Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2021/241 E. 2022/506 K. 29.06.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/241
KARAR NO : 2022/506
KARAR TARİHİ : 29.06.2022

Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 15. Ceza Dairesi

Sanık … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında, … 1. Ağır Ceza Mahkemesince 08.06.2011 tarih ve 341-473 sayı ile eylemin basit dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, dosyanın gönderildiği … 18. Asliye Ceza Mahkemesince de 22.09.2011 tarih ve 618-715 sayı ile sanığın eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle karşı görevsizlik kararı verilmiş olup müşterek yüksek görevli mahkemece görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilerek dosyanın gönderildiği … 1. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanığın beraatine ilişkin verilen 15.05.2013 tarihli ve 154-176 sayılı hükmün katılan ve vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 24.04.2018 tarih ve 4683-2901 sayı ile;
“Katılanın tüm aşamalarda ‘suça konu senedin sanık tarafından doldurularak kendisine verildiğine’ ilişkin beyanı, sanığın ise ‘satış bedelini elden peşin olarak verdiğine, böyle bir senet vermediğine’ ilişkin savunması ile suça konu senet üzerine yaptırılan inceleme sonucunda alınan bilirkişi raporundaki ‘…söz konusu senet üzerindeki yazılar ile özellikle sanığın mukayese yazıları arasında, bazı harf-rakamların tersim tarzı yönünden kısmi benzerlik görülmekle birlikte, senet üzerindeki yazıların ve borçlu imzalarının sanığın elinden çıktığının beyanına imkân verebilecek nitelik ve yeterlilikte kaligrafik uygunluk tespit edilemediğine…’ ilişkin tespit ve bu bilirkişi raporunda mukayese olarak alınan tüm belgelerin suç tarihinden sonra tanzim edilen belgelerden olması karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından, öncelikle sanığın, kamu kurum ve kuruluşlarında bulunan, suç tarihinden önceki tarihlerde düzenlenmiş, samimi imza ve yazılarının temini ile suça konu senette bulunan yazı ve imzaların, sanığın eli ürünü olup olmadığı hususunda, denetime imkân verecek şekilde Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılması ve toplanan tüm delillerin sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle yazılı şekilde beraat hükmü verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece sanığın, TCK’nın 158/1-d, 62, 52/2 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 2.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin verilen 24.12.2019 tarihli ve 257-613 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı, sanık müdafisi ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 14.01.2021 tarih ve 7018-265 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.04.2021 tarih ve 27377 sayı ile;
“…İtiraza konu olayda Başsavcılığımız ile Yüksek 15. Ceza Dairesi arasındaki uyuşmazlık, kamu kurum ve kuruluşları v.b. tüzel kişiliklerin … olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükmünde suçun sübut bulup bulmadığı ve kabul edilen eylemin nitelendirilmesi hususlarına yöneliktir.

Tüm dosya kapsamına göre; sanığın aşamalardaki tutarlı savunmalarında atılı suçlamayı kabul etmeyerek, suça konu senedi kendisinin vermediğini, gayrimenkullerin bedelini nakit olarak ödediğini ifade etmesi, katılanın olayın oluşuna dair beyanları arasında çelişki bulunması, bozma öncesi alınan bilirkişi raporunda senedin sanık eli ürünü olduğuna imkân verebilecek nitelik ve yeterlilikte kaligrafik uygunluk tespit edilemediğinin bildirilmesi üzerine atılı suçtan verilen beraat kararının temyizi üzerine; Yüksek Dairenizin anılan bozma kararında katılanın tüm aşamalarda senedin kendi huzurunda sanık tarafından tanzim edilip imzalandığını beyan etmesi ve hükme esas alınan rapora konu belgelerin suç tarihinden sonra tanzim edilen belgeler olması karşısında maddi gerçeğin kuşkuya mahal vermeksizin tespiti gerektiği belirlenerek, sanığın kamu kurum ve kuruluşlarında bulunan, suç tarihinden önceki tarihlerde düzenlenmiş, samimi imza ve yazılarının temin edip suça konu senette bulunan yazı ve imzaların sanığın eli ürünü olup olmadığı hususunda, denetime imkân verecek şekilde Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmasının istendiği ve alınan raporda da oy birliği ile senedin sanık eli ürünü olmadığının belirlenmesi karşısında; maddi gerçeğin kuşkuya mahal vermeksizin tespiti için tüm araştırmaların yapıldığı ve tüm delillerin toplandığı, sonuç itibarıyla sanığın savunmasının aksinin her türlü şüpheden uzak, kesin delillerle ispatlandığının ve sanığın atılı dolandırıcılık suçunu işlediğinin söylenmesinin mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır. Katılan; ‘Suça konu senedi huzurumda sanık düzenleyip verdi.’ derken, sanık ‘Ben böyle bir senet tanzim etmedim.’ demektedir. Dosyada bulunan iki adet bilirkişi raporu da ‘Suça konu senetteki yazı ve imzalar sanığa ait değildir.’ demektedir ve başkaca da katılanın beyanlarını destekler hiçbir delil yoktur. Mahkeme gerekçesinin aksine, sanığın ticaretle uğraşıyor oluşu da tek başına ‘Elden ödeme yaptım.’ savunmasının kesin olarak doğru olmadığını ispat eden bir karine olarak kabul edilemez. Nitekim durum böyle olsaydı Yüksek Dairenizin, Mahkemenin 15.05.2013 tarih, 2012/154 esas, 2013/176 sayılı kararı ile verdiği beraat kararının temyizi üzerine 24.04.2018 tarih, 2015/4683 esas, 2018/2901 karar sayılı bozma ilamının gerekçesinde bu husus bozma nedeni olarak yer alırdı.
Açıklanan nedenlerle, Yüksek Dairenizin 24.04.2018 tarih, 2015/4683 esas, 2018/2901 karar sayılı bozma ilamının gerekçesi ve bozma sonrası alınan bilirkişi raporu dikkate alınarak; öncelikle sanığın atılı suçu işlediğine dair savunmasının aksini ispat eder, her türlü şüpheden uzak, kesin açık ve inandırıcı deliller bulunmadığından beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi hususunun hukuka aykırı olduğu değerlendirilmiştir.
Öte yandan; kabule göre de karara itiraz etme zorunluğu hasıl olmuştur. Şöyle ki; Yüksek Dairenizin birçok kararında vurgulandığı üzere, TCK’nın 158/1-d bendinde belirtilen, nitelikli hâlin uygulanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarının isminin kullanılması yeterli olmayıp; maddi varlığının kullanılması gerekmektedir. … olarak kullanılma, bu kurum veya kuruluşlara ait yazı veya belgeleri amaç dışı olarak kullanmak şeklinde olabilir. Bu kurumlara ait kimlik belgesinin gösterilmesi, basılı evraklarının, kıyafetlerinin, taşıtlarının kullanılması mağdurda güven oluşumunu sağlayacaktır. Somut olayda Tapu Sicil Müdürlüğünün hiçbir maddi varlığı kullanılmamış, kuruma ait yazı ve belgelerin amaç dışı kullanılması söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla suçun sübutunun varlığı kabul edilse dahi, eylem nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturmayacaktır. Suç tarihinden sonra uzlaşma hükümlerine tabi kılınan TCK’nın 157. maddesinde düzenlenen basit dolandırıcılık suçu söz konusu olacaktır. Bu nedenle sanığın TCK’nın 158/1-d bendinde belirtilen nitelikli dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetine karar verilmesinin de hukuka aykırı olduğu değerlendirilmiştir.” görüşüyle, itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesince 10.06.2021 tarih, 5209-7213 sayı ve sübut yönünden oy birliği, suçun vasfı yönünden ise oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan verilen beraat kararı Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet kararı ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığının, sabit olduğunun kabul edilmesi durumunda sanığın eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçunu mu yoksa basit dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin olup sanığın eyleminin basit dolandırıcılık suçunu oluşturduğu sonucuna ulaşılması hâlinde 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma kapsamında kalıp kalmadığı hususunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
… Cumhuriyet Başsavcılığının 03.06.2011 tarihli ve 14029-652 sayılı iddianamesi ile; sanık … ve katılan …’nün, katılana ait … ili, Döşemealtı ilçesi …’de bulunan gayrimenkulün sanığa satışı konusunda aralarında anlaştıkları, sanığın tapu sicil müdürlüğündeki tapu devri esnasında katılana öncelikle satış bedeline ilişkin paranın arabada olduğunu, bilahare vereceğini söyleyerek katılanı bu konuda ikna edip kandırmak suretiyle gayrimenkulün tapu devrini üzerine aldığı, sonrasında parayı bankadan çekeceğini söyleyerek bu konuda güven oluşturmak için katılana T.C. kimlik numarası farklı olarak yazılmış, bedel kısmı doldurulmamış, borçlu ismi ile adresinin yazılı olduğu senedi verdiği, sanığın sahte bilgilerle düzenlenmiş senedi kullanıp gayrimenkulün devrini kendi üzerine yaptırarak kamu kurumunu da aracı kılmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği iddiası ile kamu davası açıldığı,
… Kriminal Polis Laboratuvarı Grafoloji Uzmanı olarak görev yapan bilirkişi … Değirmencioğlu tarafından düzenlenen 02.06.2011 tarihli bilirkişi raporuna göre; tetkike konu senedin “Ödeyecek” hanesindeki “… Kambur Deniz Mah. 127. Sokak No: 4/A 32431569106” içerikli yazılar ve atılı bulunan iki adet borçlu imzası ile sanık … ve katılan …’nün mukayeseye esas yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; söz konusu senet üzerindeki yazılar ile özellikle sanığın mukayese yazıları arasında bazı harf ve rakamların tersim tarzı yönünden kısmi benzerlik görülmekle birlikte, söz konusu senet üzerindeki yazıların ve atılı bulunan borçlu imzalarının mevcut mukayese yazı ve imzalarına kıyasen, sanık ve katılanın elinden çıktığının beyanına imkân verebilecek nitelik ve yeterlikte kaligrafik uygunluk tespit edilemediği,
Döşemealtı Tapu Müdürlüğünün 01.02.2013 tarihli ve 277 sayılı yazısına göre; Kırkgöz … Köyü 209 ada, 3 parsel ile 1786 ada, 9 parsel sayılı taşınmazların satışına ilişkin belgelerin yazı ekinde gönderildiği, satış işlemini … isimli memurun gerçekleştirdiği, yazı ekinde bulunan Döşemealtı Tapu Müdürlüğünce düzenlenmiş 26.10.2010 tarihli ve 7569 sayılı resmî senede göre de; malik olan katılan …’nün talebi üzerine Kırkgöz … köyü, 209 ada, 3 parsel ve 367 metrekare tarlanın 2.600 TL bedelle; 1786 ada, 9 parsel ve 350 metrekare arsanın ise 2.500 TL bedelle sanığa satıldığı, satış bedelini katılanın nakden ve tamamen aldığı,
Yerel Mahkemece yapılan gözleme göre; adli emanetin 2010/8580 sırasında kayıtlı bulunan senedin incelenmesinde, borçlunun sanık … olduğu, açığa atılmış imzaların bulunduğu, senedin tanzim tarihi, bedeli ve vade tarihinin yazılı olmadığı, haricen sahte olduğunu düşündürecek herhangi bir iz ve emare olmadığı,
UYAP Bilişim Sistemi üzerinden … 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/461 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; katılanın sanık aleyhine 28.10.2010 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açtığı, taşınmazlar için 01.11.2010 tarihli ek karar ile ihtiyati tedbir kararı verildiği, 23.05.2013 tarihinde ise Mahkemece ihtiyati tedbir kararının kaldırıldığı, sanığın da Döşemealtı Tapu Müdürlüğünce düzenlenmiş 04.06.2013 tarihli ve 4764 sayılı resmî senet ile taşınmazları Yaşariye Eyvaz’a sattığı, hâlen derdest olan 2010/461 esas sayılı dosyada Mahkemece inceleme konusu olan ceza dava dosyasının bekletici mesele yapıldığı,
… 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/461 esas sayılı dosyasında sanık müdafisi tarafından delil olarak ibraz edilen ve Vakıfbak’a ait 3461 numaralı ATM’den yapılan 28.10.2010 tarihli iki adet kartsız para yatırma işlemi dekontunun incelenmesinde; “…107617” numaralı hesaptan “Başkasının hesabına” açıklaması ile saat 14.44’te 1.000 TL ve saat 15.53’te 500 TL gönderilmiş olduğu, dekontlar üzerinde gönderici veya alıcı ismi ya da başkaca herhangi bir açıklamanın bulunmadığı,
TCMB’nın gösterge niteliğindeki Merkez Bankası kur arşivine göre; Euro alış ve fiyatlarının 26.10.2010 tarihinde 1,96 TL-1,97 TL; 27.10.2010 tarihinde 1,97 TL-1,98 TL; 01.11.2010 tarihinde ise 1,98 TL-1,99 TL olduğu;
Anlaşılmaktadır.
Katılan … Savcılıkta; sanık …’u evine eşya almak üzere gittiği spotçuda tanıdığını, … ili, Döşemealtı ilçesi, … köyünde bulunan 367 metrekare ve 350 metrekarelik tapuda adına kayıtlı iki ayrı arsayı 26.10.2010 tarihinde sanığa satma konusunda anlaştıklarını, sanığın arsaların bedelini tapu müdürlüğünde ödeyeceğini söylediğini, yanlarında başka kimse olmadan birlikte tapu müdürlüğüne gittiklerini, devir için imzayı atmadan önce parayı istediğinde sanığın önce yumuşak ses tonuyla sonradan sert bir ifade ile parayı tapu işlemi bittikten sonra vereceğini söylediğini, bu duruma inandığını, tapuda işlemleri bitirip imzasını attığını, bu kez sanığın dışarda parayı bankadan çekip vereceğini söylediğini, bu şekilde kendisini oyalaması üzerine sanıktan parayı istediğinde bu kez de sanığın üzerinde herhangi bir bedel yazmayan, sadece borçlu kısmı ve T.C. numarası doldurulmuş, boş hâldeki senedi yanında imzalayarak kendisine teslim ettiğini, senetteki yazıları sanığın yazdığını, sanığın senedi bizzat kendisinin yanında doldurarak imzaladığını, bunu gördüğünü, senedin üst kısmının boş olduğunu, bedel ve alacaklı kısımlarını doldurmadığını, parayı bankadan çekip vereceğini söylemesine rağmen sürekli kendisini oyaladığını, sanık ile telefonda görüştüğünde öncelikle 1.500 TL para göndereceğini, kalanını ise sonra yatıracağını söylediğini, kendisinden hesap numarası istediğini, 27.10.2010 tarihinde Vakıfbank 100. Yıl Şubesindeki hesabına 1.000 TL ve 500 TL olmak üzere toplam 1.500 TL para havale ettiğini, sanıktan paranın tamamını göndermesini istediğinde gerisini sonradan vereceğini söylediğini, bu olayların tamamen sanık ile kendisi arasında meydana geldiğini, yanlarında üçüncü bir şahsın olmadığını, daha sonradan araştırdığında senetteki T.C. kimlik numarasının sanığa ait olmadığını ve sanığın gerçekte “Kanbur” olan soyadını senette “Kambur” olarak yazdığını öğrendiğini,
Mahkemede; sanığı daha önceden tanımadığını, spot eşya almak için sanığın … yerine gittiğini, alışveriş sırasında sanığın kendisine değerinde gayrimenkul aldığını beyan ettiğini, kendisinin de “…de iki arsam var.” dediğini, birlikte … Tapu Müdürlüğüne gittiklerini, sanığın arsalara bakmadığını, bakmadan arsa almasının garibine gittiğini, daha sonra tapuları devretmeden önce sanıkla anlaştığı üzere 100.000 TL parayı istediğini, sanığın “Sen bana güvenmiyor musun?” dediğini, kendisinin de “Güvenmem için sebep yok.” dediğini, bunun üzerine sanığın açık bir senet verdiğini, sanıktan çekindiğini ve korktuğunu, arsaları tapuda sanığa devrettiğini, senedi aldığını, sanığın parayı … yerinde vereceğini söylediğini, sanığın … yerine gittiklerini, sanığın babasının da … yerinde olduğunu, sanığın para olmadığını söyleyip “Yarın … yerine tek gel yanında kimse olmasın yoksa başına … getiririm.” dediğini, ertesi gün sanığa telefon edip “Ben gelemeyeceğim, …’dayım, parayı hesabıma yatır.” dediğini, sanığın 1.000 TL yatırdığını, bu paranın arsa bedeli olmadığını sanığa söylediğini, akabinde 500 TL daha yatırdığını, “Bir daha beni arama para da vermeyeceğim, başına da … getiririm.” tehditlerinde bulunduğunu, daha sonra sanığın 5-6 kez telefonla aradığını, bu telefonları açmadığını, arsalarını 28.000 Euro karşılığında satmadığını, iki kez hesabına yatırılan paranın kur farkına ilişkin olmadığını, ayrıca tapu memuru önünde “Paramı aldım.” şeklindeki ifadesinin tamamen sanığın kendisini tehdit etmesinden kaynaklandığını, parasının sanıktan alamadığını, ayrıca sanığın babasıyla görüştüğünde onun bile dolandırıldığını söylediğini,
01.07.2013 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesinde; aldığı senede güvenerek akabinde tapu memurunun düzenlediği satış sözleşmesini imzalamak suretiyle tapuları devrettikten sonra sanığın senet bedelini kendi … yerinde ödeyeceğini söylemesi üzerine … yerine gittiklerinde babası da olduğu hâlde sanığın kendisine hitaben “Para yok, yarın gel ancak yalnız gel.” dediğini,
… 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/461 esas sayılı dosyasının 21.09.2012 tarihinde yapılan 7. oturumunda; önce … Bankasında ve sonra … Bankasında olmak üzere 22 yıl 6 ay bankacı olarak görev yaptığını, muhasebe servisinde ve ayrıca kasa yetkilisi olarak çalıştığını, çok saf bir insan da olmadığını, ama basireti bağlanıp bu olaya maruz kaldığını,
Tanık … Mahkemede; sanık ve katılanı tanımadığını, taraflar satış işlemi için geldiğinde resmî senet tanzim ettiklerini, resmî senedi taraflar okumak istediğinde kendilerine okuttuklarını, kendilerinin de okuduklarını, ayrıca satıcıya parasını alıp almadığını sorduklarını, parayı almadığını, ihtilaf olduğunu beyan etmeleri durumunda resmî senedin imzalarını almadıklarını, senedin tanzim edildiği tarihten bu zamana kadar geçen zaman dilimi sebebiyle olayı ve tarafları hatırlamadığını, kendisine gösterilen 26.10.2010 tarihli satış senedinin kendisi tarafından tanzim edildiğini, imzanın da kendisine ait olduğunu, içeriğini tekrar ettiğini,
İfade etmişlerdir.
Sanık … Kollukta; ev kur üzerine … yerinin olduğunu, olaydan yaklaşık iki ay önce katılan …’nün … yerine müşteri olarak geldiğini, ev eşyası satın almak istediğini, … yerinde bulunan şahıslarla yapmış olduğu sohbetler sırasında kendisinin inşaat işleri ile de uğraştığını katılanın öğrenmesi üzerine kendisine ait arsaları satmak istediğini, bu amaçla müşteri aradığını söyleyince katılana arsaların nerede olduğunu sorduğunu, görüşmeler sonrasında … Mevkisinde iki ayrı yerde bulunan 300 ve 345 metrekarelik arsalar için toplam 56.000 TL karşılığında anlaştıklarını, tapu müdürlüğüne gitmeden katılanın ısrarla istemesi üzerine ikametinde 28.000 Euro parayı 2 TL kur üzerinden hesapladığını ve 56.000 TL satış bedelini bu şekilde katılana verdiğini, sonra tapu müdürlüğüne gittiklerini ve işlemleri yaptıklarını, katılanın bir müddet sonra kurun yanlış hesaplandığını söyleyip bu yanlış hesaplamadan kaynaklanan 1.500 TL daha fark vermesi gerektiğini söylediğini, katılanın istemiş olduğu 1.500 TL parayı da havale ettiğini, katılana herhangi bir borcunun kalmadığını, aralarında herhangi bir senet de imzalanmadığını, katılanın ibraz ettiği senetteki imzaların kendisine ait olmadığını, ne amaçla şikâyetçi olduğunu bilmediğini, katılanın avukatının telefonla arayarak elinde katılana olan borcundan dolayı bir senet olduğunu ve bu senedi icraya vereceğini söylediğini, herhangi bir senet imzalamadığını, senetteki imzaların kendisine ait olmadığını, icraya verilmesi durumunda da tazminat davası açacağını söylediğini, sonrasında katılana konu ile ilgili olarak telefonla ulaşmak istediğini, ancak katılanın telefonlarına cevap vermediğini,
Mahkemede; beyaz eşya ticareti ile uğraştığını, aynı zamanda alçı dekorasyon işi de yaptığını, katılanın yeni taşındığı için … yerine sık sık alışverişe geldiğini, bir sefer … yerine geldiğinde …’de 2 arsa aldığını, bundan zarar ettiğini ve satmak istediğini söylediğini, kendisinin de “Arsanın durumuna bakayım, gerekirse ben alırım.” dediğini, tapu fotokopilerini katılandan alarak … Tapu Dairesine gittiğini, imar durumuna baktığını, arsaların yerini gördüğünü ve beğendiğini, ertesi gün katılana 56.000 TL’ye alabileceğini söylediğini, kendisi ile anlaştıklarını, parayı 40 adet 500 Euro ve 80 adet de 100 Euro olarak evinde verdiğini, tapuya gittiklerini, tapu dairesinde katılanın tanıdığı tapu memuruna “İşimiz bir an önce olsun.” diye ricacı olduğunu, tapu devrini sağladığını, daha sonra katılanın telefonla arayarak paranın bozdurulması sebebi ile 1.500 TL civarında zararı olduğunu beyan ettiğini, bunun üzerine 1.000 TL ve 500 TL’yi bankamatik ile gönderdiğini ve katılanın zararını giderdiğini,
Savunmuştur.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için dolandırıcılık suçunun unsurlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Dolandırıcılık suçu 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise suçun nitelikli hâlleri sayılmıştır.
Mal varlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer mal varlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece mal varlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
“Hile”, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, …. 891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, …. 453.), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (… Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, Beta Yayınevi, 4. Baskı, Eylül 2017, …, …. 502-503.) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli … Özbek, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, … 2020, …. 717.), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır.” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Yetkin Yayınevi, 13. Baskı, … 2020, …. 439.), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.” (Centel, Zafer, Çakmut, …. 509.).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı konusunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, bu konuda olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren “Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin … olarak kullanılması suretiyle” dolandırıcılık suçu ise; suç tarihinde yürürlükte bulunan TCK’nın 158/1-d maddesinde; “(1) Dolandırıcılık suçunun; …d- kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin … olarak kullanılması suretiyle işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” şeklinde iken, suç tarihinden sonra 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle “iki yıldan yedi yıla kadar hapis” şeklindeki yaptırım “üç yıldan on yıla kadar hapis” olarak değiştirilmiştir.
Bu düzenleme ile toplumda yaşayan insanlar üzerinde güven etkisi oluşturan kurum, kuruluş ve tüzel kişiler aracı kullanılmak suretiyle kişilerin istismar edilmesinin önlenmesi amaçlanmış ve maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde de; “Birinci fıkranın (d) bendinde, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilerinin … olarak kullanılması suretiyle işlenmesi, bu suçun bir nitelikli unsuru olarak kabul edilmiştir. Çünkü, kamu kurum veya kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişilikleri toplumda güven beslenen müesseler olarak kabul edilmiştir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin suçun işlenmesinde kolaylık sağlayacağı düşüncesi, dolandırıcılık suçunda … olarak kullanılmalarının cezayı ağırlaştıran nitelikli hâller arasında düzenlenmesine neden olmuştur (Özbek, Doğan, Bacaksız, …. 721.). Bu nitelikli hâlin uygulanabilmesi bakımından kamu kurum ve kuruluşları ile kamu meslek kuruluşlarına, siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerine zarar verilmesi gerekli değildir. Önemli olan hileli davranışların icrasında bu kurum ve kuruluşların … olarak kullanılmış olmasıdır. Kurum ve kuruluşların … olarak kullanılmasından maksat, bu kurum ve kuruluşların adını geçirmek suretiyle dolandırıcılık fiilinin gerçekleştirilmesi değildir. Hileli davranışların icrasında bu kamu kurum ve kuruluşlarının maddi olarak kullanılmış olması gerekir (Mahmut Koca, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, … Yayınevi, 7. Baskı, Ekim 2020, …, …. 748-749.). … olarak kullanmanın anlamı mağduru aldatmak için kamu kurumuna ait …, bilgi ve belgelerin kullanılmasıdır. Kanun koyucu bunların hileli hareketle menfaat temin etme aracı olmasını istememiştir (Soyaslan, …. 447.).
Mağdur çeşitli hilelerle kandırılıp mal varlığı aleyhine haksız bir menfaat temin edilmek istenildiğinde kamu kurum ve kuruluşları hilenin bir parçası olarak kullanılmakta ve mağdur dolandırılmaktadır. TCK’nın 158/1-d bendinin uygulanması ve işlenilen dolandırıcılık suçunun nitelikli sayılması için dolandırıcılıkta yapılan hilede kamu kurum ve kuruluşlarının herhangi bir maddi varlığı kullanılmadan sadece isimlerinin kullanılması yeterli değildir. Bu nitelikli halin uygulanması için kamu kurum ve kuruluşlarının bir maddi varlığının-değerinin hilede vasıta olarak kullanılması gerekir. Basılı evrak, antetli kâğıt, ruhsat, rozet, kimlik, diploma gibi varlıkların kullanılması gerekir. Örneğin nüfus cüzdanları nüfus müdürlüğünün, polis kimliği, rozeti, rütbesi elbisesi emniyet genel müdürlüğünün, diploma milli eğitim bakanlığının-ilgili üniversitenin, vergi dairesine ait kimlik ya da basılı evrak yine ilgili kurumun maddi varlıklarıdır. Tapunun … olarak kullanılmasında sıklıkla; bir taşınmaz yerine başka bir taşınmaz gösterilmekte ve tapuda değeri düşük başka bir taşınmazın satışı yapılmaktadır. Sahte mahkeme kararıyla bir taşınmazla aidiyet oluşturulmakta ve tapuda satış yapılabilmektedir (Sami Öztürk, Açıklamalı-İçtihatlı Güveni Kötüye Kullanma Bedelsiz Senedi Kullanma Dolandırıcılık Suçları ve TCK Genel Hükümler, … Yayınevi, 1. Baskı, Mayıs 2022, …, …. 421-422.).
Diğer taraftan, amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince’de; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında sanığa atılı dolandırıcılık suçunun sabit olup olmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’un ev eşyaları satışı yaptığı, katılan …’nün de alışveriş amacıyla sanığın … yerine birkaç kez gittiği, aralarındaki konuşmalarda sanığın inşaat işleri de yaptığını ve değerinde arsa aldığını söylemesi üzerine katılanın …’de bulunan iki adet taşınmazını satmak istediğini ve müşteri aradığını söylediği, sanığın taşınmazları almak istediği ve sanık ile katılanın tapu devri esnasında satış bedelinin ödenmesi hususunda anlaştıkları, birlikte Döşemealtı Tapu Müdürlüğüne gittikleri, sanığın satış bedelinin arabada olduğunu söyleyip parayı tapu müdürlüğünden çıkınca vereceğini söylediği, katılanın buna inanması üzerine tapuda satışın yapılmasına onay verdiği, satıştan sonra ise sanığın paranın bankada olduğunu söyleyip güven tesis etmek için kendisine ait T.C. kimlik numarası farklı olarak yazılmış, bedel kısmı doldurulmamış, borçlu ismi ve adresi yazılı bir senedi katılana verdiği, sanığın tapu dairesindeki devirden sonra satış bedelinin ödeneceğine ilişkin katılanı hileli yollarla kandırıp hataya düşürerek tapuda resmî işlem yapılmasını müteakip vadettiği arsa bedelini ödemediği ve üzerine atılı nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği kabul edilen olayda;
Sanığın … yerinden bir süredir alışveriş yapan katılanın sanığın inşaat işleri ve arsa alımı ile de uğraştığını öğrenmesi üzerine sahibi olduğu taşınmazları sanığa satmayı teklif ettiği, sanığın da kabul etttiği, birlikte tapu müdürlüğüne giderek satış işlemini gerçekleştirdikleri, sanığın aşamalarda, katılan ile anlaştıkları şekilde 56.000 TL satış bedelini katılanın ısrarı üzerine tapu müdürlüğüne gitmeden önce 28.000 Euro olarak 2 TL kur hesabı ile elden katılana ödediğini savunduğu, sanık ve katılan tarafından imzalanan ve Döşemealtı Tapu Müdürlüğünce düzenlenen 26.10.2010 tarihli ve 7569 sayılı resmî senette de satış bedelinin nakden ve tamamen alındığının belirtilmiş olduğu, katılanın satış işleminden sonra güvence amacıyla sanığın kendisinin yanında yazıp imzalayarak verdiğini beyan ettiği senetteki yazıların ve imzaların Adli Tıp Kurumu raporuna göre sanığın eli ürünü olmadığının belirlendiği, uzun yıllar bankacı olarak görev yapması nedeniyle sosyal ve ekonomik hayata ilişkin yeterli deneyimi bulunduğu anlaşılan katılanın iddialarının aksine sanığın hileli davranışlarla katılanı aldatıp kendisine yarar sağlamak suretiyle üzerine atılı nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı ve sanığa atılı dolandırıcılık suçunun sabit olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığa atılı dolandırıcılık suçunun sabit olduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, sanığın eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçunu mu yoksa basit dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay (Kapatılan) 15. Ceza Dairesinin 14.01.2021 tarihli ve 7018-265 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- … 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.12.2019 tarihli ve 257-613 sayılı mahkûmiyet hükmünün, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 29.06.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.