Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2021/257 E. 2023/82 K. 15.02.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/257
KARAR NO : 2023/82
KARAR TARİHİ : 15.02.2023

İtirazname No : 2015/408788
YARGITAY DAİRESİ : 8. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Asliye Ceza
SAYISI : 14-365

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan sanık …’in 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 268. maddesi yollaması ile aynı Kanun’un 267/1 ve 53/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin İstanbul 17. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 16.09.2015 tarihli ve 14-365 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 08.02.2021 tarih ve 27986-1699 sayı ile; “İftira suçunun özel bir hâlini düzenleyen TCK’nın 268. maddesinde öngörülen, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun oluşabilmesi için, kişinin işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanmasının gerektiği, bunun dışında resmî belgenin düzenlenmesinin gerektiği durumlarda resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine karşı başkasının kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma eyleminin ise TCK’nın 206. maddesine uyan suçu oluşturacağı, bu kapsamda dosya incelendiğinde;
Sanık …’in kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan hakkında başlatılan soruşturma kapsamında kardeşi …’a ait kimlik bilgilerini vermesi ile adı geçen hakkında belgeler düzenlenerek atılı suçtan kamu davası açıldığı, kovuşturma aşamasında mağdurun suçu inkâra yönelik savunması ve olay günü polis aracına alınan kişinin ablası sanık … olduğunu belirtmesi üzerine hakkında beraat kararı verildiği, sanık yönünden ise suç duyurusunda bulunularak kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak ve başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçlarından dava açıldığı anlaşılan olaya ilişkin, sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan beraat kararı verildiği anlaşılmakla, verilen beraat kararı karşısında sanığın ‘işlediği bir suçtan’ söz edilemeyeceğinden TCK’nın 268. maddesinde tanımlanan suçun unsurları oluşmayıp TCK’nın 206. maddesi uyarınca hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,” isabetisizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 24.03.2021 tarih ve 408788 sayı ile;
“5237 sayılı TCK’nın ‘Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması’ başlıklı 268/1. maddesinde ‘İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan kimse’ fail olarak tanımlanıp suçu işleyenin iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılacağı öngörülmüş bulunmaktadır. Suça, kanun koyucu, somut bir mağdurunun bulunması nedeniyle Kanun’un ‘Adliyeye karşı suçlar’ bölümünde yer vermiş bulunmaktadır.
Oysa resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçuna TCK’da ‘Kamu güvenine karşı suçlar’ bölümü içinde yer verilmiş olup suçun mağdurunun bulunması gerekmemektedir. Salt, soyut olarak belge düzenlenmesi sırasında yalan beyanda bulunulmuş olması suçun oluşumu için yeterli sayılmıştır.
Somut olaya geldiğimizde ise sanık kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan hakkında başlatılan soruşturma kapsamında kardeşinin kimlik bilgilerini vererek müşteki … hakkında soruşturma yapılıp kamu davası açılarak onun yargılanmasına neden olmuş, Mahkemece olay günü polis aracına alınan kişinin ablası sanık … olduğunun anlaşılması üzerine beraat kararı verilmiştir. Suç duyurusunda bulunulması üzerine kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak ve başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçlarından dava açılan sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan beraat kararı verilmiş olması maddi gerçeği değiştirmemektedir. Zira Mahkeme polis aracında paspas üzerinde bulunan ve sonrasında bizatihi suç teşkil etmesi nedeniyle müsadere edilen uyuşturucu maddenin sanık tarafından oraya atıldığına dair somut delil bulunmadığı gerekçesiyle beraate hükmetmiştir. Kanun 268/1. maddede mahkûmiyet şartını aramamakta ‘kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla’ hareket etmeden söz etmektedir. Sanığın kasten kardeşinin kimlik bilgilerini kolluğa vermesi nedeniyle haksız yere bir kişisel mağduriyet oluşmuştur. Dolayısıyla burada TCK 206. madde kapsamında soyut yalandan söz edilemez. Delil yetersizliği veya başka nedenle sanık hakkında yaptırıma hükmedilmemesi sonucu değiştirmemektedir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 31.05.2021 tarih ve 7254-15024 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU
Sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan verilen beraat hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle; sanık hakkında eksik araştırma ile karar verilip verilmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
İstanbul (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince 07.12.2012 tarih ve 343 sayı ile iftira ve uyuşturucu madde bulundurmak suçlarından sanık … hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, ekinde yer alan;
– İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 21.05.2012 tarihli ve 33490-16650 sayılı iddianamesine göre; 02.04.2012 tarihinde saat 23.00 sıralarında … ili, … ilçesi, … Mahallesinde kolluk görevlileri tarafından yapılan kaba üst aramasında üzerinde herhangi bir suç unsuruna rastlanılmayan ancak ekip aracındayken oturduğu koltuğun alt kısmındaki paspas üzerinde beyaz peçeteye sarılı vaziyette, net ağırlığı 0,4 gr olan esrar ele geçirildiği ileri sürülen şikâyetçi … hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan TCK’nın 191/1-2, 53 ve 54. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı,
– İstanbul (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 07.11.2012 tarihli ve 343-2431 sayılı kararına göre; şikâyetçi …’ın sanık olarak alınan ifadesinde; bahse konu olay ile ilgisi bulunmadığını, o tarihte ekip arabasına alınan kişinin ablası … olduğunu, sabıkasının olmaması nedeniyle ablasının, görevlilere kendisine ait kimlik bilgilerini verdiğini ve kolluk tarafından düzenlenen ifade tutanağındaki imzanın kendisine ait olmadığını beyan ettiği, yapılan yargılama sonunda ise; “…sanıkta herhangi bir uyuşturucu maddenin ele geçmediği, sanığın bindirildiği ekip otosunda oturduğu yerde bulunan uyuşturucunun sanığa ait olduğu tahmininde bulunulduğu, bu maddenin sanığa ait olduğuna dair herhangi bir delil bulunmadığı, kaldı ki gözaltına alınan kişinin sanığın ablası olduğunun ileri sürüldüğü, sanığın uyuşturucu madde bulundurduğuna dair başka herhangi bir inceleme ve analiz de bulunmadığı anlaşılmış, sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair savunmasının aksine, mahkûmiyete yeterli kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi de dikkate alınarak beraatine karar verilmesi gerekmiştir.” şeklindeki gerekçe ile …’ın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan CMK’nın 223/2. maddesinin (b) ve (e) bentleri uyarınca beraatine, kararın kesinleşmesi hâlinde de iftira ve kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmak suçundan sanık … hakkında gereğinin takdir ve ifası için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği, anılan kararın temyiz edilmeksizin 15.11.2012 tarihinde kesinleştiği,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10.01.2014 tarihli ve 2088-636 sayılı iddianamesi ile sanık … hakkında başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan TCK’nın 268/1. maddesi delaletiyle aynı Kanun’un 267/1; kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan ise TCK’nın 191/1-2. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, anılan iddianamenin anlatım bölümünde “Yukarıda açık kimliği yazılı şüpheli …’in, olay tarihinde … Mahallesi, … Caddesi üzerinde gerçekleştirilen kontroller sırasında üzerinde uyuşturucu maddeyle yakalandığı, hakkında yürütülen soruşturma ile ilgili olarak kardeşi olan şikâyetçi …’ın kimlik bilgilerini kullanarak, … hakkında İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesine 2012/343 esas ile dava açılmasına neden olduğu,” hususlarına yer verildiği; yapılan yargılama sonunda İstanbul 17. Asliye Ceza Mahkemesince 16.09.2015 tarih ve 14-365 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan ise TCK’nın 268. maddesi yollaması ile aynı Kanun’un 267/1 ve 53/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verildiği, gerekçesi “02.04.2012 tarihinde … Mahallesi, … Caddesi üzerinde yapılan kontrollerde sanığın kabaca üstü aranmış, herhangi bir suç unsuruna rastlanılmamış ancak sanığın karakola götürüldüğü esnada ekip otosunda paspas üzerinde İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/343 esas sayılı dava dosyasında bulunan ekspertiz raporunda belirtilen 0,7 gram uyuşturucu madde bulunmuş, bulunan bu madde nedeniyle sanığın karakolda ifadesinin alındığı, ifadesi sırasında üzerinde kimlik bulunmadığı ve sanığın kardeşi olan müşteki …’ın kimlik bilgilerini verdiği ve bu şekilde hakkında işlem başlatıldığı, müşteki hakkında İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı ve yargılama sorasında müştekinin atılı suçu işlemediği, atılı suçun mahkememiz dosyasında yargılanan sanık tarafından işlendiği anlaşıldığından müştekinin beraatine karar verilerek mahkememiz dosyasında yargılanan sanık hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, sanığın alınan savunmasında suçlamaları kabul etmediği, iddia savunma, müştekinin İstanbul 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/343 esas sayılı dava dosyasındaki beyanı, ekspertiz raporu ve tüm dosya kapsamı itibarıyla sanığın karakol aşamasında müştekinin kimlik bilgilerini kullandığı anlaşıldığından atılı iftira suçundan sanığın cezalandırılmasına, uyuşturucu madde ile ilgili olarak açılan kamu davasında da uyuşturucu maddenin ekip otosuna ait paspasın üzerinde bulunduğu, bulunan uyuşturucu maddenin sanık tarafından atıldığının tespit edilemediği,” şeklinde açıklanan beraat kararının temyiz edilmeksizin kesinleştiği,
Anlaşılmıştır.
Şikâyetçi …; sanık …’in ablası olduğunu, inceleme konusu uyuşturucu olayı ile ilgili olarak yapılan soruşturma sırasında sanığın birlikte yaşadığı … isimli kişinin kullanımındaki … numaralı telefonunun verilmesi nedeniyle yakalanan kişinin sanık … olduğunu anladığını, sanığın bu olayla ilgili olarak yakalandığında polis memurlarına kendisine ait kimlik bilgilerini verdiğini, bu nedenle hakkında dava açıldığını, yapılan yargılama sonunda ise beraat ettiğini, sanığın uzun süredir uyuşturucu madde kullanması nedeniyle kendisiyle irtibatı kestiklerini, kimlik bilgilerini kullanarak haksız yere yargılanmasına neden olan sanıktan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.
Sanık …; şikâyetçinin kardeşi olduğunu, olay tarihinde üzerinde esrar değil çarşaf olarak bilinen tütün kağıdının ele geçirildiğini, karakola götürüldüğünde isminin … olduğunu söylemesine rağmen karakola gelen ablasının yakalanan kişinin kardeşleri olan şikâyetçi … olduğunu düşünerek görüşmek istediğini söylemesi ve o sırada üzerinde kimlik olmaması nedeniyle polislerin kendisini şikâyetçi zannederek işlem yaptıklarını, şikâyetçi hakkında dava açılmasına neden olan bir eylemi olmadığı gibi uyuşturucu madde de kullanmadığını, atılı suçlamaları kabul etmediğini savunmuştur.
V. GEREKÇE
A. Sanık hakkında eksik araştırma ile karar verilip verilmediği
1- İlgili Mevzuat
Ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir değişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
2- Ön Soruna İlişkin Hukuki Nitelendirme
02.04.2012 tarihinde İstanbul ili, … ilçesi, … Mahallesi, … Caddesi üzerinde kolluk görevlileri tarafından yapılan kontrollerde sanık …’in kaba üst aramasında herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı ancak karakola götürüldüğü sırada ekip otosundaki paspas üzerinde 0,7 gram ağırlığında uyuşturucu madde bulunduğu, bu nedenle kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan karakolda ifadesinin alındığı esnada sanığın kolluk görevlilerine kardeşi olan şikâyetçi …’ın kimlik bilgilerini verdiği, aynı suçtan şikâyetçi … hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda İstanbul (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince 07.11.2012 tarih ve 343-2431 sayı ile şikâyetçinin CMK’nın 223/2. maddesinin (b) ve (e) bentleri uyarınca beraatine karar verildiği, bu kararın kesinleşmesini müteakip sanık … hakkında yapılan suç duyurusu üzerine açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda İstanbul 17. Asliye Ceza Mahkemesince 16.09.2015 tarih ve 14-365 sayı ile; sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan ise TCK’nın 268. maddesi yollaması ile aynı Kanun’un 267/1 ve 53/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verildiği ve bahse konu beraat kararının temyiz edilmeksizin kesinleştiği olayda;
İstanbul (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince 2012/343 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan yargılama sırasında savunması alınan şikâyetçi …’ın; bahse konu olay ile ilgisi bulunmadığını, o tarihte ekip arabasına alınan kişinin ablası … olduğunu, sabıkasının olmaması nedeniyle ablasının kolluk görevlilerine kendisine ait kimlik bilgilerini verdiğini ve kolluk tarafından düzenlenen ifade tutanağındaki imzanın kendisine ait olmadığını beyan etmesi, sanık …’in de bu beyanı doğrular şekilde olay tarihinde kolluk görevlileri tarafından hakkında işlem yapılan kişinin kendisi olduğunu, o sırada üzerinde kimlik bulunmadığını ve polislerin kendisini şikâyetçi … zannederek işlem yaptıklarını belirtmesi ve böylelikle somut olayın açıklığa kavuşturulması karşısında maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanarak tartışıldığı, bu nedenle sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı kabul edilmelidir.
B Sanığın eyleminin nitelendirilmesi
1- İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için TCK’nın İkinci Kitabının Topluma Karşı Suçlar başlıklı Üçüncü Kısmında yer alan Kamu Güvenine Karşı Suçlar başlıklı Dördüncü Bölümünde düzenlenen Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan başlıklı TCK’nın 206. maddesi ile aynı Kitabın Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler başlıklı Dördüncü Kısmında yer alan Adliyeye Karşı Suçlar başlıklı İkinci Bölümünde düzenlenen Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması başlığını taşıyan 268. madde üzerinde ayrı ayrı durulması gerekmektedir.
TCK’nın Resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan başlıklı 206. maddesi; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesinde; “Madde, doktrinde ‘fikrî sahtecilik’ olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim, kişiyi çok geniş bir surette ‘doğruyu söylemek’le yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483 üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayının yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur.
Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür.
Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir.
Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmî belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yapılmış olması gerekmektedir. Resmî bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelik taşıması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve beyanı içeren belge ispat aracı olarak kullanılamayacağından anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.
Bununla birlikte suçun oluşması için kişinin beyanda bulunması yeterli olmayıp bu beyan üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.
Yargısal kararlarda ve öğretide; kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte taşıdığı, bir başka anlatımla beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmayıp TCK’nın 206. maddesindeki suçun oluştuğu durumlara; kişinin, İl Çevre Müdürlüğünce verilen idari para cezasının tahsilini engellemek için düzenlenen idari para ceza tutanağında adresini gerçeğe aykırı şekilde beyan etmesi, borçlu kişinin, haciz tutanağında kendisine ait malları üçüncü kişiye ait gibi beyan etmesi, hakkında trafik ceza tutanağı düzenlenecek kişinin, kendisine benzeyen başka bir kimsenin fotoğrafı bulunan sürücü belgesini trafik polisine göstermesi, belgedeki fotoğrafın kişiye benzemesi nedeniyle bu beyanın doğruluğunu araştırma zorunluluğu bulunmayan trafik görevlisince sürücü belgesi sahibi adına trafik ceza tutanağı tanzim edilmesi şeklindeki eylemler örnek olarak sayılmıştır.
Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus; kamu görevlisi tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuracak ve ispat aracı oluşturacak nitelikte resmî belgenin düzenlenmesine dayanak alınan beyanlardır. Yalan beyanın doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil aracı oluşturmadığı hâllerde ya da kamu görevlisinin görevi gereği bu beyanın gerçeğe uygunluğunu araştırıp doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde resmî belgeyi düzenlemesi, aksi durumda ise beyanı reddetmesi gerekiyorsa anılan suç oluşmayacaktır.
Diğer yandan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu aynı Kanun’un 268. maddesinde; “İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan kimse, iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılır.” şeklinde, atıf yapılan iftira suçu ise 267. maddede; “Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır…” biçiminde düzenlenmiştir.
TCK’nın 268. maddesinin gerekçesinde de “Madde metninde iftira suçunun özel bir işleniş biçimi hakkında düzenleme yapılmıştır.” hususu vurgulanmıştır.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun iftiranın özel bir şekli olduğu madde sıralamasından da anlaşılmaktadır. TCK’nın 267. maddesinde iftira suçunun düzenlenmesinin ardından 268. madde kaleme alınmış, daha sonra iftira suçuna ilişkin etkin pişmanlık hükmünü içeren 269. maddeye yer verilmiştir.
Ayrıca TCK’nın 268. maddesinin iptali istemiyle yapılan itirazın Anayasa Mahkemesince 22.05.2012 tarih ve 3-95 sayı ile reddine karar verilmesinin yanı sıra, 268. maddede iftira suçuna yapılan atfın sadece cezayla sınırlı olmadığı, 267. maddedeki iftira suçunun nitelikli hâllerini düzenleyen fıkralar ile zamanaşımı ve 269. maddedeki etkin pişmanlık hükümlerinin de 268. madde için geçerli olacağı belirtilmiştir.
Bahse konu suç ile korunan hukuki yarar iftira suçuna benzer niteliktedir. Birden çok hukuki yararı koruduğu kabul edilen bu suç ile toplumu oluşturan bireylerin adil yargılanma haklarını güvenceye alan yargı organının işleyiş düzeni ile kimliği kullanılan kişinin şeref, saygınlık, hürriyet ve haksız yere yargılanmama hakları muhafaza edilmektedir (Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Şerhi, 6. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara 2021, s. 8940).
Bu aşamada TCK’nın Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi başlıklı 2. maddesine, Yorum ve Yorum araçları kavramları ile TCK’nın 268. maddesinde yer alan “İşlediği suç nedeniyle” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği hususuna değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
TCK’nın Suçta ve cezada kanunilik ilkesi başlıklı 2. maddesinde, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemeyeceği, kanunen suç sayılmayan bir eylem dolayısıyla sanığa ceza verilemeyeceği gibi kanunun suç ve ceza içeren hükümlerinin kıyas yolu ile de uygulanamayacağı, diğer bir ifadeyle kıyasa yol açacak şekilde genişletici yorumlanamayacağı ifade edilmiştir. Bu ilkenin doğal bir sonucu olarak, mahkemece yargılama konusu eylemin kanunda suç olarak düzenlenip düzenlenmediği araştırılarak, yargılama sonucunda eylemin kanunda suç olarak düzenlenmediğinin belirlenmesi durumunda CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca sanığın beraatine karar verilmesi gerekecektir.
TCK’nın 2. maddesinin gerekçesinde; “Böylece ceza kanunlarının bireye güvence sağlama işlevinin bir gereği daha yerine getirilmiş olmaktadır. Yeni tarihli ceza kanunlarında da kıyas yasağına ilişkin olarak açık hükümlere yer verilmektedir. Örneğin yeni Fransız Ceza Kanununda bu husus ‘ceza kanunları dar yorumlanır’ biçiminde ifade edilmiştir. Kıyas yasağıyla getirilen güvencenin tam anlamıyla uygulanabilmesini mümkün kılmak amacıyla, kıyasa yol açacak şekilde yapılacak geniş yoruma da başvurulamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hükümle ceza hukukunda genişletici yorum tümüyle yasaklanmamakta, sadece bu yorum biçiminin kıyasa yol açacak şekilde uygulanmasının önüne geçilmek istenmektedir.” denilmiştir.
Öğretide de Yorum ve Yorum araçlarıyla ilgili birtakım görüşler ileri sürülmüştür.
Yorum; bir sözün, bir deyimin, bir kanun hükmünün gerçek anlamını araştırmak için yapılan zihinsel bir faaliyettir. Başka bir ifadeyle, bir hukuk kuralının anlamını ve kapsamını ortaya çıkarmak için gerçekleştirilen işleme yorum adı verilir. Çoğu kez kanunda kullanılan kelimeler veya kanun metninin anlamının tespitinde bir güçlük çıkmaz. Ancak bazen hukuk kuralı belirsiz olabileceği gibi birden fazla manaya da gelebilir. İşte bu gibi durumlarda, kanunun uygulanmasını sağlamak için kuralın hakiki anlamını ortaya çıkarmak zorunluluğu hasıl olur. Ceza hukuku alanında da kanunun soyut hükümlerinin somut olaylara uygulanması sırasında içeriğinin ve kapsamının belirlenmesi için yorum işleminin uygulanması gerekir. Yorumda bulunan hâkimin görevi, uygulayacağı kanun maddesinin içeriğini ve kapsamını aynı olayda karar verebilecek bir diğer hâkimin anlaması gerektiği şekilde anlamaktır. Ceza hukuku alanındaki yorum, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin gereklerine uygun olarak yapılmalıdır. Bu nedenle ceza hukuku normlarının sanığın zararına olarak, kıyas niteliğinde, genişletici biçimde yorumlanması kanunilik ilkesine ters düşer. Yorum için kullanılacak doğrudan araçlar kanun metninde yer alanlardır. Bunlardan ilki metindeki sözcüklerdir. Sözcüklerin günlük dildeki anlamları ile hukuk dilindeki anlamları farklı ise, hukuk dilindeki anlamlarına öncelik verilmesi gerekir. Bu yorum biçimine, dil bilimi yorumu, lafzi yorum veya söz yorumu da denir. Kanunda kullanılan her kelimenin belirli bir anlatım amacının bulunduğunu kabul etmek gerekir. Yorumda, kanunda gereksiz terimler kullanılmaz varsayımından hareket edilerek kanun koyucunun gerçek iradesine ulaşılmaya çalışılmalıdır. Kanuni normun yorumlanmasında Mantık kuralları da önem gösterir. A fortiori (öncelik) ve A contrario (karşıt kavramdan anlam çıkarma) kuralları yorumda yararlanılan mantık araçlarındandır. Yorum yapılırken normun kanunun sistematiği içindeki yerini de dikkate alıp değerlendirmek gerekir. Sistematik yorum olarak adlandırılan bu tür yorum kanunun metnine göre yapılan yorumu (sözel-lafzi yorum) tamamlayıcı niteliktedir. Bu şekilde, bir normun kanunda bulunduğu kısım ve bölümde yer alan diğer normların ortak özellikleri yorumda yardımcı olur. Normun kanuna konulmasının nedeni, normun amacı ve korunan hukuksal yarar yorumun gerçekleştirilmesinde yararlanılması gereken araçlardandır. Kanunların gerekçeleri bu konuda yol gösterici olabilir. Kanun gerekçesinde aydınlatıcı açıklamalar yoksa, yapıldığı dönemdeki sosyal ve politik koşullar incelenerek Neden ve Amaç ortaya konulmalıdır. Bu konuda yasama organının kanunla ilgili Hazırlık çalışmaları, özellikle meclis komisyon çalışmalarındaki görüşler neden ve amaç hakkında yorumcuya bilgi verebilir. Ceza hukuku normları Çağdaş ceza hukukunun evrensel ilkeleri paralelinde yorumlanmalıdır. Böylece Kusursuz suç ve ceza olmaz, Hukuk devleti, İnsan onurunun korunması ilkelerinin yanı sıra Suçta ve cezada kanunilik ilkesi kapsamında Belirlilik, Örnekseme yasağı, Geçmişe uygulama yasağı ve Geleneklere göre suç yaratılması yasağı ilkeleri ceza hukuk normunun yorumlanmasında her zaman göz önünde tutulmalıdır (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta, 4. Bası, Ankara, 2017, s. 143-146; M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 13. Bası, Ankara/ 2019, s. 182-188).
Hukuk ile kanun ayrı kavramlar olup hukuk normları yalnızca kanunlardan ibaret değildir. Hukuki düzen anlamındaki Hukuk, organizasyon hâlinde yaşayan insanların yekdiğeriyle olan ilişkilerini düzenleyen hukuk normlarının bir bütünüdür. Bu nedenle kanun normları, hukuk normlarının ancak bir bölümünü oluşturur. Çağdaş hukuk, normların yazılı kaynaklar hâlinde olmasını ister. Ancak yazılı hukukun yararlarına karşın bazı sakıncaları bulunduğu da ileri sürülür. Sıkça değişen gereksinimlerin süratle karşılanamaması, fert ile toplum diyalektiğinin ahenkli bir şekilde uzlaştırılamaması ve en önemlisi kanunların bazen eşitsizlikleri, dolayısıyla haksızlıkları içermesi bu sakıncaların başında gelir. Bu itibarla hüküm verecek merci, hukuki normun anlamını araştırmak zorundadır. Yorum denilen bu düşünsel araştırma işlemi, ortak hukuki değerlerin sistematik bütünü olarak hukuki düzenin bir bölümünün bütünle karşılaştırılması anlamındadır. Böylece yalnızca kanunun metnine bakmak veya kanun koyucunun iradesini bulmaya çalışmak tek başına bir yorum biçimi olarak kabul edilemez. Hukuk düzeni içinde olan bir normun anlamı bir arada veya ayrı ayrı olmak üzere çeşitli yollarla belirlenecektir. Diğer bir anlatımla yazılı hukukun (kanun) hak veya adalet denilen ve yazılı olmayan hukuka dayanması gerektiğinden, kanunlar hak ve adaleti, eşitliği sağlayacak şekilde yorumlanmalıdır. Kanunların yanlışlıklarından veya yeni gereksinimlere yanıt veremeyişlerinden ortaya çıkabilecek sakıncalar ancak bu suretle giderilebilir.
Sonuç olarak; yorum, hukuka kaynak oluşturan bir metnin anlamı ve kapsamını belirlemek amacıyla girişilen bir düşünsel işlem olduğuna göre, bu işlemde esas, kanun koyucunun metin ile öngördüğü iradenin gerçek ve asıl anlamının belirlenmesidir. Burada araştırılması gereken husus, uygulandığı zamanın sosyal koşullarına göre kanunun nesnel iradesidir. Bu yola başvurulurken yorum araçları olarak kanun metninde kullanılan kelimelerin anlamları üzerinde durulmalı, gramer ve mantık kuralları, kanunun yayınlanması hususundaki amaç nazara alınmalı, kanunun genel sistemi, esas fikri değerlendirilmeli, metin dışı olarak da hukukun genel ilkeleri ve kanunun hazırlık çalışmaları göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yöntemlerin içerisinde lafzi-sözel yorum öncelikli olsa da tüm yorum yöntemlerinden bazılarının veya tümünün birlikte kullanılması da mümkündür.
Öte yandan, bir kişinin suç işlediğinden söz edebilmek için o eylemle ilgili yargılama yapılmış ve fail hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleşmiş olması gerekmektedir. TCK’nın 268. maddesinde yer alan “İşlediği suç nedeniyle” ifadesinin bu şekilde yorumlanması hâlinde ise öncelikle o kişi hakkında işlediği iddia edilen suçtan dava açılması ve yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesi beklenerek ancak bu aşamadan sonra başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan dava açılması veya hüküm kurulması mümkün olabilecektir. Anılan maddenin fail hakkında uygulanmasını oldukça güçleştiren bu durumun da bireylerin hukuka olan güvenlerinin pekişmesini ve cezanın caydırıcılık etkisinin doğru biçimde gösterilebilmesini hedefleyen kanun koyucunun iradesi ile çelişmektedir. Bu nedenle kanun koyucunun gerçek iradesinin ortaya konulabilmesi için kanun metnine göre yapılan yorumu (sözel-lafzi yorum) tamamlayıcı nitelikte olan ve sistematik yorum olarak adlandırılan, söz konusu normun düzenleme amacı, korunan hukuksal yarar ve madde gerekçesinden hareket eden yöntemden yararlanılması gerekmektedir. Bu bağlamda kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan failin bu eyleminin gerek bireylerin adil yargılanma haklarını güvenceye alan yargı organının işleyiş düzenini bozabilecek gerekse soruşturmanın bir başka kişi aleyhine yürütülmesine neden olarak kimlik veya kimlik bilgileri kullanılan kişinin şeref, saygınlık, hürriyet ve haksız yere yargılanmama haklarını ihlal edebilecek nitelikte bulunması ve madde gerekçesinde de bu suçun iftira suçunun özel bir işleniş biçimi olduğunun belirtilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunu düzenlemesindeki gerçek amacının gerek işlenmiş gerekse işlendiğinden şüphelenilen bir suçun soruşturulması ve kovuşturulmasına yönelik işlemleri gerçekleştiren görevlilere kimlik veya kimlik bilgisi olarak gerçeğe aykırı bilgi verilmesinin önlemesi olduğu (Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2019, s. 155-156), incelemeye konu maddenin bu şekilde yorumlanmasının da kanunilik ilkesine aykırılık oluşturmayacağı kabul edilmelidir.
Diğer taraftan, anılan suçun hareket öğesini başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanma fiili oluşturmaktadır. Başkasına ait kimliğin kullanılması, başka bir kişi adına düzenlenen kimlik belgesinin kendisini başka bir kişi gibi tanıtacak biçimde yetkili kişi, makam veya mercilere ibraz edilmesidir. Bu amaçla başka bir kişi adına düzenlenen nüfus cüzdanı, pasaport veya evlilik cüzdanı kullanılmış olabilir. Kimlik bilgilerinin kullanılması ise resmî bir belge ibraz edilmese bile başkasına ait kimlik bilgilerinin kendisine aitmiş gibi açıklanmasıdır. Bunun için ad ve soyad, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adları gibi bir kişiyi diğerinden ayırt etmeye yarayacak bir şekilde bilgilerin verilmesi gerekmektedir.
Suçun oluşması herhangi bir zararın varlığını gerektirmemektedir. Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma biçimindeki davranışın icra edilmesi ile suç tamamlanmaktadır. Bu bakımdan zarar suçu değil tehlike suçu olarak düzenlenmiştir. Kanun koyucu tipik fiilin icrası ile tehlikenin gerçekleştiğini kabul edip ayrıca tehlikenin varlığının araştırılması istenmediğinden soyut tehlike suçu niteliğinde düzenlenmiştir (Gökcan-Artuç, s. 8940).
Bu suçta failin amacı yapılan soruşturma ve kovuşturmayı kendi üzerinden uzaklaştırmaktır. Başka bir ifade ile fail eylemini, hakkında başlayacak soruşturmayı başka bir kişi üzerinden yapılmasına neden olabilecek şekilde gerçekleştirmelidir. Bunun içinde suçsuz bir kişinin kimliği veya kimlik bilgileri kullanılarak soruşturmanın bu kişi aleyhine yürütülmesi tehlikesine neden olmalıdır. Bu nedenle de iftiraya ilişkin ceza hükümlerine atıf yapılmıştır. Fakat eyleminin bu sonucu yaratması diğer bir ifade ile soruşturmanın fiilen başkasına yönelmiş olması şart olmayıp sadece bu olasılığın varlığı yeterlidir (Gökcan-Artuç, s. 8943-8944.).
Sanık yapılmakta olan bir soruşturma bulunmadığı hâlde şüphe nedeniyle durdurulması üzerine kolluk görevlisince düzenlenecek bir belgeye esas olmak üzere beyanda bulunurken başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanırsa TCK’nın 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçu değil aynı Kanun’un 206. maddesinde düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu oluşturacaktır.
Diğer taraftan, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçunda, failin kullandığı kimlik veya kimlik bilgilerinin gerçekte var olan bir kimseye ait olması gerekmektedir. Bu sebeple, fail tarafından kullanılan kimlik veya kimlik bilgileri hukuki anlamda sonuç doğuracak nitelikte olmalıdır. Örneğin; bir kamu kurumuna ait binaya zarar verirken yakalanan sanığın, kolluk görevlilerine kendi kimliği yerine başka bir kişinin yalnızca adını vermesi hâlinde, adı kullanılan kişi hakkında soruşturma yapılması mümkün değildir. Böyle bir durumda, hukuki anlamda sonuç doğurmayacak ve bu nedenle de kimlik bilgileri kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan bir bilgi verildiğinden, anılan suç oluşmayacaktır.
TCK’nın 206. maddesinde düzenlenen resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu aynı Kanun’un 268. maddesinde düzenlenen başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan ayıran en önemli özellik, 268. maddede sanık bir suçtan kurtulmak amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini vererek gerçek kişi hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiyle soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olabilmekteyken, 206. maddede ise sanık, kamu görevlisine kimliği hakkında yalan beyanda bulunmakla bir başkası hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olmamaktadır. Örneğin; hakkında hırsızlık suçundan kamu davası devam eden ve yakalama kararı çıkarılan sanık A’nın rutin bir kontrolde gerçek kişi B’nin kimlik bilgilerini kullanması durumunda, A, kendisi hakkında yapılan kovuşturmayı engellemediğinden ve A’nın eylemi nedeniyle de B hakkında bir soruşturma ve kovuşturma yapılma ihtimali bulunmadığından, TCK’nın 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanma suçu da oluşmayacaktır.

2 Somut Olayda Hukuki Nitelendirme
Ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda;
Kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerini kullanan failin bu eyleminin gerek bireylerin adil yargılanma haklarını güvenceye alan yargı organının işleyiş düzenini bozabilecek gerekse soruşturmanın bir başka kişi aleyhine yürütülmesine neden olarak kimlik veya kimlik bilgileri kullanılan kişinin şeref, saygınlık, hürriyet ve haksız yere yargılanmama haklarını ihlal edebilecek nitelikte bulunması ve TCK’nın 268. maddesinin gerekçesinde de başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun iftira suçunun özel bir işleniş biçimi olduğunun belirtilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun bahse konu suçu düzenlemesindeki gerçek amacının gerek işlenmiş gerekse işlendiğinden şüphelenilen bir suçun soruşturulması ve kovuşturulmasına yönelik işlemleri gerçekleştiren görevlilere kimlik veya kimlik bilgisi olarak gerçeğe aykırı bilgi verilmesinin önlemesi olduğunun anlaşılması karşısında; uyuşturucu madde bulundurmak suçundan kendisi hakkında soruşturma yapılmasını engellemek amacıyla şikâyetçi …’ın kimlik bilgilerini verip onun hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olan sanığın eyleminin TCK’nın 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik ve kimlik bilgilerinin kullanılması suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 08.02.2021 tarihli ve 27986-1699 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi için Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, ön sorun yönünden 01.02.2023 tarihinde yapılan birinci müzakerede oy birliğiyle, asıl uyuşmazlık konusu bakımından ise birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 15.02.2023 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.