Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2020/350 E. 2020/529 K. 17.12.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/350
KARAR NO : 2020/529
KARAR TARİHİ : 17.12.2020

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 198-438

Sanık … hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, mükerrer açılan kamu davasının CMK’nın 223/7. maddesi uyarınca reddine ilişkin Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.05.2013 tarihli ve 8-373 sayılı hükmün, katılan … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 12.01.2016 tarih ve 15197-291 sayı ile;
“Sanığın, dava konusu taşınmazla ilgili olarak imar kirliliğine neden olmak suçundan dolayı Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/105 E. 2012/613 K. sayılı dosyası üzerinden yargılandığı, söz konusu dosyada suça konu tutanak tarihlerinin 12.03.2009 ve 03.04.2009 olduğu, dosyadaki iddianamenin 16.02.2012 tarihinde düzenlendiği, davamızdaki yapı tatil tutanağının ise 01.10.2012 tarihinde tutulduğu, ilk ve ikinci tutanak ile ilgili iddianame tanzim edilmesiyle eylemin hukuki kesintiye uğradıktan sonra üçüncü tutanağın tanzim edildiğinin anlaşılması karşısında, incelmeye konu üçüncü tutanağın ayrı bir suça esas teşkil edeceği düşüncesiyle yargılamaya devamla sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle kamu davasının reddine karar verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesi ise 24.05.2016 tarih ve 198-438 sayı ile;
“Sanık savunması, Bursa 8.Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/105 Esas, 2012/613 Karar sayılı ilamı, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporu, keşif sırasında dinlenilen tanıklar … ve …’un suça konu binanın iki kat olarak aynı anda yapıldığını ve 2009 yılından beri binanın üst katında sanığın oturduğunu beyan etmeleri karşısında sanığın Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesine dava açılan 16.02.2012 tarihinden sonra suça konu yerde her hangi bir değişiklik yaptığı hususunun sabit olmadığı, sanığın yeni bir eyleminin tespit edilemediği anlaşıldığından,” gerekçesiyle bozma kararına direnerek önceki hüküm gibi mükerrer açılan kamu davasının reddine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.12.2016 tarihli, 310944 sayılı ve “Ceza Genel Kuruluna gönderme” istekli tebliğnamesi ile dosyanın geldiği Yargıtay 18. Ceza Dairesince 06.02.2017 tarih ve 55-1131 sayı ile Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilen dosya 15.11.2019 tarih ve 293-663 sayı ile 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye iade edilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 10.09.2020 tarih ve 23016-9131 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan açılan kamu davasının mükerrer olup olmadığı ve bu bağlamda açılan davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Osmangazi Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü Yapı Kontrol Bürosu görevlilerince düzenlenen 01.10.2012 tarihli ve 2566 sayılı yapı tatil zaptına göre; zapta konu yapının Osmangazi ilçesi …1271 ada ve 19 parselde bulunduğu, toplam 270 m2 alana sahip olduğu, yapı sahibi …’nun 02.04.2009 tarihli ve 100-4362 sayılı 2. fen zaptına riayet etmeyerek inşaata devam ettiğinin, zemin+1. normal katların sıvalarını tamamladığının, kapı pencere doğramalarını takarak meskûn hâle getirdiğinin görüldüğü, yapının imar planı bulunan bir alanda ve ruhsatsız olduğu,
Osmangazi Belediye Encümeninin 01.11.2012 tarihli ve 2813 sayılı kararına göre özetle; 12.03.200 tarihli birinci ve 02.04.2009 tarihli ikinci fen zaptlarına riayet etmeyerek hakkında 01.10.2012 tarihli üçüncü fen zaptı düzenlenen sanık …’dan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddesi uyarınca 24.767 TL para cezası alınmasına, söz konusu kaçak yapının yıktırılarak masraflarının sahibinden tahsil edilmesine oy birliğiyle karar verildiği,
Osmangazi Belediye Başkanlığının 22.01.2013 tarihli ve 328/4225 sayılı yazısına göre; kaçak yapının belediye sınırları içinde kaldığı, özel imar rejimine tabi olmadığı, inşaatın yapı ruhsatının bulunmadığı, bahse konu parsele ilişkin uygulama imar planı kapsamında bu yerde müstakil inşaata izin verilmesinin mümkün olmadığı,
08.04.2013 tarihinde mahallinde icra edilen keşif sonrası düzenlenen 13.04.2013 tarihli bilirkişi raporuna göre; Gülbahçe Mahallesi … adresinde yer alan taşınmaz üzerinde zemin ve 1. normal kat olmak üzere 2 katlı betonarme karkas bir binanın yer aldığı ve bu binanın zemin katının dıştan bittiği, içinin ise çıplak tuğla duvar şeklinde bırakıldığı, üst katının ise bitmiş meskûn hâlde olduğu, yapılan incelemede ve tutulan 3. zabıt ve ekindeki fotoğraf dikkate alındığında inşaatın Mart 2009 tarihinde diğer bir deyişle 12.10.2004 tarihinden sonra yapıldığı, 1, 2 ve 3. zabıtlara rağmen inşaata devam edildiği, binanın ruhsatsız ve kaçak olduğu, sanığın bu binanın zemin ve 1. normal katının kaba inşaat seviyesine ilişkin olarak Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/195 sayılı dosyasında yargılandığı,
Yerel Mahkemece dosya arasına alınan Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/195 esas ve 2012/613 karar sayılı dosyasının tetkikinde; 12.03.2009 ve 02.04.2009 tarihli tutanaklarla ilgili olarak imar kirliliğine neden olma suçundan Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 16.02.2012 tarihli iddianame tanzim edilerek sanığın, TCK’nın 184/1, 43/2 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması için kamu davası açıldığı, yargılama sonucu Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince sanık hakkında TCK’nın 184/1, 62 ve CMK’nın 231/5. maddeleri uyarınca herhangi bir yükümlülük yüklenmeksizin hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği,
Anılan dosyadaki;
12.03.2009 tarihli ve 4399 sayılı yapı tespit ve tatil zaptına göre; zapta konu yapının Osmangazi ilçesi Gülbahçe Mahallesi…bila kapı numarası 1271 ada 19 parselde bulunduğu, ruhsatsız olarak yapılan 135 m2 alanda zemin katın temel-kolon betonlarının döküldüğünün, tabliye ve kiriş kalıplarının çakıldığının, demir donatılarının bağlanırken görüldüğü,
Aynı yere ilişkin 02.04.2009 tarihli ve 4962 sayılı yapı tespit ve tatil zaptına göre; 1. fen zaptına riayet edilmeyerek zemin ve 1. normal katların kaba inşaatının tamamlandığı ve sıvasının yapıldığı,
Sanık tarafından savunma dilekçesi ekinde sunulan belgelerden;
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığının “Kapı Numarası” konulu 06.04.2009 tarihli yazısına göre; sanığın binasının adresinin numarataj operatörleri tarafından “Gülbahçe Mahallesi …” olarak tespit edildiği,
Bursa Büyükşehir Belediyesinin 29.04.2009 tarihli ve 850607 No.lu vezne alındısına göre; sanıktan numaralama geliri adı altında 25 TL tahsil edildiği, sanığın adresinin “Gülbahçe Mahallesi … Osmangazi/Bursa” olarak belirtildiği,
24.03.2010 tarihli ve 480550 sayılı Bursa Osmangazi Belediyesi Hesap İşleri Müdürlüğü Tahsilat Makbuzuna göre; makbuzun türünün bina vergisi, döneminin 2010-1 olduğu ve sanıktan 78.20 TL tahsil edildiği, adres kısmında ise “Namıkkemal mh/Akıncı … Bursa” yazdığı,
27.03.2009 düzenlenme tarihli ve 28181 arşiv No.lu Bursa Osmangazi Belediyesi Hesap İşleri Müdürlüğü Tahakkuk Fişine göre; dönemin 2009, türün bina, matrahın 70.900,00 ve 2.840,00 TL olduğu, adı soyadı kısmında “…”, adres kısmında ise “Namıkkemal mh/Akıncı …-Bursa” yazdığı.
Anlaşılmıştır.
Tanık … kovuşturma aşamasındaki keşifte; sanığın komşusu olduğunu, hatırladığı kadarıyla iki kat binayı aynı anda 1999 yılında yaptığını, üst katta oturduğunu, alt katı tamamlayamadığını,
Tanık … kovuşturma aşamasındaki keşifte; sanığın komşusu olduğunu, iki kat binayı aynı anda yaptığını, 2009 yılından beri üst katta oturduğunu, alt katın bitmemiş durumda olduğunu,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … aşamalarda; 2009 yılının Şubat ayında inşaata başladığını, iki kat inşaatı Mart ayında tamamlayıp içine girdiğini, bu davadan dolayı Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesinde de yargılandığını, 20 Mayıs tarihinde eve taşındığını, o tarihte her şeyin bitmiş olduğunu,
Savunmuştur.
Ceza muhakemesi yapılabilmesi için bir takım “Olmazsa olmaz” (sine qua non) şartlar aranır. Bu bağlamda muhakeme yapılabilmesinin şartlarından birisi de “Non bis in idem” olarak ifade edilen, aynı fiilden dolayı verilmiş bir hükmün veya açılmış bir davanın bulunmamasıdır.
Kanunlarda açıkça yazılı olmadan da uygulanan bir hukuk normu olarak doktrinde de kabul olunan ve muhakeme hukukunun ana ilkelerinden olan “Non bis in idem” ilkesi 1412 sayılı CMUK’nın 253. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Aynı konuda, aynı sanık için evvelce verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava var ise davanın reddine karar verilir.”, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın “Duruşmanın sona ermesi ve hüküm” başlıklı 223. maddesinin yedinci fıkrasında ise “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere, aynı fiil nedeniyle, aynı sanık hakkında önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa, sonradan açılmış olan davanın reddine karar verilecektir.
“Non bis in idem” ilkesine uluslararası sözleşmelerde de yer verilmiş olup konu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 7 numaralı Ek Protokolü’nün “Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı” başlıklı 4. maddesinin ilk fıkrasında; “Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez.” şeklinde ifade edilmiştir.
Öte yandan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.” şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır. Bu kuralın istisnalarına ise TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
TCK’nın 43. maddesinin birinci fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima düzenlemesine yer verilmiş, üçüncü fıkrasında da zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmayacağı suçlar belirtilmiştir.
TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
TCK’nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK’nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınabilecektir.
TCK’nın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Kanunumuz zaman konusunda olduğu gibi, suçların işlendikleri yer bakımından da bir sınır koymamıştır. Ancak, suçların aynı yerde işlenmeleri, suç işleme kararındaki birliğin bir işareti olarak kabul edilebilir.
Aynı suç işleme kararının varlığının, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır.
Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.
Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözümüne katkısı bakımından “Hukuki kesinti” kavramı üzerinde de durulması gerekmektedir.
Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin failin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cumhuriyet savcısınca şüpheli hakkında CMK’nın 170. maddesi uyarınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır. İddianamenin düzenlenmesiyle olaylar arasında hukuki kesinti oluştuğundan iddianamenin düzenlenmesinden sonra devam eden eylemler ise başka bir ceza soruşturmasının konusunu oluşturacaktır. Başka bir anlatımla sanık hakkında iddianame düzenlendikten sonra, sanık tarafından aynı suçun tekrar işlenmesi durumunda, yeni ve ayrı bir suç söz konusu olacaktır.
Buna karşın işlemiş olduğu suçtan dolayı henüz hakkında iddianame düzenlenmeden, sanığın aynı suç işleme kararıyla ve aynı mağdura karşı yeniden suç işlemesi durumunda, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bu ahvalde sanığın her suçtan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmeyecek, sanığa bir suçtan ceza verildikten sonra hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle cezasından artırım yapılacaktır.
Buna göre, soruşturma aşamasında sanığın aynı suç işleme kararıyla, aynı mağdura karşı değişik zamanlarda aynı suçu işlediğinin tespit edilmesi durumda, soruşturma dosyalarının birleştirilerek kamu davası açılması, bu hususa riayet edilmeden kamu davalarının açılması halinde ise hukuki kesintinin oluşmasından önce sanığın aynı mağdura karşı bir suç işleme kararıyla aynı suçu değişik zamanlarda işlediğinin anlaşılması durumunda dava dosyalarının birleştirilerek sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi isabetli bir uygulama olacaktır.
Bu aşamadan sonra zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının mevcudiyeti halinde cezanın nasıl belirlenmesi gerektiği üzerinde durulmalıdır.
Bir suçun zincirleme biçimde işlendiğinin kabulü halinde, faile her bir suç için ayrı ayrı ceza verilmeyecek, tek bir ceza verilip bu ceza üzerinden TCK’nın 43/1. maddesi gereğince artırım yapılacaktır.
Zincirleme suçlardan biri hakkında açılan kamu davası sonucunda zincirleme suç hükümleri uygulanmadan hüküm kurulmuş ve kesinleşmiş ise henüz sonuca bağlanmayan zincirleme suça tabi diğer suç hakkında nasıl hüküm kurulması gerektiği meselesine gelince;
Zincirleme suça dahil olan suçlardan biri hakkında beraat kararı verilmiş ya da zamanaşımı, genel af, şikâyetten vazgeçme gibi ceza ilişkisini ortadan kaldıran bir sebebe dayalı olarak hüküm kurulmuşsa artık o suç bakımından zincirleme suç ilişkisi kalkacağından henüz sonuca bağlanmayan suçla ilgili kesinleşen hükme konu fiil gözetilmeksizin bağımsız hüküm kurulmalıdır.
Zincirleme suça dahil olan bir suçtan bu durum gözetilmeksizin mahkûmiyet kararı verilmiş ve bu karar kesinleşmiş ise zincirleme suça konu ikinci suçla ilgili olarak mahkemece; kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulmalı, kesinleşen hükümdeki ceza sonuç cezadan indirilmeli, böylece yargılaması devam eden suça ilişkin ceza belirlenmelidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 15.03.2016 tarihli ve 847-128 sayılı ve 25.12.2018 tarihli ve 732-678 sayılı kararlarında da bu şekilde yapılan uygulamanın isabetli olduğu belirtilmiştir.
Bu noktada, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna da değinmek gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen ve Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan, ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmü, ikinci karar ise bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının dayanağını oluşturan mahkûmiyet hükmü ise hükmün açıklanması, düşme kararının verilmesi veya yeni bir mahkûmiyet hükmünün tesisinden sonra hukuken varlık kazanacağından ancak bu hâlde istinaf ve temyiz incelemesine konu olabilecek, istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmesi hâlinde ise koşulları bulunduğu taktirde kanun yararına bozma olağanüstü kanun yolu ile denetlenebilecektir.
Bu aşamada sanık hakkında “İmar kirliliğine neden olma” suçundan dava açılmış olması nedeniyle bu suça ilişkin kanuni düzenlemelere de değinilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın “İmar kirliliğine neden olma” başlıklı 184. maddesi;
“1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.
3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanır.
5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.
6) İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu hükme göre; yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan ya da yaptıran, yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere su, elektrik veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden, yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişiler maddede yazılı cezalarla cezalandırılacaktır.
Maddenin dördüncü fıkrası uyarınca; üçüncü fıkra dışındaki hükümler, ancak belediye sınırları içinde veya özel infaz rejimine tabi yerlerde uygulanacaktır.
Ancak, failin ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar planına ve ruhsatına uygun hâle getirmesi durumunda, maddenin bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmayacak, açılmış olan kamu davası düşecek, mahkûm olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkacaktır.
Diğer taraftan maddenin altıncı fıkrası uyarınca; ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, 12.10.2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak uygulanamayacaktır.
Öte yandan, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddede yer alan;
“Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedilir.
Yapının bulunduğu arsanın 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa göre belirlenen emlak vergi değeri ile yapının Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen yaklaşık maliyet bedelinin toplamı üzerinden konutlarda yüzde üç, ticari kullanımlarda yüzde beş oranında alınacak kayıt bedeli başvuru sahibi tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilmek üzere merkez muhasebe birimi hesabına yatırılır. 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmak üzere kaydedilen gelirler karşılığı Bakanlık bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanı yetkilidir. Bu ödenek, dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılarak kullanılır. Kayıt bedeline ilişkin oranı iki katına kadar artırmaya, yarısına kadar azaltmaya, yapının niteliğine ve bölgelere göre kademelendirmeye, ayrıca başvuru ve ödeme süresini bir yıla kadar uzatmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Yapı Kayıt Belgesi yapının kullanım amacına yöneliktir. Yapı Kayıt Belgesi alan yapılara, talep halinde ilgili mevzuatta tanımlanan ait olduğu abone grubu dikkate alınarak geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabilir.
Yapı Kayıt Belgesi verilen yapılarla ilgili bu Kanun uyarınca alınmış yıkım kararları ile tahsil edilemeyen idari para cezaları iptal edilir.
Yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilir. Bu durumda, ikinci fıkrada belirtilen bedelin iki katı ödenir.
Beşinci fıkra uyarınca kat mülkiyetine geçilmiş olması 6306 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.
Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların, Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlar Bakanlığa tahsis edilir. Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine taşınmazlar Bakanlıkça rayiç bedel üzerinden doğrudan satılır. Bu durumda elde edilen gelirler bu maddenin ikinci fıkrasına göre genel bütçeye gelir kaydedilir. Ayrıca bu gelirler hakkında 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmü uygulanmaz.
Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların belediyelere ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine bedeli ilgili belediyesine ödenmek kaydıyla taşınmazlar rayiç bedel üzerinden belediyelerce doğrudan satılır.
Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar bu madde hükümlerinden yararlandırılmaz.
Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir. Yapı Kayıt Belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır. Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.
Bu madde hükümleri, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmaz.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir.” şeklindeki düzenleme, maddede belirtilen şartların yerine getirilmesi hâlinde ruhsatsız veya ruhsat eklerine aykırı yapılarla ilgili yapı kayıt belgesi verilmesinin sağlaması bakımından sanık lehine hükümler içermektedir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Osmangazi Belediyesi İmar İşleri Müdürlüğü Yapı Kontrol ve Takip Bürosu görevlilerince 12.03.2009 tarihinde Osmangazi ilçesi Gülbahçe Mahallesi…1271 ada 19 parselde yapılan kontrolde, sanık … tarafından ruhsatsız olarak 135 m2 alanda zemin katın temel-kolon betonlarının döküldüğü, tabliye ve kiriş kalıplarının çakıldığı ve demir donatılarının bağlanırken görülmesi üzerine aynı tarihli yapı tespit ve tatil zaptının düzenlendiği, 02.04.2009 tarihinde aynı yerde yapılan kontrolde; ilk tutanağa riayet edilmediği, zemin ve birinci normal katın kaba inşaatı tamamlanıp sıvasının yapıldığı belirlenerek ikinci zaptın düzenlendiği, söz konusu eylemler nedeniyle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 16.02.2012 tarihli iddianamesi ile zincirleme şekilde imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davası açıldığı, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında TCK’nın 184/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve herhangi bir yükümlülük öngörülmeksizin CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu kararın 05.06.2012 tarihinde kesinleştiği, 01.10.2012 tarihinde ise yine aynı adreste yapılan kontrolde daha önceki fen zabıtlarına riayet edilmeyip inşaata devam edildiği, zemin ve birinci normal katın sıvalarını tamamlandığı, kapı pencere doğramaları takılarak binanın meskûn hâle getirildiği görülerek üçüncü kez yapı tespit ve tatil tutanağı düzenlenen sanık hakkında 25.12.2012 tarihli iddianame ile imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davasının açıldığı,
Keşif sırasında dinlenen tanıkların, sanığın iki katlı binayı aynı anda yaptığını, 2009 yılından beri üst katta oturduğunu aktardıkları, sanığın ise aşamalarda 2009 yılının Mayıs ayında eve taşındığını, o tarihte her şeyin bitmiş olduğunu savunduğu, bu hususta sanığın kovuşturma aşamasında sunmuş olduğu belgelerden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığının “Kapı numarası” konulu yazısına göre; sanığın binasının adresinin numarataj operatörleri tarafından “Gülbahçe Mahallesi …” olarak tespit edildiği ve yine sanığın bu yere ilişkin ilgili belediyeye bina vergisi ödediğine dair makbuz sunduğu dosya kapsamında;
Suça konu bina ile ilgili görevlilerce düzenlenen her üç tutanağın da inşaatın farklı yapım evrelerine ilişkin olduğu ve sanığın ilk iki tutanağa rağmen inşaat faaliyetine devam ettiği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak keşif sırasında dinlenen tanık beyanları ve sanığın aşamalardaki istikrarlı ve aksi kanıtlanamayan savunmalarına göre binanın 2009 yılı içerisinde tamamlandığı, üçüncü tutanağın ise sonradan yapılan kontrol esnasında ve gecikmiş olarak 01.10.2012 tarihinde düzenlendiği, aslında bu eylemin 16.02.2012 tarihli ilk iddianameye konu edilmesi gerektiği, fakat tespitte yapılan gecikme nedeniyle önce iddianamenin daha sonra ise üçüncü yapı tespit ve tatil tutanağının düzenlenmiş olması karşısında;
Sanık hakkında aynı yerle ilgili olarak düzenlenen her üç yapı tespit ve tatil zaptının, inşaatın farklı yapım aşamalarına ilişkin olması, imar kirliliğine neden olma suçunun işleniş biçimi ile özellikleri gözetildiğinde sanığın gerçekleştirdiği üç eylem arasında kısa sayılabilecek bir zaman aralığının bulunması ve 01.10.2012 tarihli yapı tespit ve tatil tutanağına konu edilen durumun, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesine açılan davaya ilişkin iddianame tarihinden önce olması nedeniyle hukuki kesintinin oluşmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın aynı suç işleme kararının icrası kapsamında atılı imar kirliliğine neden olma suçunu değişik zamanlarda ve birden fazla işlemesi nedeniyle eylemleri zincirleme şekilde imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturacağından, 25.12.2012 tarihli iddianameyle açılan kamu davasına konu eyleminden dolayı davanın reddi kararı verilemeyeceği kabul edilmelidir.
Ulaşılan bu sonuca göre, Yerel Mahkemece öncelikle, hükümden sonra 18.05.2018 tarihli ve 30425 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 7143 sayılı Vergi ve Diğer Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi ve sanığın yapı kayıt belgesi almadığının saptanması hâlinde;
Sanık hakkında düzenlenen 12.03.2009 ve 02.04.2009 tarihli yapı tespit ve tatil tutanaklarına ilişkin olarak açılan dava sonucunda Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince sanığın TCK’nın 184/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, herhangi bir yükümlülük yüklenmeden CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup bu kararın kesinleşmesi ve her ne kadar anılan davaya konu eylemler, incelemeye konu Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesince görülen davaya ilişkin iddianame tarihinden önce gerçekleştirilmiş ise de bu eylemlerle ilgili yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle hüküm henüz hukuken varlık kazanmadığından, söz konusu davanın incelemeye konu dava ile bu aşamada birleştirilmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin cezanın hükmolunacak cezadan indirilmesine imkân bulunmamaktır. Ancak, Bursa 8. Asliye Ceza Mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesinden itibaren beş yıllık denetim süresi geçmiş olup Yerel Mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin bu dosyanın akıbeti araştırılıp gerektiğinde sonuçlandırılması da sağlanarak;
1- Sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlememesi nedeniyle davanın düşmesine karar verilmesi ve bu kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olması durumunda, TCK’nın 43. maddesi uygulanmaksızın tek bir imar kirliliğine neden olma suçundan hüküm kurulması,
2- Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle hükmün açıklanıp kararın kesinleşmiş olması hâlinde, kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulması ve kesinleşen hükümdeki cezanın sonuç cezadan indirilmesi,
3- Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlediği hususunda yapılan ihbar üzerine sanığın kasten yeni bir suç işlediğinin tespiti hâlinde hükmün aynen açıklanması zorunluluğu nedeniyle her iki davanın birleştirilmesi mümkün olmadığından bu davanın sonucu bekletici mesele yapılarak, açıklanan bu hükmün veya düşme kararı verilmesi üzerine verilen kararın yasa yollarına konu edilmesi hâlinde ise;
a) Yapılan inceleme sonucu kararın bozulması durumunda, bozma sonrası her iki davanın birleştirilmesi, sanığın 01.10.2012 tarihli eylemine ilişkin olarak imar kirliliğine neden olma suçu sabit görüldüğü takdirde, farklı tarihlerdeki eylemleri nedeniyle imar kirliliğine neden olma suçundan zincirleme suç hükümleri uygulanarak cezanın belirlenmesi,
b) Yapılan inceleme sonucu kararın onanması durumunda; onamaya ilişkin kararın düşme kararı olması hâlinde TCK’nın 43. maddesi uygulanmaksızın tek bir imar kirliliğine neden olma suçundan hüküm kurulması, mahkûmiyet hükmü olması hâlinde ise kesinleşen hükme konu eylem de göz önüne alınarak zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle hüküm kurulması ve kesinleşen hükümdeki cezanın sonuç cezadan indirilmesi,
Gerekmektedir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bursa 12. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.05.2016 tarih ve 198-438 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanığın eylemlerinin zincirleme şekilde imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturması nedeniyle davanın reddi kararı verilemeyeceğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden ve hükümden sonra 3194 sayılı İmar Kanunu’na eklenen geçici 16. maddesi uyarınca sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması nedeniyle BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 17.12.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.