YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/287
KARAR NO : 2022/808
KARAR TARİHİ : 15.12.2022
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 687-554
Kaçak eşyayı ticari amaçla bulundurma suçundan sanık …’ın 4926 sayılı Kanun’un 3/a-4, 4/a-2, 4/4 ve TCK’nın 54. maddeleri uyarınca 916.663,00 TL tazmini nitelikteki adli para cezasıyla cezalandırılmasına, kaçak eşyanın ve nakil aracının müsaderesine ilişkin Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.11.2007 tarihli ve 687-554 sayılı hükmün, katılan vekili ve malen sorumlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 10.02.2021 tarih ve 3929-1929 sayı ile;
“Katılan Gümrük İdaresi vekilinin temyiz talebinin müsadereye ilişkin olduğu kabul edilerek malen sorumlu vekilinin ve katılan Gümrük İdaresi vekilinin temyiz talebinin incelenmesinde;
Nakil vasıtası olan aracın 5237 sayılı TCK’nın 54/1. maddesi uyarınca müsaderesine, araç müsadere edildiği takdirde teminatın sanığa iadesine, müsaderenin mümkün olmaması halinde teminatın hazine adına irat kaydına karar verilmesi gerektiği halde yazılı şekilde hüküm tesisi,
Yasaya aykırı, katılan Gümrük İdaresi vekili ve malen sorumlu vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden ve bu hususlar yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 322. maddesi gereğince,
Hükmün müsadereye ilişkin fıkrasında yer alan ‘müsaderesine’ ibaresinden sonra gelmek üzere ‘araç müsadere edildiği takdirde teminatın sanığa iadesine, müsaderenin mümkün olmaması halinde teminatın Hazine adına irat kaydına’ ifadesinin eklenmesi ve diğer kısımlarının aynen bırakılması suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına,” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 08.06.2021 tarih ve 66072 sayı ile;
“…Somut olayda, hüküm davaya katılmasına karar verilen gümrük idaresi vekili ile malen sorumlu vekili tarafından temyiz edilmiştir. Katılan Gümrük İdaresi vekili 05.11.2007 havale tarihli müddet muhafaza dilekçesinde, gerekçeli temyiz dilekçesinde belirteceği ve dosyanın Yüksek Temyiz Mahkemesi incelemesi sırasında resen görülecek sair hukuki sebeplerde dikkate alınarak kararın bozulmasını talep etmiştir.
Katılan vekilinin temyiz talebinin mahkûmiyet hükümlerinin bütününe yönelik olduğu değerlendirilerek, katılan gümrük idaresi vekili ile malen sorumlu vekilinin temyiz istemleri yönünden yapılan incelemede; sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün dava zamanaşımının gerçekleştiği, nakil vasıtasının bizatihi kaçak olmadığı ve zamanaşımı nedeniyle davanın düşürülmesine karar verilmesi halinde nakil aracının müsaderesine olanak verecek bir yasal düzenlemenin de 4926 sayılı Yasa’da yer almaması karşısında, anılan nakil aracının sahibine iadesine karar verilmesi gerekecektir.
Örneğin, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 10.11.2020 tarihli ve 2018/11687 Esas- 2020/16211 Karar sayılı ilamında da yalnızca malen sorumlunun temyiz istemi üzerine, sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünü de kapsar şekilde yapılması suretiyle, sanık hakkındaki mahkumiyet hükmünün davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle bozulmasına, kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, kaçak eşyanın müsaderesine, nakil aracının sahibine iadesine karar verilmiştir.
Sanığa yüklenen suçun gerektirdiği cezanın yasada belirtilen türü ve üst sınırına göre; dava, TCK’nın 66/1-e. maddesinde öngörülen (8) yıllık asli zamanaşımı süresine tabi bulunmakla,
Hüküm tarihi olan 01.11.2007 tarihinden inceleme tarihine kadar bu sürenin geçtiği anlaşılmış olduğundan, zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine, dava konusu eşyaların müsaderesine, suçta kullanılan nakil aracının iadesine karar verilmesi gerektiği…” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308/3. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 23.06.2021 tarih ve 4928-8591 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; katılan vekilinin ve malen sorumlu vekilinin temyiz istemlerinin sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünü kapsayıp kapsamadığının belirlenmesine ilişkin olup; kapsadığının kabulü hâlinde anılan temyiz talepleri kapsamında mahkûmiyet hükmünün incelenip incelenemeyeceğinin tespiti gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
29.09.2006 tarihinde Türkiye’ye giriş yapmak üzere Kapıkule Gümrük Sahasına gelen ve gümrük görevlilerince davranışlarından şüphelenilen sanığın kullandığı tırda yapılan kontrolde brüt ağırlığı 33.90 kg olan toplam 525 çuval kaçak çayın ele geçirildiği,
18.04.2007 düzenlenme tarihli “Kaçak Eşyaya Mahsus Tespit Varakası”na göre; ele geçen eşyanın CİF değerinin 50.722,87 TL, gümrük vergilerinin 152.980,18 TL, gümrüklenmiş değerinin ise 203.703,05 TL olduğu,
Edirne 2. Sulh Ceza Mahkemesince 04.01.2006 tarih ve 2006/1263 değişik iş sayı ile; BZ 07 PUF plaka sayılı çekici ile BZ 80 GVS plaka sayılı dorseye 5271 sayılı CMK’nın 127. maddesi ile değişik 5353 sayılı Kanun’un 16. maddesi uyarınca verilen el koyma işleminin onanmasına karar verildiği,
Yürütülen soruşturma sonucunda sanığın eylemine uyan 4926 sayılı Kanun’un 3/a-4, 4/a-2, maddeleri uyarınca cezalandırılması, BZ 07 PUF plaka sayılı çekici ile BZ 80 GVZ plaka sayılı dorsenin ise 20/1-b maddesi gereğince müsadere edilmesi istemiyle kamu davası açıldığı,
Yapılan yargılama neticesinde Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesince 01.11.2007 tarih ve 687-554 sayı ile; sanığın 4926 sayılı Kanun’un 3/a-4, 4/a-2 maddeleri gereğince 916.663,00 TL tazmini nitelikteki adli para cezasıyla cezalandırılmasına, kaçak eşyanın aynı Kanun’un 4/4. maddesi uyarınca, nakil aracının ise “Suçta kullanılan (BZ 80 GVZ / BZ 07 PUF) plakalı aracın suça konu kaçak eşyanın hacmi, taşınma mesafesi, ve ağırlığı dikkate alınarak karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5607 sayılı yasanın 10 ve 13 ve TCK’ nın 54/1 md gereğince” denilmek suretiyle müsaderesine karar verildiği, hükmün malen sorumlu vekili ve katılan Gümrük İdaresi vekili tarafından süresinde temyiz edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık aşamalarda; mesleğinin şoförlük olduğunu ancak suçta kullanılan aracı, o tarihte asıl araç şoförünün vizesi bittiği için kullanmak zorunda kaldığını, araca patronun emri ile yükleme yapıldığını, araca yüklenen malın ne olduğunu bilmediğini savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi bakımından 765 ve 5237 sayılı Kanun’larda müsadere hükmünün ne şekilde düzenlendiği ile 5237 sayılı TCK’daki müsadere hükmünün niteliğine değinilmesi yararlı olacaktır.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yaptırımların tümü “Ceza” olarak öngörülmüş olup, 11. maddede cürümlere mahsus cezalar; “Ağır hapis, hapis, ağır para, kamu hizmetlerinden yasaklılık” şeklinde düzenlenmiş, kabahat fiillerinin karşılığı olarak da; “Hafif hapis, hafif para, muayyen bir meslek ve sanatın tatili icrası”na yer verilmiştir. Bu Kanun’un yürürlükte bulunduğu dönemde, öğretide, yaptırımlar; “Asıl ve feri cezalar ile tamamlayıcı cezalar” olarak üçe ayrılmış, tamamlayıcı cezalar; “Eylemin karşılığında ve ceza hükümlülüğüne bağlı olarak kanundaki açıklama doğrultusunda ve asıl ceza yanında hükümde gösterilmesi gereken cezalardır.” biçiminde tanımlanmıştır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’da ise yaptırımlar, “Ceza” ve “Güvenlik tedbirleri” adı altında yeniden düzenlenmiş; ceza olarak yalnızca hapis ve adli para cezasına yer verilmişken, güvenlik tedbirleri; “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma, eşya ve kazanç müsaderesi, sınır dışı edilme, çocuklara, akıl hastalarına, mükerrirlere ve tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirleri” biçiminde sayılmıştır.
Kanun’da “Yaptırım” terimine yer verilmek suretiyle, konusu suç teşkil eden eylemler için yalnızca “Ceza” değil, cezalarla birlikte veya ayrıca ceza niteliği taşımayan başkaca sonuçların yani “Güvenlik tedbirleri”nin de uygulanabileceği belirtilmiştir. Bu düzenlemeye göre güvenlik tedbirleri; kusurlu olmadıklarından ceza verilmeyenler açısından uygulanabilen bir yaptırım olmanın yanı sıra, ceza sorumluluğu bulunan kişiler bakımından cezaya ek olarak tehlikelilik hâliyle bağlantılı ve orantılı olarak uygulanabilen, ceza sistemini tamamlamaya yönelik bir nitelik arz etmektedir.
Öğretide de güvenlik tedbirleri; “Suç işleyen kişiye, suç işlemesi dolayısıyla ve suçun tekrarlanması ihtimali karşısında, gösterdiği tehlikelilik durumu göz önünde bulundurulmak suretiyle uygulanan, kendisini ve toplumu koruyucu nitelikteki ceza hukuku yaptırımlarıdır.” şeklinde tanımlanmıştır.
Ceza hukukunda özgürlüğe yönelik yaptırımlar dışında, suçlulukla mücadelede etkin diğer bir yöntem de yaptırımlarla birlikte veya ayrıca hükmolunabilen mal varlığına yönelik müeyyidelerdir. Bu müeyyideler ise “Eşya ve kazanç müsaderesi” biçiminde karşımıza çıkmaktadır.
Uyuşmazlığın esasını oluşturan eşya müsaderesi; 5237 sayılı TCK’nın 54. maddesinde bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında;
“İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlâk açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir…” hükmü yer almaktadır.
Bu düzenleme ile iyi niyetli üçüncü kişilere ait olmamak şartıyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine özgülenen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsadere edileceği hüküm altına alınmıştır.
TCK’nın 54. maddesinde düzenlenen eşya müsaderesinin, hukuksal niteliği itibarıyla bir ceza değil güvenlik tedbiri olduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.12.2011 tarihli ve 219-280 ile 25.04.1983 tarihli ve 92-191 sayılı kararlarında; “Ceza Kanununda zoralımı meşru kılan başlıca sebep, zoralınacak maddenin bizatihi memnu olmasa bile suçta kullanılmış olması delaletiyle, suçlu tarafından başka suçlarda da aynı veçhile kullanılabilmesi ihtimali karşısında, fail elinde zararlı ve tehlikeli bir mahiyet almış olmasıdır. Kanundaki ‘başkasına ait olmadıkça’ kaydının tazammun edeceği maksat ve mana budur.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Niteliği itibarıyla zor alıma tabi bulunmayan bir eşyanın müsadere edilebilmesi için, kasten işlenen suçun varlığı zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı failin cezalandırılması şart değildir. Suçun işlenmesinde kullanılan eşya, yaş küçüklüğü veya akıl hastalığı gibi nedenlerle failin cezalandırılamadığı durumlarda da müsadere edilebilecektir. Yine sanığın ölümü hâlinde kamu davasının düşürülmesine karar verilecek olup suçta kullanıldığı anlaşılan ya da niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunacaktır.
Bunun yanında, zor alım kararı verilmesi gereken hâllerde bir kamu davası açılmamış veya açılmakla birlikte müsadere isteminde bulunulmamış ya da istemde bulunulmasına karşın bu konuda bir karar verilmemiş ise ayrı bir müsadere yargılamasına ihtiyaç duyulacağı açıktır. Bu nedenle kanun koyucu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda güvenlik tedbirlerinden yalnızca eşya müsaderesine ilişkin bir yargılama usulü düzenlemiş ve 256. maddesinde; “Müsadere kararı verilmesi gereken hâllerde, kamu davası açılmamış veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmemiş ise; karar verilmesi için, Cumhuriyet savcısı veya katılan, davayı görmeye yetkili mahkemeye başvurabilir.” hükmüne yer vermiştir. Buna göre eşyanın müsaderesine veya iadesine esas davadan sonra da karar verilebilecektir.
Diğer taraftan, bir kararın temyiz edilebilmesi için o kararın “Hüküm” niteliğini taşıması gerekmektedir. Hangi kararların hüküm sayılacağı ise 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesinde düzenlenmiş olup beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi, davanın reddi ve davanın düşmesi kararlarının hüküm oldukları belirtildikten sonra, maddenin son fıkrasında “Adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararı”nın kanun yolu bakımından hüküm sayılacağı vurgulanmıştır. Sayılan hükümlerin verilme koşulları da maddede ayrıntılı olarak düzenlenmiş, 6. fıkrada; “Yüklenen suçu işlediğinin sabit olması halinde, belli bir cezaya mahkûmiyet yerine veya mahkûmiyetin yanı sıra güvenlik tedbirine” hükmolunacağı belirtilmiştir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere 5237 sayılı TCK’da bir güvenlik tedbiri olarak düzenlenen müsadere kararının hüküm sayılacağı ve temyiz kanun yoluna konu olacağı açıktır.
Bu kapsamda, müsaderesi istenen eşyayı iki gruba ayırmak mümkündür.
Birinci grup eşya; suçun maddî konusunu oluşturan, bulundurulması, kullanılması veya taşınması başlı başına suç oluşturan uyuşturucu madde ve tabanca gibi şeylerdir. Bu grupta yer alan eşyanın müsaderesi “Mahkûmiyet” hükmünün bir parçasıdır ve kural olarak mahkûmiyet hükmü ile birlikte incelenir.
İkinci grup eşya ise suçun işlenmesinde kullanılan veya kullanılmak üzere hazırlanan, bulundurulması, kullanılması veya taşınması başlı başına suç oluşturmayan şeylerdir. Bu grubu da kendi içinde “Sanığa ait eşya” ve “Üçüncü kişiye ait eşya” olarak ikiye ayırmak mümkündür.
Sanığın cezalandırılmasına ve üçüncü kişiye ait eşyanın müsaderesine karar verildiği durumlarda birisi mahkûmiyet, diğeri ise müsadere olmak üzere iki ayrı hüküm bulunmaktadır. Mahkûmiyet hükmünün sanık tarafından, müsadere hükmünün ise üçüncü kişi konumundaki eşya sahibi tarafından temyiz edilmesi durumunda, bu iki hüküm kural olarak birbirinden bağımsız şekilde incelenecektir. Ancak, eşyanın suçta kullanıldığının kabul edilebilmesi için, öncelikle suçun işlendiğinin sabit olmasında zorunluluk bulunduğundan, eşyanın müsaderesi veya iadesi hususu suçla ilgili hükmün sonucuna bağlı olabilir. Bu nedenlerle, sanık hakkındaki “Mahkûmiyet hükmünün onanması” ve üçüncü kişiyle ilgili “Müsadere hükmünün ise bozulması” mümkün olup bu durumda mahkûmiyet ve müsadere hükümlerine yönelik ayrı ayrı inceleme yapılmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülemeyecektir.
Öte yandan suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesi;
“Aşağıda yazılı fiilleri işlemek kaçakçılıktır:
a) 1 – Herhangi bir eşyayı belirlenen gümrük kapılarından geçirmeksizin Türkiye’ye ithal veya buna teşebbüs etmek.
2 – Herhangi bir eşyayı gümrük işlemine tabi tutmaksızın Türkiye’ye ithal veya buna teşebbüs etmek.
3 -Transit rejimi çerçevesinde taşınan serbest dolaşımda bulunmayan eşyayı, rejim hükümlerine aykırı olarak gümrük bölgesinde bırakmak veya buna teşebbüs etmek.
4 – Yukarıdaki alt bentlerde belirtilen eşyayı bilerek; taşımak, satmak, satın almak, saklamak, satışa arz etmek ya da alınıp satılmasına aracılık etmek…” ,
4. maddesi ise;
“a) 3 üncü maddesinin (a) bendinin;…2 – (2), (3) ve (4) numaralı alt bentlerinde belirtilen fiilleri işleyenler hakkında eşyanın gümrüklenmiş değerinin üç katından az, altı katından fazla olmamak üzere adli para cezasına hükmolunur.
…Bu Kanunda öngörülen suçların işlendiği tarihte, suça konu eşyanın girişte gümrüklenmiş değeri, çıkışta FOB değeri pek fahişse fiile ilişkin olan ceza yarısına kadar artırılır, hafif ise yarısına, pek hafif ise üçte birine kadar indirilir. Eğer fail bu Kanunda yazılı suçlardan mükerrir ise cezası indirilmez” şeklinde düzenlenmiştir.
Sanık hakkında 4926 sayılı Kanun’un 3/a-4, 4/a-2 ve 4/4. maddeleri uyarınca kamu davası açılmış olup kaçak çayın ticaret maksadıyla taşınması şeklinde gerçekleştirildiği iddia olunan eylemin karşılığı, aynı Kanun’un 3/a-4, 4/a-2 ve 4/4 maddeleri uyarınca gümrüklenmiş değerin üç katından az, altı katından fazla olmamak üzere adli para cezasıdır.
Diğer taraftan, TCK’nın “Dava zamanaşımı” başlıklı 66. maddesinde ise;
“(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi beş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda on beş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl, geçmesiyle düşer.
(2) Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır…” hükümlerine yer verilmiştir.
TCK’nın 66. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, aynı maddenin birinci fıkrasının (e) bendinde beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin 8 yıl olacağı hüküm altına alınmıştır.
Zamanaşımını kesen sebepler de TCK’nın 67. maddesinin 2. fıkrasında sayılmıştır.
Buna göre, bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Hâllerinde, dava zamanaşımı kesilecektir.
TCK’nın 67. maddesinin 3. fıkrası gereğince kesen bir nedenin bulunması hâlinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak, dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması hâlinde ise son kesme nedeninin gerçekleştiği tarih esas alınacak, dördüncü fıkrası uyarınca da kesilme hâlinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik gösteren birçok kararında açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hâllerden biri olan zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi hâlinde, mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
29.09.2006 tarihinde Türkiye’ye giriş yapmak üzere Kapıkule Gümrük Sahasına gelen ve gümrük görevlilerince davranışlarından şüphelenilen sanığın kullandığı TIR’da yapılan kontrolde, brüt ağırlığı 33.90 kg olan toplam 525 çuval kaçak çayın ele geçirildiği ve yapılan yargılama neticesinde Yerel Mahkemece 01.11.2007 tarih ve 687-554 sayı ile; sanığın 4926 sayılı Kanun’un 3/a-4, 4/a-2 maddeleri gereğince 916.663,00 TL tazmini nitelikteki adli para cezasıyla cezalandırılmasına, kaçak eşyanın aynı Kanun’un 4/4. maddesi uyarınca ve nakil aracının; “Suçta kullanılan (BZ 80 GVZ / BZ 07 PUF) plakalı aracın suça konu kaçak eşyanın hacmi, taşınma mesafesi, ve ağırlığı dikkate alınarak karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5607 sayılı yasanın 10 ve 13 ve TCK nun 54/1 md gereğince” denilmek suretiyle müsaderesine karar verildiği anlaşılan tüm dosya kapsamında;
Suçta kullanılan nakil aracının müsaderesine ilişkin hüküm, mahkûmiyet hükmünden bağımsız bir hüküm de olsa işlenen suça bağlı ve suçtan ayrılmayan, sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün sonucu doğrultusunda değerlendirilmesi gereken bir hüküm olduğundan, mahkûmiyet hükmünün sanık tarafından temyiz edilmediği hâllerde katılan vekilinin nakil aracına ilişkin temyiz talebinin sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünü de kapsadığının kabulü zorunludur.
Sanıklara yüklenen kaçakçılık suçunun 4926 sayılı Kanun’un 3, 4 ve 5. maddelerinde öngörülen yaptırımı adli para cezası olup aynı Kanun’un 31. maddesi yollamasıyla 5237 sayılı TCK’nın 66/1-e maddesi uyarınca bu suçların asli dava zamanaşımı sekiz yıl, 67/4. maddesi nazara alındığında kesintili dava zamanaşımı süresi ise on iki yıldır.
Daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan fiille ilgili olarak, sanık hakkında dava zamanaşımını kesen en son işlem 01.11.2007 tarihli mahkûmiyet hükmü olup anılan tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği gözetildiğinde, TCK’nın 66/1-e maddesindeki asli dava zamanaşımı 01.11.2015 tarihinde gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının KABULÜNE;
2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 10.02.2021 tarihli ve 3929-1929 sayılı düzeltilerek onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Edirne 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.11.2007 tarihli ve 687-554 sayılı hükmünün dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle BOZULMASINA,
Yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK’un, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca yürürlükte olan 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının TCK’nın 66/1-e ve CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca dava zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE, dava konusu kaçak eşyanın 5607 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi yollamasıyla TCK’nın 54/4. maddesi uyarınca MÜSADERESİNE, nakil aracı olarak kullanılan BZ 80 GVZ ve BZ 07 PUF plaka sayılı dorse ve çekici ile teminatın sahibine İADESİNE,
4-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı kabul edilip Özel Dairenin düzeltilerek onama kararı kaldırılıp, Yerel Mahkemenin mahkûmiyet hükmünün bozulmasına ve dosyanın dava zamanaşımı gerçekleşmesi nedeniyle düşmesine karar verildiği gözetilerek cezanın İNFAZININ DURDURULMASINA ve sanığın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu olmadığı takdirde sanığın derhâl salıverilmesi için YAZI YAZILMASINA,
5- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.