YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/146
KARAR NO : 2022/732
KARAR TARİHİ : 29.11.2022
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 177-65
Sanık …’in, mağdur …’a yönelik nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten TCK’nın 82/1-g, 35, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 13 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2016 tarihli ve 177-65 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 02.11.2020 tarih, 1073-2605 sayı ve oy çokluğuyla onanmasına karar verilmiş,
Daire Başkanı A. Altınkaya ve Daire Üyesi T. Ateş;
“ (…) Sanığın nerelere ateş ettiği polis memuru olan diğer tanıkların beyanları hariç maddi delillerle tespit edilmedi ise bu eksikliğin sanık lehine yorumlanması gerektiği ve bu hâliyle mağdur …’a yönelik eylemin silahla tehdit suçunu oluşturacağı görüşüyle,” karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise; 19.01.2021 tarih ve 228948 sayı ile;
“… Olayın ne şekilde gerçekleştiğini gösteren herhangi bir maddi delil mevcut olmayıp, sanığın mağduru doğrudan hedef aldığı tam bir kesinlikle belirlenememiş ve öldürme kastı şüpheli kalmıştır. Şüpheden sanık yararlanır kuralı gereğince oluşan bu şüpheli durumun sanık lehine yorumlanması gerektiği gibi ayrıca diğer mağdur polis memurlarına yönelik tabanca ile 4-5 el ateş etmek şeklindeki eyleminin ‘yaralama kastı ile hareket ettiğinin şüpheli kaldığından’ bahisle silahla tehdit suçunu oluşturduğu kabul edilmekle, ardı ardına gerçekleşen atışlar nedeniyle kastın bölünemeyeceği de gözetilerek, mağdur …’a yönelik eyleminin de silahla tehdit suçunu oluşturduğu,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 22.03.2021 tarih ve 282-4771 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında mağdurlar … …, … ve …’e yönelik zincirleme şekilde silahla tehdit, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş; mağdurlar …, … ve …’a yönelik silahla kasten yaralama suçuna teşebbüsten kurulan mahkûmiyet hükümleri ile mağdur …’e yönelik tehdit suçundan kurulan beraat hükmü ise Özel Dairece bozulmuş olup, inceleme itirazın kapsamına göre sanık hakkında mağdur …’a yönelik nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsten verilen mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüsü mü yoksa tehdit suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hükmün verildiği 18.02.2016 tarihli oturuma ilişkin tutanakta, sanığın duruşmaya geldiği, hükmün sanığın yüzüne karşı verildiğinin belirtildiği, sanığın duruşmada yer almadığına ilişkin bir iddianın da ileri sürülmediği anlaşılan dosyada; CMK’nın 222. maddesindeki “Duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir.” hükmü de dikkate alındığında, duruşmada hazır bulunduğu kabul edilen sanığa delillerin tartışılması aşamasında CMK’nın 216/1. uyarınca söz verilmemesi ve aynı Kanun’un 216/3. maddesi uyarınca son söz verilmeden hüküm kurulmasının savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca 16.03.2015 tarihli ve 1454-111 sayılı iddianame ile; sanık … hakkında, dört ayrı mağdura yönelik nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüs, tehdit, kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarını işlediği iddiası ile kamu davası açıldığı, yargılamanın yürütüldüğü Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesince hükmün verildiği 18.02.2016 tarihli duruşmaya ilişkin tutanağın başında, sanık … ve müdafisinin duruşmaya geldikleri, tutanağın sonunda ise hükmün sanığın ve müdafisinin yüzüne karşı verildiğinin belirtildiği, bu oturumda, Cumhuriyet savcısının mütalaasından sonra sanık müdafisinin esas hakkındaki savunması ile yine sanık müdafisinin son sözünün tespit edildiğinin belirtildiği, ardından hükmün tefhim edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Hukuk devleti, kişilere hukuki güven sağlayan, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı devlettir. Hak ve özgürlükler kullanılınca, yani yaşama geçince, anlam ve değer kazanırlar. Bu bağlamda savunma hakkı da şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla bütün toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti de ilgilendirmektedir. Ceza muhakemesinin amacı, yargılama neticesi verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru olmasını sağlamaktadır. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, yargı mercileri huzurunda kendisini savunma, müdafi yardımından yararlanma, susma, soru sorma, aleyhine olan işleme katılmama, tercümandan yararlanma, delillerin toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma, kanun yoluna başvurma gibi hakları içermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel haklar ve ödevler” bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiş olup, “temel hak” niteliğine uygun olarak savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır. Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir. Nitekim 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/8 ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-h maddeleri uyarınca savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.
Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.
Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin duruşma tarihinde yürürlükte olan hâli;
“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” şeklindedir.
Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.
1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir.” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Diğer yandan, CMK’nın “Duruşma tutanağının ispat gücü” başlıklı 222. maddesinde; “Duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa karşı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir.” düzenlemesine yer verilmiş olup bu hüküm karşısında duruşma tutanaklarında yazılı hususların aksi yalnızca tutanağın sahte olduğunun anlaşılması hâlinde ileri sürülebilecektir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Aydın Cumhuriyet Başsavcılığınca 16.03.2015 tarihli ve 1454-111 sayılı iddianame ile; sanık … hakkında, dört ayrı mağdura yönelik nitelikli kasten öldürme suçuna teşebbüs, tehdit, kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarını işlediği iddiası ile kamu davası açıldığı, yargılamanın yürütüldüğü Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesince hükmün verildiği 18.02.2016 tarihli duruşmaya ilişkin tutanağın başında, sanık … ve müdafisinin duruşmaya geldikleri, tutanağın sonunda ise hükmün sanığın ve müdafisinin yüzüne karşı verildiğinin belirtildiği, bu oturumda, Cumhuriyet savcısının mütalaasından sonra sanık müdafisinin esas hakkındaki savunması ile yine sanık müdafisinin son beyanlarının tespit edildiği, hazır bulunan sanık …’e ise esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan ve son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216. maddesinin 1 ve 3. fıkralarına aykırılık oluşturduğu gibi Uluslararası Sözleşmeler, Anayasa ve CMK ile de güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurduğundan, bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkeme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 02.11.2020 tarih ve 1073-2605 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2016 tarihli ve 177-65 sayılı hükmün sanık …’e esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan ve son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 29.11.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.