Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2020/446 E. 2021/230 K. 01.06.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/446
KARAR NO : 2021/230
KARAR TARİHİ : 01.06.2021

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza

Sanık … hakkında kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, eylemin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın TCK’nın 87/4, 29/1, 62/1, 53/1-2-3, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 11.04.2018 tarihli ve 411-128 sayılı hükmün yönelik sanık müdafisi, katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 21.09.2018 tarih ve 939-1100 sayı ile, istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 10.09.2019 tarih ve 2041-3655 sayı ile;
“…Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanık …’un, maktul … ile arasındaki tartışma sonucunda, kesici-delici nitelikteki bıçakla maktulü sol 5. interkostal aralık ön aksiller hatta tariflenen yerden giren aletin sol göğüs boşluğuna girerek, sol akciğer orta lobu tam kat keserek perikardı kestiği ve sonrasında sol ventrikül duvarını kesecek şekilde ölümüne sebebiyet verdiği olayda, sanığın kastının doğrudan öldürmeye yönelik olduğu ve TCK’nın 81. maddesi gereğince cezalandırılması gerektiğinin düşünülmemesi,
Sanığın, maktulün kendisine yönelik hakaret ve yaralamaktan ibaret haksız eylemlerinden ötürü 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinin uygulaması sırasında, alt ve üst sınırlar arasında alt sınırdan uzaklaşılarak cezadan indirim yapılması gerekirken, asgari hadden indirim yapılarak fazla ceza tayini,” isabetsizliklerinden bozulmasına, ceza miktarı bakımından sanığın kazanılmış hakkının gözetilmesine ve tahliye talebinin reddine karar verilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 15.10.2019 tarihli ve 2053-1638 sayılı kararıyla CMK’nın 304/1-a maddesi uyarınca dosyanın gönderildiği Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesince 10.02.2020 tarih ve 355-48 sayı ile;
“…Olay nedeniyle ölüm meydana gelmiş olmakla birlikte, sanıkla maktul arasında öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı, suç nedeni, kullanılan aletin cinsi ve niteliği, kullanılış şekli, hedeflenen bölge, darbe sayısı ve şiddeti, sanığın suçtan önceki ve sonraki davranışları, hedef seçme imkânının bulunup bulunmadığı, maktuldeki yaraların yerleri ve nitelikleri, sanığın fiile kendiliğinden mi yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği gibi Yargıtay CGK’nın 2012/158-212 esas ve karar sayılı ve 2016/1-327-451 esas ve karar sayılı kararlarında benzer durumlarda kriter olarak dikkate alınmasını belirttiği hususları hep birlikte değerlendirildiğinde;
Olaydan 4 gün sonra resmî nikâhları yapılacak olan sanık … ve maktul arasında öldürmeyi gerektirir husumetin bulunmadığı, aralarında gün içerisinde sanığın telefona bakmaması meselesinden doğan bir münakaşanın başladığı, bu münakaşa sırasında maktulün yukarıda belirtildiği üzere sanığa hakaret ederek elektrik süpürgesinin sapı ile vurup darbettiği, olaydan hemen önce gelişen bu münakaşa ve darp olayı dışında aralarında hiçbir husumetin bulunmadığının toplanan delillerden anlaşıldığı, sanığın maktulün üzerine doğru gelmesi sırasında hareket hâlindeyken bıçakla bir kez sol göğüs bölgesine vurduğu, sanığın maktulün kendisine elektrik süpürgesinin sapı ile vurmasının ve hakaret etmesinin meydana getirdiği elemin etkisi altında maktulü yaralamak maksadıyla bıçakla vurduğu, olayın aniden geliştiği, hareketli kavga ortamında maktulün hayati bölgesine bilerek ve isteyerek vurulduğuna ilişkin kesin bir tespitin yapılamadığı, sanığın bıçağın isabet ettiğini anlayınca başka bir engel sebep olmadığı hâlde bıçakla vurma eylemine kendiliğinden son verdiği ve hemen akabinde maktulün dışarıda bekleyen arkadaşlarına seslenerek çağırıp maktulü birlikte hastaneye götürerek beklediği, otopsi raporunda da maktulde tek bıçak darbesi olduğunun belirlendiği, sanığın adli raporunda da beyanları ile örtüşür şekilde üzerinde darp izleri olduğunun tespit edildiği, sanığın kastının öldürme olduğunun kabulü hâlinde sanığın ilk bıçak darbesinden sonra eylemi bırakmayıp darbelere devam etmesi ve ölmesi için de yardım istememesi veya gelecek yardımı engellemesi, başında beklememesi gerektiği, olaydan sonra alınan tanık beyanlarında da sanığın ağladığı ve gelenlerin de onu sakinleştirme çabasına girdiklerinin anlaşıldığı, kaldı ki sanığın eylemi sonucunda ölüm meydana gelmeseydi yukarıda açıklanan kriterler tek tek somut olaya uygulandığında anlaşıldığı üzere sanık hakkında adam öldürmeye teşebbüs suçundan değil, yaralama suçundan karar verileceği, sanığın maktulün kendisine elektrik süpürgesinin sapı ile vurmasının ve hakaret etmesinin meydana getirdiği elemin etkisi altında hareket ettiği, maktulün bu hareketleri sebebiyle takdiren 1/4 oranında haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2018/73 esas, 2018/729 karar sayılı ilamında, ‘Suç tarihinde suça sürüklenen çocuk ile mağdurun arkadaşları ile halı saha maçı yapmakta iken rakip takımlarda yer aldıkları, maç içerisinde meydana gelen faul yapma iddiası ile ilgili çıkan tartışma sırasında suça sürüklenen çocuk ve mağdurun birbirlerini itekledikleri ve suça sürüklenen çocuğun basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralandığı, araya girenlerce her ikisinin ayrıldığı, maç bitiminde suça sürüklenen çocuğun temin ettiği bıçakla mağdura karşı beyanlara göre üç kez hamlede bulunduğu, ancak aldırılan doktor raporları içeriğine göre bunlardan sadece bir tanesinin mağdurun sağ kürek kemiği alt kısmına isabet ettiği ve mağdurun yere düştüğü, bu esnada engel neden bulunmadığı hâlde suça sürüklenen çocuğun eylemine kendiliğinden son vererek olay yerinden uzaklaştığı, mağdurun sağ kürek kemiği alt kısmından aldığı darbe nedeniyle yaşamsal tehlike geçirdiği olayda; suça sürüklenen çocuk ile mağdur arasında olay öncesine dayalı öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunmaması, sanığın fiiline kendiliğinden son vererek olay yerinden uzaklaşması, mağdurdaki darbe sayısı ve yeri hususları birlikte değerlendirildiğinde, suça sürüklenen çocuğun öldürme kastı ile hareket ettiğini gösteren kesin ve inandırıcı kanıtların bulunmadığı anlaşılmakla suça sürüklenen çocuğun eyleminin neticesi sebebiyle ağırlaşmış silahla kasten yaralama olarak değerlendirilmesi ve alt sınırdan sonuca etkili olacak şekilde uzaklaşılarak ceza tayini yerine suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması…’
Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2017/59 esas, 2018/753 karar sayılı ilamında; ‘İçlerinden en az birinde kesici delici alet bulunan sanıkların birlikte müştekiye saldırarak müştekiyi yaraladıkları, aldırılan kati hekim raporuna göre müştekide sol göğüste bir adet, sağ elde bir adet ve sol kalçada bir adet olmak üzere toplamda üç adet kesici delici alet yarasının bulunduğu, bunlardan sadece sol göğüste bulunan yaranın göğüs boşluğuna girip % 1-3 pnömotaraksa neden olduğu, hayati tehlike tevlit ettiği, diğerlerinin hayati tehlike tevlit etmedikleri, sanıkların, savunmasız kalan müştekiye yönelik eylemlerine engel sebep bulunmadığı hâlde kendiliğinden son verdikleri olayda, sanıkların eylemleriyle, dış dünyaya yansıyan kasıtlarının yaralamaya yönelik olduğu, müştekideki yaraların yeri ve sayısı dikkate alınarak, sanıkların neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama suçundan temel cezanın sonuç cezayı etkiler biçimde teşdiden belirlenmesi suretiyle cezalandırılmaları gerekirken suçun vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması…’ şeklinde kararlarının da bulunduğu,
Tüm bu sebeplerle ve toplanan tüm deliller muvacehesinde sanığın öldürme kastı ile hareket etmediği kanaatine varılmış, sanık hakkında olayın niteliği dikkate alınarak TCK’nın 87/4. maddesinin uygulanması gerektiği anlaşılmış ve CMK’nın 307/3. maddesi uyarınca bozma kararına direnilmesine karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” şeklindeki gerekçeyle bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.05.2020 tarihli ve 36450 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle dosya 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 03.11.2020 tarih ve 2934-2678 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Fatih Ardıç hakkında suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçundan verilen beraat kararı, bu karara yönelik istinaf isteminin Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine karar verilmesi suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu mu yoksa kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu mu oluşturduğunun,
2- Sanık hakkında haksız tahrik nedeniyle alt sınırdan uygulanan indirim oranının isabetli olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından
03.07.2017 tarihli tutanakta; saat 19.19 sıralarında Haber Merkezi’nden Anadolu Hastanesinde yaralı bir şahıs olduğunun anons edilmesi üzerine hastaneye gidildiğinde … isimli kişinin eks olduğunun öğrenildiği, şahsın hastanede bulunan nişanlısı …’a olayın nasıl olduğu sorulduğunda “Nişamlım olan … ile bizim evimizde tartıştık. Bana vurmaya başladı ve hakaret ediyordu. Mutfaktan ekmek bıçağı alarak ‘bana hakaret etme, bana vurma’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Gerisini hatırlamıyorum. Yerde kanlar içindeydi” şeklinde samimi ikrarı üzerine şahsın muhafaza altına alındığının belirtildiği,
04.07.2017 tarihinde saat 01.00 sıralarında düzenlenen olay, araştırma ve muhafaza altına alma tutanağında; …’la yapılan görüşmede “Nişanlısı olan … ile sabah saatlerinde telefonda tartıştıklarını, saat 18.30 sıralarında nişanlısının evden bir şey almak için kendi evine geldiğini, evde kuzeni Fatih Ardıç’ın da olduğunu, nişanlısını kendi kullandığı odaya çağırdığını, tartışmaya başladıklarını, tartışma esnasında nişanlısının kendisini darbetmeye başladığını, evde bulunan kuzeninin gelerek kendilerini ayırmaya çalıştığını, sonrasında kuzenini diğer odaya gönderdiklerini, nişanlısının kendisini darbetmeye devam ettiğini, kendisini korumak için mutfakta bulunan bıçağı aldığını, üzerine gelmemesini söylediğini, nişanlısının hâlâ üzerine gelip darbetmeye devam ettiğini, bu kargaşa esnasında nişanlısının göğüs kısmına yakın bir yerden bıçaklandığını ve yere düştüğünü, nişanlısının ismini bilmediği arkadaşlarının arayarak nişanlısını Anadolu Hastanesine götürdüğünü” beyan etmesi üzerine şahsın muhafaza altına alınarak gerekli sağlık raporu alındıktan sonra karakola getirildiği, Avcılar Özel Anadolu Hastanesine gidilerek doktorla yapılan görüşmede, göğüs kısmından bıçakla yaralı olarak hastaneye getirilen şahsın hastanede eks olduğu bilgisinin alındığı, bunun üzerine olayın gerçekleştiği yere gidildiğinde evde Emre Yılmaz ve Fatih Ardıç isimli kişilerin olduğu, evde yapılan kontrollerde herhangi bir kan izinin olmadığı, mutfak tezgâhı üzerinde beyaz saplı bir bıçak bulunduğu, olayda kullanılan bıçak olabileceği düşüncesiyle bıçağın şüpheli şahsa gösterildiği, şüphelinin olay esnasında bu bıçağı kullandığını beyan etmesi üzerine bıçağın olay yeri ekiplerince muhafaza altına alındığı, Fatih Ardıç isimli şahısla yapılan görüşmede, “Kuzeni …’ın nişanlısının eve geldiğini, kuzeni Ayşenur ile tartıştıklarını, ayırmaya çalıştığını ancak Ayşenur’un kendisini diğer odaya gönderdiğini, mutfaktan gelen tartışma sesleri üzerine mutfağa gittiğini, …’in giriş kapısında yerde yattığını gördüğünü, sonra kuzeninin …’in dışarıda bulunan arkadaşlarını arayarak hastaneye götürdüğünü, kendisinin evde kalarak giriş kapısının önündeki kanlı halıyı yıkadığını, yerleri sildiğini, bunu o anki panikle niye yaptığını bilmediğini” beyan ettiğinin bildirildiği,
Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğünce 03.07.2017 tarihinde saat 23.30’da düzenlenen olay yeri inceleme raporu formunda; Esenyurt İlçe Emniyet Müdürlüğü sorumluluk alanında meydana gelen bıçakla yaralama olayıyla ilgili Avcılar Anadolu Hastanesine getirilen şahsın eks olduğunun öğrenilmesi üzerine hastaneye intikal edildiği, nöbetçi Cumhuriyet savcısı ve görevli tabibin refakatinde ölü muayenesi yapıldığı, eks olan şahsın ellerinin kanlı, buğday tenli, siyah saçlı, kirli sakallı, kahverengi gözlü, 170 cm boylarında, 80-85 kg ağırlığında, 20-25 yaşlarında erkek şahıs olduğu, dış beden muayenesinde, ölü katılığının oluşmaya başlamadığı, sırt ve ense kısmında ölü morluklarının oluştuğu, vücudunun göğüs kafesi sol tarafından başlayarak sol yanına kadar uzanan ve tıbbi müdahale sonucu açılmış olduğu tahmin edilen yaklaşık 20 cm uzunluğunda ve metal dikişle tutturulmuş kesinin bulunduğunun görüldüğü, cesedin sağ ve sol el parmaklarından tırnak arası svapları alındığı ifadelerine yer verildiği,
Esenyurt İlçe Emniyet Müdürlüğünce 04.07.2017 tarihinde saat 04.00’te düzenlenen olay yeri inceleme raporu formunda; olayın Saadetdere Mahallesi, Tonguçbaba Caddesi, Kiptaş 1. Etap Sitesi, C-l Blok’ta bulunan 14 numaralı dairede meydana geldiği, dairenin 3 oda, 1 salon ve müştemilattan oluştuğu, ikametin giriş kapı kilitlerinin sağlam olduğu, kapıda herhangi bir zorlamanın olmadığı, holde zemindeki fayans arasında, derz üzerinde kırmızı renkli kan olduğu düşünülen küçük bir lekenin olduğu, giriş kapısına göre sağda kapı arkası alanda hol duvarına dayalı vaziyette, orta gövde kısmı kırılmış, “Fantom” ibareli küçük elektrikli süpürge olduğu, mutfak tezgâhı üzerinde beyaz renkli ahşap saplı, sap kısmı 11 cm, kesici uç kısmı 17 cm olmak üzere toplam uzunluğu 28 cm olan plastik saplı bıçak ve salona bağımlı balkon duvarında asılı bir adet yolluk olarak tabir edilen yıkanmış ve ıslak vaziyette kahverengi desenli halı olduğu, ikamet içerisinde başkaca olumsuz bir durumun olmadığı, şüpheli şahısların tırnak arası svaplarının alındığı, Avcılar Anadolu Hastanesine gidilerek eks olan şahsın tırnak arası svaplarının alındığının belirtildiği,
İstanbul Esenyurt Necmi Kadıoğlu Devlet Hastanesince 03.07.2017 tarihinde, saat 21.09’da düzenlenen raporda; darp iddiası ve ifadesi ile gelen sanık …’ın sol ön kol ve kolunda yaygın, çok sayıda dermabrazyon, boyun sol yanda dermabrazyon izlendiğinin ifade edildiği,
Özel Avcılar Anadolu Hastanesince 03.07.2017 tarihinde maktul … hakkında düzenlenen adli raporda; toraksa nafiz bıçaklanma olduğu, tansiyon ve nabız alınmadığı, şuurun kapalı, pupillerin fiks dilate olduğu, ışık refleksi alınmadığı, toraksta 5-6. interkostal aralığa uyan yerde 2 cm’lik kesici delici alet giriş yeri olduğu, geldiğinde eks duhul olduğu, kalp tepe atımı ve solunum olmadığı, ameliyata alındığı, sol ventrikülde 2 cm’lik kesi olduğu tespitlerine yer verildiği,
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 03.07.2017 tarihli ölü muayene tutanağında; 175 cm boylarında, 60-65 kg ağırlığında bir erkek cesedinin sol göğüs kafesinin orta kısmında, sol kol altı kısmına doğru gövdeye yatay vaziyette 20-25 cm derin kesi olduğu, kesinin stapler ile sütüre edildiği, bunun dışında vücutta başkaca kesi veya şüpheli durum olmadığı belirtilerek ölüm sebebinin tespiti için cesedin Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verildiği,
Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen 21.09.2017 tarihli otopsi raporunda; 20-25 yaşlarında, 176 cm boyunda, 72 kg ağırlığında, kahverengi gözlü, siyah dalgalı saçlı, kısa sakal bıyıklı, beyaz tenli erkek cesedinde; ölü katılığının tüm ekstremitelerde mevcut olduğu, ölü lekelerinin vücut arka yüzde, bası görmeyen yerlerde koyu mor renkte olduğu, fikse olmadığı, sol parasternal bölgede meme başı hizasından başlayan sırta doğru uzanan üzerinde metal sütürler bulanan 25 cm uzunluğunda müdahale gördüğü için yara özellikleri belli olmayan kesi ve bu yaranın içinde sol 5. interkostal aralıkta ön aksiller hat hizasında yaklaşık 1,5 cm’lik bir açısı geniş bir açısı dar kesici delici alet yarası, her iki dirsek ve sol el sırtında ekimozlu iğne izleri, her iki kasık bölgesinde iğne izleri, sağ kol ön yüzde ekimotik alanlar, sol meme başı superiomedialinde 1,2×0,2 cm ebadında sıyrık, sol toraks ön yüzde 2. interkostal aralığa uyan bölgede 0,2 cm çaplı dairesel şekilli sıyrık, boyun solda karotis arter hizasına denk gelen bölgede iğne pikür izleri olduğu; pnömotoraks testi her iki hemitoraksta negatif olarak bulunduğu, sol toraksta 5. interkostal aralıkta 2,4 cm uzunluğunda etrafı kanamalı kesi görüldüğü, göğüs duvarı solda 5. ve 6. kostalar çevresinde ön aksiller hatta göğüs yumuşak dokularının kanamalı olduğu, sağ plevral boşluktan 100 ml, sol plevral boşluktan 450 ml kan boşaltıldığı, sol akciğerin diaframa yapışık, perikard boşluğunun açık olduğu, perikard yüzeylerinde kalpteki yara ile uyumlu alanda kanama alanları görüldüğü, sol ventrikül yüzeyinde 2 cm’lik yara ve bu yaranın üzerinde 3 adet sütür olduğu, kalp arka yüz atrioventriküler bileşkeye uyan kısımda 3,5×2,5 cm’lik kanama alanı bulunduğu, aortta makroskopik patolojik özellik görülmediği, koroner arter lümenleri açık olduğu, sol ventrikül duvar kalınlığı 1,6 cm, sağ ventrikül duvar kalınlığı 0,6 cm, septüm 2,1 cm, aort kapak çevresi 5 cm, mitral kapak çevresi 8 cm, pulmoner kapak çevresi 6,5 cm, triküspit kapak çevresi 11 cm ölçüldüğü, sol ventrikül arka kısımda papiller kas üzerinde 0,2 cm ebadında ekimoz izlendiği, kalp kapak ve myokard kesitlerinde makroskobik patolojik özellik görülmediği, her iki akciğerin diaframa bağlantı yerlerinin ve perikard çevresinin kanamalı, sol akciğerin 3 loblu ve kollabe olduğu, sol akciğer orta lobda 1 cm ebadında yara görüldüğü; haricen sol 5. interkostal aralık ön aksiler hattan vücuda giren kesici delici aletin cilt cilt altını geçerek 5. interkostal aralıktan sol göğüs boşluğuna girdiği, sol akciğer orta lobu tam kat keserek perikardı kestiği ve sonrasında sol ventrikül duvarını keserek sol ventrikül arka kısmında papiller kasta trajesinin sonlandığının görüldüğü belirtildikten sonra, kişinin vücudunda tespit edilen 1 adet kesici delici alet yarasının müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte, kesici delici alet yarası kenar ve açı özelliklerine göre ika edilen aletin bir kenarının keskin diğer kenarının küt nitelikte olduğu, kişinin ölümünün kesici delici alet yaralanmasına bağlı iç organ kesisinden gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatinin bildirildiği,
İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen 07.09.2017 tarihli uzmanlık raporunda; olay yerinden alındığı belirtilen bıçağın kabza kısmı üzerinden epitel hücre olabileceği değerlendirilerek kontrol amaçlı alınan örnek üzerinde yapılan DNA analizlerinden cevap alınamadığı, sanık …’ın sağ ve sol el tırnak aralarından transfer edildiği belirtilen svaplar üzerinde belirlenen genotip özelliklerin …’ın genotip özellikleri ile uyumlu olduğu, Fatih Ardıç’ın sağ ve sol el tırnak aralarından transfer edildiği belirtilen svaplar üzerinde belirlenen genotip özelliklerin Fatih Ardıç’ın genotip özellikleri ile uyumlu olduğu, maktul …’nin sağ ve sol el tırnak aralarından transfer edildiği belirtilen ve üzerinde kan bulunan svaplardan belirlenen genotip özellikler ile olay yerinden transfer edildiği belirtilen kan lekelerine ait genotip özelliklerin maktul …’nin genotip özellikleri ile uyumlu olduğu ifadelerine yer verildiği,
İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen 09.10.2017 tarihli uzmanlık raporunda; tetkik için gönderilen 17 cm uzunluğunda, tek ağızlı, oluksuz, sivri uçlu, sırtı küt, namlusu üzerinde herhangi bir ibare bulunmayan, beyaz renkli plastik kabzalı bıçağın, taşımakta olduğu özellikler bakımından 6136 sayılı Kanun’un 4. maddesinde belirtilen yasak niteliğini haiz bıçaklardan olmadığının belirtildiği,
Mahkeme kararıyla getirtilen 03.07.2017 tarihinde sanığın cep telefonuyla yaptığı görüşmelere ilişkin HTS kaydında; maktulun, sanığı saat 10.05.08’te aradığı ve aralarında 62 saniyelik görüşme yapıldığı, yine maltulun sanığı saat 16.11’de aradığı ve aralarında 109 saniyelik görüşme yapıldığı; saat 16.14.35’te sanığın maktulü aradığı ve aralarında 221 saniyelik görüşme yapıldığı, sanığın maktulü saat 16.18.23’te aradığı ve aralarında 92 saniyelik görüşme yapıldığı, yine sanığın maktulü saat 16.33.54’te aradığı ve aralarında 164 saniyelik görüşme yapıldığı; sanıkla maktulün birbirlerine çok sayıda mesaj gönderdiklerine dair kayıtların bulunduğu,
Dosya arasında bulunan düğün davetiyesinde; Cahide ve … ailesinden Ayşenur ile Yasemin ve … ailesinden Ayberk için 14.07.2017 tarihinde kına gecesi, 15.07.2017 tarihinde düğün yapılacağına dair ibarelerin bulunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … Savcılıkta; maktul …’in annesi olduğunu, Ali ile Ayşenur’un yaklaşık 1,5 yıl önce nişanlandıklarını, olay tarihinden 12 gün sonra da düğünlerinin olacağını, bu nedenle çeyiz ve ev hazırlığı yaptıklarını, ortak yaşayacakları evin tutulduğunu ve eşyasının taşındığını, mobilyalardan birinin ayağı arızalı olduğu için tamir etmek gerektiğini, eşinin bu mobilyaya ait fotoğraf istemesi üzerine öğle saatine kadar uyuyan oğlu Ali’nin uyanınca nişanlısı Ayşenur’u aradığını ve fotoğraf istediğini, fotoğrafın olmadığını öğrenmesi üzerine evin anahtarını almak için Ayşenur’un evine arkadaşı Deniz’le birlikte gittiğini, olay günü ve nişanlılık dönemi boyunca oğluyla nişanlısı arasında önemli bir sorun yaşanmadığını, telefonda konuştukları sırada da tartışma yaşanmadığını, hatta nişanlısına “Aşkım” diye hitap ettiğini, her ilişkide olabilecek ufak tefek sorunlar olduğunu, oğlunun, nişanlısına karşı şiddet uyguladığını görmediğini ve duymadığını, nişanlısının ailesiyle de görüştüklerini, herhangi bir sıkıntılarının olmadığını, sonradan oğlunun arkadaşlarından duyduğuna göre, oğlu Ali’nin, arkadaşı Deniz ve Deniz’in arkadaşı Serkan’la birlikte Ayşenur’un evine gittiklerini, Deniz ve Serkan’ın arabada beklediklerini, oğlu Ali’nin yukarı çıktığını, kısa bir süre sonra Deniz ve Serkan’ın, oğlunun sesini duyup camdaki Ayşenur’u gördüklerini, Ayşenur’un akrabası olan çocuğun kendilerini çağırması üzerine eve çıktıklarını, oğlu Ali’nin yaralı vaziyette olduğunu, ambulans çağırmak istediklerini ancak Ayşenur’un kesik olduğunu söyleyerek araçla götürmelerini söylediğini, oğlunu geldikleri arabaya bindirerek hastaneye götürdüklerini, hastaneye giderken yanlarında sanık …’un da olduğunu öğrendiğini,
Mahkemede; Ayşenur aradığında oğlunun telefonunun sessizde olduğunu, bir süre sonra uyanan oğlunun, telefona baktığında arandığını anladığını, nişanlısıyla görüşüp uyuyor olduğunu söylediğini, daha sonra hazırlanıp evden çıktığını, yaklaşık 2 saat sonra da bu olayı öğrendiklerini, telefonla nişanlısıyla konuşurken bir tartışma olmadığını,
Katılan … Mahkemede; olayı görmediğini, olay günü oğlu Ali’nin kendisini arayıp taşınacağı evdeki koltuğun bacağının kırık olduğunu söylediğini, oğluna koltuğun fotoğraflarını çekip mobilyacıya göndermesini söylediğini, iş çıkışı oğlunu aradığını ancak ulaşamadığını, hastaneye gittiğinde olayı öğrendiğini, şikâyetçi olduğunu,
İnceleme dışı sanık Fatih Ardıç Kollukta müdafi eşliğinde; halasının kızı olan …’ın 2 hafta sonraki düğünü için çeyiz taşıma işlerinde yardım etmek amacıyla Zonguldak’tan İstanbul’a geldiğini ve halasının Esenyurt’taki evlerinde kalmaya başladığını, 03.07.2017 tarihinde kahvaltı yapmak için dışarı çıktığını, halası, eniştesi ve oğulları Emre’nin sabahtan işe gittiklerini, kahvaltısını yapıp biraz dolaştıktan sonra saat 16.00-17.00 sıralarında eve geldiğini, evde sadece sanık …’ın olduğunu, 1 saat kadar oturduktan sonra Ayşenur’un nişanlısı olan …’in geldiğini, …’in eve girer girmez Ayşenur’a hitaben “Orospu çocuğu, seni sürtük, sen kimsin, sen kendini ne zannediyorsun?” dediğini, Ayşenur’un, nişanlısından sakin olmasını istediğini, küfretmeye devam eden …’in, Ayşenur’u darbetmeye başladığını, bir süre darbettikten sonra eline aldığı ufak elektrikli süpürgeyle Ayşenur’u darbetmeye devam ettiğini, …’i tutarak kendisine engel olmaya çalıştığını ancak kendisinden kurtularak tekrar Ayşenur’un üstüne gittiğini, bunun üzerine Ayşenur’un mutfağa kaçtığını, kıstırıldığı için mutfak tezgâhının üzerindeki beyaz saplı bıçağı eline aldığını ve …’e artık kendisine vurmamasını söylediğini, …’in dinlemeyerek Ayşenur’un üstüne elindeki elektrik süpürgesiyle yürümeye devam ettiğini, Ayşenur’un elindeki bıçağı hiç hareket ettirmediğini ve sağa sola savurup hamle yapmadığını, yaralanma kısmını tam olarak görmediğini, arbede sonrasında …’in yaralandığını, Ayşenur’un dışarıda bekleyen …’in arkadaşlarına seslenerek yardım istediğini, Ayşenur ile …’in arkadaşlarının, …’i birlikte hastaneye götürdüklerini, kendisinin evden çıkmadığını, evde tek başına kaldığını, hiçbir yere dokunmadan odaya gidip yattığını, bir süre sonra uyandığında hâlâ tek başına olduğunu ancak evdeki kan lekelerini temizlenmiş hâlde gördüğünü, bıçağın da temizlenmiş olduğunu, sonrasında eve aile fertleri ve polislerin geldiğini,
Mahkemede; maktul …’e kapıyı kendisinin açtığını, kapıyı açar açmaz …’in kendisini iterek sanık …’a küfretmeye başladığını, bir arbede yaşandığını, müdahale ettiğinde kendisini ittirip yere düşürdüğünü, daha sonra Ayşenur’un mutfağa kaçtığını ancak …’in de arkasından gittiğini, hatta orada elektrik süpürgesi ile Ayşenur’a vurduğunu, o sırada Ayşenur’un mutfaktan bıçak aldığını ve “Üzerime gelme, vurma” diye ikaz ettiğini, o sırada tekrar müdahale etmek istediğini, …’in tekrar kendisini ittirip yere düşürdüğünü, o arada ikisi arasında arbede yaşandığını, yerden kalktığında …’in Ayşenur’un üzerine çullandığını, …’in yere düştüğünü, o anda yaralanmış olduğunu gördüğünü, bunun üzerine Ayşenur’un, …’in arkadaşlarını aradığını ve …’i hastaneye götürdüklerini,
Tanık Turan Akkaya Savcılıkta; …’ın ailesiyle birlikte ikamet ettiği Esenyurt Kiptaş konutlarında güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, akşam üzeri saat 17.30 sıralarında Ayşenur’un nişanlısı olarak bildiği …’in beyaz renkli, Şahin marka bir araçla iki arkadaşıyla birlikte siteye giriş yaptığını, tahminen 40 dakika kadar sonra aynı aracın hızlı bir şekilde çıkışa geldiğini, önde …’in arkadaşlarının, arka tarafta ise Ayşenur’un oturduğunu, …’i araç içerisinde görmediğini, muhtemelen arka koltukta yattığını, heyecanlı bir şekilde kendisine en yakın hastaneyi sorduklarını, kendilerine Avcılar Anadolu Hastanesini tarif ettiğini, Ayşenur ile …’in daha önce herhangi bir tartışma ya da kavgalarına tanık olmadığını,
Tanık … Savcılıkta; …’in çocukluk arkadaşı olduğunu, …’in yaklaşık 1,5 yıldır …’la nişanlı olduklarını, düğün için ev hazırladıklarını, olay tarihinde …’in aradığını ve kendisini nişanlısına götürüp götüremeyeceğini sorduğunu, …’in nişanlısından evin anahtarını alarak mobilya tamiri için yeni evlerine gideceklerini, arkadaşı Serkan’la birlikte öğleden sonra yola çıktıklarını, …’i evinden alıp Ayşenur’un evine gittiklerini, …’in, kendilerine dışarıda beklemelerini söylediğini, …’in gayet neşeli olduğunu, eve gittikten yaklaşık yarım saat sonra Ali’nin bağırma sesini daha doğrusu haykırışını duyduğunu, sonrasında Ayşenur’un cama çıktığını ve kendilerini görünce geri kaçtığını, onun arkasından da Ayşenur’un yeğeninin cama çıkarak kendilerini yukarı çağırdığını, aşağıya inerek apartman kapısını da açtığını, yukarı çıkarken “Çabuk olun kötü şeyler oldu” dediğini, eve girdiklerinde …’i yerde gördüklerini, …’in kendinde olmadığını, Ayşenur’un “Hemen hastaneye götürelim” dediğini, ambulans çağırmayı teklif ettiğini ancak Ayşenur’un araçla götürmek istediğini, hep beraber Avcılar Anadolu Hastanesine gittiklerini, nişanlılıkları boyunca …’in Ayşenur’a karşı şiddet uyguladığını görmediğini ve duymadığını, herhangi bir sorunları olmadığını,
Mahkemede; …’i kanlar içinde görünce panik yapıp ambulans çağırmadan …’i kendilerinin hastaneye götürdüklerini, Ayşenur’un kendilerine şakalaşma sırasında bıçağın Ali’yi sıyırdığını söylediğini, Ayşenur’la … arasında küfürleşme ya da başka bir olaya şahit olmadığını, Ayşenur’un bulunduğu eve giderken Ayşenur ile … arasında telefon görüşmesi hatırlamadığını, …’in gayet mutlu bir şekilde eve gittiğini, dışarıda …’in gelmesini beklerken yukarıdan bir ses duyduğunu, acı içerisinde bağırıldığını duyduğunu ve bu sesin …’ten geldiğini anladığını, bu şekilde tek bir ses duyduğunu, bunun bir “Ah” sesi olduğunu, Ayşenur’un hem ağladığını hem de şok hâlinde olduğunu, olayın büyüklüğünü bilmedikleri için Ayşenur’u sakinleştirmeye çalıştıklarını, Ayşenur’un “Ne yapacağım?” diye kendi kendine konuştuğunu,
İfade etmişlerdir.
Kollukta susma hakkını kullanan sanık … Savcılıkta; … ile yaklaşık 1,5 yıldır nişanlı olduklarını, olay tarihinden birkaç gün sonra da nikâh ve düğün törenlerinin olacağını, bunun için hazırlık yaptıklarını, ev tuttuklarını, olay tarihinde ilk olarak telefonla görüştüklerini, …’in agresif bir tavrının olduğunu, …’in daha sonra tekrar telefonla aradığını, birkaç saattir neden kendisine cevap vermediğini sorduğunu, evde olduğunu, iş yaptığını söylediğini, bunun üzerine kendisine küfretmeye başladığını, bu şekilde peşi sıra birkaç kez arayarak küfürlerini yinelediğini, tartıştıklarını, …’in öğleden sonra saat 16.30-17.00 sıralarında arkadaşlarıyla birlikte eve geldiklerini, arkadaşlarının dışarıda beklediklerini, evde kendisinden başka kuzeni Fatih’in olduğunu, …’in içeri girer girmez üzerine yöneldiğini, telefonda söylediği sözleri tekrarladığını, küfrettiğini, kendisini iteklemeye ve vurmaya başladığını, boğazından tuttuğunu, evdeki uzun saplı süpürge ile vurmaya kalkıştığını, kolunu siper ettiği için kolundan yaralandığını, kuzeni Fatih’in ayırmaya çalıştığını ancak başarılı olamadığını, mutfağa kaçtığını, …’in peşinden geldiğini, tekrar vurmasını engellemek için tezgâhta rastgele bulduğu bıçağı eline aldığını ve ona doğru tuttuğunu, üzerine gelmemesini söylediğini, yine üzerine geldiğini, bu sırada bıçağın sol koltuk altından nasıl olduysa …’e isabet ettiğini, önce yaralandığını söylediğini, kan gelmediğini, daha sonra mutfaktan dışarı çıktığında yere çöktüğünü, dışarıdaki arkadaşlarını aradığını ve …’i hep birlikte arkadaşlarının arabasıyla Avcılar Anadolu Hastanesine götürdüklerini, kendisini öldürmek gibi bir niyetinin olmadığını, kendisine vurması nedeniyle buna engel olmak istediğini, daha önce de tartışmalarının olduğunu, hatta birkaç kez kendisine vurarak da şiddet uyguladığını, neden bu şekilde davrandığını bilmediğini,
Tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğinde; …’in sabahtan beri telefonla arayıp hakaretlerde bulunduğunu, kendisini 3-4 saat boyunca aramaması nedeniyle böyle davrandığını düşündüğünü, kendisine 3-4 saattir ne işler karıştırdığını sorduğunu, …’in eve geldiğinde yanında kuzeni Fatih’in bulunduğunu, kapıyı açtığında …’in üzerine doğru gelip hem küfredip hem de darbetmeye başladığını, boğazını tuttuğunu ve kapının kenarında bulunan süpürgeyi alarak vurmaya başladığını, bu sırada Fatih’in araya girdiğini ancak …’e engel olamadığını, o sırada mutfağa kaçtığını, mutfak tezgâhındaki bıçağı eline aldığını, …’in hâlâ elindeki süpürge ile üzerine doğru geldiğini, elindeki bıçağı hiç hareket ettirmediğini ve bir hamlede bulunmadığını, bıçağın üzerinde doğru gelen …’e saplandığını, ilk başta şaka yaptığını düşündüğünü, çünkü ilk aşamada kan gelmediğini, daha sonra … yere oturduğunda kan gördüğünü, hemen dışarıdaki arkadaşlarına haber verdiğini ve …’i birlikte hastaneye götürdüklerini,
Mahkemede; olay günü telefonda konuşurken …’in bağırdığını, “Neden telefonu açmıyorsun, bakmıyorsun?” dediğini, kendisinden sakin olmasını istediğini, defalarca ağır küfürler ettiğini, bunun üzerine telefonu kapattığını, daha sonra tekrar aradığını ancak telefonu açmadığını, evde sadece kuzeni Fatih ile birlikte olduğunu, eve gelen …’in kendisine saldırıp dövdüğünü, kuzeni Fatih’in araya girmeye çalıştığını fakat başaramadığını, mutfağa doğru kaçtığını, burada elektrik süpürgesinin sopası ile başına doğru vuracakken kolunu kaldırıp engel olduğunu, üzerine gelmeye devam ettiğini, bu sırada mutfak tezgâhı üzerinde bulunan bıçağı eline aldığını, ancak bıçağı sağa sola sallamadığını ve savurmadığını, …’e “Beni mi öldüreceksin?” dediğini, üzerine çullandığı sırada bıçağın …’e battığını ancak bunu fark etmediğini, kendisi bıçağın battığını söylediğini, “Şaka mı yapıyorsun?” dediğini, “Hayır, gerizekalı, şaka değil” diye cevap verdikten sonra bir iki adım atıp yere çöktüğünü, …’i çok sevdiğini, hayallerinin olduğunu, öldürmek gibi bir kastının olmadığını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
1- Sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu mu yoksa kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu mu oluşturduğu;
5237 sayılı TCK’nın “Kasten Öldürme” başlığı altında düzenlenen 81. maddesi;
“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” hükmünü içermektedir.
“Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesinin 4. fıkrası ise suç ve karar tarihindeki hâli ile;
“Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur”, şeklinde iken 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürülüğe giren 7242 sayılı Kanun’un 12. maddesiyle, bu fıkrada yer alan “onaltı” ibaresi “onsekiz” şeklinde değiştirilmiş, TCK’nın 87. maddesinin 4. fıkrası “Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Konuya ilişkin TCK’nın 87. maddesinin gerekçesinde ise; “Dördüncü fıkrada, kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmiş olması hâline ilişkin hükme yer verilmiştir. Neticesi sebebiyle ağırlaşmış bu kasten yaralama hâllerinde, failin bu ağır neticeden sorumlu tutulabilmesi için, ‘Genel Hükümler Kitabı’nda yer alan netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara ilişkin hükümler, burada da geçerlidir” açıklamasına yer verilmiştir.
765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161.).
765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir.
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, İstanbul 2015, s. 286 vd; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, A.Caner Yenidünya, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, c 3, s. 2484 vd.).
5237 sayılı TCK’nın 23. maddesinde düzenlenmiş bulunan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suça ilişkin genel kuralın, özel hükümler arasında kendisine yer bulduğu maddelerin başında gelen TCK’nın 87. maddenin 4. fıkrasına göre, gerçekleştirilen kasten yaralama eylemi TCK’nın 86. maddesinin 1. fıkrası veya 1. fıkrası ile birlikte 3. fıkrası kapsamında bulunur ve bunun sonucunda da ölüm meydana gelirse, en azından taksirle hareket etmiş olmak şartıyla faile belirtilen cezaların verileceği öngörülmektedir.
Kasten yaralama sonucu mağdurun ölmesine ilişkin TCK’nın 87. maddesinin 4. fıkrasının uygulanması için;
a- Failin yaralama kastı ile hareket etmesi,
b- Mağdurun TCK’nın 86. maddesinin birinci maddesi kapsamında yaralanmış olması veya 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesi,
c- Failin eylemi ile arasında illiyet bağı bulunacak şekilde mağdurun ölmesi,
d- Failin meydana gelen ölüm sonucuna ilişkin en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Buna göre, fail mağduru yaralamak amacıyla hareket etmeli, mağdurun yaralanacağını bilmeli ve bu sonucu istemelidir. Bununla birlikte fail mağdurun yaralanmasını değil de, ölmesini istemiş ve ölüm meydana gelmiş ise bu durumda kasten öldürmeden sorumlu tutulacaktır.
Madde metnine göre faile verilecek ceza belirlenirken kasten yaralama suçunun düzenlendiği TCK’nın 86. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına yollama yapılmıştır. O hâlde, mağdurun basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek dereceden daha ağır şekilde yaralanması gerekmektedir. Anılan maddenin 2. fıkrasında karşılığını bulan basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde meydana gelen yaralamalarda 87. maddenin 4. fıkrası uygulanamayacaktır.
Üçüncü şart olarak mağdurun ölmesi ve failin eylemi ile mağdurun ölümü arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
Son olarak, failin meydana gelen bu ölüm sonucundan, en az taksir derecesinde bir kusurunun bulunması gerekir.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Kasten öldürme” başlığı altında 81. maddesinde düzenlenen suçun manevi unsuru öldürme kastı iken, 87. maddesinin 4. fıkrasına düzenlenen yaralama sonucunda ölüme neden olma suçunun manevi unsuru yaralama kastıdır. O hâlde, kasten öldürme suçu ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki ayırıcı kriterlerden en önemlisi manevi unsur farklılığı olacaktır. Suçun vasıflandırılması için failin kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğu büyük önem taşımaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 21/1. maddesine göre, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifadeyle, failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir.
İlkeleri, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere, bir eylemin kasten öldürmeye teşebbüs mü, yoksa kasten yaralama mı sayılacağının belirlenmesinde; fail ile mağdur arasında husumet bulunup bulunmadığı, varsa husumetin nedeni ve derecesi, failin suçta kullandığı saldırı aletinin niteliği, darbe sayısı ve şiddeti, mağdurun vücudunda meydana getirilen yaraların yerleri, nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkânı olup olmadığı, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmalıdır.
Kastın belirlenmesi açısından her bir olayda kullanılması gereken ölçütler farklılık gösterebileceğinden, tüm bu olguların olaysal olarak ele alınması gerekmektedir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yaklaşık 1,5 yıldır nişanlı olan sanık … ile maktul …’nin 15.07.2017 tarihinde yapılacak düğünleri için hazırlık yapıp evlerine eşya yerleştirdikleri, 03.07.2017 tarihinde maktul …’in, evdeki mobilyalardan birinin tamiri için sanık …’u aradığı ancak uzun bir süre kendisine ulaşamadığı, maktul …’in kendisini aradığını sonradan fark eden sanık …’un maktulü aradığı, maktulün sanığa telefonuna uzun süre bakmaması nedeniyle bağırdığı ve küfrettiği, daha sonra maktul …’in saat 16.30 sıralarında, sanık …’dan birlikte yaşayacakları evin anahtarını almak için arkadaşları olan Deniz ve Serkan ile birlikte araçla sanık …’un ailesiyle birlikte yaşadığı eve gittikleri, Deniz ve Serkan’ın maktul …’i aşağıda bekledikleri, maktul …’in sanık …’un evine tek başına gittiği, o esnada evde sanık …’un yanında kuzeni olan inceleme dışı sanık Fatih Ardıç’ın da bulunduğu, maktul …’in eve girer girmez önceki tartışma nedeniyle sanık …’a bağırarak küfrettiği, aralarında çıkan tartışmanın büyümesi üzerine maktul …’in elektrikli süpürgenin sapını eline alarak sanık Ayşegül’ü darbetmeye başladığı, Fatih Ardıç’ın araya girmek istediği ancak maktul …’in Fatih Ardıç’ı itekleyerek uzaklaştırdığı, sanık …’un mutfağa yöneldiği, maktul …’in ise sanığın üzerine gitmeye devam ettiği, bu esnada mutfak tezgâhı üzerinde bulunan bıçağı eline alan sanık …’un, üzerine gelmekte olan maktul …’in sol göğüs bölgesine doğru elindeki bıçağı 1 kez sapladığı, maktulün yere yığıldığını ve üzeriden kan geldiğini gören sanık …’un, maktulün aşağıda bekleyen arkadaşlarını çağırdığı ve maktul …’i birlikte hastaneye götürdükleri, maktul …’in, sol 5. interkostal aralık ön aksiler hattan vücuduna giren ve sol akciğer orta lobu tam kat keserek perikardı kesen ve sonrasında sol ventrikül duvarını keserek sol ventrikül arka kısmında papiller kasta trajesi sonlanan delici kesici alet yaralanması nedeniyle iç organ kesisinden oluşan iç kanama sonucu öldüğü olayda;
Evlilik hazırlığı içerisinde olup 1,5 yıldır nişanlı olan sanıkla maktul arasında olay öncesinde öldürmeyi gerektirecek ölçüde bir husumet olduğuna dair kesin bir belirleme yapılamamakla birlikte, olay tarihinde maktul …’in, telefonlarına uzun süre bakmayan sanığa bağırarak küfretmesi ve akabinde evde yaşanan tartışma sırasında küfürlerine devam ederek eline aldığı elektrik süpürgesi sapıyla sanığı darbetmesi karşısında, sanık …’un yaşanan tartışma esnasında maktule duyduğu kızgınlık nedeniyle öldürme suçu bakımından elverişli nitelikteki bıçağı eline alması, maktulde tek bir bıçak darbesi olmasına rağmen sanığın, maktulün hayati nitelikteki sol göğüs bölgesini hedef alarak maktulün akciğer ve kalbini yaralayacak ölçüde ve şiddetle bıçaklamış olmasıyla birlikte sanığın olay esnasındaki davranışları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; sanığın eyleme bağlı olarak ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olduğu ve eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğnden bozulmasına, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince verilen istinaf başvurularının esastan reddine dair karar aleyhine yönelen temyiz bulunmadığı anlaşıldığından, ceza miktarı bakımından aleyhe değiştirme yasağının gözetilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Maktül ile evlilik hazırlığında olan sanık …’ın, olay günü sırf telefonunu açmadığı için evine kadar gelerek kendisini darp eden maktülden kurtulmak amacıyla mutfağa kaçarak eline geçirdiği bıçağı rastgele sallaması üzerine bıçağın maktülün göğüs bölgesine isabet etmesi sonucunda ölüm olayının meydana gelmesinden ibaret eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma yada adam öldürmek suçlarından hangisini oluşturacağı konusunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için, fail ile mağdur arasındaki husumetin nedeni ve niteliği, failin suçta kullandığı aracın mahiyeti, darbe sayısı ile mesafesi, mağdurun vücudunda oluşan yaraların yerleri ile nitelik ve nicelikleri, hedef seçme imkanı olup olmadığı, olayın akışı ve sebebi ve failin işlemeyi kastettiği suçun oluşmasına iradesine dışında engel bir halin bulunup bulunmadığı hususları toplanan deliller ışığında irdelenerek sanığın eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma ve kasten adam öldürme suçlarından hangisini oluşturacağının yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak belirlenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2008 tarihli ve 2008/1-88 E., 2008/184 K. sayılı kararına göre ise, öldürme kastının varlığı için;
1-) Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı, öldürmeyi gerektirir bir husumetin bulunup bulunmadığı,
2-)Olayda kullanılan vasıtanın öldürmeye elverişli olup olmadığı,
3-) Mağdurdaki darbe sayısı ve şiddeti,
4-)Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati önem taşıyıp taşımadığı,
5-) Failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir sebepten dolayı mı son verdiği,
6-) Olay sonrası mağdura yönelik davranışları
Hususları dikkate alınmalıdır.
Failin kastının belirlenmesinde başvurulan ölçütlerden hepsinin, öldürme kastını ortaya koyacak şekilde aynı olayda gerçekleşme zorunluluğu yoktur. Ölçütlerden sadece birisinin gerçekleştiği durumda, failin kastının insan öldürmeye yönelik olduğu; buna karşılık ölçütlerden çoğunun gerçekleştiği durumlarda failin kastının yaralamaya yönelik olduğu söylenebilir. Örneğin, mağdura karşı bıçakla birden fazla darbede bulunulması ve tarafların arasında daha önceden bir husumetin bulunması halinde şayet darbe, mağdurun hayati bölgesine vurulmamışsa veya mağdurun hayati bölgesine karşı hareket etmesine rağmen, öldürmeye elverişli bir aletle saldırı söz konusu değilse öldürme kastından değil, yaralama kastından bahsedilebilecektir. Bu açıdan esas olan, somut olayın özelliğidir. Hakim, yukarıda sayılan şartlar çerçevesinde karar tesis ederken ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesini de gözetmeli ve sanıkların öldürme kastı ile hareket ettiği hususunda tereddüt yaşadığı halde kasten yaralama hükümlerini uygulamalıdır.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.06.2011 tarihli ve 2011/1-114 E., 2011/150 K. sayılı kararına göre,
‘Aralarında önceye dayalı öldürmeyi gerektirecek husumetleri olmayan ve çıkan tartışma sebebiyle gece geç saatlerde aniden gelişen ve hedef seçme olanağı bulunmayan kavganın hareketli ortamında, ele geçmeyen kesici aletlerle mağdurları yaralayan sanıkların eyleminde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 1. Ceza Dairesi’nin süreklilik kazanmış uygulamalarıyla hayati tehlike yaratan isabetlerin bir adetle sınırlı kalması gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların öldürme kastıyla hareket ettikleri kuşkulu kalmaktadır. Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan ‘in dubio pro reo’ yani ‘kuşkudan sanık yararlanır’ kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, sanıklar N. ve S.’nin, mağdurlar D. ve T.’yi öldürme kastlarıyla hareket ettiklerini gösteren kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığından, eylemlerinin kasten yaralama olarak kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Bu itibarla, Yerel Mahkemece kanıtların hatalı değerlendirilmesi ve dosya kapsamına uymayan gerekçeler ve kabulle, sanıkların eylemlerinin öldürmeye kalkışma olarak nitelendirilmesi suretiyle direnme kararı verilmesi ve hüküm kurulması isabetsiz olup, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir’.
Y.C.G.K. tarafından, somut olayımıza çok benzeyen ancak çok daha vahim olan aşağıda özetlenen olayda;( 2019//59 K );kasatura gibi silahın ucuna takılı son derece etkili bir silahla ölümcül bölgeye yapılan darbe TCK’nın 87/4 maddesi kapsamında değerlendirilirken ölümcül bölgeye isabet eden darbenin tek başına öldürme kastına delalet etmeyeceği çok net bir şekilde ifade edilmiştir.
‘Bir numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gelişen olayda; askerlik hizmetini yerine getirmek için silah altında bulunan sanık Piyade Er Sedat Başakçi ile maktul Yusuf Alver’ın olaydan önce birbirlerini tanımamaları, aralarında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmaması, maktulün tanık Umut’u kovaladığı sırada sanığın yumruk atarak maktule müdahale etmesinden sonra yumruğun tesiri ile yere düşen maktulün sanığa doğru hamle yapması üzerine sanığın tüfeğinin ucuna takılı süngüyle maktulün göğüs bölgesine bir kez vurması, maktulün göğüs bölgesinden kan geldiğini görünce herhangi bir engel durum bulunmamasına karşın eylemine kendiliğinden son vermesi, olay günü saat 20.17’de güneşin battığı göz önüne alındığında havanın kararmaya başladığı ortamda çıkan arbede sırasında sanığın özellikle maktulün hayati önem taşıyan göğüs bölgesini hedef alarak hareket ettiğinin saptanamaması, maktulün vücudundaki ikinci kesici delici alet yarasının maktulün bacağında yer alması, sanığın olaydan hemen sonra yardım getirmesi için tanık Umut’u Karakola göndermesi karşısında; sanığın olay öncesi, olay esnası ve sonrasındaki davranışları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, öldürme kastıyla değil yaralama kastıyla hareket ettiği, yaralama eylemiyle maktulün ölümü arasında illiyet bağı bulunduğu anlaşıldığından eyleminin kasten yaralama sonucu öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2018/324 K, Yargıtay . 1 Ceza Dairesinin 2008/3203 K-2012/8682 K sayılı ilamları aynı doğrultudadır.
Y.C.G.K.nun 2008/165 K-2016/451 K-2018/308 K sayılı ilamlarında; öldürmeye elverişli silahlar ile gerçekleştirilen darbelerin hayati bölgelere isabet etmesine rağmen, yukarıda örnek içtihatlarda açıklanan gerekçelerle, her üç olayın sanığının da eylemleri kasten yaralama sonucunda ölüme neden olma suçu olarak nitelendirilmiştir.
Öğretide Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından adam öldürmeye teşebbüs suçu ile kasten adam yaralamak suçunu ayıran kriterler aşağıda açıklandığı üzere;
‘Sadece suçun maddi unsuru kapsamında incelenen ‘icra hareketleri’ esas alınarak, failin hangi suçtan sorumlu tutulacağını belirlemek isabetli değildir. Önemli olan, failin kastının hangi suçu işlemeye yönelik olduğunu anlamak ve bu konudaki tereddütleri ortadan kaldırmaktır. Meydana gelen bir kavgada fail ile mağdur arasında önceye dayalı veya o an başlamış bir husumet tespit edilememiş, olayın oluş şekil de kasten öldürme suçunu gündeme getirmemekte ve olay sonundaki netice, mağdurun hayati önem taşıdığı kabul edilen vücut bölgelerine vurulan birkaç basit bıçak darbesinden ibaret ise, bu durumda suçun manevi unsuru kapsamına giren failin kastını bir kenara bırakarak, yalnızca suçun maddi unsuru içinde değerlendirilen yara yerlerinden ve olayda kullanılan vasıtadan yola çıkılarak TCK m.81’deki suç ile ilgili teşebbüs hükümlerinin tatbikinde hukuka uygunluk bulunmayacaktır’” şeklinde özetlemiştir.
Somut olayımızda maktül ile evlilik hazırlığında olan sanığın, olay günü maktül tarafınan telefonla aranmasına karşın, telefonu açmamasına sinirlenen maktülün evinde kadar gelerek evde bulunan bir yakınının yanında kendisine saldırması üzerine sırf saldırıdan korunmak amacıyla eline geçirdiği bıçağı rastgele bir defa sallamaktan ibaret eyleminde yaralama kastıyla hareket ettiğine dair dosya içeriğinden tespit edilen kriterleri şu şekilde özetlemek mümkündür.
1-)Maktül ile evlilik hazırlığında olan sanık arasında; olay öncesinde öldürmeyi gerektirecek herhangi bir bir husumetin bulunmaması,
2-)Sanığın, nişanlısı olan maktül tarafından telefonla aranmasına karşın telefonuna bakmadığı için evine kadar gelerek gelerek saldırıda bulunan maktülün darbelerinden kurtulmak isterken, mutfakta eline geçirdiği bıçağı rastgele sallarken tek bıçak darbesi ile yetindiği gibi mücadele esnasında kendisinden oldukça güçlü olduğu düşünülen maktülün ölümcül bölgesini hedeflediğine dair herhangi bir tespitin yapılmamış olması,
3-)Olay sonrası, maktülün direncenin kırılması üzerine hiçbir engel olmadığı halde eylemine devam etmeyen sanığın, maktülün yaralandığını görünce kurtarabilmek amacıyla derhal arkadaşlarına haber vererek yardım istemesi,
Yukarıda örnek olarak gösterilen içtihatlarda, kastın belirlenmesinde ölüme neden olan tek darbenin hayati bölgeye isabet etmesinin başlı başına öldürme kastını göstermeyeceği, çok net bir şekilde ifade edilmiştir. Somut olaayımızdan çok daha vahim olan 2019/59 K sayılı ilamda, kasatura ile maktülün göğüs bölgesine vuran sanığın eylemi TCK’nın 87/4 maddesi kapsamında değerlendirilirken uyuşmazlığa konu olayın kasten adam öldürme suçunu oluşturduğunun kabul edilmesi suretiyle çelişkiye düşüldüğü gibi sayın çoğunluğun örnek olarak gösterilen içtihatlara aykırı görüşünün yerleşik uygulamaya dönüşmesi halinde hayati bölgelere isabet eden ve ölümle sonuçlanmayan her kasten yaralama eylemi, kasten adam öldürmeye teşebbüs suçuna dönüşecek ve buna bağlı olarak TCK’nın 87/1-2 maddesinin uygulama alanı son derece sınırlandırılacaktır. Bir taraftan kişilerin bitkisel hayata girmesine neden olacak yaralanmaları dahi TCK’nın 87/2 maddesi kapsamında düzenleyen yasa koyucunun, diğer taraftan anılan maddenin uygulanmasını neredeyse imkansız hale getirecek düzenlemeye aynı anda yer vermesinin bütün çağdaş anayasalarda temel bulan ‘ kanunkoyucu abesle iştigal etmez’ ilkesine aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Ayrıca somut olayımızda olduğu gibi tek bir kriterden yola çıkılarak (‘ darbenin ölümcül bölgeye isabet etmesi gibi’) varılan sonucun ceza hukukukunun olmazsa olmazı olan ve bizim kanunumuzun 3 maddesinde düzenlenen ‘hakkaniyet ve orantılılık’ ilkelerine aykırı sonuçların ortaya çıkmasına ve buna bağlı olarak uzun vadede yargıya duyulan güvenin azalarak toplumda adalet duygusunun zedelenmesine yol açacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Zira bizim yasamızda TCK’nın 29 maddesindeki tahrik hükümleri ile hukuka uygunluk nedenleri olarak öngörülen TCK’nın 25, 27 maddeleri arasında orta yolu bulacak başka bir indirim ya da hukuka uygunluk nedeni bulunmamaktadır. TCK’nın 62 maddesindeki indirim nedeninin de çoğu kez somut olay adaletinin ortaya çıkmasını sağlayamaya yetmediği bilinen bir gerçektir. Uyuşmazlığa konu olayda TCK’nın 25 veya 27 maddelerindeki koşulların oluşmadığının açıkça anlaşılmasına karşın, TCK’nın 29 maddesindeki tahrik indirimi en üst oranda yapılsa dahi ortaya çıkacak sonucun kamuoyu vicdanını yaralayacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Birde yargılamaya konu edilen olayın bütün özellikleriyle birlikte sanığın davranışlarının tamamı yerine tek bir kriterden yola çıkılarak sırf yapılan darbenin isabet ettiği bölgeye göre öldürme ya da yaralama kastının belirlenmesinin, çoğu zaman uygulayıcının elinin, kolunun bağlanarak hakkaniyete uygun olmayan kararların ortaya çıkmasına seyirci kalmak zorunda bırakılması sonucunu doğurur ki çağdaş hiçbir hukuk sisteminin, vicdanları yaralayan sonuçların ortaya çıkmasına izin vermesi beklenemez. Kaldı ki, sanığın bıçağı sallarken ölümcül bölgeyi hedeflediğine dair kabulün’ Ceza Muhakemesi Hukuku”nun en temel ilkelerinden birisi olan ‘şüpheden sanık yararlanır ilkesi’ ne de aykırı olacağı açıktır. Zira öğretide ve uygulamada duraksamaya yer vermeyecek şekilde vurgulandığı üzere; ceza yargılamalarında amaç, gerçeğin hiçbir şüpheye yer bırakılmaksızın ortaya çıkarılmasıdır; şüphenin bulunması halinde, mahkûmiyet kararı verilmesi ceza yargılaması hukukunun genel ilkelerine aykırıdır; şüpheden sanığın yararlanacağı evrensel bir ceza yargılaması hukuku ilkesidir ve varsayımlara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı gibi şüpheli durumun sanık aleyhine yormlanması suretiyle eylemin niteliği de belirlenemez. Maktülden güçsüz olduğu düşünülen sanığın, yukarıda açıklanan çok basit bir neden yüzünden kendisine karşı şiddet kullanan maktülden kaçarken TCK’nın 27 maddesinin koşulları oluşmasa dahi anılan madde hükümlerinin en azından tartışılması gereken bir ortamda eline geçirdiği bıçağı rastgele sallarken ölümcül bölgeyi hedeflediğine dair savunmasının aksini ispatlayacak şekilde şüpheden arındırılmış kesin kanıtlar elde olunamadığı gibi bu hususta herhangi bir iddia dahi ileri sürülmemiştir. Sanığın yaşadığı olayın etkisiyle içerisinde bulunduğu psikolojik durumu hiç hesaba katmadan sadece bıçağın isabet ettiği bölge dikkakte alınarak öldürme kastının bulunduğunu kabul etmek, varsayımlara dayalı olarak kurulan mahkumiyet hükümlerinin geçerli olacağı sonucunu doğurur ki, böyle bir sonucun uzun yıllara dayanan içtihatlara ve öğretide duraksamaya yer vermeyecek şekilde benimsenen görüşlere aykırı olacağı açıktır. Zira seyrekte olsa çok basit nedenler yüzünden dahi kadına yönelen son derece vahim şiddet eylemleri sonucunda ölüm olaylarının meyda geldiği bilinen bir gerçek olarak karşımızda dururken, kendi evinde üstelikte bir yakınının yanında düğününden 4-5 ğün önce kendisine yönelen ve nerede ne şekilde sona ereceği bilinmeyen bir saldırıdan kurtulmak amacıyla eline geçirdiği bıçağı rastgele sallayan sanığın, profesyonel katillere taş çıkarırcasına bıçağı hedeflediği bölgeye isabet ettirmesinin hayatın olagan akışına ve normal hayat tecrübelerine aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Kaldı ki sanığın olay öncesi, sırası ve sonrasındaki davranışlarından hiç birisinin öldürme kastını desteklemediği dosya içeriğinden çok net bir şekilde anlaşılmıştır.
Yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere; maktül ile aralarında hiç bir husumet bulunmadığı gibi evlilik hazırlığında olan sanığın kendisine karşı vukubulan saldırıdan kurtulmak isterken tek bıçak darbesi ile yetindiği gibi olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışlarını birlikte değerlendiren yerel mahkemenin toplanan deliler ışığında sanık hakkında kasten yaralama sonucunda ölüme neden olma suçundan verdiği direnme kararının yerleşik içtihatlara ve Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun benzer olaylardaki içtihatlarına uygun olmasına karşın, somut olayımızda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun adı geçen sanık hakkında kasten adam öldürme suçundan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle direnme kararının bozulmasına ilişkin kararının Yüksek Yargıtayın çeşitli dairelerinin yerleşik içtihatlarına ve Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun kendi içtihatlarına aykırıcı olacağı gibi kanun önünde eşitlik hakkaniyet ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacağı da açıktır. Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından sanığın öldürme kastıyla hareket ettiği belirlenememiştir. Toplanan delillere ve yerleşik uygulamalara göre yerel mahkemece kasten yaralama suretiyle öldürme suçundan verilen mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmesi gerekirken, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun eylemin kasten adam öldürme suçunu oluşturduğundan bahisle direnme kararının bozulmasına dair kararına yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi de; sanığın eyleminin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanık hakkında haksız tahrik nedeniyle alt sınırdan uygulanan indirim oranının isabetli olup olmadığı;
İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir (Devrim Aydın, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.).
Haksız hareketin kişi üzerinde ve onun psikolojik aleminde bir tepki doğuracağını kabul eden modern ceza hukuku, failin bu durumunu değerlendirmekte, cezai sorumluluğunu azaltan bir sebep olarak görmektedir. Failin bu subjektif durumuna önem veren çeşitli ülkelerin ceza kanunlarında, failin cezasında belli oranlarda indirim yapılması esası kabul edilmiştir (M. Muhtar Çağlayan, Yargıtay İçtihatları Işığında Haksız Tahrik üzerine Bir İzah Denemesi, Adalet Dergisi, Ocak –Şubat, 1982, S.1, s.14.).
Bu düşünceden hareketle 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinde de haksız tahrik;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak kabul edilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sadır olmalıdır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 765 sayılı Kanun’da yer alan “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Birinci uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gelişen olayda; maktul …’in sanık …’a küfredip bağırması ve elindeki elektrik süpürgesi sapıyla vurması karşısında, maktulden sanığa yönelen haksız fiil niteliğindeki söz ve davranışlar nedeniyle sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanmasında isabet bulunmakla birlikte, sadece hakaretten ibaret haksız söz ve davranışlarda dahi haksız tahrik nedeniyle alt sınırdan indirim uygulandığı göz önüne alındığında, maktul …’in sanığa küfretmesinin yanında dosya içerisinde mevcut bulunan adli raporda da belirtildiği üzere sanığı kolundan ve boyun bölgesinden darbettiği anlaşıldığından, sanık hakkında haksız tahrik nedeniyle makul oranda indirim yapılması gerektiği gözetilmeden, daha basit haksız fiillerde uygulanma yeri bulunan alt sınırdan yapılan indirimin isabetli olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, sanık hakkında haksız tahrik nedeniyle makul oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmemesi suretiyle fazla ceza tayini isabetsizliğinden de bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.02.2020 tarihli ve 355-48 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün,
a) Sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi suretiyle eksik ceza tayini,
b) Sanık hakkında haksız tahrik nedeniyle makul oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmemesi suretiyle fazla ceza tayini,
İsabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesince 21.09.2018 tarih ve 939-1100 sayı ile verilen istinaf başvurularının esastan reddine dair karar aleyhine yönelen temyiz bulunmadığı anlaşıldığından, ceza miktarı bakımından aleyhe değiştirme yasağının GÖZETİLMESİNE,
3- Bozma nedeni, kasten öldürme suçu bakımından öngörülen koşullu salıverilme oranı ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak sanık müdafisinin tahliye talebinin REDDİNE,
4- Dosyanın Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 01.06.2021 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık bakımından oy çokluğuyla, ikinci uyuşmazlık ve sanık müdafisinin tahliye talebinin reddi bakımından oy birliğiyle karar verildi.