu nedenle 2013 Aralık ayının 22’sinde veya 23’ünde …’yı müsteşar yardımcısı yapmayı teklif ettiği Adalet Bakanı …..’in “Ben artık gidiyorum, gider ayak niçin böyle bir tasarruf yapalım, zaten fazla boş bir makam yok, yeni gelen Bakan değerlendirsin.” dediğini, bunun üzerine kendisinin de “Mesele bu arkadaşın müsteşar yardımcısı yapılması meselesi değil, beş aydır yürütmekte olduğumuz Yargıda Birlik çalışmalarının başına bu arkadaşı getirmeyi düşünüyorum, hem düşünce yapısı hem de ehliyet ve liyakat olarak şu anda alternatifi yok, bu konu çok önemli, siz giderseniz büyük ihtimalle ben de giderim, fakat önümüzdeki yıl yapılacak HSYK seçimlerini alamazsak onların Yargıtay ve Danıştayda yaptıklarını ve hâlen başlattıkları 17 Aralık soruşturmalarını görüyorsunuz, ülkeyi dolayısıyla hepimizi buhrana sokarlar.” deyince Bakanın ikna olduğunu ve ayrılmadan iki üç gün önce …’yı müsteşar yardımcısı olarak görevlendirdiğini,Müsteşarlık görevinden ayrıldıktan sonra yukarıda bahsettiği gibi Yargıtay ve Danıştayın listeleriyle ilgili çalışmalarını ve cemaat mensubu üyelerin Yargıtay ve Danıştaydan nasıl gönderileceklerine ilişkin bilgi notunu 2014 yılının Ocak ayının 15’ine kadar bilgisayar ortamına aktardığını ve ilgili kişilere hem gereğini yapmak hem de Başbakana iletmek üzere verdiğini, en son dosyayı verdiği tarihi Mart ayının 15’i diye hatırladığını, o tarihten sonra uzunca bir süre ne Bakanlıkla ne de yargıyla ilgili işlerle bilgi sahibi olma anlamında bile ilgilenmediğini, o güne kadar fazla yapamadığı okumalarını arttırdığını ve kendini geliştirmeye çalışarak vaktini değerlendirdiğini, 2014 yılının Eylül ayı içinde Yargıtay Tetkik Hâkimi …’in geldiğini, “Ne var ne yok, işler nasıl gidiyor?” diye sorması üzerine …’in “İşlerde bir sıkıntı yok ama HSYK seçimleri yaklaştı, sanki adli yıl başlamamış gibi Yargıtaydaki cemaatçi üyeler ve tetkik hâkimleri arasında müthiş bir hareketlilik var, üyeler de işi gücü bırakıp taşra ziyaretleri yapıyorlar, tetkik hâkimleri zaten çok fazla mesaiye devam etmedikleri için sürekli taşradalar.” demesi üzerine “Yargıda Birlik çalışmıyor mu?” diye sorunca “Onlar da çalışıyorlar ama bunlarınki bir başka, eğer ciddi bir şeyler yapılmazsa işin sıkıntılı olacağını düşünüyorum.” dediğini, bunun üzerine Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yoğun bir şekilde taşra ziyareti yaptıklarını duyduğunu, akabinde eşleri aynı okulda çalışan Cumhuriyet Savcısı …’ın eşi vasıtasıyla haber gönderip onun da benzer şeyler ilettiğini, …’in ve …’ın bu anlattıklarını seçimlerden önce kamuoyuna yaptığı Yargıda Birlik Platformunu destekleyen açıklamasına da yansıttığını, halasının torunu olan ve sosyal demokrat görüşteki … Cumhuriyet Savcısı …’ın arayıp “…’de bütün ekipler çalışıyor, biz de Yargıda Birlik Platformu için ziyaretler yapıyoruz, ancak son zamanda meslektaşlardan tepkiler almaya başladık, Yargıda Birlik Platformu için gezen adaylardan bazıları ziyaret ettikleri hâkim ve savcılara ‘Arkadaş biz durumunuzu bilmek istiyoruz, kime oy vereceğini söyler misin?’ diyerek yanlarında getirdikleri bazı evraklara notlar alıyorlar, bunu da meslektaşlar bir fişleme olarak algılıyor, ayrıca bu durum cemaate mensup adaylar tarafından suistimal edilerek diğer hâkim ve savcılar tahrik ediliyor.” diye söylediğini, bunun üzerine ona bu anlattıklarını …’a söylemesini belirttiğini, seçimle ilgili buna benzer başka duyumlar da aldığını, ancak bu bahsettiği üç görüşmeden sonra seçim ortamındaki harareti ve oluşan riski görünce olayın uzağında durmanın doğru olmadığına karar verdiğini, 2004 yılına kadar bu yapının mezunlarına ve adaylarına motivasyon amaçlı konuşmalar yaparak katkı verip birçoğunu tanımış, 2004 yılından sonra da her ne kadar iç işleyişlerinden uzak tutulmuş olsa da Bakanlıktaki çalışmalarını yakinen gözlemlemiş, 2010 yılına kadar 14-15 yıl sürekli personelde çalıştığı için Bakanlıkta işi olan bütün hâkim ve savcılar gibi bunların da birçoğunun kendisine gelip gitmiş, 2010 yılına kadar da daha çok personelde çalıştığı arkadaşlarla çok düzenli olmasa da yılda en az 5-10 defa bir araya gelip sohbet etmeye devam etmiş ve ayrıca 2010 yılındaki HSYK seçimlerinde gerek aday belirleme ve seçim çalışmaları sürecinde gerekse seçimler sırasında bu yapı mensuplarının çevirdiği fırıldakları en iyi bilen birkaç kişiden biri olması hasebiyle bu birikim ve tecrübesini seçimlere yansıtmaması durumunda vebal altında kalacağını düşünerek meslektaşlara hitaben bu boyutlarda daha önce yapılmamış olan açıklamasını hazırladığını, söz konusu açıklamasında bu seçimde kimlerin yarıştığını, Yargıda Birlik Platformunun neyi ifade ettiğini, cemaatin adaylarının kimler olduğunu ve nasıl çalıştıklarını, bu yapı mensupları kazanırsa neler olacağını ve ayrıca cemaatin …’a ne rol ve görev verdiğini açık açık anlattığını ve hatta yüz yüze görüşmesine rağmen adaylıktan vazgeçiremediği yakın arkadaşı …..’a da adaylıktan vazgeçmesi yönünde davette bulunduğunu, açıklamayı ilk yazdığında ….., …… ve … … isimlerini açıkça belirterek adaylıktan çekilip Yargıda Birlik Platformunu desteklemelerini istediğini, açıklamayı yapmadan önce metnini gönderdiği Adalet Bakanı …’ın açıklamanın gayet iyi ve faydalı olduğuna ancak bu isimleri açıkça yazmazsa daha iyi olacağına dair haber göndermesi üzerine bu isimleri çıkartıp sadece personelde birlikte çalıştığı arkadaşlar olarak ifade ettiğini, bu açıklamasının Bakanlığın basın müşavirliği üzerinden internette, … ve … Gazetelerinin basılı nüshalarında kısmen yayımlandığını, kendisinin de adalet.org’da yayımlamak istediğini ancak bu siteye üye olmadığını, …’in bu siteye üye olduğunu bildiğini ve açıklamayı onun adalet.org’taki hesabı üzerinden yayımlattığını, açıklamasının çok sayıda tıklanıp çokça tartışıldığını, hatta epeyce cemaat üyesinden hakarete varan eleştiriler aldığını, çalışmalarını başlatmış olduğu Yargıda Birlik Platformuna bu şekilde bir ilave katkı yapmaya çalıştığını, açıklamayı ayrıca Yargıda Birlik Platformu adaylarının mail adreslerine de gönderttiğini, açıklamayı adalet.org’daki sayfasında yayımlayan …’in ve eşinin meslekten ihraç edildiklerini duyunca çok üzüldüğünü, zira böyle bir irtibatlarının olduğu kanaatini taşımadığını, kamuoyuna yaptığı bu açıklamayı savcılığa takdim ettiğini ve herkes tarafından yeniden okunmasını istediğini, bu açıklamayı hesabında yayımlamasından sonra Yargıtay 1. Ceza Dairesi Üyesi … …’in …’i çağırıp tehdit ettiğini, Yargıda Birlik Platformu bir suç örgütü olsaydı kendisinin bu örgütün kurulması fikrini ortaya atmaktan, bu örgüte bir isim vermekten, örgüt yönetimini oluşturmaktan, amaçlarını belirlemekten ve bu amaçlar için faaliyetlere girişmekten dolayı yargılanıp ömür boyu hapis cezasına mahkum olacağını, ancak şimdi itibarlı bir dernek olarak görüldüğü ve kendisinin de sabık bir müsteşar olduğu için bütün bu yaptıklarının görmezden gelindiğini,….’un savcılıkta etkin pişmanlık kapsamında alınan ifadesinde “…..1995-1999 yıllarında … Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuduğunu, bu yıllarda cemaatin evlerinde kaldığını, son sınıftayken 1999 yılında hukuk mezunlarıyla ilgili bir çalışma yapıldığını öğrendiğini, cemaate mensup öğrencilerin ve hukuk fakültesi mezunlarının ismini … olarak bildiği bir kişiyle ….. tarafından yönlendirildiğini, bu kişilerin mezunlara kamu kurumlarına yerleşme yönünde telkinlerde bulunduklarını, motive amaçlı konuşmalar yaptıklarını, dindar insanların kamu kurumlarında olmaları gerektiğini söylediklerini, hâkimlik sınavını kazandıktan sonra 2002 yılında …’ya geldiğinde kendilerini cemaat adına … isimli bir hâkim ile …isimli Bakanlık tetkik hâkiminin kontrol ettiğini, yine ….. ve ismini … olarak bildiği bir bakanlık personelinin referans çalışması yürüttüğünü, 2004 yılında …..’in daire başkanı olup işleri yoğunlaştığı için görevi Yargıtay Savcısı …’e devrettiğini, 2010 HSYK döneminde üyeler arasında ayrışma başladığında …..’e cemaat tarafından Bakanlığa yaklaşması yönünde görev verildiğini, hatta o dönem HSYK’nın Bakanlık karşıtı yaptığı açıklamaya uzun bir şerh yazmasının istendiğini…..” belirttiği beyanıyla ilgili olarak, ifadede en son değinilen konudan başlayacak olursa …..’un niyetinin daha rahat anlaşılabileceğini, HSYK bildirisi olarak ifade edilen genel kurul kararının alınması sırasında yaşananları daha önce uzun uzun anlattığını, birlikte aynı evde uzun süre kaldığı kişileri bile hatırlamakta zorlanan …..’un kendisinin 2012 yılından sonra bu yapıya karşı verdiği mücadeleye ilişkin onlarca örnek ortadayken genel kuruldaki muhalefetini niçin yazdığı konusunu bilebilmesinin ve ifadesine taşımasının aslında bu kişi üzerinden intikam amaçlı nasıl bir operasyon yapıldığını gösterdiğini, kaldı ki cemaatle çatışmasının HSYK bildirisiyle de sınırlı olmadığını ve 2010 yılındaki HSYK seçim sürecinde yaşanan olaylardan itibaren adım adım gelişip derinleştiğini, Bakanlığa geldikten sonra yaşanan tasfiye sürecine ilişkin gelişmeleri de tek tek aktardığını, tüm bunları kamufle olmak için yapmasının mümkün olmadığını, HSYK bildirisinin görüşüldüğü genel kuruldaki konuşmalarına HSYK Üyeleri ….., …, ….., …, …, … ve …..’in şahit olduklarını, …..’un söz konusu ifadesinde tutarsızlıkların bulunduğunu, zira bu şahsın 1995-1999 yıllarında … Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuduğunu, son sınıftayken hukuk mezunlarıyla ilgili bir çalışma yapıldığını öğrendiğini ve kendisinin de 2000 yılında onları ziyaret ettiğini söylemesine rağmen ifadesinin bir başka yerinde hem cemaatin kamuya girme faaliyetlerine başlama tarihini kendisinin Bakanlığa geliş tarihi olan 1996 yılı olarak verdiğini hem de 1999 yılında varlığını öğrendiği mezun hizmetine kendisinin 1996 yılından itibaren baktığını söylediğini, dört yıl birlikte kaldığı ev arkadaşlarının gerçek isimlerini bilmeyen veya soyadlarını hatırlayamayan …..’un sürekli müstear isim kullanan bu cemaatte bir tek saf kendisiymiş gibi 2000 yılında evine gidip gerçek adıyla brifing verdiği ve bütün geçmişini anlattığı anlamının çıktığını, bu ifadeyi görünce Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarından itibaren insanlara nasıl kumpas kurduklarını, … casusluk soruşturmasında nasıl sahte deliller üreterek yüzlerce kişi hakkında rahatlıkla iftiralar atabildiklerini ve bu soruşturmalara muhatap olan insanların neler çektiklerini çok daha iyi anladığını, 2012 yılından itibaren verdiği mücadelesinin bu yapının canını son derece yaktığını, tekerlerine taş koyduğunu ve gidişatlarını tersine çeviren en önemli unsurlardan biri olduğunu, bu kuyruk acısını çıkarmak için her türlü manipülasyonu yaptıklarını, bu cemaatin genel tavrı ve özelliği gereği kendi ellerinde yetişmeyen ve cemaat geçmişi olmayan birine adaylık ve mezun hizmeti gibi önemli işlerin sorumluluğunu vermeyeceklerini, ana sorumluyu tam olarak bilmemekle beraber gözlemleyebildiği kadarıyla mezunların organize edilmesi işlerini fakültedeyken yapı içinde sorumluluk almış, iç işleyişi iyi bilen ve güvenilen hâkim adaylarının yürüttüğünü, bu kişilerin kendisini sohbet yapmak üzere bu evlere getirip götüren … …, … ve … gibi adaylar olduğunu ve bu görevlerini …, …, …, …… ve … gibi isimlerin …’ya gelinceye kadar sürdürdüklerini, daha sonraki sohbetleri yapmak üzere kendisini bu şahısların davet ettiklerini, 2004 yılında … geldikten sonra dışarıdan kabul ettikleri kendisinin hem gelip gitmesini hem de yaptığı sohbetin içeriğini beğenmemesi nedeniyle kısa süre sonra çağırmaz olduklarını, aday ve mezun hizmeti diye tanımlanan birimlerle ve kişilerle irtibatının bundan ibaret olduğunu,
Ayrıca bu noktada aklına gelen şu hadiseyi anlatmadan geçemeyeceğini, HSYK Üyesi …..’ın Danıştay ziyareti sırasında …..’yle karşılaştığını, …..’nin …..’a “Biz … Bey’le bu kadar yıllık arkadaşız, geçmişte hizmetin evlerine o benden daha çok gidip geldi, niye arayıp sormuyor” diye yakındığını …..’ın iletmesi üzerine …..’ye bir mesaj attığını, hem …..’a hem de bu ifadeyi ona verdirenlere 02.05.2016 tarihinde WhatsApp üzerinden attığı bu mesajıyla cevap vermek istediğini “Sayın Başkanım iyi akşamlar. … ile gönderdiğin mesajını aldım. Mesaj iletme yollarının bu kadar geliştiği bir zamanda böyle ilkel bir yöntem seçmen çok manidar. Öncelikle uzunca bir süredir bir yere gitmiyorum. Yargıtay ve Danıştaya hiç uğramıyorum. Kendi kabuğuma çekildim, imtihanımı önce anlamaya, sonra da başarmaya çalışıyorum. …’e söylediğin hususlara gelince, bu ülkede bu cemaati hak suretinde görerek (hak suretinde görüneceksiniz…bizzat hocalarının tabiri…Adam; sıratı müstakim üzere olacaksınız…demiyor. Hak suretinde görüneceksiniz…diyor) destek vermeyen müslüman mı var? Sayın Cumhurbaşkanımız bile, ne istediler de vermedik demedi mi? Mesele, bunların hak suretinde göründüğü yıllarda bunlara verilen destek değil, mesele bunların yanlışlarının, gerçek yüzlerinin ve kumpaslarının ortaya çıkmasından sonra nerede durduğun. Bu konuları biz seninle defalarca konuşmadık mı? 2012 ve 2013 yıllarında yaşadığımız sorunları, tartışmaları ve karşı duruşları bilmiyor musun? …’le beraber Yargıtayda ve Danıştayda bizim bunlara karşı neler yaptığımızı bilmiyor musun da …’e bu tarz laflar ediyorsun. Mesele geçmişte yapılanlar ise iyi niyetle yapılmış her amelin karşılığı Allah katındadır. Ancak suistimal edilen hiçbir hakkımı da helal etmiyorum. Benim duruşumu da çok iyi bilmene rağmen bu tip sözler etmeni de çok yadırgadığımı bilmeni istiyorum. Geçen gün … Bey’le konuştuk, birçok hâkim savcıdan, kendisine mal edilen bir sürü olay dinlemiş. Bu kadar alçak olabileceklerini tahmin etmezdim diyor. Senin söylediklerini duyunca yoksa bu da bizimle ilgili …’a verilen göreve benzer bir görev mi diye düşünmeden edemedim. Yadırgadım diyecektim ama demiyorum. Çünkü bunlardan her şey beklenir, dedikten sonra böyle şeyleri de yadırgamamam gerekir. Sizleri Allah c.c’a havale ediyorum. O bildiği gibi yapsın. Belki ibret alınır diye sözlerimi … Hoca’nın şu sözleriyle bitireyim;Zalimin rişte-i ikbalini bir ah keser, Mani-i rızk olanın rızkını Allah keser.”Devamında da “Aynı mesaj; aracı kılındığı için … Bey’e, adı geçtiği için … Bey’e de gönderilmiştir.” mesajını attığını, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle irtibatlı olduğunu düşündüğü hâkim ve savcıların kimler olduğuyla ilgili olarak, bu kişilerle olan ilişkilerinin yukarıda açıkladığı sebeplerle 2010 yılından sonra farklı bir boyuta geçip azaldığını ve 2012 yılından sonra da bir mücadeleye dönüştüğünü örneklerini verdiği birçok olay vesilesiyle izah ettiğini, ancak özellikle 2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde bu iş bir pazarlığa dönüştüğü için daha önce tanımadığı birçok mensubunu da bu vesileyle öğrendiğini, bu kapsamda tanıdığı veya bu seçimler nedeniyle bu yapıya mensup olduğunu öğrendiği Yargıtay üyelerinin … olmak üzere toplam 132 kişi olduğunu,Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanı …’u 2012-2013 yıllarında belki de bu Dairenin tamamen cemaat mensuplarından oluşturulması nedeniyle ve bunların etkisiyle o süreçte birlikte hareket ettiği için düzenlemiş olduğu listede örgüt mensuplarının arasına yazmış ise de organik bir bağının olmadığını düşündüğü için onların arasında saymadığını,Danıştay üyelerinin ise … Yılbaşı olmak üzere 44 kişi olduğunu, Bu Danıştay üyelerine ilave olarak kökenleri itibarıyla bu cemaatle bağlantıları olmamasına rağmen …, …ün Danıştaya geldikten sonra cemaat mensuplarıyla birlikte hareket ettiklerini duyduğunu ve çok şaşırdığını, özellikle … …’den ve …’dan böyle bir tavır asla beklemediğini, çünkü … …’en…Bölge İdare Mahkemesindeki görev süresi boyunca herkesten uzak ve dışa kapalı durduğu için odasına girmek için tarafların ve avukatların çekindikleri gibi meslektaşlarının bile gidip dosya sormaya çekindiklerini, bu kişinin nasıl böyle hareket ettiğine şaşırmışsa da hem Danıştaydan duyduklarını yorumlayınca hem de bunların çalışma tarzını bildiği için bu kişilerle ilgili yorumunun her ne kadar 2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde … sicillilerin seçilmesine engel olamadılarsa da o seçimden sonraki Danıştay üyeliği seçimlerinde … sicillilere iki üç istisna dışında geçit vermediklerini, bu iki üç kişinin de … gibi yaşı büyük kişiler olduğunu, 2013 yılında 20 yıl fiili hizmet şartı gelince bu yapı mensuplarının tamamen devre dışı kaldıklarını, çünkü bu kıdemde arkadaşlarının kalmadığını, 20 yıl şartı gelince bunların bu kez seçilmesi muhtemel olan ancak kendilerinden olmayanları mercek altına aldıklarını, kendilerinin kimlere öncelik verdiklerini de 2011 yılındaki ve daha sonraki seçimlerde gördüklerini, kıdemli arkadaşları kalmayınca bu sefer gözlerini kendilerinin adaylarına dikip bunlarla temasa geçerek ilişkilerini ilerlettiklerini, Danıştay üyesi seçeceklerine dair vaatlerde ve seçilince de birlikte hareket etmeleri telkininde bulundukları şeklinde olduğunu, aksi takdirde … …’ün kesinlikle onlarla hareket etmesinin mümkün olmadığını,
Bakanlık teşkilatındakilerin Bakanlığa geliş tarih sırasına göre …, …, …, …, …, …, …, …, … .
Bu bağlamda yapılan çalışmaların devam ettiği sırada kendisinin Bakanlıktan ayrıldığını, ifadesinin seyri içinde somut olaylar ve sorulara ilişkin açıklamalarında da bazı isimlerin geçtiğini, yine de gözden kaçabileceği düşüncesiyle özellikle 2012 yılına kadar yaptığı gözlemlere dayanarak bu yapı içerisinde önde ve aktif olduklarını düşündüğü isimleri ayrıca belirtmek istediğini, bu kişilerin,
Danıştayda …, …, … … olduğunu,Meslek hayatında bu yapı mensuplarıyla tanışmasının, belli bir süre beraber yürümesinin ve 2010 sürecinden itibaren yanlışlarını gördükten sonra karşı duruşunun ve mücadelesinin aşağıdaki şekilde özetlenebileceğini,
Hayatı boyunca iradesini kimseye teslim etmediğini, körü körüne hiçbir cemaatin veya bir grubun peşinden gitmediğini, gerek lise ve fakülte döneminde gerekse meslek hayatında içinde bulunduğu ya da birlikte hareket ettiği çevrelerin doğru bildiği hareketlerine destek olup yanlış bulduğu hareketlerine de karşı çıktığını, bu özelliğini hem fakülte döneminden kendisini tanıyan arkadaşlarının hem de meslek hayatı boyunca birlikte çalıştığı meslektaşlarının gayet iyi bildiklerini,
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği sürecinde ve daha sonrasında yaşanan olaylar nedeniyle bu cemaatin karşısına geçerek kendisini mücadele etmeye iten sebeplerin;1-2010 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde Bakanlığı kendileriyle işbirliğine ikna etmek ve güçlerini göstermek amacıyla … içinde yaptıkları operasyonlara ilişkin anlattıkları hususların onlar hakkında zihninde oluşan en önemli soru işaretlerinden biri olduğunu,2-2010 yılındaki HSYK seçimleri sırasında oylarını ölçüp tartarak vermek suretiyle Bakanlık listesinden öncelikle kendi adaylarının kazanmasına ve kendilerinden olmayan adayların yedekte kalmasına yönelik davranışlarının ikinci büyük soru işaretini oluşturduğunu,
3-2010 yılındaki HSYK seçimlerinden sonra göreve başlayan yeni HSYK’da tek boyutlu bir kadrolaşmaya gitme gayretlerinin ve Bakanlıktan HSYK’ya götürülen hâkimler ile personele uyguladıkları mobinglerin üçüncü en büyük soru işareti olduğunu,
4-2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerindeki dayatmalarının ve özellikle idari yargıda … sicillilerin seçilmesine yönelik ısrarlarının yolların tümüyle ayrılmasına ve içten içe bir mücadelenin başlamasına neden olduğunu,
5-Adalet Bakanlığına müsteşar olarak dönmesinden kısa bir süre sonra 07.02.2012 tarihinde yaşanan MİT krizi ile … İl Jandarma Alay Komutanı … …’nun ve birlikte çalıştığı subayların uydurma gerekçelerle mahkum edilmesi olaylarının bu cemaate karşı açık ve topyekün bir mücadeleye başlamasına neden olduğunu,
6-2012 yılında ÖSYM’nin yaptığı hâkimlik sınavındaki usulsüzlüklerin, …’de yürütülen casusluk soruşturmasındaki keyfiliklerin, soruşturma konularıyla ilgili kuşkuların ve Balyoz davasındaki sıkıntıların bu yapıyla mücadeleye başlamasına neden olan en önemli olaylardan olduğunu,
Yukarıda onlarca olay üzerinden detaylı bir şekilde anlatmış olduğu bu mücadelesinin havada uçuşan sözlerden ve hikayelerden oluşan bir mücadele olmadığını, anlattığı olaylara dair birçok şahidin ve ayrıca Adalet Bakanlığının, HSYK’nın Yargıtay ve Danıştayın resmi kayıtlarına geçmiş belgelerin bulunduğunu,
07.02.2012 tarihinden sonra paralel yapıya karşı verdiği mücadeleye ilişkin başlıkların ve bunlara ilişkin delillerin;
1-Adalet Bakanlığındaki paralel yapı mensuplarının özellikle Ceza İşleri, Personel, Kanunlar, Ceza ve Tevkifevleri ve Bilgi İşlem gibi beş önemli birimin başındaki genel müdürlerin ve daire başkanının değiştirilmesine ve bunların yerine hâlen Bakanlıkta görev yapmakta olan güvenilir isimlerin getirilmesine ilişkin 24 kişilik atamayı kapsayan bilgi notu ve 19 adet görevlendirme onayını savcılığa sunduğunu,
2-2012 yılında yapılan hâkimlik mülakatının iptal edilmesine ve isimleri kopya olayına karışanların elenmesine ilişkin kayıtların Bakanlıkta bulunduğunu, bu süreçte ÖSYM Başkanı …’le yaptığı görüşmelerin tanıklarının Adalet Bakanı ….. ve Prof. Dr. … … olduğunu,
3-… İl Jandarma Alay Komutanı … … ve bazı subaylar hakkındaki mahkumiyet kararının onanmasına ilişkin Yargıtay 14. Ceza Dairesi kararına itiraz edilmesi süreciyle ilgili olarak Adalet Bakanı …..’in bilgisi dahilinde yaptıkları görüşmelerinin tanıklarının Adalet Bakanı ….., Yargıtay Başşavcısı … ve görüşmeye birlikte gittiği HSYK 1. Daire Başkanı ….. olduğunu,
4-Paralel yapının Yargıtay ve Danıştayın yönetim işlerindeki etkinliğine son vermek üzere hazırlayıp 27.05.2013 tarihinde Başbakanlığa gönderilen kanun tasarısını ve bu tasarının içeriğini anlatan bilgi notunu daha önce sunduğunu, sözünü ettiği bu tasarının Başbakanlığa gönderilmesinden sonra Yargıtay Başkanının aldığı randevu üzerine Başbakanın huzurunda yapılan görüşmeye Adalet Bakanı …. ile Yargıtay Başsavcısı …’in şahit olduğunu,
5-Bu tasarının aynı zamanda 2013 yılının Temmuz ayında yapılan Danıştay Başkanlığı seçiminin çözülmesini sağlayan ana unsur olduğunu, seçim sürecinde…Hâkimevinde yaptıkları görüşmelere Danıştay Üyeleri …, … …, …, … …, ….. ve … …’in şahit olduğunu,
6-Cemaat mensubu Yargıtay ve Danıştay üyelerinin cemaat mensubu olmayan üyelere tanıtılmasına ve cemaat mensuplarına karşı birlikte hareket etmelerini sağlamaya yönelik olarak yaptığı toplantılara 2011-2012-2013 yıllarında seçilen ve hâlen Yargıtay ve Danıştayda görev yapan üyelerin tamamının katıldıklarını, sayıları Yargıtayda 100 Danıştayda ise 50 civarında olan bu üyelerin tamamının dinlenebileceğini,
7-Anayasa Mahkemesi üyeliği için Danıştayda 2012 yılında yapılan seçim süreciyle ilgili gerçekleştirdiği görüşmelere katılıp isimlerini ifadesinde belirttiği kişilerin şahitliklerine başvurulabileceğini,
8-07.02.2012 tarihindeki MİT krizinden sonra HSYK 1. Dairesinde meydana gelen bölünme sonucu HSYK Üyesi …..’nun cemaat mensuplarına karşı kendileriyle birlikte hareket etmesine ve kendilerinden koparmak için cemaat tarafından görevlendirilen …’ın … … Hanım’a anlattıklarına ilişkin olarak ….., ….. ve …..’un tanık olarak dinlenebileceklerini,
9-Yargıtay ve Danıştay üyeliği seçimlerinde cemaat mensuplarının önünü kesmek için çıkarılan ve üye seçilebilmek için meslekte fiilen 20 yıl çalışma şartı getiren 6494 sayılı Kanun’un uygulama esaslarını belirleyen HSYK Genel Kurulunun 18.09.2013 tarihli ve 621 sayılı kararına muhalif kalan sekiz cemaat mensubu üyenin isimlerinin kararda belli olduğunu,
10-Adalet Bakanlığı müsteşarıyken Bakanlıkta çalışan birim amirlerinden Kanunlar Genel Müdürü …, Avrupa Birliği Genel Müdürü … ve Bilgi İşlem Dairesi Başkanı …’nın sicillerine yazdığı olumsuz görüşlerin ve verdiği düşük notlar ile …’nın bu nedenle açtığı iptal davasına ilişkin gönderdiği sekiz sayfalık savunmanın HSYK Genel Sekreterliğinde bulunduğunu,
11-HSYK Genel Kurulunun 25.12.2013 tarihli toplantısının bitiminde HSYK Başkan Vekili ….. tarafından Adli Kolluk Yönetmeliği’ndeki değişiklikle ilgili açıklama yapılmasına ilişkin ek gündem maddesi önerilmesi üzerine söz alarak yaptığı yarım saatlik sert konuşmasına ve bu konuşmaya HSYK Üyesi …..’nun cevap vermesi nedeniyle yaşananlara HSYK Üyeleri ….., ….., …, …, …, …, … ve …..’in tanık olduğunu ve bu açıklamaya ilişkin karara yazdığı yedi sayfalık muhalefet şerhinin HSYK Genel Sekreterliğinde olduğunu,
12-2013 yılı içinde çalışmaya başladığı ve aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında son hâli verilerek çıktıları alınan Yargıtay ve Danıştay Kanunları’nda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarıları ile HSYK ve Adalet Akademisinin yeniden yapılandırılmasına dair kanun tasarılarının Kasım-Aralık 2013 tarihindeki durumlarını gösteren çıktıların Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğünde bulunduğunu,
13-2014 yılında yapılan HSYK seçimleri öncesinde kendisine ulaşan bilgilerden seçimin bıçak sırtı bir vaziyette olduğunu öğrenmesi üzerine Yargıda Birlik Platformuna destek vermek amacıyla meslektaşlara hitaben hazırladığı ve kamuoyuyla paylaşmak üzere Adalet Bakanı … …’a gönderdiği açıklamanın da bu mücadeledeki en önemli çalışmalarından biri olduğunu,
14-2013 yılı yaz kararnamesinde …, … ve … Cumhuriyet Başsavcılarının değiştirilmesinin ve bu süreçte yaşananların, çok aktif birisi olarak komisyon başkanının sessiz ve sakin bir kişi olmasından istifade edip bütün komisyon işlerini fiilen tek başına yürüten … Adli Yargı Adalet Komisyon Üyesi …’nın kadrolaşma ve keyfi görevlendirmeler yaptığı gerekçesiyle görevden alınmasının ve ayrıca … Anadolu Adliyesi Adalet Komisyonu Başkanlığına …’nın getirilmesine ilişkin muhalefetinin bu mücadeledeki önemli karşı duruşlardan birini oluşturduğunu,
15-Adli Tıp Kurumu Başkanı …’nin yerine 04.06.2013 tarihinde şu anki Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. …’ün atanmasının ve Adli Tıp Kurumunda başlatılan değişim ve tasfiye hareketinin de mücadelesinin önemli kilometre taşlarından olduğunu,Cumhurbaşkanının “17-25 Aralık’tan sonra arkadaşlarımız bizi yeterince anlasaydı 15 Temmuz süreci yaşanmayabilirdi.” şeklindeki sözleri dikkate alındığında kendilerinin bu yapının en güçlü olduğu 2012-2013 yılarında verdikleri mücadelenin daha bir önem ve anlam kazandığını,Olaya bu açıdan bakıldığında bu yapıyı 2010-2011 yıllarında yukarıda yer verdiği olaylar vesilesiyle anlayıp çözdüğünü, 2012, 2013 ve 2014 yıllarında ise 15 madde hâlinde açıkladığı mücadeleleri yaparak önemli sonuçlar aldığını,Amellerin niyetlere göre değerlendirilmesi gerektiğini, 2004 yılı öncesinde 28 Şubat sürecinin meydana getirdiği dışlanmışlık ve yalnızlık duygusu içinde 1998 yılından itibaren bu yapı mensuplarına verdiği destekte herhangi bir yanlışlık olduğunu düşünmediğini, 2004 yılı öncesinde bu yapının 28 Şubat süreci sonrasında ayakta kalmayı başarabilmiş ender İslami hizmetlerden birisi olarak kabul edildiğini, o tarihlerde bu yapının evlerine gidip gelirken hiçbir yasa dışılıkla karşılaşmadığını, ilerleyen süreçte tedbir ve ruhsat diyerek başvurdukları konularda aşırı gitmeleri hususunda yaptığı eleştiriler ve öğrenciliklerinden itibaren içlerinde yetişenlerin …’da çoğalması nedeniyle kendisini iç işleyişlerinden uzaklaştırıp bir daha çağırmadıklarını, 2004-2010 yılları arasının … iktidara gelmesi üzerine yeniden celallenen vesayet odaklarına karşı bu yapı mensuplarıyla dayanışma içinde birlikte mücadele verdiği dönem olduğunu, 2010-2011 yılları arasının bu yapının gerçek yüzünü gördüğü ve bu yapıya olan güvenin sarsıldığı dönem olduğunu, bu dönemde örneklerini yukarıda belirttiği üzere yanlışlarına karşı durmaya ve içten içe mücadele etmeye başladıklarını, 2012-2014 yılları arasının ise o dönemin koşullarına rağmen kamuda hiçbir kurumda karşı bir duruş söz konusu değilken Bakanlıkta, HSYK’da, Yargıtayda ve Danıştaydaki faaliyetleriyle, hazırlanan yasa tasarılarıyla ve Yargıda Birlik Platformunun kuruluş çalışmalarıyla ciddi şekilde mücadele verdiği ve yukarıda sıraladığı on beş maddedeki önemli sonuçları aldıkları bir dönem olduğunu,15 madde hâlinde sıraladığı bu mücadele başlıklarından yalnızca üç tanesinin 2014 yılına sarktığını, örgüt mensubu Yargıtay ve Danıştay üyelerinin isimlerinin ve Yargıtay ve Danıştaydan nasıl gönderileceklerine ilişkin bilgi notunun bilgisayar ortamında hazırlanması ve gereğinin yapılması için yukarıda belirttiği on ayrı ilgili ve önemli isme iletilmesinin 2014 yılının Ocak-Mart ayları içinde tamamlandığını, Adalet Bakanlığındaki örgüt mensubu birim amirlerine verdiği sicillerin ve bu sicillerden birine karşı açılan davaya karşı yaptığı savunmanın 2013 sonrasında olduğunu, 2014 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde Yargıda Birlik Platformunu desteklemek ve bu seçimdeki kritik noktaları açıklamak maksadıyla meslektaşlara yönelik açıklamasının 2014 yılında yapıldığını, bunların dışındaki mücadeleyi 2012 ve 2013 yıllarında yaptıklarını ve önemli sonuçlar aldıklarını, hazırlığını gerçekleştirdiği yasa çalışmalarının ve cemaat mensubu Yargıtay ve Danıştay üyelerinin Yargıtay ve Danıştaydan gönderilmelerine ilişkin bilgi notunun kendisinden sonra göreve gelen yetkililerin işini önemli ölçüde kolaylaştırdığını, Adalet Bakanı …..’in desteğiyle, bütün bu mücadeleyi sadece Allah rızasını kazanmak için yaptığını, çünkü bu cemaat mensuplarının yanlış yaptıklarını ve adaletten uzaklaştıklarını düşündüğünü, bu yapıyla mücadele edenlere Allah katında bir mükafat verilecekse kendisinin bu mükafatı fazlasıyla hak ettiğini, aynı şeyin bu mücadeleyi hakkıyla değerlendirecek bir jüri açısından da geçerli olduğunu, fakat kamuoyuna yansıyan ifadelerden bu cemaat mensubu itirafçıların önemli bir kısmının 2010 yılından sonra sergilediği karşı duruşu itiraf etmekle birlikte bir kısım mensuplarının muhtemelen verilen vazife gereği en kuvvetli oldukları dönemde boyunlarını büken kendisinden intikam almak gayesiyle türlü yalan ve iftiralarla üzerine geldiklerinin anlaşıldığını, kendi cenahından kimi arkadaşlarının ise bu kişilerin iftiralarını aleyhine kullanmak için fırsat bilerek geçmişten gelen şahsi kinlerinin intikamını almaya çalıştıklarını,
Bu yapıyla mücadele ederken canlarını yakan kişiler bir yana rakip ve engel gördüklerileri hakkında bile her türlü yalan ve iftirayı mensupları eliyle bütün teşkilata ve ülkeye yayabildiklerini ve her türlü sahte delille insanları suçlayabildiklerini gördüğünü, nitekim bu konudaki yeteneklerine dair son on yılda yaşanan ve mağdur edilen insanların durumunun yeterli örnek olduğunu, kendisiyle ilgili en somut olayı HSYK 1. Dairesinde birlikte hareket ettikleri HSYK Üyesi …..’nu yanlarına çekebilmek için haklarında …’a söylettikleri sözler olarak değerlendirdiğini, bir diğer örneğin ise engel olarak görüp örgüt mensuplarının önünü açmak amacıyla … İl Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay … … ve arkadaşlarına kurdukları kumpas olduğunu, tüm bu nedenlerle “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” düsturundan hareketle kendi ayinesinin yukarıda teferruatıyla anlattığı mücadelesi olduğunu son söz olarak söylemek istediğini,
İfade etmektedir.
IV) ÖZEL DAİRENİN KABULÜ:
B-DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE MAHKEMEMİZCE KABUL EDİLEN OLUŞ
Sanık …..’in 1984 yılında … İmam Hatip Lisesi’nden mezun olduktan sonra aynı yıl yapılan üniversite sınavı ile…Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanarak adı geçen fakültede lisans eğitimine başladığı, fakülte hayatı ve avukatlık stajı boyunca …Vakfı’na ait öğrenci evlerinde kaldığı, hakimlik sınavına hazırlandığı dönemde ise yine …Vakfı’na ait olup yeni açılan …’ndaki yurtta hakimlik sınavını kazanana dek kaldığı,
İdari yargı hakim adaylığı sınavını kazanarak 1990 yılında staja başladığı, stajı tamamladıktan sonra 1993 yılında kura ile … İdare Mahkemesi üyesi olarak atandığı ve adı geçen yerde göreve başladığı, 1996 yılında hükumet değişikliği ile … …’dan sonra … …’ın Adalet Bakanı olması üzerine Adalet Bakanlığı merkez teşkilatından yaşanan kapsamlı değişiklik sırasında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcısı …’ın teklif üzerine 15 Nisan 1996 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü emrinde tetkik hakimi olarak göreve bağladığı,
Personel Genel Müdürlüğü emrinde tetkik hakimi olarak çalışmaya başladıktan sonra, 1994 yılından itibaren aynı birimde tetkik hakimi olarak çalışmakta olan ….. ile tanıştıkları, sanıktan bir süre sonra aynı daireye … …’ın tetkik hakimi olarak atandığı,
Sanık …..’in bu süre içerisinde 15-20 cemaat mensubundan oluşan idari yargı grubunun 2 toplantısına katıldığı, burada kendisine “abi” şeklinde hitap edildiği, bu grubun cemaat mensubu 4-5 tane küçük grubun birleşiminden oluşan genel bir grup olduğu, bu nedenle küçük gruplarda konuşulan gizlilik içerikli herhangi bir konuşmanın yapılmadığı, (Tanık …..’İn beyanı) Tanık …..’nin 1997 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü emrine atanarak adı geçen birimde göreve başlaması üzerine sanığın adı geçen ile de tanıştığı,Sanık …..’in, Personel Genel Müdürlüğü’nde tetkik hakimi olarak çalışan … …, tanıklar ….. ve …..’ ile … Lojmanlarında oturmaları, aynı dairede birlikte çalışmaları, aynı servisle işe gidip gelmeleri nedeniyle sık sık görüşmeye başladıkları, samimiyetlerinin ilerlediği, kendi aralarında zaman zaman aile ortamında bir araya geldikleri, güncel, siyasi ve dini konulardan sohbet ettikleri, …..’in İmam Hatip Lisesi Mezunu olması, …Vakfı’nda kaldığı üniversite yıllarında …. yaptığı hadis ve tefsir sohbetlerinden/vaazlarından tuttuğu notlar üzerinden kısa sohbetler yaptığı, sanığın hitabetinin, anlatım metodunun ve sohbet içeriğinin ….., ….. ve … …’da ilgi uyandırması üzerine adı geçenlerin ara ara kendilerine bu tarz sohbetler yapmasını istedikleri, bu sohbetlerin 2001 yılına kadar güncel siyasi, dini içerikli olmak üzere bu formatta devam ettiği, dini sohbet içeriğinin tamamen hadis ve tefsir sohbeti niteliğinde olup Fetullah GÜLEN’den, eserlerinden, vaazlarından, başında bulunduğu yapılanmanın faaliyetlerinden herhangi bir şekilde bahsedilmediği, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları)
Sanığın yaptığı dini sohbetlerin ilgi uyandırması üzerine 1998 yılı içinde … … ve …’in “Bizim sınava çalışan arkadaşlarımız var, onlara moral motivasyon olsun diye ara sıra gelip onlarla da konuşur musun?” şeklinde teklifte bulundukları, sanığın bu teklifi kabul etmesi üzerine yılda 4-5 kez olmak üzere cemaatin mezun evlerine bu şekilde sohbete çağrıldığı, o dönemde hakim adayı olan …, …, … adlı şahısların kendisini alıp mezun evlerine sohbet vermeye götürdükleri, sanığın bu evlerde de yine hadis ve tefsir dersleri yaptığı, sanığın mezun evlerinde bu tarz sohbetler yaptığını tanık …..’a da anlattığı, (Sanığın savunması ve tanık …..’un beyanı) 2001-2002 yıllarında …ve …..’in Adalet Bakanlığı’na tetkik hakim olarak geldikleri, … …’ın yönlendirmesi ile adı geçenlerin de bu arkadaş grubuna dahil oldukları, bir süre sonra …’ün sohbetler sırasında Fetullah GÜLEN’den, adı geçenin başında bulunduğu ve o tarih itibariyle hizmet hareketi olarak adlandırılan yapıdan ve onların başta…’da açtıkları okullar olmak üzere yaptıkları hizmetlerden bahsetmeye başladığını, toplantılara Fetullah GÜLEN’in kitap ve yazılarını getirerek bazı bölümleri okuduğu, yine adı geçen yapının yurt dışında açtığı okullara ilişkin videolar getirerek izlettiği, sohbet içeriğini güncel konular olduğu zamanlarda da … DUNAGÖL’ün “şuradan bir satır okuyalım bir sayfa okuyalım” diyerek sohbeti cemaat sohbetine kaydırmaya çalıştığı, bu sohbetlerin zamanla içerik itibariyle cemaat (FETÖ) sohbeti niteliğine dönüştüğü,Sohbetler sırasında …’ün 3 ve daha çok fazla çocuk sahibi olanlardan maaşlarının yüzde beşi, diğerlerinden yüzde onu oranında himmet istediği, …..’in eşinin … fakir bir semtte öğretmenlik yaptığını beyan ederek “Boş verin cemaati, benim eşimin tanıdığı o kadar fakir veli var ki, yardım yapacaksak gelin onlara yapalım, gözümüzün önünde fakir fukara dünya kadar insan varken…’daki okula ben niye yardım edeceğim” diyerek karşı çıktığını, hatta bir kaç kez de bu nedenle o sohbete katılanlardan para topladığı, bu sohbetler sırasında …ve ….. tarafından bir kez…’da su kuyusu açılacağından bahisle, bir kez de…’da yaptırılacak katarakt ameliyatları için para istendiğinde olmak üzere sanığın iki kez para verdiği, ancak cemaate himmet veya aidat ödemeyi kabul etmediği, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları) Bu sohbetler sırasında … …’ın ….. ve …..’e karşı, ….., …ve …..’e karşı olan davranışlarından daha farklı bir şekilde ve hassas, daha dikkatli ve ölçülü davrandığı, sohbetlerde ancak bir sohbet “abisi”nin bulunmadığı, (Tanık …..’in beyanı)
Zamanla cemaat (FETÖ) sohbetine dönüşen bu buluşmaların 2002 yılına kadar aynı içerikte devam ettiği, bu sürede bir kaç sohbete sanık …..’in katılmadığı, 2002 yılında …..’nin ünvanlı görev olan Genel Müdür Yardımcılığına atanması, …..’un ise -eşinin AYM raportörü olması nedeniyle- AYM lojmanlarına taşınması üzerine sohbetlerin kısmen sona erdiği, cemaatin (FETÖ) …ve …..’i bir başka cemaat grubuna dahil ettikleri, … …, ….., …..’in ise daha seyrek aralıklarla olmak üzere zaman zaman bir araya gelerek sohbetlere devam ettikleri, bu sohbetlerin gruba …ve ….. dahil olmadan önceki formatta 2008 yılına kadar devam ettiği, 2008 yılında …..’nin Danıştay üyesi olması nedeniyle bakanlıktan ayrılması üzerine sohbetlerin sona erdiği, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları) Sanığın 1998 yılında … ve … …’ın teklifi üzerine yapıya ait mezun evlerinde yılda 4-5 kez verdiği hadis ve tefsir derslerinin 2004 yılına kadar devam ettiği, 2004 yılında …’in Yargıtay tetkik hakimliğine, …’ın ise bakanlık tetkik hakimliğine geldikleri, 2004 yılı içerisinde kendisini sohbet vermek üzere yapıya ait mezun evlerine götürecek sorumluları kendisine adı geçenlerin yönlendirdiği, (Sanık savunması) 2004 yılı içerisinde sanığın bakanlık içinde, cemaatin (FETÖ) “ruhsat ve tedbir” adı altında alkol kullanmaya ve eşlerinin başörtülerini çıkarmaya cevaz vermesi üzerine üzerine; Adıyaman ilinde cemaate mensup bir hakimin tedbir diye alkol alarak yolda sızıp kalması ve vatandaşlar tarafından karakola götürülmesi olayı üzerinden cemaat mensuplarına eleştirilerde bulunması, yine cemaat mensuplarının eşlerinin tedbir adı altında muhafazakar bir bayana yakışmayacak derecede giyinmeleri nedeniyle eleştiride bulunması nedenleriyle bu tarihten sonra mezun evlerine sohbetlere çağrılmadığı, (Sanık Savunması, tanık …..’nin kısmen benzer yönde olan beyanı) , sanığın 1998-2004 yılları arasında ve her yıl içinde 4-5 kez olmak üzere toplamda 15-20 arasında bu sohbetleri verdiğini beyan ettiği,2002 yılında …..’nin unvanlı göreve atanması, …..’un da AYM lojmanlarına taşınması üzerine ….. ve …’ün cemaat tarafından bir başka sohbet grubuna dahil edilmeleri ile cemaat (FETÖ) ritüeli sohbetlere dönüşen buluşmaların sona erdiği, bu tarihten sonra … …, ….., …..’in ise daha seyrek aralıklarla olmak üzere zaman zaman bir araya gelerek, gruba …ve ….. dahil olmadan önceki formatta olmak üzere sohbetlere devam ettikleri, bu sohbetlerin bu şekilde 2008 2008 yılında …..’nin Danıştay üyesi olması nedeniyle bakanlıktan ayrılması üzerine sohbetlerin sona erdiği, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları) Sanığın 2004 yılında Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı olduğu, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcısı, 2008 yılında ise Personel Genel Müdürü olduğu,Sanık Personel Genel Müdürlüğü iken yardımcılığını ise tanık …..’in yaptığı, bu süre içerisinde …’ün hakim adaylığı sınavları mülakatları için 1-2 defa …..’e “sadece cemaatçilerden oluşan bir liste olmadığını, içinde cemaatle hiç ilgisi olmayan muhafazakar insanların da olduğunu beyan ettiği referans listeleri getirip verdiği, …..’in de bu listeleri sanığa teslim ettiği, mülakat sonrasında bu listelerdeki isimlerden sınavı kazananlar olduğu gibi kazanamayanların da olduğu, (Tanık …..’in beyanı) Bakanlıkta daire başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür atamalarının ilgili birim amirlerinin teklifi gerçekleştiği, Personel Genel Müdürlüğü’nde yapılacak atamalarla ilgili olarak atama teklifi yetkisinin genel müdürde olduğu, diğer genel müdürlüklerde yapılacak atamalarda personel genel müdürünün görevinin atanması teklif edilen kişinin sicilini alıp, atamayı teklif eden birim amiri ile birlikte bakana ve müsteşara birlikte arz etmekten ibaret olduğu, sanık …..’in Personel Genel Müdür olduğu dönemde ilk defa ünvan alan personel olarak bir tek … bulunduğu, adı geçenin …..’in yanında Ayırma Tetkik Bürosunda çalıştığı ve Ayırma Tetkik kısmında boşalma olunca da o kısımda daire başkanı olduğu, bu ismi …..’İn önerdiği, (Tanık …..)Yine sanığın Genel Müdür olduğu dönemde idari yargı kökenli olan …adlı hakimin sanığın referansı ile tetkik hakimi olarak alındığı, (Tanık …..) Sanık …..’in Genel Müdür olarak görev yaptığı 2009 yılı eylül ayı içerisinde bakanlıkta boşalan 6 birim amiri (Daire başkanlığı) için teklif makamı olarak 3 tane cemaatçi, 3 tane de cemaatçi olmayan personel olmak üzere teklifte bulunduğu, bu isimlerin daha önceden müsteşar … tarafından tamam denilen isimler olduğunu, atama teklifinin …..’un parafı ile Müsteşar …’ın önüne gittiği, sanık …..’İn izinde bulunduğu sırada …’ın hakimevinde müsteşar yardımcıları ile birim amirlerini çağırarak atanacak isimleri okumak suretiyle görüşlerini sorduğu, cemaat mensubu birim amirlerinin atama teklifinde yer alan cemaatçi olmayan isimlere değişik gerekçelerle itiraz ettikleri, bu itirazlar üzerine … …’in yerine …, … isminin yerine … isminin önerildiği, müsteşar …’ın kabul ettiği ve evrakı …’e uzatarak “… bunu götür bu şekilde yeniden yaz getir.” dediği, …..’in bu değişikliği öğrenmesi üzerine …’ü telefonla arayarak “… güzel yapmışsınız da elaleme ne diyeceksiniz?” şeklinde tepki gösterdiği, bu atamaların bakanlık içinde “Cemaat 6-0 yaptı” şeklinde konuşulduğu, sanık …..’in atama teklifinde yer alan ve cemaatçi olmayan 3 ismin, sanığın izinde bulunduğu sırada ve kendisinin bilgisi dışında değiştirilerek 6 cemaat mensubunun atanmasının sağlandığı, (Tanıklar ….. ve …..) 2009 yılında siyasal iktidar tarafından siyaset üzerindeki yargı vesayetinin sonlandırılması amacıyla başta HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi olmak üzere yeni bir Anayasa değişikliği hazırlık çalışmalarını yapmak üzere Adalet Bakanlığı’na görev verildiği, Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından hazırlanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi”nin 2009 yılında … Cumhuriyeti hükumeti tarafından kabul edildiği, 2010 yılında, Yargı Reformu Strateji Belgesinde belirlenen hedefler çerçevesinde Anayasa değişiklik paketi hazırlamak üzere Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü ve Strateji Geliştirme Başkanlığı Koordinesinde Adalet Bakanının görevlendirmesi ile bir komisyon oluşturulduğu, sanık …..’in de bu komisyonda görevlendirilmesi üzerine çalışmalara katıldığı ve çalışmalar sırasında “HSYK’da çoğulcu bir yapı oluşması için “tek oy” ilkesinin zorunlulu olduğunu, savunduğu, Anayasa değişiklik taslağının bu şekilde hazırlandığı ve meclisten geçtiği, ancak Anaysa Mahkemesi tarafından “tek oy” ilkesinin iptal edildiği, (Tanıklar ….., ….. ve …..’in beyanları)Anayasa Mahkemesi’nce, meclisin kabul ettiği Anayasa değişikliği metnindeki “tek oy” ilkesinin iptal edilmesi üzerine, yapılacak HSYK seçimlerinde yargı teşkilatı içindeki örgütlü yapılara, HSYK’da ezici bir çoğunluk elde etme olanağının doğduğu, o tarih itibariyle yargı teşkilatında tek örgütlü yapı olan …’ın seçimleri alma olanağının belirdiği, adı geçen derneğin hükumetin mücadele ettiği vesayetçi anlayışı temsil etmesi nedeniyle bakanlıkta ve siyasi iradede “anayasa değişikliğinin heba olacağı” yönünde bir tedirginlik oluştuğu, Adalet Bakanı ….. ve müsteşar … başkanlığında birim amirleri ile düzenlenen toplantıda bundan sonra ne yapılması gerekiğinin tartışıldığı, bakanlığın bir liste yaparak seçime girilmesi fikrinde mutabık kalındığı, Seçim sürecinde …’ın, … ve … gibi isimlerin başını çektiği ülkücü grupla iş birliğine giderek geniş bir yelpazeye hitap etmesi üzerine, bakanlığın da seçimi kazanabilmek için bu cephenin dışında kalan tüm kesimlere hitap edecek bir liste ile seçime gitme ihtiyacı hissettiği, bu şekilde bir tarafta referandumda evet diyen kesim, diğer tarafta ise hayır diyen … ve beraberindekiler olmak üzere 2 blok ortaya çıktığı, İlerleyen süreçte Müsteşar …’ın idari yargı aday listesinde liste başı olarak sanık …..’in, adli yargıda ise liste başı olarak …..’un olması gerektiğini, bu şekilde taşrada bakanlık irtibatının görülebileceğini, teşkilat ile koordinasyonu idari yargı alanında ….., adli yargı alanında ise …..’un sağlayacağını söyleyerek her iki ismi görevlendirdiği, her iki ismin kendilerinin aday olmadığı bir listeyi dışarıdan daha rahat destekleyebileceklerini, ama kendileri için oy isteyemeyeceklerini, zira müsteşar yardımcısı olarak gidip hakim/savcılardan oy istemenin kendilerine zor geleceğini söyleyerek itiraz ettikleri, ancak müsteşar …’ın bu itirazı yerinde görmediği,Müsteşar …’ın diğer adayların kimler olabileceğine dair bakanlıktaki birim amirleri ve bir kısım … yargı üyeleri ile istişarelerde bulunduğu, önerilen isimleri aldığı, Demokrat Yargı grubu ile ittifak halinde seçime girmek amacıyla yapılan görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığı,O tarih itibariyle henüz kriminalize olmaması nedeniyle yasa dışı nihai amacı toplum tarafından bilinmeyen bu nedenle kamuoyunda “hizmet hareketi vb.” isimlerle adlandırılan, ortaya çıktığı günden bu yana kendisine alan açma adına dönemsel iktidar dengelerini gözeterek pozisyon belirleyen, referandum sürecinde ve öncesinde askeri ve bürokratik vesayete karşı hükumetin yanında yer alan cemaat/paralel yapının, bu tutumun bir uzantısı olarak HSYK seçim sürecinde de bakanlık kanadında yer aldığı,
Müsteşar …’ın, o güne kadar kurumsal kimlikleri ile hiç ortaya çıkmayan bu yapı mensuplarına ilk başlarda fazla yüz vermediği, bunun üzerine yapı mensuplarının teşkilatta 1500 civarında hakim-savcı arkadaşlarının olduğunu ileri sürdükleri, teşkilattaki güçlerini göstermek adına yapı mensubu olup … içine sızdırdıkları ve adı geçen derneğin üyesi …’ı getirerek ….. ile görüştürdükleri, bu görüşmede …’ın … içindeki cemaat mensuplarının güçlerinden bahsettiği, yapının bu şekilde güç gösterisinde bulunarak aday listesinde kendilerinden daha fazla isme yer verilmesi yönünde çaba sarfettikleri, müsteşar …’ın bu süreç sonunda yargı teşkilatında …’dan sonra en örgütlü yapının cemaat olduğunu gördüğü,
Sanık ….. ve …..’un ise saha çalışmasında tespit ettikleri aday olabilecek muhtemel isimleri müsteşar …’a bildirdikleri, …..’in idari yargıda …ve …, adli yargıda ise ….. ve …isimlerini aday olarak önerdiği, …..’un ise adli yargıda …, …, ….. isimleri ile idari yargıda … isimlerini önerdiği,
Cemaat mensuplarının idari yargı için aday olarak … ismini ileri sürdüğü, yanına ikinci bir aday daha koymak istediklerini belirttikleri, sanık …..’in yaptığı araştırma sonucunda … … ismini tespit ettiği, adı geçenin birlikte çalıştığı … ile görüştüğünde …’nın “cemaate yakın ama tam cemaatçi değildir” şeklinde bilgi vermesi üzerine bu ismi önerdiği, başta … olmak üzere bakanlıktaki cemaat mensuplarının bu isme itiraz ettikleri, sanık …..’in ise “Size yakınmış, niye itiraz ediyorsunuz” şeklinde cevap verdiği,Yapılan çalışmalar sonucunda hangi adaylarla seçime gidileceğinin müsteşar … tarafından belirlendiği buna göre; idari yargıda liste başı olarak ….. olmak üzere …, …, … ve … …, adli yargıda ise liste başı ….. olmak üzere …, ….., ….., … …, ….., … …, …, …, ….. ve …’nin yer aldığı, adli yargı listesinde yer alan ….. ile idari yargı listesinde yer alan … …’ın cemaat mensubu olduklarının o tarih itibariyle net olarak bilinmediği,Sadece İdari yargıda seçim çalışmalarını yürüten …..’in 5 adaydan 5’ine de oy istediği,Seçime 1 hafta kala cemaat mensuplarının kendi aralarında organize olarak, kendilerinden olmayan adaylara oy vermemek suretiyle yedeğe bırakacakları ve bu şekilde kendi mensuplarını HSYK’ya taşıyacakları yönünde tanık …..’a bazı duyumlar ulaştığı, ancak adı geçenin seçimin bıçak sırtı olması nedeniyle böyle bir şey yapabileceklerine ihtimal vermediği, (Tanık …..’ın beyanı)
17/10/2010 tarihinde yapılan seçim sonuçları açıklandığında ;İdari Yargıda; …’nun855 oy,…..’in836 oy,… …’ın805 oyla asil olarak kurul üyeliğine seçildikleri,…’un638 oy,…’un554 oy ile yedek olarak kaldıkları,Adli Yargıda…..’un 6181 oy,…’nin8541 oy,…..’in6153 oy,…..’nun5648 oy,
… …’in5471 oy,… …’nın 5463 oy,…..’ın 4926 oyla asil olarak kurul üyeliğine seçildikleri,…..’ın 4710 oy …’ın4536 oy,…’nin4443 oy,…’ün4364 oyla yedeğe kaldıklarının ortaya çıktığı,Seçim sonuçları ortaya çıktığında; kendilerine alan açmak söz konusu olduğunda kendilerini hiç bir ahlaki değer ve hukuk kuralı ile bağlı saymayan, (daha sonraki süreçte ortaya çıktığı üzere başta soru çalmak, iftira, kumpas olmak üzere her türlü hukuksuzluğa imza atan) cemaat mensuplarının seçimden önce kendi aralarında organize olarak idari yargıda …ve …’u, adli yargıda ise ….., …, …ve …’ü- adı geçenlere oy vermeyerek- yedeğe bırakmak suretiyle bakanlık listesindeki kendi mensuplarının tamamını kurul üyeliklerine taşıdıkları,Özelikle idari yargı sonuçları incelendiğinde; Danıştay’da tetkik hakimi olması nedeniyle teşkilatta bilinirliği neredeyse hiç olmayan, seçim tarihi itibariyle 38 yaşında olan ve mesleki kıdemi olmayan …’nun, idari yargı listesinde liste başı olan ve sahada seçim çalışmalarını yürüten, uzun yıllardır Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nde çalışması nedeniyle teşkilat tarafından çok iyi bilinen …..’den daha fazla oy almasının bu ahlak dışı organizasyonun açık kanıtı olduğu, yine idari yargı listesinden seçilen cemaat mensupları içinde uzun yıllardır tetkik hakimliği yapmaları nedeniyle sahada bilinirliği pek olamayan isimlerin aldıkları oy oranlarının da benzer sonucu ortaya koyduğu,
Seçimlerden sonra sanık …..’in cemaat mensuplarını kastederek “İkili davrandılar, anlaşmaya uymadılar” şeklinde serzenişten öte eleştiride bulunduğu, (Tanık …..’in beyanı) HSYK seçimleri yapıldıktan sonra Cumhurbaşkanı tarafından … …, … ve … kurula üye olarak atandığı, bu süreçte “diğer üye de kamu avukatlarından birisi olsun” denilince sanık …..’in FETÖ örgütü ile herhangi bi ilgisi olmayan daha sonraki süreçte FETÖ ile mücadelede kendisinin yanında yer alan ….. ismini önerdiği, yaptığı lobi faaliyeti ile adı geçenin kurul üyesi olarak atanmasını sağladığı, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….., ….. ve …..’in beyanları)HSYK seçimleri sonuçlandıktan 2-3 gün kadar sonra …..’nin … lojmanlarındaki konutunda ….., …, ….., ….., … ve … ile bir kısım başka HSYK üyeleri de olmak üzere bir araya geldikleri, seçim sonuçlarını değerlendirdikleri, arada bazı dini konuların da konuşulduğu, (Tanık …..’nun beyanı)HSYK seçimlerinden sonra …..’in evinde bakanlık listesinden seçilen kurul üyelerine kahvaltı verdiği, kahvaltıda … yada …’nun hakim maaşı ile HSYK üye maaşı arasındaki farkın cemaate himmet olarak verilmesini …..’den istediği, sanık …..’in ev sahibi olması nedeniyle çay servisi yapmakla meşgul olduğundan bu diyaloğa tanık olmadığı, (Tanık …..’in beyanı ve sanık savunması)Yeni HSYK oluştuktan sonra sanık …..’in HSYK Genel Sekreterliği için halen Yargıtay üyesi olarak görev yapan ve yapı mensubu olmayan …’un atanmasını teklif ettiği, ancak müsteşar … ve Adalet Bakanı …..’in bu isme sıcak bakmamaları nedeniyle 22/02/2011 tarihinde …’nın Genel Sekreter olduğu, ilerleyen süreçte sanık …..’in müsteşar olduktan sonra o dönemde bakan olan …’a ısrarcı olarak …’un müsteşar yardımcısı olarak atanmasını sağladığı, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….. ve …..’nin beyanları)
Sanık …..’in HSYK Genel Sekreter Yardımcılığı için Adalet Bakanlığı İç Denetim Birimi Başkanlığı’nda iç denetçi olarak çalışan ve FETÖ’cü olmayan …’nın atanmasını önerdiği ve adı geçenin 22/01/2011 tarihinde atandığı, yine sanığın HSYK genel sekreterliğinde tetkik hakim olarak çalıştırılmak üzere FETÖ üyesi olmayan …, …, … ve …’i önerdiği ve adı geçenlerin söz konusu birimde tetkik hakimi olarak görevlendirilmelerini sağladığı, ilerleyen süreçte FETÖ’nün örgüt üyesi olmayan bu isimlere karşı mobing uyguladığı ve …, … ve …’nın kuruldan ayrılmak istedikleri, sanığın karşı çıkmasına rağmen ayrıldıkları, …’nın 19/06/2011 tarihinde Sincan C.Başsavcıvekilliğine gittiği, …’nın 24/11/2011 tarihinde Yargıtay üyesi seçildiği, …’nın ise 03/11/2011 tarihinde Yargıtay C.Savcılığına gönderildiği, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….. ve …..’ın beyanları)
2011 yılı şubat ayında yapılan … yargı üyelikleri seçimi sürecinde …’nın …..’yi arayarak “Üyelik seçimleriyle ilgili bir görüşme yapalım” diye davet ettiği, …..’nin durumu müsteşar …’a anlattığı, müsteşar …’ın “İyi olur, -….. ve …..’u da kastederek- hepiniz gidin, ne istiyorlar, ne kadar istiyorlar bunu öğrenmiş olursunuz.” diye söylediği, bunun üzerine ….., ….. ve …..’un genel sekreter …’nın evine gittikleri, burada genel sekreter ve ev sahibi olan …, kurul üyeleri …, …, ….., … …, ….., genel sekreter yardımcısı … ile birlikte tetkik hakimler …, … …, … gibi isimlerin bulunduğu, HSYK üyesi olmayanların böyle bir toplantıda bulunmasının genel rahatsızlık yaratması üzerine FETÖ mensıplarının “Bu arkadaşlar Yargıtayı iyi tanıyor” şeklinde bir savunma geliştirdikleri, FETÖ mensuplarının bu toplantıya hazırlıklı olarak gelmiş oldukları, üye olarak seçilmesi gündeme gelebilecek toplam 360 adli yargı mensubunun isimleri bir projeksiyon cihazı ile duvara yansıtarak isimlerin tek tek tartışıldığı, …..’un “benim için cemaatçi olsun olmasın, liyakat önemlidir” şeklinde söylediği, isimlerin tartışılması sırasında “bu cemaatçidir veya değildir” şeklinde açıktan bilgi verilmediği ancak gündeme getirilen isimlerin hemen hemen hepsinin …..’un tanıdığı isimler olduğu, isimler tartışılırken bakanlık kanadını temsilen orada bulunan ….., sanık ….. ve …..’nin olumlu veya olumsuz görüşler belirterek son sözleri söyledikleri, FETÖ’cü üyelerin ise adı geçenleri etkilemeye çalışır bir tavırlarının olduğu, yansıya verilen isimler üzerinde yoğun tartışmalar yaşandığı, FETÖ’cülerin genellikle ….. ve sanık …..’i ikna etmeye çalıştıkları, yapılan görüşme sırasında bu şekilde 160 isim elenince üye olarak seçilebilecek kişiler arasında FETÖ’cü sayısının 85-90 civarına düşmesi üzerine FETÖ’cülerden itirazlar gelmeye başladığı, genel sekreter yardımcısı …’ın seçilcek 160 kişiden en az 140 kişinin kendilerinden olması gerektiğini söylediği, ….. ve …..’un Fetullah Gülen cemaati mensuplarına bu kadar kontenjan verilemeyeceğini … sesle söyleyerek itirazlarını dile getirmeleri üzerine …’nun “Bu konu hocaefendiye danışılmış, 140’dan aşağısı olmaz denmiş, benim için mesele bitmiştir” şeklinde söylediği ve kapıyı vurup odadan çıktığı, konuşmaların tartışma boyutuna ulaştığı, …..’nun ….. ile …..’in haklı olduğunu,istenen sayının çok fazla olduğunu dile getirerek “teşkilata bu hususu nasıl anlatacağız” şeklinde söylemesi üzerine, …..’un “Diğer üyelerle bir olunup, bu seçimin yapılabileceğini” söylemesi üzerine genel sekreter yardımcısı …’ın “bizde sizi hükümete şikayet ederiz” dediği, tartışmalar uzayınca …..’in “cemaatten daha çok kişinin seçilmesi gerekir” şeklinde bir tepki ile sinirlenerek ve kapıyı çarparak evi terk ettiği, Danıştay’a seçilecek üyelere ilişkin olarak ise cemaat mensuplarının … sicillilerin de üye olarak seçilmesini istedikleri, sanık …..’in meslekte üyeliği hak eden daha kıdemlilerin olduğunu ileri sürerek itiraz etmesi üzerine …, … ve … …’ın “Biz … sicilliyiz, biz kurul üyesi olabiliyorsak aynı sicilde birisi Danıştay üyesi de olabilir” diye ısrarcı oldukları, bu konunun 3 idari yargı kökenli olan ….., … ve … … arasında konuşularak bir sonuca varılmasının kararlaştırıldığı,Bu görüşmeden sonra ….., ….. ve …..’nin müsteşar …’a giderek “Bunlar 140’dan aşağı inmiyorlar” diye bilgilendirdikleri, …..’in “İdari yargıda da … sicillilerin de seçilmesini istiyorlar” şeklinde söylediği, …’ın da “Anlaşın, önümüzde uzun bir süre var, beni oradaki … yargı mensupları ile uğraştırmayın” şeklinde söylediği, …’nın evinde yapılan toplantıdan sonra arada hakimevinde bazı üyelerle yine görüşmeler olduğu ve seçilmesi muhtemel isimlere ilişkin sayının 180’e kadar düşürüldüğü, bu sayıyı 160’a indirme çabasının olduğu,
HSYK üyesi …’nin evinde ikinci bir toplantı yapıldığı, 180’e kadar inen sayıyı 160’a indirmek ve bu belirleme yapılırken müsteşar …’ın … yargıya seçilmesini istediği bazı isimlerin listeden çizilmesini engellemek ve bu isimlerle ilgili cemaat mensuplarını ikna ederek genel kurulda itiraz etmemelerini sağlamak amacıyla bu toplantıya gittikleri, İlerleyen süreçte cemaatin seçilmesini istediği Yargıtay üyesi sayısının 108’e kadar indirildiği, …’da … yargıdan gelen kurul üyeleri dışındaki diğer üyelerin katılımı ile toplantı düzenlendiği, bu toplantıda cemaat mensuplarının diğer kurul üyeleri tarafından gündeme getirilebilecek isimlerle ilgili olarak hazırlıklı geldikleri, bu isimler gündeme geldiğinde ilgililer hakkında bir sürü olumsuzluk sıralayarak bu isimlerin listeye girmesini engelledikleri, kendi listelerinde bulunan isimlerle ilgili olarak ise parlatma yaptıkları, bu sürecin sonunda belirlenen isimlerin HSYK genel kurulunca … yargı üyeliklerine seçildikleri, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….. ve …..’in beyanları) HSYK üyesi …..’nun …’den çocuğu hasta olan ve tedavi olması gereken … isminde bir hakimi HSYK’ya tetkik hakimi olarak getirmek istediği, cemaatin bu isme güvenmediği için cemaat mensuplarının atamaya karşı çıktıkları, …..’in …..’na destek vermesi üzerine kuruldan 12 oyla geçtiği, cemaat mensuplarının HSYK’da “bunu almayın, birisi oyunu çeksin” diye baskı yaptıkları, adı geçenin kurulda cemaat mensubu olmayan 3-5 tetkik hakiminden birisi olduğu ve halen görevde olduğu, …..’in cemaat mensuplarına “bu çalışacak, bunun çocuğu hasta” diyerek cemaat mensuplarına karşı çıktığı, (Tanık …..’nun beyanı)FETÖ mensubu olan HSYK müfettişi … …’ın …Adliyesinde hakim/savcılar hakkında yürüttüğü bir soruşturmada objektif olamadığı gerekçesiyle genel kurulda çok ağır ifadelerle eleştirdiği, soruşturmayı yürüten müfettişlerin genel kurula gelerek bilgi vermelerini istediği, …..’un ise o müfettişin gönderilmesi gerektiğini, gönderilirse bundan sonraki soruşturmalara katkı sağlayacağını dile getirdiği, ancak genel kurulda çoğunluk sağlanamadığı, (Sanık savunması, tanık …..’ın beyanı)
Müsteşar …’ın sağlık nedenleriyle görevinden ayrılması üzerine cemaatin müsteşar olarak …’i istediği, onun müsteşar olması için çaba sarf ettikleri ve parlatma yaptıkları, ancak siyasi iradenin sanık …..’i 21/11/2011 tarihinde adalet bakanlığı müsteşarlığına atadığı, müsteşar olduktan sonra yasa gereği tayin ve terfi işlemleri ile görevli HSYK 1.Dairesinde görev yapmaya başladığı, hem kurulda hem bakanlıkta cemaatin taleplerine dizgin koyanların başında geldiği, (Tanık …..’nun beyanı)Sanığın müsteşar olduktan sonra cemaate karşı ilk hamlesinin Anayasa Mahkemesi üyeliği seçimi olduğu,2012 yılı ocak ayında Anayasa Mahkemesi’nin Danıştay kökenli üyelik kadrosunun boşalacak olması nedeniyle 2011 yılı Kasım-Aralık ayları itibariyle Danıştay’daki cemaat mensuplarının, Cumhurbaşkanına önerilecek üç ismin de kendilerinden olması, bu şekilde kim atanırsa atansın kendi mensuplarından birinin seçilmesini sağlamak amacıyla kulis çalışmalarına başladıkları, sanık …..’in cemaatin bu hamlesini boşa çıkarmak amacıyla hakimevinde yapı mensubu olmayan Danıştay üyeleri ile bir toplantı yaparak …’ın ismini gündeme getirdiği, bu ismin aday olmasını sağladığı, bunun üzerine cemaat mensuplarının geri adım atmak zorunda kaldıkları, yapılan seçim sonucunda sandıktan Cumhurbaşkanlığına aday olarak önerilecek isimler olarak 2 cemaat mensubu ile …’ın çıktığı, Cumhurbaşkanlığınca 29/01/2012 tarihinde AYM üyeliğine yapı mensubu olmayan …’ın bu şekilde atanmış olduğu, (Sanığın savunması, tanıklar ….., ….. ve …..’in beyanları)07 Şubat 2012 tarihinde FETÖ mensubu savcılar tarafından …’ın ifadeye çağrılması üzerine, sanığın gerek bakanlıkta gerekse HSYK’da gerekse Yargıtay ve Danıştay’da örgüt mensuplarının tespit edilerek etkisizleştirilmeleri amacıyla daha sert bir mücadeleye girdiği, bu kumlarda bulunan FETÖ’cüleri tespit etmeye başladığı, bakanlıkta görevli örgüt mensuplarının bir kısmının sicillerini bozduğu, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….., ….., ….., ….., …..’nun beyanları)2012 yılında sanık …..’in tanık …..’la birlikte oldukları sırada ortak arkadaşları olan Prof.Dr…. …’dan söz açıldığı, tanık …..’ın “… ÖSYM’ye (hakimlik sınavı için) soru hazırlıyordu, artık ondan soru almıyorlarmış” şeklinde söylemesi üzerine sanık …..’in ÖSYM başkanı …’i arayarak … …’dan soru alınmamasının nedenini sorduğu, …’in “… çok para istiyormuş” diye söylemesi üzerine … …’ı 30 yıldan fazla bir süredir tanımaları ve para ile hiç işi olmayan bir karakter olarak tanımaları nedeniyle verilen cevaptan kuşkulandıkları, olayın aslını öğrenmek için … …’ı telefonla arayarak anık …..’in makamına çağırdıkları, … …’a ÖSYM başkanı …’in söylediğini aktardıkları, … …’ın …’in söylediklerini yalanlaması üzerine sanığın olayı araştırmaya başladığı, aynı süreçte parlamentoda bir milletvekilinin 03/07/2012 tarihinde “6 Mayıs 2012’de yapılan Avukatlar İçin Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Yarışma sınavı sonuçlarında kuşkulu durumlar bulunduğu” iddiasını kamuyu gündemine taşıdığı, bunun üzerine Adalet Bakanı ….. ve sanık …..’in konunun ciddiyetle incelenmesi ve mülakatların yapılmış olup sonuçların açıklanması aşamasında bulunması nedeniyle sonucun acilen taraflarına bildirilmesi için ÖSYM başkanlığına yazı yazdıkları, kısa bir süre sonra ÖSYM tarafından “yapılan incelemede herhangi bir aykırılığa rastlanmamıştır” şeklinde cevap gelmesi üzerine Adalet Bakanı …..’in sanık …..’le istişare ederek ÖSYM başkanını bakanlığa davet ettikleri, yapılan görüşmede aynı ofisten sınava giren iki kişinin veya sınava giren eşlerin aynı puanları aldıklarını beyan ettikleri, ÖSYM başkanı …’in “ben bir daha baktırıyım.” diyerek bakanlıktan ayrıldığı, Adalet Bakanı …..’in “personelinize talimat vermeyin, lütfen siz bakın sayın başkan. İddialar ciddi, ciddiyetle bir bakın.” şeklinde söylediği, ÖSYM başkanı gittikten sonra …..’in sınav sorularını hazırlayan isimleri çalışmaya başladığı, daha önce soru veren hocalardan o sınavda soru alınmadığı bilgisine ulaştığı, ÖSYM başkanı …’in gittikten bir kaç gün sonra tekrar randevu isteyerek geldiği ve “maalesef kopya şeyi var, ya da soruların sızdırıldığı izlenimim var, ne yapalım” diye söylediği, yapılan inceleme sonucunda 4 evli çiftin cevap anahtarlarının aynı olduğu, 2011 yılında yapılan sınava giren ve baraj puanı olan 70’in altında puan alam 26 kişinin bu sınavda ilk 50’ye girdikleri gibi sınavda usulsüzlük yapıldığını gösteren çok sayıda tespit yapıldığı, Adalet Bakanı …..’in de “derhal sınav sonuçlarını iptal edin” diye söylediği, ÖSYM’nin 04/09/2012 tarihinde sınavı iptal ettiği, bu karar karşı ilgililer tarafından yasa yoluna gidilmesi ve…2. İdare Mahkemesinin 6 Mayıs 2012’de yapılan Avukatlar İçin Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Yarışma sınavının iptaline dair kararın yürütmesinin durdurulmasına karar vermesi üzerine, Adalet Bakanı …..’in sanık …..’i tekrar çağırarak “bu durdurma kararından sonra biz şunu yapacağız. Biz de mülakatın yenilenmesi kararı vereceğiz. Mülakatı yenileyelim, bu sınavda başarılı olduğu görülen isimler gelsinler, komisyonun önünde mülakatta tekrar o soruları kendileri klasik yöntemle çözsünler bakalım. Biz onları bir daha mülakatta sınav sorularını vicahta çözdürelim onlara. İdare mahkemesi bunu da iptal etsin. Yürütmesini durdursun. Ben bu görevde oldukça bu şekilde bunların buradan geçmesine müsaade etmeyeceğim.” talimatını verdiği, bunun üzerine mülakatın sınavının iptal edilerek yeni bir mülakat tarihi verdikleri, yenilenen mülakata önceden yazılı sınavı kazanan çoğu ismin gelmediği, özellikle soru önergesinde adı geçen kişilerden hiç birisinin gelmediği gibi onların dışında da gelmeyenler olduğu, bu şekilde mülakat sınavının yenilenerek aday adaylarının yeniden soruşturmaları yapılarak sonuçlandırıldığı ve sonuçların ilan edildiği, … Başsavcılığı’nın 05/092012 tarihinde olayla ilgili soruşturma başlattığı, yapılan soruşturma sonucunda çalınan soruları alarak sınava girdikleri tespit edilen sanıklar hakkında…15.Ağır Ceza Mahkemesi’ne “Kamu Kurum ve Kuruluşları Zararına Dolandırıcılık ve Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma” suçlarından kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda adı geçen mahkemenin 11/10/2018 tarih ve 2017/9 E., 2018/224 K. Sayılı ilamı ile mahkumiyet kararı verildiği, kararın bir kısım sanıklar tarafından istinaf edilmesi üzerine…Bölge Adliye Mahkemesi 22.Ceza Dairesi’nin 14/07/2020 tarih ve 2019/1050 E. 2020/698 K. Sayılı ilamı ve yine aynı dairenin 14/07/2020 tarih ve 2020/553 E., 2020/699 K. Sayılı ilamı ile onanmasına karar verildiği, bir kısım sanıkların temyiz yasa yoluna başvurmamaları üzerine hükmün onlar yönünden kesinleştiği, (Sanık savunması, … Bölge Adliye Mahkemesi 22.Ceza Dairesi’nin 14/07/2020 tarih ve 2019/1050 E. 2020/698 K. ve 14/07/2020 tarih ve 2020/553 E., 2020/699 K. Sayılı ilamları, tanık …..’ın beyanı, söz konusu sınava ilişkin iptal kararı) 02/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı yasa ile CMK 250 maddesi ile görevli mahkemeler kapatılarak TMK 10 maddesi ile görevli ağır ceza mahkemelerinin faaliyete geçirildiği, sanığın bu süreçte yeni kurulan TMK 10 Maddesi ile görevli ağır ceza mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi aşamasında, yeni kurulan bu mahkemelere FETÖ mensubu hakim ve savcıların atanmalarını/sızmalarını engellemek amacıyla o tarihte Teftiş Kurulu Başkanvekili olarak görev yapmakta olan … üzerinden çalışma yaptırdığı, yine …’da kurulan TMK 10 maddesi ile görevli ACM’lere yapılacak atamalara ilişkin tanık …..’e isim tespiti yaptırdığı, atamaların büyük kısmının bu tespit edilen bu isimlerden yapıldığı, (Sanık savunması, tanıklar ….., …..’in beyanları)Sanık …..’in müsteşar olarak 1.Daireye geldikten sonra, önceki uygulamaların yanlışlığından bahsetmeye başladığı, … yargıdan gelen üyelerin (5 üye) bazıları ile görüşmeler yaparak “Birlikte hareket edelim” dediği ve bu şekilde hem 1.Dairede hem HSYK’ Genel Kurulu’nda FETÖ’ye karşı çoğunluk sağlayarak örgütün etkisini kırmaya çalıştığı, … yargı üyelerinin “2011 seçimlerinde bize hiçbir kontenjan tanınmadı, yok sayıldık” şeklinde sitemli sözleri üzerine “Bundan sonra ortak karar alacağız, sizlere de kontanjan verilecek, bu gidişat iyi değil” şekkinde söylediği, (sanık savunması, Tanıklar …..’ın beyanları)Sanık …..’in yine … yargıdan gelen üyeler olan ….. ile … ile ve… ile görüşmeler yaptığı, Yargıtay ve Danıştay’da üye sayılarının artırılarak sabit genel kurullar oluşturulması ve daire sayılarının artırılması, bu şekilde cemaatçilerin … mahkemelerde etkinliğinin azaltılmasının sağlanması hususunda görüşmeler yaptığı, … yargıdan gelen üyelere “Birlikte hareket edelim. Yargıtay’ın bu kayan eksenini düzeltmeye çalışalım” dediği, … yargıdan gelen üyelerin “Daha önce de biz hiçbir şey yapamadık. Biz burada etkisiz eleman gibi oturuyoruz” diye söylemeleri üzerine “Sizlere de üye seçiminde söz hakkı verilecek bu yasa çıktığı an. Belirli kontenjanlarınız olacak” diye söylediği, görüşmelerde mutabakata varıldığı, bu görüşme ve çabaların ilerideki Yargıda birlik platformunun ilk adımları olduğu, (Sanık savunması, tanıklar …..’ın beyanları)… yargı üyeleri ile yapılan bu görüşme sonrasında varılan mutabakat uyarınca sanık …..’İn bakanlıkta …, … gibi güvendiği isimlerden ve yine güvendiği 1-2 tetkik hakiminden oluşan özel bir büro kurduğu, hazırladıkları yasa taslağının; Yargıtay ve Danıştay’da başkanlar kurulu oluşturularak yetkilerin tamamen başkanlar kuruluna devri, genel sekreter ve genel sekreter yardımcılarının atanma şartlarını zorlaştırılması, mevcut genel sekreter ve yardımcılarının görevlerinin sonlandırılması, Yargıtay ve Danıştay’a üye olarak seçilebilmek için kürsüde fiilen 20 yıl çalışmış olma şartının getirilmesi gibi düzenlemeleri içerdiği, Tasarı başbakanlığa gönderilmeden dönemin Yargıtay başkanının adalet bakanı ile görüştüğü ve olumsuz cevap aldığı, ertesi günü Yargıtay Başkanı ve Yargıtay Başsavcısının Başbakana giderek yakınmada bulundukları, Başbakan’ın Adalet Bakanı ….. ve müsteşar …..’i çağırdığı, Yargıtay Başkanının “böyle bir yasa çıkarsa biz çalışamaz hale geliriz” dediği, Adalet Bakanı …..’in ise “doğru söylüyor efendim. Ama kanaatimce çalışamazlarsa …’nin daha hayrına olacağını düşünüyoruz” diye cevap verdiği ve “ben mi anlatayım Başkan kendisi ifade eder mi ?” diye söylediğinde Yargıtay Başkanı’nın “Ben anlatayım efendim. evet yanlış bir takım işler oldu, oluyor. Ama ben size söz veriyorum kendim üzerine düşeceğim, bunlara dikkat edeceğim. Böyle bir sıkıntı olmaması için gayret göstereceğim” şeklinde sözler söylediği, nihayetinde Başbakanın “bakın Başkan söz veriyor. Bundan sonra hukuku kanırtan işlere müsaade etmeyeceklerini ifade ediyor” dediği, görüşmenin sona erdiği, daha sonra …..’in Başbakana “efendim bu böyle konuşulsa da böyle işlemeyecek, böyle ilerlemeyecek. Bizim tedbirleri geliştirmemiz lazım.” diye söylediği ve bu tasarıyı 27 Mayıs 2013 tarihinde Adalet Bakanı ….. imzası ile Başbakanlığa sevk edildiği, ancak tasarının Başbakanlıktan Bakanlar Kuruluna sevk edilmediği, daha sonra çıkan bir torba yasa (6494 sayılı yasa) içerisinde bu tasarıda bulunan bazı maddelerin (… yargı üyesi olabilmek için meslekte fiilen çalışmış olma şartı vs.) yasalaştığı, (Tanık …..’in beyanı, sanık savunması) Sanığın Adalet Bakanlığı müsteşarlığına atandıktan ve bakanın ardından atamaya en yetkili amir olduktan sonra bakanlıkta görev yapan FETÖ üyesi birim amirlerini tasfiye etmeye başladığı, 7 Şubat 2012 tarihinde meydana gelen MİT krizinden sonra ilk olarak 23 Ekim 2012 tarihinde Personel Genel Müdürü …..’i görevden alarak yerine …’ün atattığı,
Bu doğrultuda yapılan atamalara bakıldığında;
• Personel Genel Müdürü …..’in görevden alınarak yerine bu yapı mensubu olmayan …’ün,
• Ceza İşleri Genel Müdürü …’ın görevden alınarak yerine bu yapı mensubu olmayan …’nın, onun yardımcılığına ise ise sanık …..’in önerisiyle Sincan (… Batı) Adliyesinden …’nın atandığı,
• Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü …’un görevden alınarak yerine bu yapı mensubu olmayan … …’ın,
• Kanunlar Genel Müdürü …’ın görevden alınarak yerine bu yapı mensubu olmayan …’un, onun emekli olması üzerine yine bu yapı mensubu olmayan …’in, onun yardımcılığına ise …’ün getirildiği,
• Bilgi İşlem Dairesi Başkanı …’ nın görevden alınarak yerine bu yapı mensubu olmayan …’ın, yardımcılığına ise …’ün getirildiği,
• Adli Tıp Kurumu Başkanı …’ rıirı görev süresinin dolması üzerine yeniden atanmayarak verine bu yapı mensubu olmayan …’ ün atanmasını sağladığı,• Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’ne ise …’in getirildiği, (Atama listeleri)
Bu atamalardan … …’ın Adalet Bakanı …..’in önerisi ile atandığı, diğer isimlerin tamamını ise sanık …..’in bulup getirdiği ve önerdiği isimler olduğu, Devlet bürokrasisinde bu yapıya karşı henüz hiç bir personel değişikliği yapılmadığı bir süreçte toplamda 24 kritik noktaya yapılan atamaların sanık …..’in önerisi ile yapıldığı, (Tanık …..’in beyanı)
Sanığın müsteşar olduğu dönemde hu yapıya mensup Kanunlar Genel Müdürü … hakkında “mesleki bilgi ve becerisini kullanırken belirli bir kesimin telkin ve menfaatlerinden daha ziyade ülkenin ve milletin ortak çıkarlarını ve ihtiyaçlarınıgözetme konusunda yeterince hassas olamadığı gözlemlenmiştir” şeklinde Avrupa Birliği Genel Müdürü … hakkında “biriminde çalışan personelin seçiminde ve önerilmesinde yeterince objektif olamadığı anlaşılmıştır” şeklinde, Bilgi İşlem Dairesi Başkanı … hakkında ise ‘nın sicillerine “biriminde çalışan personelin seçiminde UYAP’ın başka kurumlarla entegrasyonu çalışmalarında yeterince objektif olamadığı gerekçesiyle görev yeri değiştirilmiştir.” şeklinde olumsuz siciller vererek sicillerini bozduğu, …’nın idari yargıda açmış olduğu davaya bizzat 8 sayfalık yazılı savunma verdiği ve davanın redle sonuçlandığı, bu davanın redle sonuçlanması üzerine … ve …’ın iptal davası açamadıkları, (Ek-5, EK-5/a: Üç adet sicil,EK-5/b: Sicile karşı açılan davaya karşı yaptığı savunma)2012 yılı Kasım ayında HSYK 1.Dairesi’nde görüşülmekte olan müstemir yetki kararnamesi sırasında dairede görevli FETÖ mensuplarının … Anadolu Adalet Komisyonu Başkanlığı için …’nın atanmasını istedikleri, ….., ….. ve …..’nun buna karşı çıktıkları, Dairede büyük tartışmalar çıktığı, yapılan oylamada Daire üyesi …..’ın FETÖ’cülerle aynı yönde oy kullanması üzerine …’nın HSYK nun 30/11/2012 tarih ve 2891 sayılı kararı ile … Anadolu Adliyesi Komisyon Başkanı yapıldığı, (Sanığın savunması, tanıklar ….. ve …..’ın beyanları)
2013 Nisan ayında HSYK 1.Dairesinde (kurulda ve hakimevinde) yapılan kararname çalışmaları sırasında sanık …..’in FETÖ mensupları olan (2010 Kasım kararnamesi ile atanan) … C.Başsavcısı … … ve … C.Başsavcısı …’ın görevlerinden alınmaları yönünde hazırladığı teklifi daire gündemine sunduğu, büyük tartışmalar çıktığı, infial oluştuğu, …’nin “Sen burada hükûmet ajanısın. Senin böyle bir şeye hakkın yok” şeklinde söylediği …..’un”Arkadaşlar buradaki bütün üyeler anayasa gereğince burada görev yapıyor. Herkesin her tür öneriyi söylemeye hakkı var” diyerek destek olduğu, ….., ….., ….. ve …..’nun adı geçen başsavcıların alınması yönünde oy kullanmaları üzerine dairedeki FETÖ’cü üyeler …, … ve …’nin toplantıyı toplantıyı terk ettikleri, bu nedenle kararnamenin bağlanamadığı ve 1 hafta kadar görüşmelere ara verilmek zorunda kalındığı, daha sonra FETÖ’cü üyelerin karizmayı çizdirmemek için anlaşmak istediklerini beyan ettikleri, daha sonra uzlaşma yolu bulunduğu, 30 Nisan 2013 tarihli kararname ile…Başsavcısı … …’in … Başsavcılığına, … Başsavcısı …’ın ise Manisa C.Başsavcılığına kaydırıldığı, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….., ….. ve …..’ın beyanları) Yine 2013 yaz kararnamesi çalışmaları sırasında sanık …..’in, … Adalet Komisyonu üyesi olan ve adliyeyi fiilen yönettiği, örgüt lehine kadrolaşma ve keyfi görevlendirmeler yaptığı gerekçesiyle … Adli Yargı Adalet Komisyon üyesi …’nın bu görevinden alınması yönünde gündem dışı teklif sunduğu, FETÖ’cü üyelerin karşı çıkmaların karşın ….., ….., ….. ve …..’nun oyları ile adı geçenin görevinden alındığı, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’nun beyanları)Sanık …..’in 2013 yılı Mayıs ayı içerisinde, 2011 yılı öncesinde FETÖ içerisinde bulunan ve söz konusu tarihte adı geçen örgütle bağını koparan, bu nedenle FETÖ’cüler tarafından HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan…Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine atanan tanık …..’in vekaleten Personel Genel Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmesini sağladığı, idari Yargıda hakim olarak göre yapan FETÖ terör örgütü mensuplarını tespit amacıyla bazı idari yargı hakimleri ile ilgili olarak FETÖ’cü olup olmadıkları yönünde ….. ve adı geçen üzerinden idari yargı hakimi K.. A..’den bilgiler aldığı, yine tanık …..’dan da bazı isimlerle ilgili olarak aynı yönde bilgiler topladığı, 2013 yılı adli tatil sonrasında temelleri atılan Yargıda Birlik grubu üzerinden de benzer çalışmalar yürüttüğü, görevden alındığında bu çalışmanın bir örneğini YBP grubuna ve HSYK’daki FETÖCÜ olmayan bazı üyelere verdiği, (Sanık savunması, tanıklar ….., … … ve …..’ın beyanları)Yine sanığın bu süreçte…İdare mahkemelerine atama yapılacağı süreçte tanık …..’i arayarak “Yani şunları şöyle yapalım mı? Böyle yapalım bu nasıldır falan filan” şeklinde bir kaç tane ismin FETÖ’cü olup olmadığını sorduğu ve yine …..’dan da aynı yönde bilgiler topladığı, atamalarda buna göre hareket ettiği, (Sanığın savunmaları, tanıklar ….. ve …..’ın beyanları)
Sanık …..’in yaptığı girişimler sonrasında HSYK 1.Dairesinde ve genel kurulda FETÖ’cülere karşı olan blokla birlikte hareket eden HSYK üyesi …..’nu etkilemek amacıyla FETÖ’cülerin …’ı adı geçene gönderdikleri, “Orada 3 kişi var, ….., ….., …… Bunlar fundamentalist şeriatçıdır. Onlar hırsızdır, uğursuzdur. Diğer arkadaşlar laiklik konusuna daha hassastır. abla bizlerle hareket etmelisiniz” şeklinde benzer sözler söylediği, …..’nun “ben doğru yolunu bilecek yaşta ve kıdemdeyim Yaşar. Bu işlere de karışma.” diyerek tepki göstermesi üzerine ayrılıp gittiği, (Sanık savunması, Tanıklar ….., ….. ve …..’nun beyanları) …..’in Danıştay ve Yargıtay üyeliğine seçilebilmek için meslekte fiilen 20 yıl çalışmış olma koşulunun getirilmesi halinde cemaatçilerin hiç birisinin uzun süre üye olarak seçilemeyeceklerini, 20 yılı dolduranların zaten üye olarak seçildiğini, bunun gerekli olduğunu savunduğu, … yargı üyeleri ile yapılan görüşme sonrasında varılan mutabakat uyarınca sanık …..’in bakanlıkta …, … gibi güvendiği isimlerden ve yine güvendiği 1-2 tetkik hakiminden oluşan özel bir büro kurarak yaptığı çalışma sonucunda hazırlanan ve 27 Mayıs 2013 tarihinde Adalet Bakanı ….. imzası ile Başbakanlığa sevk edilen yasada yer alan “Yargıtay ve Danıştay’a üye olarak seçilebilmek için kürsüde fiilen 20 yıl çalışmış olma şartı”nı 6494 sayılı torba yasa içerisine koydurduğu, bu yasanın 07/07/2013 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, yasanın uygulanmasına ilişkin ilke kararlarının HSYK genel kurulunda görüşüldüğü sırada, …..’in FETÖ mensuplarının genelde genç kuşak arasında yoğunlukta olduğu düşüncesi ile bunların seçilme şansını azaltmak amacıyla 20 yıllık sürenin hesabında avukatlıkta, askerlikte ve stajda geçen sürelerin sayılamayacağı düşüncesini ileri sürdüğü, FETÖ üyesi kurul üyelerinin ise 20 yıllık sürenin hesabında avukatlık, askerlik ve staj süresinin sayılması yönünde çaba gösterdikleri, sert tartışmalar yaşandığı, FETÖ üyesi …’nun “Böyle olur mu? ben HSYK üyesiyim, şimdi diğerlerine nasıl Yargıtay üyesi olamaz diyeyim, HSYK üyesi olunuyor da Yargıtay üyesi olunamıyor” gibi söylemlerle tepki gösterdiği, FETÖ’cü üyelerin daha önce ilan edilen prensiplerin kazanılmış hak olacağı gibi değişik gerekçelerle işi sulandırmaya çalıştıkları, iki genel kurulda sırf bu konunun tartışıldığı, oy çokluğu ile sanık …..’in dediği şekilde genel kurul kararı çıktığı, FETÖ üyesi kurul üyelerinin karar muhalif kaldıkları, (Sanık savunması, tanıklar …’in beyanları)2013 yılı temmuz ayı içinde Danıştay Başkanı … …’nun emekli olması nedeniyle Danıştay başkanlığı seçiminin olduğu, Danıştay’da FETÖ yapılanmasının güçlü olduğu, milliyetçi muhafazakar kesiminde oylarını alabileceğini düşündükleri … beyin seçilmesi halinde kurum içerisinde daha rahat hareket edebileceklerini düşündükleri, sanık …..’in FETÖ’nün bu planını bozmak amacıyla …’ün ismini gündeme getirdiği, Danıştay’da samimi olduğu arkadaşlarıyla görüştüğü, Danıştay’da FETÖ mensuplarından dolayı büyük rahatsızlık ve korku olduğu, üyelerin “biz böyle bu şekilde ortaya çıkarız, fakat buna rağmen paralel yapı etkili olur, istediği ismi seçtirir, sonra da biz burada zorluk yaşarız” şeklinde düşündükleri, sanık …..’in müsteşar olarak devreye girerek “bu arkadaşları hakmevinde bir toplayalım, bunlarla bir görüşelim, devletin arkalarında olduğunu gösterelim” şeklinde söylediği, bu amaçla bir kısım Danıştay üyeleriyle bir kaç toplantı yaptığı, Danıştay’da FETÖ mensubu olmayan ve birlikte hareket edebileceklerini düşündükleri arkadaşlarıyla birlikte … ismi üzerinde mutabakata varılmasını sağladığı, oylamalarda bir süre çoğunluk sağlanamadığı, bunun üzerine sanık …..’in hazırlayıp elinin altında tuttuğu, “Danıştay ve Yargıtay’da başkanlar kurulu oluşturularak yetkilerin tamamen başkanlar kuruluna devri, genel sekreter ve genel sekreter yardımcılarının atanma şartlarını zorlaştırılması, mevcut genel sekreter ve yardımcılarının görevlerinin sonlandırılması” gibi FETÖ’yü etkisizleştirecek yasayı hatırlatarak ‘Bakın bu seçim çıkmazsa bu taslağı sevk ederim Başbakanlığa, eliniz ayağınız bağlanır’ diye tehdit ederek …’ün seçilmesini sağladığı, 18/07/2013 tarihinde …’ün bu şekilde Danıştay Başkanı olduğu, (sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’ın beyanları)2013 yılı içinde FETÖ üyesi olmayan (aralarında …, …, …, …, …, … …, … …, …, …, …, … …, …, …, Danıştay üyelerinden ise …, , …, …, …, …, … …, …, ….., … ve halen…BİM üyeleri ….. ile …’ın bulunduğu) 51 Yargıtay ve 33 Danıştay üyesi ile, adı geçen kurumlarda görev yapan FETÖ’cü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin deşifre edilmesi, FETÖ’cü olmayan üyelerin birbirleri ile tanışarak birlikte hareket etmek suretiyle FETÖ terör örgütü mensuplarının Yargıtay ve Danıştay’ın seçim ve yönetim işlerinde etkinliklerinin kırılması amacıyla…Hakimevinde toplantılar düzenlediği, bu toplantılar sonucunda istişare gruplarının oluşturulmasını sağladığı (Sanığın savunması ve avunma ekinde sunduğu el yazısı ile tuttuğu notlar (Ek -3/a-l: Ana liste, Ek-3/a- 2:Gruplar), tanıklar ….., ….., …..; ….., ….., ….. ve …..’ın beyanları)
Sanık …..’in FETÖ’ye karşı yürüttüğü mücadele kapsamında Yargıtay ve Danıştay’da FETÖ mensuplarının tespitine dönük yürüttüğü çalışmalar sonucu hazırladığı FETÖ’cü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin listelerin birer örneğini MİT müsteşarı …, …, …, Adalet Bakanı ….., o görevden ayrıldıktan sonra da Adalet bakanı olan … ile siyaset dünyasında ve kamu bürokrasisinde etkin üst düzey bazı kamu görevlilerine teslim ettiği, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….., …..’!ın beyanları)Sanığın müsteşarlık görevini yürüttüğü sırada FETÖ’nün etkinliğini kırmak amacıyla Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu ve Adalet Akademisi Kanunlarında yapılması gereken değişiklikleri içeren yasa taslakları hazırladığı, Yargıtay Kanunu ve Danıştay Kanunu’nda yapılması gereken değişiklik önerilerini 2 alternatifli olarak hazırladığı, 1 nci alternatife göre Yargıtay ve Danıştay’ın üye sayılarının artırılarak yeni seçilecek FETÖ’cü olmayan üyelerle FETÖ’nün bu kurumlarda elde ettiği sayısal çoğunluğun etkisiz kılınmasının, 2 nci alternatife göre ise adı geçen … mahkemelerde görev yapan FETÖ’cülerin İstinaf Mahkemelerine gönderilerek FETÖ’nün adı geçen kurumların seçim ve yönetim işlerinde elde ettiği nüfuzun kırılmasının amaçlandığı, taslak ekindeki listelerde örgüt üyelerinin isimlerinin ve toplam sayılarının yer aldığı, bu taslak çalışmalarının daha sonraki Adalet Bakanı döneminde bir takım değişikliklerle meclise sevk edildiği ve yasalaştığı, ((Yasa taslak metinleri, sanık savunması, tanıklar ….’in beyanları)
… İl Jandarma Alay Komutanı … … ve arkadaşları hakkında izne gönderilen bir hükümlünün 24/11/2011-25/11/2011 tarihleri arasında özgürlüğünü kısıtladıkları gerekçesi ile Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Bırakmak suçundan açılan kamu davası üzerine …2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 27/06/2012 tarih ve 2012/88 E., 2012/408 K. Sayılı kararı ile mahkumiyet kararı verildiği, kararın sanık müdafilerince temyizi üzerine dosyanın Yargıtay’a gönderildiği, bu aşamada soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin bir kumpas olduğu yönünde tanıklar ….. ve Adalet Bakanı …..’e gelen şikayetler üzerine, …..’in meseleyi araştırmaları için sanık ….. ve tanık …..’u görevlendirdiği, kararın Yargıtay aşamasında bozulacağı beklenirken Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 21/03/2013 tarih ve 2013/259 E., 2013/3060 K. Sayılı ilamı ile daire başkanının muhalefetine karşılık diğer üyelerin “hükmün onanması” yönündeki görüşleri doğrultusunda mahkumiyet kararının oy çokluğu ile düzeltilerek onanmasına karar verildiği, bunun üzerine Sanık …ve …..’un Yargıtay Başsavcısı … ile görüşerek “Karar Düzeltme” yolun gidilmesi yönünde girişimlerde bulundukları, Yargıtay Başsavcılığı’nın 28/05/2013 tarih ve 14-2012/266638 sayılı itiraznamesi ile karar düzeltme yoluna gitmesi üzerine aynı dairede oluşturulan yeni bir heyetin 13/06/2013 tarih ve 2013/6119 E., 2013/7594 K. Sayılı kararı ile “Yargıtay Başsavcılığının itirazının kabulüne, Dairenin 21/03/2013 tarih ve 2013/259 E., 2013/3060 K. Sayılı kararının CMK’nın 308/2-3 fıkraları uyarınca KALDIRILMASINA” karar verildiği, bu şekilde FETÖ’cü yargı mensuplarının … … ve arkadaşlarına kurdukları kumpasın çökertildiği, sanığın bu kumpasın çökertilmesi sürecinde etkin rol aldığı, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları)
2013 adli tatil öncesinde tanık …..’ın sanık …..’e FETÖ’cülerin özellikle sosyal medya platformları üzerinden genç meslektaşları kafalamak suretiyle 2014 HSYK seçimlerine dönük çalışma yaptıklarını, kendilerini de yargı teşkilatında FETÖ dışına kalan tüm kesimleri kucaklayacak bir çalışma yapmalarının zorunlu olduğunu söylediği, sanık …..’in ise aynı şeyi düşündüğünü söyleyerek “Adli tatil bitsin bu işe başlayacağız” diye cevap verdiği, adli tatil sonrasında Yargıda Birlik Platformunun temelini oluşturacak ilk toplantıları düzenlediği, bu toplantılarda FETÖ üyesi olmayan kim varsa davet edilerek birlikte hareket edilmesi kararının alındığı, tanık …..’ın ise ilk davet dilecek kişi olarak …’nın ismini gündeme getirdiği, ve adı geçenin davet edilme kararının alındığı, yargıda birlik platformunun temellerinin oluşturulduğu bu toplantılara ilerleyen süreçte…Adliyesinden … dışında HSYK’ dan …, …..’in katıldıkları, Bakanlıkta ise …, …, …, …, …, …, … ve …”nın da katıldıkları, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’ın beyanları) Adalet Bakanı …..’in 03 Aralık 2013 tarihinde … grup toplantısında … Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak ilan edildiği, adı geçenin 03 Aralık ile 25 Aralık arasındaki zaman diliminde …’a seçim çalışmaları için gidip geldiği, bu süreçte …..’in …..’e “… beyi Müsteşar Yardımcılığına atamanızı istirham ediyorum” şeklinde söylediği, …..’in “… bey… ben aday gösterildim. Bir kaç gün içerisinde de bakanlıktan ayrılırım, yeni bakan gelir. Bu çok etik dışı bir tasarruf olur. Benim gideceğim kesinleşti. Dolayısıyla gelen bakanınızla bunu konuşursunuz, teklif edersiniz. O uygun görürse bunu atarsınız.” şeklinde cevap verdiği, sanık …..’in ise “Efendim kimin geleceğini bilmiyoruz, geldiğinde derdimizi anlatır mıyız, anlatamaz mıyız bilmiyorum. Ama 2014’te yapılacak HSYK seçimleri yargı için hayat memat meselesidir ve bu yapıya karşı bizim netice alabilmemiz için merkezde bu işlerle uğraşabilecek, mücadele edecek insanlara ihyiyacımız var. …bey de teşkilatı tanıyan birisidir ve güvenilir bir personeldir. Çok ihtiyacımız var buna. Lütfen beni kırmayın.” şeklinde söyleyerek ısrarcı olduğu, bunun üzerine …’nın 2013 yılı aralık ayı içinde bakan oluruyla müsteşar yardımcılığına atandığı, sanık ….. görevden alındıktan sonra Yargıda Birlik Platformu çalışmalarının başkanlığını …’nın yaptığı, adı geçenin FETÖ’ye karşı yürütülen Yargıda Birlik çalışmalarında ve 2014 HSYK seçimlerinin kazanılmasında önemli bir rol oynadığı, (Sanık savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları)
Sanığın adli yargı taşra teşkilatında görev yapan FETÖ üyelerinin tespiti amacıyla Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından “uygulamada disiplin soruşturmalarının yürütülmesinde ve disiplin kurullarına intikal ettirilen dosyalar ile komisyon atamalı personel işlemlerinde ciddi eksiklikler bulunduğu” gerekçesiyle Teftiş Kurulu Başkanlığı, Personel Genel Müdürlüğü, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü ve Eğitim Dairesi Başkanlığı yöneticileri, hakimleri ve görevlendirilen personelin katılımı ile 19-21 Şubat 2014 tarihleri arasında …, 05-07 Mart 2014 tarihleri arasında …, 19-21 Mart 2014 tarihleri arasında …, 02-04 Nisan 2014 tarihleri arasında …, 16-18 Nisan 2014 tarihleri arasında …, 07-09 Mayıs 2014 tarihleri arasında …, 21-23 Mayıs 2014 tarihleri arasında …, 28-30 Mayıs 2014 tarihleri arasında Trabzon, 04-06 Haziran 2014 tarihleri arasında …, 11-13 Haziran 2014 tarihleri arasında …, 18-20 Haziran 2014 tarihleri arasında …, ve 25-27 Haziran 2014 tarihleri arasında…illerinde “Disiplin ve Komisyon İşlemleri” adıyla toplantılar planladığı, 16/12/2013 tarihli müsteşarlık “OLUR'”u ile HSYK’ya gönderdiği, yapılacak bu toplantılara bakanlık adına katılacak güvenilir birim amirleri üzerinden o bölgelerde görev yapan ve örgüt üyesi olmayan meslektaşlarla temas kurularak paralel yapı mensuplarının tespitinin amaçlandığı, sanığın 31/12/2013 tarihinde görevden ayrılmasından sonra HSYK Genel Sekreterliği’nin 17/01/2014 tarihli yazısı ile bu talebin uygun bulunarak teşkilata duyurulduğu, söz konusu toplantıların Adalet Bakanı … döneminde belirtilen takvime uygun olarak icra edildiği, (HSYK yazısı, sanık savunması, tanık …..’ın beyanı)
17 Aralık 2013 tarihinde … Adliyesinde ve … Emniyet Müdürlüğü’nde görev yapan örgüt üyesi C. Savcıları ve emniyet mensuplarının, Cumhuriyet Başsavcısından gizli olarak yürüttükleri 3 ayrı soruşturma dosyası üzerinden “yolsuzluk soruşturması” kılıfı altında seçilmiş meşru hükumeti devirmek amacıyla yine dönemin Cumhuriyet Başsavcısından habersiz olarak operasyon yaptıkları,
17 Aralık 2013 tarihi itibariyle … ilinde seçim çalışmalarında bulunan Adalet Bakanı …..’in …’ya döndüğü,
Operasyonun aslında bir yargı darbesi olduğunu anlayan siyasi iradenin örgüt mensubu bazı polis müdürlerini görevlerinden aldığı, 21. Aralık 2013 tarihinde İçişleri Bakanı … ve Adalet Bakanı …..’in imzası ile “gizli soruşturmalarda savcıların başsavcıları, adli kolluğun ise mülki idare amirini bilgilendirmesi” zorunluluğunun getirtildiği,Bu değişiklikten 1-2 gün kadar sonra …..’un Adalet Bakanı …..’i arayarak “Sayın bakanım.. bu adli kolluk yönetmeliğiyle ilgili değişiklikten dolayı taşradan da merkez yargı teşkilatlarından da tepki geliyor. Yargı bağımsızlığını ihlal eden kolluk güçlerinin mülki idari amirlere yargısal süreçlerle ilgili bilgi verme zorunluluğu getiren düzenlemeler Anayasaya da aykırıdır zannımca. Buna ilişkin çok rahatsızlık var. Bir açıklama yapsak yargı teşkilatının bu serzenişini bir miktar karşılamak istiyoruz” dediği, …..’in ise “varsa bir hazırlığınız benimle paylaşın” diye söylediği, …..’un daha sonra Adalet Bakanı …..’e mail üzerinden bir metin gönderdiği, …..’in metni okuduktan sonra adı geçeni arayarak kendisine “bu geçmiş dönem HSYK’ların yaptığı açıklamadan daha ağır bir açıklama. Benim böyle bir açıklamaya muvafakatim yoktur.” şeklinde söylediği, Ertesi günü bakanlıkta Adalet Bakanı …..’in, müsteşar ….., ….. ve …..’la toplantı yaptıklarını, …..’un burada “efendim siz buna izin vermezseniz genel kurul toplantısında üyeler önerge şeklinde getirip bunun oylanmasını isteyebilirler” diye söylediği, …..’in de “Ha onlar bu yola tevessül ederlerse biz de cevabını veririz.” dediği, sanık …..’in ise böyle bir bildirinin yayımlanmasına karşı çıktığı, Adalet Bakanı …..’in …..’e dönerek “… bey böyle bir şey gerçekleşir ise çok güçlü bir muhalefet şerhini şimdiden çalışmaya başlayın. Ama hemen ayaküstü 2 satır bir muhalefet şerhi olmasın. Doktrinden de görüşleri alın, daha geniş bir çalışma ile esaslı bir muhalefet şerhi hazırlarsınız, şayet böyle bir şey gelir ise.” şeklinde talimat verdiği, 25 Aralık 2013 Çarşamba günü Adalet Bakanı …..’in … Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterilmesi nedeniyle görevinden ayrılması dolayısıyla HSYK’ya veda ziyaretine geldiği, veda konuşması yaptıktan sonra vedalaşarak kuruldan ayrıldığı, …..’ kuruldan ayrıldıktan sonra kurul üyelerinin genel kurul toplantısına geçtikleri, genel kurul gündemindeki maddeler tümüyle görüşüldükten sonra toplantı bitiminde …..’un “Adli Kolluk Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle ilgili bir bildiri hazırladıklarını” beyan ederek son dakikada bildiriyi genel kurul gündemine taşıdığı, bu bildiriyi neden yazdırdığını anlatarak okuduğu, …..’in söz alarak bildiri aleyhine sert ve çok anlamlı bir konuşma yaptığı, ….., …, ….. ve …..’in de genel kurulun böyle bir yetkisi olmadığı yönünde konuşmalar yaptıkları, 1.Daire üyesi … …’nun da elinde bir yazıyı sallayarak “savcının emri dinlenmiyor, nasıl oluyor, işte savcı emretmiş, emniyet getirmemiş.” şeklinde bildiri lehine bir konuşma yaptığı, …..’in “Ben bunu tek başıma bile olsa açıklayacağım.” şeklinde söylediği, ardından …..’in yeniden söz alarak bildiri aleyhine yeni bir konuşma yaptığı ve “2010 öncesinde de yargı üzerinden bu ülkede vesayet kurmaya çalışanlar vardı. Onları hep birlikte tarihe gömdük. Sizi de tarihe gömeceğiz” şeklinde bir konuştuğu, yapılan oylama sonucu ….., ….., …, ve …..’ın muhalefetine karşılık oy çokluğu ile bildirinin yayımlanması yönünde karar çıktığı, muhalif kalan üyelerin muhalefet şerhlerini yazdıktan sonra bildirinin yayımlanması yönünde karar verildiği, bu şekilde bildirinin Adalet Bakanı …..’in görevden ayrıldığı, yeni bakan …’ın ise henüz görevine başladığı kritik bir süreçte fırsattan istifade ile genel kurul gündemin getirilerek FETÖ operasyonuna lojistik destek sağlandığı, (Sanık savunması, tanıklar ….., ….., ….., ….., ….., ….., ….. ve …’nun beyanları)25 Aralık 2013 günü HSYK’da bu gelişmeler olurken aynı gün sabah saatlerinde … Cumhuriyet Savcısı …’ın 2012/656 sayılı soruşturma dosyası üzerinden nöbetçi hakimlikten almış olduğu arama ve el koyma kararları ile gözaltına alma kararlarını … İl Emniyet Müdürlüğü’ne göndererek hükumeti devirme operasyonunun 2. Ayağını başlattığı, adliye önünde dağıttığı bildiriye göre gözaltı kararlarının yerine getirilmemesi üzerine aynı gece saat 19:00 sularında operasyonda görev alacak şube müdürleri ile adliye binasında toplantı yaparak söz konusu kararların yerine getirilmesini istediği,Sanık …..’in 26 Aralık 2013 gecesi sabaha karşı saat 04:00 sularında kurul üyesi …..’i arayarak “…’da devlete karşı bir operasyon olduğundan bahisle” …’a gitmesini ve başsavcıvekili …ile görüşmesini istediği, …..’in aynı gün sabah saat 06:30 da …’a giderek … Başsavcısı … ve Başsavcıvekili… …’la görüştüğü, “bu soruşturmanın bir yolsuzluk soruşturması olmadığını, bir FETÖ operasyonu olduğunu” söylediğini, …..’in aynı gün …’ya döndüğü,… Başsavcısı … ve… …’ın ilgili soruşturma dosyasını …’ın elinden aldıkları, …’ın aynı gün saat 16:00 sularında … Adliyesi’nin önünde basın açıklaması dağıttığı, …’ın basın açıklaması dağıttığı sırada HSYK bildirisinin yayımlandığı ve aynı anda haber olduğu, televizyonların bu iki haberi peşpeşe verdikleri, bu olay üzerine …. HSYK’daki müsteşarlık odasına çıktıkları, …..’in … Başsavcısı …’yı arayarak “Çık başsavcım sende bir açıklama yap buna karşı. Bu dosyayı …’ın elinden neden aldığını, soruşturmanın senden gizli yürütüldüğünü kamuoyuna açıkla, makul bir gerekçen var. Yani bunu çık söyle kamuoyu ikna olsun” diye söylediği, ardından …..’un telefonu alarak … ile görüştüğü, bir basın açıklaması yapmasını, kendisinin basını arayacağını söylediği, bu görüşmelerin ardından …’nın basın açıklaması yaptığı, (Sanık savunması, tanıklar …’nin beyanları)
Sanık …..’in 31/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığı müsteşarlığı görevinden alındığı, bunun üzerine kuruldaki FETÖ mensuplarının “bizi tarihe gömecekti, kendi gömüldü gitti” şeklinde konuştukları,
2014 yılında yapılan HSYK seçimleri öncesinde hakim/savcılara hitaben hazırladığı ve paralel yapı ile mücadele açısından HSYK seçimlerinde Yargıda Birlik platformunun desteklenmesinin taşıdığı önemi vurguladığı beş sayfalık metni adalet.org sitesinde hakim …’e ait hesap üzerinden yayımladığı, (Savunmanın ekinde Ek-9)Sanığın örgütle aktif mücadele yürüttüğü dönemde yargıdaki FETÖ mensuplarının tespitine dair yaptığı çalışmalar sonucu, tespit ettiği örgüt mensuplarına ilişkin bilgileri yargılama makamları ile paylaştığı, bu kapsamda dairemizin 2017/13 E., 2017/14 E., 2017/15 E., 2017/16 E.,2017/17 E., 2017/18 E., 2017/19 E.,2017/20 E., 2017/21 E., 2017/22 E., 2017/23 E., 2017/24 E., 2017/25 E., 2017/26 E., 2017/27 E., 2017/28 E., 2017/29 E., 2017/30 E.,2017/31 E., 2017/32 E., 2017/33 E., 2017/34 E.,2017/35 E., 2017/36 E., 2017/37 E., 2017/41 E., 2017/43 E., 2017/44 E., 2017/45 E., 2017/46 E., 2017/47 E., 2017/48 E., 2017/49 E., 2017/50 E., 2017/51 E., 2017/52 E., 2017/53 E., 2017/56 E., 2017/57 E., 2017/58 E., 2017/59 E., 2017/60 E., 2017/62 E., 2017/63 E., 2017/64 E., 2017/65 E., 2017/66 E., 2017/67 E., 2017/68 E.,2017/69 E., 2017/70 E., 2017/71 E., 2017/72 E., 2017/73 E., 2017/74 E., 2017/75 E., 2017/76 E., 2017/77 E., 2017/78 E., 2017/79 E., 2017/80 E., 2017/81 E., 2017/82 E.,2017/83 E., 2017/84 E., 2017/85 E., 2017/86 E., 2017/87 E., 2017/88 E., 2017/89 E., 2017/90 E., 2017/91 E., 2017/92 E., 2017/93 E., 2017/94 E., 2017/95 E., 2017/96 E., 2017/97 E., 2017/98 E., 2017/99 E., 2017/100 E., 2017/101 E., 2017/102 E., 2017/103 E., 2017/104 E., 2017/105 E., 2017/106 E., 2017/107 E., 2017/108 E., 2017/109 E., 2017/110 E., 2017/111 E., 2017/112 E., 2017/113 E., 2017/114 E., 2017/115 E., 2017/116 E., 2017/117 E., 2017/118 E., 2017/119 E., 2017/120 E., 2017/121 E., 2017/122 E., 2017/123 E., 2017/124 E., 2017/125 E., 2018/2 E., 2018/3 E., 2018/4 E., 2018/5 E., 2018/6 E., 2018/7 E., 2018/8 E., 2018/9 E., 2018/10 E., 2018/11 E., 2018/12 E., 2018/13 E., 2018/14 E., 2018/15 E., 2018/16 E., 2018/17 E., 2018/18 E., 2018/19 E., 2018/20 E., 2018/21 E., 2018/22 E.,2018/25 E., 2018/26 E., 2018/27 E., 2018/28 E., 2018/29 E., 2018/30 E., 2018/33 E., 2018/34 E., 2018/35 E., 2018/36 E., 2018/37 E., 2018/38 E., 2018/39 E., 2018/41 E., 2018/42 E., 2018/50 E., 2018/54 E., 2018/58 E., 2018/60 E., 2018/63 E., 2018/64 E., 2018/65 E., 2018/66 E., 2018/69 E., 2018/71 E., 2018/72 E., 2018/74 E., 2018/75 E., 2018/76 E., 2019/1 E., 2019/2 E., 2019/3 E., 2019/5 E., 2019/19 E., 2020/1 E., 2020/4 E., 2020/24 E., … 15.ACM’nin 2020/90 E., … 11. ACM’nin 2017/370 E., … 28.ACM’nin 2018/323 E., … 3.ACM’nin 2017/442 E., … 35.ACM’nin 2017/87 E., ve … 14.ACM’nin 2017/390 E. Sayılı dosyalarında tanık olarak beyanda bulunduğu anlaşılmış, mahkememizce de oluş bu şekilde kabul edilmiştir.
C-MAHKEMEMİZCE YERİNDE GÖRÜLMEYEN BİR KISIM İDDİALARA İLİŞKİN HUSUSLAR
1-Örgüt Lehine Yasa Çalışma Faaliyetleri İddiası
İddianamede “örgüt lehine yasa çalışma faaliyeti” başlığı altında “Sanığın 2002 yılında terör örgütleri ile mücadele kapsamında silahsız terör örgütü düzenlemesini içeren tasarının yasalaşmaması için Kanunlar Genel Müdürlüğü’nde görev yapan ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü şüphelileri …, … …, … …, ….., ….. ile birlikte aynı amaç etrafında faaliyet yürüttüğü, bu kapsamda; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme, cebir ve şiddet yöntemlerinden biriyle girişilecek her türlü eylem terör olarak tanımlanırken, 15.07.2003 tarih, 4928 sayılı yasa değişikliği sonrasında; “cebir ve şiddet kullanmak” yöntemlerden sadece biri olmaktan çıkartılarak ön şart haline getirilmiş, her türlü eylem ibaresi de suç teşkil eden eylemlerde bulunmak olarak düzenlenmiştir. Değişiklik öncesi iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesi yeterli görülürken, değişiklik sonrası suç işlemek amacıyla birleşmek kıstasları getirilerek suçun unsurlarının oluşması zorlaştırılıp, örgüt lideri Fetullah Gülen’in beraatine giden yolun adeta taşlarının örüldüğü” denilmek suretiyle,
a) Sanığın “silahsız terör örgütü” düzenlemesini içeren tasarının yasalaşmaması için adları geçenlerle birlikte aynı amaç etrafında faaliyet yürütmesi,b) 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesindeki; “baskı, korkutma, yıldırma, sindirme, cebir ve şiddet yöntemlerinden biriyle girişilecek her türlü eylem” terör olarak tanımlanırken, 15.07.2003 tarih, 4928 sayılı yasa değişikliğiyle “cebir ve şiddet kullanmak” yöntemlerden sadece biri olmaktan çıkartılarak ön şart haline getirilmesi ve “her türlü eylem” ibaresinin de “suç teşkil eden eylemlerde bulunmak” olarak düzenlenmesi, bu şekilde değişiklik öncesi “iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesi” yeterli iken değişiklikle “suç işlemek amacıyla birleşmek” kıstasları getirilerek suçun unsurlarının oluşmasının zorlaştırılması “örgüt lehine yapılan yasa çalışmaları” olarak, diğer bir ifade ile örgütsel faaliyet olarak tanımlanmakta, bu şekilde FETÖ lideri Fetullah GÜLEN’in beraatinin sağlandığı ileri sürülmektedir.İddia makamı, aynı iddiaya esas hakkındaki mütalaada da yer vermiştir.
İddianamede “silahsız terör örgütü” düzenlemesini içeren tasarının yasalaşmaması için faaliyet yürüttüğü” denilmek suretiyle sanığa doğrudan isnat yöneltilirken, 3713 sayılı Yasada 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğe ilişkin olarak sanığa herhangi bir somut isnat yöneltilmediği halde, bu hususta isnadın kime yöneltildiği açıkça gösterilmeksizin bir yasama faaliyeti örgütsel faaliyet olarak tanımlanmıştır.
a) Sanığa yöneltilen “silahsız terör örgütü” düzenlemesini içeren tasarının yasalaşmaması için faaliyet yürütmek isnadına ilişkin olarak;
Halen hayatta olan sanıkları hakkında “… Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak” suçundan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 147. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilen Batı Çalışma Grubu adlı 28 Şubat cuntasının, …’deki dini faaliyetler yürüten sivil toplum kuruluşlarını, vakıfları, dernekleri, cemaatleri terör örgütü kapsamına almak amacıyla siyasi iradeye dayattığı “Silahsız terör örgütü” düzenlemesini içeren yasa taslağının sayın …’in başbakanlığındaki 57. … Cumhuriyeti hükumeti döneminde TBMM’ye sevk edildiği, ancak 31 Temmuz 2002 tarihinde erken seçim kararı alınması üzerine yasama dönemi içerisinde yasalaşamadığından kadük kaldığı ve Adalet Bakanlığı’na iade edildiği,
18 Kasım 2002’de kurulan 58…. Cumhuriyeti Hükumeti döneminde Adalet Bakanı olan …’in aynı tasarıyı yeniden Başbakanlığa sevk etmesi üzerine oluşan yoğun kamuoyu tepkisi üzerine tasarının yeniden Adalet Bakanlığı’na iade edildiği, tasarının -aşağıda ayrıntısına yer verildiği üzere- Avrupa Birliği “Kopenhag Siyasi Kriterleri”nde benimsenen standartlar dikkate alınarak yeniden düzenlendiği ve başbakanlığa sevk edilerek 15/07/2003 tarihinde 4928 yasa numarası ile yasalaştığı anlaşılmaktadır.
1996-2004 yılları arasında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü terfi bürosunda tetkik hakim olarak görev yapan, Adalet Bakanlığı’nın yasa çalışmaları ile doğrudan ilgili birim olan Kanunlar Genel Müdürlüğü’nün faaliyet alanı ile herhangi bir ilgisi olmayan, Bakanlık yargı bürokrasisinde de en altta yer alan sanığın, söz konusu tasarının yasalaşmaması konusunda etkin bir çalışma yürüterek sonuç elde edebileceğini kabul etmek hukuk kurallarından öte mantık kurallarına aykırılık oluşturacaktır.
Kaldı ki bir cunta rejimi tarafından siyasi iradeye dayatılan, sanal güvenlik söylemleri üzerinden tüm toplumu sindirme amacı amacı taşıyan, Anayasa ile teminat altına alınmış olan “Din ve Vicdan Hürriyeti (md.24)”, “Düşünce ve Kanaat Hürriyeti (md.25)”, “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti (md.26), “Toplantı hak ve Hürriyetleri (md.33, 34) gibi temel hak ve özgürlükleri, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir şekilde ve hakkın özünü ortadan kaldıracak düzeyde kısıtlama amacı taşıyan bir yasa tasarısına karşı, herkesin bireysel veya örgütlü toplum üniteleri üzerinden düşünce ve kanaatini açıklaması, bu kanaatini yayması anayasal teminat altına alınmış haklardandır.
Sanık hakkında somut hiçbir veriye dayanmayan, yaşı, mesleki deneyimi, görev tanımı, kamu bürokrasisindeki konumu ile uyumlu olmayan bu isnadın temel nedeninin, aslında sanığa hiç isnat yöneltilmeyen 3713 sayılı Yasanın 1. maddesindeki “terör” tanımında 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin, örgütün yasama faaliyeti olarak tanımlanmasında yattığı anlaşılmaktadır.b) 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. Maddesinde 4928 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle “cebir ve şiddet kullanmak” unsurunun ön şart haline getirilerek FETÖ lideri Fetullah GÜLEN’in beraatine giden yolun açıldığı yönündeki iddiaya ilişkin olarak;Avrupa Birliğinin 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan toplantısı ile …’nin Avrupa Birliği adaylığı sürecinde yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin başında, kamuoyunda “Kopenhag Kriterleri” olarak tanımlanan siyasi kriterler doğrultusunda kendi iç hukukunda gerekli kanunî düzenlemeleri yapma yükümlüğü altına girdiği Bu bağlamda, aday ülkeler yönünden ayrı bir şekilde düzenlenen ve her aday ülkenin yerine getirmesi gereken değişikliklerin yer aldığı ve Ülkemizle ilgili olarak 4 Aralık 2000 tarihinde onaylanan “… 2003 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi”nin “Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog ve Siyasî Kriterler” bölümünde;”- Basın özgürlüğü de dahil olmak üzere, anlatım özgürlüğü ile ilgili reformların sürdürülmesi ve uygulanması; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (10, 17 ve 18. maddeler) doğrultusunda hukuksal kısıtlamaların kaldırılması,- Şiddet içermeyen görüş açıklamaktan sanık ya da mahkûm olanların durumlarının çözüme kavuşturulması; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gereğince yeniden yargılanma hakkına ilişkin kuralların uygulanması,- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9. maddesi doğrultusunda tüm bireylerin ve dini toplulukların düşünce, din ve vicdan özgürlüklerini kullanmaları ile ilgili kuralların uyumlaştırılması ve uygulanması; Avrupa Birliği üyesi ülkelerin uygulamaları doğrultusunda, bu toplulukların etkinlik gösterebilmeleri için gerekli koşullar oluşturulması,”
… için belirlenen öncelikler arasında sayıldığı, bu nedenle aday ülkelerin iç hukuklarında gerekli değişikliklerin yapılması gerektiğinin ifade edildiği,
Ülkemiz yönünden, katılım ortaklığı belgesinde yer verilen konuların hukukumuzda ne şekilde düzenlenebileceğini öngören 19 Mart 2001 tarihli ve 2001/2129 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin … Ulusal Programı”nda da, Kopenhag Siyasî Kriterlerine uyum sağlama bakımından bu düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin ilke olarak benimsendiği,
Bu bağlamda, 03/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı … Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunla, başta temel hak ve hürriyetler olmak üzere, Anayasanın birçok maddesinde değişiklik yapılarak, demokratikleşme ile temel hak ve hürriyetlerin Avrupa Birliği ülkelerinin mevzuatına paralellik sağlanması bakımından önemli bir adım atıldığı, bunun sonucu olarak bu değişikliklerin çeşitli kanunlar boyutunda gerçekleştirilmesi zorunluluğunun da ortaya çıktığı,
Bu doğrultuda başta 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere hem Anayasada yapılan değişikliklere uyum sağlanması, hem de “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin … Ulusal Programı” çerçevesinde yapılması gerekli değişikliklerin gerekli hale geldiği,
Bu amaçla hazırlanan 4903 sayılı Yasanın 19 maddesi ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun Propaganda suçunu düzenleyen 8. maddesinin yürürlükten kaldırılmasının öngörüldüğü,
4903 sayılı Yasanın 19.maddesinin gerekçesinde “Batı ülkelerine bakıldığında, propaganda suçları terör eylemi kapsamında değerlendirilmemektedir. Zira terör, siyasî şiddetten ibarettir. İçinde fiilen şiddeti barındırmayan eylemler, terör eylemini oluşturmazlar.” değerlendirilmesine yer verildiği,TBMM’de yapılan görüşmeler sırasında hem Avrupa Konseyince kabul edilen “… 2003 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi”nin “Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog ve Siyasî Kriterler” bölümünde hem de AB üyesi ülkelerin iç hukuklarında “içinde şiddet barındırmayan eylemlerin terör eylemi sayılamayacağı” yönündeki muhtelif düzenlemeler dikkate alınarak 4903 sayılı yasanın 20. maddesinde “12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin kenar başlığı “Terör ve örgüt tanımı” şeklinde, birinci ve ikinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.”Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.
İki veya daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla birleşmesi halinde bu Kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır.” düzenlemesine yer verilerek AB müktesebatına uygun şekilde “cebir ve şiddet” unsurunun terör suçunun ön şartı haline getirildiği,
Yasanın 19/06/2003 tarihinde 4903 kanun numarası ile yasalaştığı, Yasanın 30/06/2003 tarihinde Cumhurbaşkanı … … tarafından “3713 sayılı yasanın Propaganda suçunu düzenleyen 8. maddesinin yürürlükten kaldırılmasının; bu suçun “terör yöntemlerine başvurmayı özendirecek” biçimde işlenmesi durumunda da eylemlerin cezasız kalması sonucunu doğuracağı, Terörle Mücadele Yasasının 8. maddesinin kimi daraltıcı koşullar konularak korunmasının Avrupa Birliğine karşı yükümlülüğümüzle bağdaşacağı” gerekçesiyle iade edildiği, daha sonra aynı yasal düzenlemenin 4928 sayılı Yasa olarak 15/07/2003 tarihinde yasalaştığı anlaşılmaktadır.Kısacası;3713 sayılı yasanın 1. maddesinde 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle “cebir ve şiddet” unsurunun suçun ön şartı haline getirilmesinin; Avrupa Birliği “Kopenhag Siyasi Kriterleri” doğrultusunda Avrupa Birliği Konseyince kabul edilen ve 4 Aralık 2000 tarihinde onaylanan “… 2003 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi”nin, “Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog ve Siyasî Kriterler” bölümünde yer alan ilkeler ve 19 Mart 2001 tarihli ve 2001/2129 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin … Ulusal Programı” doğrultusunda ve uluslararası yükümlülükler gereği yapılan bir düzenleme olduğu,Söz konusu yasal değişikliğin yapılmasının sanık …..’le ilgisi olmadığı gibi o tarihler itibariyle kriminal amaçlar taşıdığı bilinmeyen ve henüz bir suç organizasyona dönüşmemiş FETÖ terör örgütü ve elebaşı Fetullah GÜLEN’le de herhangi bir ilgisinin bulunmadığı,Yine sayın …’in Başbakanlığındaki 57. … Cumhuriyeti Hükumeti döneminde kabul edilen “Kopenhag Siyasi Kriterleri”, Avrupa Birliği Konseyi”… 2003 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi”nin “Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog ve Siyasî Kriterler” bölümünde yer alan ilkeler ve 19 Mart 2001 tarihli ve 2001/2129 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilen “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin … Ulusal Programı” doğrultusunda yapılan bir yasal düzenleme nedeniyle, 28 şubat cuntasının topluma bir tehdit unsuru olarak doğrulttuğu “Silahsız Terör Örgütü” taslağı ile sanık …..’in omzundan “3713 sayılı yasanın 1. Maddesinde 4928 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin terör örgütü lideri Fetullah GÜLEN’i kurtarma amacına dönük olduğu” tezi ile sayın … …’ın Başbakanlığındaki 59…. Cumhuriyeti Hükumeti’ne ve tasarıyı yasalaştıran milli egemenliğin yegane temsilcisi TBMM’ye ateş etmenin en başta “kuvvetler ayrılığı” ilkesi olmak üzere “hukuk devleti “prensibi ile uyuşan bir yanı bulunmamaktadır. Böyle bir yaklaşım, 07 Şubat 2012 tarihinden sonra aşama aşama bir terör örgütü olduğu ortaya çıkan FETÖ üzerinden geçmişe gönderme yaparak ilgililerin cezai sorumluluğuna referans üretme çabasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Kaldı ki Anayasa’nın 148. maddesinde “kanunların anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetleme görevinin münhasıran Anayasa Mahkemesine ait olduğu”nun vurgulandığı, münhasıran Anayasa Mahkemesine ait olan bir yetkinin başka yargı organlarınca kullanılmasının, yine Anayasasının 6. maddesinin 1 nci fıkrasında yer alan ” Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Milletindir” hükmü ve yine aynı maddenin 3 ncü fıkrasındaki “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” hükmüne aykırılık teşkil edeceği de kuşkusuzdur.2-2010 Anayasa Değişikliğine İlişkin İddialar
İddianamede “Şüpheli …..’in 2010 yılı HSYK seçimleri öncesinde Anayasa taslağı hazırladığı, aday belirleme ve tüm organizasyonlarda belirleyici şekilde yer aldığı”, “2010 HSYK seçimlerinin demokratik her adayın serbestçe yarıştığı bir seçim olduğu düşünülürken, tablonun bu anlayışın çok ötesinde örgütlü bir organizasyona dönüştürüldüğü”, “2010 yılında yapılan referandum sırasında Fetullah GÜLEN’in ‘mümkün olsa mezardaki ölüleri bile kaldırıp oy verdireceği’ne ilişkin talimatları doğrultusunda şüphelinin bu süreçte aktif olarak faaliyet yürüttüğü” denilmek suretiyle 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği çalışmalarına katılmak, sonrasında aday belirleme başta olmak üzere tüm organizasyonlarda yer almak FETÖ terör örgütü faaliyeti olarak değerlendirilmekte, Anayasa değişikliğinin FETÖ liderinin talimatı ile yapıldığı ileri sürülmektedir.
2010 Anayasa değişikliğine ilişkin süreç kısaca incelendiğinde;
2009 yılında siyasal iktidar tarafından siyaset üzerindeki yargı vesayetinin sonlandırılması amacıyla başta HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi olmak üzere yeni bir Anayasa değişikliği hazırlık çalışmalarını yapmak üzere Adalet Bakanlığı’na verilen görev üzerine, Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından hazırlanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi” nin 2009 yılında … Cumhuriyeti hükumeti tarafından kabul edildiği, Yargı Reformu Strateji Belgesinde belirlenen hedefler çerçevesinde 2010 yılında Anayasa değişiklik paketi hazırlamak üzere Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü ve Strateji Geliştirme Başkanlığı Koordinesinde Adalet Bakanının görevlendirmesi ile bir komisyon oluşturulduğu, sanık …..’in de bu komisyonda görevlendirildiği, komisyonda yapılan çalışmalar sırasında sanık …..’in HSYK’da çoğulcu bir yapı oluşması için “tek oy” ilkesinin zorunlulu olduğunu ısrarla savunduğu, “tek oy” ilkesi esas alınarak bu şekilde hazırlanan Anayasa değişiklik taslağının TBMM’ye sevk edildiği ve yasalaştığı, Meclisin kabul ettiği Anayasa değişikliği metnindeki “tek oy” düzenlemesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi üzerine, yapılacak bir HSYK seçiminde yargı teşkilatı içindeki örgütlü yapılara HSYK’da ezici bir çoğunluk elde etme olanağının doğduğu, o tarih itibariyle yargı teşkilatında görünürde tek örgütlü yapı olan ve hükumetin mücadele ettiği vesayetçi anlayışı temsil eden …’ın seçimleri alma ihtimalinin belirdiği, bunun da Bakanlıkta ve siyasi iradede “Anayasa değişikliğinin heba olacağı” endişesini doğurduğu, …’ın, … ve … gibi isimlerin başını çektiği ülkücü grupla iş birliğine giderek geniş bir yelpazeye hitap etmesi üzerine, dönemin Adalet Bakanı ….. ve Müsteşar … tarafından birim amirleri ile yapılan istişareler sonucunda, vesayetçi anlayışa karşı hükumetin yanında yer alan ve referandumda “evet” diyen kesimleri temsil edecek adayların içinde yer alacağı “Bakanlık Listesi” adıyla bir liste üzerinden seçime girilmesinin kararlaştırıldığı, bu süreçte Demokrat Yargı grubu ile yapılan ittifak görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlandığı,
Müsteşar …’ın idari yargı aday listesinde liste başı olarak sanık …..’in, adli yargıda ise liste başı olarak …..’un olması gerektiğini söyleyerek diğer adayların belirlenmesi için saha çalışması yapılmasını istediği, kendisinin de diğer adayların kimler olabileceğine dair Bakanlıktaki birim amirleri ve bir kısım … yargı üyeleri ile istişarelerde bulunduğu, önerilen isimleri aldığı,
O tarih itibariyle henüz kriminalize olmaması nedeniyle yasa dışı nihai amacı toplum tarafından bilinmeyen bu nedenle kamuoyunda “hizmet hareketi vb.” isimlerle adlandırılan, askeri ve bürokratik vesayete karşı hükumetin yanında yer alan paralel yapının HSYK seçim sürecinde de Bakanlık kanadında yer aldığı, o güne kadar kurumsal kimlikleri ile hiç ortaya çıkmayan bu yapı mensuplarının yargı teşkilatı içinde 1500 civarında mensuplarının olduğunu, hatta … içinde bile 350-400 üyelerinin bulunduğunu ileri sürerek aday listesinde kendilerinden buna göre yeterli sayıda aday gösterilmesini istedikleri, yapılan bir takım görüşmeler sonucunda müsteşar …’ın yargı teşkilatında …’dan sonra en örgütlü yapının cemaat/paralel yapı olduğunu gördüğü,Aday belirleme çalışmaları sonucunda sanık …..’in idari yargıda …ve … yanında o tarih itibariyle idari yargı hakimi olan daha sonra da Danıştay üyeliğine seçilen …’nın önerisi üzerine … …’ı, adli yargıda ise ….. ve …isimlerini aday olarak önerdiği, Yapılan çalışmalar sonucunda hangi adaylarla seçime gidileceğinin Müsteşar … tarafından belirlendiği, buna göre; idari yargıda liste başı olarak ….. olmak üzere …, …, … ve … …, adli yargıda ise liste başı ….. olmak üzere …, ….., ….., … …, ….., … …, …, …, ….. ve …’nin yer aldığı,17/10/2010 tarihinde yapılan seçim sonuçları açıklandığında kendilerine alan açmak söz konusu olduğunda kendilerini hiç bir ahlaki değer ve hukuk kuralı ile bağlı saymayan paralel yapı mensuplarının seçimden önce kendi aralarında organize olarak idari yargıda …ve …’u, adli yargıda ise ….., …, …ve …’ü- adı geçenlere oy vermeyerek- yedeğe bırakmak suretiyle bakanlık listesindeki kendi mensuplarının tamamını kurul üyeliklerine taşıdıkları ve bu şekilde kurulda sayısal olarak ciddi bir güç elde ettikleri,
Cumhurbaşkanı tarafından kamu avukatlarından seçilecek üyenin belirlenmesi aşamasında sanık …..’in FETÖ örgütü ile herhangi bir ilgisi olmayan daha sonraki süreçte FETÖ ile mücadelede kendisinin yanında yer alan ….. ismini önerdiği, yaptığı lobi faaliyeti ile adı geçenin kurul üyesi olarak atanmasını sağladığı anlaşılmaktadır.Her ne kadar iddianamede sanık …..’in; “2010 yılı HSYK seçimleri öncesinde Anayasa taslağı hazırladığı, aday belirleme ve tüm organizasyonlarda belirleyici şekilde yer aldığı”, “2010 yılında yapılan referandum sırasında Fetullah GÜLEN’in mümkün olsa mezardaki ölüleri bile kaldırıp oy verdireceğine ilişkin talimatları doğrultusunda bu süreçte aktif olarak faaliyet yürüttüğü” gerekçesiyle söz konusu faaliyetler FETÖ’nün örgütsel bir faaliyeti olarak tanımlanmış ise de;
Sanık …..’in; 2009 yılında … Cumhuriyeti Hükumeti tarafından kabul edilen “Yargı Reformu Strateji Belgesi”nin belirlediği çerçevede Anayasa değişiklik taslağını hazırlama görevinin Adalet Bakanlığı’na verilmesi üzerine, Adalet Bakanı …..’in talimatı uyarınca Kanunlar Genel Müdürlüğü ve Strateji Geliştirme Başkanlığı Koordinesinde oluşturulan komisyonda yine Adalet Bakanının görevlendirmesi ile görev yaptığı ve taslağın hazırlık çalışmalarında yer aldığı sabittir.Yine sanığın, Müsteşar … tarafından sözlü talimatla verilen “HSYK aday adaylarının belirlenmesi sürecinde saha çalışması yaparak kendisine bilgi verme”, “idari yargı listesinde liste başı olarak seçime girme” ve “İlk derece idari yargı alanında seçim çalışmalarını yürütme” görevi kapsamında süreçte rol aldığı da ortadadır.
TCK’nun “Kanunun Hükmü ve Amirin Emri” başlıklı 24/2 maddesinde “Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.” hükmü uyarınca konusu açıkça suç teşkil etmeyen ve görev gereği yerine getirilmesi zorunlu olan bir emrin yerine getirilmesinden dolayı sanığa sorumluluk yükletilmesi olanaklı değildir.
Yetkili amirinin verdiği, konusu açıkça suç teşkil etmeyen ve görev gereği yerine getirilmesi zorunlu olan bir emir uyarınca görev yapan sanığın, “Referandum sırasında Fetullah GÜLEN’in mümkün olsa mezardaki ölüleri bile kaldırıp oy verdireceğine ilişkin talimat doğrultusunda süreçte aktif olarak rol aldığı” gibi bir yaklaşım, nedensellik bağından yoksun sorunlu bir yaklaşımdır. Bu sorunlu yaklaşımla referandumda %57,88 evet oyu veren seçmen kitlesini de örgütsel faaliyetin bir parçası saymak olasıdır.
Yine iddianamede “2010 HSYK seçimlerinin demokratik her adayın serbestçe yarıştığı bir seçim olduğu düşünülürken, tablonun bu anlayışın çok ötesinde örgütlü bir organizasyona dönüştürüldüğü” ileri sürülmüş ise de;
Sanık …..’in, Anayasa değişiklik taslağının görüşüldüğü oturumlarda yeni oluşturulacak HSYK’da çoğulcu bir yapı oluşması için “tek oy” ilkesinin zorunlulu olduğunu ısrarla savunduğu, bu doğrultuda hazırlanan Anayasa değişiklik taslağının TBMM’ye sevk edilerek yasalaştığı, ancak sonraki süreçte Anaysa Mahkemesi’nce Yasa metnindeki “tek oy” düzenlemesinin iptal edilmesi üzerine, yargı teşkilatı içerisinde örgütlü olarak hareket eden yapılara HSYK’da ezici bir çoğunluk elde etme olanağının doğduğu, dolayısıyla taslak çalışmaları ve yasama faaliyeti sırasında çoğulcu yapıda bir HSYK planlanırken AYM’nin iptal kararı sonrasında çoğunlukçu bir HSYK yapısı oluşma riski ile karşı karşıya kalındığı,
Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının ortaya çıkardığı, önceden öngörülemeyen ve istenmeyen yeni bir durumdan doğan sonuçlar nedeniyle “HSYK seçimlerinin örgütlü bir organizasyona dönüştürüldüğü” gibi neden-sonuç ilişkisinden yoksun bir gerekçeyle sanığa sorumluluk yükletilmesi de olanaklı değildir.3-Bakanlıktan HSYK’ya Örgüt Mensubu Personel Aktarımı İddiası
İddianamede ve esas hakkındaki mütalaada; “Uzun yıllardır bakanlıkta oluşturulan örgütsel kadroların sanığın içerisinde olduğu yapı tarafından 2010 yılı HSYK’sine taşındığı, yeni HSYK’de genel sekreterin, genel sekreter yardımcılarının, müfettişler ile tetkik hakimlerinin, sayısal olarak ağırlıklı oranda FETÖ üyelerinden oluşturulduğu, HSYK’nin, 14.03.2018 gün ve 2018/3649/9873 sayılı yazısına göre, HSYK’de görev yapan tetkik hakimi ve müfettiş kadrosundaki yargı eski mensuplarının doksanüçünün ihracına karar verildiği, sanığın bu atamalar sırasında belirleyiciler arasında olduğu,” iddiasına yer verildiği,
Sanığın savunmasında 2010 Anayasa değişikliği sonrası oluşan yeni HSYK’ya bakanlıktan devredilen işlerle ilgili olarak, hizmetin aksamaması açısından bakanlık bünyesinde o işlere bakan personelin de aktarıldığını, kendisinin yalnızca … ismini önerdiğini, önerdiği diğer isimler olan …, …, …, … ve … gibi isimlerin FETÖ ile herhangbi bir ilgisinin bulunmadığını savunduğu,
Yargılama sırasında dinlenen tanık …..’in “2010 referandumundan sonra oluşan yeni HSYK tablosunda bakanlık çatısı altında bulunan bir takım birimlerin HSYK’ya bağlandığını, hakimlerle ilgili, ceza işlerinin belli tasarruflarının, teftiş kurulunun tasarruflarının, hakim savcıların özlük işleri ile ilgili birimlerinin HSYK’ya taşınması gerektiğini, kurulun bu yapısı oluşturulurken de yine …’ın görevde olduğunu, doğal olarak da o tarihte bu hizmetlerin aksamadan yürümesi için bu birimlerde görev yapan tecrübeli personelin kurula verilmesi ve orada aksaklık olmadan işlemlerin devam etmesi amacıyla ilgili personelin Kurul emrine çekildiğini,” beyan ettiği, Tanık …..’in beyanının tanık …..’ın anlatımı ile de doğrulandığı,
Kararda ayrıntısına yer verildiği üzere HSYK seçimleri sonrasında sanık …..’in HSYK genel sekreterliği için FETÖ mensubu olmayan … ismini, genel sekreter yardımcılığı için ise yine yapı mensubu olmayan … ismini önermesi ve kabul ettirmesi, yine genel sekreterlikte çalışacak tetkik hakimlik kadroları için …, …, … ve … gibi FETÖ il e herhangi bir ilgisi olmayan isimleri önermesi ve kabul ettirmesi dikkate alındığında bu yöndeki iddialara itibar edilme olanağının bulunmadığı,
4-Balyoz ve Ergenekon Soruşturma ve Kovuşturmalarına İlişkin Toplantılarına Katılma İddiası
İddianame ve esas hakkındaki mütalaada; “Örgütsel toplantılara zaman zaman …, … gibi örgütün tepe yöneticilerinin de katıldığı, Ergenekon, Balyoz gibi ülke gündemini meşgul eden önemli davaların buralarda, örgüt üyesi olmayan HSYK üyelerinin bulunmadığı gizli toplantılarda görüşüldüğü, bu hususun bizzat ….. ve ….. tarafından ifade edildiği, soruşturma aşamasındaki ifadelerinde … ve…’nin de hazır bulunduğu …..nin evindeki toplantıda sanığın bulunduğuna ilişkin ifadelerini kovuşturma aşamasında değiştirmelerine rağmen …..’nun aşamalarda değişmeyen ifadesinde sanığın bu toplantıda hazır bulunduğunu söylemesi nedeniyle sanığın toplantıda yer aldığının kabul edilmesi gerektiği,”nin iddia edildiği,
Sanığın savunmasında; “Balyoz ve Ergenekon davaları ile ilgili bilgi almak amacıyla birilerinin çağırıldığı herhangi bir toplantıya katılmadığını, bir defa Balyoz soruşturmasıyla ilgili bilgi sahibi savcılardan birilerinin çağırıldığı bir toplantıyı duyduğunu, ancak yine müsteşarlıkta son anda çıkan bir işi nedeniyle bu görüşmeye katılamadığını, kendisinin Balyoz vc Ergenekon savcılarıyla hiç görüşmediğini, bu yapı mensuplarıyla bu konuda herhangi bir toplantıya da katılmadığını, ikinci Balyoz operasyonundan sonra bakan beyle beraber …’da … ile görüştüklerini ve bu konuda kamuoyundaki hassasiyeti ve yanlış buldukları hususları kendisine aktardıklarını,
Tanık …..’nun beyan ettiği gibi 2010 HSYK seçiminden sonra …..’nin evine çağrıldığını ileri sürmüş ise de; kendisinin olmadığını, böyle bir görüşmeyi hatırlamadığını” savunduğu,
Toplantıya katılan tanık …..’un beyanında; “İlk görüşmeye ilişkin olarak; Kurulun ilk günlerinde …..’nin evinde yapılan ve … ile …’in katıldığı toplantıda kendisinin Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Balyoz ve Ergenekon soruşturma ve davaları ile ilgili, Danıştay dosyasının Ergenekon dosyası ile birleştirilmesine ilişkin uygulamalara dönük eleştirilerde bulunması üzerine kendisine “9 Ceza’dan bir arkadaş gelsin, size bilgi versin” şeklinde söylemeleri üzerine kabul ettiğini, bunun üzerine …..’nin evine gittiklerini, …..’in olup olmadığını hatırlamadığını, var gibi hatırladığını ancak sonradan düşündüğüne olmadığını tahmin ettiğini, ….. ve …’ın geldiğinde evde başkaca kimsenin bulunmadığını hatırladığını,
Bu görüşmelerden ikincisine ilişkin olarak; Balyoz davası sırasında daha önce serbest bırakılan 163 kişinin aynı anda tutuklanması üzerine Başbakanın bilgi istediğinin Adalet Bakanı tarafından kendisine iletilmesi üzerine, kendisinin de akşam üstü Genel Sekretere “2 kişi gelsin, iki kişiyi çağırın, bize bilgi versin, yarın başbakana bilgi vereceğiz” şeklinde söylediğini, …..’in bu toplantıya katılacağını, ancak son anda …’ın yapacağı Amerika ziyareti programına son anda dahil edilmesi nedeniyle katılamadığını, C.Savcıları … … ve …’ın dosyada neler olduğunu, neden tutuklama ihtiyacı hissedildiğine dair ….. ile kendisine bilgi verdiklerini, kendilerinin de ertesi günü Adalet Bakanı …..’le birlikte giderek Başbakan’ı bilgilendirdiklerini” beyan ettiği,Tanık …..’nun yargılama sırasında doğruladığı soruşturma evresinde bahsettiği …..’nin evinde yapılan toplantıda …..’in de bulunduğunu söylediği görüşmeye ilişkin olarak yargılama sırasında alınan beyanında “HSYK üyeliğine seçildikten ve mazbatayı aldıktan 2-3 gün kadar sonra …..’nin … lojmanlarında bulunan dairesinde bir araya geldiklerini, kendisini oraya …’ın götürdüğünü, orada ….., ….., …, … ile isimlerini tam olarak hatırlayamadığı bir iki tane daha HSYK üyesinin olabileceğini, sanık …..’i orada da gördüğünü, sohbetin konusunun seçim sonuçlarının değerlendirilmesi niteliğinde olduğunu, arada bazı dini konuların da konuşulduğunu, …..’in söz aldığını ve konuştuğunu hatırlamadığını, bu bir araya gelmenin bir cemaat toplantısı niteliğinde değil de bir ev ziyareti şeklinde olduğunu” beyan ettiği,
Tanık …..’un beyanında bahsettiği, …..’nin evinde yapılan ve Balyoz ve Ergenekon davalarına ilişkin bilgilendirme yapıldığı anlaşılan toplantının, tanık …..’nun beyanında bahsettiği toplantıdan farklı bir toplantı olduğu, bu toplantının …..’nin evinde yapılan ve tanık …..’nun beyanında bahsettiği toplantıda kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.
Sanığın ilk aşamadan bu yana aynı yöndeki tutarlı savunmalarının tanık …..’un anlatımı ile doğrulandığı, sanığın iddianameye konu edilen nitelikte bit toplantıya katılmadığı, bu nedenle belirtilen iddiaya itibar edilme olanağının bulunmadığı,
5-HSYK Üyeleri Arasında Düzenlenen Cemaat Toplantılarına Katılma İddiası
İddianame ve esas hakkındaki mütalaada; “HSYK üyesi seçildikten sonra HSYK eski Genel Sekreterleri … ve … tarafından organize edilen örgütsel toplantılara …, ….., … …, …, ….., …, …, … … ve …ile birlikte katıldığı, kendi evinde de örgütsel toplantı organize ettiği, …..’in ifade ettiği üzere HSYK üyeliği nedeniyle artan maaşların örgüte himmet olarak verilmesinin kararlaştırıldığı sürecin sanığın evinde yaşandığı, örgütün en mahrem işlerinden birisi olan himmet istenmesinin, verilmesinin, soruşturmalarda elde edilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere, sohbet adı verilen örgütsel toplantılarda, örgüt üyelerinin birbirlerinden dahi gizleyerek kapalı zarf içinde verilmesi, alınması şeklinde olduğu, örgüt üyesi olamayan birinin yanında, gizliliğe riayet edilmeyen herhangi bir toplantıda konuşulmayacağı, toplantıya katılanların tamamı hakkında FETÖ Silahlı Terör Örgütü’ne üye olmak suçundan yapılan soruşturmalar sonunda cezalandırılmalarına karar verildiği, bahsi geçen toplantılara HSYK üyesi olmasına rağmen örgüt üyesi olmayan kişilerin çağrılmadığı hususları gözönüne alındığında, sanığın kendisinin örgüt üyesi olmadığına, kendi evinde yapılan bu toplantının tanışma, kaynaşma amacına yönelik bir kahvaltı olduğuna ilişkin savunmasına itibar edilmemesi gerektiği” iddia edildiği,Sanık …..’in savunmasında; “HSYK seçimlerinden sonra …..’in de katıldığı bir kahvaltı olayını kendisinin hatırlayamadığını, … Hanınım ifadesini okuduktan sonra zihnini zorlayınca hayal meyal böyle bir kahvaltı olayını hatırladığını, ancak bu kahvaltıya kimlerin katıldığını ve nerede yapıldığını kesinlikle hatırlamadığını, içeriği ile ilgili hiçbir şey hatırlamadığına göre muhtemelen kendilerinin evinde yapılmış olabileceğini, ev sahibi olarak sürekli girip çıkmış olacağı için … hanımın ifadesinde bahsettiği “HSYK üyeliği maaşı ile hakim maaşı arasındaki farkın himmet olarak istenmesi” olayını duymamış olabileceğini, böyle bir diyaloğu hatırlamadığını, kendisinden kimsenin böyle bir talepte bulunmadığını, nitekim … Hanım dâhil hiç kimsenin “….. HSYK farkını himmet olarak verirdi” şeklinde bir beyanda bulunmadığını, bu farkı kendisinin vermediği gibi bu arkadaşların verdiğine de bizzat şahit olmadığını, Tanık …..’nun 2010 HSYK seçiminden sonra …..’nin evine çağrıldığını söylediği görüşmede kendisinin olmadığını, böyle bir görüşmeyi hatırlamadığını” savunmuştur.
Tanık …..’un beyanında; “HSYK seçimlerinden sonra … ve …’nin evinde düzenlenen toplantıların cemaat toplantısı niteliğinde olmadığını, 2010 HSYK’sı oluştuktan sonra Yargıtay ve Danıştay üye seçimlerinin gündeme gelmesi, … yargıdan gelen 5 üyeyle iş birliği yapma imkanlarının olmaması, bu seçimleri yapabilmek için geriye kalan 16 üyenin en az 12’sinin oyuna ihtiyaç duyulması, cemaat mensuplarının da 8 kişilik blok oluşturmaları nedeniyle … yargı üye seçimlerini yapabilmek amacıyla bunlarla iş birliği yapma zaruretinin olması nedeniyle o günkü şartların bu işbirliğini zorunlu kıldığını, daha sonra da kurula seçilen üyelerin evlerine hayırlı olsun ve hoş geldin ziyaretlerine gittiklerini, bu kapsamda ….., … … ve … …’in evine gittiklerini hatırladığını, hepsinde …..’in olup olmadığını, aynı anda bir araya gelip gelmediklerini hatırlamadığını, savcılık aşamasında bu bir araya gelmelere ilişkin olarak “cemaat toplantısı yapardık” şeklinde yazılmış olduğunu, bunu kabul etmediğini, bu bir araya gelmelerin cemaat toplantısı olmadığını, HSYK’dayken …’nın evine adaylarını tanıtmak için davet edildiklerini, …’nin evinde yapılan toplantıya da adayların ismini 160’a indirebilmek ve Müsteşar Bey’in önem verdiği bazı isimlerin elenmesini engellemek için gitmek zorunda kaldıklarını, diğer 3 ev ziyaretinin ise hoş geldin ziyareti olduğunu, hiç birisinin cemaat sohbeti niteliğinde olmadığını, yani abisi olan, cemaat ritüelleri olan, cemaatle ilgili değerlendirmeler yapılan toplantılar şeklinde olmadığını, orada konuşurken de işte o sırada Türkçe Olimpiyatları gündemdeyse, Türkçe Olimpiyatlarından, Afrika’daki okullarından bahsedildiğinin olduğunu, ama hiç bir toplantının cemaat toplantısı şeklinde olmadığını, buralara giderken de “bu arkadaşlarla 4 yıl beraber çalışacaksak, bunlarla birlikte iş yapacaksak ilişkileri iyi tutmak gerekir, bir şekilde bunlar ilişkilerimizi iyi tutalım” şeklinde bir düşünceyle gittiklerini, Kurulu çalıştırabilmek için gidip geldiklerini, fakat bundan fayda olmayacağını görünce …..’in de kendisinin de bu toplantıları terk ettiğini, …..’le kendisini aynı anda bir yere çağırmadıklarını, ikisi bir arada oldukları zaman onların bazı fikirlerine karşı itirazlarını daha güçlü dile getirebildiklerini, olabildiğince kendilerini farklı ortamlarda buluşturmaya çalıştıklarını, …..’le bu ortamların hepsinde beraber olmamış olabileceklerini, ondan çok emin olmadığını,” beyan ettiği,
Tanık …..’nin; “Seçimlerden sonra zaman zaman ev sohbetlerinde bir araya geldiklerini, ilk olarak …..’nun külliyenin karşısına yakın bir yere taşınması üzerine ona onun evine “Hoşgeldin” ziyaretine gittiklerini, …..’in ilk olarak oraya geldiğini, daha sonra … … ve … …’ın evine yapılan “Hoşgeldin” ziyaretlerine de geldiğini, 2011 yılı içinde bu şekilde birkaç defa -belki hepsi toplamda üç defa olmak üzere- ev ortamında …..’le birlikte bir araya geldiklerini, bunların bir cemaat sohbeti mahiyetinde ziyaretler değil, arkadaşlara “Hayırlı olsun” ve “Hoşgeldin” ziyareti nevinden ziyaretler olduğunu, bu ziyaretlerdeki sohbetlerin cemaatten, hizmet hareketi denilen o yapının faaliyetlerinden bahsedilen toplantılar olmadığını, bu “Hayırlı olsun” ve “Hoşgeldin” ziyaretlerinden sonraki süreçte ise … ve …’nın daveti üzerine zaman zaman bir araya geldiklerini ve cemaatten ve hizmet hareketinden bahsedilen sohbetler yapıldığını, o sohbetlere …..’in gelmediğini, soruşturma evresinde alınan beyanındaki “Biz bunların Fetullah Gülen cemaati sohbet toplantısı olduğunu biliyorduk” şeklindeki söyleminde kastedilen sohbet toplantılarının bu ikinci anlatımında yer verdiği toplantılar olduğunu,” beyan ettiği
Tanık ….. ise beyanında; “…..’in … …’le -yakın oturduğundan dolayı olabilir- ilk 1 yıl içinde sohbet toplantılarına katıldığını, ondan sonra hiç gelmediğini … …’den ve o eksenden duyduğunu, kendisinin …’nın ve …’nin evindeki toplantılar hariç sanıkla oturmuşluğunun olmadığını, müsteşar olduktan sonra …’ın organize ettiği cemaat sohbetlerine gelmediğini” beyan ettiği,
Görülmektedir.
Tanık …..’nun “…..’in … …’le -yakın oturduğundan dolayı olabilir- ilk 1 yıl içinde sohbet toplantılarına katıldığını, ondan sonra hiç gelmediğini … …’den ve o eksenden duyduğu” yönündeki beyanının görgüye dayalı değil, duyuma dayalı olduğu, bu nedenle başka bir delille doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı kuşkusuzdur.
Yine tanık ….. tarafından “sanığın müsteşar olduktan sonra …’ın organize ettiği cemaat sohbetlerine gelmediği” yönündeki beyanının, sanığın müsteşar olduğu 21/11/2011 tarihinden sonra örgütsel içerikli hiç bir toplantıda yer almadığını net olarak ortaya koymaktadır.
Gerekçeli kararımızın ilgili bölümlerinde … ve …’nin evinde yapılan toplantıların mahiyeti irdelendiğinden, tekrara girmemek adına yeniden değerlendirmeye gerek görülmemiştir.
Yargılama sırasında dinlenen tanıklar ….. ve …..’un birbirlerinin anlatımlarını ve sanığın sözlü savunmalarını doğrulayan beyanlarından; HSYK seçimlerinden sonra …..’nun külliyenin karşısına yakın bir yere taşınması üzerine adı geçenin evine sanık ….. ile birlikte “Hoşgeldin” ziyaretine gittikleri, ardından da … … ve … …’ın evine yapılan “Hoşgeldin” ziyaretleri yapıldığı, sanığın bu ziyaretlere de katıldığı, tanık beyanlarından da anlaşıldığı üzere söz konusu ziyaretlerin içerik itibariyle de bir cemaat sohbeti niteliğinde olmadığı,
HSYK seçiminden sonra yapılan bu “Hayırlı olsun” ve “Hoşgeldin” ziyaretlerinden sonraki süreçte ise … ve …’nın daveti üzerine cemaat sohbetleri düzenlendiği, bu sohbetlerde cemaatten ve hizmet hareketinden bahsedildiği, ancak bu sohbetlere …..’in katılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu halde iddianamede “HSYK üyesi seçildikten sonra HSYK eski Genel Sekreterleri … ve … tarafından organize edilen örgütsel toplantılara …….. ile birlikte katıldığı” yönündeki iddiaya itibar edilme olanağının bulunmadığı,
Yine iddianamede yer verilen “kendi evinde de örgütsel toplantı organize ettiği, …..’in ifade ettiği üzere HSYK üyeliği nedeniyle artan maaşların örgüte himmet olarak verilmesinin kararlaştırıldığı sürecin sanığın evinde yaşandığı,” iddiasına ilişkin olarak sanığın savunmasında bu kahvaltı olayını sonradan hatırladığını, ancak himmet istenmesi olayına tanık olmadığını, ev sahibi olması nedeniyle servis yaptığından dolayı duymamış olabileceğini beyan ettiği görülmektedir. Örgütün çalıma sistemi ve yapılan örgütsel toplantıların formatı dikkate alındığında, aynı dairede çalışan kişilerin aralarındaki sosyal ilişkiler gereği düzenledikleri bir kahvaltı buluşmasının örgütsel içerikli bir toplantı olarak kabulüne olanak bulunmadığı mahkememizce değerlendirilmiş, iddianamede bu yöndeki iddialara itibar edilmemiştir.
6-Tanıklar ….., … ve …..’ın Beyanlarına Dayalı İddialar
İddianamede ve esas hakkındaki mütalaada; Tanık …..’ın; “FETÖ’nün öğrenci evlerinde kaldığını, okulu bitip hakimlik sınavının kazandıktan sonra kaldığı cemaaat evinin bulunduğu bölge abisi … isimli şahsın kendisini o dönem Hakim adayı olan …’a yönlendirdiğini, …’ında o dönem Bakanlık Tetkik Hakimi olan …..’e götürdüğünü, …..’in de o dönem genel müdürlük yapan … ile tanıştırdığını ve bu şekilde …’ın mülakat için referans olduğunu”
Tanık …’un “…’da avukatlık yapan …’nın, 2007 yılında askerliğini bitirdikten sonra okul arkadaşi olan …’ı ziyaret etmek istemesi üzerine, …’ın …’da kaldığı iki katlı dairenin birinci katının FETÖ üyesi hakim-savcı adaylarının kaldığı ev olması nedeniyle üst abilerin sorun çıkaracağını söyleyerek kabul etmediğini, ısrar etmesi üzerine odadan çıkmamak şartıyla kabul ettiğini, evde tuvalet ihtiyacı için odadan çıktığında salondan, takim elbiseli uzun boylu bir şahsında aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin çıktığını gördüğünü, sonraki dönemde … Adliyesine ziyarete gelen …..’in bu evde gördüğü uzun boylu şahıs olduğunu kendisine anlattığını,”
Tanık …..’ın “…..’in ismini 2017 yılında … Cezaevi’nde beraber kaldıkları …’tan duyduğunu, onun söylediğine göre …..’in örgütün Hakim-Savcı yapılanmasını kuranlardan birisi olduğunu, 17-25 Aralık’tan sonra örgütle bağını koparıp kendisine bağlı örgüt üyelerinin isimlerini verdiğini” beyan ettikleri ileri sürülerek sanığın örgütsel bağına ilişkin delil olarak ileri sürülmüş ise de;
Tanık …..’ın anlatımının, yargılama sırasında tanık olarak dinlenen …’In anlatımı ve sanık savunması ile doğrulanmadığından itibar edilme olanağının olmadığı,Tanıklar … ve …..’ın beyanlarının, duyuma dayalı olması nedeniyle başka delillerle doğrulamadıkça hükme esas olamayacağı, kaldı ki iddianamede sanığın 2004 yılına kadar örgütün mezun çalışma evlerine gittiği beyan edilmesine karşın, …’un beyanında 2007 yılından bahsedilmesi de dikkate alındığında bu beyanlara itibar edilmesinin olanaklı olmadığı mahkememizce kabul edilmiş, adı geçen tanıkların görgüye dayalı bilgilerinin olmadığı görüldüğünden yargılama sırasında da tanık olarak dinlenmemişlerdir.
7-Tanıklar ….. ve …’un Beyanlarına Dayalı İddialarTanık …..’un beyanında; Kovuşturma sırasında tanık olarak ifadesinin alınması için yapılan yazışmalarda kendisine ulaşılamamış ise de, dairemizin 2017/14 esas sayılı dosyasının 05.07.2018 tarihli duruşması sırasında alınan ifadesinde sanığın ismini de zikretmek suretiyle doğruladığı beyanında, “1995-1999 yıllar arasında üniversite öğrenciliği döneminde yapının evlerinde kaldığını, bu evlerde Hukuk Fakültesi öğrencilerine ayrı bir önem verildiğini gördüğünü, son sınıfta iken Hukuk Fakültesi mezunları ile ilgili bir çalışma yapıldığını öğrendiğini, burada amacın hukuk fakültesi mezunlarını kamu kurumlarına sokmak olduğunu gördüğünü, bildiği kadarıyla yapının … genelinde 1996 yılından itibaren hukuk fakültesi mezunlarını kamuya sokma faaliyetlerine başladığını, bu çalışmanın …’dan yönlendirildiğini, yönlendiren kişilerden birinin adını … olarak bildiğini, bir diğerinin bir dönem Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı yapan ….. olduğunu, …..’in eşinin o dönem örgüte ait…ilinde bulunan Maltepe dershanelerinde öğretmenlik yaptığını bildiğini, bu kişilerin çalışmayı…merkezden yöneten kişiler olduklarını, 2000 yılında … isimli şahıs ve …..’in geldiklerini ve …/Meram’da görüştüklerini, o dönem …..’in Adalet Bakanlığı’nda Tetkik Hakimi olarak görev yaptığını, bu kişilerin mezun olanların kamu kurumlarında olmasına önem verdiklerini, yerleştirilmesi hususunda uzun uzun telkinlerde bulunduklarını, kendilerini evler açacaklarını ve yardımcı olacaklarını söylediklerini, kendisinin de kamu kurumuna girmeye karar verdiğini ve mezun olduktan sonra …’da kalmaya devam ettiğini, bu şahıslar ile son sınıfta iken iki üç ayda bir düzenli şekilde görüştüklerini, bu kişilerin telkini ve yönlendirmesi ile evler ayarlandığını…..”
“…… genelinde 1999 yılından sonra evlerin …’dan yönlendirilmeye başlandığını, bu evlerin … ve … isimli şahsın kontrolünde olduğunu, ara ara gelip gittiklerini, motive amaçlı konuşmalar yaptıklarını, sınav kazanmanın önemini anlattıklarını, dindar insanların kamu kurumlarında olmaları gerektiğini söylediklerini, bu durumun Cumhuriyet döneminden bu yana ihmal edildiğini anlattıklarını, sonraki süreçte bu evlere koordinatörlerin gelmeye başladığını, koordinatör denilen kişilerin hakim/savcı adayları olduğunu, kendilerinin evine, … Hukuk mezunu olup adının Recep olduğunu söyleyen bir hakim adayının geldiğini…””Kendisinin de sınavı kazanınca …’da kalmaya başladığını, Adalet Bakanlığı Tetkik Hakimi … isimli bir hakimin stajı…ilinde yapmalarının zorunlu olduğunu söylediğini, her dönemi takip eden bir tetkik hakimi olduğunu, bu tetkik hakimlerinin adayları ayda bir toplayıp görüştüklerini, sorun olup olmadığı, stajın nasıl gittiği hususunda toplantılar yapıldığını, kendi dönemini …isimli Bakanlık Tetkik hakiminin kontrol ettiğini, böylece 42000 sicillilerden sonra profesyonel bir işleyişin ve takibin başladığını hissettiğini, genel olarak takma ad kullanıldığını, kişilerin gerçek isimlerini kamu kurumlarında gördüklerinde öğrendiklerini, yazılı sınavı kazandıktan sonra mülakat için referans çalışması yapıldığını, referans çalışmasını da ….. ve ismini … olarak hatırladığı bakanlıkta çalışan bir personelin yürüttüğünü, bir dönem de bu çalışmayı eski HSYK üyesi olan …..’un yürüttüğünü, yazılı sınav sonrası genelde bakanlıktaki hemşehri bürokratlara yönlendirildiklerini, kendisini hemşehrisi olan …’ya yönlendirdiklerini, bu strateji izlenerek bu aşamanın tamamlandığını, stajı iki yıl…ilinde yaptığını, 95bin, 98bin ve 101bin sicillilerde bu uygulamanın ders çalıştırılma, mülakat için yardımcı olunma ve stajın …’da yapılması şeklinde aynen devam ettiğini, her dönemin kendi içerisinde bir sorumlusu olduğunu, bu sorumluların da bağlı olduğu bir tetkik hakiminin olduğunu, kendi dönemlerinden dönemden … isimli hakim adayının sorumlu olduğunu, tüm organizeyi bu sorumlunun yaptığını, bu şekilde bir silsile bulunduğunu, altta sorumlu stajyer onun üstünde tetkik hakimi onun üstünde de daha yetkili kişiler bulunduğunu, o dönem yapıdan kimseye taşrada staj yapma izninin verilmediğini, staj yapan kişilerin bu organize kapsamında kendi aralarında gruplara ayrıldıklarını, 39000 sicillilerin bir grup, 39000 daha kıdemli olan … ve … sicillilerin bir grup, 92000, 95000, 98000 ve 101000 sicillilerin oluşturduğu ekibin bir grup şeklinde yapılandıklarını, grupların kendi içlerinde görüştüklerini, 2004 yılında …..’in Daire Başkanı olup işlerinin yoğunlaşması nedeniyle Yargıtay Savcısı …’e bu görevi devrettiğini, genel koordineyi bu kişinin sağlamaya başladığını, yapı mensuplarına staj döneminde eğitim merkezinde sınıf temsilcisi olmaları yönünde telkinlerin yapıldığını, genel de sınıf temsilcilerinin yapı mensuplarından seçildiğini, ders çalışma evlerinde sadece hakim/savcılık için çalışma yapılmadığını, kaymakamlık, mali müfettişlik, diğer kamu kurumları için de sınavlara hazırlık yapıldığını, hukuk fakültesi mezunu olup bu amaçla çalışanların da aynı evlerde kaldığını, … Ergenekon’dan kaynaklı bazı sıkıntılar oluşunca bakanlık ve o dönemki HSYK arasında ciddi krizler ortaya çıktığını, bu durumun bilinçli bir şekilde basına servis edilmeye başlandığını, amacın HSYK’nin bu şekilde devam etmeyeceği izlenimini oluşturup böyle bir algı yaratarak HSYK’nin yapısını değiştirmek ve bu şekilde yapının kontrolünü HSYK üzerinde sağlamak olduğunu, Adalet Bakanı ….. döneminde yapının etkisinde ve kontrolünde Anayasa değişikliği çalışması yapıldığını, meclise sevk edildiğini, 2010 HSYK seçimlerinden önce amacın tüm HSYK üyelerinin kendilerinden olmasını sağlamak olduğunu, buna yeter sayıları olmadığı için “bakanlık listesi” adı altında bir liste oluşturmaya karar verildiğini, bu işin organizesini yapan, toplantılar düzenleyen, çalışmalar yapan, … Hakimevinde bu toplantıların bir kısmını yürüten kişilerin ….. ve ….. olduğunu, HSYK seçim fikrinin, fikir babasının da ….. ve ….. olduğunu, sonrasında bu iki kişinin yüklenmesiyle bakanlık listesinin oluşturtulmasına yönelik ciddi çalışmalar yapıldığını, seçime girecek adayların bakanlık listesi diye lanse edilmesi sonrasında başka bir listenin yada bireysel adayın kazanmasının mümkün olmadığını, bu dönem de bağımsız adaylarında artmaya başladığını, bağımsız adayları arttırarak oyların bölünmesini sağlamanın amaçlandığını, bakanlık listesi adı altındaki listeye blok oy kullanılacağı için bu listenin kazanması ihtimalinin artacağını, ayrıca bu şekilde karşı taraftaki oy kitlesinin de bölüneceğini, bakanlık listesindeki adayların genel olarak yapı üyesi olduğunu, fakat Hak-Yol grubundan da bazı adayların bulunduğunu, 2010 HSYK üyelerinin üçüncü yılda 17/25 Aralık olayları patlak verince yavaş yavaş ayrışmaya başladığını, Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyelerin …..’dan kopmaya başladıklarını, sonrasında strateji gereği …..’un bu üyelere tekrardan yaklaşmaya çalıştığını, bu dönemde …..’in de kendine göre bakanlığa yaklaşmaya çalıştığını, örgütten kendisine böyle bir görev verildiğini, Bakanlığa yakın durmasının istendiğini, olası bir olumsuzlukta bakanlık içerisinde kalmaya ve istihbarata devam etmesinin istendiğini, bunun üzerine …..’in Bakanlık tarafına geçtiğini ve kripto olarak kalmaya devam ettiğini, o dönem HSYK’nin Adli Kolluk Yönetmeliğine karşı yaptığı açıklamaya uzun bir şerh yazmasının, böyle yaparak bakanlığın yanında imiş gibi davranmasının …..’den bilinçli olarak istendiğini, 2003 yılından itibaren yapının hukuk fakültelerine ciddi anlamda önem vermeye başladığını, …’da bu amaçla toplantılar yapıldığını, toplantıların koordinesini ….. ve … isimli bakanlık çalışanının organize ettiğini, bu amaçla hukuk fakültelerindeki mesullerin ayda bir…iline çağrılıp toplantılar yapıldığını, bu toplantıların bazı sorumlu stajyerler ya da tetkik hakimlerinin evlerinde yapıldığını, bu amaçla hakim adaylarına görevler verildiğini, taşradaki dershane müdürleri ile görüşülüp öğrencilerin hukuk fakültelerine yönlendirilmesin istendiğini, o tarihlere kadar genellikle öğrencilerin yapının yurt dışındaki okullarına gönderilmek üzere eğitim fakültelerine yönlendirildiğini, nitekim 2003 yılından sonra yapının dershanelerinde ciddi oranda hukuk fakültesini kazanma oranı oluştuğunu, örgütün 1999 yılından 2011-2012 yıllarına kadar stajyerleri…ilinde istihdam ettiğini, burada stajyerlere iş bölümü yaptırıldığını, stajyerlerin üç ya da dörder kişilik gruplar halinde evlerde kaldığını, evlerde her stajyerin başına bir imam tayin edildiğini, bu stajyerlerin bir kısmının sınav hizmetleri adı altında kamuya giriş sınavlarını takip ettiğini, sınavları takip eden bu stajyerlere murakıp denildiğini, murakıpların durumlarına göre hafta sonları iki haftada bir yada ayda bir bu evleri ziyaret ettiklerini, mezunları takip ettiklerini, 2001 yılından 2004 yılına kadar sınav biriminin ….. ve … … kontrolünde olduğunu, 2004 yılına kadar sınavlarla ilgili görüşmelerin bu ikisinin kontrolünde Keçiören’de bir evde yapıldığını, bu görüşmelerin önce … Kantar isimli o zaman stajyer olan örgüt üyesinin evinde yapılırken daha sonra bu kişi kura çekince yine aynı semtte … isimli stajyerin evinde yapılmaya başlandığını, bu şekilde stajyerlerin murakıp rolünde taşradan gelen mezunları sınava hazırladıklarını, mezunların sınavı kazanmaları sonrasında refarans işlerinin de yine Keçiören’deki bu evlerde ….. ve … tarafından takip edildiğini, bu şahısların kazanan mezunları refere ettiklerini, hemşehrilerine, kendi tanıdıkları bakanlık bürokratlarına, Yargıtay üyelerine yönlendirdiklerini, 2004 yılında …..’den sonra bu görevi devralan …’ün 2006 yılına kadar devam ettirdiğini, bu görüşmelere staj yaptığı dönemde yaklaşık 2 yıl kendisinin de katıldığını, evde kalan stajyerler arasında iş bölümü bulunduğunu, üç ya da dört kişi kalan stajyerlerden birisinin ev imamı olduğunu, birisinin murakıp olup sınav hizmetlerini takip ettiğini, diğerinin de zabıt katipleri ve yazı işleri müdürlerinin sınavlarını takip ettiğini, stajyerleri motive anlamında bazı tetkik hakimlerinin de zaman zaman stajyerlerin evlerine gelip gittiğini, stajyerlere meslek ile ilgili ve dini konularda sohbet yapıldığını, bir dönem 9. Ceza Dairesi üyesi olan …’in bu evlere gelip sohbetler yaptığını, o dönemde sıkı takip için stajyerlerin…dışına çıkmasına izin verilmediğini, 2011 ya da 2012 yıllarında bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçeceği iyice belirginleşince … gibi bölge adliye mahkemelerinin bulunduğu illerde de stajyer evlerinin açıldığını, 2010 yılında referanduma sunulan anayasa metninin yargı ile ilgili kısmını … ve arkadaşlarının hazırladığını, kendi beyanlarına göre Anayasanın yargı ile ilgili düzenlemesinin çok ayrıntılı yapılarak hangi iktidar gelirse gelsin metnin kolay kolay değiştirilmemesinin sağlandığını, Yargıtay’ın hassas dairelerinin ele geçirilmesinin gerektiğini, bu anlamda Yargıtay 5. , 9. ve 11. Ceza Dairesi’nin, CGK ve HGK’nin ele geçirilmesinin amaçlandığını, referandum ve yasa değişikliğinden sonra taşradaki mensuplarından yargıtay tetkik hakimliğini isteyen dilekçe göndermelerinin istendiğini, bu şekilde taşradaki yapı mensuplarının özellikle yukarıda sayılan yerlere atanmalarının sağlandığını, Adalet Bakanlığı’na ciddi bir atama yapıldığını, özellikle Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ve Strateji Geliştirme Daire Başkanlıklarına atandıklarını, …’in Personel Daire Başkanlığına, …’ın Strateji Daire Başkanlığına atandığını, örgütün Kanunlar Genel Müdürlüğü’ne de önem verdiğini, bu kapsamda …, … … gibi isimlerin Kanunlar Genel Müdürlüğü’ne atandığını, anayasa değişikliğinden sonra HSYK tetkik hakimliğine çok sayıda örgüt mensubu hakim/savcının atandığını, kurul müfettişliklerine örgüt mensubu …, …, … …, … gibi isimlerin, kurul tetkik hakimliklerine, …, … …, …, …, … ve … gibi isimlerin atandığını, bu şekilde o dönem de tetkik hakimliği yapılanmasının tamamlandığını, Akademi Başkanlığına önce ….. daha sonra … …’ın getirildiğini, yardımcılığına Dr. …Yardımcı’nın tetkik hakimliklerine …, …, … …, …, … ve … gibi isimlerin getirildiğini, eğitim merkezi müdürlüğüne de …’ün getirildiğini, bu aşamadan sonra Yargıtay üyeliğini ele geçirmeye sıranın geldiğini, üye seçimi için hazırlanan listelerin örgütün en üst birimi olan yedi kişilik heyette hazırlandığını, ancak 160 üyenin tamamını örgüt mensubu olmamasının da gerektiğini, zira Bakanlıktaki Hak-Yolcu kesimin de küstürülmemesi gerektiğini, onlara da kontenjan ayrılması gerektiğini, bu amaçla Hak-Yol grubuna yaklaşık 20 kişilik kontenjan ayrıldığını, örgütün elinde de 140 kişilik bir liste bulunduğunu, bu liste oluşturulduktan sonra en son Fetullah Gülen’e sunulduğunu, Fetullah Gülen’in 160 kişinin tamamının örgütten olmasını istediğini, sonuçta Hak-Yol grubuna bir kontenjan verilerek seçimlerin sonuçlandırıldığını,” beyan ettiği görülmüştür.Tanığın iddia makamının esas hakkındaki mütalaada ayrıntısına yer verilen soruşturma beyanında;
-“1995-1999 yılları arasında hukuk fakültesinde okuduğunu, mezun olduktan sonra 2002 yılına kadar mezun evlerinde kaldığını beyan etmesine karşın, 1996 yılından itibaren örgüte ait mezun çalışma evleri faaliyetlerine başlandığından ve bu faaliyetleri … adlı şahısla sanık …..’in …’da merkezden yöneten kişiler olduğundan, bu şahıslar ile son sınıfta iken iki üç ayda bir düzenli şekilde görüştüklerini, bu kişilerin telkini ve yönlendirmesi ile evler ayarlandığını” beyan ettiği,
-Tanığın “Genel olarak takma ad kullanıldığını, kişilerin gerçek isimlerini kamu kurumlarında gördüklerinde öğrendiklerini” beyan etmesine karşın, sanığı 1996 yılından itibaren gerçek ismi ile ve örgütün mezun çalışma evlerini koordine eden kişi olarak beyan ettiği, hatta eşinin o dönemde örgüte ait…ilinde bulunan Maltepe dershanelerinde öğretmenlik yaptığından bahsettiği,
-Tanığın ;”2004 yılına …..’in Daire Başkanı olup işlerinin yoğunlaşması nedeniyle Yargıtay Savcısı …’e bu görevi devrettiği”,
“2004 yılında …..’den sonra bu görevi devralan …’ün 2006 yılına kadar devam ettirdiği, bu görüşmelere staj yaptığı dönemde yaklaşık 2 yıl kendisinin de katıldığı”,”Örgütün 1999 yılından 2011-2012 yıllarına kadar stajyerleri…ilinde istihdam ettiği, burada stajyerlere iş bölümü yaptırıldığı”, “2011 ya da 2012 yıllarında bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçeceği iyice belirginleşince … gibi bölge adliye mahkemelerinin bulunduğu illerde de stajyer evlerinin açıldığı, 2010 yılında referanduma sunulan anayasa metninin yargı ile ilgili kısmını … ve arkadaşlarının hazırladığı”, “..bu aşamadan sonra Yargıtay üyeliğini ele geçirmeye sıranın geldiği, üye seçimi için hazırlanan listelerin örgütün en üst birimi olan yedi kişilik heyette hazırlandığı, ancak 160 üyenin tamamının örgüt mensubu olmamasının da gerektiği, zira Bakanlıktaki Hak-Yolcu kesimin de küstürülmemesi gerektiği, onlara da kontenjan ayrılması gerektiği, bu amaçla Hak-Yol grubuna yaklaşık 20 kişilik kontenjan ayrıldığı, örgütün elinde de 140 kişilik bir liste bulunduğu, bu liste oluşturulduktan sonra en son Fetullah Gülen’e sunulduğu, Fetullah Gülen’in 160 kişinin tamamının örgütten olmasını istediğini, sonuçta Hak-Yol grubuna bir kontenjan verilerek seçimlerin sonuçlandırıldığı,” gibi hem örgütsel hiyerarşideki konumu gereği hem de söz konusu yıllar itibariyle kendisinin görev yeri itibariyle bilmesi mümkün olmayan hususlarda çok sayıda iddialar ileri sürdüğü,
FETÖ terör örgütünün istihbarata karşı koyma tedbirlerindeki aşırı hassas tutumu ile mezun çalışma evlerine atfettiği önem göz önüne alındığında; sanığın henüz üniversite öğrencisi iken örgütün mezun çalışma evleri faaliyetlerinden, bu faaliyetleri tüm …’de kimlerin koordine ettiğinden, bu kişilerden …..’in ailesine dair kişisel bilgilerinden bilgi sahibi olmasının olanaksız olduğu, yine o yıllar itibariyle henüz üniversite öğrencisi iken tüm …’de mezun çalışma evleri faaliyetlerini koordine ettiğini ileri sürdüğü kişilerle birden fazla kez baş başa görüşmesinin örgütün hücre tipi çalışma sistemine tamamen aykırı olduğu,
-Tanığın alınan beyanında mezun çalışma evleri ile ilgili faaliyetleri yürüttüğünü ileri sürdüğü -….. dışındaki- diğer şahısların sadece ön adlarını verdiği, kişilerin tespitine yarar herhangi bir somut bilgi vermemesine karşın sanık ….. söz konusu olunca tam tersine detaylı bilgiler verdiği,
-Tanığın “2010 öncesi HSYK döneminde bakanlık ile HSYK arasında çıkan krizlerin HSYK’yı ele geçirme amacına dönük olduğu, HSYK seçim fikrinin ….. ve ….. olduğunu, 2010 HSYK seçimleri öncesinde yapının amacının tüm HSYK üyelerinin kendilerinden olmasını sağlamak olduğunu, kendi sayıları buna yetmeyince “Bakanlık Listesi” adı altında bir liste oluşturulmaya karar verildiğini, ….. ve ….. tarafından çalışmaların yürütüldüğünü ve seçime girecek adayların bakanlık listesi diye lanse edildiğini” ileri sürdüğü,
Halbuki Anayasa Değişikliğinde “tek oy” sisteminin benimsenmesi, bu prensibin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine liste usulü seçimin gündeme geldiği göz önüne alındığında, tanığın anlatımlarının gerçeklikle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını açıkça gösterdiği,
Tanığın süreç içinde ortaya çıkan kimi gelişmeleri neden-sonuç bağlamından kopartarak parça parça bir araya getirmek suretiyle “örgütün derin panı” gibi bir komplo teorisi ürettiği, sanığa da bu teroride uygun bir misyon yüklediği,
-Tanığın beyanında “17/25 Aralık olayları patlak verince yavaş yavaş ayrışmaya başladığını, Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyelerin …..’dan kopmaya başladıklarını, sonrasında strateji gereği …..’un bu üyelere tekrardan yaklaşmaya çalıştığını,” ileri sürdüğü,
Halbuki dosyaya yansıyan tanık beyanlarından da açıkça anlaşıldığı üzere … yargıdan gelen 5 kurul üyesinin eski vesayetçi anlayışı temsil ettikleri gerekçesi ile 07 Şubat 2012 MİT krizine kadar kurulun çalışmalarına sınırlı olarak dahil edildikleri, özellikle genel kurul öncesinde yapılan ön görüşme ve kulis çalışmalarından uzak tutuldukları, 07 Şubat 2012 tarihinde meydana gelen MİT krizinden sonra ise sanık …..’in çabaları ile örgüt üyesi olan HSYK üyeleri dışındaki tüm üyelerin bazı iş ve işlemlerde birlikte hareket etikleri,
-Tanığın “17/25 Aralık olayları …. döneminde …..’in de kendine göre bakanlığa yaklaşmaya çalıştığını, örgütten kendisine böyle bir görev verildiğini, bakanlığa yakın durmasının istendiğini, olası bir olumsuzlukta bakanlık içerisinde kalmaya ve istihbarata devam etmesinin istendiğini, bunun üzerine …..’in Bakanlık tarafına geçtiğini ve kripto olarak kalmaya devam ettiğini, o dönem HSYK’nin Adli Kolluk Yönetmeliğine karşı yaptığı açıklamaya uzun bir şerh yazmasının, böyle yaparak bakanlığın yanında imiş gibi davranmasının …..’den bilinçli olarak istendiğini,” ileri sürdüğü,
Dosyaya yansıyan bilgiler göz önüne alındığında; FETÖ mensuplarının 2010 HSYK seçim sürecinde örgüt mensubu adaylarının seçilmesini sağlamak amacıyla organize bir şekilde hareket etmek suretiyle kendilerinden olmayan adayları yedeğe düşürdükleri, sanığın oy sayım işlemleri sırasında örgüt mensuplarının bu tutumunun farkına varması üzerine örgüte tavır koyduğu, genel sekreter ve yardımcılarının atanması sürecinde örgüt üyesi olmayan kişilerin atanmasını önerdiği,
07 Şubat 2012’deki MİT Krizinden sonra ise örgüte karşı tam bir etkin mücadele örneği sergileyerek örgütün yargı yapılanmasının deşifre edilmesi, mensuplarının görevlerinden alınması amacıyla sayısız çalışma yürüttüğü,
FETÖ terör örgütünde örgütün mahrem yapılanmasının her şart ve durumda korunmasının öncelendiği, “bir örgüt üyesinin deşifre olmasını engellemek amacıyla örgütün neredeyse tüm yargı yapılanmasının tasfiye edilmesi gibi ağır bir sonucun örgütün projesi olduğu, sanığın da kendisine örgüt tarafından verilen bu görev gereği söz konusu çalışmaları yürüttüğü” iddiasının örgütün ideolojik yapısı, öncelikleri, nihai amacı, yapılanma ve çalışma sistemine uygun olamayacağı, böyle varsayıma dayalı bir beyana itibar edilmesinin olanaklı olmadığı,
Tanık …..’un … Ceza evinde tutuklu bulunduğu sırada 3 defa ifade verdiği, verdiği ifadelerin hem birbiriyle hem kendi içinde çok sayıda çelişki barındırdığı, yine bu ifadelerinde de örgün içindeki konumu, görev yeri ve statüsü itibariyle bilmediği, bilemeyeceği konularda sanki olayın doğrudan bir görgü tanığı imiş gibi beyanda bulunduğu, hakkında 8 ayrı suçtan yakalama kararı bulunan bir kişi adına düzenlenmiş sahte kimlikle yakalanması göz önüne alındığında da beyanlarına itibar edilme olanağının olmadığı, nitekim HSYK’nın ihraç işlemleri sırasında adı geçen tanığın anlatımlarını çelişkili bulunarak itibar etmediği,
Tanığın örgüt içerisinde herkesin kod isim kullandığını ileri sürerek birlikte kaldığı şahısların gerçek isimlerini, ev sorumlularının gerçek isimlerini, fakülte mesulünün gerçek ismini bilmediğini beyan ettiği, aynı şekilde mezun çalışma evlerinde birlikte kaldığı ve sınava çalıştığını beyan ettiği kişilerden bazılarının sınavı kazanıp hakim/savcı adaylığına başladığını beyan etmesine karşın yine kod isim kullandıkları gerekçesiyle gerçek isimlerini bilmediğini ileri sürdüğü, örgüt üyesinin aynı evde kaldığı bir başka örgüt üyesinin gerçek ismini öğrenemese dahi mesleğe atanma veya Adalet Akademisinde birlikte öğrenim görme sırasında veya en kötü ihtimalle dönem kataloğundan mutlaka öğrenmiş olacağı, bu halde tanığın bu yöndeki beyanlarının tutarlı olarak kabul edilemeyeceği,
Sonuç olarak; Tanık …..’un beyanının, sanığın örgüt mensupları ile geçmişte olan ilişkilerine dair…C.Başsavcılığında beyanda bulunduktan ve bu beyanlar kamuoyuna yansıdıktan sonra alınan beyanlar olduğu, tanığın sanık hakkında açık kaynaklardan derlenen bilgiler veya belirli bir merkezden kendisine servis edilen bilgiler doğrultusunda operasyonel amaçlı beyanlarda bulunduğu dairemizce değerlendirilmiş, bu nedenle beyanlarına itibar edilme olanağı olmadığından tanık olarak mahkememizde dinlenmemiştir.
Tanık …’un ise beyanında; “O dönemde …’deki tüm hukuk fakültelerinden sorumlu kişinin Yargıtay Savcısı … olduğunu, bu özel görevlendirme ile …, … ve soyismini hatırlayamadığım Uyap biriminde görevli savcı …’ı ara ara hukuk fakültelerinin bulunduğu illere görderdiğini, üniversiteye hazırlanan öğrencilerin hukuk fakültelerini yazmaları hususunda direktif verdiğini, …’ün yapının yargı kadrolarında en etkili isimlerden birisi olduğunu, o dönemde ….., ….. ve ….. gibi kişilerin abiliğini yaptığını, kendisinin hakim adayı olduğu dönemde …..’nin Personel Daire Başkanlığı yaptığını, … ile sık sık görüştüklerini, …’in hakimlik savcılık sınavını kazanan yapı mensuplarının isimlerini ….. ve …..’ye götürdüğünü,” beyan ettiği,Tanık …’un beyanları incelendiğinde; tanığın beyanlarının sebep, yer ve zaman unsurlarını içermeyen bu nedenle de denetlenebilirlikten uzak soyut beyanlar niteliğinde olduğu, kendisinin örgüt içindeki konumu ile sanığın örgüt içinde bulunduğunu iddia ettiği konumu, örgütün yapılanma modeli ve işleyiş şekli göz önüne alındığında bilmesinin mümkün olmayacağı hususlarda beyanlarda bulunduğu, tanığın kendisi hakkında FETÖ üyeliği suçundan açılan kamu davasında etkin pişmanlıktan yararlanabilmek amacıyla bu şekilde benzer beyanlarda bulunduğu mahkememizce değerlendirilmiş, kaçak olması nedeniyle dinlenme olanağı olmadığı gibi, yukarıda sıralanan nedenlerle beyanının alınmasının sonuca etki etmeyeceği anlaşılmakla dinlenmesi yönüne gidilmemiştir.
8-HSYK Genel Kurulu Kararlarına İlişkin İddialar;
a) Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcılıkları, Kurul Müfettişliği ve Tetkik Hakimliği Kadrolarına Atamalara İlişkin İddialar
İddianame ve esas hakkındaki mütalaada; “2010 sonrasında oluşturulan HSYK ile yapı içerisinden olmanın görev alma, atama ve yükselmede tek kriter olduğu bir dönemin yaşandığı,
Bu kapsamda;
-HSYK Genel Kurulu kararı ile Kurul Genel Sekreterliğine …’nın Genel Sekreter Yardımcılıklarına, …, …, …ile …’nin atandıkları,
Oluşturulan Kurulda örgüt üyesi olmayan bir çok müfettişin, başka görevlere gönderildiği ve teftiş içerisinde kalmalarına izin verilmediği, yeni görevlendirilen müfettişlerin büyük çoğunluğunun terör örgütü mensubu oldukları, bu kapsamda;
HSYK Genel Kurulu’nun, 21.06.2011 gün ve 204-205 sayılı kararı ile … ve …’da olmak üzere örgüt mensubiyeti nedeniyle ihraç edilen, kararnamenin tamamını oluşturan 7 kişinin,
HSYK Genel Kurulu’nun, 12.07.2011 gün ve 221 sayılı kararı ile …’de olmak üzere örgüt mensubiyeti nedeniyle ihraç edilen, kararnamenin tamamını oluşturan 3 kişinin,
HSYK Genel Kurulu’nun, 19.10.2011 gün ve 288 sayılı Genel Kurul kararı ile …, …, …, …, …’da olmak üzere örgüt mensubiyeti nedeniyle ihraç edilen, 23 kişilik kararnamenin yarıdan fazlasını oluşturan 16 kişinin Kurul müfettişliğine
HSYK Tetkik Hakimliğine ise;
HSYK Genel Kurulu’nun, 16.11.2011 gün ve 382 sayılı kararı ile …, … ve …’da olmak üzere örgüt mensubiyeti nedeniyle ihraç edilen kararnamenin tamamını oluşturan 4 kişinin,
HSYK Genel Kurulu’nun, …, …, …, …, …, … ve …’ta olmak üzere örgüt mensubiyeti nedeniyle ihraç edilen, 28 kişilik kararnamenin tamamına yakınını oluşturan 26 kişinin,
HSYK Genel Kurulu’nun, 30.06.2011 gün ve 208 sayılı kararı ile …, …, …, … ve …’de olmak üzere örgüt mensubuyeti nedeniyle ihraç edilen, kararnamenin birisi hariç geriye kalan tüm kişilerin görevlendirildiğinin tespit edildiği” nin iddia olunduğu,
b) … hakkında Yapılan Disiplin İşlemlerine İlişkin İddialar
İddia makamı iddianame ve esas hakkındaki mütalaasında; “… Cumhuriyet Başsavcısı … hakkında Hâkimler ve Savcılar … Kurulu İkinci Dairesinin 14/07/2011 tarih, 2011/457 sayılı kararıyla kınama, uyarma, kademe ilerlemesini durdurma cezaları ile cezalandırılmasına dair karar verildiği, bu karara karşı yeniden inceleme talebi üzerine HSYK Genel Kurulu’nun, 07/11/2012 gün ve 2010/3, 2012/630 sayılı kararı ile … yargıdan gelen üyelerin “soruşturmaya konu teşkil eden genelgenin kanuni dayanağının bulunmaması sebebiyle aykırı davranılmasının da cezalandırılamayacağı, 3. maddesi yönünden, söz konusu yazılarda kurumlar arası yazışmalara aykırı bir husus bulunmadığı, muhatabını küçük düşürücü ve nezaketsiz ifadeler içermediği, 4. maddesi yönünden, Cumhuriyet Başsavcısı olan ilgilinin, görevini aksatmayacak şekilde çevre il ve ilçeler ile adliyelere ziyarete gitmesi görevinin gereği olup disiplin cezasını gerektirmediği dolayısıyla da bu soruşturma maddelerinden de itirazın kabulü ile hakkında ceza tayinine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle muhalefetine rağmen ilgilinin içerisinde bulunduğu grup tarafından reddine karar verildiği” gerekçesi ile sanığın bu tutumunun örgütsel faaliyet olarak tanımlandığı,
Sanığın savunmasında; “Adı geçenin disiplin cezası verilmesine ilişkin karara yaptığı itirazı üzerine genel kurulda itirazın reddine karar verildiğini, kararın dosya içeriğine uygun olduğunu, itirazın reddine dair karara …, …..’in de oy kullandığını, ayrıca …..’in de değişik gerekçeyle ilgiliye disiplin cezası verilmesine dair oy kullandığını, aynı yönde oy kullanan kişiler arasında ayrım yapılarak suçlandığını, kendisi için suç unsuru olan bir hususun neden diğer üyeler açısından suç unsuru teşkil etmediğini anlayamadığını,” savunduğu,
c) …Hakkında Yapılan Disiplin İşlemlerine İlişkin İddialar
İddia makamı iddianame ve esas hakkındaki mütalaada özet olarak; “Sanığın HSYK 2. Daire üyesi olarak görev yaptığı zaman diliminde adı geçen daire tarafından, … 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı …hakkında; Eski Adalet Bakanı …ve Avukat … ile görüşme yaptığı gerekçesiyle 11.07.2011 gün ve 442 sayılı kararı ile 68/b yer değiştirme cezası ile cezalandırılmasına, geçici yetki ile görevlendirilmesine karar verildiği, ilgilinin yer değiştirme cezasına ilişkin yaptığı itiraz üzerine Hakimler ve Savcılar … Kurulu Genel Kurulu’nun, 07.11.2012 gün ve 2011/126 esas, 2012/626 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verildiği,
Bu şekilde ünvanlı görevden ve Ergenekon dava sürecinden uzaklaştırılmasının sağlandığı, daha sonra HSYK Genel Kurulu’nun, 08.01.2015 29.04.2015/519 sayılı kararı ile anılan cezalara gerekçe yapılan hususların dayanaksız olduğu belirlenerek ceza tayinine yer olmadığına karar verildiği, sanığın da içinde bulunduğu örgüt mensuplarının çoğunluğunu oluşturan HSYK yapısı içerisinde Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, Başsavcılık, Adli Yargı Adalet Komisyonu başkanlığı konumlarının örgüt mensubiyeti kriter alınarak belirlendiği, bu ünvandaki örgüt mensupları hakkındaki şikayetlerin işlemsiz bırakılarak, teftiş kurumunun işletilmediği, örgüt mensubu olmayan bu ünvanda görevli yargı mensuplarının ise usulsüz şikayet dilekçeleri, ön yargı ile başlatılan teftişler sonrası verilen disiplin cezaları ile mağdur edilmesi şeklindeki tasarrufların, şüpheli …..’in de 2. Daire üyesi olduğu HSYK döneminde gerçekleştirildiği” nin ileri sürüldüğü,
Sanığın savunmasında; “…’e yer değiştirme cezası verilmesine dair kurul kararına ilişkin adı geçenin yapmış olduğu itirazın reddine dair genel kurul kararına ilişkin olarak ise; karara hakkında FETÖ’den işlem yapılan üyeler dışında; Yargıtay Üyesi…, Prof.Dr. … …, …, …, …..’in de katıldıklarını, bu kararın 6 üye açısından suç unsuru sayılmadığı halde kendisi açısından suç unsuru sayıldığını, 2012 yılında “itiraz ret” diyen iki üyenin 2015 yılında “ceza tayinine yer olmadığına karar verilmesi” yönünde oy kullandığını, bunun temel nedeninin konjöktürün değişmesi olduğunu,” savunduğu,
HSYK Genel Kurulu Kararlarına ilişkin iddialar birlikte değerlendirildiğinde; Kararın “Mahkememizce Kabul Edilen Oluş” başlıklı bölümünde ayrıntısına yer verildiği üzere; sanığın, 2010 HSYK seçimleri sonrasında oluşturulan yeni HSYK’da genel sekreterliği için …, genel sekreter yardımcılığı için …, sekreteryada çalıştırılacak tetkik hakimliği kadroları için ise …, …, … ve … isimlerini önerdiği, … dışındaki önerilerinin kabul edildiği, bu simlerin örgütle herhangi bir şekilde bağlantılı kişiler olmaması göz önüne alındığında sanığın örgütsel saiklerle hareket ettiğini kabul etme olanağının bulunmadığı, sanığın örgütün nihai amacını bilerek örgütsel saiklerle hareket etmek suretiyle örgüt üyesi olmayan kurul üyelerini de etkileyerek örgüt mensuplarının HSYK’da görevlendirilmesini sağladığı kanıtlanmadan sorumluluğunun kabul edilemeyeceği,
… ve …hakkında yapılan disiplin işlemlerine ilişkin olarak ise; yine sanığın örgütün nihai amacını bilerek ve örgütsel saiklerle hareket etmek suretiyle, diğer bir ifade ile kasten hareket ederek ilgililerin mağduriyetine neden olacak şekilde işlem tesis ettiği kanıtlanmadan HSYK’nın Genel Kurul olarak yapmış olduğu tüm işlemler nedeniyle sorumluluğunun kabul edilemeyeceği, nitekim … hakkında alınan genel kurul kararına ilişkin olarak kurul üyesi …..’in de değişik gerekçe ile adı geçenin eyleminin disiplin cezasını gerektiren bir eylem olduğunu kabul ederek bu önde oy kullandığı, HSYK Genel Kurulu’nda yapılan işlemler nedeniyle, bu işlemlerin örgütün nihai amacını bilindiği halde örgütsel hiyerarşi kapsamında hareket edilerek yapıldığının kabul edilebileceği hallerde ancak cezai sorumluluğun söz konusu olabileceği,
Aksi bir yaklaşımın kabulünün;örg ütün hiyerarşisine tabi olmayan, nihai amacını bilmeyen, örgütün amacını gerçekleştirme veya faaliyetlerini kolaylaştırma amacı taşımayan kişilerin cezai açıdan sorumlu olacakları gibi cezai sorumluluğun temeli olan kast unsuruna aykırı bir sonucun ortaya çıkmasına neden olacağı açıktır. Örneğin 17/25 Aralık sürecinde yayımlanan HSYK bildirisine ilişkin olarak; örgütün nihai amacını bilmeyen, örgütün amacını gerçekleştirme veya faaliyetlerini kolaylaştırma amacı taşımayan bir kısım kurul üyelerinin, HSYK bildirisinin görüşüldüğü oturumda -sanık ….. tarafından söz konusu operasyonların amacı açıklandıktan sonra dahi- FETÖ mensupları ile aynı yönde oy kullanmaları nedeniyle cezai sorumluluklarının olduğu kabul edilebilecektir. Halbuki söz konusu üyelerin örgüsel bağ doğrultusunda hareket ettiklerini kabule olarak bulunmamaktadır.
9-Sanığın HTS Kayıtlarında Yer Alan Görüşmelere İlişkin İddia
İddianame ve esas hakkındaki mütalaada; “Sanığın, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı’nın 13/09/2017 tarihli HTS Baz Analizi Raporu’nda; FETÖ/PDY kapsamında haklarında soruşturma yapılan kişilerin adına kayıltı bulunan 148 numara ile 8273 kez irtibat kurduğu”nun iddia edildiği,
Sanığın savunmasında, görüştüğü kişilerin kimler olduğunu ve iddia olunan görüşmeleri hangi nedenlerle yaptığını açıkladığı,
Yapılan görüşmelerin sanığın adına kayıtlı hat üzerinden yapılması, görüşme tarihi itibariyle yürüttüğü kamu görevinin niteliği, sanığın açıkladığı görüşme nedenleri dikkate alındığında söz konusu görüşmelerin örgütsel bağa ilişkin olduğuna dair savunmanın aksini kanıtlayan herhangi bir delil bulunmaması karşısında bu iddiaya da itibar edilme olanağının bulunmadığı mahkememizce kabul edilmiştir.
D-HUKUKİ NİTELENDİRME
Sanık ….. aşamalarda alınan savunmalarında örgüt yöneticisi veya üyesi olmadığını, örgütün nihai amacını da bilmediğini, örgütün gayri meşru amacını fark etmeye başladığı 07 şubat 2012 tarihinden itibaren de örgüte karşı etkin bir mücadele yürüttüğünü ileri sürmüştür.
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun ancak DOĞRUDAN KASTLA işlenebilen suçlardan olması nedeniyle, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle amaçları açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir. (Aynı yönde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararı)
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün başlarda “liderin seçilmişliği” anlayışı çerçevesinde şekillenen dini bir kült hareket olarak ortaya çıkmış, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları ile kendisini “kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi” olarak tanıtmış, örgütün görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca büyük bir ustalıkla kamuoyundan ve örgütün en alt tabakasındaki halk kesiminden gizlemiş, kriminalize olmamaya özen göstermiştir. Örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında…11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24/06/2008 tarih ve 2008/9-82 E., 2008/181 K. Sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesi de örgütün, kamuoyu nezdinde kriminalize bir yapı olmadığının tescili olarak algılanması sonucunu doğurmuştur.
Ancak ne var ki örgütün verdiği talimat üzerine, örgütün yargı yapılanmasında görevli hakim/savcılar tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı … ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması olayları, örgütün kriminalize bir yapı olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Bu hususlar göz önüne alındığında hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak veya adı geçen örgüte yardım etmek suçlarından kamu davası açılan şüphelilerin/sanıkların, atılı suçları işlediklerinin kabul edilebilmesi için bu örgütsel organizasyonla olan bağları, örgüt içindeki konumları, eğitim düzeyileri, yaptıkları görev nedeniyle edindikleri bilgi ve tecrübeleri itibarıyla örgütün gayri meşru amacını bilip bilmedikleri üzerinde özellikle durulması gerekecektir. Zira yukarıda da açıklandığı üzere; gerek örgüt üyeliği suçu olsun gerekse örgüte yardım suçu olsun, ancak doğrudan kastla işlenebilen suçlar olup, failin atılı suçlardan herhangi birini işlediğinin söz konusu olabilmesi için öncelikle suça konu örgütün 3713 ayılı Terörle Mücadele Kanunun 1.maddesinde tanımlanan amaçları gerçekleştirilmek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğunu bilmesi gerektiği temel zorunluluktur.
Bu nedenle öncelikle failin;
-Örgütsel organizasyona dahil olup olmadığı,
-Örgütsel organizasyona dahil ise; örgütün nihai amacını bilip bilmediği veya örgütsel organizasyonla olan bağları, örgüt içindeki konumu, eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri itibarıyla örgütün gayri meşru amacını bildiğinin kabul edilip edilemeyeceği öncelikle ortaya konulmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında genel bir değerlendirme yapılacak olursa failin;
-Örgütün nihai amacını bilerek örgütsel organizasyona dahil olduğu saptanırsa eylemi örgüt üyeliği veya yöneticilik (TCK 314/1, 314/2) olarak,
-Örgütsel organizasyona dahil olmamakla birlikte örgütün nihai amacını bilerek örgüte yarar sağlama hallerinde örgüte yardım (TCK 314/3 yollamasıyla 220/7) olarak nitelendirilecek
-Örgütsel organizasyona dahil olmakla birlikte örgütün nihai amacını bilmediği saptanırsa hata hali (TCK 30/1)’nin uygulanması söz konusu olacak,-Örgütsel organizasyona dahil olmadığı ve örgütün nihai amacını bilerek örgüte yarar da sağlamadığı tespit edilirse veya yarar sağladığı tespit edilemezse beraat (CMK 223/2-b,e) kararı verilmesi gerekecektir.
Somut olaya gelince;
Sanık ….. savunmalarında kısaca 07 Şubat 2012 tarihi öncesinde örgütsel organizasyona dahil olmadığını, örgütün nihai amacını da bilmediğini, belirtilen tarihte MİT müsteşarının ifadeye çağrılması üzerine örgüte karşı etkin bir mücadele yürüttüğünü ileri sürmüştür.
O halde öncelikle sanığın;
-Örgütsel organizasyona dahil olup olmadığı,
-Örgütsel organizasyona dahil ise örgütün nihai amacını bilip bilmediği hususları öncelikle incelenmelidir.
İddianamede sanığın örgütsel bağının 1996 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tetkik hakimliğine atanmasıyla başladığı ve…C.Başsavcılığı’nda 28/11/2016 tarihinde tanık olarak beyanda bulunduğu tarih kadar devam ettiğinin ileri sürdüğü anlaşılmaktadır.
Örgüt yöneticiliği veya örgüt üyeliği suçu niteliği itibariyle temadi eden suçlardan olması nedeniyle kural olarak örgütsel faaliyetlerin yıllar itibariyle bölünmesi olanaklı değil ise de;
Daha önce de ifade edildiği üzere FETÖ terör örgütünün, görünüşte meşru amaçlarla kurulmak suretiyle dini bir kült hareket olarak ortaya çıktığı, örgütün, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları sonucunda kendisini “kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi” olarak tanıttığı, bu şeklide görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca gizlediği,
Örgütün verdiği talimat üzerine örgütün yargı yapılanmasında görevli hakim/savcılar tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı … ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması olaylarının, örgütün kriminalize bir yapı olduğunu gösterdiği,
Bu gerçekler göz önüne alındığında; sanığın örgütsel bağının ve kastının tam ortaya konulabilmesi açısından, örgütsel organizasyona dahil olduğu iddia olunan tarihten itibaren örgütle olan ilişkisinin, örgütün kriminal bir yapı olduğunu zamanla ortaya koyan olaylar da dikkate alınarak değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle bu doğrultuda inceleme yapılma yönüne gidilmiştir.
Sanığın yöneticisi olduğu iddia edilen örgütle olan bağı yıllar itibariyle incelendiğinde;
1-1996-2004 Yılları Arasındaki Dönem
Sanık …..’in orta ve lise öğrenimi sırasında ailesinin yanında kaldığı, liseden sonra örgüte ait herhangi bir dershaneye gitmediği, … Üniversitesi hukuk Fakültesi’nde öğrenim gördüğü dönemde ise …Vakfı’na ait öğrenci evlerinde kaldığı, Adalet Bakanlığı’na tetkik hakim olarak atandığı 1996 yılına kadar FETÖ terör örgütü ile herhangi bir temasının bulunmadığı dosya kapsamı ile sabittir.
Yargılama sırasında dinlenen tanık ….. beyanında 1996 yılında sanığı o tarih itibariyle cemaat olarak bilinen yapıya mensup 15-20 hakimden oluşan gene bir grubun 2 toplantısında gördüğünü, kendisine yapı mensuplarının “abi” diye hitap ettiklerini beyan etmiştir. Tanığın beyanı dikkate alındığında sanığın Adalet Bakanlığı’na tetkik hakimi olarak atandıktan bir süre sonra söz konusu yapı ile temasa geçtiği anlaşılmaktadır.
Sanığın 1996-2001 tarihleri arasında aynı dairede birlikte çalışmaları, aynı lojmanda oturmaları nedeniyle yakın arkadaş oldukları ….., ….. ve … … ile zaman zaman bir araya geldikleri, bu buluşmalarda sanığın İmam Hatip Lisesi mezunu olması, hadis ve tefsir konusunda dikkat çekici bir yeterliliğe sahip olması nedeniyle hadis ve tefsir dersleri yaptığı, bu sohbetlerin örgütsel herhangi bir içerik barındırmadığı,
…ve …..’in 2001 yılında bakanlığa tetkik hakimi olarak atandıkları, … …’ın yönlendirmesi ile bu sohbetlere adı geçenlerin de katılmaya başladıkları, bir süre sonra özellikle …’ün Fetullah GÜLEN’e ait kitap, yazı ve videolar getirerek bunları okuduğu/izletttiği, …ve …..’in sohbetlere katılmaya başlamasıyla sohbet içeriğinin Gülen cemaati propagandasına dönüştüğü,
Sohbetler sırasında …’ün 3 ve daha çok fazla çocuk sahibi olanlardan maaşlarının yüzde beşi, diğerlerinden yüzde onu oranında himmet istediği, …..’in eşinin … fakir bir semtte öğretmenlik yaptığını beyan ederek “Boş verin cemaati, benim eşimin tanıdığı o kadar fakir veli var ki, yardım yapacaksak gelin onlara yapalım, gözümüzün önünde fakir fukara dünya kadar insan varken…’daki okula ben niye yardım edeceğim” diyerek himmet/aidat ödemeye karşı çıktığını, ….. tarafından bir kez…’da su kuyusu açılacağından bahisle, bir kez de…’da yaptırılacak katarakt ameliyatları için para istendiğinde olmak üzere sanığın iki kez para verdiği sanığın savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları ile,
Sanığın yaptığı dini sohbetlerin ilgi uyandırması üzerine 1998 yılı içinde … … ve …’in “Bizim sınava çalışan arkadaşlarımız var, onlara moral motivasyon olsun diye ara sıra gelip onlarla da konuşur musun?” şeklinde teklifte bulunmaları üzerine sanığın bu teklifi kabul ederek 1998-2004 yılları arasında ve her yıl içerisinde ortalama 4-5 kez olmak üzere cemaate ait mezun evlerine giderek hadis ve tefsir sohbeti yaptığı yine sanığın savunması ve tanık …..’un beyanı ile, Sanığın 2004 yılı içerisinde cemaatin (FETÖ) “ruhsat ve tedbir” adı altında alkol kullanmaya ve cemaat mensuplarının eşlerinin başörtülerini çıkarmalarına cevaz vermesi, Fetullah GÜLEN’in “başörtüsü füruattır” şeklinde yaptığı açıklama üzerine “Bu nasıl bir hoca ? Adam Allah’ın örtünme emrine karşı açıkça tavır alıyor. Bu füruatsa füruat olmayan nedir?” şeklinde çok sert tepki göstermesi üzerine belirtilen tarihten sonra mezun evlerine sohbetlere çağrılmadığı sanığın savunması ve tanık …..’nin kısmen benzer yönde olan beyanı ile,
Sanığın ….., ….., … …, ….. ve …’ile birlikte katıldıkları ve cemaat (FETÖ) sohbetine dönüşen sohbetlerin 2002 yılına kadar devam ettiği de tanıklar sanık …..’in savunması, tanıklar ….. ve …..’in beyanları ile
sabittir.
Bu halde sanığın, o tarih itibariyle henüz kriminalize olmamış, kamuoyunda da “Hizmet hareketi, cemaat vb” adlarla adlandırılan bu yapı ile temasının 1996-2004 yılları arasında olduğu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortadadır.
Sanığın 1996-2001 tarihleri arasında ….. ve … … ile birlikte yaptıkları sohbetlerde hadis ve tefsir dersleri yapmasının -bu sohbetlere katılanların bir kısmının örgüt üyesi olsa bile- örgütsel faaliyet olarak nitelendirilmesi olanaklı değildir. Zira dini eğitim kişiyi etik ve dini değerlerle donatmak amacı taşırken, örgütsel eğitim kişiye örgütün norm ve değerler sistemini benimsetmek amacıyla yapılan, bu nedenle örgütün nihai amacına hizmet eden, ideolojik yükleme ve endoktrinasyondur. Dini eğitimin, örgütsel eğitimin bir parçası olarak araçsallaştırılmasında, artık suç teşkil edeceği de kuşkusuzdur. Çünkü bu halde ortada bir dini eğitim değil, dini argümanlar kullanılarak yapılan ideolojik eğitim söz konusu olacaktır.
Somut olayda sanığın 1996-2001 tarihleri arasında arkadaşlarından oluşan sohbet grubunda vermiş olduğu hadis ve tefsir sohbetlerinin örgütün norm ve değerlerini, ideolojisini, amacını benimsetmek hedefi doğrultusunda yapıldığına dair savunmanın aksini kanıtlayan delil bulunmamaktadır.Bu sohbetlerin 2001 yılında …ve …..’in katılımından sonra artık örgütsel niteliğe büründüğü, söz konusu sohbetlerin 2002 yılına kadar devam ettiği, sanığın bu sohbetlere de dinleyici olarak katıldığı sabittir.
Ancak sanığın; 1998 yılında … … ve …’in “Bizim sınava çalışan arkadaşlarımız var, onlara moral motivasyon olsun diye ara sıra gelip onlarla da konuşur musun?” şeklinde teklifte bulunmaları üzerine bu teklifi kabul ederek 1998-2004 yılları arasında ve her yıl içerisinde ortalama 4-5 kez olmak üzere cemaate ait mezun evlerine giderek hadis ve tefsir sohbeti yaptığı kendi savunması ile ortadadır. Sanığın bu savunmasını tanık …..’un sanıktan duyuma dayanan beyanı da doğrulamaktadır.
Sanık savunmasında hakim-savcı çalışma evlerinin yerlerini bilmediğini, bu evlere … ve …’in koordine etmesi üzerine kendisini..ve ….. adlı şahısların alarak götürdüklerini beyan etmiştir.
Tanık ….. yargılama sırasında alınan beyanında “1991-1992 yıllarından sonra Hukuk Fakültesi mezunu olan öğrenciler için hakim ve savcı çalışma evleri oluşturuldu ve il imamları dahil olmak üzere eğitim danışmanlarının bilgisi oluyordu. İl imamlarının dahil olmak üzere hiç kimse hakim çalışma evlerini bilmez ve direkt onlarla murakıplar ilgilenir. Yani mevcut yapıda olan, örgüt üyesi olan hakim ve savcılar ileride hakim ve savcı olabilecek adayları hakim çalışma evlerinde takip ediyorlardı.” şeklindeki beyanı ile bu evlere örgüt içinde özel bir önem atfedildiğini beyan etmiştir. Bu beyana göre … ve …’in örgütün çalışma evleri yapılanmasında “murakıp” olarak faaliyet gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Her ne kadar FETÖ o tarihler itibariyle açıkça kriminalize olmamış ve hukuki zeminde faaliyet göstermiş ise de; örgütün kuruluşundan itibaren nihai amacının hukuk dışı yöntemlerle anayasal düzeni değiştirmek olduğu, bu amacın örgüt piramidindeki üst katmanlar tarafından bilindiği ve örgütün alt katmanları ile kamuoyundan gizlendiği, örgüt yöneticilerinin bu gizli amaç doğrultusunda devletin zor kullanma yetkisine haiz aygıtlarında kadrolaşmayı öncelediği, bu amaçla da başta çeşitli istihbarata karşı koyma yöntemlerini kullanmak suretiyle amacı gerekleştirmeye uygun teşkilatlanmaya gittiği ortadadır. Nitekim yukarıda “FETÖ Silahlı Terör Örgütü” başlığı altında yer verilen örgüt lideri Fetullah GÜLEN’in konuşmaları da bunun açık kanıtıdır.
Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri kuşkusuzdur.Örgütün alt katmanları ve kamuoyu tarafından bir terör örgütü olduğu bilinmese de gizlilik, güvenlik ve denetim konularında olağanüstü duyarlı olan FETÖ terör örgütünün ve mensuplarının, 28 şubat sürecinin devam ettiği, bu nedenle tüm İslami cemaatlerin diken üstünde oldukları bir süreçte, özel önem atfettikleri hatta örgütün il imamlarının bile yerlerini bilmediği hakim-savcı çalışma evlerine sanığı götürmeleri, örgütün ve mensuplarının sanığa duydukları güvenin bir göstergesidir.
Bu husus dikkate alındığında sanığın 1996-2004 yılları arasında örgütsel organizasyona dahil olduğunun kabulünü zorunlu kılmaktadır.
Sanığın 2004 tarihinden önceki dönemde;
-Örgüt lideri Fetullah GÜLEN’in 1997 yılında bazı basın yayın organlarına yapmış olduğu “başörtüsü füruattır” şeklindeki açıklama üzerine “Bu nasıl bir hoca ? Adam Allah’ın örtünme emrine karşı açıkça tavır alıyor. Bu füruatsa füruat olmayan nedir?” şeklinde sert tepki gösterdiği,
-2001-2002 yılları arasında devam eden, kendisiyle birlikte ….., …, ….. ve … …’ın katıldığı, …ve …..’in çabaları ile de örgütsel niteliğe bürünen toplantılarda kendisinden himmet istenmesi üzerine sanık …..’in eşinin … fakir bir semtte öğretmenlik yaptığını beyan ederek “Boş verin cemaati, benim eşimin tanıdığı o kadar fakir veli var ki, yardım yapacaksak gelin onlara yapalım, gözümüzün önünde fakir fukara dünya kadar insan varken…’daki okula ben niye yardım edeceğim” diyerek himmet vermeye karşı çıktığı sabit ise de; sanığın bu olaylar olduğu tarihlerden sonra da örgütün çalışma evlerinde hadis ve tefsir dersleri verdiği göz önüne alındığında, örgütsel organizasyona dahil olduğu yönündeki kabulü değiştirmeyecektir.
Ancak sanığın 2004 yılı içerisinde cemaatin (FETÖ) “ruhsat ve tedbir” adı altında alkol kullanmaya ve eşlerinin başörtülerini çıkarmaya cevaz vermesi üzerine üzerine; Adıyaman ilinde cemaate mensup bir hakimin tedbir diye alkol alarak yolda sızıp kalması ve vatandaşlar tarafından karakola götürülmesi olayı üzerinden cemaate ve mensuplarına, dolayısıyla bu fetvayı veren örgüt liderine eleştirilerde bulunması üzerine, örgütün çalışma evlerine bir daha çağrılmaması gerçeği de 2004 yılında örgütün sanığa duyduğu güvenin ortadan kalktığını göstermektedir.
Sanığın 1996-2004 yılları arasındaki dönemde örgütsel organizasyona dahil olduğunun mahkememizce kabul edilmesi, sanığın da savunmasında örgütün o tarih itibariyle nihai amacını bilmediğini savunması karşısında; belirtilen zaman aralığında örgütün nihai amacını bilip bilmediği tartışılmalıdır. Nitekim yukarıda yer verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararında “Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.” denilmek suretiyle bu hususa vurgu yapılmıştır.
1996-2004 tarihleri arasındaki dönemde FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, sanığın da örgütün nihai amacını bilmediğine dair savunmasının aksini kanıtlayan delil bulunmaması karşısında örgütsel organizasyondaki yeri saptanarak nihai amacı bilip bilmediği ortaya konulmalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararında eylem tarihi itibariyle FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmasa da, örgüt piramidi içindeki konumları itibariyle “mahrem alan” alan kapsamında faaliyet gösteren kişilerin örgütün nihai amacını bilebilecek durumda oldukları kabul edilmiştir.
O halde sanığın;
a) Hadis ve tefsir dersleri verdiği çalışma evlerinin mahrem ünite kapsamında olup olmadığı,
b) Sanığın -hakim sınıfından olması nedeniyle- örgütün mahrem alan yargı yapılanmasına dahil olup olmadığı irdelenerek kastı belirlenmelidir.
FETÖ örgüt literatüründe “Mahrem hizmet”, “özel hizmet” veya “hususi hizmet” gibi isimlerle adlandırılan örgütsel faaliyetler, örgütün devletin zor kullanma yetkisine haiz kritik ve operasyonel birimlerine sızarak mutlak gizlilik içerisinde hareket etmek suretiyle oluşturduğu hücre tipi yapılanmayı ifade eder. Örgüt dilinde mahrem yerler; TSK, Emniyet, Yargı, MİT, Mülkiye ve Bazı Özel Kurumlar (TİB, ÖSYM, TÜBİTAK) ‘dan ibarettir.
Mahrem hizmetler ünitesi, örgütün asıl operasyonel gücünü aldığı birimlerdir. Nitekim örgütün mahrem hizmet birimlerinden TSK, Emniyet ve MİT yapılanması örgütün silahlı kanadını oluşturmuş ve örgüt 15 darbe girişimini bu kurumlardaki mensupları üzerinden gerçekleştirmiştir.
Örgütün özel hizmet birimleri yapılanmasının özelliklerine bakıldığında “Mutlak İtaat” ve “Gizlilik” bu birimlerdeki yapılanmanın temelini oluşturur.
Mutlak İtaat: Örgüt tarafından verilen herhangi bir emir ve talimatın, doğruluğunu, akla uygunluğunu, dini, hukuki ve ahlakiliğini herhangi bir şekilde sorgulamadan derhal yerine getirmeye hazır olma durumunu ifade eder.
Küçük yaşlarda ailelerinden koparılarak örgütle bağ kurmaları sağlanmış, örgüt liderinin “seçilmiş kişi” olduğuna ikna edilmiş, mutlak itaat duygusuyla örgüt liderine koşulsuz olarak bağlanmış örgüt üyesi, zamanla rasyonel düşünmeyi bırakarak aklını, iradesini ve duygularını örgüte teslim eder, sadece itaat eden, emirleri asla sorgulayamayan robotlaşmış bireylere dönüştürülür. Örgüt literatüründe “Gassalin elindeki meyyit (Ölü yıkayıcısının elindeki ölü)” olarak kodlanan bu robotlaşmış bireyler, mahrem yapının temelini oluşturur.
Gizlilik (Tedbir) : Örgütün Mahrem hizmetler birimi, örgütün özel operasyon birimi olması nedeniyle, bu kurumlardaki örgüt mensuplarının deşifre olmalarını engellemek amacıyla örgüt tarafından uygulanan tüm istihbarata karşı koyma tedbirlerinin bütününü “gizlilik/tedbir” olarak adlandırmak olanaklıdır.
Örgüt lideri, amaca ulaşmak için örgüt üyelerine bütün anayasal müesseselerdeki güç dengesini lehlerine çevirinceye dek”sivrilmeden … damarları içinde dolanma”, “gizlenme”, “varlığını fark ettirmeme” şeklinde tanımladığı “Tedbir” stratejisini uygulamalarını, buna aykırı davranışın ihanet olacağı vurgulayarak örgütün kamuda görev yapan üyelerinin hareket stratejisini belirlemiştir. Tedbir/ gizlilik örgütün mahrem ünitelerinde görevli üyeleri açısından mutlaktır. (Kod isim kullanma, katalog evliliği, dindar değil algısı oluşturma, başı açık bayanla evlenme veya eşine başını açtırma, alkol kullanma veya kullanıyor algısı oluşturma vs.)
Hakim savcı çalışma evlerinin, ileride örgütün mahrem yargı yapılanmasına aktarılacak örgüt üyelerinden oluşması nedeniyle örgüt içerisinde özel bir önem taşımakla birlikte henüz operasyonel bir birim olmaması nedeniyle örgüt tarafından mahrem yapı kapsamında değerlendirilmemektedir.
Sanığın hakim sınıfından olması nedeniyle örgütün mahrem alanı kapsamında hiyerarşiye tabi olup olmadığı hususuna ilişkin olarak ise; Sanık …..’in orta ve lise öğrenimi sırasında ailesinin yanında kaldığı, liseden sonra örgüte ait herhangi bir dershaneye gitmediği, … Üniversitesi hukuk Fakültesi’nde öğrenim gördüğü dönemde ise …Vakfı’na ait öğrenci evlerinde kaldığı, Adalet Bakanlığı’na tetkik hakim olarak atandığı 1996 yılına kadar FETÖ terör örgütü ile herhangi bir temasının bulunmadığı dosya kapsamı ile sabittir.
Diğer bir ifade ile sanık küçük yaşlarda örgütle bağ kurarak bir endoktrinasyon (Doktrinleştirme (indoctrination) /beyin yıkama (brainwashing); muhatabın farkındalığı dâhilinde olsun olmasın, onun tarafından anlaşılsın anlaşılmasın, akıl almaz, hatta suiistimal teşkil eden yöntemlerle muhatabın zihnini kontrol altına almak ve onun zihninde ideolojik dönüşüm yaratmak amacıyla uygulanan her türlü sistemli telkin, yönlendirme ve baskı içeren manipülasyon ve propaganda tekniklerinin bütünüdür -Momanu, 2012, s.88-89) sürecinden geçmemiştir.
Yukarıda yer verilen ve örgütün ve liderinin -mahrem hizmetler biriminde mutlak olan- takiyye/tedbir söylem ve uygulamalarını sert şekilde eleştirdiği, örgüt liderini ve grup normlarını sorguladığı, kendisinden örgütün yurt dışındaki okulları için himmet istendiğinde de itiraz ettiği ve vermediği, bu anlamda koşulsuz itaat bilincinin olmadığı, her hangi bir kod isim kullanmadığı, katalog evliliği yapmadığı ortadadır.
Sanık, kendisi hakkında örgütün çalışma evlerine giderek hadis ve tefsir sohbeti yaptığına dair herhangi bir ifade, tanık beyanı, delil vs bulunmadığı bir aşamada bizzat…C.Başsavcılığına müracaat ederek samimi beyanda bulduğu, ilk aşamadan bu yana da birbiri ile tutarlı bir şekilde aynı hususu tekrar ettiği görülmektedir. Sanığın örgütün nihai amacı ortaya çıktıktan sonraki bu hareket tarzı “örgütün nihai amacını bilmediği” yönündeki savunmayı teyid eder mahiyettedir.
Nitekim sanıkla aynı dönemde bakanlık teşkilatında görev yapan ve örgütsel bağı tartışmaya yer bırakmayacak derecede ortada olan kimi örgüt üyelerinin 28 şubat sürecinde herhangi bir idari soruşturmayla karşı karşıya kalmamalarına karşın, irtica soruşturması geçirmesi de örgütün -mahrem hizmetlerin temel hareket tarzı olan- istihbarata karşı koyma tekniklerini bilmediğini göstermektedir. Bakanlık içerisindeki arkadaşlarına da bu evlere sohbete gittiğini anlatması da bizi aynı sonuca götürmektedir.
Yine sanığın, kendisini dini sohbet yapmak üzere çalışma evlerine götüren …, … … ve … adlı şahısları da, bu sohbetleri koordine eden murakıpları da kod isimleri ile değil, gerçek isimleri ile bilmesi karşısında, örgütün nihai amacı konusunda kuşku duymasını gerektirecek bir nedenle de karşılaşmadığını ortaya koymaktadır.
Bu sonuçlar bizi sanığın örgütün evlerine sohbete gittiğini, ancak örgütün amacını bilmediğini, örgütsel konumu itibariyle bilme olanağının da olmadığı sonucuna götürmektedir.
Bu açıklamalar ışığında 1996-2004 yılları arasındaki dönemde sanığın;
-Örgütün mezun çalışma evlerinde 1998-2004 yılları arasında hadis ve tefsir dersleri vermesi, terör örgütlerinin de; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, sanığın bu nedenle örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğunun kabul edilmesi gerekeceği,
-Sanığın örgüt içerisinde sohbet verdiği mezun çalışma evlerinin, örgütün mahrem yapı ünitesine dahil olmaması, sanığın da örgütün mahrem alan ünitesinde görevli olduğunu kabule elverişli deliller bulunmaması karşısında, o tarih itibariyle henüz kriminalize olmamış örgütün yasa dışı olan nihai amacını bildiğinin kabul edilemeyeceği mahkememizce değerlendirilmiştir. Diğer bir ifade ile sanık 1998-2004 yılları arasında FETÖ organizasyonunun bir (örgüt) üyesidir, ancak örgütün nihai amacını bilmediğinden silahlı terör örgütü üyesi sayılması olanaklı değildir.
Her ne kadar iddianamede sanığın, “örgüt lehine yasa çalışma faaliyeti” başlığı altında 2002 yılı içerisinde “Silahsız terör örgütü” tasarısının yasalaşmaması yönünde faaliyet yürüttüğü iddiasına yer verilmiş ise de; bu husus yukarıda “Örgüt Lehine Yasa Çalışmaları” başlığı altında irdelendiğinden burada ayrıca yer verilmemiştir.
2-2004-2010 Yılları Arasındaki Dönem,
İddia makamınca sunulan esas hakkındaki mütalaada 2004-2010 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak “a) Adalet Bakanlığında Örgüt Tarafından Yapılan Kadrolaşma Çalışmaları” başlığı altında sanık …..’in;
“2004 yılında Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcılığı, 2008 yılında Personel Genel Müdürlüğü yaptığı, 2010 yılında yapılan Hâkimler ve Savcılar … Kurulu üyeliği seçimlerinde İdari Yargı adayları arasından Kurul Üyeliğine seçildiği, örgüt liderinin “hizmetten olanların önünü açın” yönündeki talimatı ve örgütün amaçları doğrultusunda ….. ve … … ile birlikte atama ve özlük işlerinde en yetkili birim olan Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nde bulundukları dönemde, eylem birliği içerisinde hareket ederek Adalet Bakanlığı Merkez Teşkilatında Personel Genel Müdürlüğü, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Kanunlar Genel Müdürlüğü ve Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü birimlerinde özellikle 2005 yılından itibaren Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Genel Müdürlük ve diğer ünvanlı atamalara bakıldığında, atananların büyük bir bölümünün örgüt üyesi olduğu,
Bu kapsamda sanığın aynı dönemlerde görev yapan ….., … … ve ….. ile birlikte;
….. (ByLock kullacısı), … (ByLock kullanıcısı), … (1998 yılında Tetkik Hakimliği, 2005 yılında Kanunlar Genel Müdürlüğünde Daire Başkanlığı), … (2003 yılında Tetkik Hakimi, 2005 yılında Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünde Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı, 1998 yılında Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde Tetkik Hakimliği, 2008 yılında Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdürlüğü), … … (2004-2006 döneminde Personel Genel Müdür Yardımcısı), … (ByLock kullanıcısı), …, … (2001 yılında Tetkik Hakimliği, 2003 yılından itibaren Daire Başkanlığı ve genel müdürlük), … (2003 yılında Tetkik Hakimliği, 2005 yılında Daire Başkanlığı), … (1999 yılında Tetkik Hakimliği, 2005 yılında Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı, 2000 yılında Tetkik Hakimliği, 2009 yılında Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı, 2002 yılında Tetkik Hakimliği, 2006 yılında Daire Başkanlığı ve genel müdürlük), … (ByLock kullanıcısı 1998 yılında Tetkik Hakimliği, 2009 yılında Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı 2006 yılında Tetkik Hakimliği, 2008 yılında Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı 2004 yılında Tetkik Hakimliği, İnsan Hakları Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı, 1999 yılında Bilgi İşlem Daire Başkanlığında Tetkik Hakimliği, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı, tetklik hakimliği, Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı 18.08.2004 tarihinde Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği), … (ByLock kullanıcısı 18.08.2004 tarihinde Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı), … (ByLock kullanıcısı 07.09.2004 tarihinde Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, 2011 yılından itibaren Daire Başkanlığı) ve … (2005 yılında Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği) gibi isimlerin atanmasında rol aldığı,
Bu kişilerin getirilmesinde en çok ….., … …, ….. ve …..’in etkisinin olduğu, isimler kim tarafından verilirse verilsin, kimlerin geleceğine bu kişilerin karar verdiği, Bakanlıkta o kadar kişinin makam sahibi olmasında etkileri olduğunun kesin olduğu şeklindeki beyanının da yukarıdaki tespitleri doğruladığı, sanığın çalıştığı 1996-2010 yılları boyunca örgütün Adalet Bakanlığında kadrolaşmasında etkin konumda olduğu” gerekçesi ile cezalandırılması talep edilmiştir.
Konuya ilişkin mevzuat hükümleri incelendiğinde;
Olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 29/03/19984 tarih ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un “Personel Genel Müdürlüğü:” başlıklı 18 nci maddesinde “Personel Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:
a) Uygulamalarla ortaya çıkan mevzuat yetersizliği ve aksaklıklar ile ilgili konularda gerekli inceleme ve araştırmaları yaparak alınması gereken kanuni ve idari tedbirler konusunda Bakanlığa ayrıntılı ve müşahhas tekliflerde bulunmak,
b) Görev alanlarına giren konularda tüzük tasarıları ile yönetmelikleri hazırlamak ve takip etmek,
c) Yargı yetkisinin kullanılma alanına girmeyen konularda görüş bildirmek ve genelge düzenlemek,
d) Bakanlık birimleri ile diğer bakanlıkların ve kamu kuruluşlarının soruları hakkında görüş bildirmek ve gerektiğinde bu konulardaki toplantılara katılmak,
e) Yasama organının isteği üzerine, kanun tasarı ve teklifleri dışında kalan konular hakkında yazılı ve sözlü görüş bildirmek,
f) Bakanlık aleyhine açılan idari davalarla ilgili işlemleri düzenlemek ve izlemek,
g) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının atama ve nakillerine ilişkin taleplerini, sicillerini ve tespit edilmiş sair hallerini, hizmetin icap ve ihtiyaçları ile birlikte inceleyerek kanuna, atama ve nakil yönetmeliğine uygun olarak hazırlayacağı taslağı Hakimler ve Savcılar … Kuruluna sunmak,
h) Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının; Hakimler ve Savcılar … Kurulunun doğrudan görevine giren özlük işleri konularında ön çalışmalar yapmak, bunların dışında kalan özlük işleri ile Bakanlığa bağlı diğer personelin özlük işlerini yürütmek,
i) Gecikmesinde mahzur hallerde, hizmetin aksamaması için kadro durumu müsait olan bir yargı çevresindeki hakim ve savcının ihtiyaç duyulan yerlerde görev yapmak üzere geçici olarak yetkili kılınmasına ilişkin işlemleri yürütmek,
j) Hakimler ve Savcılar … Kurulunun büro işlemlerini yürütmek.
k) Adli ve idari yargı teşkilatının mevzuat hükümleri dairesinde kuruluş ve işleyişini düzenlemek,
l) Kanunlarda gösterilen ve Bakanlıkça verilecek benzeri görevleri yapmak” hükmüne
Aynı yasanın “Yöneticilerin sorumlulukları” başlıklı 27 nci maddesinde “Bakanlığın merkez kuruluşu ve taşra kuruluşlarının her kademedeki yöneticileri, yapmakla yükümlü bulundukları hizmet veya görevleri, Bakanlık emir ve direktifleri yönünde mevzuata, plan ve programlara uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten bir üst yönetici kademeye karşı sorumludur” hükmüne,
Aynı yasanın “Yetki devri” başlıklı 31 nci maddesinde “Bakan, Müsteşar ve her kademedeki Bakanlık ve kuruluş yöneticileri, sınırlarını açıkca belirlemek şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilir. Anayasa ve kanunlarda Bakan ve Müsteşar tarafından münhasıran kullanılması öngörülen yetkiler devredilemez.Yetki devri, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmaz.” hükmüne,
Aynı yasanın “Kadrolar” başlıklı 32 nci maddesinde “Hakimlik ve savcılık mesleğinde bulunanlara ait kadrolar hariç olmak üzere, kadroların tespit, ihdas, kullanımı ve iptali ile kadrolara ilişkin diğer hususlar, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre düzenlenir.
Hakimlik ve savcılık mesleğinde bulunanların kadroları ile bu kadrolara ilişkin bütün hususlar özel kanununda düzenlenir.” hükmüne,
Aynı yasanın “Atama” başlıklı 33 ncü maddesinde ise “(Değişik birinci fıkra : 25/6/1992 – 3825/12 md.) Adalet Bakanlığında hakim ve savcı sınıfı dışında kalan personelin atanması, Bakan tarafından yapılır. Ancak, Bakan, Bakanlık Müşavirleri dışındaki personelin atanmasına ilişkin yetkisini yazılı olarak gerekli gördüğü alt kademelere devredebilir.
Bakanlık bağlı kuruluşunun kuruluş kanunundaki atamaya ilişkin hükümler saklıdır.” hükmüne yer verildiği,
Atama tarihleri itibariyle yürürlükte bulunan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun (22/12/2005 tarih ve 5435 sayılı yasa ile değişik) “Adalet Bakanlığı merkez kuruluşuna atama şartları ve şekli” başlıklı 37 nci maddesinde ise “Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda:
a) Bakanlık tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları ile Adalet Bakanı tarafından atama yapılır.
b) 1. Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları alınarak,
2. Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, … müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel müdürlüklerine, Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş bulunan birinci sınıf; müstakil daire başkanlıklarına, genel müdür yardımcılıklarına ve İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından,
Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile atama yapılır.
Genel müdürlük daire başkanlıkları ile Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından Bakan onayı ile atama yapılır.
Bakanlık müşavirliklerine yapılacak atamalar Bakan onayı ile gerçekleştirilir.
Bakanlık merkez teşkilâtında olmayıp, yargı görevinden bu görevlere atanacakların muvafakati alınır.” hükmüne,
Aynı yasanın “Geçici yetki ile görevlendirme” başlıklı 47 nci maddesinde “Hakimler ve Savcılar … Kurulu, hakim ve savcıları hizmetin gereği olarak sürekli görev yerlerinin dışındaki bir yargı çevresinde veya aynı yerde geçici yetki ile görevlendirmeye yetkilidir. Sürekli görev yerlerinin dışındaki geçici yetki ile görevlendirmelerde hakim ve savcı ayırımı gözetilmez.
Kendi yargı çevresi dışında geçici yetki ile görevlendirilenler o yerde dört aydan fazla çalıştırılamaz. Ancak, bu süre kendi istekleri veya hizmet gerekleri gözetilerek iki ay daha uzatılabilir.
Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, hizmetin aksamaması için Adalet Bakanı, kadro durumu müsait bulunan bir yargı çevresindeki hakim veya savcıyı ihtiyaç duyulan başka bir yargı çevresinde görev yapmak üzere geçici olarak yetkili kılabilir.(Ek cümle: 22/12/2005 – 5435/20 md.) Ayrıca; Adalet Bakanı, adlî ara verme süresinde Hâkimler ve Savcılar … Kurulunun onayına sunmadan verdiği geçici yetkileri kaldırabilir. Bu takdirde verilen karar, Kurulun ilk toplantısında onaya sunulur. Geçici yetkili olarak görev yapan hakim veya savcının Kurulca değiştirilmesi halinde Kurulun yetkili kılacağı hakim veya savcının gidip göreve başlamasına kadar, önceki yetkilinin yapmış olduğu işlemler geçerlidir.
Hakim ve savcıların muvafakatları ile Bakanlık hizmetlerinde geçici olarak görevlendirilmesi, doğrudan doğruya Adalet Bakanı tarafından Kurulun kararı olmaksızın yapılır. Bunlar hakkında ikinci fıkradaki süre hükmü uygulanmaz.
Geçici yetki ile görevlendirilenlere, ödeme emri beklenmeksizin saymanlıklarca, tahakkuk edecek harcırahlarına mahsuben avans verilir.” hükmüne yer verildiği görülmektedir.
Mevzuat hükümleri irdelendiğinde;
Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına, … müşavirliklerine, müsteşar yardımcılıklarına, Teftiş Kurulu Başkanlığına, genel müdürlüklerine, Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığına, Teftiş Kurulu başkan yardımcılıklarına, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemiş bulunan birinci sınıf; müstakil daire başkanlıklarına, genel müdür yardımcılıklarına ve İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığına ise birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından, Adalet müfettişliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az sekiz yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile adalet müfettişliği hizmetinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları alınarak Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzasını taşıyan müşterek karar ile,
Bakanlık tetkik hâkimliğine, hâkimlik ve savcılık mesleğinde fiilen en az beş yıl görev yapmış ve üstün başarısı ile Bakanlık hizmetlerinde yararlı olacağı anlaşılmış bulunanlar arasından muvafakatları ile Adalet Bakanı tarafından,
Hakim ve savcıların muvafakatları ile Bakanlık hizmetlerinde geçici olarak görevlendirilmesi, Kurulun kararı olmaksızın doğrudan doğruya Adalet Bakanı tarafından,
Genel müdürlük daire başkanlıkları ile Araştırma, Plânlama ve Koordinasyon Kurulu üyeliklerine ise meslekte fiilen en az sekiz yıl çalışmış ve ikinci dereceye yükselmiş bulunan hâkim ve savcılar arasından ve yine Bakanlık müşavirliklerine Bakan onayı ile atama yapılacağı anlaşılmaktadır.
Adalet bakanının tüm bakanlık merkez teşkilatında çalışan hakim ve savcılar ile, taşrada görev yapan hakim ve savcıların tamamının örgütsel bağlarını, hangi yapıya veya sosyal gruba mensup olduklarını, mesleki beceri düzeylerini, yönetim kabiliyetlerini bilme olanağının olmayacağı kuşkusuzdur. Bakanlık müsteşarının teşkilattan gelmesi nedeniyle bu tür bilgileri çok sınırlı da olsa bilme, şahsi çabası ile araştırıp öğrenme olanağı bulunmaktadır. Bu husus doğal olarak bakanlık müsteşarını atamalarda bakandan sonra en etkili konuma taşımaktadır.
Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün konuyla ilgili görevinin ise “Adli ve idari yargı hakim ve savcılarının; Hakimler ve Savcılar … Kurulunun doğrudan görevine giren özlük işleri konularında ön çalışmalar yapmak, bunların dışında kalan özlük işleri ile Bakanlığa bağlı diğer personelin özlük işlerini yürütmek”ten ibaret olduğu, ayrıca Daire Başkanı statüsünde yapılacak atamalarda ise teklif makamı olduğu anlaşılmaktadır. Hakim-savcılar ve bakanlık personelinin “Açık ve Gizli Sicil Büroları”nın Personel Genel Müdürlüğü’ne bağlı olması nedeniyle, ilgili genel müdürlüğün bakanlık içinde yapılacak atamalar öncesinde yasal olarak bu sicillerde yer alan bilgiler yönünden Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı’nı bilgilendirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Uygulamada bakanlık içi atamalarda Personel Genel Müdürü tarafından ilgilinin açık ve gizli sicil bilgileri bakan ve müsteşara arz edilerek bakan ve müsteşarın kimin atanacağına dair sözlü talimatı alınarak buna göre atama teklifinde bulunulduğu sanık ….. ve tanık ….. tarafından beyan edilmiştir.
İddianamede isimlerine yer verilen FETÖ mensuplarının atama tarihleri dikkate alındığında;
….. ve …’ün 2001 yılında tetkik hakimliği,
…’ın 1998 yılında Tetkik Hâkimliği, 2005 yılında Kanunlar Genel Müdürlüğü’nde Daire Başkanlığı,
…’nın 2003 yılında. Tetkik Hâkimi, 2005 yılında Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünde Daire Başkanlığı,
…’in 1998 yılında Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde Tetkik Hâkimliği, 2008 yılında Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı,
… …’nin 2004-2006 döneminde Personel Genel Müdür Yardımcısı,
…’nin, 2007-2011 tarihleri arasında Daire Başkanlığı,
…’in 2001 yılında Tetkik Hâkimliği, 2003 yılından itibaren Daire Başkanlığı,
…’ın 2003 yılında Tetkik Hâkimliği, 2005 yılında Daire Başkanlığı,
…’nun 1999 yılında Tetkik Hâkimliği, 2005 yılında Daire Başkanlığı,
…’ın 2000 yılında Tetkik Hâkimliği, 2009 yılında Daire Başkanlığı,
…’in, 2002 yılında Tetkik Hâkimliği, 2006 yılında Daire Başkanlığı,
…’nın 1998 yılında Tetkik Hâkimliği, 2009 yılında Daire Başkanlığı,
…’in 2006 yılında Tetkik Hâkimliği. 2008 yılında Daire Başkanlığı,
…’ın 2004 yılında Tetkik Hakimliği, İnsan Hakları Daire Başkanlığı,
…’nın 1999 yılında Bilgi İşlem Daire Başkanlığında Tetkik Hakimliği, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı,
…’in tetklik hakimliği, Daire Başkanlığı,
…’in 18.08.2004 tarihinde Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği,
…’nun 18.08.2004 tarihinde Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı,
…’ın 07.09.2004 tarihinde Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, 2011 yılından itibaren Daire Başkanlığı,
…’ın 2005 yılında Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliğine atandıkları görülmektedir.
Adı geçenlerin çoğunlukla adli yargı mensubu oması, bakanlığa geliş tarihleri itibariyle de sanığın bakanlık bürokrasisindeki konumu dikkate alındığında, bakanlığa alınmalarında kritik rol oynadığını kabule imkan görünmemektedir.
İddia makamı tarafından, iddianame ve esas hakkındaki mütalaada adlarına yer verilen FETÖ mensuplarının bakanlığa atandıkları ve sonraki süreçte birim amirliği görevlerine getirildikleri tarih itibariyle yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri uyarınca;
– Atama yetkisinin sanığa ait olup olmadığı,
– Bu isimlerin sanık tarafından önerilip önerilmedikleri,
– İlgili şahısların herhangi bir örgütsel organizasyona dahil olup olmadıklarının bilinip bilinmediği,
– Sanığın bu örgütsel organizasyonun nihai amacını bilerek adı geçenlerin bakanlığa alınmalarında veya ünvanlı görevlere atanmalarında etkin rol üstlenip üstlenmediği ortaya konulmadan “Bu kişilerin getirilmesinde en çok ……..ve …..’in etkisinin olduğu, isimler kim tarafından verilirse verilsin, kimlerin geleceğine bu kişilerin karar verdiği, Bakanlıkta o kadar kişinin makam sahibi olmasında etkileri olduğunun kesin olduğu, sanığın çalıştığı 1996-2010 yılları boyunca örgütün Adalet Bakanlığında kadrolaşmasında etkin konumda olduğu” gibi o tarih itibariyle mevzuatta tanımlanan yetki ve sorumluluk düzeyi ile uygun olmayan ve fiili uygulama ile de uyuşmayan bir genelleme ile sanığın cezai sorumluluğu yönüne gidilmesi olanaklı değildir.
İddia makamı tarafından ileri sürülen isimlerden …’nun Daire Başkanlığına atanmasına ilişkin olarak tanık ….. beyanında “…..’in Genel Müdür olduğu dönemde hatırladığı kadarıyla ilk defa ünvan alan bir tek …’nun bulunduğunu, adı geçenin …..’in yanında Ayırma Tetkik Bürosunda çalıştığını ve Ayırma Tetkik kısmında boşalma olunca da o kısımda daire başkanı olduğunu, …..’in önerdiği isim olarak o ismi hatırladığını, o birimde uzun süredir çalışan ve işi yürüten kişinin … olduğunu” beyan etmiştir. Sanığın, …’nun cemaat (FETÖ) mensubu olup olmadığını bilip bilmediği, yine adı geçenin mensubu olduğu yapının nihai amacını bilip bilmediği soruları ayrı bir sorun olarak ortada durmakla birlikte, atamaya konu isimlerden sadece …’nun daire başkanı olmasında katkısının olduğu anlaşılmaktadır.
Sanığın 2004-2010 döneminde örgütle olan bağına… tutacak tanık beyanları irdeleniğinde;
Tanık …..’in beyanında; “2010 HSYK seçiminden 1 yıl sonra yani 2011 yılında cemaatin hükümetle olan çatışmasından sonra özellikle MİT olayından sonra …..’in koptuğunu, ayrıldığını duyduğunu” beyan ettiği,
Tanık …..’in beyanında; “…..’in cemaat üyesi olmadığı, cemaatle o bağlamda bir ilişkisi olmadığı noktasında bir algısının olduğunu” beyan ettiği,
Tanık …..’in beyanında; “Bakanlığa yapılan alımlarda o yapıdan olan kişilerin alımında katkısının olup olmadığını bilemediğini, o dönem itibariyle böyle bir bölünmüşlük, ayrılma vesaire olmadığını, onun hassasiyetinin cemaat hassasiyeti değil, itikadi bir hassasiyet olduğunu, değişik kesimlerden insanların …..’e yaklaşımının kendilerinin yaklaşımından (yapı mensuplarının) farklı olduğunu, ona daha iyi yaklaştıklarını, onun itikadi yönünün ağır bastığını, sanık …..’in bakanlıkta “cemaatçi/cemaatçi değil” ayrışmasını yapmaya başladığı tarihin bakanlığa müsteşar olarak geldiği tarih olduğunu, müsteşar olduğu tarihe kadar “atananlar hep cemaatçi olsun, hep bu olsun,” gibi bir yaklaşımının olmadığını, başından beri kendi ölçülerinde “liyakatli olan seçilsin/atansın” diye bir yaklaşımının olduğunu, bu yaklaşımın cemaate karşı olan tepkisinden mi olduğunu bilmediğini, ancak daha ziyade gerçekten liyakatli olanın atanması yönündeki bakış açısıyla ilgili bir yaklaşım olduğunu düşündüğünü, 2012 yılında MİT müsteşarının ifadeye çağrılması olayı yaşandıktan sonra ise cemaate karşı çok net olarak bir duruş sergilediğini, artık birlikte olma yaklaşımını terk ettiğini,” beyan ettiği,
Tanık …..’ın beyanında; “…..’in konuşmalarından, yaklaşım tarzından belli bir tarihe kadar bu yapıya yakınlığının olduğunu fark ettiğini, fakat bu yakınlığın hiç bir zaman klasik anlamda bir cemaat mensubu havasında olmadığını, böyle bir tavrını hiç bir zaman görmediğini, çünkü o dönem ki adıyla cemaat denen yapıda sadece kendinden olma/kendine tabi olma anlayışının bulunduğunu, örneğin cemaat mensubu gazete okuyacaksa sadece … Gazetesi okur, başka gazeteler ne olursa olsun, ne yazarsa yazsın onun için tamamen ötekidir, kişi seçecek/tercih edecekse sadece kendi dairesi içerisinde olsun anlayışında olur, Cemaat ve mensubu için kendisine bağlı olmayan birini sevmenin, ona yardım etmenin, onunla ilgili kredi kullanmanın, girişimde bulunmanın düşünülemeyecek bir şey olduğunu, …..’in o zamanlarda dahi başka gazeteleri de aldığını bildiğini, … sicilliler olarak arkadaş çevresi içerisinde sosyal ortamı değerlendirirken muhafazakar arkadaşları genelde bir kategoride değerlendirdiğini, konuşmalarında bu tarz yaklaşım sergilediğini, münhasıran cemaat mensuplarına dönük özel bir yaklaşımının olmadığını, ancak cemaate karşı da ciddi bir yakınlığının ve sempatisinin olduğunu bildiğini,
…..’le öncesinde de cemaat içinde aynı grupta veya sohbet ortamında yer almadıklarını, ancak dönüşüm yaşamadan önce cemaate ciddi bir sempatisinin, tanışıklığının, ilişkisinin olduğunu gördüğünü, hissettiğini, bunun inkar edilecek bir yönü olmadığını, ancak bu sempati nedeniyle klasik bir cemaatçi olarak adlandırmanın zor olduğunu, bu sempatinin cemaate dönük bir sempati mi olduğu, yoksa bütün İslami kesimlere duyduğu sempati ve gösterdiği yaklaşım içerisinde cemaatin de yer almasından kaynaklı mı olduğunu bilemeyeceğini,
2010 yılından önceki bir dönemde kendi dönemlerinden olup cemaat mensubu olmayan bir meslektaşlarının …..’in kurul üyelerine referansı ile…İdare Mahkemesi Başkanı yapıldığını, cemaat içerisinde “bu yapı içerisinde olan arkadaşlar varken bu yapının dışında olan birinin başkan olmasını sağladığı” yönünde tenkitlerin konuşulduğunu, bu hususun o dönemlerde …..’in nasıl bir yapıda olduğunu gösterdiğini,” beyan ettiği,
Tanık …..’nin beyanında; “2008 yılında müsteşar yardımcısı iken Danıştay üyesi seçilerek bakanlıktan ayrıldığını, ayrıldığı tarih itibriyle …..’in hatırladığı kadarıyla genel müdür yardımcısı olduğunu ve ayırma ve tetkik bürosuna baktığını, FETÖ üyesi herhangi bir personelin örgütsel faaliyet kapsamında bakanlığa getirilmesinde herhangi bir şekilde referans olduğunu bilmediğini,
HSYK üyesi olduktan sonra sanık …..’in 2 nci Dairede, kendisinin ise 3 ncü Daire’de üye olarak görev yaptıklarını, kendisinin ayrıca HSYK başkanvekilliği görevini yürüttüğünü, HSYK genel kurullarında ise birlikte çalıştıklarını, görev yaptığı süre içerisinde sanığın hep tarafsız davrandığı kanaatinde olduğunu, özellikle bu cemaatçi, FETÇÖ’cü veya hizmetten diye bir ayrım yaptığı ve bu yapıya öncelik verdiği kanaatinde olmadığını,Sanığın MİT müsteşarının ifadeye çağrılmasından önceki dönemde Cemaate/ FETÖ’ye karşı davranışlarının bir örgütsel mensubiyet içinde mi yoksa sempati düzeyinde bir ilişki mi olduğu sorusuna ilişkin olarak; Kendisinin buna şahit olduğunu, Fetullah GÜLEN’in tedbir adına “başörtüsü füruattır” şeklinde bir açıklama yaptığını, …..’in o zaman “Bu nasıl bir hoca ? Adam Allah’ın örtünme emrine karşı açıkça tavır alıyor. Bu füruatsa füruat olmayan nedir?” şeklinde çok sert tepki gösterdiğini, bunu bakanlıkta herkese de açıkça söylediğini, lafını esirgeyen birisi olmadığını, arkadaşlığının, muhabbetinin olduğunu, ama yerine göre de çok sert olduğunu, kendisinin ona örgüt üyesi gibi diyemeyeceğini, yöneticisi hiç diyemeyeceğini,” beyan ettiği,
Tanık …..’un beyanında; “Sanığın HSYK üyesi iken 2002 (2012) MİT krizinden sonra yavaş yavaş cemaatten şimdi adıyla FETÖ’den soğumaya başladığını…2012 yılı öncesinde sanığın FETÖ ile çok yakın ilişki içerisinde olduğunu bildiğini, bunun bir örgüt mensubiyeti içinde yapıp yapmadığını bilmediğini” beyan ettiği,
Tanık ….. ise beyanında; “Bir çoğu bakanlıkta üst düzey (müsteşar yardımcısı, genel müdür, daire başkanı vs. gibi) görevde olan … YURDAKUL, …, ….. gibi isimlerden sanığa ne götürülürse yapıldığının söylendiğini, “ne götürülürse yapıldığı” sözünden kastının ise sadece cemaat mensuplarının işlerinin yapıldığının anlaşılmaması gerektiğini, milliyetçi-muhafazakar dünya görüşüne sahip insanların işini kastettiğini,” beyan ettiği görülmektedir.
Yukarıda yer verilen tanık beyanları ile yargılama sırasında toplanan deliller dikkate alındığında sanığın 2004-2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak örgütle hiyerarşik bir bağ içerisinde olduğunu kabule elverişli yeterli kanıt bulunmamaktadır.
Her ne kadar sanık …..’in iddianamede FETÖ mensubu olarak adı geçen kişilerden …’nun Personel Genel Müdürlüğü Ayırma ve Tetkik Bürosu’nda Daire Başkanı olmasın katkısının olduğu anlaşılmakta ise de; Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamalarında; silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunmasının gerektiği, tek bir atama üzerinden sanığın örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu sonucuna varılmasının mümkün olmadığı ortadadır.Yine adı geçen tanıklar, sanığın 2012 tarihi öncesinde tüm muhafazakar kesimlere karşı yakın bir tutum içerisinde olduğunu, bu tutumun itikâdi hassasiyetten kaynaklanan bir tavır niteliğinde olduğunu, bu kapsamda (o zamanki adıyla) cemaate karşı da bir sempatisinin olduğunun açık olduğunu, ancak “atananlar hep cemaatçi olsun” gibi bir yaklaşımının olmadığını, kendi ölçülerinde “liyakatli olan seçilsin/atansın” şeklinde tanımlanabilecek bir yaklaşımının olduğunu beyan etmişlerdir.
Sanığın 2004-2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak örgütle ilişkisinin sağlıklı olarak analiz edilebilmesi için belirtilen dönemdeki siyasi konjonktürün de göz önüne alınmasında yarar bulunmaktadır.
Türk siyasal yaşamında Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinden itibaren başlayan, Cumhuriyet döneminde ise 1960’lı yıllardan itibaren giderek artan ve bir kısır döngü haline dönüşen asker/… yargı mensuplarının başını çektiği -bir takım iç güvenlik gerekçelerini öne sürerek- siyasal iktidarı vesayet altına alma girişimlerinin, muhafazakar bir çizgide siyaset yapan mevcut siyasal iktidar döneminde zirve yaptığı kuşkusuzdur.
Bu kapsamda yeri gelmişken 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk oylamasının yapıldığı gün muhalefet tarafından Cumhurbaşkanı seçilebilmek için 367 yeter sayısının bulunmadığı gerekçesiyle itiraz edilmesi (367 krizi) üzerine aynı günün akşamında Genelkurmay Başkanlığı internet sitesi üzerinden yayımlanan “e-muhtita” olayını, 14 Mart 2008’de iktidar partisine kapatma davası açılması, Anayasa Mahkemesi tarafından 30 Temmuz 2008’de 5 oya karşı 6 oyla kapatma kararı verilmesi, ancak yeterli nisabın oluşmaması nedeniyle iktidar partisinin kapatılmadığı olaylarını hatırlamakta yarar bulunmaktadır.
İşte bu süreçte siyasal iktidarın, Türk siyasal hayatının darbelerle anılmasına sebep olan bu bürokratik vesayetin gücünü kırmak adına, devlet bürokrasisindeki atama tercihlerini askeri/bürokratik vesayete karşı kendisinin yanında duran muhafazakar kesimden yana kullandığı,
Örgütün, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları sonucunda yıllarca kendisini “kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi” olarak tanıtarak, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca büyük bir ustalıkla kamuoyundan ve örgütün en alt tabakasındaki halk kesiminden gizlediği,
Örgütün bu algı çalışmaları ile sadece kamuoyunu değil, değişik siyasal iktidarları manipule etttiği gibi mevut siyasal iktidarı da manipüle etmeyi başardığı, bu manipülasyonun örgütün gizlenen amacının yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı 07 Şubat 2012 tarihli MİT krizine kadar devam ettiği, nitekim bu döneme ilişkin olarak örgtün manipülasyonun, yetkililerin “Aldatıldık” söylemi ile ifade edildiği,
Örgütün, 07 Şubat 2012 tarihine kadar askeri/bürokratik vesayete karşı hükumetin yanında yer alıyor görüntüsü verdiği, yıllarca kendisine ait eğitim kurumları üzerinden hazırlayarak kamuya yerleştirdiği yetişmiş insan kaynağını, atama tercihlerini bürokratik vesayete karşı duran muhafazakar kesimden yana kullanan siyasal iktidarın bu tercihinden yararlanarak bürokraside etkin noktalara taşıdığı,
Uzun mücadeleler sonucunda bürokratik vesayetin kırılması üzerine, örgütün kamu yapılanmasında elde ettiği gücün etkisi ile 07 Şubat 2012 tarihinden itibaren yeni bir vesayet odağı olma çabasına girdiği, kamuoyundan, örgütün halk katmanından ve siyasi iradeden gizlediği nihai amacını gerçekleştirmek üzere eylem aşamasına geçtiği kuşkusuzdur.
Yargılama sırasında dinlenen tanık …..’in beyanında; “07 Şubat 2012 tarihindeki MİT krizine kadar -bir kaç istisna dışında- atamaları bakanlık içinden yaptıkları…….boşalan yerlere aynı daireden/aynı birimden aşağıdan yukarıya doğru kıdem esası gözetilerek atama yapıldığını, kendisinin döneminde adalet bakanlığına dışarıdan 1-2 tane ismin atandığını, onun dışında kurum içinden ve ilgili birimden atama yaptıklarını….
…7 yıllık … iktidarının olduğu bir dönemde üçüncü adalet bakanı olduğunu, bakanlığa başlarken bakanlık personeliyle uğraşmanın, onlarla ilgili bir tasarrufta bulunmanın mutat bir şey olmadığını, bunun genellikle iktidar değişikliklerinde kısmen görülen bir hadise olduğunu…
…7 Şubat MİT krizinden sonra ilk Personel Genel Müdürü değişikliğiyle başladığını, o dönemde 24 kritik noktaya …..’in bilgilendirmesi ve önerisi ile bu yapıya mensup olmayan isimlerin atandığını…
….tetkik hakimlerinin ne olduğunu kestiremediklerini, ellerinde bu yapı ile bağlarına dair herhangi bir detay bilgi bulunmadığını, tespit edilmelerinin, deşifre edilmelerinin kolay olmadığını” beyan ettiği dikkate alındığında, 2012 tarihi öncesinde siyaset kurumu tarafından bu yapının bir terör örgütü olarak bilinmemesi nedeniyle (bilinen) mensuplarına dönük olumsuz bir yaklaşım olmadığına işaret etmektedir.

Tanık …..’in bu beyanlarının, tanıklar …’ın “sanığın 2012 tarihi öncesinde tüm muhafazakar kesimlere karşı yakın bir tutum içerisinde olduğu, bu tutumun itikâdi hassasiyetten kaynaklanan bir tavır niteliğinde olduğunu, bu kapsamda (o zamanki adıyla) cemaate karşı da bir sempatisinin olduğunun açık olduğunu, ancak “atananlar hep cemaatçi olsun” gibi bir yaklaşımının olmadığını, kendi ölçülerinde “liyakatli olan seçilsin/atansın” şeklinde tanımlanabilecek bir yaklaşımının olduğu” yönündeki beyanlar ile tutarlılık arzettiği görülmektedir.
Bu tespitler ışığında 2004-2010 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak;
Sanığın 2004 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcısı, 2008 yılında ise Personel Genel Müdürü olduğu ve 2010 yılı HSYK seçimine kadar bu görevi yürüttüğü,
Sanığın 2004-2010 tarihleri arasındaki döneme ilişkin olarak örgütle hiyerarşik bir bağ içerisinde olduğunu kabule elverişli yeterli kanıt bulunmadığı,2004-2010 tarihleri arasında hükumetin bir bürokratı olarak cemaate (FETÖ’ye) karşı hükumetin tutumuna paralellik arzeden bir tutum içerisinde olduğu, örgütün kamuoyu ve siyaset kurumu tarafından bilinmeyen nihai amacının, hükumetin bir bürokratı olan ve siyaset kurumunun talimatları doğrultusunda hareket eden sanık tarafından da bilinmediği mahkememizce kabul edilmiştir.
3-2010 Yılı ve Sonrasındaki Dönem
Gerekçeli kararın “Delillerin Değerlendirilmesi ve Mahkememizce Kabul Edilen Oluş” başlığı altında ayrıntısına yer verildiği üzere sanığın 2010 yılı ve sonrasındaki eylemelerine kısaca değinildiğinde;
-2009 yılında … Cumhuriyeti hükumeti tarafından kabul edilen “Yargı Reformu Strateji Belgesi” doğrultusunda yeni Anayasa değişiklik taslağının hazırlanması aşamasında Adalet Bakanı’nın görevlendirmesi ile oluşturulan komisyonun çalışmalarına katılarak yargı teşkilatı içerindeki örgütlü yapıların HSYK’da çoğunluğu elde etmelerinin önlenmesi ve çoğulcu bir yapı oluşturulması için “tek oy” ilkesinin zorunlu olduğunu ısrarla savunduğu,
-2010 HSYK seçim sürecinde “Bakanlık Listesi” aday belirleme çalışmaları sırasında idari yargıda …ve …’u, adli yargıda ise ….. ve …gibi FETÖ ile herhangi bir ilgisi bulunmayan yargı mensuplarını aday olarak önerdiği, … …’ı ise tanımadığı, adı geçeni aday olarak önermesinin ise …’nın önerisi ile gerçekleştiği,
-17/10/2010 tarihinde yapılan HSYK seçim sonuçları açıklandığında, FETÖ mensuplarının seçimden önce kendi aralarında organize olarak idari yargıda …ve …’u, adli yargıda ise ….., …, …ve …’ün isimlerini çizmek suretiyle yedeğe bırakarak kendi mensuplarının tamamını kurul üyeliklerine taşıdıklarını görmesi üzerine, bu yapının çoğunluğu elde etmesini engellemek amacıyla Cumhurbaşkanınca kamu avukatlarından seçilecek üyenin belirlenmesi aşamasında FETÖ örgütü ile herhangi bir ilgisi olmayan, daha sonraki süreçte FETÖ ile mücadelede kendisinin yanında yer alan ….. ismini önerdiği ve yaptığı lobi faaliyeti ile adı geçenin kurul üyesi olarak atanmasını sağladığı,
-Yeni HSYK oluşturulduktan sonra, müsteşar … ve Adalet Bakanı …..’e HSYK Genel Sekreterliği’ne yapılacak atama için halen Yargıtay üyesi olarak görev yapan ve yapı mensubu olmayan …’un atanmasını önerdiği,
-HSYK Genel Sekreterliği’ne …’un atanması yönündeki önerisinin müsteşar … ve Adalet Bakanı ….. tarafından uygun görülmeyerek …’nın atanması üzerine, bu kez de HSYK Genel Sekreter Yardımcılığı için Adalet Bakanlığı İç Denetim Birimi Başkanlığı’nda iç denetçi olarak çalışan ve FETÖ’cü olmayan …’yı, HSYK Genel Sekreterliği tetkik hakimliği kadroları için ise yine FETÖ ile herhangi bir ilgileri olmayan …, …, … ve …’i önererek adı geçenlerin atanmasını sağladığı,-HSYK’daki FETÖ mensuplarının uyguladığı mobinge dayanamayan …, … ve …’nın kuruldan ayrılmak istediklerini beyan etmeleri üzerine sanığın adı geçenlerin ayrılmasına karşı çıktığı ve ikna etmeye çalıştığı,
-2011 yılı şubat ayında yapılan … yargı üyelikleri seçimi sürecinde …’nın evinde yapılan toplantıda FETÖ’ mensuplarının Yargıtay’a seçilecek 160 üyeden en az 140’ının kendilerinden olması yönünde dayatmada bulunmaları üzerine, sanığın bu sayının fazla olduğu gerekçesiyle karşı çıktığı, yine FETÖ mensuplarının idari yargıdan … sicillilerin Danıştay üyeliğine seçilmesinde ısrarcı olmalarına karşın sanık …..’in meslekte üyeliği hak eden daha kıdemlilerin olduğunu ileri sürerek itiraz ettiği,
-HSYK’da FETÖ mensubu olmayan 3-5 tetkik hakimden biri olan ….’un HSYK tetkik hakimliğine atanması aşamasında FETÖ mensuplarının ısrarla karşı çıkmasına rağmen HSYK üyesi ….. ile birlikte hareket ederek adı geçenin atanmasını sağladığı,
-HSYK Genel Kurulu’nda FETÖ mensubu HSYK müfettişi O…… Adliyesinde yürüttüğü soruşturma sırasında taraflı davrandığını ileri sürerek gönderilmesini istediği,
-Müsteşar …’ın sağlık nedenleriyle görevinden ayrılması üzerine FETÖ mensuplarının müsteşar olarak sanığın değil, …’in atanmasını sağlamak için yoğun çaba sarf ettikleri ve algı çalışması yürüttükleri,
-Sanığın müsteşar olduktan sonra, 2012 yılı Ocak ayında Anayasa Mahkemesi’nin Danıştay kökenli üyelik kadrosunun boşalacak olması nedeniyle 2011 yılı Kasım-Aralık ayları itibariyle Danıştay’daki FETÖ mensuplarının, Cumhurbaşkanına önerilecek üç ismin de kendilerinden olması ve bu şekilde kim atanırsa atansın kendi mensuplarından birinin atanmasını sağlamak amacıyla çalışma yürüttükleri sırada sanığın, FETÖ mensuplarının bu hamlesini boşa çıkarmak amacıyla hakimevinde yapı mensubu olmayan Danıştay üyeleri ile toplantı yaparak yapı mensubu olmayan …’ın ismini gündeme getirerek ve sonrasında lobi yaparak adı geçenin seçilmesini sağladığı,
-07 Şubat 2012 tarihinden 07 Şubat 2012 tarihinde FETÖ mensubu savcılar tarafından …’ın ifadeye çağrılması üzerine, sanığın bakanlıkta, HSYK’da, Yargıtay ve Danıştay’da örgüt mensuplarının tespit edilerek etkisizleştirilmeleri amacıyla daha sert bir mücadeleye girdiği,
-06 Mayıs 2012’de ÖSYM tarafından yapılan Avukatlar İçin Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Yarışma sınavına ilişkin olarak, soruların belirli kimselerden alındığı, sınav sonuçlarında da kuşkulu durumlar bulunduğunu öğrenmesi üzerine olayın üzerine giderek FETÖ tarafından yapılan soru hırsızlığının ortaya çıkartılmasında yoğun çaba sarf ettiği, yapılan inceleme sonucunda usulsüzlüğün tespit edilerek ÖSYM tarafından sınavın iptal edilmesi, iptal kararına karşı da…2. İdare Mahkemesi’nce verilen yürütmeyi durdurma kararı verilmesi üzerine sanığın mülakat sınavının iptal edilmesini sağlayarak FETÖ’nün yargıdaki kadrolaşma operasyonuna ağır bir darbe vurduğu, bu sınavın FETÖ’nün sınav soru hırsızlığının belgelendirildiği ilk sınav olduğu,-02/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı yasa ile CMK 250 maddesi ile görevli mahkemeler kapatılarak TMK 10 maddesi ile görevli ağır ceza mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi aşamasında, yeni kurulan mahkemelere FETÖ mensubu hakim ve savcıların atanmalarını/sızmalarını engellemek amacıyla o tarihte Teftiş Kurulu Başkanvekili olarak görev yapmakta olan … üzerinden çalışma yaptırması, yine …’da kurulan TMK 10 maddesi ile görevli ACM’lere yapılacak atamalara ilişkin tanık ….. üzerinden isim tespiti yaptırdığı ve atamaların büyük oranda bu isimlerden yapıldığı,
-Müsteşar olarak 1. Daireye geldikten sonra, … yargıdan gelen üyelerin bazıları ile görüşmeler yaparak FETÖ’ye karşı birlikte hareket etmeyi teklif ederek hem 1.Dairede hem HSYK’ Genel Kurulu’nda örgütün etkisini kırmaya çalıştığı,, yine … yargıdan gelen üyeler ….., … ve… ile Yargıtay ve Danıştay’da üye sayılarının artırılarak sabit genel kurullar oluşturulması ve daire sayılarının artırılarak bu şekilde FETÖ’cülerin … mahkemelerde etkinliğinin azaltılmasının sağlanması hususunda görüşmeler yaptığı, bu görüşme sonrasında varılan mutabakat uyarınca sanığın bakanlıkta …, … gibi güvendiği isimlerden ve yine güvendiği 1-2 tetkik hakiminden oluşan özel bir büro kurarak FETÖ’cülerin … yargıdaki etkinliklerinin azaltılması amacıyla yasa taslakları hazırlattığı,
-FETÖ’cü birim amirleri olan Kanunlar Genel Müdürü …, Avrupa Birliği Genel Müdürü …, Bilgi İşlem Dairesi Başkanı … hakkında “personel seçiminde objaktif davranmadıkları, mensup oldukları yapının çıkarlarını gözettikleri” gerekçesiyle olumsuz siciller verdiği
-FETÖ üyesi birim amirlerini görevden alarak yerlerine yapı karşıtı isimlerin atanmasını sağlaması, (bu kapsamda Personel Genel Müdürü …..’in görevden alınarak yerine …’ün, Ceza İşleri Genel Müdürü …’ın görevden alınarak yerine …’nın, onun yardımcılığına …’nın, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü …’un görevden alınarak yerine … …’ın, Kanunlar Genel Müdürü …’ın görevden alınarak yerine …’un, onun emekli olması üzerine …’in, onun yardımcılığına ise …’ün, Bilgi İşlem Dairesi Başkanı …’nın görevden alınarak yerine …….’ın, yardımcılığına ise …’ün, Adli Tıp Kurumu Başkanı …’ nin görev süresinin dolması üzerine yeniden atanmayarak verine …..’ün, Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’ne ise …’in atanması)
-2012 yılı Kasım ayında HSYK 1.Dairesi’nde görüşülmekte olan müstemir yetki kararnamesi sırasında dairede görevli FETÖ mensuplarının … Anadolu Adalet Komisyonu Başkanlığı için …’nın atanmasını istemeleri üzerine sanığın buna karşı çıkarak bu doğrultuda oy kullandığı,
-2013 Nisan ayında HSYK 1.Dairesince yapılan kararname çalışmaları sırasında sanığın, FETÖ mensubu…C.Başsavcısı …. ve .Başsavcısı …..’ın görevlerinden alınmaları yönünde hazırladığı teklifi daire gündemine sunarak adı geçenlerin örgüt açısından son derece etkin olabilecekleri noktalardaki görevlerinden alınmasını sağladığı,-2013 yaz kararnamesi çalışmaları sırasında sanık …..’in, FETÖ mensubu … Adalet Komisyonu üyesi ……’nın görevinden alınması yönünde gündem dışı teklif sunduğu ve adı geçenin görevden alındığı,
-2013 yılı Mayıs ayı içerisinde, 2011 yılı öncesinde FETÖ içerisinde bulunan ve adı geçen örgütle bağını koparan, bu nedenle FETÖ’cüler tarafından HSYK Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan…Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine gönderilen …..’in vekaleten Personel Genel Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmesini sağladığı, FETÖ’cü bazı isimlerin tespiti çalışmasında ….. ve adı geçen üzerinden idari yargı hakimi K.. A..’den bilgiler alarak tespitlerde bulunduğu,
-… İdare mahkemelerine atama yapılacağı süreçte tanık …..’ ve …..’dan kimlerin FETÖCÜ olduğu yönünde bilgiler alarak atamalarda buna göre hareket etiği,
-FETÖ mensuplarının daha çok genç hakimler arasında bulunduğu gerekçesiyle yapı mensuplarının … mahkemelere üye seçilebilmelerini engellemek amacıyla “Danıştay ve Yargıtay üyeliğine seçilebilmek için meslekte fiilen 20 yıl çalışmış olma” koşulunu getiren yasa taslağının hazırlanması ve 6494 sayılı yasa içerisinde yasalaşmasını sağladığı, HSYK genel kurulunda da 20 yıllık sürenin hesabında avukatlıkta, askerlikte ve stajda geçen sürelerin sayılamayacağı düşüncesini ısrarla savunarak örgüt mensuplarının … mahkemelere üye olmalarının önünü kesmeye dönük çalışmalar yürüttüğü,
-2013 yılı temmuz ayı içinde Danıştay Başkanlığı seçiminde FETÖ’cülerin seçilmesini istedikleri ismin seçilmemesi için çalışma yürüttüğü, bir kısım Danıştay üyeleriyle toplantılar yaparak … ismi üzerinde mutabakata varılmasını ve adı geçenin seçilmesini sağladığı,
-2013 yılı içinde FETÖ üyesi olmayan 51 Yargıtay ve 33 Danıştay üyesi ile, adı geçen kurumlarda görev yapan FETÖ’cü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin deşifre edilmesi, FETÖ’cü olmayan üyelerin birbirleri ile tanışarak birlikte hareket etmek suretiyle FETÖ terör örgütü mensuplarının Yargıtay ve Danıştay’ın seçim ve yönetim işlerinde etkinliklerinin kırılması amacıyla…Hakimevinde toplantılar düzenlediği,
-FETÖ’ye karşı yürüttüğü mücadele kapsamında Yargıtay ve Danıştay’da FETÖ mensuplarının tespitine dönük yürüttüğü çalışmalar sonucu hazırladığı FETÖ’cü Yargıtay ve Danıştay üyelerinin listesinin birer örneğini MİT müsteşarı …, ., Adalet Bakanı ….., o görevden alındıktan sonra da Adalet bakanı olan … ile siyaset dünyasında ve kamu bürokrasisinde etkin üst düzey bazı kamu görevlilerine teslim ettiği,
-Sanığın müsteşarlık görevini yürüttüğü sırada FETÖ’nün etkinliğini kırmak amacıyla Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu ve Adalet Akademisi Kanunlarında yapılması gereken değişiklikleri içeren yasa taslakları hazırladığı,
-… İl Jandarma Alay Komutanı … … ve arkadaşları hakkında FETÖ kumpasının ortaya çıkartılması ve adı geçenin beraatine karar verilmesi sürecinde aktif rol aldığı,
-2013 adli tatil sonrasında FETÖ’ye karşı mücadele edecek Yargıda Birlik Platformunun temelini oluşturacak toplantıları organiza ettiği,
-FETÖ’ye karşı mücadelede etkin bir rol üstlenebilmesi için …..’nın 2013 yılı aralık ayı içinde bakan oluruyla müsteşar yardımcılığına atanmasını sağladığı,-Adli yargı taşra teşkilatında görev yapan FETÖ üyelerinin tespiti amacıyla Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından “Disiplin ve Komisyon İşlemleri” adıyla toplantıların planlamasını yaptığı,
-17 Aralık 2013 tarihinde FETÖ’cü savcıların hükumeti devirme operasyonunu sürecinde …..’un hazırlayıp HSYK Genel Kurulu’na sunduğu HSYK bildirisine karşı şiddetle muhalefet ettiği,
-25 Aralık 2013 tarihinde FETÖ’cü savcı …’ın başlattığı operasyonun akamete uğratılması için aktif çalışma yürüttüğü, ilgili soruşturma dosyasının adı geçen savcıdan alınması amacıyla kurul üyesi …..’i başsavcı … ve Başsavcıvekili …ile görüşme yapmak üzere …’a gönderdiği, dosyanın kendisinden alınması üzerine C.Savcısı …’ın bildiri dağıtarak algı çalışması yürütmesi üzerine, bu algı çalışmasının geri püskürtülmesi yönünde aktif çalışma yürüttüğü,
-2014 yılında yapılan HSYK seçimleri öncesinde hakim/savcılara hitaben hazırladığı ve paralel yapı ile mücadele açısından HSYK seçimlerinde Yargıda Birlik platformunun desteklenmesinin taşıdığı önemi vurguladığı beş sayfalık metni adalet.org sitesinde hakim …’e ait hesap üzerinden yayımladığı
sabittir.
2010 Anayasa değişikliğinin siyasal iktidar tarafından başta HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilerek siyaset üzerindeki yargı vesayetinin sonlandırılması amacıyla yapıldığı,
TBMM’nin kabul ettiği Anayasa değişiklik metninde yer alan “tek oy” ilkesinin Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi üzerine, yapılacak bir HSYK seçiminde yargı teşkilatı içindeki örgütlü yapılara HSYK’da ezici bir çoğunluk elde etme olanağının doğduğu,
O tarih itibariyle yargı teşkilatında tek örgütlü yapı olarak -eski vesayetçi geleneği temsil eden- … olduğunun bilindiği, seçimi …’ın kazanması halinde yargı vesayetinin sona erdirilmesi amacıyla yapılan Anayasa değişikliğinin berhava olacağının görülmesi üzerine …’ın karşısına “Bakanlık Listesi” adıyla yapılacak bir liste ile çıkılması fikrinin benimsendiği,
Hazırlanacak “Bakanlık Listesi”nde eski vesayetçi geleneğe karşı hükumetin yanında yer alan tüm kesimlerin temsil edilmesi fikrinde mutabık kalındığı, 2004 yılından bu yana askeri/bürokratik vesayete karşı hükumetin yanında yer alan ve referandum sürecinde de bu tutumunu devam ettiren -o zamanki adıyla- cemaatin, eski vesayetçi anlayışa karşı yine hükumetin yanında yer aldığı,
Hazırlanacak “Bakanlık Listesi”nde “eski vesayetçi geleneğe karşı hükumetin yanında yer alan tüm kesimlerin temsil edilmesi” prensibi doğrultusunda kimlerin aday olabileceği hususunda müsteşar …’ın bir kısmı … yargı mensubu, bir kısmı da bakanlıktaki birim amirleri olmak üzere değişik kimselerle istişarelere yaptığı, ….. ve …..’i de saha çalışması yürütmek üzere görevlendirdiği,
Bu aşamada FETÖ mensuplarının ilk defa kurumsal kimlikleri ile ortaya çıkarak taşrada 1500 civarında mensuplarının olduğunu, … içinde de yine kendi mensuplarından 350-400 kişi bulunduğunu beyan ederek aday listesinde buna göre temsil edilmelerini istedikleri, hatta bakanlık kanadını ikna etmek için … üyesi …’la …..’i görüştürdükleri, bu aşamada müsteşar … tarafından yargı teşkilatı içinde …’dan sonra en örgütlü yapının cemaat (FETÖ) olduğunun farkına varıldığı,
Aday belirleme çalışmaları sırasında sanık …..’in idari yargıda …ve …’u, adli yargıda ise ….. ve …gibi FETÖ ile herhangi bir ilgisi bulunmayan yargı mensuplarını aday olarak önerdiği, … …’ı ise tanımadığı, adı geçeni …’nın tavsiyesi üzerine aday olarak önerdiği,
Aday adayı belirleme çalışmaları sonucunda kimlerin aday olacağına bizzat müsteşar … tarafından karar verildiği,
17/10/2010 tarihinde yapılan HSYK seçim sonuçları açıklandığında, örgütün kamuda mevzi kazanması söz konusu olduğunda kendilerini hiç bir ahlaki değer ve hukuk kuralı ile bağlı saymayan FETÖ mensuplarının seçimden önce kendi aralarında organize olarak idari yargıda …ve …’u, adli yargıda ise ….., …, …ve …’ün isimlerini çizmek suretiyle yedeğe bırakarak kendi mensuplarının tamamını kurul üyeliklerine taşıdıklarının görüldüğü,
Sanığın seçim sonuçları açıklandığında gördüğü tablodan örgütün sosyal tehlikeliliğinin farkına vardığı, bu noktadan sonra başta genel sekreter, genel sekreter yardımcısı ve bu birimde görevlendirilecek tetkik hakimlerin belirlenmesi aşaması olmak üzere örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemeye çalıştığı, (Genel sekreterlik için …, genel sekreter yardımcısı olarak …, tetkik hakimlikler için ise …, …, …, …)
07 Şubat 2012 tarihinde meydana gelen MİT krizi üzerine örgütün sadece sosyal tehlikeliliği bulunan bir kült hareket değil, devletin ulusal güvenliğini tehdit eden bir suç şebekesi/terör organizasyonu olduğunun farkına varması üzerine, o tarihe kadar “örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemeye dönük” olarak devam eden hareket tarzının, bu tarihten sonra örgütün önceden ele geçirdiği mevzilerden de arındırılması sürecine dönüştüğü,
Kısaca; sanığın örgüte karşı olan tutumunun 2010 HSYK sürecinden sonra aşama aşama negatife döndüğü ve giderek derinleştiği, sonunda da açıktan bir savaşa dönüştüğü görülmektedir.
Burada yeri gelmişken sanığın kastını yorumlayabilmek ve örgüte karşı mücadele sürecindeki tutum ve davranışlarının zamanlamasını irdeleyebilmek için, devletin aynı süreçte FETÖ ile mücadeleye ilişkin güvenlik politikasına kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.
Devletin ulusal varlığına, bekasına, güvenliğine yönelik tehditlerin görüşüldüğü en üst organ olan Milli Güvenlik Kurulu gündemine ilişkin basın açıklamaları incelendiğinde;
26 Şubat 2014 tarihli toplantıda; “Halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimiz tehdit eden yapılanmalar ve faaliyetler görüşülmüştür.”
30 Nisan 2014 tarihli toplantıda; “Halkımızın huzurunu ve ülkemizin güvenliğini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüştür, ayrıca ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar ve bunlara yönelik olarak alınması gerekli tedbirler değerlendirilmiştir.”
26 Haziran 2014 tarihli toplantıda; “Halkımızın huzur ve güvenliğini tehdit eden eylemler ile bunlara karşı alınması planlanan tedbirler ayrıntılı olarak görüşülmüş, ayrıca devlet içindeki illegal yapılanmalara yönelik olarak yürütülen adli ve idari işlemler hakkında kurula bilgi sunulmuştur.”
13 Ağustos 2014 tarihli toplantıda; “Halkımızın güvenliğini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüş, alınmasına ihtiyaç duyulan ilave tedbirler gözden geçirilmiştir.”
30 Ekim 2014 tarihli toplantıda; “Ülkemizin güvenliği, halkımızın huzuru ve kamu düzenini ilgilendiren hususlar ayrıntılı olarak görüşülmüştür. Bu kapsamda Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzeninin bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar, illegal oluşumlar ile yürütülen mücadelenin krarlılıkla sürdürüleceği vurgulanmıştır.”
30 Aralık 2014 tarihli toplantıda; “Paralel devlet yapılanması ve illegal oluşumlarla yürütülen mücadele hakkında kurula bilgi arz edilmiş..”
26 Şubat 2015 tarihli toplantıda “Paralel devlet yapılanması ve legal görünüm altında faaliyet gösteren illegal oluşumlara karşı yürütülen ulusal ve uluslararası hakkında kurul’a bilgi sunulmuştur”
29 Nisan 2015 tarihli toplantıda; “Milli güvenliği tehdit eden paralel devlet yapılanması ve illegal oluşumlara karşı yürütülen mücadele hakkında tafsilatlı bilgi arz edilmiş, mücadelenin kararlılıkla sürüdürülmesine vurgu yapılmıştır.”
29 Haziran 2015 tarihli toplantıda; “Milli güvenliğimizi tehdit eden, başta paralel devlet yapılanması olmak üzere, tüm yasa dışı oluşumlara karşı yürütülen mücadeleye kararlılıkla devam edileceği bir kez daha dile getirilmiştir.”
02 Eylül 2015 tarihli toplantıda; “Paralel devlet yapılanmasıyla, yurt içinde ve yurt dışında illegal ekonomik boyutu da dahil olmak üzere sürdürülmekte olan mücadelenin kararlılıkla devam ettirileceği vurgulanmıştır. Demokratik bir hukuk devleti olan ülkemizde kanun dışı hiç bir yapılanma ve eyleme müsaade edilmeyeceği, bu tür faaliyetler son buluncaya kadar mücadeleye devam edileceği ve bu mücadelenin hukuk çerçevesinde yürütüleceği ifade edilmiştir.”
21 Ekim 2015 tarihli toplantıda; “Milli güvenliğimiz tehdit eden ve terör örgütleriyle işbirliği içerisinde hareket eden paralel devlet yapılanmasına karşı yürütülen kararlı mücadelenin çok yönlü olarak sürdürüleceği teyit edilmiştir”
18 Aralık 2015 tarihli toplantıda; “Paralel devlet yapılanmasıyla yurt içinde ve yurt dışında sürdürülmekte olan mücadelenin kararlılıkla devam ettirileceği teyit edilmiştir.”
27 Ocak 2014 tarihli toplantıda; “Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler kapsamlı olarak görüşülmüştür.
Bu çerçevede Milli güvenliğimize yönelik iç ve dış tehditler ile bölücü terör örgütüne, paralel devlet yapılanmasına ve DEAŞ’a karşı yurt içinde ve yurt dışında sürdürülen mücadele etraflıca değerlendirilmiştir.”
24 Mart 2014 tarihli toplantıda; “Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler kapsamlı şekilde görüşülmüştür.
Bu çerçevede Milli güvenliğimize yönelen iç ve dış tehditler ile terör ve teröristle mücadele çalışmaları değerlendirilmiş, paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirlerin uygulanması üzerinde durulmuştur.”
26 Mayıs 2016 tarihli toplantıda; “Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler, terör ve teröristle mücadelede gelinen aşama, milli güvenliğimiz tehdit eden ve bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirler görüşülmüştür.” denildiği anlaşılmaktadır.
Milli Güvenlik Kurulu’nda 07 Şubat 2012 tarihinden sonra yaptığı toplantılara bakıldığında; FETÖ’nün, 07 Şubat MİT krizinden sonra yapılan 5 nci toplantı olan 30 Ekim 2014 tarihli MGK’da ilk kez”Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzeninin bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma” olarak tanımlandığı, 26 Mayıs 2016 tarihli toplantıda ise “milli güvenliğimiz tehdit eden ve bir terör örgütü” olarak tanımlandığı görülmektedir.
Sanığın, Milli Güvenlik Kurulu’nun ilk kez 30 Ekim 2014 tarihli toplantısında “Milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzeninin bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma” olarak tanımladığı FETÖ’ye karşı, bu tarihten çok çok önce aktif mücadeleye başladığı tüm dosya kapsamı ile sabittir.
Yerleşik yargıtay uygulamalarında ve doktrinde örgüt üyeliği (ve bu kapsamda yöneticilik) silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır.
Örgüt üyesi, örgüt amacını bilerek kabul eden, benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade eder. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur.
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de, örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması sebebiyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
Örgüt üyeliğinin söz konusu olmadığı bir yerde örgüt yöneticiliği suçunun da oluşması söz konusu olamaz.
Sanık …..’in 2010 yılı ve sonrasındaki eylemleri irdelendiğinde;
Sanığın 2010 HSYK seçim sonuçları açıklandıktan sonra, örgütün sosyal tehlikeliliğinin farkına vararak, başta HSYK genel sekreterliğinde olmak üzere örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemek amacıyla örtülü bir savaş verdiği, 07 Şubat 2010 tarihinde örgütün bir terör organizasyonu olduğunun farkına varması üzerine bu örtülü mücadeleyi açıktan bir savaşa dönüştürdüğü,
Örgütün gerçek amacının farkına vararak bu amacı benimsemeyen, kendi iradesini örgüt iradesine teslim etmeyen, idaresini örgüte teslim etmemek bir yana, açıkça örgüte karşı mücadele veren, bulduğu her fırsatta gerek bakanlık teşkilatında, gerekse yargı teşkilatının etkin noktalarında bulunan FETÖ mensuplarının tasfiyesi için etkin mücadele yürüten, yasa taslakları hazırlayan, bazı taslakların yasalaşmasını sağlayan, sınav yolsuzluğunu ortaya çıkartarak teşkilata yeni sızmaların önüne geçen, teşkilattaki örgüt mensuplarının tespiti hususunda çalışmalar yürüterek buna ilişkin listeleri devletin ulusal güvenliğiyle doğrudan ilgili birimleri başta olmak üzere ilgili makamlarla paylaşan, örgütün yolsuzluk kılıfı ile gerçekleştirdiği 17/25 aralık operasyonlarının boşa çıkartılmasında üstün gayret gösteren, yargıda örgüte karşı verilen mücadelenin bayraktarlığını yapan YBP’nin kurulmasını sağlayan, 2014 HSYK seçimlerinde örgüte karşı tüm teşkilatı uyaran bildiri yayımlayarak örgütün seçimlerde başarısız olması için çaba sarf eden sanığın örgütün hiyerarşisine dahil olduğunun kabul edilemeyeceği, bu nedenle örgütü yöneticisi, örgüte üyesi veya örgüte yardım eden olarak kabulüne olanak bulunmadığı mahkememizce kabul edilmiştir.
E-SONUÇ OLARAK;
Sanık ….. hakkında FETÖ terör örgütününüm yöneticisi olduğu gerekçesiyle TCK’nun 314/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Örgüt Yöneticisi; Örgütün yapılanma modeli dikkate alındığında örgüt içerisindeki konumu itibariyle hiyerarşik üst olarak kabul edilen, örgüt üyeleri arasında disiplini tesis etme, teşkilatlandırma, örgütün faaliyet planını yapma, stratejisini belirleme, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme, koordinasyon yapma gibi faaliyetleri üstlenen kişiye yönetici denir. (… …, Silahlı terör Örgütü Kurmak, Yönetmek ve Üye Olmak, Terazi HD. Nisan 2018, s.114)
Fail hiyerarşik olarak örgüt mensuplarının üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgütün üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunuyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol oynayabiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilmesi söz konusu olacaktır.
Failin örgüt yöneticisi olabilmesi için, örgütü bu suça ilişkin kastını ortaya koyacak kadar bir süreyle yönetmiş olması gereklidir.
Fail, henüz yeni kurulan bir örgütte doğrudan yönetici olabilir ise de; önceden kurulmuş ve uzun süre faaliyet gösteren örgütler yönünden failin yönetici olabilmesi için öncelikle üye olması, örgütün tüm norm ve değerlerini tartışmasız bir şekilde içselleştirmesi, örgütün lider ve yöneticilerinde tam bir güven oluşturacak süre faaliyet göstermesi, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabilecek, planlama ve organizasyon yapabilecek kişisel özelliklere sahip olması, örgütün üst yönetim tabakası tarafından da kendisine örgütün nihai amacını gerçekleştirmek üzere insiyatif kullanma olanağının tanınması gerekecektir.
Her ne kadar sanık hakkında Örgüt Yöneticisi olduğu gerekçesi ile TCK’nun 314/1 maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; Yargılama sırasında toplanan deliller, dinlenen tanık beyanları, mahkememizce kabul edilen oluş dikkate alındığında sanığın yalnızca 1998-2004 yılları arasında örgütle organik bağ tesis ettiği anlaşılmaktadır.
-Örgütün kuruluş tarihi, sanığın örgütte kaldığı süre,
-Örgütün hiyerarşisine tabi olduğu mahkememizce kabul edilen zaman dilimindeki eylemleri,
-FETÖ örgütü ile küçük yaşlarda örgütle bağ kurarak örgütün ideolojik eğitim sürecinden (endoktrinasyon) geçmemiş olması,
-Örgüt üyeleri ….. ve …tarafından örgütün yurt dışındaki okulları için kendisinden himmet istendiğinde sanığın, eşinin … fakir bir semtte öğretmenlik yaptığını beyan ederek “Boş verin cemaati, benim eşimin tanıdığı o kadar fakir veli var ki, yardım yapacaksak gelin onlara yapalım, gözümüzün önünde fakir fukara dünya kadar insan varken…’daki okula ben niye yardım edeceğim” şeklinde söyleyerek himmet/aidat ödemeye karşı çıkması,
-Örgüt liderinin “ruhsat/tedbir” adı altında alkol kullanmaya ve cemaat mensuplarının eşlerinin başlarını açmalarına cevaz vermesi, ve “başörtüsü füruattır” şeklinde yaptığı açıklama üzerine “Bu nasıl bir hoca ? Adam Allah’ın örtünme emrine karşı açıkça tavır alıyor. Bu füruatsa füruat olmayan nedir?” şeklinde çok sert tepki göstererek grup liderini ve grup normlarını sorgulaması, bu anlamda örgütün yapılanma modeli ve inşa ettiği zihin yapısı dikkate alındığında mutlak itaat bilincinin olmaması, örgütün gizlilik (tedbir) doktrinine şiddetle karşı çıkması,
-Örgütün yapılanma modeli dikkate alındığında örgüt içerisindeki konumu itibariyle hiyerarşik üst olarak kabul edildiğine, geniş bir alanda iş bölümü yaptığına, örgütün üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunduğuna, örgüt üyeleri arasında disiplini tesis etme, teşkilatlandırma, örgütün faaliyet planını yapma, stratejisini belirleme, diğer yönetici ve üyelere görev ve talimat verme, koordinasyon yapma, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda, icrasında, harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol oynadığına, bu faaliyetleri denetleyebildiğine dair hakkında herhangi bir delil bulunmaması karşısında sanığın örgüt yöneticisi, olarak kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Bu halde sanığın eylemlerinin örgüt üyeliği, veya örgüte yardım suçlarını oluşturup oluşturmadığının irdelenmesi gerekecektir.
Bu irdelemeye geçmeden önce sanığın aşamalarda alınan savunmalarında “oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediğini, örgütün nihai amacının farkına vardığı 21/11/2011 tarihinden itibaren örgütle mücadeleye başladığını” savunması karşısında TCK’nın 30/1 maddesinde düzenlenen hata halinin incelenmesinde yarar bulunduğu mahkememizce değerlendirilmiştir.
Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği ve Örgüte Yardım Suçlarının Değerlendirilmesi;
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.
TCK’nın “Hata” başlıklı 30. maddesinde ; “[1] Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
[2] Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
[3] Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
[4] (8.7.2005 T. 5377 sk ek) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Maddede çeşitli hata halleri düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
Maddenin 4 üncü fıkrasında; kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.
Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup, hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.
Konumuza ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; “Kast, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddi unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata halinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
Fıkrada ayrıca, maddi unsurlarda hata halinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir neticeyle karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır..” açıklamalarına yer verilmiştir.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup, bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığa ceza verilmeyecektir.
Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, hata dolayısıyla taksirli sorumluluk halinin saklı olduğu belirtildiğinden, taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. (Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden ve bir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.)Öğretide bu konuya ilişkin olarak; “Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. (Örneğin, arkadaşını ziyarete giden bir kimsenin, arkadaşının olduğu düşüncesiyle bir başkasının konutuna girmesi.)” (Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 522), “Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı), müşahhas bir olayda suçun maddi unsurlarına müteallik hususlardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi ifade eder. Bir başka ifadeyle, faildeki müşahhas olaya ilişkin tasavvurun gerçekle bağdaşmaması halidir. Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır. Bu hata halinde kasten işlenmiş bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değildir. Failin bilgisi veya tasavvuru gerçeğe uysaydı; işlediği fiilin bir haksızlık teşkil etmeyeceği muhakkak olmalıdır” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin, 1. Baskı, 2005, s. 421) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hali de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26/09/2017 tarih, 2017/16-956 E., 2017/370 K. Sayılı kararında vurgulandığı üzere;
“FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dini bir kült, ardından da terör örgütü haline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında…11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM’nin örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür. Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.” denilmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olmak veya bu örgüte yardım suçlarına ilişkin, atılı suçların manevi unsur yönünden hukuki çerçevesi belirlenmiştir.
Bu doğrultuda yapılan incelemede;
FETÖ terör örgütünün, kamuoyuna görünüşte meşru amaçlar gösterilmek suretiyle dini bir kült hareket olarak ortaya çıktığı, örgütün, sahip olduğu medya gücü başta olmak üzere yoğun ve ustaca yürüttüğü algı çalışmaları sonucunda kendisini “kişisel gelişimi önceleyen, diyalog ve hoşgörüyü esas alan, her türlü çatışmayı reddeden, siyaset dışı, barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi” olarak tanıttığı, bu şeklide görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı yıllarca gizlediği,
Örgütün verdiği talimat üzerine örgütün yargı yapılanmasında görevli hakim/savcılar tarafından 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı … ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması olaylarının, örgütün kriminalize bir yapı olduğunu gösterdiği,
Yapılan soruşturmalar sonucunda elde edilen bilgiler doğrultusunda örgütün stratejisi, çalışma sistemi, yapılanma modeli göz önüne alındığında; Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliği bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe azami ölçüde riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi biçiminde yapılandığı,Örgütün, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1 nci maddesinde tanımlanan “Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak” nihai amacını taşıdığı, bu amacı gerçekleştirmek üzere başta güvenlik bürokrasisi (TSK, Emniyet, MİT, Yargı vs.) olmak üzere “mahrem alan” adı altında amacı gerçekleştirmeye elverişli uygun bir teşkilatlanmaya gittiği,
Örgütün kadrolaşma stratejisinde kullandığı hukuk dışı yöntemler, örgütün “mahrem alan” ünitesinde görevli kamu görevlilerinin büyük kısmının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi halinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğunun açık olduğu,
Nitekim örgüt, kuruluş amacı doğrultusunda TSK bünyesine yerleştirdiği üyeleri üzerinden 15 temmuz 2016 tarihinde anayasal düzeni değiştimek amacıyla silahlı darbe girişiminde bulunduğu, 250 vatandaşımızı şehit olduğu, 2500’ün üzerindeki vatandaşımızın da yaralandığı anlaşılmıştır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere örgütün yürüttüğü başarılı algı çalışmaları ile kendisinin yıllarca “barışçıl bir eğitim ve ahlak hareketi” olarak tanıtarak gayri meşru amaçlarını kamuoyundan gizleyerek kriminalize olmamaya çalışması, örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında…11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24/06/2008 tarih ve 2008/9-82 E., 2008/181 K. sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesi, örgütün nihai amacının ancak 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı … ile bir kısım MİT görevlilerinin ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık 2013 tarihinde hükümeti devirme amacına dönük yargı darbesi, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması gibi olaylarla aşama aşama ortaya çıkmaya başlaması karşısında, bu tarihler öncesinde örgütün hiyerarşisine tabi olduğu veya örgüte yardım ettikleri iddia olunan kişilerin, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, atılı suçları işlediklerinin kabul edilebilmesi için örgütle olan bağları, örgüt içindeki konumları dikkate alınarak örgütün gayri meşru amacını bilip bilmedikleri üzerinde özellikle durulması gerekeceği,
Zira yukarıda da açıklandığı üzere; gerek örgüt üyeliği suçu olsun gerekse örgüte yardım suçu olsun, ancak doğrudan kastla işlenebilen suçlar olup, failin atılı suçlardan herhangi birini işlediğinin söz konusu olabilmesi için öncelikle suça konu örgütün 3713 ayılı Terörle Mücadele Kanunun 1.maddesinde tanımlanan amaçları gerçekleştirilmek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğunu bilmesi gerektiği,
Bu gerçekler göz önüne alındığında; sanığın örgütsel bağının ve kastının tam ortaya konulabilmesi açısından, örgütsel organizasyona dahil olduğu iddia olunan tarihten itibaren örgütle olan ilişkisinin, örgütün kriminal bir yapı olduğunu zamanla ortaya koyan olaylar da dikkate alınarak değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu mahkememizce kabul edilmiştir.
Yukarıdaki bölümlerde ayrıntılı olarak incelendiği üzere Sanık …..’in;
1-1996-2004 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak;
Sanığın 1996 yılında yapı mensubu (4-5 tane küçük grubun birleşmesinden oluşan ve cemaat içinde genel grup olarak adlandırılan) 15-20 kişilik idari yargı hakiminden oluşan grubun iki toplantısına katıldığı,
1996-2001 tarihleri arasında aynı dairede birlikte çalışmaları, aynı lojmanda oturmaları nedeniyle yakın arkadaş oldukları ….., ….. ve … … ile zaman zaman bir araya geldikleri, bu buluşmalarda sanığın İmam Hatip Lisesi mezunu olması, hadis ve tefsir konusunda dikkat çekici bir yeterliliğe sahip olması nedeniyle hadis ve tefsir dersleri yaptığı, bu sohbetlerin örgütsel herhangi bir içerik barındırmadığı,
1998 yılında FETÖ mensubu …’in “Bizim sınava çalışan arkadaşlarımız var, onlara moral motivasyon olsun diye ara sıra gelip onlarla da konuşur musun?” şeklinde teklifte bulunması üzerine bu teklifi kabul ederek 1998-2004 yılları arasında ve her yıl içerisinde ortalama 4-5 kez olmak üzere örgütün mezun çalışma evlerinde hadis ve tefsir dersleri verdiği,
Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin bu tür faaliyetlerine izin vermeyecekleri,
FETÖ terör örgütünde; örgütün nihai amacının, örgütün alt katmanları ve kamuoyu tarafından bilinmese de 28 şubat sürecinin devam ettiği, bu nedenle tüm dini cemaatlerin diken üstünde oldukları bir süreçte, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında olağanüstü duyarlı olan örgütün, özel önem atfettikleri hatta örgütün il imamlarının bile yerlerini bilmediği hakim-savcı çalışma evlerine sanığı götürmeleri, sanığın örgütsel organizasyona dahil olduğunun bir kanıtı olduğu,
1996-2004 tarihleri arasındaki dönemde FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, sanığın da örgütün nihai amacını bilmediğine dair savunması karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/09/2017 tarih, 2017/16-956 E. 2017/370 K. sayılı kararında “Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.” ve yine aynı kararda “eylem tarihi itibariyle FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmasa da, örgüt piramidi içindeki konumları itibariyle “mahrem alan” alan kapsamında faaliyet gösteren kişilerin örgütün nihai amacını bilebilecek durumda olduklarının kabul edilmesi gerekeceği” yönündeki içtihatları doğrultusunda inceleme yapıldığında;
-Hakim-savcı çalışma evlerinin operasyonel birim olmaması nedeniyle örgütün mahrem alan yapılanmasına dahil ünitelerden olmadığı,
-Sanık …..’in de orta ve lise öğrenimi sırasında ailesinin yanında kaldığı, liseden sonra örgüte ait herhangi bir dershaneye gitmediği, … Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenim gördüğü dönemde ise …Vakfı’na ait öğrenci evlerinde kaldığı dikkate alındığında, küçük yaşlarda örgütle bağ kurarak örgütün endoktrinasyon sürecinden geçen kişilerden olmadığı,
-Sanıktan örgütün yurt dışındaki okulları için himmet istendiğinde de itiraz ettiği ve vermediği, her hangi bir kod isim kullanmadığı, katalog evliliği yapmadığı, örgüt hiyerarşisinde bağlı olduğu bir üst sorumlunun bulunmadığı,
-Örgütün ve liderinin -mahrem hizmetler biriminde mutlak olan- takiyye/tedbir söylem ve uygulamalarını sert şekilde eleştirmesi, örgüt liderini ve grup normlarını sorgulaması üzerine örgüte ait evlere bir daha çağrılmadığı, sanığın grup liderini ve normlarını sorgulayıcı tavrı dikkate alındığında örgütün mahrem alan yapılanmasında mutlak olan ‘Koşulsuz İtaat Bilinci’nin olmadığı,
-Sanığın kendisi hakkında “örgütün çalışma evlerine giderek hadis ve tefsir sohbeti yaptığı”na dair herhangi bir ifade, tanık beyanı, delil vs bulunmadığı bir aşamada ve 15 temmuz darbe girişimi ile örgütün nihai amacının hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak derecede ortaya çıktıktan sonra bizzat…C.Başsavcılığına müracaat ederek “örgütün çalışma evlerinde hadis ve tefsir dersleri verdiği” yönünde beyanda bulunmasının “örgütün nihai amacını bilmediği” yönündeki savunmasını teyit ettiği,
Bu nedenlerle sanığın; 1998-2004 yılları arasında örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğunun kabul edilmesi gerekeceği, ancak sanığın örgütün mahrem alan yapılanmasına dahil olmaması nedeniyle o tarih itibariyle henüz kriminalize olmamış örgütün yasa dışı olan nihai amacını bildiğinin kabul edilemeyeceği, bu nedenle sanığın belirtilen zaman dilimi aralığında örgüt üyesi sayılacağı, ancak kastı itibariyle silahlı terör örgütü üyesi sayılmasının olanaklı olmadığı, bunun TCK 30/1 maddesinde düzenlenen tipik hata hali olduğu mahkememizce kabul edilmiştir.
2-2004-2010 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak;
Sanığın 2004 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcısı, 2008 yılında ise Personel Genel Müdürü olduğu ve 2010 yılı HSYK seçimine kadar bu görevi yürüttüğü,
2004-2010 tarihleri arasında hükumetin bir bürokratı olarak cemaate (FETÖ’ye) karşı hükumetin tutumuna paralellik arzeden bir tutum içerisinde olduğu, örgütün kamuoyu ve siyaset kurumu tarafından bilinmeyen nihai amacının, hükumetin bir bürokratı olan ve siyaset kurumunun talimatları doğrultusunda hareket eden sanık tarafından da bilinmediği mahkememizce kabul edilmiştir.
3-2010 yılı ve sonrasındaki döneme ilişkin olarak;
Sanığın 2010 HSYK seçim sonuçları açıklandıktan sonra, örgütün sosyal tehlikeliliğinin farkına vararak, başta HSYK genel sekreterliğinde olmak üzere örgütün yeni bir mevzi kazanmasını engellemek amacıyla örtülü bir savaş verdiği, 07 Şubat 2012 tarihinde örgütün bir terör organizasyonu olduğunun farkına varması üzerine bu örtülü mücadeleyi açıktan bir savaşa dönüştürdüğü,
Örgütün gerçek amacının farkına vararak bu amacı benimsemeyen, kendi iradesini örgüt iradesine teslim etmeyen, idaresini örgüte teslim etmemek bir yana, açıkça örgüte karşı mücadele veren, bulduğu her fırsatta gerek bakanlık teşkilatında, gerekse yargı teşkilatının etkin noktalarında bulunan FETÖ mensuplarının tasfiyesi için etkin mücadele yürüten, yasa taslakları hazırlayan, bazı taslakların yasalaşmasını sağlayan, örgütün sınav yolsuzluğunu ortaya çıkartarak teşkilata örgüt mensuplarının yeni sızmalarının önüne geçen, teşkilattaki örgüt mensuplarının tespiti hususunda çalışmalar yürüterek buna ilişkin listeleri devletin ulusal güvenliğiyle doğrudan ilgili birimleri başta olmak üzere ilgili makamlarla paylaşan, örgütün yolsuzluk kılıfı ile gerçekleştirdiği 17/25 aralık operasyonlarının boşa çıkartılmasında üstün gayret gösteren, yargıda örgüte karşı verilen mücadelenin bayraktarlığını yapan YBP’nin kurulmasını sağlayan, 2014 HSYK seçimlerinde örgüte karşı tüm teşkilatı uyaran bildiri yayımlayarak örgütün seçimlerde başarısız olması için çaba sarf eden sanığın örgütün hiyerarşisine dahil olduğunun kabul edilemeyeceği gibi örgüte yardım eden olarak da kabulüne olanak bulunmadığı,
Sanığın, örgütün nihai amacının farkına vararak etkin mücadele yürüttüğü dönemde üzerinde taşıdığı “müsteşarlık” sıfatını ön plana çıkartarak, “Müsteşardı, o halde örgütün amacını bilmesi gerekirdi” gibi bir yaklaşımla, örgütsel organizasyona dahil olduğu mahkememizce kabul edilen 1998-2004 yılları arasındaki dönemden dolayı kendisine cezai sorumluluk üretmenin hukuki bir yaklaşım olmayacağı mahkememizce kabul edilmiş, bu doğrultuda hüküm kurulmuştur.
TCK’nın 30/1 maddesinde düzenlenen “Hata Hali” ile TCK’nın 221 maddesinde düzenlenen “Etkin Pişmanlık” müessesesinin aynı anda bir araya gelip gelemeyeceği hususuna ilişkin olarak ise;
Sanığın, soruşturma makamları tarafından FETÖ terör örgütünün yargı yapılanmasında görevli örgüt üyeleri hakkında henüz hiç bir soruşturma bulunmadığı bir aşamada, kendi yürüttüğü çalışmalar sonucu örgüt hiyerarşisinde bulunduğunu tespit ettiği bir kısım örgüt üyeleri ile ilgili olarak elde ettiği bilgileri, devletin ulusal güvenliğini sağlama ile ilgili görevleri bulunan bir kısım devlet organlarıyla paylaştığı, daha sonraki süreçte ise bu bilgileri soruşturma ve kovuşturma makamları ile de paylaştığı dosya kapsamı ile sabittir.
Sanığın eyleminin TCK’nun 30/1 maddesinde düzenlenen “hata hali” kapsamında kaldığının dairemizce kabul edilmesi nedeniyle, “hata hali” (TCK 30/1) ile “etkin pişmanlık” (TCK 221) kurumunun aynı olayda uygulanıp uygulanamayacağına ilişkin olarak;
Hata hali, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin esaslı düzeyde bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması olarak adlandırılabilir. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup, bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığın cezai sorumluluğu yönüne gidilemeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Dolayısıyla hata hali, suçun maddi unsurlarına ilişkin olması nedeniyle doğrudan failin kusurluluğunu etkileyen bir husustur.
Etkin Pişmanlık ise; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen, bir suçun işlenmesinden sonra failin pişmanlık göstermesi durumunda cezasının azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması halidir.
Etkin pişmanlık, ilgili olduğu suçun haksızlık ve suç olma niteliğini etkilemediği gibi failin kusurluluk durumu üzerinde de bir etkisi yoktur. Dolayısıyla cezanın tamamen ortadan kaldırılmasını gerektiren bir halin varlığında dahi suçsuz bulunmak anlamına gelen beraat kararı değil; ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir.
Sonuç olarak; “Hata hali”nin TCK 30/1 maddesinde doğrudan kusurluluğu (kastı) etkileyen bir neden olarak düzenlenmesi karşısında, fail hakkında belirtilen maddenin uygulanma koşullarının oluştuğu hallerde, failin kusurluluk durumu üzerinde herhangi bir etkisi olmayan ve bir suçun işlenmesinden sonra failin pişmanlık göstermesi nedeniyle hakkında hükmolunan cezasının azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğuran etkin pişmanlık müessesesinin uygulanma olanağının olmayacağı tabiidir.
Bu gerekçeler ışığında; her ne kadar sanık ….. hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olduğundan bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; sanığın eyleminin ancak TCK 314/2 maddesi kapsamında “örgüt üyeliği” olarak değerlendirilebileceği, sanığın örgütün hiyerarşisi içinde bulunduğu zaman dilimi itibariyle örgütün nihai amacını bilmediği gibi, bu amacın kamuoyu tarafından da bilinmediği, TCK’nun 30/1 maddesinde düzenlenen, “Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz.” hükmü gereğince sanığın CMK’nun 223/2-c maddesi uyarınca atılı suçtan beraatine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” şeklindeki ifadelerle kararın gerekçesi açıklanmış ve sanığın silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan beraatine karar verilmiştir.
V) TEMYİZ:
Yargıtay Cumhuriyet savcısı temyizinde özetle; yapılan yargılama neticesinde TCK’nın 30/1. maddesi uygulanmak suretiyle CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca sanığın beraatine ilişkin verilen kararın oluşa uygun olmadığı, şöyle ki;
Sanığın 1993 yılında … İdare Mahkemesi Üyesi olarak göreve başladığı, 1996 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne tetkik hâkimi olarak atandığı, burada Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürlük görevlerinde bulunduğu, 2010 yılında HSYK üyeliğine seçildiği, 2011 yılı sonlarında getirildiği Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı görevini 31.12.2013 tarihine kadar yürüttüğü,
Kovuşturma sırasında sanık hakkında ….., …, ….., ….., ….. ve …..’ın tanık olarak dinlendikleri,
….. ve …..’un haklarındaki soruşturmalar sırasında alınan ifadelerinde sanık hakkında beyanda bulundukları,
Sanığın örgütün en etkili isimleri arasında bulunan ….. ve … … ile o dönem atama ve özlük işlerinde en yetkili birim olan Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde birlikte çalıştığı ve beraber hareket ettiği,
Sanığın 1996 yılında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü tetkik hâkimliği, 2004 yılında Personel Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı, 2006 yılında Personel Genel Müdür Yardımcılığı, 2008 yılında Personel Genel Müdürlüğü yaptığı ve 2010 yılında yapılan HSYK seçimlerini takiben HSYK 2. Daire üyesi olarak çalıştığı dönemlerde;
…..’un; Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimliği, Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Genel Müdürlük ve Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunduğu, 2010 yılında yapılan HSYK üye seçimlerinde adli yargı adayları arasından kurul üyeliğine seçildiği ve 1. Daire Başkanı olarak çalıştığı,
… …’ın; Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimliği, Daire Başkanlığı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı ve Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunduğu, akabinde Adalet Akademisi Başkanı olarak çalıştığı,
…..’nin; Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimliği, Daire Başkanlığı, Personel Genel Müdür Yardımcılığı, Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunduğu, Adalet Akademisi Başkanı olarak görev yaptığı, 19.10.2010 tarihinde HSYK asıl üyeliğine Adalet Akademisi kontenjanından seçildiği, HSYK 3. Daire Başkanı ve HSYK Başkanvekili olarak görev yaptığı,
….., … …, ….. ve sanığın birkaç gün arayla aynı birime tetkik hâkimi olarak geldikleri, devamında … ve …’in Bakanlıkta göreve başladığı, sohbet adı verilen örgütsel toplantılarda bir araya geldikleri, kendilerinden sonra gelen yapı mensuplarına referans oldukları hususları dikkate alındığında bu görevlere örgüt tarafından getirildikleri sonucuna ulaşıldığı,
Bu kişilerle on beş günde ya da ayda bir olmak üzere periyodik olarak sohbet adı verilen toplantılarda bir araya geldiği, bu toplantıların ….. ve …’ün sanık ve diğerlerince Adalet Bakanlığında görevlendirilmesiyle periyodik hâle geldiği, bu toplantılarda örgüt liderine ait yazıların okunduğu, örgüt liderinin vaaz CD’lerinin izletildiği, örgütün işlerinin anlatıldığı ve himmet istendiği,
Sanığın bu toplantıları katılımı zorunlu olmayan, maneviyatı güçlendirme ve 28 Şubat sürecinin yarattığı baskıları ve olumsuz havayı giderme amaçlı ziyaretler olarak nitelendiren savunmasına itibar etmenin söz konusu toplantıların katılımcılarının tamamı hakkında örgüt suçlarından soruşturma yapılması, yapı mensubu olmayan hiç kimsenin katılmaması, baskılara maruz kalan bütün inançlı kesimleri kapsamadığı gibi toplumun geneline de hitap etmemesi, kendi evlerinde yapılmasına rağmen eşlerinin bulunmaması, örgüt liderinin kitaplarının okunup CD’lerinin izlenmesi ve himmet toplanması karşısında mümkün olmadığı,
Bir dönem sanıkla Bakanlıkta aynı birimde görev yapan …’in Tetkik Hâkimleri …, … ve …’la sohbet adı verilen toplantılarda bir araya geldiklerini kabul ederek ….., ….., ….., …, … ve …..’in de yapı mensubu olduklarının herkes tarafından bilindiğini belirtmesi dikkate alındığında sanığın da dahil olduğu toplantıların dini sohbet amaçlı olmadığının anlaşıldığı,
Sanığın Adalet Bakanlığında hâkim ve savcıların atama ve özlük işleriyle ilgili en yetkili birim olan Personel Genel Müdürlüğü haricinde başka hiçbir birimde çalışmadığı, yürüttüğü görevlerde etkin ve belirleyici olduğu, Adalet Bakanlığında çalıştığı dönemde atananların büyük bir bölümünün örgüt üyesi olduğunun ortaya çıktığı,
Adalet Bakanlığında hâkim ve savcılarla ilgilenen büroların kararname bürosu, işlemler bürosu, terfi bürosu ve disiplin bürosu olduğu, kararname ve işlemler bürosunun …..’a, terfi bürosunun …..’e, disiplin bürosunun …..’ye bağlı olarak çalıştığı, sanığın unvanlı görev yaptığı dönemde Adalet Bakanlığına atanan tetkik hâkimlerinin çoğunluğunun yapı mensubu olduğu, isimleri kim tarafından verilirse verilsin kimlerin geleceğine ….., … …, ….. ve sanık tarafından karar verildiği, sanığın görev yaptığı 1996-2012 yılları boyunca örgütün Adalet Bakanlığında kadrolaşmasında etkin konumda olduğu,
Örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda mahrem yargı sınıfının oluşturulması ve yargıya sızmanın sağlanması amacıyla hukuk fakültesi mezunu örgüt mensuplarının ayrıştırılarak il imamlarının dahi yerlerini bilmediği evlerde barınmalarının ve eğitimlerinin sağlandığı, 1990’lı yıllardan itibaren hukuk fakültesi mezunlarının kamuya sokulması faaliyetlerine önem verilmeye başlandığı, bu faaliyetlerin daha önceden hâkim veya savcı yapılarak yargı sistemine yerleştirilen ve örgütün mahrem yapılanmasında faaliyet yürüten üyelerinin koordinesinde yapıldığı, bu tarihin örgütün Adalet Bakanlığında kadrolaşmasında belirleyici rol oynayan ….., … …, ….. ve sanığın Adalet Bakanlığında göreve başladıkları tarihle örtüştüğü,Hakkında örgüt üyeliği suçundan kovuşturma yapılan …..’un soruşturma sırasında müdafisi huzurunda verdiği ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2017/14 Esas sayılı dosyasının 05.07.2018 tarihli duruşmasında olduğu gibi dairenin diğer dosyalarında da doğruladığı,
…..’ın; hukuk fakültesinde okuyan öğrencilerin 1988’e kadar diğer fakülte öğrencileriyle aynı evleri paylaştıklarını, örgüt liderinin ikinci dönem dediği 1988 Nisan ayında …’da önce kuran kursu ve yurt olan, sonrasında mollaların yetiştirildiği akademi hâlini alan yerde ilk vaazını verdiğini, 1980 askeri darbesinden sonraki ilk vaazının bu olduğunu, burada tedbirin öneminden üzerine basa basa bahsederek yapılacakları anlattığını, sonraki süreçte hukuk fakültesi öğrencilerinin evlerinin ayrılmaya başladığını, 1991-1992’den sonra da hukuk fakültesi mezunu öğrenciler için hâkim ve savcı çalışma evleri oluşturulduğunu, bu çalışmalardan il imamları ve eğitim danışmanlarının bilgisi olduğunu, ancak il imamları da dahil olmak üzere hiç kimsenin bu çalışma evlerinin yerlerini bilmediğini, bu evlerle murakıpların ilgilendiğini, örgüt üyesi olan hâkim ve savcıların ileride hâkim veya savcı olabilecek adayları bu çalışma evlerinde takip ettiklerini,
…..’ın; sanığın ismini 2017 yılında … Cezaevinde beraber kaldıkları …’tan duyduğunu, …’ın söylediğine göre sanığın örgütün hâkim ve savcı yapılanmasını kuranlardan birisi olduğunu ve 17-25 Aralık’tan sonra örgütle bağını koparıp kendisine bağlı örgüt üyelerinin isimlerini verdiğini,
…..’in; 1995-1996 yılında hâkimlik stajı için …’da bulunduğu sırada yapı mensubu olan 15-20 kişilik bir idari yargı hâkim adayı grubuyla birkaç yerde toplantılar yaptıklarını, o toplantıların iki tanesinde sanığın da bulunduğunu net olarak hatırladığını, himmet parası verilmesinin lokal gruplarda olduğunu, yani 3-4 kişilik gruplarla bir ay gibi periyodik zaman aralıklarıyla toplantılar yapıldığını ve bu toplantılarda himmetin verildiğini, sanığı büyük grupta yani 4-5 tane küçük grubun bir araya geldiği grupta gördüğünü, bu nedenle himmet verdiğine şahit olmadığını,
…’un; kendisine …’da avukatlık yapan …’nın, 2007 yılında askerliğini bitirdikten sonra okul arkadaşı olan …’ı ziyaret etmek istemesi üzerine …’ın …’da kaldığı iki katlı dairenin birinci katının örgüt üyesi hâkim ve savcı adaylarının kaldığı ev olması nedeniyle üst abilerin sorun çıkaracağını söyleyerek kabul etmediğini, ısrar etmesi üzerine odadan çıkmamak şartıyla kabul ettiğini, evde tuvalet ihtiyacı için odadan çıktığında salondan takım elbiseli uzun boylu bir şahsın da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin çıktığını gördüğünü, sonraki dönemde … Adliyesine ziyarete gelen sanığın bu evde gördüğü uzun boylu şahıs olduğunu anlattığını,
E.. B..’in; bir kişinin yargıda yapı üyesi olabilmesi için öncelikle çalışma evlerine kabul edilmesi ve ayrıca staj ve meslek dönemlerinde devre yapılanmasına dahil olması gerektiğini, kişilerin çalışma evlerine kabul edilebilmesi için ise üniversite eğitimini örgüt evlerinde veya yurtlarında vazife alarak geçirmesinin lüzumlu olduğunu,
Belirten söz konusu tanık ifadeleri ile sanığın hâkim ve savcı çalışma evlerine maneviyatı güçlendirmek için ders vermek amacıyla gittiğini söyleyerek bu ifadeleri dolaylı olarak doğrulayan savunmasıyla tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, örgütün hâkim ve savcı çalışma evleri ile stajyer eğitimi yapılan evlerin gerçek bir olgu olduğu, sanığın 1996 yılından 2004 yılına kadar örgütün bu evlerinde faaliyet yürüttüğü, bu kapsamda 2001-2004 yılları arasında bu birimin sorumlusu olarak başında yer aldığı, il imamlarının dahi yerlerini bilmediği ve örgüt üyesi olmayan bir kimsenin giremeyeceği bu evlerde sınavlara hazırlanan örgüt üyesi hukuk fakültesi mezunlarıyla toplantılar yaptığı, yazılı sınavı kazanan örgüt üyelerinin mülakatlarda başarılı olabilmeleri için mülakat komisyonunda yer alan örgüt üyeleri nezdinde girişimlerde bulunduğu, ileride herhangi bir sorun yaşamamaları için örgüt üyesi olmayan sözde refaranslar ayarlayarak bu kişilerle görüşmelerini sağladığı, sınavda başarılı olduktan sonra …’da açtıkları örgüt evlerinde staj dönemlerinde kalmalarını sağlayarak örgütsel bağlılıklarının sağlamlaştırıldığı hususlarının anlaşıldığı,Örgüt mensubu hukuk fakültesi mezunlarının hâkimlik ve savcılık yazılı sınavını kazanmaları sonrasında örgütle ilişkisi olmayan kişilere yönlendirildiği, referans olarak bu kişilerin göründüğü, bu şekilde tedbir uygulandığı, mülakatta görevli örgüt mensuplarının hangi aday adayının kendilerinden olduğu hususunda önceden bilgilendirildikleri,
Yargı sistemini örgütün amaçları doğrultusunda dizayn etmek için sanığın 1996 yılından itibaren örgütün çalışma evlerinde faaliyet yürüttüğü de dikkate alındığında bu temel amacın istikrarlı ve sürdürülebilir olmasını sağlamak hususunda görevli olduğu Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde olmanın yarattığı güçle örgüt mensubu hâkim ve savcı aday adaylarının mülakat sınavlarında başarılı olmaları noktasında örgüt üyeleri ….., ….., ….., … ve …’le birlikte faaliyet yürüttüğü, …’ün örgütün talimatıyla hazırlanan listeleri …..’e teslim ettiği, onun tarafından da listelerdeki isimlerin yapı mensubu olduğu belirtilerek sanığa, …..’ye ve …..’a iletildiği, …..’in genel müdür olması sonrasında … tarafından hazırlanan listelerin aynı yol izlenerek mülakat sınavlarında örgüt mensuplarının başarılı olmalarının sağlandığı, ….. ve …..’in bu durumu soruşturma sırasında müdafileri huzurunda alınan ifadelerinde doğruladığı, gerek sanığın aşamalardaki savunmalarında gerekse ….. ve ….. de dahil olmak üzere birçok kişinin ifadesinde örgütün kendilerinden olmayan hiç kimseyi hiçbir makama getirmeyeceğinin beyan edildiği dikkate alındığında örgütün kilit isimlerinden birisi olan … tarafından mülakatlara girecek isimlere ilişkin verilen listedekilerin hepsinin örgüt mensubu olmadığına ilişkin ….. ve …..’in kovuşturma aşamasındaki beyanlarına itibar edilmemesi gerektiği,
…..’ın; örgütün öğrenci evlerinde kaldığını, okulu bitip hâkimlik sınavını kazandıktan sonra kaldığı cemaaat evinin bulunduğu bölge abisi … isimli şahsın kendisini hâkim adayı olan …’a yönlendirdiğini, …’ın da Bakanlıkta tetkik hâkimi olan sanığa götürdüğünü, sanığın da Genel Müdür … ile tanıştırdığını ve bu şekilde …’ın mülakat için referans olduğunu,
…..’ın; bu yapının adli ve idari yargıda esasen özellikle ….., ….. ve … …’ın komisyonlarda görev almalarından sonra çoğaldığını, bu tarih öncesinde toplam yapı mensubu sayısının 300-400 kişiyi geçmediğini,
…’un; …’deki tüm hukuk fakültelerinden sorumlu kişinin Yargıtay Savcısı … olduğunu, ….., sanık ve ….. gibi kişilerin abiliğini yaptığını, kendisinin hâkim adayı olduğu dönemde …..’nin Personel Daire Başkanlığı görevinde olduğunu, …’le sık sık görüştüklerini, …’in hâkimlik ve savcılık sınavını kazanan yapı mensuplarının isimlerini sanığa ve …..’ye götürdüğünü,
Belirten ifadeleriyle bu durumun teyit edildiği,
Örgüt üyeliği nedeniyle ihraç edilen yargı mensuplarından 2001-2012 yılları arasında mesleğe kabul edilenlerin genele oranı göz önüne alındığında örgüt üyelerinin hazırlayıp …..’e ulaştırdığı listelerin dikkate alınarak mülakatta başarılı sayıldıkları sonucuna ulaşıldığı, örgüt mensubiyeti nedeniyle meslekten ihraç edilen hâkim ve savcıların sayısıyla ilgili olarak HSYK tarafından gönderilen istatistiki verilerden 2001-2012 yılı arasında mesleğe kabul edilenlerin sayısının 6474 olduğunun ve ihraç edilen 3908 kişiden 1988 kişinin mesleğe kabul tarihlerinin 2001-2012 yılları arasında kaldığının anlaşıldığı,
Sanığın 2010 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde aday belirleme ve diğer organizasyonlarda ….. ve …..’la birlikte belirleyici rol aldığı, yapılan seçim neticesinde örgüt üyeleri sanık, ….., … …, ….., …, …, ….., … ve … …’ın HSYK üyesi olarak seçildikleri,
Sanığın seçildikten sonra da HSYK’daki örgütsel toplantılara katıldığı, bu kapsamda seçimin hemen akabinde kendi evinde … …, …, ….., …, …, ….., ….., … ve …’in katılımıyla örgütsel toplantı yaptığı, bu toplantıda seçilme nedeniyle hayır işlemek gerektiğinden ve hâkim maaşı ile HSYK üyesi maaşı arasındaki farkın bu nedenle toplanacağından bahsedildiği, ….. dışında kimsenin buna itiraz etmediği,
Sanığın ayrıca HSYK Genel Sekreteri … tarafından organize edilen örgütsel toplantıların bir kısmına katıldığı,
…..’nin bu toplantılarla ilgili soruşturma aşamasındaki ifadesinde; bu toplantıların Fetullah Gülen cemaati sohbetleri şeklinde geliştiğini, sanığın bu toplantılara katılıp katılmadığını hatırlamadığını ifade ettiği,
…..’nun; HSYK üyesi olduktan sonra Kurul üyelerinin kendi aralarında sohbet adı verilen toplantılarda bir araya gelmeye başladıklarını, genel itibariyle herkesin bir araya gelmediğini, üçerli dörderli gruplar hâlinde toplanıldığını, sanığın da Adalet Bakanlığı müsteşarı oluncaya kadar … …’le sohbet adı verilen toplantılara katıldığını belirttiği,
Sanığın 2010 yılındaki HSYK seçimlerinden sonra Yargıtay ve Danıştaya üye seçimleri gündeme geldiğinde …’nın ve …’nin evinde yapılan gizli örgütsel toplantıya katıldığı,
2010 sonrasında oluşan HSYK’da görev alma, atama ve yükselmede yapı içinden olmanın en önemli kriter olduğu, bu anlamda;
Genel Sekreter …’nın, Genel Sekreter Yardımcıları …, …, … ile …’nin,
Kurul müfettişliğine HSYK Genel Kurulunun 21.06.2011 tarihli ve 204-205 sayılı kararıyla atanan ve kararnamenin tamamını oluşturan 7 kişinin, HSYK Genel Kurulunun 12.07.2011 tarihli ve 221 sayılı kararıyla atanan ve kararnamenin tamamını oluşturan 3 kişinin, HSYK Genel Kurulunun 19.10.2011 tarihli ve 288 sayılı kararı ile atanan 23 kişilik kararnamedeki 16 kişinin,
Kurul tetkik hâkimliğine HSYK Genel Kurulunun 16.11.2011 tarihli ve 382 sayılı kararıyla atanan ve kararnamenin tamamını oluşturan 4 kişinin, HSYK Genel Kurulunca atanan 28 kişilik kararnamedeki 26 kişinin, HSYK Genel Kurulunun 30.06.2011 tarihli ve 208 sayılı kararıyla atanan ve kararnamedeki bir kişi haricindeki kişilerin,
Örgüt üyesi oldukları gerekçesiyle meslekten ihraç edilip haklarında soruşturma ve kovuşturma yürütüldüğünün tespit edildiği,
Sanığın da içinde bulunduğu ve örgüt mensuplarının çoğunluğunu oluşturduğu HSYK’da Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, Başsavcılık ve Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı gibi unvanlı görevlere atanacakların örgüt mensubiyeti kriter alınarak belirlendiği, bu unvandaki örgüt mensupları hakkındaki şikayetlerin işlemsiz bırakılarak teftiş kurumunun işletilmediği, unvanlı görevlerdeki örgüt mensubu olmayan yargı mensuplarının usulsüz şikayetler üzerine ön yargıyla başlatılan teftişler neticesinde disiplin cezaları verilerek mağdur edilmelerinin sağlandığı, bu tasarrufların sanığın HSYK 2. Daire üyesi olduğu dönemde de gerçekleştirildiği,
Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde çalıştığı dönemde ve HSYK üyeliği sırasında örgütsel bağının devam ettiği,
Bakanlıkta çalıştığı dönemde hâkim ve savcıların atama ve özlük işleriyle ilgili en yetkili birim olan Personel Genel Müdürlüğünde görev yaptığı dönemde ….., ….., ….., … …, …, …, … ve … gibi örgütün kritik önemi haiz üyeleriyle birlikte faaliyet yürüttüğü, birçok tanık ifadesinde ortaya çıktığı üzere bu dönemde icra edilen görevlerde etkin ve belirleyici olduğu,
….., … … ve ….. gibi örgütün yargı yapılanmasında tepe noktasında faaliyet yürüten isimlerle 1996 yılında birkaç gün arayla Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde göreve başladığı, çok kısa bir süre sonra UYAP sistemi aracılığıyla örgütün yargısal işlemleri takip etmesine olanak tanıyan …’nın ve Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı olarak çalıştığı dönemdeki faaliyetleriyle örgütün yargı sistemini amaçları doğrultusunda dizayn etmesini sağlayan 2010 Anayasa değişikliğinin mimarlarından …’in Adalet Bakanlığında görevlendirildikleri, belirtilen isimlerin birbirlerinin peşi sıra görevlendirilmelerinin tesadüf olarak açıklanamayacağı, bu durumun örgütün o dönemdeki siyaset ve bürokrasi üzerindeki etkisinin bir göstergesi olduğu,
2001 yılından itibaren ….. ve …’ün de katılımıyla her birinin evlerinde düzenlenen sohbet toplantılarına ….. ve … …’la birlikte iştirak ettiği, bu toplantılarda …tarafından himmet verilmesinin istendiği, bu kişilerin katılımıyla gizliliğe riayet edilen, bir sonraki toplantının tarih, saat ve yeri belirlenen ve himmet toplanan sohbet toplantılarının başladığı, bu örgütsel sohbet toplantılarının tanık ifadeleri ve ByLock içeriklerinde belirtilen niteliği, gidilen yerlerin gizliliği, örgüt ve devlet hiyerarşisindeki konumları dikkate alınarak katılımcılarının belirlenmesi, örgüt üyesi olmayan herhangi birisinin hazır bulunamaması, dışarıdan dinleme yapılmasına olanak tanıyacak elektronik cihazların toplantı yerinden uzak bir yerde bırakılması, takibi önlemek için kişisel araçlarla gelinmemesi, gelinse bile araçların başka bir yere bırakılması, himmetlerin kapalı zarf içinde verilip alınması şeklinde olması, örgüt üyesi olamayan birinin yanında konuşulmaması gibi hususlar gözönüne alındığında sanığın örgütsel toplantılara dönemin şartları ve 28 Şubat olaylarının kendilerinde yarattığı etki ve dini hassasiyetleri nedeniyle katıldığı yönündeki savunmasına itibar edilmemesi gerektiği,
Sanığın Adalet Bakanlığında görevli olduğu dönemde sohbet toplantılarına birlikte katıldığı ….., … …, …, ….. ve …’nın aynı döneme ilişkin örgütsel faaliyetlerinden dolayı örgüt üyeliği veya yöneticiliği suçlarından cezalandırılmalarına Yargıtay 9. Ceza Dairesince karar verilmiş olması, …’ün aynı suçlama nedeniyle soruşturmaya tabi tutulması ve ayrıca bu isimlerin örgütteki faaliyetleri ve üst düzeyde gizliliğe riayet çerçevesinde sistem içerisinde kamufle olmayı başarmış olmaları dikkate alındığında kendilerinden olmayan birisiyle örgütsel toplantı yapmayacakları ve bu itibarla sanıkla aynı yapı içerisinde faaliyet yürütüklerinde tereddüt bulunmadığı,
Sanığın örgütün öğrencilik yıllarından itibaren üyelerini ayrıştırarak ayrı evlerde barındırıp eğitimlerini sağlayarak kamuya yerleştirilmesi yönündeki amacı doğrultusunda 1996 yılından itibaren hâkim ve savcı çalışma evlerinde sınava girecek adaylarla ve stajyerlerle sohbet toplantılarında bir araya geldiği, sınava hazırlanan mezunlar için oluşturulan sınav birimini örgüte ait evlerde koordine ettiği, bu birimin en üst dereceli sorumlusu olduğu, bu hususun sanığın 1999-2004 yılları arasında örgüte ait evlerde hukuk fakültesi mezunlarına dini içerikli ve motivasyon amaçlı sohbet verdiğini kabul eden savunmasıyla da tevil yollu kabul edildiği, bu görevi 2004 yılında örgüt mensubu …’e devrettiği, böylece 1996-2004 yılları arasında örgütün çalışma evlerinde faaliyet yürütmüş olduğu,
Emniyet Genel Müdürlüğünün bu evlerin örgüt yapılanmasında yer aldığına ilişkin bilgi notu, bu evlerde yetişen örgüt mensuplarının anlatımları, tanık …..’ın il imamının dahi bu çalışma evlerinin yerlerini ve bu evlerde kalanların kim olduğunu bilemeyeceğine ve bu evlere gidemeyeceğine ilişkin beyanı, …..’un bu evlerde hukuk fakültesi mezunu olmayan kişilerin kalmasına izin verilmediği gibi bu evlerin işlerini takip etme konusunda mahrem yargı yapılanmasında görevli hâkim ve savcılardan olmayan yapı üyelerinin dahi görevlendirilmediğine dair ifadesi, tanık …..’in örgüt mensubu idari yargı hâkim stajyerlerinden oluşan 3-4 küçük grubun biraraya gelerek oluşturduğu 15-20 kişilik büyük grubun iki toplantısında sanığı gördüğü yönündeki beyanı dikkate alındığında sanığın motivasyon amacıyla söz konusu evlere gidip dini sohbetler verdiğine ilişkin savunmasına itibar etmenin dosya müktesabatıyla bağdaşmayacağı,
Hâkim ve savcı kadrolarının örgüt mensuplarından oluşturulması noktasında Bakanlık yapılanmasındaki konumunun yarattığı avantajla ….. ve …..’yle beraber aktif ve belirleyici konumda olduğu, HSYK tarafından bildirilen istatistiki verilere göre yapıya mensubiyeti nedeniyle hâkim ve savcılardan 3908 kişinin ihraç edildiği, ihraç edilen bu kişilerden 1988’inin mesleğe kabul tarihlerinin 2001-2012 yılları arasında kaldığı,
Bakanlık bünyesindeki birimlerin özellikle 2005 yılından itibaren tetkik hâkimliği, daire başkanlığı, genel müdürlük ve diğer unvanlı atamalarına bakıldığında bu görevlere atananların çok büyük oranda örgüt üyesi olduğunun ortaya çıktığı,
HSYK üyesi seçildikten sonra HSYK Genel Sekreterleri … ve … tarafından organize edilen örgütsel toplantılara …, ….., … …, …, ….., …, …, … … ve …’le birlikte katıldığı,
HSYK’da görüşülmesi gereken iş ve işlemlerle ilgili izlenecek yöntemin bu toplantılarda gizlilik içerisinde planlanarak uygulamaya konulduğu, bu kapsamda; Örgütsel toplantılara zaman zaman … ve… gibi örgütün tepe yöneticilerinin de katıldığı, Ergenekon ve Balyoz gibi ülke gündemini meşgul eden önemli davaların örgüt üyesi olmayan HSYK üyelerinin bulunmadığı bu gizli toplantılarda görüşüldüğü, bu hususun tanıklar ….. ve ….. tarafından ifade edildiği, soruşturma aşamasındaki ifadelerinde … ve…’nin hazır bulunduğu …..’nin evindeki toplantıda sanığın da olduğuna ilişkin ifadelerini kovuşturma aşamasında değiştirmelerine rağmen tanık …..’nun aşamalarda değişmeyen ifadesinde sanığın bu toplantıda hazır bulunduğunu söylemesi nedeniyle toplantıda yer aldığının kabul edilmesi gerektiği,
Bakanlıkta uzun yıllardır oluşturulan örgütsel kadronun sanığın içinde olduğu yapı tarafından 2010 yılı HSYK’sına taşındığı, böylece yeni HSYK’daki genel sekreter, genel sekreter yardımcıları, müfettişler ve tetkik hâkimlerinin ağırlıklı oranda örgüt üyelerinden oluşturulduğu, HSYK’nın 14.03.2018 tarihli ve 2018/3649-9873 sayılı yazısına göre HSYK’da görev yapan tetkik hâkimi ve müfettiş kadrosundaki yargı mensuplarının 93’ünün ihracına karar verildiği, sanığın bu atamalarda belirleyiciler arasında olduğu,
7 Şubat 2012 tarihindeki MİT kriziyle başlayan süreçte örgütün faaliyetlerinin kamuoyunda tartışılmaya başlanması, Devletin örgüte karşı tedbirleri yürürlüğe sokması, örgüt üyelerinin devlet kadrolarından tasfiyesinin başlaması sonrası tanıklar ….. ve …’ın ifadelerinde belirtilen örgütün renklendirme dediği işlemi yaparak kendisine en yakın görüş olan …grubu içerisinde kamufle olduğu, …grubuyla birlikte hareket etme, orada kamufle olma ve örgüte karşı Devletin yanında görünme konusunda örgütün talimatı olduğunun tanıklar e …..’ın ifadeleriyle doğrulandığının görüldüğü,
Sanığın … Cumhuriyetinin Anayasal kurumlarının ele geçirilmesine yönelik örgüt amacının ve stratejisinin uygulanması sürecinde kritik ve önemli görevler üstlendiği, örgütün adeta silah olarak kullandığı yargı yapılanmasının en üstündeki mahrem sınıf olan HSYK üyeliği, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Personel Genel Müdür Yardımcılığı, Personel Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı sıfat ve unvanları itibarıyla örgütün yargıdaki hiyerarşik yapılanmasındaki konumu, temadi eden örgütsel ve etkin nitelikteki faaliyetleri nazara alındığında;
Örgütsel faaliyetlerinin belli bir disiplin içinde ve istikrarlı bir şekilde devamı amacıyla diğer örgüt üyeleriyle fikir ve eylem birlikteliğiyle hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle örgütün stratejisine, faaliyetlerine ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile emir ve talimat verme noktasındaki yetkileri gözetildiğinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı yapılanmasında özel görevi haiz yönetici sıfatında olduğu,
Dosya kapsamında ifadeleri bulunan kişilerden;
…..’ın; FETÖ’cü olan sanığın 2012 yılında Kurul üyeliğinden istifa edip müsteşar olduktan sonra örgüt aleyhine işler yaptığını duyduğunu, bu eylemin kendi özgür iradesiyle mi yapıldığını yoksa FETÖ’nün yönlendirmesiyle mi bu şekilde davrandığını bilemediğini,
…..’un; sanığın örgüt üyesi olduğunu net olarak bildiğini, herkesin de bu şekilde konuştuğunu, sanığın MİT krizinden sonra örgütten uzaklaşmaya başladığını ve 17-25 Aralık’tan sonra tamamen koptuğunu, Yargıtay, Danıştay, HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinden örgüt mensubiyeti olanların isimlerinin sanık tarafından verildiğinin konuşulduğunu,
…..’un; sanığın mensubiyeti konusunda kesin bir şey söyleyemeceğini ancak bu yapıya yakın olduğunu bildiğini ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı olduktan sonra yapıya tavır aldığını,
…..’in; sanığın 2012’de müsteşar olarak Bakanlığa döndüğünde yapıyla arasına mesafe koyduğunu ve bu süreçte yapıyla ilişkisinin tamamen tersine döndüğünü,
…..’nin; sanığın 2012 yılına kadar yapı içerisinde yer aldığını, MİT Müsteşarının ifadeye çağrılmasından sonra yapıya karşı tavır aldığını,
…’ın; yapı üyesi olan sanığın ihanet ettiğinin yaygın bir şekilde yapı üyeleri arasında konuşulduğunu ve sanığın Adalet Bakanlığı Müsteşarı olmasından itibaren yapıdan ayrıldığını,
…..’ın; sanığın örgütün hâkim ve savcı yapılanmasını kuranlardan birisi olduğunu, 17-25 Aralık’tan sonra örgütle bağını koparıp kendisine bağlı örgüt üyelerinin isimlerini verdiğini,
…..’in; sanığın FETÖ’yle hiçbir irtibatının olmadığını düşündüğünü, dönemin algıları ve şartları gereği askeri vesayete karşı birlikte hareket etme durumunun doğmuş olabileceğini, MİT krizi ve 17-25 Aralık operasyonlarında sanıkla birlikte hareket ettiğini,
…..’ın; öğrenciyken sanıkla aynı evde kaldıklarını, sanığın FETÖ’cü olmadığını, bilakis onlarla mücadele ettiğini ve MİT krizinden sonra çok sayıda çalışma yaptığını,
…..’in; sanığı 1985 yılında hukuk fakültesine girdiğinden bu yana tanıdığını, 1996’dan itibaren de Adalet Bakanlığında 2012 yılında Danıştay üyesi oluncaya kadar beraber çalıştıklarını, bu süreçte sanığın bu örgütün yöneticisi ya da üyesi olduğu izlenimini edinmediğini,
…..’in; sanığı öğrencilik yıllarından tanıdığını, bildiği kadarıyla o tarihte …Vakfının öğrenci evlerinde kaldığını, MİT krizi sonrası müsteşar olduğu dönemde yapıya karşı çalışmalar yaptığını,
…’un; yargı içerisinde …..’un ve sanığın yapıyla bağlantıları ortaya çıkınca kendilerini dönmüş gibi gösterip milli damar içerisinde yer almaya çalıştıklarını,
…..’un; 2010 yılındaki seçimden sonra 17-25 Aralık olayları patlak verince HSYK üyeleri arasında yavaş yavaş ayrışma başladığını, Yargıtay ve Danıştaydan gelen üyelerin …..’dan kopmaya başladıklarını, sonrasında strateji gereği …..’un bu üyelere tekrardan yaklaşmaya çalıştığını, bu dönemde …..’in de kendine göre Bakanlığa yaklaşmaya çalıştığını, zira örgütten böyle bir görev verilip Bakanlığa yakın durmasının, olası bir olumsuzlukta bakanlık içerisinde kalmaya ve istihbarata devam etmesinin istendiğini, sanığın Bakanlık tarafına geçtiğini ve kripto olarak kalmaya devam ettiğini, HSYK’nın Adli Kolluk Yönetmeliğine karşı yaptığı açıklamaya uzun bir şerh yazarak Bakanlığın yanındaymış gibi davranmasının sanıktan bilinçli olarak istendiğini,
İfade ettikleri,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.07.2019 tarihli ve 2019/9.MD-312 Esas 2019/514 Karar sayılı kararında etkin pişmanlığın tanımı ve uygulama koşulları ile Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2019/9821 ve 2020/2851 Esas ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2019/151, 2019/230, 2019/286, 2019/287 ve 2019/300 Esas sayılı dosyalarında hatanın tanımının ve uygulama koşullarının ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı, bu kapsamda;
Örgüt üyeliği ya da yöneticiliği suçlamasıyla haklarında soruşturma yapılan …..’un 17.10.2016, …..’un 18.10.2016, …..’in 27.10.2016 ve …..’nin 03.11.2016 tarihlerinde etkin pişmanlık kapsamındaki beyanlarında somut olaylar ve olgular üzerinden sanığın da ismini zikretmek suretiyle örgütün Bakanlık ve HSYK yapılanmasına ilişkin ayrıntılı faaliyetlerini ifade etmeleri, …..’un ayrıntılı beyanda bulunmak istediğini belirten 21.11.2016 tarihli dilekçesi sonrasında sanığın 28.11.2016 tarihinde örgütün yargı içerisindeki faaliyetleriyle ilgili beyanda bulunacağını söyleyerek…Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat edip daha öncesinden bu bilgileri ilgili devlet kurumlarına verdiğini, 7 Şubat 2012’deki MİT krizinden bu yana örgüte karşı çok ciddi mücadele içerisinde olduğunu, bu tarihten itibaren Yargıtay, Danıştay, Bakanlık ve taşra kadrolarındaki örgüt üyelerinin belirlenmesi için çalışmalar yaptığını, örgütü etkisizleştirmek için kanun tasarıları hazırladığını, 2014 yılındaki HSYK seçimlerinden önce Yargıda Birlik Grubunun adaylarını destekleyen, bu birliğin önemini açıklayan ve bağımsız görünümlü paralel yapı mensuplarının seçimi kazanması hâlinde yaşanacak tehlikelere işaret eden bir açıklamayı çeşitli platformlarda paylaştığını belirtmesi ve ayrıca “…..yargı yapılanmasına ilişkin özellikle kamuoyuna yansıyan haberlerden edindiğim bilgiye göre ismimin bir kısım ifadelerde zikredilmesi de dikkate alındığında…..örgütün bu olayları manipüle edebileceği yönünde emareler de basına yansıyan ifadelerden ortadadır…..” şeklindeki ifadesi dikkate alındığında özü itibarıyla hakkındaki iddialara cevap niteliğinde tanık olarak ifade verdiği,
Sanığın…Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı uyarınca 03.06.2017 tarihinde gözaltına alındığı, şüpheli sıfatıyla ifadesini 14-16.06.2017 tarihleri arasında verdiği,
Sanığın 14.06.2017 tarihinde başlayıp 16.06.2017 tarihinde biten…Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinde; “…..terör örgütü yöneticiliği veya üyeliği anlamına gelebilecek suçlamaları kabul etmemekle birlikte bu yapıyla ilgili olarak herhangi bir adli ve idari soruşturma yokken mücadeleye başlamış biri olarak lehime olan her ne hüküm varsa bunlardan yararlanmak istiyorum…..” şeklinde beyanda bulunduğu, öncesinde 28.11.2016 tarihinde…Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek özü itibarıyla hakkındaki iddialara cevap niteliği taşıyan tanık ifadesini verdiği, kovuşturma süresince de atılı suçlamayı kabul etmediği, bu itibarla sanıkla aynı suçtan haklarında soruşturma yapılan …..’un 17.10.2016, …..’un 18.10.2016, …..’in 27.10.2016 ve …..’nin 03.11.2016 tarihlerinde etkin pişmanlık kapsamında kamuoyuna ayrıntılarıyla yansıyan beyanlarında somut olaylar ve olgular üzerinden sanığın ismini ve eylemlerini zikretmek suretiyle örgütün Bakanlık ve HSYK yapılanmasına ilişkin ayrıntılı faaliyetlerini ifade etmelerinin ve ayrıca …..’un 21.11.2016 tarihinde bu ifadelere cevap niteliğindeki açıklamaları ve örgütün yargı içerisindeki faaliyetleriyle ilgili ayrıntılı beyanda bulunmak istediğini belirten dilekçesinin sanığı önce tanık sonra şüpheli olarak ifade vermeye zorladığının kabul edilmesi gerektiği,
Sanığın aşamalardaki tüm savunmalarında atılı suçlamayı kabul etmeyerek yöneltilen iddiaları reddettiği ve ayrıca tanık beyanlarında ve başka dosya sanıklarının ifadelerinde kendisine atfedilen iddialara karşı suç işleme kastıyla hareket etmediğini ispata çalıştığı,
Sanığın yirmi yıla yakın bir süre etkin olduğu yargı teşkilatında içerisinde yer aldığı FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yapılanmasına, teşkilatlanmasına, yöntemlerine ve faaliyetlerine dair konumuyla uygun bilgi vermediği,
Sanığın içinde olduğu olaylara yönelik anlatımlarının örgütü ifşa etmekten ziyade cezadan kurtulmaya yönelik olduğu, anlattığı olaylarda geçen eylem ve isimlerin kendisinden önce ayrıntılı beyanda bulunan ….. ve …..’un ifadelerinde ve dilekçelerinde anlatılmış olduğu, diğer örgüt üyeleriyle birlikte yer aldığı faaliyetleri legal faaliyetler olarak göstermeye çalıştığı, ismini verdiği örgüt üyelerinin örgütsel faaliyetlerini anlatmayıp davranışlarıyla ya da soruşturmalarda ifşa olmuş isimleri saymakla yetindiği, 1996-2004 yılları arasında faaliyet yürüttüğü sınav çalışma evleri yapılanmasında tanık olduğu olayları ve örgüt mensuplarını anlatmadığı ve bu örgüt mensuplarını deşifre etmediği, 2008-2010 yılları arasında Personel Genel Müdürü olduğu dönemde HSYK sekretaryası görevini üstlenen birimin en yetkili ismi olduğu düşünüldüğünde kendisine iletilen ve atamalarıyla ilgili yardım istenen örgüt mensuplarının deşifresine ilişkin bilgi vermediği, yine bu dönemde hâkim ve savcılık mülakat sınavlarında kendisine iletilen ve başarılı olması istenen örgüt mensuplarına ilişkin listelerde yer alan isimleri sakladığı, bu isimleri genel olarak muhafazakar insanlar demek suretiyle soruşturmalardan kurtardığı,
Dairece yapılan kovuşturma sonunda delillerin değerlendirmesinde yanılgıya düşülerek;
1996-2004 yılları arasında örgütün hâkim ve savcı sınav çalışma evleri ile stajyer evleri sorumlusu olan sanığın bu sıfatı gözden kaçırılarak bu evlere dini sohbet vermesi için çağrıldığının kabul edildiği,
Çalışma evlerindeki görevinin 2004 yılında Adalet Bakanlığında terfi ederek daire başkanı olması sonrası işlerinin çoğalması nedeniyle sona erdiğine ilişkin tanık beyanları gözden kaçırılarak sanık savunmasına itibar edilip örgüte yönelik eleştirilerinden ötürü istenmediğinin kabul edildiği,
Adalet Bakanı …..’in Bakanlıktaki terfi ve atamalarda bürokratlara inisiyatif tanıdığına, onların istekleri doğrultusunda Bakanlık bürokrasisinin şekillendiğine ve o dönemdeki en etkili bürokratların ….., ….. ve sanık olduğuna ilişkin ifadeleri gözden kaçırılarak Adalet Bakanlığı bürokrasisinde örgüt üyelerinin iş başına gelmesinde sanığın personel genel müdürlüğünde çalışması nedeniyle evrakları hazırlamak dışında yetkisi olmadığının kabul edildiği,
2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğine ilişkin yasa tasarısının hazırlanmasında Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü … ve Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı … gibi örgüt üyelerinin aktif rol aldıkları ve süreci manipüle ettikleri ve ayrıca örgüt liderinin referanduma ilişkin açıklama yaptığı hususları gözden kaçırılarak yasa tasarısının hükumet tarafından hazırlandığı ve TBMM’den geçtiğinin kabul edilmesi nedeniyle örgüte mal edilemeyeceği belirtilerek örgütün faaliyetlerinin yok sayıldığı,
2010 yılındaki HSYK seçimleri öncesinde örgütün …’a yerleştirdiği ve bir dönem … başkanlığı yapan …’la sanığın da içerisinde bulunduğu Adalet Bakanlığı bürokrasisindeki örgüt üyelerinin bir araya gelerek …’ın seçimler için bir tehdit oluşturmadığının ve örgüt tarafından ele geçirildiğinin konuşulduğunu sanığın en net bilenlerden birisi olmasına rağmen örgüt adına süreci manipüle ederek örgüt üyelerinin HSYK üyeliğine aday olmalarını sağladığı hususunun gözden kaçırılarak sanığın vesayetçi anlayışın temsilcisi kabul edilen …’a karşı o dönem cemaat olarak kabul edilen örgüt üyeleriyle diğer kesimlerin iş birliğine gitmek zorunda kaldığının belirtildiği,
2010 yılındaki HSYK seçimleri sonrasında örgüt üyeleriyle bir araya gelinen toplantıların ….., ….. ve ….. tarafından sohbet adı verilen örgütsel toplantı olduğunun ve bu toplantılarda himmet adı verilen örgütsel aidatın istendiğinin ifade edildiği gözden kaçırılarak sanık savunması doğrultusunda bunların tanışma ve kaynaşma ziyaretleri olarak kabul edildiği,
2011 yılındaki … yargı üyeliği seçimlerinden önce örgüt üyeleriyle yapılan toplantılarda konuşulanları ve örgüt üyelerinin taleplerini sanıkla beraber Adalet Bakanlığına bildiren ….. ve …..’un örgüt suçundan cezalandırıldıkları ve bu faaliyetlerinin de delil olarak kabul edildiği hususu gözden kaçırılarak sanığın HSYK Başkanı olan Adalet Bakanının bilgisi ve onayı doğrultusunda süreci yürütmek amacıyla orada olduğunun kabul edildiği,
2012 yılı sonrasında örgütün faaliyetlerinin kamuoyunun neredeyse tüm kesimlerinde tepki çekmeye ve hükumetin örgüte karşı tedbir almaya başlamasıyla örgütün bir kısım üyelerine ve bu kapsamda sanığa da tedbir amaçlı örgüte karşı tavır alıyormuş gibi görünmesini ve başka gruplar içerisinde renklendirme denilen işlemi yaparak gizlenmesini söylediğine ilişkin tanık ifadeleri gözden kaçırılarak sanığın örgütle mücadeleye girdiğinin kabul edildiği,
… yargıdan gelen HSYK Üyeleri …, … ve … tanık olarak dinlenmeden ve HSYK Üyesi …..’in aksi yöndeki beyanları dikkate alınmadan sanığın beyanlarına itibar edilerek … yargıdan gelen HSYK üyeleriyle 2012 yılı sonrasında örgüte karşı mücadele için iş birliği yaptığının kabul edildiği,
HSYK Genel Kurulu gündemini belirleme yetkisine sahip Adalet Bakanının müsteşarı olan sanığın 2013 yılı sonunda çıkarılan Adli Kolluk Yönetmeliği’ne karşı örgüt üyesi HSYK üyeleri tarafından yapılan açıklamaya Adalet Bakanını toplantıya çağırarak açıklamayı genel kurul gündemine aldırmamak suretiyle engellemesi mümkünken bunu yapmadığı, Adalet Bakanının açıklamaya muhalif kalması hususunda talimat verdiği hususu gözden kaçırılarak bildiriye muhalif kaldığının kabul edildiği,
Örgüt üyeliği suçunun temadi eden suçlardan olduğu, bir dönem örgüt içerisinde yer alan sanığın sonradan örgütle ihtilafa düşerek ayrılmış olmasının eylemi suç olmaktan çıkarmayacağı, sonraki davranışlarına göre sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususunun gündeme geleceği gözden kaçırılarak sanığın eylemlerinin dönemsel olarak farklı farklı değerlendirildiği,
Tanık …..’un beyanlarında geçen terimlerin ve isimlerin bu kararda gerekçede kullanıldığı ve ayrıca Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2017/14 Esas sayılı dosyasında sanık … gibi bir kısım sanıkların cezalandırılması sırasında delil olarak kabul edildiği gözden kaçırılarak tanığın örgütsel konumu itibariyle bilemeyeceği konulardan bahsettiğinden bahisle sanık savunmasına itibar edilerek aleyhe beyanların delil olarak kabul edilmediği,
Kararın 289 ve devamındaki sayfalarında delillerin değerlendirilmesi sırasında örgütün mahrem hizmet birimlerinden bahsedilirken sınav çalışma evlerinin sorumlularının örgütün mahrem yargı yapılanması üyesi hâkim ve savcılar olduğu, bu birimin sadece sınava hazırlanan örgüt üyelerinden oluşmadığı, sınavı kazanıp staja başlayanların da bu birim tarafından takip edildiği, dolayısıyla sınava hazırlanan hukuk fakültesi mezunları, mülakat sınavı için referans çalışması yapan örgüt üyeleri, staj yapan örgüt üyeleri ve bunlarla ilgilenen hâkim ve savcı örgüt üyelerinden oluştuğu gözden kaçırılarak sınav çalışma evleri biriminin mahrem hizmet birimi olarak kabul edilmediği,
….. ve …..’un ifadelerinde sanığın örgütsel faaliyetlerinden bahsetmeleri sonrasında sanığın müracaat edip tanık sıfatıyla beyanda bulunmak istediğini belirtmesi gözden kaçırılarak hakkında hiç ifade yokken beyanda bulunduğunun kabul edildiği,
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin yerleşik kabulü uyarınca mahrem hizmet birimlerinin örgütün operasyonel birimlerinden olduğu, mahrem hizmet birimlerindekilerin örgütün gerçek amacının farkında olarak bu amacı benimseyen ve bu amacın gerçekleşmesi için faaliyet yürüten kişiler olduklarında tereddüt bulunmadığı, örgüt hiyerarşisi içinde yargı mahrem yapılanmasında yer alan sanığın eğitim düzeyi, sahip olduğu sosyo-kültürel birikimi, yaptığı görev nedeniyle edindiği mesleki tecrübesi ve örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu açık olduğundan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan cezalandırılması gerekirken TCK’nın 30. maddesinin uygulanmasının oluşa ve dosya kapsamına uygun olmadığı,
Gerekçesi ile hükmün bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.
VI) SORUŞTURMA USULLERİNE VE KOVUŞTURMA MERCİSİNE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR:
a) Genel Olarak:
Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği öngörülmekle birlikte; yargı kollarında yer alan … Mahkemeler yönünden kanunilik esasının ötesinde bu mahkemelerin niteliklerine, üyelerin ne şekilde atanacağına ya da seçileceğine, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair konular doğrudan doğruya Anayasa’da hüküm altına alınmıştır.
Ülkemizdeki yargı kolları arasında yer alan adli yargı; diğer yargı kollarının (anayasa yargısı ve idari yargının) görevine girmeyen davaların çözümlendiği olağan ve genel yargı kolu olup teşkilât yapısı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay olmak üzere üç derecelidir.Kamu görevinin etkin ve kesintisiz biçimde sürdürülmesi ve soruşturulmasında kamu yararı bulunmayan kimi iddialarla ilgili gereksiz işlem yapılmasının önüne geçilmesi amacıyla kamu görevlilerinin bağlı bulundukları yasalara göre özel soruşturma usulleri öngörülmüştür.
Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.
Suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu doğuran fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması, görevle bağlantılı olması ve görevin sağladığı imkânlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.02.2004 tarihli ve 2004/2-10 Esas 2004/40 Karar sayılı kararında “Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder.” şeklinde kabul edilmiştir. Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre kamu görevlilerinin herhangi bir suç örgütüne üye veya yönetici olmaları kişisel suç niteliğindedir.
Özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa’nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de “Suçüstü hâli”nin;
“1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Belli bir suçun bulunması, failin yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması, suçüstü hâlidir.
Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.
Suçüstü hâli doktrinde, dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, …, 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü, CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.
b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli:
Doktrinde genel kabul gören görüş; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceğine ilişkindir.
Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.
c) Terör Suçlarında Özel Soruşturma Usulleri:
Kamu görevlilerinin görev nedeniyle işledikleri suçlar bakımından haklarında doğrudan soruşturma yapılabilmesi, fiilin ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve failin suçüstü hâlinde yakalanması terör suçları bakımından gerekli görülmemiştir.
Demokratik yaşama ciddi tehdit oluşturan terör suçlarının soruşturulması usulüne ilişkin uzun yıllardan beri yürürlükte olan özel düzenlemeler söz konusudur. Nitekim, 16.06.1983 tarih ve 2845 sayılı yasa ile kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Görev” başlıklı ikinci bölümünün “Devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri” başlıklı 9. maddesi;
“Devlet Güvenlik Mahkemeleri aşağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlidir.
a) Türk Ceza Kanununun 125 ila 139 uncu maddelerinde; 146 ila 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 üncü maddelerinde; 312 nci maddenin 2 nci fıkrasında; (…); 499 uncu maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,
Yukarıda belli edilen suçları işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler, sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanırlar.
Ancak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”
Şeklindedir.
“Soruşturma usulü” başlıklı 10. maddesinde;
“…Bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında, suç görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılıklarınca doğrudan doğruya takibat yapılır.” hükmü yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen 250. maddesi;
“(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;

c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar … Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.

(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile (…) askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”,
Aynı Kanun’un 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen “Soruşturma” başlıklı 251. maddesi ise;
“(1) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar … Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez….”
Şeklindedir.
“Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 3713 sayılı Terörler Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin 21.02.2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’un 19. maddeleriyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli;
“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar … Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.
Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
a) Soruşturma, Hâkimler ve Savcılar … Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcılığınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316’ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26’ncı maddesi hükmü saklıdır” biçimindedir.
Mülga hükümlerin incelenmesinde de görülmektedir ki; silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la kural olarak, soruşturmanın genel hükümlere göre, bu kanun uyarınca kurulmuş mahkemelerde görev yapan Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacağı kabul edilmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasından sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddesi ile de bu genel kural aynen korunmuştur.
05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendi ile TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde yazılı olup 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca doğrudan terör suçu kabul edilen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcıları tarafından doğrudan soruşturma yapılacağı hüküm altına alınmış olup aynı Kanun maddesinin bendinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. maddesi hükmünü saklı tutmuştur.
Daha sonra 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 15. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ıncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmü 8. fıkra olarak eklenmiştir. Suç tarihinde bu hüküm yürürlüktedir.
Dolayısıyla suç tarihinde 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı terör suçları yönünden yapılacak soruşturmalarda görev ya da kişisel suç olup olmadığına bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSK üyelerine yönelik kendi özel kanunlarına ilişkin özel bir koruma öngörülmemiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun’un “Ağır ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren davaların istisnası olarak yer verilen “Anayasa mahkemesi Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler askeri mahkemelerin görevine giren hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır.” şeklindeki hüküm de kovuşturma aşamasında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin olup soruşturmanın usulüne ilişkin düzenleme içermemektedir.
Bu bağlamda ele alınması gereken ve 2575 ile 2797 sayılı Kanun’ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmüne ilişkin düzenlemede, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun’da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Buna göre Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen kişisel suç ağır cezalık olmasa ve fail suçüstü hâlinde yakalanmasa dahi, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrası gereğince doğrudan soruşturulabilecektir. Dolayısıyla TCK’nın 314. maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yapabilmek için suçüstü hâlinin bulunmasına gerek yoktur.
Ayrıca, 15.07.2016 tarihinde ülke genelinde başlayan ve 19.07.2016’e kadar devam eden hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs edilmesi sebebiyle ve demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla ilan edilen olağanüstü hâlin varlığı, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit ve tehlikenin boyutu, darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi amacıyla yapılan işlemlerin uygulanabilmesi ve demokrasinin korunarak hukuk devleti ilkesine bağlılığın sağlanması için ihtiyaç duyulan süre darbenin yapıldığı günle sınırlı olmamıştır. Mevcut iktidar tarafından Anayasal düzeni korumakla görevli kolluk güçleri ile soruşturma ve yargılama organları üzerindeki terör örgütünün kontrolünün boyutu bilinmediğinden zira üst düzey yöneticilerin en yakınındaki görevlilerin örgüt mensubu olduğunun anlaşıldığı ortamda, çağrı üzerine halkın günlerce meydanlarda demokrasi nöbeti tutarak güvenliğin sağlanmaya çalışıldığı bir süreçte; 15.07.2016 tarihinde başlayan ve sonrasında da devam eden darbe teşebbüsünün savuşturulması sürecinde sanığın yakalanıp gözaltına alındığı ve tutuklandığı hususları dikkate alındığında; sanığa isnat edilen suça ilişkin suçüstü hâlinin bulunduğu yönünde soruşturma ve kovuşturma mercilerince yapılan değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temelden yoksun ve keyfî olduğu kabul edilemeyecektir.
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un “Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı beşinci kısmında yer alan “Üyelerin Hukuki Durumları” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinir görevleri süresince Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.
Yine, 6087 sayılı Kanun’un Beşinci Kısmında yer alan “Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.
6087 sayılı Kanun’un “Üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 38. maddesi;
“(1)(Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.
(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır….”
Biçiminde son hâlini almıştır.
Söz konusu hukuki düzenlemeler incelendiğinde;
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine atılı suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
Ayrıca, Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 28.11.2017 tarihli ve 2037-5409 sayılı kararında yer alan “Bulunduğu görev itibariyle özel soruşturma usulüne tabi olan, kişisel suç olması nedeniyle genel hükümlere göre soruşturulan örgüt üyeliği suçunun ağırlıklı kısmının görev yaptığı dönemi kapsayan şüphelinin, emeklilik ya da herhangi bir sebeple kamu görevinin sona ermesi halinde bu teminattan yararlanıp yararlanmayacağı bir başka deyimle kovuşturma aşamasındaki görevli mahkemenin değişip değişmeyeceği konusuna gelince;
Kamu görevlilerinin gereksiz soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalmalarını önleyen özel soruşturma ya da kovuşturma usulü ile getirilen teminatın, kamu görevlisinin şahsı ile değil doğrudan bulunduğu pozisyon ve icra edilen kamu görevi ile ilgili olduğu açıktır. 6087 sayılı Yasa’nın 38/9. maddesi atfı nedeni ile 2797 sayılı Kanun’un 46/son fıkrasındaki ‘…bulunulan son görev ve sıfatları esas alınır.’ şeklindeki düzenlemenin de soruşturma aşamasına ilişkin olduğu gözetilmelidir. HSYK üyelerinin görevlerini icra ettikleri sırada görevle ilgili olsun ya da olmasın işlemiş oldukları suçlar yönünden kovuşturma aşamasında özel kovuşturma teminatı altında olduklarının ve suçun görevle bağlantılı olmasa da görev yaptığı dönemi de kapsayacak biçimde işlendiğinin iddia edilmesi halinde teminatın görevden herhangi bir sebepten ayrılması durumunda da devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Doktrinde de aynı görüş benzer bir olayda; ‘istifa eden, emekli olan ya da başka bir göreve atanan kişi, vali unvanı haiz iken işlediği suç nedeniyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturulacak ve muhakemesi Yargıtay 4. Ceza Dairesinde yapılacaktır’ (… Ayhan Şan, Özel Soruşturma Usulleri, Adalet Bakanlığı yayınları, 2008 baskı sayfa 26) şeklinde kabul edilmiştir.
6087 sayılı Yasa’nın 38/9. maddesinde değişiklik yapan 17.4.2017 tarih 690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinde değişiklik yapan 02.01.2017 tarih 680 sayılı ve 17.04.2017 tarih 690 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameler ile yapılan düzenlemeler dikkate alındığında, yasada sayılan kişiler yönünden yerel Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma neticesinde soruşturma evrakının düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi gerekmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verebileceği gibi Yargıtay ilgili Ceza Dairesi nezdinde iddianame de düzenleyebilcektir. Görüldüğü üzere kişisel suçlara ilişkin ağır cezalık suçüstü halinde yerel Cumhuriyet Başsavcılıklarının genel hükümlere göre soruşturma yapma yetkileri bulunmakta ise de iddianame düzenleyerek dava açma yetkilerinin olmadığı izahtan varestedir.
Şu hale göre; iddianamede görev suçu işlendiğine ya da kovuşturma teminatı bulunan dönemden, yakalama tarihine kadar devam eden örgütsel faaliyetlerin neler olduğuna dair bir anlatımın yer almaması ve fakat eylemin maddi unsurunu ve vasfını belirlemek üzere ‘FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı içerisindeki yapılanması içerisinde yer alan şüphelinin Hakimler ve Savcılar … Kurulu’nda görev yaptığı esnada da örgüt adına hareket ettiği’nin iddia edilmesi karşısında, bu döneme ilişkin özel kovuşturma teminatının mevcudiyetini koruduğunun kabulünde zorunluluk bulunması ve örgüt üyeliği suçunun kişisel suç olma vasfı nazara alındığında…20. Ağır Ceza Mahkemesinin hukuki nitelendirmesi ve itirazı reddeden…21. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında 6087 sayılı Kanun’un 38/9. maddesi delaleti ile 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun değişik 46. maddesi gereğince bir isabetsizlik bulunmadığının kabulü gerekecektir” şeklindeki açıklamalar nazara alınıp 2010 yılındaki HSYK seçimi sonrasında 2. Dairede üyelik görevine başlayan ve bu görevini müsteşar olarak atandıktan sonra 1. Dairede devam ettirirken müsteşarlık görevinden alınması nedeniyle 31.12.2013 tarihinde HSYK üyeliği sona eren ve suç tarihi itibarıyla Adalet Bakanlığı … Müşaviri olarak görev yapmakta olan sanığın ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinde yakalandığı gözetildiğinde kişisel suç niteliğindeki silahlı terör örgütünün yöneticisi/üyesi olma suçundan ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesince yargılanmasında isabetsizlik bulunmamıştır.
VII) HÜKMÜN İSABETLİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA MADDİ HUKUKA İLİŞKİN YAPILAN TEMYİZ İNCELEMESİ:
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi ve temyiz nedenleri bu şekilde değerlendirildikten sonra sanık hakkındaki beraat kararının; sanığın fiilinin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartılışıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılık iddiaları ile usul hükümlerine uygunluk bakımından ve 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimi yapılacaktır. Silahlı terör örgütü suçunun özellikleri, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün mahiyeti ve yargı yapılanması, hükme esas alınan bazı delillerin hukuki niteliği hususlarında Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararında belirtilen ilkeler esas alınacaktır.
Sanık savunması, tanık beyanları, diğer bilgi ve belgeler ile tüm dosya kapsamını değerlendiren Özel Dairenin maddi olayın oluşuna ilişkin kabulüne göre temyiz itirazları çerçevesinde yapılan hukuki değerlendirmede;
1) Sanığın Özel Dairece tespit edilen eylem ve faaliyetlerinin suç teşkil edip etmediğine ve beraat kararı verilirken gerekçe olarak TCK’nın 30/1. maddesi kapsamında hata hükümlerinin gösterilmesinin isabetli olup olmadığına ilişkin değerlendirme;
Örgüte Üyelik ve Yöneticilik Suçlarının Unsurları:
Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüt üyesi; örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Silahlı örgüte üye olma suçunun oluşabilmesi için, örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Fakat niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibarıyla süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir.
Silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunda fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif alma ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir; örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler ile bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konumuna ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
Her iki suçun da manevi unsuru, doğrudan kast ve suç işleme amacı/saikidir.
Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olma kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçu için de saikin “suç işlemek amacı” olması aranır.
İddianame ve esasa ilişkin mütalaada sanığın örgütün mahrem yapısında yer aldığı ve Adalet Bakanlığında görevli olduğu dönemde TMK’da değişiklik yapılması için hazırlanan tasarının 2006 yılında kanunlaşması ile “silahsız terör örgütünün” suç olmaktan çıkarılarak FETÖ/PDY mensuplarına yarar sağlandığı yönündeki görüşlerin değerlendirilmesi gerekecektir.
FETÖ/PDY Terör Örgütünde Mahrem Hizmetler ve Mahrem Yapı:
Devletin en kritik ve operasyonel birimlerine sızarak örgüt hesabına yürütülen gizli faaliyetlere mahrem hizmet denmektedir. Bu kurumlarda örgüt adına kadrolaşma, abinin veya imamın emrine göre organize hareket etme ve örgüt amacına yönelik verilen görevleri yerine getirme anlamını da taşımaktadır. Mahrem hizmetlerde, Fetullah Gülen veya örgütün üst yönetim katından gelen talimatları, doğruluğunu veya akla uygunluğunu, dini, hukuki, ahlakiliğini sorgulamadan yerine getirecek, mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş örgüt mensupları kullanılmaktadır.
Mahrem hizmetlerde istihdam edilecek örgüt mensuplarının, zihin kontrollerinin sağlanması, örgüt değerlerini ölümüne savunması, kör bir itaatkarlığa ulaşması zaman almaktadır. Bu nedenle örgüt, ağacın yaş iken eğildiğinin bilincinde olarak, mahrem hizmetlerde ihtiyaç duyduğu tipte insanları genellikle ortaokul-lise döneminden itibaren kazanmaya çalışmaktadır. Örgüt içinde en önemli iş; bu şahısların bulunması, örgüte kazandırılması, yetiştirilmesi, mahrem hizmetlere yönlendirilmesi ve yerleştirilmesidir.
Örgüt dilinde mahrem yerler Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Hizmetleri, Yargı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Mülkiye ile TİB, ÖSYM ve TÜBİTAK gibi bazı özel kurumları ifade etmektedir. Özel hizmet birimlerinde hücresel yapılanma söz konusudur. Bu birimlerin deşifre olmasını önlemek için uygulanan hücresel yapılanmada bir örgüt mensubunun en fazla bir üst sorumlusunu ve/veya bir altında bulunan örgüt mensubunu tanıması amaçlanmaktadır. (FETÖ/PDY Askeri Mahrem Yapılanması, Temak Yayınları, …, 2019 Baskı, s. 25-26)
Terörle Mücadele Akademisinin raporunda yer verilen örgütsel dokümanlardan ve bir kısım itirafçıların beyanlarından anlaşılacağı üzere; mahrem hizmetlerde görev alan örgüt mensupları, çok küçük yaşta iken seçilip yoğun bir eğitim ile beyin yıkaması sonucunda örgüte ve liderine sınırsız şekilde itaat eden, verilen talimatları sorgulamaksızın yerine getiren ve faaliyetlerde gizliliğe son derece önem veren mensuplardan oluşmaktadır. Mahrem hizmetlerde olup kamuda görev alanlar, hâl ve hareketleriyle, oldukları gibi değil göründükleri yüzleriyle bilinirler. Yargı mensupları içinde de mahrem hizmetlerden kişilerin bulunduğu bilinmekle birlikte, örgütle bağlantısı herkes tarafından bilenen hâkim ve savcı sınıfındaki kimselerin mahrem hizmetlerde görevlendirilmiş olmasının örgüt stratejisiyle bağdaşmayacağı, örgüte ve liderine inanmışlık düzeyi en üst seviyedeki bu mensupların darbe teşebbüsünün başarısızlığına rağmen büyük çoğunluğunun etkin pişmanlıkta bulunmadıkları, örgütün kendisini çok güçlü gördüğü 2012 yılında mahrem hizmetlerdeki birisinin örgüt için hayati önem taşıyan faaliyetleri engelleyici rol üstlendiğine dair kabulün çok somut delillerle ortaya konulmasının gerekeceği, diğer taraftan il imamlarının bile bilgisinin olmadığı sınav çalışma evlerini ancak mahrem yapıdakilerin bilebileceğinden hareketle sanığın mahrem yapıdan olduğu sonucuna ulaşılmış ise de sanığın dini konularda ders verdiği dönemde örgüt stratejisi bakımından askeri öğrenciler için gizliliğe son derece riayet edilmesine rağmen tanıklık yapan sıradan örgüt mensuplarının dahi bildiği bu evlerin iddia edildiği gibi çok gizli olmadığının anlaşılması karşısında varılan sonucun genel hayat deneyimlerine aykırı olacağı kuşkusuzdur.
3713 sayılı TMK’nın 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile yapılan değişiklik sonrasında terör örgütlerinin mutlaka silahlı olması gerektiği, silahsız örgütün suç olmaktan çıkarıldığı yönündeki görüşe iştirak etmek mümkün değildir.
2006 yılı öncesinde “Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar ve bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler ile bu örgütlere girenler” bu madde kapsamında cezalandırılırken, 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile 3713 sayılı TMK’nın 7/1. maddesinde yapılan değişiklik sonrasında “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” şeklini almıştır.
Düzenleme, terörün yöntemlerine açıkça, amaçlarına ise 1. maddeye atıfta bulunarak yer vermekte; terör örgütü kurma, yönetme ve örgüte üye olma suçlarının ise doğrudan değil, Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesine atıf yaparak cezalandırılmasını öngörmektedir.
Silahlı-silahsız örgüt ayrımının kaldırılıp kaldırılmadığına ilişkin doktrindeki görüşler şu şekildedir:
2006 sonrası düzenlemeye rağmen 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesinde tanımlanan terör örgütü varlığını sürdürmüştür. 2006 öncesi düzenlemedeki yaptırımına göre daha az tehlikeli örgüt olarak görülmüştür. “İki örgüt tipinin ayırt edilmesinde kanun koyucu nezdinde belirsizliğin hakim olduğu söylenebilir.” (Hafızoğulları Zeki – Kurşun Günal, Türk Ceza Hukukunda Örgütlü Suçluluk, … Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 71, 2007, s. 25-80)
2006 değişikliği sonucu terör örgütünün cezalandırılması için TCK’nın 314. maddesine atıf yapılmıştır. Bundan kanun koyucu, silahlı örgüt ile terör örgütü ayrımını kaldırmış olmayı düşünebilir. (Akın …, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Kararları ve Uluslararası Hukuk Metinleri Çerçevesinde Terör ve Terörün Finansmanı Suçu, Adalet Kitabevi, …, 2009, s. 76)
Artık iki örgüt arasında ayrım yapılamayabilir. (Baltacı Vahit, Yeni TCK ve CMK’da Terör Suçları ve Yargılaması, Seçkin Yayıncılık, …, 2007)
Terör örgütü ancak silahlı faaliyette bulunabilir. (Özgenç İzzet, Suç Örgütleri, Seçkin Yayıncılık, …, 2013, s. 63)
Ayrım ortadan kalkmıştır ancak terör örgütünün mutlak silahlı olması gerekmez. (Baltacı, age, s. 332)
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinde 2006 yılında yapılan değişiklikle silahlı-silahsız terör örgütü ayrımı tamamen ortadan kaldırılmıştır. (Turinay Faruk, Ceza Hukukunda Terör Örgütü Kavramı, TBB Dergisi, 2016 (116), s. 74)
3713 sayılı Kanunun yarattığı “Terör örgütü” kavramı, TCK’nın 314. maddesinde yer alan “Silahlı Örgüt” ile birlikte varlığını sürdürmektedir…Düzenlemede bir başka farkın da suç ve cezanın aynı veya ayrı kanunlarda düzenlenmesine ilişkin olduğu görülmektedir. Şöyle ki, terör örgütü kurma, yönetme ve bu örgüte üye olma suçu 2006 öncesinde doğrudan ve diğer örgüt suçlarından bağımsız olarak Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesi uyarınca cezalandırılmaktayken; yeni düzenleme, terör örgütü suçlarına bizzat ceza vermemekte, genel kanun (code) niteliği taşıyan Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesindeki cezanın uygulanmasını emretmekle yetinmektedir. (Turinay, age, s. 75)
3713 sayılı Kanun’un 7/1 maddesi, TCK’nın 314. maddesine atıf yapmaktadır. f-Kurşun, atfın cezalandırmaya olduğunu söylerken, silahlı örgüt ile terör örgütü ayrımı, 2006 sonrası dahi varlığını sürdürmektedir. İki örgüt iki temel farkla birbirinden ayrılmaktadır. Silahlı örgüt TCK’da yer alan bazı suçları işlemek için teşekkül edilmiş olup terör örgütüne nazaran daha dar bir alana sahiptir. (Akın, age, s. 77)
2006 değişikliği göz önüne alındığında kanun koyucu terör örgütü ile silahlı örgüt ayrımını ortadan kaldırmak istemişse de hukuken terör örgütü ile silahlı örgüt ayrı statüdedir. Her terör örgütünün silahlı olmak zorunda olmadığı ancak silahlı örgütün terör örgütü olduğudur. (Turinay, age, s. 78)
Silahlı ve silahsız terör örgütü ayrımının devam edip etmediği doktrinde tartışmalı ise de Yargıtay uygulamalarında bu ayrımın hâlen devam ettiği, kanun koyucunun 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesini yürürlükte bırakmak suretiyle bu iradeyi ortaya koyduğu ve TCK’nın 314. maddesine yapılan atfın cezaya ilişkin olduğu sonucuna varılmıştır. Nitekim, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.06.2013 tarihli ve 2012/2366 Esas 2013/9298 Karar sayılı “3713 sayılı Kanunun 7/1. maddesinde belirtilen ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacıyla kurulmuş silahsız terör örgütü niteliğinde olan Hizbut-Tahrir örgütüne üye olma suçundan sanığın cezalandırılmasına karar verilirken 3713 sayılı Kanunun 7. maddesinin 1. fıkrası 1. cümlesi yollaması ile TCK’nın 314/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekirken doğrudan TCK’nın 314/2. maddesi uyarınca hüküm kurulması” şeklindeki kararı ile silahsız örgütün 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesi yollamasıyla TCK’nın 314/2. maddesi gereğince cezalandırılması gerektiğine karar verilmiş ve bu hususa birçok kararda işaret edilmiştir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.10.2012 tarihli ve 2012/9-1234 Esas 2012/1825 Karar sayılı, 10.06.2008 tarihli ve 2007/9-270 Esas 2008/164 Karar sayılı, 04.03.2008 tarihli ve 2007/9-282 Esas 2008/44 Karar sayılı kararları)
Silahlı şiddet eylemine başvurmadığı için silahlı olduğu henüz ispat edilmemiş örgütlerde, terör örgütlerinin mutlak surette silahlı olması gerektiğini savunan yazarlar silahsız örgütlerin amaç suçun işlenmesi bakımından elverişlilik unsurunun gerçekleşmeyeceğini savunmaktadırlar. Hâlbuki yapılanmanın somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluğu, bir başka deyimle “elverişlilik unsuru” belirlenirken “amacı gerçekleştirmeye yeterli üye”, “hiyerarşik örgüt yapısı” ve “şiddete dayanan eylem programının” varlığını aramak gerekecek ve somut tehlikeyi gerçekleştirmeye elverişli olup olmadığı hâkim tarafından belirlenecektir.
Sanığın suçlandığı dönemde kanun tasarısı hazırlanmasında bir görevi olmaması haricinde doktrindeki ağırlıklı görüşe ve yerleşik uygulamaya göre silahlı olmayan terör örgütlerinin yaptırımsız kaldığına ilişkin tez yerinde görülmemiştir.
Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmeye göre;
Sanığın, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yapılanmasının kamuoyunda cemaat olarak bilinip algılandığı ve alenen kriminalize olmadığı bir dönemde örgüt üyeliğine esas teşkil edebilecek bir kısım faaliyetlerde bulunduğu anlaşılmış ise de örgütün gerçek yüzüyle ortaya çıktığı 2012 yılı ve sonrasında örgüt içinde herhangi bir faaliyette bulunmadığı gibi o dönem örgüt açısından stratejik önemi haiz faaliyetlerini engellemek için yoğun çaba sarf ettiği, Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı döneminde örgüte karşı mücadele edebilecek kadro oluşturduğu, … mahkemelerde örgüte mensubiyeti bulunan üyelerin açığa çıkmasına ve faaliyetlerinin engellenmesine yönelik çaba gösterdiği, HSYK’da örgüt mensupları lehine alınan kararlarda karşı duruş sergilediği ve örgüt karşıtı üyeleri bu yapıya karşı organize ettiği, darbe teşebbüsü sonrasında başta … mahkeme üyeleri olmak üzere FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu olduğu gerekçesiyle yargılanan sanıkların çok büyük çoğunluğunda tanıklık yaparak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı sağladığı, başlangıçta örgüt içerisinde yer almayan, örgütün evlerinde veya yurtlarında kalmayan, örgütsel bir eğitimden geçmeyen, kod adı bulunmayan, herhangi bir örgütsel gizli iletişim aracı kullanmayan, savunmaları samimi görülen ve örgütün gerçek amacını fark ettikten sonra yoğun bir mücadeleye girişen sanığın örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmadığı sonucuna varıldığından tebliğnamenin bozma isteyen düşüncesine iştirak edilmemiş; Özel Dairenin sanık aleyhine beyanda bulunan bir kısım tanıkların bizzat şahit olduklarını değil de duyumlarını aktarmaları, bazılarının ise son süreçte kamuoyuna mal olan önemli dosyaların birçoğunda olağan hayat deneyimlerine aykırı şekilde her olayı bilmeleri mümkün olmamasına rağmen tanıklık yapmaları, FETÖ/PDY mensubu iken yakalandıktan sonra itirafçı olmak isteyip sanık hakkında maddi gerçekle bağdaşmayan ve kuşku duyulan söz konusu ifadelerine itibar etmeyip FETÖ/PDY ile mücadele ettikleri bilinen ve etkin pişmanlıkları samimi görülen kişilerin beyanlarını üstün tutarak hükme esas almasında yasaya aykırılık görülmemiştir.
Bu itibarla, sanığın örgüt hiyerarşisine bilerek dahil olduğu ispat edilemediğinden suçun manevi unsurunun oluşmaması nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet savcısının sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiş ve sanık hakkında beraat kararı verilmesinde isabetsizlik bulunmamıştır. Ancak, sanığın örgütün hiyerarşik yapısına bilerek dahil olmadığı sonucuna varıldığından TCK’nın 30/1. maddesinde düzenlenen hata hükümlerinin uygulanma şartlarının oluşmadığı kabul edilmelidir.
Bu noktada hata hükümlerinin uygulanması ihtimali söz konusu olduğunda her somut dosyadaki koşulların ve delillerin mahiyeti nazara alınıp failin örgütsel faaliyetlerini sona erdirdiğini ve örgütten koptuğunu ortaya koyan savunmasının içeriği de gözetilerek sonuca gidilmesi gerektiğinin, bir başka anlatımla hata hükümlerinin örgüt mensubu olduğu iddiasıyla yargılanan herkes için kendiliğinden uygulanması zorunluluğu bulunmadığının vurgulanmasında fayda bulunmaktadır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri Y. Karaboduk ve R. Uyanık; sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği şeklindeki,
Kararın gerekçesi yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı ve beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Sonuç olarak beraat kararına iştirak ediyoruz ancak 765 sayılı TCK’nın aksine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun genel hükümlerinde “hata” kavramına yer verilmiş olup somut olayda uygulanması gereken bir hükümdür. Yürürlükten kaldırılan ve mer’i olan ceza kanunlarındaki “hata” kavramının hukuki nitelendirilmesinin yapılması konunun aydınlatılması bakımından yarar sağlayacaktır.
Genel Kurulun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararıyla onanarak kesinleşen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 24.04.2017 tarihli ve 3-3 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
Hata (yanılma) genel olarak kişinin tasavvuru veya zihninden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şeyin olduğundan farklı bir biçimde algılanması hâlinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi hâlinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası bir algılama hatası olduğu hâlde yasak hatası bir değerlendirme hatasıdır (Koca – Üzülmez, TCK Genel Hükümler, 7. Bası, s. 239).
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK’nın 30/1. maddesi), suçun nitelikli hâllerinde (TCK’nın 30/2. maddesi), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK’nın 30/1-3. maddesi) hata halleri kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK’nın 30/3. maddesi) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK’nın 30/4. maddesi) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK’nın 27/1. maddesi)
Yargıtay uygulamalarında haksızlık yanılgısını kast kapsamında ele alarak çözüm yoluna gitmiştir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.12.1996 tarihli ve E: 1996/8-286, K: 1996/296 sayılı kararı)
Nitekim 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde öğretide Ord. Prf. Dr. Sulhi Dönmezer ve Prf. Dr. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku isimli eserinde “hata ve sapma” kavramlarını yabancı müelliflere de atıf yapmak suretiyle ayrıntılı şekilde değerlendirmiştir.
“Yanılma (hata), gerçeğin bilinmemesi veya yeter derecede bilinmemesi dolayısıyla yanlış bir hüküm verilmesini ifade eder ve bu bakımdan bilmemeyi de kapsar; ancak bilmeme olumsuz bir nitelik taşıdığı halde, yanılmada olumlu bir yön vardır. Zira yanlış da olsa yanılma belli bir kanaatin beslenmesini ifade eder. (Antolisei, 290; Carrara, Programma, s. 252; Garraud, I, 600 atfen Dönmezer/Erman Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, …, 1981 bsk, Cilt:2, s.382)
Sapma hâlinde ise bir yanılma yoktur, fakat ya seçilen araçların yetersizliği veya yetenekli bir tarzla kullanılmaması yüzünden ya da diğer herhangi bir sebepten dolayı failin maksadını teşkil eden neticeden başka bir netice gerçekleşmektedir. Her iki hâlde de iradeyle gerçekleşen netice arasında fark bulunduğu için bu farkın yanılma ve sapmadan ileri gelmesi arasında fark gözetmeksizin meseleyi çözümlemek ve bu tür yanılma ya da sapmanın kusurluluğa etki suretini incelemek gerekir.
Bilmemeyi de ihtiva eden yanılma, Ceza Hukuku alanında iki şekilde ortaya çıkabilir: ya fail işlediği fiili cezalandıran bir kuralın bulunduğunu bilmez veya bu kurala yanlış anlam vermek suretiyle bu hususta yanılır, yahut kural bakımından herhangi bir bilgisizlik veya yanılması olmadığı hâlde işlediği suçun maddiyetine ilişkin bir hususta yanılır. Birinci durumda hukuki bilgisizlikten, ikinci hâlde ise fiili yanılma ya da sapmadan söz edilir. Kusurluluğa etkisi bakımından inceleme konusu olan yanılma sadece fiilî olan yanılmadır. Fiilî yanılma, suçun maddiyetini ilgilendirmekle beraber, bunun çeşitli yönlerine ilişkin olabilir; bu sebeple fiilî yanılmayı unsurlara, unsurların dışında kalan hususlara, neticeye ve nedensellik bağına ilişkin dört grupta toplayarak incelemeyi uygun saymaktayız.
Unsurlara ilişkin yanılma:
Unsurlara ilişkin yanılmayı, hukuku bilmeme veya yanılmadan ayırmak, bu iki kavramı karıştırmamak gerekir. Kadınla cinsel ilişkide bulunan kimse zinanın suç olduğunu bilir, kanun hükümlerinde herhangi bir yanılgıya düşmüş değildir; fakat bu kimse cinsel ilişkide bulunduğu kadının başkasıyla evli olduğunu bilmezse yanılgısı suçun maddi varlığına ilişkin olur ve bu takdirde fiili yanılmanın kusurluluğu kaldırıp kaldırmadığı problemi ortaya çıkar.
Unsurdan maksat, bir fiilin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu olan husus olduğuna göre bu unsurlardan birine ilişkin olan fiilî yanılma, belirli şartların bulunması hâlinde kusurluluğu ortadan kaldırabilir.
Bazı yazarlar, unsurda yanılma hâlinde kusurluluğun saklı kalıp kalmayacağını tayin bakımından bir ayrım yapmaktadırlar. Yanılgıdan kaçınabilmek imkânı yoksa yani fail akıl ve mantığını daha dikkatli ve özenli bir surette kullandığı takdirde de yanılmasını önleyemeyecek durumda bulunmakta ise kusurluluk ortadan kalkar; buna karşılık, yenilmesi mümkün, düşünülmemesi kabil bir yanılgı kusurluluğu etkilemez. (Carrara, Programma s. 255, atfen Dönmezer/Erman, age, s. 384)
Ancak, bu görüş eleştirilerek denilmiştir ki, yanılma kaçınılabilir olduğu hâllerde faildeki kusurluluk türü, gereken dikkat ve özeni sarf etmemesi olduğuna göre bu gibi hâllerde kastın değil ancak taksirin bulunduğu açıktır; bu nedenle kaçınılabilen yanılma kusurluluğu etkilemez demek doğru değildir, zira kaçınılabilir olduğu hâlde takdirde yanılma da kusurluluğu etkilemekte ve failin ancak taksiri nedeniyle cezalandırılmasını gerektirmektedir.
Diğer bazı yazarlara göre ise yanılmanın kusurluluğu ortadan kaldırılabilmesi için kaçınılabilir veya esaslı olup olmaması önemli değildir. Fiilî yanılma da hukuki bilgisizlik gibi mazeret sayılamaz. Ancak belirli bir olayda bir kimsenin cezalandırılabilmesi açıkça veya örtülü olarak birtakım unsurların veya hâllerin bilinmesi şartına bağlanmakta ise fiilî yanılma zorunluluğa etkili olabilir. (Manzini, II, 1950 Baskı, s. 49 atfen Dönmezer/Erman, age, s. 384)
Kanaatlerine katıldığımız bazı yazarlar, bu konuda şu şekilde düşünmektedirler: Kusurluluğu kaldırabilecek olan yanılma, ancak kusursuz yanılma olabilir; yanılmanın kusursuz sayılabilmesi için failin taksirinden ileri gelmemesi, yani yanılmasının bir tedbirsizlik, dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemililik sayılmaması gerekir. Çalılık arkasında bir şeyin kımıldamakta olduğunu görüp de bunu av sanarak ateş eden, fakat bir insanı vuran avcı, yanılmıştır; fakat yanılması büsbütün kusursuz değildir; yanılması, gereken dikkat ve özeni göstermemesinden ileri gelmiştir. Bu nedenle unsura ilişkin olan yanılma, taksirli bir yanılma ise işlenen suçun niteliğine bakılmak gerekir: Bu fiil ya kasıtlı suçtur ya da taksirin bulunması hâlinde kanun tarafından cezalandırılmıştır. Birinci hâlde kusurlu yanılma, failin suç işlemek kastını kaldırabileceği için sorumluluğa etki yapabilir; ikinci hâlde ise yanılma taksirli olup suç taksirli olduğu için taksirli suçtan dolayı fail cezalandırılır.
Anlaşılmıştır ki bu görüşte, suçlar iki gruba ayrılmakta ve yanılma suçun kasıtlı veya taksirli olması bakımından sorumluluğa farklı bir biçimde etkili sayılmaktadır.
Kasıtlı suçlarda yanılma, iradeyle gerçek arasındaki fark bakımından iki şekilde gözükebilir ve irade ile gerçek arasındaki ayrılık konusunda şu şekilde düşünmek kabildir: İrade ile gerçek arasında hiçbir ayrılık bulunmasa idi, yani, failin düşündüğü, aklından geçirdiği durum, zihninde canlandırdığı olay, gerçeğe uygun olsa, bir kelime ile fail yanılmamış bulunsa idi fiil ya hiçbir suç teşkil etmez ya da gerçekte meydana gelenden başka bir suça meydan verirdi. (Mirto, L’errore Nel diritto penale, 780. Bk. Garraud, I, 606; bk. Von Liszt, I, 261, atfen Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, s. 385) Mesela trenden inen yolcu acele ile ve yanlışlıkla başkasının valizini alıp inse (Antolisei, 294 atfen Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, s. 385) birinci ihtimal gerçekleşmiştir; zira bu yolcu yanılmamış olup da gerçekten kendi valizini almış olsa idi, düşündüğü, zihninde canlandırdığı durum gerçeğe uygun olsa idi fiil hiç suç teşkil etmeyecek, kanunda yer alan çeşitli tariflerden hiçbirine uygun olmayacaktı. Buna karşılık başkasına ait bir şeyi alan kimse, bu şeyin kaybedilmiş bir nesne olduğu sanısı ile hareket etmiş ise (Manzini, II 1950, 50; Bettiol, 316 atfen Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, s. 385) keza ırza geçen kişi, mağduru 15 yaşından büyük sanmışsa (Dönmezer/Erman, 375; Dönmezer, Genel Adap ve Aile Düzenine Karşı Cürümler, 1975, 69; Benzer misal için bk. Bengü, Ceza Hukukunda Hata, 47 atfen Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku C. II, s. 385), yanılmamış olsa idi, düşündüğü, zihninde canlandırdığı durum ile gerçek birbirine uygun olsa idi, fiil başka bir suç teşkil edecek veya fail hakkında başka bir kanun hükmünün uygulanması gerekecek, mesela birinci örnekte kaybolmuş malı almak suçu (765 sayılı TCK’nın 511/1. maddesi), ikinci örnekte ise 15 yaşını bitirmiş kimsenin ırzına geçme hali (765 sayılı TCK’nın 415. maddesi) söz konusu olacaktı.
Demek oluyor ki kasıtlı suçlarda unsurda yanılma ya o fiili tamamıyla suç olmaktan çıkarır veya gerçekte meydana gelenden başka bir suç ortaya çıkmasına sebebiyet verir, birinci hâlde unsurda yanılma esaslıdır. (Carrara Programma, S 256; Ranieri, 287; Logoz, art. 19. no. 3; Von, Liszt, I, 261, atfen Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, s. 386) Kastı tamamı ile ortadan kaldırdığı ve suç da ancak kast bulunduğu taktirde cezalandırılabilen bir suç olduğu için failin cezalandırılmasına engeldir. Her ne kadar kanunumuzda bu yolda hüküm yoksa da 45. maddedeki kast kuralında, kastı ortadan kaldıran esaslı yanılma hâlinde failin kanunumuzun sisteminde cezalandırılmayacağı sonucuna varmak gerekir. (Kantar, 114 – Aksi fikir sarahat lüzumu hakkında bk. Gözübüyük, Modern Ceza Hukukunda Hata Meselesi (Ad. Cer, 1942, I, 49-50); Bengü, 41-42, atfen Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C. II, s. 386)
İkinci hâlde, yani hata dolayısıyla gerçekte meydana gelenden başka bir suçun meydana gelmesi hâlinde yanılma esaslı değildir, kusurluluk kalmaktadır; fakat iradeyle gerçek arasındaki ayrılık, irade lehine çözümleneceği için fail gerçekte işlemiş olduğu suçtan dolayı değil, işlemeyi kastetmiş olduğu suçtan dolayı cezalandırılacaktır. Bu nedenle mağdurun memur olduğunu bilmeden ona hakaret eden kimse memura hakaret suçundan dolayı cezalandırılmayacaksa da herhangi bir kişiye hakaret etmeyi suç sayan genel hakaret suçundan dolayı ceza görecektir. Nitekim bazı yabancı kanunlarda bu husus açıkça belirtilmiş ve yanılmanın fail lehine (İsviçre Ceza Kanunu’nun 19/1. maddesi) hesaba katılacağı veya belirli bir suçu teşkil eden olay hakkındaki yanılmanın başka bir suçtan dolayı cezalandırılabilmeyi ortadan kaldırmayacağı (İtalya Ceza Kanunu’nun 47/2. maddesi) açıklanmıştır.
Kanunumuzda bu yolda bir hüküm bulunmamakla beraber, mevzuatımız bakımından da aynı sonuca varmak gerekmektedir. Fail belirli bir suçu işlemek kastı ile hareket etmiştir; o hâlde bu suç bakımından kastı vardır ve bu suçtan dolayı cezalandırılmasına engel olan bir düşünce ileri sürülemez. Gerçekleşen suç bakımından ise kastı yoktur, bu nedenle gerçekten işlenen suçtan sorumlu tutulmasına 45. maddedeki kast kuralı engeldir. Şu hâlde esaslı olmayan yanılma hâlinde failin gerçekleşmediği suçtan dolayı sorumluluğu kalkmakta ise de kastettiği başka suç bakımından sorumluluğu saklı kalmaktadır.”
Doktrin ve uygulamadaki bu görüş 765 sayılı TCK döneminde unsur hatasının kast kapsamında görülebileceği, dolayısıyla ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracağı, ancak sanığın taksiri nedeniyle hataya düşmüş ve işlenen fiilde taksirle cezalandırılabiliyorsa taksirli sorumluluk hâlinin söz konusu olacağı, haksızlık yanılgısının ise hukuki bilgisizlikten kaynaklandığı, bu hâlin sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı, ancak fiilî yanılmanın kusurluluğa etkili olacağı görüşleri ileri sürülmüştür. Bu görüş 2003 tarihli Türk Ceza Kanunu Tasarısı’na da aynen yansıyarak “Kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 2. maddesi “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” şeklinde bir düzenleme ihtiva etmekteydi. Yine aynı etkiyle tasarının “hata” başlığını taşıyan 23. maddesinde “fiilî hata” ifadesi kullanılmıştır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde Kanun’un 4. maddesinde “Kanunun bağlayıcılığı” başlığı altında “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmüne yer verilmiştir. 2003 tarihli tasarı ile aynı nitelikte düzenleme yapılmakla birlikte maddenin ikinci fıkrasında “Ancak sakınamayacağı bir hata nedeniyle kanunu bilmediği için meşru sanarak bir suç işleyen kimse, ceza en sorumlu olmaz” hükmü eklenmiştir. Daha sonra 29.06.2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle 4. maddenin ikinci fıkrası metinden çıkarılıp TCK’nın 30. maddesine dördüncü fıkra olarak “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi cezalandırılmaz.” düzenlemesi eklenmiştir. Söz konusu değişikliğe ilişkin Kanun’un gerekçesinde “…..işlenen fiilin esasen bir haksızlık oluşturduğu hususunda hataya düşmüş olabilir. Bu hatanın kişi açısından kaçınılmaz olması halinde, kişi gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kınanamaz. Kişi sakınamayacağı bir hata nedeniyle bu bilinçten yoksunsa onu sorumlu tutmak bir evrensel hukuk prensibi olan kusursuz ceza olmaz ilkesine aykırılık oluşturur. Ancak kişinin cezalandırılabilmesi için işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmesi gerekmez. Kişi, her ne kadar işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmiyorsa da, bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre bakımından, bu fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini kavrayabilecek durumda olabilir. Bu husustaki hatanın kaçınılabilir olduğu durumlarda kişi gerçekleştirdiği fiil açısından kasten hareket etmemiştir. Ancak, düştüğü bu hatanın kaçınılabilir olması nedeniyle kusurunun azalmış olabileceğini kabul etmek gerekir. Bu hatanın kaçınılabilir olduğunun kabul edilmesi halinde, bu kaçınılabilirliğin derecesine göre kusurun da derecelendirilmesinden bahsedilebilir. Bu durumda kişinin cezasında suçun kanundaki cezasının alt sınırına kadar indirim yapılabilecektir. Bu indirim zorunlu değil, ihtiyari bir indirim olmalıdır.” açıklamasına yer verilmiştir.İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman Federal Mahkemesi Büyük Ceza Kurulunun 18.03.1952 tarihli kararında hata, unsur hatası ve haksızlık yanılgısı ayrıntılı olarak tartışılmış olup bu karar doktrinde tarihi dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. (Göktürk, age, s. 88) Söz konusu kararda yer alan “Hukuka aykırılık bilinci; failin, davranışının hukuken tasvip edilmediğini, yasaklandığını bilmesidir. Suçun yasal tanımında yer alan unsurlar haksızlık bilincinin konusunu oluşturmaz; bunlar kast kapsamındadırlar. Failin suçun yasal tanımında yer alan unsurların somut olayda gerçekleştiğini bilmemesi unsur yanılgısıdır. Unsur yanılgısında, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleştirilmesine yönelik değildir. Bu nedenle failin kasten hareket ettiği söylenemez. Failin yanılgısı taksire dayanıyorsa, bu suç taksirle işlenebiliyorsa sorumlu tutulabilir. Buna karşılık haksızlık yanılgısında fail somut olayda ne yaptığının bilincindedir. Fakat davranışını yasaklayan normun varlığında veya yorumunda yahut hukuken tanınmayan bir hukuka uygunluk nedeninin varlığında veya hukuki sınırında hataya düşmekte, böylece davranışının meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Yasak yanılgısı, fiilin hukuka aykırılığı hakkındaki yanılgıdır.Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail, hukuka uygun davranmadığı, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkanına sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme, hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan insanın irade özgürlüğü ise haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranışla haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail ondan beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail ondan beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır. Hukuka aykırılık bilinci ne davranışın cezalandırılabilir olduğunun, ne de yasak normu ihtiva eden kanun hükmünün bilinmesini gerekli kılar; davranışın teknik hukuk bakımından doğru şekilde nitelendirilmiş olması da şart değildir. Bununla birlikte davranışın münhasıran ahlaka aykırı olduğunun bilinmesi de kafi değildir.Ceza hukukunu ilgilendiren hukuki hata, ceza hukukunu ilgilendirmeyen hukuki hata ayrımı yapılması ve ceza hukukunu ilgilendiren hukuki hata önemsiz görünürken, ceza hukukunu ilgilendirmeyen hukuki hatanın unsur yanılgısı kapsamında ele alınarak kastı bertaraf eden bir etki tanınması kusur ilkesine aykırı olduğu gibi; böyle bir ayrımın somut olayda icra edilebilmesi mantıki olarak mümkün değildir. Nitekim, Alman İmparatorluk Mahkemesi’nin yaptığı bu ayrım yanlış ve keyfi uygulamalara neden olmuştur. Kasten işlenen bir suç, haksızlık yanılgısı içinde işlenebilir. Yasak yanılgısı suç kastını ortadan kaldırmaz; kast varlığını muhafaza eder. Hukuka aykırılık bilinci ya da fiilin hukuka aykırılığının fail tarafından idrak edilebilir olması kusurun bir unsurudur. Kast teorisinin benimsenmesi sakıncalıdır. Kusur teorisinin öngördüğü çözüm kusur ilkesi ile de uyumludur. Kusurlu yasak yanılgısı halinde failin kusuru azalabilir. Fakat bu her zaman geçerli olmayabilir. Kusurun azalıp azalmadığı ya da ne ölçüde azaldığına göre hakime cezada indirim yapıp yapmama yahut kusurun azaldığı ölçüde takdir yetkisi tanınmalıdır.” şeklindeki yorum, hukuk doktrinin yanında karar sonrası yürürlüğe giren yasalara da ilham kaynağı olmuştur.
Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı):TCK’nın 30/1. maddesinde suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden maddi unsurların bilinmemesi hâlinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
Unsur yanılgısı, içerik itibarıyla somut olayda suçun maddi unsurlarına ilişkin konulardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış tasavvuru ifade etmektedir. Failin somut olaya ilişkin tasavvuru gerçekle bağdaşmamaktadır. Buna karşılık, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlardan birisinin varlığı hakkında düşülen şüphe, emin olmama hâli hata değildir. Aksine olası kastın veya bilinçli taksirin varlığını gösterir (Koca – Üzülmez, age, s. 241).Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur (Göktürk, Haksızlık Yanılgısının Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Seçkin Yayınları, 2017 Baskı).
Unsur yanılgısında kısacası, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Somut olayın gerçekleşme koşullarında yanılmaktadır. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesine yönelik değildir. Esasen unsur yanılgısında kaçınabilirlik önemli değildir. Zira her iki hâlin de kastı bertaraf edici etkisi bulunmamaktadır.Unsur yanılgısının haksızlık yanılgısından farkı ise fail suçun yasal tanımında yer alan maddi unsurların somut olayda gerçekleştiğinin bilincindedir. Fail somut olayda ne yaptığını bilmekte, fakat davranışının hukuka aykırılığında yanılmaktadır. Bu nedenle haksızlık yanılgısının tipiklik üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Failin kastını ortadan kaldırmaz. Fiil kasten icra edilen haksız olma özelliğini muhafaza eder. Dolayısıyla unsur yanılgısından farklı olarak haksızlık yanılgısı, failin kastını bertaraf ederek taksirli işlenen suçtan sorumlu tutulması sonucunu doğurmaz. Fail somut olayda kasten hareket etmesine rağmen fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmeyebilir. Bu nedenle ne kastı ne de fiili bertaraf edici değildir. Sadece kusur üzerinde etkilidir. Haksızlık yanılgısı kaçınılmaz ise failin kasta dayalı kusuru tamamen ortadan kalkar ve faile kasten işlediği suçun cezası verilmez; buna karşılık yanılgı kaçınılabilir ise fail kasten işlediği suçtan sorumludur. Ancak, yanılgının kusur üzerindeki etkisine göre cezada indirim yapılması gerekmektedir. (Göktürk, age, s. 76-77)
Suçun maddi unsurları içerisine suçun konusu, fail, mağdur, fiil, netice ve nedensellik bağı girmektedir. Suçun oluşması için failin bu unsurları bilerek hareket etmesi şarttır. Bilgisizlik veya yanlış tasavvur (unsur yanılgısı) failin kastını kaldırır.
Suçun unsuru olarak kast:5237 sayılı TCK’da mülga 765 sayılı TCK’nın aksine kastın tanımına yer verilmiştir. Buna göre kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. (TCK’nın 21/1. maddesi) Öğretide de kast, “suçun kanuni tanımında yer alan objektif unsurların bilinmesi ve istenmesi” veya “tipikliğin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımlara göre kast, bilme ve isteme olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Kanunumuzun düzenlenmesi bakımından kastın varlığı için failin hem suçun kanuni tanımında yer alan unsurlar bakımından bilgiye sahip olması hem de bu unsurların gerçekleşmesini istemesi gerekmektedir.
Bir suç örgütü baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Kuruluş amacı silahlı ya da silahsız yöntemlerle suç işlemek olan, bu amaç ve yöntemlerini açıkça deklare eden ya da örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlarla bu durumu açıkça bilinen örgütlere üye olan veya bu örgütlere bilerek yardım edenlerin kusurluluğunda tartışılacak bir husus bulunmamakta ise de legal zeminde faaliyet gösteren ve gizli tutulması nedeniyle nihai amacı açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan ya da yardım edenlerin, bu suçların doğrudan kast ve özel saikle işlenebilen suçlar olduğu hususu da gözetildiğinde hukuki durumlarının kusurluluk ve hata bağlamında değerlendirilmesinde zaruret vardır.Kuruluş süreci, amacı, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri yukarıda atıf yapılan kararda anlatılan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün nihai amacının, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğunda, bu amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” olarak örgütlendiğinde, Devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip bulunduğunda kuşku yoktur. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre 5, 6 ve 7. tabakalarda ve kural olarak 3 ve 4. tabakalarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekir. Ancak, önce dinî bir kült, ardından bir terör örgütü hâline dönüşen, eğitim-öğretim faaliyetleri, sivil toplum ve meslek kuruluşları, yerel ve uluslararası ticari işletmeler, basın-yayın ve medya organları gibi legal yapılar ile Abant Toplantıları ve Türkçe Olimpiyatları benzeri prestijli organizasyonlar üzerinden oluşturulan sempatizan halkasından insan ve maddi kaynak devşiren FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince böyle algılanması da toplumsal bir gerçekliktir. Amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya çalışan örgütün silahlı bir terör örgütü olduğu gerçeğinin, örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında…11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2008/9-82-181 sayılı kararı ile kesinleşen beraat kararı da nazara alındığında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer tabakalardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak toplanan deliller muvacehesinde TCK’nın 30. maddesinde düzenlenen hata hükümleri kapsamında değerlendirilmesi lazımdır. Ancak bu değerlendirme yapılırken 2012 yılı ve sonrasında örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından yapılan operasyonlar gibi örgütün nihai amacını açıkça ortaya koymaya başladığı sansasyonel olaylar sonrasında Milli Güvenlik Kurulunun 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde “hizmet hareketi” adındaki legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, Devletin varlığına ve Anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
Bu noktada hata hükümlerinin uygulanması için;
a- Ne şekilde isimlendirilirse isimlendirilsin (cemaat, vakıf, dernek, platform… vb gibi ) yapılar içinde yer alarak terör örgütü olduğunu bilmeden faaliyette bulunmuş olmak,
b- Yapılanmanın 3713 sayılı TMK’nın 1. maddesinde yazılı amaçları gerçekleştirmek üzere kurulan ve faaliyette bulunan bir terör örgütü olduğu olarak ortaya çıktıktan sonra örgütten ayrılmış olduğunu somut delillerle ortaya koymak,
c- Örgüt içinde kaldığı sürede yaptığı faaliyetleri kabullenerek örgüt mensupları ve faaliyetler hakkında samimi bilgi vermek,
d- Her ne kadar suç şüphesi altında olanlar, yargı makamları önünde “susma” hakkına sahip iseler de hata bilmemekten kaynaklandığına göre (kendisinin zannederek bir başkasının eşyasını alan kişinin hırsızlık suçunu işlemediğini ancak yanlışlıkla aldığını savunması ve bu savunmanın olayın somut koşullarına göre doğrulanması halinde itibar edileceğinden) soruşturma veya kovuşturma mercinde hata yaptığını samimi olarak beyan etmek,Şartlarının gerçekleşmesi hâlinde hata hükümlerinin uygulanması söz konusu olabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmeye göre;Hata (yanılma), gerçeğin bilinmemesi veya yeter derecede bilinmemesi dolayısıyla yanlış bir hüküm verilmesini ifade eder ve bu bakımdan bilmemeyi de kapsar. Hata, Ceza Hukuku alanında iki şekilde ortaya çıkabilir: işlediği suçun maddiyetine (unsur, nitelikli hâl, cezayı etkileyen veya kaldıran hal) ilişkin bir hususta yanılır; ya fail işlediği fiili cezalandıran bir kuralın bulunduğunu bilmez; bu durum “haksızlık yanılgısı”dır. Unsur yanılgısında kast ortadan kalkar, kişi ancak kusurlu ise ve işlenen fiil taksirle cezalandırılabiliyorsa cezalandırılabilir.Haksızlık yanılgısında ise kusurluluğun ortadan kalkması için kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmüş olması gerekir. Çünkü insanın haklı olan davranışla haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır.Sanık ve aynı konumdaki kimselerin somut olayda yasak yanılgısına düştükleri kabul edilemez, zira terör örgütüne mensup olmanın suç oluğu ceza ehliyetine haiz herkes tarafından bilinebilir. Buradaki yanılgı bu yapının bir cemaat değil, gerçekte terör örgütü olduğu, esasen Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde yasaklanan suçları işlemek için, bir başka deyimle cebir ve şiddete başvurarak anayasal düzeni değiştirmeyi amaçlandığının bilinmesidir.Örgütün çok uzun süreçteki stratejisinde cemaat görünümünü korumak hayati önem taşımaktadır. Zira örgüt liderinin “…’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (…) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (…) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.” (16. CD, 2015/3 esas ve 2017/3 karar sayılı dosyası) Bu nedenledir ki örgüt; “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkar etmek” üzerine kuruludur. Unsur hatası değerlendirilirken sanıkların devlet hiyerarşisindeki konumları değil, gizliliğe son derece önem veren örgütte amacın paylaşılmasında sakınca görülmeyen güvenilir mensupların statüleri önemlidir. Örgüt mensubu olan kamu görevlilerinin devlet hiyerarşisindeki statülerinin askıya alındığı, nitekim çok katı disiplin uygulanan silahlı kuvvetlerde dahi astların, üstlere emir verdikleri ya da subayların sivil kişilerden emir aldıkları görülmektedir Bu durum, örgüt lideri tarafından hizmet insanı başlığı altında “örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, … rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması” sözleriyle kamu hizmetindeki görev veya rütbenin değil örgüt hiyerarşisindeki konumun önemi vurgulanmıştır. (16.CD, 2015/3 esas ve 2017/3 karar sayılı dosyası) Somut olayda sanığın örgütün mahrem yapısına mensup olmadığı gibi suç örgütünü bilerek hiyerarşiye dahil olduğuna dair delil elde edilemediği, örgüt mensupları ile aynı birimde çalışması veya öğrenim görme gibi değişik nedenlerle tanışıp arkadaş olduğu, muhafazakar kimlikleriyle bildiği bu kişilerle işbirliği içinde 2012 yılı öncesinde örgüt yararına bir kısım faaliyetlerde bulunduğu anlaşılmış ise de sanık savunmasında geçmiş dönemde bu yapıyı bir cemaat olarak bildiğini ve irtibat kurduğu kişileri de bu yüzleri ile tanıdığı, FETÖ/PDY’nin bir terör örgütü olarak değil cemaat olarak bilinen bu dönemdeki amaçlarının cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni değiştirmek amacını taşıdıklarını bilebilecek konumda bulunmadığı yönündeki savunmasının aksi ispat edilemediği gibi 2012 yılı başlarında Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’na yönelik operasyon ile başlayan yasa dışı amacın ortaya çıkması üzerine onlarla etkin şekilde mücadeleye girişmesi ve yargı alanında örgüt için hayati önemde birçok faaliyetin engellenmesi, … yargıdaki mensupların tespiti ve örgütün oluşturduğu tehditlerin fark edilmesi için sarf edilen çabaların somut delillerle ortaya konulduğu, bu şekilde hata yaptığına ilişkin savunmanın samimi olduğu, 765 sayılı TCK’nın da hata hükümlerine yer verilmemesine rağmen öğretideki görüşler doğrultusunda kast yokluğundan hareketle beraat hükmü kurulduğu, 5237 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesi sonrasında unsur hatası nedeniyle beraat kararı verilmesi yasal zorunluluk olduğu görüşümüz nedeniyle çoğunluğun beraat kararındaki gerekçeye iştirak edilmemiştir.” biçimindeki,
Düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
2) Beraat kararı verilmesinin CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca sanığın kastının bulunmamasından mı yoksa CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle mi verilmesi gerektiğine ilişkin değerlendirme;
5271 sayılı CMK’nın “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin ikinci fıkrası;
“Beraat kararı;
a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,
b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,
c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,
d) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk
nedeninin bulunması,
e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,
Hallerinde verilir.” şeklindedir.Anılan maddenin somut soruna konu edilen (c) bendi uyarınca beraat kararı verilebilmesi için failin kastının veya taksirinin bulunmaması, (e) bendi uyarınca beraat kararı verilebilmesi için ise toplanan delillerin mahkumiyet kararı için yeterli olmaması gerekmektedir.Öte yandan, aynı Kanun’un 303/1. maddesi temyiz incelemesi yapan Yargıtaya incelediği hükümde tespit ettiği hukuka aykırılıkları düzeltme imkanı tanımıştır.Bu yasal düzenlemeler ve yukarıda (1) numaralı bentte yer verilen açıklamalar sonucunda örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmadığı ve hakkında hata hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığı sonucuna varıldığı hususları birlikte değerlendirildiğinde örgütün gerçek yüzüyle ortaya çıktığı 2012 yılı ve sonrasında o dönem örgüt açısından stratejik öneme haiz faaliyetleri engellemek için yoğun çaba sarf eden sanığın, örgüt yapılanmasının kamuoyunda cemaat olarak bilinip algılandığı ve alenen kriminalize olmadığı bir dönemde örgüt üyeliğine esas teşkil edebilecek bir kısım faaliyetlerini gerçekleştirirken üzerine atılı suçu işlemeye yönelik kastla hareket etmediği kabul edilmelidir.Bu itibarla, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 01.02.2021 tarihli ve 11-5 sayılı; sanık ….. hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan verdiği beraat kararının, TCK’nın 30/1. maddesinde düzenlenen hata hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığının ve sanığın üzerine atılı suçu işleme kastı bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmeden CMK’nın 303/1. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün 1. fıkrasındaki “TCK’nun 30/1 maddesinde düzenlenen, ‘Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz.’ hükmü gereğince sanığın atılı suçtan” ibaresinin çıkarılıp yerine “atılı suçu işlemeye yönelik kastı bulunmadığı anlaşılan sanığın” ibaresinin yazılması suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunduğundan düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri … ve …; “Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2021/332 Esas sayılı dosyasında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan sanık ….. hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesince sanığın yüklenen suçu TCK’nın 30/1. maddesi kapsamında düştüğü hata sonucu işlediğinden bahisle 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca beraatine ilişkin verilen hükmün temyizi üzerine … Ceza Genel Kurulu tarafından yapılan incelemede, sayın çoğunluğun sanığın silahlı terör örgütünün yöneticisi veya üyesi olmadığı, bu bağlamda suç işleme kastının bulunmadığı gerekçesiyle beraati gerektiğine ilişkin görüşüne, sonucu bakımından katılmakla beraber beraat hükmünün gerekçesi bakımından Genel Kurulun sayın çoğunluğu ile aramızda görüş ayrılığı doğmuştur. Şöyle ki;Tüm dosya kapsamına göre, sanığın silahlı terör örgütü FETÖ/PDY’nin yöneticisi olmak ve örgüt üyeliği suçundan cezalandırılmasına yeterli, somut ve her türlü şüpheden uzak kesin delillere ulaşılamadığı anlaşılmakta ise de, sanığın konumu, sıfatı, bürokrasi tecrübesi ve yaşanan sürecin özellikleri tüm boyutlarıyla değerlendirildiğinde, sanığın TCK’nın 30/1. maddesi kapsamında suçun maddi unsurlarında hata/yanılgı içinde olduğunun değerlendirilemeyeceği gibi, kasıt yokluğundan da söz edilemeyeceği, buna göre sanık hakkında verilecek beraat kararının CMK’nın 223/2-e maddesindeki “yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması” gerekçesine dayanması gerektiği düşüncesindeyiz.Yine ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin verdiği beraat kararının gerekçesi bakımından … Genel Kurulunca düzeltilerek onanmasına ilişkin tesis olunan kararın usul bakımından değerlendirilmesinde ise; sayın çoğunluğun kabulünün, sanığın beraat gerekçesinin suçun manevi unsurunu oluşturan kast yokluğuna dayanması gerektiği yönünde olduğu, ilk derece mahkemesi olarak yargılama yapan 9. Ceza Dairesinin ise sanığın örgüt hiyerarşisine dahil olduğu ancak mensubu olduğu örgütün nihai amacını bilmediğinden bahisle yüklenen suçu TCK’nın 30/1. maddesi kapsamında düştüğü hata sonucunda işlediği gerekçesiyle 5271 sayılı CMK’nın 223/2-c maddesi uyarınca beraatine karar verdiği, gerek hata gerekse kast yokluğu gerekçesiyle verilecek beraat kararlarının dayanağı CMK’nın 223/2-c maddesi olmakla beraber, Ceza Genel Kurulunun verdiği düzelterek onama kararında, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin kabul ve gerekçesini tümüyle değiştirerek farklı bir hukuksal değerlendirmede bulunduğu, zira kast yokluğunun suçun kurucu unsurlarından olan manevi unsurun bulunmamasına ilişkin olduğu, bu durumda suçun esasen hiç oluşmadığı, hata hükümlerinin uygulanmasında ise aslında ortada suç teşkil eden bir fiilin bulunduğu ancak sanığın fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmediği için kasten hareket etmiş olmayacağının kabul edildiği, bu yönüyle kast yokluğunun suçun manevi unsurunun bulunmaması, hata halinin ise suçun maddi unsurlarındaki yanılgıya dayandığı, buradan hareketle ilk derece mahkemesinin kabulünü tümden farklılaştıran bu gerekçenin salt CMK’nın 223/2-c maddesi kapsamında düzenlenmiş olması nedeniyle … Genel Kurul tarafından düzeltilerek onama suretiyle değiştirilemeyeceği, bunun yanında yapılan temyiz incelemesi sonucunda Ceza Genel Kurulunun düzelterek onama kararıyla kendi hukuksal gerekçesi tamamıyla değiştirilen ilk derece mahkemesinin bu karara karşı direnme hakkının da fiilen ortadan kaldırıldığı, bu nedenlerle hükmün bozulmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayız.” şeklindeki,Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ….; benzer biçimdeki,
Düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
Açıklanan nedenlerle;
1) Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 01.02.2021 tarihli ve 11-5 sayılı; sanık … hakkında silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçundan verdiği beraat kararının, TCK’nın 30/1. maddesinde düzenlenen hata hükümlerinin uygulanma koşullarının oluşmadığının ve sanığın üzerine atılı suçu işleme kastı bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmeden CMK’nın 303/1. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün 1. fıkrasındaki “TCK’nun 30/1 maddesinde düzenlenen, ‘Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi kasten hareket etmiş olmaz.’ hükmü gereğince sanığın atılı suçtan” ibaresinin çıkarılıp yerine “atılı suçu işlemeye yönelik kastı bulunmadığı anlaşılan sanığın” ibaresinin yazılması suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunduğundan DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
2) Dosyanın, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.06.2021 tarihli ve 196 sayılı kararı ile Yargıtay 9. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı terör suçlarından kaynaklanan davalara ilişkin dosyaların devredildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 01.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.