YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/290
KARAR NO : 2023/433
KARAR TARİHİ : 14.09.2023
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 62-10
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık hakkında İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 06.02.2020 tarih ve 62-10 sayı ile; sanığın 5237 sayılı TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9, 63, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 30/1-A ve 31/1-A-B maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, mahsuba, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkartılmasına ve ilişiğinin kesilmesine, askeri rütbe ve memuriyetinin kaybedilmesine ve subay, astsubay, uzman jandarma ve devlet memuru olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmemesine karar verilmiştir.
Hükmün sanık ve müdafii ile katılma talebi reddedilen … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ret ve onama istemli 14.07.2020 tarihli ve 58228 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
Hükmolunan ceza miktarı yönünden yasal şartları oluşmadığından sanık ve müdafiinin duruşmalı inceleme isteminin 5271 sayılı CMK’nın 299/1. maddesi uyarınca takdiren reddine oy birliğiyle karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunca, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılma istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yapılan yargılama sonunda, bu suçtan kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki yönüne ilişkin temyiz incelemesi yapılmıştır.
I) TEMYİZ EDENLERİN SIFATI, BAŞVURULARIN SÜRESİ VE TEMYİZ NEDENLERİNE GÖRE YAPILAN İNCELEMEDE:
A) Uygulanacak Temyiz Hükümleri:
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinin “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” hükmü doğrultusunda, bazı kamu görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları hâlinde istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda, ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek, iki dereceli sistem benimsenmiştir.
B) Temyiz Süresi ve Neden Bildirme Yükümlülüğü:
Hüküm fıkrasında, verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağı bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresinin, mercisi ve şekillerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilerek hazır bulunan sanığa ve müdafisine bildirilmesi gerekmektedir.
Temyiz istemi, tutuklu bulunan sanıklar hakkında CMK’nın 263. madde hükmü saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasından itibaren eğer temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılmasının gerekliliği, temyiz sebebinin ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabileceği gözetilerek, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olup başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
C) Temyiz Nedenleri ve İncelemenin Kapsamı:
İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde resen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.
Bir muhakemede, çözümü amaçlanan iki temel sorun vardır. Bunlar, maddi sorun ve hukuki sorundur. Maddi sorun, “olgusal dünya”ya; hukuki sorun, “normatif dünya”ya aittir. Mahkemede önce maddi sorun, sonra hukuki sorun çözülür. Maddi sorunun çözümü geçmişte yaşanmış bir olayın temsili, nasıl gerçekleştiğinin tespitidir. Bu çözüm de sadece hukukun izin verdiği yöntemlerle gerçekleşecektir. Maddi olayın gerçeğe uygun temsil edilebilmesi öncelikle, eksiksiz soruşturma yapılması ve toplanan tüm delil araçlarının doğru değerlendirilmesine bağlıdır. Hâkim; delil araçlarını, akıl yürütmek ve bu arada tecrübe kurallarına başvurmak suretiyle, vicdanına göre değerlendirecektir. Yine akıl yürüterek boşlukları dolduracaktır. Dolayısıyla vicdani kanaate sezgilerle değil akıl yoluyla ulaşılacaktır.
Temyiz denetiminde, maddi olayın tespitinde ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüzyüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir ederken, delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görüşülüp incelenebileceği gibi maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıkları da gerekçe üzerinden denetlenebilecektir.
Temyiz dilekçesinde bir temyiz nedeni var olmasına rağmen muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesi kapsamındaki hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda bu aykırılıklara işaret edilmekle yetinilecektir.
Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezai yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.
CMK’nın 289. maddesinde yazılı olan “Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır” kuralı, hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda, mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetileceği şeklinde anlaşılamaz. Bu noktada dilekçe yalnızca bir veya birden fazla nispî temyiz nedeni içeriyorsa, bu nedenler kabul edilmese dahi 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yer alan mutlak hukuka aykırılık hâllerinden birine dayanarak hükmün bozulması mümkündür.
D) Temyiz istemlerinin süresinde ve geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi:
a) Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla gerçekleştirilen yargılama sonucunda 06.02.2020 tarihinde yapılan oturumda hüküm özünün, hazır bulunan sanık ve müdafiine, karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,
Mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak sanık ve müdafiinin 07.02.2020, katılma talebi reddedilen … vekilinin ise 02.03.2020 tarihli ve süresi içerisinde sundukları dilekçelerle temyiz kanun yoluna başvurdukları,
b) Temyiz dilekçeleri içeriğinden; sanık ve müdafiinin kararın usul ve kanuna aykırı olması nedenine dayanmak suretiyle gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmelerini talep ettikleri,
c) Gerekçeli kararın sanığa ve … vekiline 04.05.2020, sanık müdafiine ise 29.04.2020 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,
Sanık müdafiinin 15.06.2020, katılma talebi reddedilen … vekilinin 15.05.2020 tarihinde ek temyiz dilekçelerini sundukları, sanığın ise ek temyiz dilekçesi vermediği, 7226 sayılı Kanun’la yargıda sürelerin durmasına karar verildiğinden dilekçelerin süresinde verildiğinin kabul edilmesi gerektiği,
Görülmekle temyiz sebeplerini bildirmesi gereken ek dilekçesini gerekçeli kararın kendisine tebliğ edilmesine rağmen sunmayan sanığın, 07.02.2020 tarihli dilekçesinin yeterli ve geçerli neden içermemesinden dolayı usulüne uygun bir temyiz başvurusu olarak değerlendirilmesine imkân bulunmadığı, sanık müdafiinin temyiz talebinin süresinde ve geçerli olduğu anlaşılmıştır.
E) Katılma talebi reddedilen Milli Savunma Bakanlığının katılma ve bu bağlamda hükmü temyiz etme hakkının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi:
Kovuşturma aşamasında vekili aracılığıyla sunduğu dilekçeyle sanık hakkındaki kamu davasına katılma talebinde bulunup Özel Dairece bu talebi reddedilen Milli Savunma Bakanlığının, CMK’nın 260/1. maddesindeki düzenleme uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunmakta ise de kamu barışına karşı işlenen suçlardan olup dolaylı mağdurunun toplumu oluşturan bütün bireylerin olduğu silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden davaya katılma ve hükmü temyiz etme hakkının bulunmaması karşısında 5271 sayılı CMK’nın 298/1. maddesi uyarınca temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.
II) İDDİA:
”….4.2. Şüphelinin Görev Yaptığı Yerler, Savunması, Şikayetçi Beyanları ve Diğer Deliller:
4.2.1. Şüphelinin Görev Yaptığı Yerler:
Hava Kuvvetleri Komutanlığı Karargah emrinde Kurmay Albay görevinde bulunduğu sırada, 25.09.2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üyesi olarak göreve başladığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 1. dairesi üyesi olarak 31.10.2016 tarihine kadar görev yaptığı, (Kls: 9, ek: 9/81)
4.2.2. Şüphelinin Savunması:
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında 24.07.2016 tarihli, müdafii huzurundaki savunmasında özetle: Darbe girişimi evinde olduğunu, darbe girişimini İnternette öğrendiğini, o gece herhangi bir görev çağrılmadığını, darbe girişimi yapanların atama listesinde olmadığını, (Kls: 9, ek: 9/102-104)
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında 27.07.2016 tarihli, müdafii huzurundaki savunmasında özetle: Karar verirken örgütsel bir tavrının olmadığını, dosyadaki bilgi ve belgelere göre karar verdiğini, cemaatle bir bağının bulunmadığını, (Kls: 9, ek: 9/108-109)
Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliğindeki 27.07.2016 tarihli sorgusunda özetle: Önceki beyanlarını tekrar ettiğini, (Kls: 9, ek: 9/110-111)
İfade etmiştir.
4.2.3.Diğer Deliller:
4.2.3.1.Şüphelinin Sıkıyönetim Mahkemesi Görevlendirme Listesindeki Durumu:
Şüphelinin; atanma, yer değiştirme, nasıp, sicil, kademe ilerletilmesi, terfi, emeklilik, maluliyet, aylık ve yolluklara ilişkin iptal ve tam yargı davalarının çözümlendiği Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesi üyesi iken; sıkıyönetim direktifi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesine üye olarak (sıkıyönetim direktifi listesi Not: 1’e göre) atandığı, (Kls: 9, ek: 9/83)
Sıkıyönetim Direktifi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi daire sayısının 3’ten, kanun öngördüğü minimum sayıya (2) indirilmesi, Yargıtay’daki daire sayısının 4’ten 2’ye indirilmiş olması ile tanık beyanları ve bilirkişi raporları incelendiğinde, Askeri Yargıtay’daki FETÖ üye sayısının veya üye olmamakla birlikte örgütle hareket edecek veya hareket edebileceği düşünülen üye sayısının var olan dairelerin faaliyetine devam etmesi için yeterli olmadığının anlaşılmış, dolaysıyla sıkıyönetim görevlendirme listesinde görevlendirmesi yapılmış olan bir kısmı kişilerin FETÖ üyesi olarak değerlendirilmeyip haklarında koğuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olmasının (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 22/05/2017 tarih ve 2017/85102 soruşturma, 2017/43575 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı) doğal ve hukuka uygun olduğu, bu kararın görevlendirilen ve haklarında dava açılan üyelerin FETÖ üyesi olmadığı anlamına gelmeyeceği, bir başka ifade ile bu hususun hakkında dava açılan şüpheli için lehe delil olarak ele alınamayacağı, çünkü hakkında dava açılan şüphelinin FETÖ üyesi olup olmadığının diğer delillerle ortaya çıktığı, (Kls: 7, ek: 8/202-224)
Nitekim bilirkişi heyetince, sıkıyönetim mahkemeleri görevlendirme listesinin incelenmesi sonucu yazılan 27/03/2017 havale tarihli raporda, “…darbe mesajında imzası olanlar ve mesajın eklerinde yer alan atama listelerinde kendilerine görev tevdi edilenlerin büyük bir çoğunluğunun daha önceden FETÖ mensubu olduğuna dair hakkında resmi makamlardan genelkurmay başkanlığına bilgi verilen şahıslardan olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla söz konusu darbe mesajının FETÖ’ye mensup kişiler tarafından hazırlanmış olduğu izahtan varestedir…(Kls: 8, ek: 8/779)…Askeri yüksek yargı organlarında üye statüsünde bazı personelin bulundukları görevden alınarak, örgüt tarafından daha kritik olduğu değerlendirilen sıkıyönetim mahkemelerine savcı olarak atandığı tespit edilmiştir. Örnek olarak askeri yargıtayda üye statüsünde bulunan bir hakim subay, devletin en üst düzey kademesini yargılayacak olan Ankara 1 nolu sıkıyönetim mahkemesine askeri savcı olarak atanmıştır…Bu durum FETÖ örgütünün, kendi elemanlarını atamak suretiyle sıkıyönetim savcı ve mahkeme üyelerinin tamamen kendi güdümünde hareket etmesini amaçladığını göstermektedir…Özellikle kritik addedilebilecek askeri ve sivil görevlere farklı kuvvetlerden ve farklı rütbelerden personelin atandığı ve bu atanan personelin tamamının FETÖ ile iltisak ve irtibatının bulunduğu değerlendirilmektedir. Atamaların, ilgililerin örgüt içerisindeki güvenilirlikleri ve örgüt içerisindeki konumları gibi mülahazalar dikkate alınarak yapıldığı anlaşılmaktadır…Bu kadar üst düzeyde örgüt elemanını hakkındaki bir bilgiye bir veya iki kişinin hakim olması mümkün görülmemektedir. Bu da listenin hazırlanmasına zaman olarak önceden başlandığı örgütün sivil ve askeri üst düzey elemanları arasında koordine edilerek oluşturulduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır…Sonuç olarak FETÖ’nün darbe maksadıyla kritik ve önemli gördüğü sıkıyönetim mahkemelerinin ve adli müşavirlik kadrolarının tamamını kendi mensuplarından oluşmasını sağlamaya çalıştığı düşünülmektedir. Ayrıca bazı personelin TSK içindeki hiyerarşi ile bağdaşmayacak şekilde yaşı, tecrübesi ve mevcut rütbesiyle son derece uyumsuz çok üst düzey sıkıyönetim askeri savcılık ve sıkıyönetim mahkeme başkanlığı görevlerine atandığı tespit edilmiştir…Bu durum TSK’nin resmi hiyerarşisi ile örgütün hiyerarşisinin farklı olduğunu ve söz konusu personelin yurtta sulh komitesini oluşturan üst düzey sivil ve askeri örgüt elemanları tarafından özellikle seçildiği değerlendirilmektedir. (Kls: 8, ek: 8/775-779)
Yine bilirkişi raporunda (2. bölüm) belirtilen “…Sözde Sıkıyönetim Direktifi ile Sıkıyönetim Mahkemelerine ve adli teşkillerle yapılan görevlendirmelerin amacının FETÖ tarafından, Askeri Yargı’yı kontrol altında tutmak, soruşturma, kovuşturma ve kanun yolu aşamasında yargıya müdahale etmek, Sıkıyönetim Komutanları’na Adli Müşavir/Hukuk Müşaviri desteği sağlamak, aynı zamanda da onları yönlendirmek olduğu, bunu sağlamak üzere Adli Yargı içerisinde kendilerine karşı çıkabilecek olanların ya da birlikte hareket etmeyecek olanların görevlerinden alındığı, yerlerine bu örgüte mensup olan veya onlarla birlikte hareket edecek olan ya da en azından onlara karşı çıkmayacak kişilerin Askeri Yargı sistemi içerisinde bırakıldığı değerlendirilmiştir. …
…Bu nedenle yapılan görevlendirmelerde ismi olan kişilerin, bu örgüte mensup olduğu veya örgüt üyesi olmamakla birlikte bu örgütle birlikte çalıştığı veya en azından onlar için tehlike arz etmeyeceği düşünülen kişiler olduğu kanaatine varılmıştır.” (Ksl: 7, ek: 8/202, 203)
Şeklindeki tespit ve görüşler ile tanık beyanları, ”Yurtta Sulh Konseyi” tarafından yayımlanan ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi ve bu listeye ilişkin bilirkişi raporları, görevlendirme listesiyle ilgili tanık beyanları, şüpheli …’ün Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesindeki atanma durumu birlikte değerlendirildiğine;
Şüpheli …’ün, görevlendirme listesinin hazırlanması sırasında listeyi hazırlayanlar tarafından, şüphelinin FETÖ üyesi olduğunun bilinerek kendisine görev verildiği, bu atamada adı geçen şüphelinin, listeyi hazırlayanlarca önemsendiği ve güvendikleri bir kişi olduğunun sonucuna ulaşılmıştır.
4.2.3.2.Tanık Beyanları:
Tanık, eski AYİM Başkanı … ….. 27.07.2016 tarihli bayanında;
“…Uyuşmazlık Mahkemesine …kıdem sırasına göre …’ın seçilmesini bekliyordum. Hatta ben o gün 10 dakikada seçim biter başka bir toplantı gündemi belirlemiştim. Ancak açıkça kimse adaylığı dekleri etmedi uzun turlar boyunca adaylar gerekli olan 13 oyu alamadılar ben seçime ara verip herkesi teamüllere uyma yönünde düşünmeleri için bir konuşma yapıp odama gittim. …
…Kenan’ı çağırdım niye böyle oldu diye tahminin sordum. “Başkanım siz bilmiyorsunuz kurmay üyeler bana blok halinde oy vermediler” dedi. … Kurmaylarda kıdemli 3 kişiyi çağırdım… Bana Kenan albayın sürekli agresif davrandığını,…. bizde bu yüzden oy vermedik dedi. …
…AYİM’deki Üyeler hakkında internet sitelerinden isimsiz ihbar mektuplarından gelen yazılı şikayetlerin, AYİM 1. Dairede … …, 2. Dairede … üzerinde yoğunlaştığını fark ettim. … Fetö/pdy ile ilişkili ve irtibatlı olan Birinci Dairede … …, 2. Dairede de ……’dir. Bu ikisine ilişkin olarak da gelen ihbar ve şikayetleri Genel Kurula Yüksek Disiplin Kurulu için sevk ettim. Bazı şikâyetlerde de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığından gelen bilgiye göre işlem yapmadım. Genel Kurul ve Yüksek Disiplin Kurulunda bu yapıya mensup kişiler hakkında oy birliğiyle işlem yapılmasına gerek olmadığına dair karar çıktığı…
…Belirttiğim gibi ……. ve …. dışında AYİM’de görevli başkan ve üyelerin bu yapıyla herhangi bir ilişki ve irtibatının olmadığını…” (kls: 6, ek: 7/838-842)
Tanık, eski AYİM 2. Dairesi Üyesi ….. 08.12.2016 ve 20.03.2018 tarihli beyanlarında;
“……; daha çok idarenin işlem ve eylemlerine karşı açılan davalarda genel olarak mevzuatın el verdiği durumlarda idare lehine karar verirdi. Ancak bu yapıya iltisaklı kişilerin açtıkları davalarda yukarıda belirttiğim duruşunun dışına çıkılarak karar verdiği de olmuştur. Zira 17-25 Aralık 2013 tarihindeki soruşturmalardan sonra bu yapıyla iltisaklı olduğu gerekçesiyle, özellikle güvenlik soruşturmaları bu sebeple olumsuz olanların, askeri öğrencilikten çıkarma davalarında istisnasız onların lehine iptal ve yürütmeyi durdurma kararları vermiştir. Birlikte çalıştığımız 5 yıllık süre zarfında …’nin askeri öğrencilerin disiplinsizlik sebebiyle veya öğrenci niteliğini kaybetme sebebiyle askeri öğrencilikten çıkarma davalarında hatırladığım kadarıyla idare aleyhine oy kullanmamıştır. Üye seçimlerinde ve Uyuşmazlık Mahkemesi gibi seçimlerdeki …. … ile hareket ediyordu. Sosyal yaşantısında da … … ile birlikte hareket ediyordu. Ayrıca kurum dışında hatırladığım kadarıyla … ile de görüşüyordu. Genelde görüştüğü kişiler şu an Fetö soruşturmaları kapsamında yargılanmaktadır.
….’in … Uyuşmazlık Mahkemesi üyeliği seçiminde mahkememizin alışılagelen teamüllerine göre, (ki bu teamüllere hep uyulmuştur) dairemizin en kıdemlisi olan …’ın seçilmesine kesin gözüyle baktığımız halde belirtmiş olduğum gibi teamüllere aykırı mahkemenin en kıdemsiz üyelerinden biri olan …. … bir anda aday olarak ortaya çıktı ve yaklaşık olarak 8-10 oy aldı. Mahkemenin geçmişini bilen, uygulamalarını bilen biri olarak bunun bir organizasyon, birlikte hareketlilik olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca kurmay subaylardan destek almaması durumunda … …’in seçimde 8-10 oy alması mümkün değildir.
2013 yılı sonunda veya 2014 yılı başında AYİM’e üye adayı seçimi yapılmıştı. … ….. da aday adayı olmuştu. Kendisine oy vermem hususunda seçimden bir kaç gün önce Askeri Yargıtay 1. Daire üyesi …. benden talepte bulundu. … seçim günü …Yanımda oturan …… … birkaç kez ….’a oy vermem konusunda ısrarcı oldu. … …seçilemedi. Bu olaydan sonra …… bana mesafeli davranmaya başladılar hatta ….. benimle selamı sabahı da kesti. Hiçbir şekilde konuşmadı.
Dairemde ki kurmay üyeler …. ve …. idi.
AYİM geleneklerine ve askeri uygulamalara aykırı olarak … mahkemede 2 yıl çalışması gerekirken yaklaşık olarak 4 yıl görev yapmıştır. Bu süre zarfında yaptığım gözlemler şunlardır; AYİM’de kurmay üyelerin genel tavırları idare lehine karar verme yönündeydi ki …’de istikrarlı şekilde bu yönde kararlarda oy kullanırken Fetö ile iltisaklı öğrenci davalarında 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra hatırladığım kadarıyla hemen hemen bütün davalarda idarenin işlemlerinin kaldırılması yönünde oy kullandı. …
Ayrıca seçimlerde de şu an haklarında soruşturma ve yargılamalar devam eden Fetöyle iltisaklı kişilerle hareket etmiş olabileceğini düşünüyorum.
….. ile yaklaşık olarak 1 yıl çalıştım. … için söylediklerim aynen …. için de geçerlidir.
Askeri yargıda bu yapının organize bir şekilde hareket ettiği ve askeri yargıyı ele geçirmek istediklerini bana düşündürten önemli bir hususta 29/07/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda verdiğim ifademde ayrıntılarını belirttiğim …. ve … … ….’ın atandıkları makamlar ve sonraki uygulamalarıdır….” (Kls: 6, ek: 7/723-729)
Tanık, eski Askeri Yargıtay Üyesi ….. 27. 09 2016 tarihli beyanında;
“… Ben yargıtaya geldiğimde bu yapılanma ile ilgili gizli bir mücadelenin olduğunu gördüm, …. Ülkemizde yaşanan MİT krizi 17-25 aralık soruşturması, MİT tırları soruşturması, barış süreci gibi olaylar sonrasında giderek ayrışmalar başladı. … hatta 1,5 -2 yıldır fetöcüler bize selam dahi vermez hale geldiler sadece resmi görüşmelerde ve zoraki selamlaşmalardan ilişkiler ibareti … Seçimlerde bu kişiler ısrarla …..’un üye olması için azami çaba sarf ettiler. …
…Ancak bu kişilerin adlarını askeri yargı içerisinde kime sorarsanız sorun cemaat ile birlikte anılıyordu…” (Kls: 6, ek: 7/679-682)
Tanık, eski Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesi Başkanı … 27.07.2016, 07.12.2016 ve 20.03.2018 tarihli beyanlarında;
“…Ben 2001 yılından beri AYİM’de en eski ikinci üyeyim. 2007 yılından itibaren de 1. Daire Başkanı olarak görev yaptım. 2013-2014 yıllarından sonra özellikle Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmalar arkasından İstanbul Casusluk ve İzmir Casusluk Davaları çerçevesinde kamuoyunda yaygınlaşmaya FETÖ söylentileri başladı. Ben de Daire Başkanı olarak Silahlı Kuvvetlerden ayırma ve atama gibi dosyalardan giderek anormallikler olduğunu anlamaya başladık. Bu dosyalarla ilgili olarak idare casusluk soruşturması kapsamında elde edilen bazı delillere göre ahlaksızlık sebebi ile ayırma işlemi tesis etmişti. Ancak zamanla bu delillerin çok zayıf veya hukuka uygun olmayabileceği görüşü dairemizde genel olarak hakim oldu. …
……. kararlı ve ısrarlı bir şekilde bu davalarda davacıların aleyhine oy kullandı. … Uyuşmazlık Mahkemesi seçimlerinde teamüle göre sırası gelen ve kıdemli olan ….Albay’ın seçileceği gözüküyordu. Ancak seçimde sürpriz bir şekilde onun yerine … … Albaya yüksek oy çıktı. kurmay üyelerin işbirliği ile yapıldığı anlaşılıyordu. … seçimin organize edilmeden bu şekilde oyların … … üzerinde yoğunlaşması mümkün değildir. … Böyle bir olay benim görev yaptığım sürede yaşanmamıştır. Dediğim gibi hem edindiğim izlenim hem ilgili kişilerin tavır ve hareketleri bunun organize bir hareket olduğunu gösteriyordu. Hattı bu hususta o zamanki AYİM Başkanı … ….’a bunun iyi olmadığını kurmay üyelerin yaptığının doğru olmadığını bunun ileride problem doğuracağını söyledim. Bu noktada şunu da belirteyim, esasen kıdemim itibari ile böyle seçimlerden önce kurmay üyeler gelir bana usulü ve fikrimi sorarlar. Çünkü bunlar kısa süreli kışladan geldikleri için (ki kurmay üyeler o zaman yeni gelmişlerdi) usül ve adabı bilmediklerinden Daire Başkanına görüş ve önerilerini sorarlar. O görüşler çerçevesinde oylarını kullanırlardı. Bu AYİM’in kadim bir geleneği idi. Bunlar gelip fikrimi sormadılar. …
…Olağanın dışında olan bir seçim daha belirtmek isterim. Bu da ….’ın katıldığı AYİM’e Üye seçiminde yaşananlardır. tanığın önceki beyanları okundu. Soruldu. Hepsi doğrudur. Ancak bir ilave yapmak istiyorum; seçimde aşamalarında kullanılan 2 üyeye ait oyların ….’ı da kapsayacak şekilde bugün FETÖ’den tutuklu bulunan ve şu an ismini hatırlayamadığım kişilere verildiğini gözlemledik. Bunların … … ve …’ye ait olduğunu aramızda konuştuk. …
…… … ve … 2011 yılında … üye seçildiler. … … … günlük olaylarda ve atama ve ayırma davalarına ilişkin kararlarında daha katı olduğunu, idarenin işlemlerinin onayı yönünde görüş ve karar belirtirdi. Zamanla kendisi ve … ile Yargıtay’daki birçok FYO (Fakülte Yüksek Okulu) kökenli üyeler hakkında Fetöcü olduğuna dair söylentiler yayılmaya başladı. …
… Kararlardan başka dikkatimi çeken bir olay 17-25 Aralık soruşturmalarından önce Ağustos ayında … …’in Amerika’ya bana ve arkadaşlara göre ani bir ziyaret yapmış olması bundan önce bizim dairedeki arkadaşlarla yaptığımız toplu sohbetlerde hiç Amerika’da bir akrabası olduğundan bahsetmemişti ki biz sohbetlerimizde genel olarak ailevi durumumuzdan akrabalarımızdan bahsederdik. Bundan dolayı hepimiz için şaşırtıcı oldu. Aslında … … Amerika’ya gidinceye kadar genel olarak hükümetin günlük politikalarını hepimize göre daha aktif olarak savunuyordu. Amerika’dan dönünce söylemi değişti. Siyasi iktidar aleyhine aleyhine ve hasmane ifadeler kullanmaya başladı. Hatta yakında yolsuzlukların ortaya çıkacağı gibi ifadeler kullanmaya başladı. Günlük toplu konuşmalarımızda bir şekilde sözü bu tarihten itibaren başlayarak iktidar aleyhine getiriyordu. …
…… … genellikle FYO kökenli ve 1993 ile 1994 nasıplı subaylar olan …., Askeri Yargıtay ve Genel Kurmayda görevli bugün Fetöcü olarak tutuklanmış kişilerle görüşüyordu. …
…… …’in … genel yaşantısında ve verdiği kararlarda her zaman idare yanlısı olmuştur. Yani idarenin verdiği kararların onayı yönünde oy kullanmış veya heyette olmadığı halde heyette olmayan arkadaşlara görüş beyan etmiştir. Hatta geçmişte iptal kararı verilip de dairemdeki 2 üye noksanlığından dolayı tek heyetle karar düzeltmelere bakılması sonucu davacıların aleyhine red şeklinde kararlar çıktı. Bu somut dosyalardan bazıları; ….ın meslekten çıkarılmasında baştan sona diğer bütün askeri hakimler lehine oy kullanmışken kendisinin karşı oyuyla karar düzeltmede davanın bu kişinin aleyhine dönmesidir. Kamuoyunca da bilinen bütün dünyada genel olarak izlenen Game Of Thorones adlı dizinin ingilizce dersinde eğitim maksadıyla kullanmasıdır. Ben bu davada özellikle konuşma yaparak iptal şeklindeki kararın değiştirilmemesinin doğru olacağını bu konuda genel bir kabul olduğunun aksine mahkememiz için iyi olmayacağını gibi açıklamalar yaptım. Diğer dava grubu J. Genel Komutanlığındaki personelin karargah dışına atanmalarıyla ilgili … dedi. …
…… AYİM 2. Daire Üyesidir. Yukarıda belirttiğim şekilde … … ve Genel Kurmayda görevli FETÖ soruşturmalarından açığa alınan ya da şu an tutuklu bulunan genel olarak FYO kökenli kişilerle yakındılar. Öğle yemeğine Genel Kurmaya gittiklerinde … … dairemin üyesi olması sebebi ile benden izin aldığı için haberim oluyordu…
…Şunu da eklemek isterim aslında kurmay subayların karargaha atanmaları için yönergeye göre belli bir sıra ve patern izlemesi gerekir. Bunlar doğrudan bu sıra gözetilmeden doğrudan kritik görevlere atanmışlardı. Bunların kendilerini atayan atama subayı ile beraber çoğu Ankara içinde yine iyi görevlere atanmalarına rağmen karargahta kalmak istemeleri ve adeta işbirliği halinde dava açmaları AYİM’in geçmişinde görülmemiş bir dava çeşididir. Zira kurmaylar geleceklerini daha çok düşündüklerinde kolay kolay dava açmazlar. Hele toplu halde dava açtıkları görülmemiştir. Dava açan bu kişiler darbe girişiminde aktif olarak görev aldıklarını duydum. Ayrıca tamamı ihraç edilen kişilerdendir. … … bulunduğu heyetlerde davacıların lehine karşı oy kullandı. Hatta bir yürütmeyi durdurma gerekçesinde bu atamaların siyasi olduğu yönünde gerekçe yazdı. Ben her iki tarafın da iddia etmediği bir konuda (idare hukukunda amaca aykırılık iddiaları taraflar tarafından iddia ve ispat edilmesi gerektiğinden) gerekçe belirtmenin doğru olmadığını bizzat söyledim. O da daha sonraki karşı oylarında bu gerekçeyi değiştirdi. …
… … … benim daireme verildi, başlangıçta herhangi bir anormal hal ve hareketlerini görmedim kararlarda biraz idare yanlısı idi. Bu durum bizim kurulumumuzda karşılaşılabilecek bir durumdu ancak bize ilk başta az sayıdada olsa İstanbul Casusluk davaları, sonra İzmir Casusluk davaları gelmeye başladı. İstanbul Casusluk bağlamında yargılananlar hariç haklarında cinsel dijital kayıt bulunan bazı subaylar hakkında ayırma davaları gelmeye başladı bunlarda heyetine göre genelde iptal kararı çıktı.. Burada önemli bir noktayı belirtmek istiyorum İzmir Casusluk olay patlaklık verince Pandora Veri Tabanında birçok sivil hakim bürokrat gibi askeri hakimlerin de fişlendiğini birçoğuna bazı isnatlar (menfaat düşkünü, cinsel hayata düşkünlüğü ..) bulunduğu içinde beli bir bakış açısıyla manevi ve dini değerlere dair fişledikleri kişilere ilişkin, zayıf veya eksiklik olarak gördükleri şekilde kategorilere ayırdıkları bu tarihten itibaren özellikle aynı binada ki askeri yargıtay üyeleri ile gruplaşmalar olmaya başladı. Arkasından önce İzmir casusluk davasında mağdur olanlara ilişkin olarak ilk başta TSK’dan çıkarma yapıldı, oysa öncellikle şüphelilere ilişkin işlem yapılması ardından mağdurlar konusunda işlem ve karar alınması gerekirdi, bu süreçte özellikle şu an için bir çoğu tutuklu olan Genelkurmay Adli Müşavirliği ve diğer Kuvvet Komutanlıkların Adli Müşavirlikleri birlikte delil durumuna bakılmaksızın mağdurlar ayıklanıp AYİM’e gelmeye başladı. Özellikle Hava Kuvvetleri Komutanlığında bir istihbarat sorgulanması yaparak daha çok kişilerin ayrıntılı ifadelerini esas alınmak suretiyle ahlak yönde ayrıma işlemleri yaptı. Bunun için de İzmir Casusuluk davasında yargılanamayan da vardı. O dönem Genelkurmay Adli Müşaviri ….ydi. Bu sırada yavaş yavaş bunların ve bizim binada çalışan hakimlerin bir kısmını fetöcu olmaya başladığı bina içerisinde söylendiği gibi medyada yer almaya başlayınca biz daha dikkatli davranmaya başladık, delillerin ve özellikle ahlaki kayıtları özel hayat çerçevesinde kalıp kalmadığını değerlendirir, ben ve yukarıda ismini verdiğim …. ….ve ….. ile birlikte daha çok iptali yönünde karar vermeye başladık. Bunların bir kısmı … …’in heyetine geldiğinde neredeyse tamamı ret şeklinde oy kullandı. Ben bu heyetlerde de çok sayıda diğer üyelerden gayri ahlaki mevcut ise de ayırmaya gerektirecek ölçüde olmadığı yönünde ayrışık oy kullandım. İzmir Casusluk, İstanbul Casusluk davalarında aslında fetö ile ilişkisi ve bağlantısı olmayan mağdur ve şüphelilerin daha sonraki yargılama süresi içinde fetö mensubu olan hakim ve savcıları emniyet görevlileri tarafından örgütne mensubu olmayan kişilerin yıpratılması amacıyla yapıldığı, kamuoyunda yer alması gözetildiğinde AYİM’de verilen kararlarda zaman içinde ortaya çıkan ve bu örgütün yapısı ve işleyişi ile ilgili yargı kararları ile tespit edilen hususlarla birlikte değerlendirildiğinde üyelerin tavırlarını dikkatimi çeken hakkında fetücü olduğu yayılmaya başlayan … …’in idareye paralel olarak yani Genel Kurmay ve diğer Adli Müşavirlerin eylem ve işlemleri doğrultusunda ret yönünde karar vermesi dikkatimizi çekti…… … ve iki kurmay üye ile bir üye daha birlikte olunca kararlar ret çıkıyordu kurmay üyeler …. ile …’dür. …
…AYİM tarihinde kurmay üyelerin görev süresi genelde 2 yıldır. Bildiğim kadarı ile üyelerden …. olabilecek en küçük rütbede göreve geldi ve ilk defa 4 yıl görev yaptı. Sonra diğer dairedeki üyeler de dörder yıl görev yapmaya başladı. Bu idarenin yerleşik geleneklerine pek uygun değildi….
…… daha yeni gelmişti. Daha içine kapanıktı. Ailece de görüşme şansımız olmadı. Şöyleki; AYİM geleneklerinde yeni üye olan kişinin ailesi daire başkanı ve diğer üyelerle birlikte ziyarete gidilir. Bu kişinin yapısını dikkate alarak bu ziyareti yapamadık. ..
……. 2010 veya 2011 yılında Askeri Yargıtay’a Üye seçildi. … Adli Müşavirliğe gideceğine dair söylenti çıktı. Arkadaşı olduğu için … …’e sorduğumda Askeri Yargıtay Üyeliğini benimsemediğini, ikinci başkanlıktan gelen teklif üzerine kendisinin de bulunduğu bir ortamda gelen teklifi kabul ettiğini söyledi. Aslında …. doğrudan Adli Müşavir olarak değil Yarbay rütbesiyle önce şube müdürü olarak atanmıştı. Bu çok dikkat çekiciydi. Yüksek Mahkeme üyeliğinden o rütbede üyelikten vazgeçilip idari göreve geçilmesi aslında talep edilebilecek bir şey değildi. Ancak bundan önce …..’nin yüksek mahkeme üyeliğine seçilme hususu gündeme gelmişti. O zaman bunun yerine Jandarmadaki idari görevi tercih ettiği konuşuluyordu. ….göreve başladıktan sonra MSB Askeri Adalet İşleri Bakanlığına çok az bir hakimliği olan ve henüz temayüz etmemiş yanlış hatırlamıyorsam … … .. getirilmesini sağladı. Keza Genel Kurmay Savcılık ve Mahkemesine de şimdi hakkında soruşturma olan kişiler getirildi. Bu atamalardan sonra Askeri Yargıya yılda 25-30 civarında çok miktarda askeri hakim adayı alınmaya başlandı. Bunların stajyer olarak daireye geldiklerinde genelde taşralı muhafazakar kapalı insanlar olduğunu, biraz da mezun oldukları fakültelerin yüksek standartlı olmadıklarını gördüm. …”(Kls: 6, ek: 7/655-671)
Eski Askeri Yargıtay Üyesi ….. 25.11.2016 tarihli ihbarında;
“…Yapılan fişleme sonucu.. Yüksek lisansı kıdemi almam için üç kez talepte bulundum…2013 yılında temize çıkan bir personel olduğum tarafıma şifahen tebliğ edildi… Ancak yapılan haksızlıklara boyun eğmeyerek 2015 yılında tekrar yüksek lisans eğitimi nedeniyle kıdem verilmemesi işleminin iptali ile ilgili yeniden ……, … ve … …’in …aleyhine karar verdiklerini. …” (Kls: 6, ek: 7/651-654)
Tanık, eski AYİM 1. Dairesi Raportörü …. 09.12.2016 tarihli beyanında;
“… 2011 2016 yılları arasında AYİM’de … … ile birlikte görev yaptım. …’nin Askeri Yargıtay üyesi iken bu görevi bırakıp muvaffak vererek Genel kurmay Adli Müşavirliğine şube müdürü olarak atanmayı kabul etmesini, … … Almış’ın daha yarbayı rütbesinde ve emsallerine göre hakimlik süresi çok az iken Askeri Adalet İşleri Başkanlığına başkan olarak görevlendirilmesini çok manidar bulunuyorum. …. yeterli diğer liyakata sahip olmadığı bir çok askeri hakim tarafından söylenmesine rağmen bu FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir kişiler tarafından Askeri Yargıtay’a üye seçilmesini çok manidar buluyorum. … …’in ise beli davalarda kurmay subaylarla birlikte 3’e iki olacak şekilde davacıların aleyhine hep aynı doğrultuda karar verdiğini gözlemledim. … (Kls: 6, ek: 7/633-636)
Tanık, eski AYİM 1. Dairesi Üyesi … 07.12.2016 ve 23.03.2018 tarihli beyanlarında;
“… Ben … … ile yaklaşık olarak 5 yıl beraber çalıştım. …… …’in FETÖ ile ilgili aleyhte yada lehte herhangi bir söyleminin olduğunu hatırlamıyorum. ……. … dosyalarda genel olarak davaların reddi yönünde yani idarece tesis edilen işlemlerin hukuka uygun olduğu yönünde bir temayüllü vardı. Görev yaptığım süre zarfında önümüze gelen dosyalarda cemaatçi diye meslekten atılan davacı personel yoktu. Tersine birtakım dosyalarda TSK ile ilişiği kesilen kişilerin dosyalarında davacı tarafça ya da vekili tarafından kumpası sonucunda ilişiğinin kesildi iddiaları olurdu. Bu dosyalarda da yine delil durumu ne ise dosyadaki bilgi ve belgelere göre ya da alınan ara kararına gelen cevaplara göre hareket ederdik. …
…Kurmay subaylardan …. ile 4 yıl ve … ile 3 yıl birlikte çalıştım ….ancak 2015 yılında jandarma komutanlığınca tesis edilen kimi kurmay subaylarla ilgili ve genellikle il içi olan atama işlemlerinden kurmay üyelerin biraz önce bahsettiğim genel yaklaşımlarının tersine iptal temayüllünde olduklarını hatırlıyorum ancak bunu hangi sebep ve saikleri ile yaptıklarını bilmiyorum dosyalarımı sayısını tam olarak bilinmemekle birlikte … …..nde bu dosyaların bazılarında yukarıda bahsettiğim genel temayüllünün tersine iptal oyu kullandığını hatırlıyorum…
… AYİM e atanan subay üyelerden yerleşik 2 yıllık uygulamalar dışında …… üyelik turgay akgülünde 3 yıl süreyle subay üyelik yapmış olduklarına hatırlıyorum. Ancak bunların hangi sebeple rutin uygulama dışında görev yaptıkları konusunda bir bilgi ve görgüm bulunmamaktadır. …” (Kls: 6, ek: 7/615-620)
Tanık, eski AYİM Üyesi Güven ŞAĞBAN 15. 11. 2016 tarihli ifadesi;
“… FETÖ/PDY örgütünün askeri yargı içerisindeki yapılanmasıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyesiyken iyice haberdar oldum. … Burada Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde ve tüm askeri yargı içerisinde özellikle iki ismin fetö/pdy örgütüne mensup bilindiğini ve sohbet ortamlarında bu konuların konuşulduğunu biliyorum bunlar … … ve …’dir. Ayrıca kurmay üyelerin büyük bir çoğunluğunun onlardan olduğu konuşuluyordu bunlar ise …..ayrıca ismini hatırlamadığım yine karacı kurmay albay olan iki daire üyesi vardı. … … … ile …..n’in verdiği kararlara bakılacak olursa bunların fetö/pdy yanlısı kararlar verdiğini net olarak görülecektir. Bunun en somut örneği genel kurulu sırasında görüşülen hakim albay ….. ile ilgili olandır …. ile … bir tartışma yaşamışlar ve bu konu ile ilgili olay AYİM genel kuruluna gelmiştir. şimdi … … … İle iki kurmay üye aynı doğrultuda oy kullanmışlar ancak diğer üyeler aksi yönde oy kullanarak ….’ın yargılanmasına engel olmuşlardır. … ” (Kls: 6, ek: 7/609-611)
Tanık, eski AYİM 3. Dairesi Raportörü …… 09.12.2016 tarihli bayanında;
“…Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesinde… Yaptığım incelemede; özelikle AYİM den tanıdığım üyeler ile yakinen tanıdığım meslektaşlarıma ilişkin bilgililerin ışığında; MSB emrine alınanların kesinlikle fetö yapılanmasının dışında kişiler olduğu, kritik ile verilen veya tepsi ettirilen askeri hakimlerin bir kısmının onlarla irtibatlı olabileceği kanatina ulaştım. … Uzun yıllar 3. Dairede raportör olarak görev yaptığım için edindiğim tecrübelerden özellikle Hv. K.K.lığının FETÖ/PDY yapılanmasında uzak olan personele yönelik sistematik bir tasfiye işlemi uygulandığını, bu kapsamda genç rütbedeki personel için daha çok sınıf değişikliği ardından istihbarat sorgulanması ve ……personel Güvenlik İncelemesi) yapıldığını daha kıdemli personel sistemde kalması istenmiyorsa mobing, disiplin cezası ve atamalarla yıldırarak istifa yazı zorlanma şeklinde uygulama yapıldığını söyleyebilirim. …Hazırladığım raporlarda genellikle davacı personelin lehineydi ancak bu kumpas diyebileceğim işlemleri yaparken tabiri caizse her işi kılıfına uyduruyorlardı, …sonradan öğrendiğim kadarıyla özellikle pilotlarıyla ilgili 2, 3. Muayenesindeki doktorların bile ayarlandığını sağlık raporlarını doğru kabul ettiğimiz de personelin haksız çıktığını gördüm. …
…… … aynı dönemde staj yapıp mesleğe başladık. Kendisini meslek olarak tanırım hakkımda bildiğim kariyerindeki dikkat çekici bir şekilde çok hızlı yükseldiği, akademik kariyer yaptı ve daha adı hiç geçmez iken AYİM üye olup, ilk seçimde seçilmesidir… … …, …, …. ve ….. çok samimi görüntü sergiliyorlardı … Bu kişilerden .. …eşimin amirliğini yapmıştı onunla ilgili ciddi şüphelerim 15 Temmuz öncesinde de vardı özellikle Askeri Yargıtay üyeliğinden feragat edip idari göreve gitmesi oradaki cesur tavırları hep dikkat çekerdi. …Ancak doğrudan fetö üyeliklerine yönelik tespitim ve görgüm olmamıştı. Haklarındaki şüphelerim 15 Temmuz sonrasından gördüklerim ve öğrendiklerimden sonra pekişti. Özellikle genç rütbesindeki askeri hakimler AYİM de bunun duyuyorlardı özellikle Havacıları daha yakından tanıma fırsatı buldum. Bu kişiler tek tip davranışlar sergileyen kişiler değil, daha önceki staj gruplarıyla çok uyumlu değildi. …” (Kls: 6, ek: 7/600-604)
Tanık, eski Askeri Yargıtay Üyesi ….. 12.0 3.2018 tarihli beyanında;
“…Biz AYİM ile aynı bina içerisinde faaliyet gösteriyorduk. Aramızda çok fazla bir ilişki yoktu. Özellikle subay üyelerle hiçbir irtibatımız olmadığını söyleyebilirim. Ben subay üyelerin birinci tercihinin terfi etme ihtimali daha yüksek olduğundan komutanlık ataması görme yönünde olduğunu düşünüyorum. Ancak AYİM Üyeliği de hakim teminatı ve özlük haklarındaki iyileşme nedeniyle tercih edilebilir. AYİM Üyelerinden şu an şüpheli olan hiçbiri ile birebir ziyaretim olmamıştır. Merhaba dışında herhangi bir tanışıklığımız da yoktur. …
…Genellikle Kurmay Subaylar idarenin (Komutanlığın) işlemleri yönünde oy kullanırlar. Ancak AYİM’de çalışan hakim üyeler …., … ve … darbe girişimi sonrasında subay üyelerin özellikle Fetö mensubu askeri personelin ihraç işlemlerine karşı açtıkları davalarda idare aleyhine oy kullanmaya başladıklarını söylediler. …” (Kls: 6, ek: 7/557-560)
Şüpheli, eski AYİM Üyesi …. 29.03.2018 tarihli beyanında;
Harp okulunda iken 1992 – 1993 yıllarında … cemaatle tanıştım… Koca … Paşada Zeyd kod adlı (gerçek ismini hala bilmiyorum) cemaat abisi ile tanıştım ve cemaat evine gidip gelmeye başladım…. Fetullah … vaaz kasetlerini de izliyorduk, sohbet yapılıyordu. … Daha sonra 1994 yılında mezun olup Gölcük’e tayin oldum. … ismini hatırlamadığım bir abi geliyordu …tedbir amaçlı komşuların duymaması için Fetullah …’in vaaz kasetleri dinlenmiyordu. … Deşifre olmamamız için bu tedbiri uyguluyorduk. … yukarıda bahsettiğim, gittiğim ve kaldığım bütün evlerde deşifre olmamak adına cemaat abilerinin kesin emri üzerine Fetullah … kasetlerini izlemiyorduk, … Ancak bu toplantılarda Fetullah …’i övücü, yükseltici biri olduğu, müştehit olduğu, daha sonra da cemaat güçlenince Fetullah …’in mehdi benzeri gibi lanse edildiği ve bu şekilde insanların cemaate mutlak itaat etmesi isteniyordu. Hatta ben kendi akrabamla evlenmek istediğimde ilk başta buna karşı çıkmışlardı. Bu konuda beni kararlı gördükleri zaman kabullenmişlerdi. Şunu demek istiyorum, mümkün olduğunca bütün özel hayatımız dahil olmak üzere bütün hayatımızı (sosyal, siyasal, ekonomik) belki de ruhsal durumumuzu bile kontrol altında tutuyorlardı. …
…Mezun olup mesleğe başladıktan ve maaşa kavuştuktan sonra mümkün olduğunca düzenli olarak değişmekle birlikte evlendikten sonra maaşımın 1/20’sini elden cemaat abisine veriyordum. Görmemekle beraber yukarıda isimlerini saydığım kişilerin himmet adı altında para vermeleri cemaat sisteminin gereğiydi (cemaat mensuplarının olmazsa olmaz koşuluydu).
Cemaat ayrıca üstlerimizle iyi geçinmemizi, her türlü tedbiri almamızı, ortaya çıkmamak için gerektiğinde içki içmemizi hatta söylemlerimizde bile dikkatli olup dini tabirleri kullanmamamızı istiyorlardı. Nitekim kod ismi kullanmamızın sebebi de gizlilikti. Benim kod adım “Halit” idi. Benim tahminim 15 Temmuz gibi bir olayın olması durumunda deşifre olmalarını önlemek amacı ile 1986 yılında aklımda kaldığı kadarı ile Işıklar Askeri Lisesinde itirafçı bir kişi bu yapılanma hakkında konuştuğu için hemen akabinde Deniz Lisesinde bazı öğrencileri teker teker sorguya alıp okuldan atmışlardı. Kod isminin yaygın olarak kullanılmasının sebebi bu olaydan da kaynaklanmış olabilir. Subaylık sırasında yukarıda bahsettiğim olay anlatılarak bundan sonra tedbirlerin arttırıldığından bahsedilirdi.
Bizim sivil cemaat mensupları ile herhangi bir ilişkimiz olmazdı. Sadece cemaat abisi sivil olurdu. Bu kişi yada kişiler de sohbet sırasında bize tavsiye ve telkinde bulunurlardı.
Cemaat mensuplarının kendi aralarındaki ilişkiye gelince;
Genel olarak yanı görev yerindeki kişiler grup yapılmaya çalışılırdı. Bu tek de olabilirdi çok da olabilirdi. Gruptaki kişi sayısı akademi döneminde iken daha çok olabiliyordu. Ancak kıdem yükseldikçe cemaat mensubu diğer üyelerle ilişik minimum seviyeye indirilir, kural olarak tek bir kişi ile muhatap ettirilirdi. Askeriye içindeki diğer cemaat mensupları ile de muhattap ettirilmezdik. Örneğin ben mesleğimin sonuna doğru kıdemli olduğum için tek gittiğim zamanlar oldu.
1996 … Gölcük’te lojmanlara taşındım. … arkadaşlarla İstanbul’da Mustafa kod adlı abinin Erenköy’deki cemaat evine gidiyorduk. … Vaaz kasedi yada CD de izlenebiliyordu. Yukarıda belirttiğim şekilde Fetullah … anlatılırdı. Daha sonra İstanbul Koşuyolunda … kod adlı cemaat abisine gitmeye başladık.
1998 yılında ABD’ye TCG Gökçeada gemisinin aktivasyonu maksadıyla gittim… Burada çok yoğun çalıştığımız için herhangi bir yere gitmedim. Herhangi bir cemaat abisi ile de irtibat kurmadım. Daha sonra Türkiye’ye 1999 yılı Eylülünde depremden sonra döndük. Depremden dolayı üs tahrip olduğu için gemiler Marmaris’e taşındı. Ben de gemimle beraber Marmaris’e gittim. Burada sadık kod adlı cemaat abisi ile görüşüyorduk. … beraber veya tek başına Sadık isimli abi ile görüşüyorduk. 2000 – 2003 yılları arasıydı. 2003 yılında akademiyi kazandım. Akademiye girmem kendi isteğim ve cemaatin yönlendirmesi ile olmuştur. Akademi sınavlarına hazırlanırken cemaatin hazırladığı çalışma CD ve kitapları bize gönderildi. O kadar profesyonelce hazırlanmıştı ki bu dokümanları okuyup biraz da çaba gösterdiğiniz de sınavı kazanamama gibi bir durum söz konusu olamazdı. Akademideyken Acıbademde ….. kod adlı cemaat abisi ile görüşüyorduk. Burada birinci sınıflardan grup halinde görüşüyorduk. Burada benimle beraber İlsev ….., . (kendisi Erzurumlu 1994 DHO mezunu 15 Temmuz olaylarından önce DKK Karargah Personel Başkanlığındaydı) cemaat abisine gelip gidiyordu. Akademi öğrencileri arasında bir yarış olduğu için sivil abiler bize hocaların gözüne girmemiz için ve hocaların bize iyi kanaat notu vermesi için hoşlarına gidecek davranışlarda bulunup iyi notlar almamız isteniyordu. Biz de gerek sosyal faaliyetlere katılım olsun gerekse hocaların gözüne girecek davranışlarda bulunuyorduk. Akademiden sonra Gölcük’e tayin oldum. Burada Marmaris’teki Sadık abi de cemaat tarafından gönderilmişti. Çünkü abilerde de bir nevi tayin sistemi vardı. Bunların görev yerlerini belirli periyotlarla değiştirildiğini biliyorum. İzmit’te sahil evleri tarafında evi vardı. Buraya hatırladığım kadarı ile ….. ile gittik. Daha sonra da ….. ile beraber gittik. …
…2007 yılında Ankara’ya DKK’ya tayin oldum. Burada …. kod adlı bir abiye Şentepe tarafındaki evine gittim. Şubede tek olduğum için (şubede 3 kişi çalışıyorduk) tek gidip geldim.
…2008 yılında Marmaris Aksaz’da TCG Gaziantep gemisine tayin oldum. 2008 – 2013 yılları arasında TCG Gaziantep gemisinde görev yaptım. Gemi ilk önce Gölcük’te modernizasyonda idi. Daha sonra Marmaris’e indi. Burada Tarık kod adlı cemaat abisinin Armutalan’daki evine gidip geldim. …
… 2013 yılında DKK Karargahına tayin oldum. Burada Levent kod adlı Emin AYTAŞ’ın GİMAT’ın arkasındaki polis teşhisinde gösterdiğim evine tek gidip geldim. Orada askeriye sınıfında yalnız ben vardım.
2015 yılında AYİM’e Cumhurbaşkanı kararnamesi ile seçildim. … Cemaatin etkisinin olup olmadığını bilmiyorum. Ben şimdiye kadar yazdığım atama anketlerinin hiç birinde AYİM’e atama istemedim. Özlük hakları ve itibar açısından AYİM Üyeliği onore bir görevdi. Ben seçildiğimde komutanlarım beni çağırarak tebrik ettiler.
Ben fiili olarak 2015 Eylül ayında AYİM’de çalışmaya başladım. Levent kod adlı abim beni …. kod adlı TPE Av. …’e teslim etti. ….. kod adlı abi ile görüştüğümüzde; özellikle öğrenci dosyaları olduğunu, burada da ağırlıklı somut bilgi ve belgelere göre hareket etmem gerektiğini söyledi. Zaten gelen bilgiler de genelde tek satırlık “… okulundan mezundur, …. yurdunda kalmıştır, babası cemaate bağlı …’da çalışmaktadır.” gibi teyit edilmesi gereken bilgilerdi. …. abi bana cemaat mensubu arkadaşlarımızın atılma, uzaklaştırılma dosyalarıyla ilgili somut bilgi ve delil isteyin. Siz somut bilgi ve delil isteyin zaten böyle bir bilgi gelmez. Bundan sonra da lehe hareket edersiniz gibi şeyler söyledi. Biz de ona göre hareket ettik. Ancak somut olarak bilginin geldiği dosyalar olduğunda gereken ne ise onu yaptım. Örneğin AYİM 2. Daire esas no 2016/216, davacı …., gelen bilgi: Tunceli ev sorumlusu ve Facebookta cemaat ve Fetullah Gülenle ilgili paylaşımları vardı. Somut bilgi olduğu için ret kararı verdim.
Ertuğrul kod isimli Av. ….. bana aynı dairede görev yapan kurmay üye …’in bir süredir orada görev yaptığını ve davalarla ilgili hareket tarzımı belirlerken onu da dikkate almamı, …’in de cemaat üyesi olabileceğine benzer şeyler söyledi. Tutuklandıktan sonra hastaneye gidip gelirken ceza evi aracında … ile karşılaştım. Aracın içinde bana cemaat söylemi olan “dua edelim Allah bizi bu işten kurtaracak. Bu sorunlar bitecek.” mivalde bişeyler söyledi. … ile dairede zaman zaman sohbet ederdik. Kendisi … isimli üyenin cemaat ile mücadelenin silahşörlüğünü yaptığını söyledi. Yine kendisi bir cemaat abisinden bahsederek onunla görüştüğünü söylüyordu. Onun görüştüğü abi ile benim görüştüğüm abi farklı kişilerdi. İsmini hatırlamıyorum. … Kara Kuvvetleri personeli olduğu için onun farklı bir kişi ile görüşmesi muhtemeldir. Benim bu kişiyi bilmem mümkün değildir.
AYİM’e geldiğimde kurmay üyeler idarenin işlem ve eylemlerini genellikle onaylar imajı vardı. AYİM’de verdiğim kararlarda bir önceki paragrafta belirttiğim düşünce ve sistemi uygulayarak oy kullandım….
…Benim telefonuma ByLocku Levent kod adlı … (AFAD’da görevli idi kendisi hakkında himmet toplamadan dolayı açılan davada tanıklık da yaptım, himmetten dolayı dava açıldığını da Çankırı’da ifade verdiğim sırada mahkeme hakiminden duydum, tutuklu olup olmadığını bilmiyorum.) yükledi. Ben ByLock mesajlaşmasını sadece…… ile buluşmak maksatlı olarak kullandım. ByLocku iletişimimizin tespit edilmemesi için kullanıyorduk. ByLock kullanmadan önce getirdikleri telefona yüklü başka birinin adına kayıtlı telefon ile ya da ankesörlü telefonlar ile iletişime geçerdik. Bu başkasının adına telefon kullanma ya da ankesörlü telefon kullanma durumu Marmaris’te görevli olduğum dönem ile önceki dönemlerde oluyordu. Ankara’ya geldiğimde daha çok yüz yüze görüştüğümüzde bir sonraki buluşmanın gününü de kararlaştırıyorduk. ByLockta problem yaşanınca “Sureshot” adında bir program üzerinden iletişim sağlanıyordu. Bu program benim telefonuma da yüklenmişti. En son bu program üzerinden görüşüyorduk.
Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki yukarıda isimlerini verdiğim ve benimle ilgilenen cemaat abileri beni bir sonraki cemaat abisine teslim ediyordu, adeta zimmetliyordu. Bu silsile şeklinde devam etti. …” (Kls: 6, ek: 7/520-525)
Tanık, eski AYİM 2. Dairesi Üyesi … 29.07.2016, 08.12.2016 ve 15.03.2018 tarihli bayanlarında;
“… Darbecilerin hazırladığı atama listesinde emre alınan personelden hiçbirinin kesinlikle Fetöcü olmadığını biliyorum ve buna inanıyorum. Çünkü özellikle Askeri Yargıtay ve AYİM’de olup da emre alınanların hepsinin daha önce FETÖ ile mücadele eden FETÖ karşıtı kişiler olduğunu kesinlikle biliyorum. Diğer listelerde de emre alınan şahıslardan tanıdıklarımın hepsi FETÖ karşıtı sosyal demokrat veya FETÖ ile mücadele eden milliyetçi muhafazakar şahıslardan oluşuyordu. Ayrıca diğer kurumlarda olduğu gibi AYİM ve Yargıtay’da da Fetöcü olmadığı halde darbecilerin hazırladığı atama listesinde görevlendirilen başka arkadaşlar da vardır. Fetöcülerin personel yetersizliği sebebi ile kendilerinden olmayan şahıslara bile görev verdikleri bir ortamda kendilerinden olan bir kişiyi emre almaları mümkün değildir. …
…Sıkıyönetim direktifinin ekinde bulunan NOT:(1)’de atama listesinde özellikle görevlendirme yapılmayanların ve MSB emrine alınmayanların bulundukları görevde görevlerine devam edecekleri belirtilmiştir. Bir kısım personelin ise daireler arasında ataması yapılmıştır. Bunun açıklaması ise şudur. Darbeye kalkışanlar AYİM ve Askeri Yargıtay’ı kapatmayı düşünmemişler, buranın faal olarak devam etmesini istemişlerdir. Ancak güvenecekleri yeterli personel olmadığı için AYİM’den 1 daireyi Yargıtay’dan 2 daireyi kapatmışlar. Ancak bu dairelere de kendilerinden olan yeterli personel olmadığı için kendileriyle açıktan mücadele etmeyen ve kendilerinin etkileyebileceklerini düşündükleri Fetöcü olmayan bir kısım personeli de bu dairelerde görevlendirmişlerdir. Listeyi hazırlayan şahısların mutlaka içerden birileri olduğunu ve çok önemli kişilik analizleri yaptıklarını düşünüyorum. Çünkü kendilerinden olmadığı halde atanan personel içerisinde her görüşten insan vardır. Ancak bu şahısların ortak özellikleri bazılarının hırs ve ihtiras gibi kişisel zaafiyetlerinin olması, bazılarının da suya sabuna dokunmayan, her yola gelebilecek şahıslar olmalarıdır. …
… 2012 MİT krizine kadar aleni olarak hükümeti destekliyordu. Hatta ben zaman zaman eleştirdiğimde ise bana kızıyorlardı. Ancak 2012’deki MİT krizinden sonra hepsi birden tavır değiştirdi. Tamamen hükümet karşıtı oldular. Ben bu değişimi sorduğumda açıklama getiremediler. ……..2014 AYİM seçimlerinden önce bana gelerek seçimlerde… ve …. için oy istedi. Ben de oy vermeyeceğimi söyledim. … Seçimlerde ilk 5 aday belirlendi 6. Aday için seçimler 99 tur sürdü. ancak benim gayretim ile….ve ….listeye giremedi. Seçimler bittikten sonra …. benim ile tamamen ilişkisini kesti. Oysaki … ile herhangi bir samimiyeti yoktu. Buna rağmen sırf ….’ a oy vermedik diye daha önce çok samimi olduğu benimle, … ile ve ….. ile selamı sabahı kesti. Sadece … değil yukarıda ismini saydığım AYİM ve Yargıtay Üyelerinden ….. hariç hepsi bizimle selam sabahı kesti. …
…Uyuşmazlık Mahkemesi için yapılan seçimde aday olmadığı ve mahkemenin en kıdemsiz üyesi olduğu için teamüllere aykırı olduğu halde Kurmay Albay’lar (ayrıca kendisi de kendisine oy vermiştir) … …’e oy verdiler. O dönemde bizim dairede görev yapan Deniz Kurmay Albay Bahadır GÜNDOĞDU, …’e, bu durumu Kurmay Albay …’in organize ettiğini söylemiş. Buradan da … …’in önemli bir şahıs olduğu ortaya çıkıyor. Ben … … ile aynı dairede görev yapmadığım için ne yönde kararlar verdiğini bilmiyorum. Ancak genel olarak TSK’den Fetöcüler tarafından çıkartılan personelin açtığı davalarda red oyu kullandığını biliyorum. Yine … bana Fetöcü Jandarma Subaylarının karargahtan uzaklaştırılması ile ilgili yapılan atamalarla ilgili açılan davalarda bu şahsın iptal yönünde oy kullandığını ve yazdığı karşı oyda bu atamaların siyasi atama olduğunu beyan ettiğini, kendisinin … … ile görüşerek bu ifadeyi sildirttiğini söylemişti.
……, … …, 6 Kurmay Albay … … …’e oy verdiğini gördüm. ..
…… … genelde idare lehine oy kullanan bir kişiydi. Ancak benim Fetöcülerle ilgili olduğunu düşündüğüm dosyalarda iptal yönünde (idare aleyhine) oy kullanırdı. Fetöcü olduğu gerekçesi ile Askeri öğrencilikten çıkarılan personelin açtığı davalarda genellikle heyette olmamakla birlikte olduğu heyetlerde de iptal yönünde oy kullanıyordu. Genelde bu arkadaş kendisinin heyette olmadığı dosyalarda pek konuşma adeti olmadığı halde Fetöcülükten atılan öğrencilerin dosyasında heyette olmadığı halde şu an iktidardaki Bakanların, Milletvekillerinin çocukları da bu okullarda okuyor, ne var bunda diye görüş beyan ediyordu. Yine MİT’de görevlendirilen Genel Kurmayda görevli bir devlet memurunun MİT’ten Genel Kurmay’a geri gönderilmesi ile ilgili açtığı davada davacı lehine normal davranış kalıbının dışında iptal çıkması yönünde çok çaba sarf edip görüş beyan etti. Daha sonra araştırdığımda bu şahsın Fetöcü olduğu gerekçesi ile MİT’ten Genel Kurmay’a iade edildiğini öğrendim. …
…AYİM’de görevli kurmay üyelerin görev süresi azami 4 yıldır. Uygulamada genelde 2 yıl görev yapıp kıta görevlerine gidiyorlardı. Ancak 2012’de AYİM’e atanan … ve ….. azami süre olan 4 yıl görev yaptılar. Darbe teşebbüsü olduğu zaman bu şahısların tayinleri çıkmış ancak ilişikleri kesilmemişti……. ve …. 2016 itibari ile 3 yıllık görevdeydiler. Bu durum genel teamüllere aykırıydı. Yine bu kurmay üyelerin genel bir özelliği de genellikle soruların çalındığının iddia edildiği 2003 yılında ve sonrasında Harp Akademilerine girmeleriydi. Kurmay Subaylar genellikle AYİM’den sonra yeniden kendi kuvvetlerinde göreve dönecekleri için görüşmelerde genellikle idare lehine oy kullanırlardı. Ancak suya sabuna dokunmayan dosyalarda idare aleyhine oy kullandıkları da olurdu. Özellikle tazminat davaları bu tür davalardandı. Özellikle TSK’dan ihraç, atama davaları, askeri öğrencilikten çıkarma davalarında ise hemen hemen idarenin görüşü yönünde oy kullanırlardı. …
…AYİM 2. Dairesinde… Fetöcülerin etkin olduğu dönemlerde. Yapılan işlemlerle ilgili olarak istisnasız red oyu kullanırlardı. Ancak 2014-2015 yılından itibaren … Fetöcü olduğu gerekçesi ile bir kısım öğrencilerin TSK ile ilişiği kesildi. Yine Fetöcü olduğu gerekçesi ile bir kısım personelin görev yerlerinin değiştirilerek bunların daha pasif görevlere alınması söz konusu oldu. … J. Genel Komutanlığı Fetöcü olduğu gerekçesi ile J. Genel Komutanlığında görev yapan bir kısım kurmay subayları yine Ankara garnizonunda bulunan J. Okullar Komutanlığına atamış. Bunların açtığı davada Daire Başkanı … ve üyelerden … … ile 2 tane kurmay üye yürütmeyi durdurma yönünde oy kullanmışlar. Daire Başkanı … bana Jandarmadaki tayinlerden haberin var mı diye sordu. Ben de bazı Fetöcü subayları karargahtan uzaklaştırmaya çalışıyorlar dedim. O da bana ben de bir gariplik olduğunu anlamıştım dedi. Neden diye sordum. Kurmay üyelerin (….. ve …) genel oylarının aksine yürütmeyi durdurma yönünde oy kullandıklarını söyledi. Ben de atanan şahısların Fetöcü olması sebebi ile atandığını beyan ettim. Bunun üzerine … kurmay subaylarla görüşerek, bu durumun aleyhlerine olacağını söyleyerek oylarını değiştirmelerini istemiş, bu davalarla ilgili nihai kararda da … ve kurmay üyeler bildiğim kadarı ile oylarını değiştirerek red oyu kullanmışlar. Bu hususu bana … anlatmıştı. Hatta yukarıda belirttiğim gibi … …’in bu kararlara muhalif kaldığı ve muhalefet şerhine bu atamalar siyasi atamalardır diye yazdığını bunun üzerine …’ın bu ibareyi sildirdiğini … bana söylemişti. Burada dikkat çeken husus …’ın oyu değil, kurmay subayların oyudur. Çünkü …’ın benzer davalarda vermiş olduğu birçok yürütmeyi durdurma kararı vardır. Ancak kurmay subayların bu tür atamalarda bırakın il içi atamayı il dışına atamalarda bile yürütmeyi durdurma kararı verdikleri vaki değildir. Dolayısı ile bu şahısların ben örgüt talimatı ile bu yönde oy kullandıklarını düşünüyorum. …
… Uyuşmazlık Mahkemesi seçimlerinde kurmay üyeler genellikle Daire Başkanlarıyla istişare ederek onların görüşü doğrultusunda teamüllere uygun olarak oy kullanırken 2014 yılında yapılan Uyuşmazlık Mahkemesi seçimlerinde toplu olarak ve teamüllere tamamen aykırı olarak mahkemenin en kıdemsiz üyesi olan … … lehine oy kullanmışlardır. Mahkeme Başkanı … …. seçimlerden sonra … Bana benim kurmay üyelere kötü davrandığımı, onun için bana oy vermediklerini söylediklerini beyan etti. Ben de kendisine benim hiçbir kurmay üye ile sorunum olmadığını kaldı ki bu üyelerin bir kısmının mahkemeye yeni üye seçildiklerini, dolayısı ile aramızda hoş geldin ziyareti dışında bir diyalog yaşanmadığını, kaldı ki benimle aralarında bir husumet olduğunu kabul etsek dahi neden benim dışında herhangi bir üyeye değilde mahkemenin en kıdemli üyesi olan … …’e toplu olarak oy verdiklerini sorması gerektiğini söyledim. Dolayısı ile bu üyelerin bana olan husumetten değil, örgüt talimatı ile hareket ettiklerini söyledim. Daha sonra … bana o zamanki Denizci Üye …..’nun kendisine kurmay üyelerin hepsini …’in organize ettiğini söylediğini beyan etti. 2. Dairede görevli … askeri öğrencilerle ilgili dosyalarda Fetöcüler atılmaya başlayıncaya kadar hep red oyu kullanıyordu. … 2014 yılından sonra Fetöcülükten atılmalar başlayınca bizim oylarımızda bir değişiklik olmadı. Başlangıçta kurmay üyelerin oylarında da değişiklik olmadı. Ancak …..ın göreve başlamasından itibaren … …… ile birlikte iptal yönünde oy kullanmaya başladı. Başlangıçta bu 2 arkadaş sadece Fetöcülükten atılan öğrenciler dosyasında değil diğer sebeplerle atılan öğrencilerin dosyasında da iptal oyu kullanıyordu. Fakat … daha sonra tekrar oyunu değiştirerek, Fetöcülerle ilgili dosyalarda ipal, diğer dosyalarda red oyu kullanmaya başladı. … bu şahıs Uyuşmazlık Mahkemesi seçimlerinden önce bana … …’in Fetöcü olup olmadığını sorduğunda yukarıda belirttiğim gibi Fetöcü olduğunu beyan etmiştim. O da kendisinin de şüphelendiğini ve kendisinin de onunla konuşmadığını beyan etmişti. Ancak Uyuşmazlık Mahkemesi seçiminde konuşmadığı bu şahıs için diğer kurmay üyelerini de organize ederek toplu olarak oy verdiler. Hatırlayabildiğim kadarı ile ….. askeri öğrenci dosyalarında istisnasız olarak iptal oyu kullandı…
…Askeri Yüksek İdari Mah. Şuanda görev yapan Kurmay albayların tamamı (P.Kur. Alb …, Kur. Alb. ….., Hv. Kur. Alb. …, Dnz Kur . Alb. …., J. Kur Alb Şerif BEK, P. Kur Alb …) 1992-1994 harp okulu mezunları olup, bunların büyük çoğunluğu harp akademilerinde soruların çalındığını iddia edildiği, 2003 yılından sonra harp akademi sınavlarını kazanan subaylar olup, atamaları da FETÖ ye mensup subayların personel başkanlıklarında veya tayin daire başkanlıklarında görev yaptıkları dönemde askeri yüksek mahkemesinde AYİM e seçildikleri…”(Kls: 5, ek: 7/309-334)
Tanık, eski HSYK Üyesi … 12.10.2016 tarihli beyanında;
“……. isimli şahsın davası da cemaatin girişimleri ile onandığını biliyorum. Bu dosya kamuoyunda Kayseri Hipnoz davası olarak nitelendirilen askeri yetkilileri ile ilgili bir davadır…. ”
….İstanbul Alay Komutanı … hakkında Silivri Ceza Mahkemesi tarafından hürriyeti tahdit suçundan verilen cezaya ilişkin dosya Yargıtay’a gelmeden önce bu suçlara bakan daire önce değiştirilerek cemaatin etkin olduğu 14. Ceza Dairesine bu yetki verildi. 14. Ceza Dairesi önce bu kararı onadı, daha sonra Yargıtay Savcılığının itirazı ve kamuoyunun tepkisi üzerine daire bu kararı bozdu. …” (Kls: 5, ek: 7/297-298)
Tanık, eski Askeri Yargıtay Başsavcısı Vekili Kürşad Veli EREN 07.03.2018 tarihli beyanında;
“…2008 yılında bazı teğmenlerin ve harp okulu öğrencilerinin ergenekon soruşturması kapsamında savunmalarını üstlendim. Davalarını da takip ettim. Daha sonra balyoz davasında çok sayıda muvazzaf askerin avukatlığını yaptım. Bu süreçte FETÖ denilen yapının son derece tehlikeli bir yapı olduğunu fark edince askeri yargı camiasında bu örgüte mensup kişiler olup olmadığını takibe aldım. Askeri Yargıtay ve AYİM’deki gelişmeleri takip etmeye, kimlerin üye seçildiğini izlemeye, çıkan kararları irdelemeye başladım. Bunun sonucunda ilk aşamada siyasi iktidara yakın duran hakim ve savcılarla FETÖ üyesi hakim ve savcılar belli bir döneme kadar ortak hareket ettiklerinden çok net bir ayrım yapamadım. Sadece sosyal demokrat yada liberal tandanslı sayılabilecek bazı hakim ve savcıların dışlandığını gördüm. Nitekim bu hakim ve savcıların istinasız tamamı İzmir fuhuş ve casusluk soruşturmasında fişlendi. … 2014 veya 2015 yılında yine … ile sohbet ederken bana haklı olduğumu söyledi. Sonra Askeri Yargıtay ve AYİM’deki Fetöcülerin kimler olduğunu konuşmaya başladık. …
…Benim söylediğim isimlerle onun söylediği isimlerin çakıştığını gördüm. Bu isimler Askeri Yargıtayda ……; AYİM’de de … … ve … idi. …
Yukarıda isimlerini söylediğim Yargıtay ve AYİM üyeleri 07 Şubat MİT krizi ve 17-25 Aralık 2013 tarihine kadar siyasi iktidara toz kondurmazlardı. En ufak bir eleştiriyi bile reddeder ve siyasi iktidarı şiddetle savunurlardı. Bahsettiğimiz olaylardan sonra muhafazakar olarak addettiğimiz grup ikiye bölündü. … Kararlarını incelediğimde çok önemli bazı kumpas ve tasfiye davalarında sanıklar aleyhinde ortak hareket ettiklerini ve aynı yönde oy kullandıklarını gördüm. Davalar sanıklar lehine sonuçlanmış olsa dahi açıkça karşı oy kullanmışlardır ve bu tür davaların sayısı bir hayli fazlaydı. 15 Temmuz 2016’dan sonra askeri yargının görevlendirme listelerini görünce bu kanaatim iyice pekişti. …” (Kls: 5, ek: 7/281-285)
Tanık, eski Askeri Yargıtay Üyesi Tanık Levent BİLGİ 02.12.2016 tarihli beyanında;
“…Askeri Yargıtay 2. Dairesinde …İstanbul özel yetkili ağır ceza mahkemesinde Ergenekon terör örgütü üyeliği suçundan tutuklu olarak yargılaması devam eden ….’in askeri eşyayı gizlemek suçundan Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesince verilen ve 3 yıl altı ay hapis cezasını içeren mahkumiyet hükmünü temyiz incelemesi için raportör üye olarak görevlendirildim …kurulumuz mahkumiyet hükmünü oybirliğiyle noksan soruşturma sebebiyle bozdu. …
…Dava dosyasının bozma ilamı ile birlikte gönderilmesinin ardından …başkan daire bozmasına uyulması gerektiği yönünde görüş ve düşünce belirtirken heyetin diğer üyeleri … … ve …. ….bozma kararına karşı direndi …hatırladığım kadarıyla direnme kararının verildiği duruşmaya askeri savcı olarak … katıldı ve çok kapsamlı denebilecek mütalaası sonunda bozulan bir önceki mahkeme kararının son derece isabetli olduğunu dairenin bozma ilamının yerinde olmadığını söyleyerek direnme kararı verilmesi gerektiği yönünde görüş ve mütalaa belirtmişti. …
…Bu karardan yaklaşık beş altı ay sonra … … askeri yüksek idare mahkemesi üyeliğine seçildi … …. ise 6 yıllık kısıtlı bir tecrübesi olmasına rağmen teammüllere aykırı bir şekilde balyoz davası nedeniyle tutuklanan hava kuvvetleri komutanlığı adli müşaviri Hv. Hak. Alb. ….yerine atandı. …
…iddianameyi düzenleyen … ve … … 2010 yılı sorularında Askeri Yüksek İdare Mahkemesine üye olarak seçildi. …
…Tahminime göre askeri hakim atanmalarını alımlarını yer değiştirmelerini yapan personel başkanlıklarının ve atama ünitelerinin icra ve proje subaylarının büyük bir kısmı fetö/pdy üyelerinden oluşmaktadır. Bu tahminim en kilit kritik öneme haiz kadrolara cemaate üye askeri hakim ve savcıların atanması şeklindeki yerleşik uygulamadan kaynaklanmaktadır. Örneğin 2006’da stajı biten ve henüz 7 yıllık mesleki geçmişi olan yarbayı rütbesindeki … … Almış’ın Askeri Adalet İşleri Başkanlığına atanması kanımca liyakat ilkelerin zedelemiş, bu kişinin liyakat dışında belirli özelliklere sahip olduğu şeklinde kanaatin askeri yargı camiasında oluşmasına sebebiyet vermiştir. …
… 2011 yere temmuz ayı başında … … Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairede göreve başlaması sebebiyle hayırlı olsuna gittim. Bana devam eden sohbet sırasında askeri yüksek idare mahkemesinin altı kişilik listesine girdiği anda buraya üye olarak seçileceğini bunun garanti olduğunu söyledi devamında askeri yargıtayda sekiz kişilik boşalan üyelik için yapılan seçime aday olmaktan vaz geçtiğini …..e söylediğini anlattı. Gerçekten de sekiz üyenin seçildiği 2010 yılı ekim – Kasım ayında yapılan seçimde …. … tahminen 14-15 oyu bulmuştu. 18 oyu bulduğu takdirde listeye girecekti bizim seçimimizi devam ederken Askeri Yargıtay üye adaylığından çekildiğini duyduk. Hatta ancak 3. Hakkında listeye girip üye seçilen biri olarak …..’in AYİM listesine girdiği anda işinin garanti olduğunu çekilmeden söylenmesi çok garibime gitmişti. Açıkçası bu gücü ve bağlantıların ne olduğunu çok merak etmiştim. …” (Kls: 5, ek: 7/267-272)
Tanık, eski Askeri Yargıtay Üyesi … ….19.03.2018 tarihli beyanı;
“….AYİM üyelerinden hiç kimse ile birlikte çalışmadım. Fakat hakim üyelerden … … ve … hakkında Fetöcü olduğuna dair yoğun söylentiler vardı. Kurmay üyelerin heyetlere 2 kişi olarak katılmaları sebebi ile yanlarına bir de hakim üye aldıklarında istedikleri kararları çıkarttıkları söyleniyordu. Özellikle askeri öğrenci olup da FETÖ ile bağlantılı olabileceği gerekçesiyle TSK’den ihraç edilen kişilerin açtıkları davalarda idare aleyhine oy kullandıkları ancak özellikle İzmir Casusluk dosyasında haklarında bilgi belge ve görüntüler bulunduğu gerekçesi ile ihraç edilenlerin açtıkları davalarda ise idare lehine oy kullandıkları yönünde söylentiler vardı. …
…AYİM üyelerinden hiç kimse ile birlikte çalışmadım. Fakat hakim üyelerden … … ve … hakkında Fetöcü olduğuna dair yoğun söylentiler vardı. Kurmay üyelerin heyetlere 2 kişi olarak katılmaları sebebi ile yanlarına bir de hakim üye aldıklarında istedikleri kararları çıkarttıkları söyleniyordu. Özellikle askeri öğrenci olup da FETÖ ile bağlantılı olabileceği gerekçesiyle TSK’den ihraç edilen kişilerin açtıkları davalarda idare aleyhine oy kullandıkları ancak özellikle İzmir Casusluk dosyasında haklarında bilgi belge ve görüntüler bulunduğu gerekçesi ile ihraç edilenlerin açtıkları davalarda ise idare lehine oy kullandıkları yönünde söylentiler vardı…. ” (Kls: 5, ek: 7/260-264)
Tanık, eski AYİM 3. Dairesi Bakanı ……. 25.10.2016, 15.12.2016 tarihli beyanlarında;
“…Askeri yüksek idaresine 2014 yılından itibaren yaklaşık 13 yıldır görev yapıyorum.
… Uyuşmazlık mahkemesine üye seçimlerinde tahammül olarak kıdemli gelen seçilmektedir. … … … kıdemsiz olmasına rağmen sekiz yada dokuz gibi oldukça yüksek bir oy oranı aldı turlarda bu seçim oranında uzun bir süre devam ettirdi. Bizim açımızdan şaşırtıcı bir durumdu kendisi de aday olmadığını üyelerin bu yönde takdirlerini kullandığını ifade etti. … Seçim öncesinde bir organizasyonun yapıldığı belliydi. Kimlerin oy verdiğini tam olarak bilmemekle beraber kurmay üyeler tarafından desteklendiğini düşünüyorum. Seçim arasında bu durumu kendilerine ifade ettim kıdem durumuna göre … seçilmesi gerekiyordu teamülü bozmamaları gerektiğini söyledim. Ancak bu tavsiyem dikkate alınmadı.
…AYİM üyeleriyle ilgili olarak … … ve Yaşar Yücen’in cemaat üyesi olduğu dile getiriliyordu…
… Özellikle 1. Dairede … … ile iki kurmay subayın özellikle kumpas davası mağdurları haklarında atanma ayırma gibi idari işlemleri de davacıların aleyhine olacak şekilde ve hakkaniyetten uzak bir şekilde karar verdikleri yoğun olarak konuşulurdu…
…Şuan hangi seçimde kimlerin listeye girdiğini hatırlamıyorum. Ancak … … ve Yaşar Yücenin listeye girip seçilmesini o dönemde sürpriz biz olarak değerlendirmiştik. Çünkü hiç kuvvette aday olarak görülmüyorlardı. …
…Subay üyelerin…. Üyelik süresince genelde 2 yıl görev yapmıştır. Ancak son 4 yıldır subay üyelerin 3 ve 4 yıl olmak üzere görev yaptıklarını biliyorum…
……’ın seçiminde ilginç bir şekilde … …’e hatırladığım kadarıyla sekiz oy çıktı. …ancak toplam altı kurmay üyenin … …’e oy verdiğini düşünüyorum. … ” (Kls: 5, ek: 7/251-257)
Tanık, eski AYİM üyesi … 27.07.2016 ve 08.12.2016 tarihli beyanlarında;
“…Ben 2006-2017 yılları arasında AYİM 2. Dairesi’nde üye olarak görev yaptım. 28 Şubat sürecini yaşamış inançlı biri olduğumdan bu baskıları hissetmiştim, bu baskılardan dolayı geçmişte insanlar birbirini daha yakın tanıdı. Ben de FETÖ’ye mensup kişileri bu süreçte bu yapıya mensup olduklarını bilmeden tanımış oldum. Onlarla samimiyetimiz vardı. 2010 yılında Çukurambar …. suikast girişimi iddiası olana kadar olaylara sorgulayıcı bir pencereden bakmıyordum. Bu olayda takip edilen ve takip eden kişiler benim arkadaşlarımdı. Takip eden arkadaşım ….. ile konuştuğumda olayın ….. ile alakası olmadığını verilen emir gereği Albay …….’yı takip ettiklerini söylediler. Olay günü de cebine adresi kapışma anında polislerin koyduğunu söyledi. Komutanım olan …..ile görüştüğümde kendisinin takip edilmiş olabileceğini söyledi. Şöyle ki bu olaydan önce ….. çok samimi arkadaşlarını aradığında kendisinin telefonlarına çıkmadıklarını ziyaretlerine gittiklerinde yok dedirttiklerini söyledi. Bunun sebebinin de olaydan sonra anlaşıldığını kendisini Fetöcülerin Genel Kurmay Başkanlığı’na ihbar ettirerek peşine adam taktırdıklarını, bu görüşmedikleri kişilerinde Fetöcü olduklarından bundan haberleri olduklarını ve kendisiyle görüştükleri takdirde bu takibin içerisine dahil olabilecekleri için kendisinden uzaklaştıklarını söyledi. … insanlara iftira atıp delil uydurduklarını bu olayla çok yakınen gördüm…. dolayısıyla Ergenekon, Balyoz davalarına bakış açım değişti. Askeri okullardan atılanların dosyaları geldiğinde çoğunun son 3-4 ayda cezalar verilerek atıldıklarını gördüm, bu olağan bir durum değildi. Daha önce bu insanlar kazanılmaya çalışılıyordu ancak son 4-5 yılda bu öğrenciler kasıtlı olarak üst üste ceza verme yoluna gidilerek okuldan uzaklaştırılıyordu. Özellikle Subay-Astsubay çocukları çeşitli bahanelerle cezalar verilerek okuldan uzaklaştırılıyordu. Bunları ben gördüm. …
… Daha önce aynı düşünceleri paylaştığımızı düşündüğümüz Askeri Yargıtay’da ….. AYİM’de … …, … ile zamanla irtibatlarımız koptu. Bu arkadaşlar daha önce siyasi iktidara sonuna kadar destek verdiklerini söylüyorlardı. Fakat siyasi iktidarın uygulama, tavır ve söylemlerinde bir değişiklik olmamasına rağmen 180 derece değişerek hakarete varan söylemlerde bulunuyorlardı. Bu durup dururken bana manidar geliyordu. Ben bunu örgütsel bir tavır olarak görüyordum. Çünkü; bu arkadaşlar nerede bir araya geliyorlar, nerede görüşüyorlar bilmiyordum ama aynı söylemlerde bulunuyorlardı. Mesela hepsi bir ağızdan MİT Müsteşarına, ülke ismide vererek, başka bir ülkenin adamı diyorlardı. Ben de kendilerine Türkiye’yi sevmediğini açıkça belli eden yabancı ülkelerde bunu söylüyor diyordum. Bunların hepsi benim yaşadığım, tanıdığım kadarıyla dindar, inançlı insanlar olarak geçiniyorlardı. Ancak hemen hemen hepsi cuma namazına gitmezlerdi, namaz kılmazlardı. Sadece ….. içki içmezdi, cuma namazına da giderdi. İçlerinde de doğru olarak değerlendirdiğim kişi buydu. … Bu arkadaşlar çok ketumdu. Onlarda kendi aralarında toplanıp beraber geziyorlardı. Fetöcüler hiç bir örgütün yapamayacağı takiyeyi (kendini gizlemek) yapabiliyorlardı. Bana göre 28 Şubat’ta bunlardan fazla atılan olmadı. Anında ortama uyum sağlıyorlardı. …
…2013 yılı Aralık ayında Uyuşmazlık Mahkemesi seçimleri oldu, AYİM’de Uyuşmazlık Mahkemesi için yapmayan kıdemliden başlanmak üzere seçim yapılırdı. Bu ciddi anlamda bir teamüldü ve o güne kadar da uyulduğunu biliyorum. Kendisinin resmi bir başvurusu olmadıysa da sıra …’da idi. Bunu herkes biliyordu. Çok rahat seçileceğini düşünüyordum. Seçim başladı, … 12 oy alıyor 13 alamıyordu. Karşı tarafta da seçileli 2 yıl olmuş olan ve kıdemsiz … … 7-8 oy alıyordu. …’e kendisi ….. ve Kurmay üyeler oy veriyordu. … ile Yaşar FYO mezunuydu. Kurmaylar harp okuldu mezunuydu ve çoğu geleli 3-4 ay olmuştu. Bu kadar sürede ve birlikte …’e teamüllere aykırı şekilde oy verecek kadar birbirlerini nasıl tanıdıkları enterasandı ve başkan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önemsiz olmasını söylemesine rağmen bu ısrar devam etti. … Burada Fetöcülerin ne kadar tehlikeli olduğunu gördüm. İki kişiyle ve kurmayları da yanlarına alarak ortalığı ne kadar karıştırabileceklerini gördüm. … harp okulu mezunu olduğu halde …’a değil FYO mezunu 3-4 aydır birlikte çalıştıkları ve aynı dairede olmadıkları …’e oy verdiler. …
…2014 de iki kişilik üye seçimi yapıldı. ….da adaydı. …. için de tavırları sebebiyle Fetöcü olduğunu düşünüyordum. …. 8 yıl AYİM’de tetkik hakimliği yapmıştı. Stajı beraber yaptık, o zamandan beri tanırım. Gözlemlerimden, söylemlerinden onun da Fetöcü olduğunu değerlendiriyordum. Zira bunlar, Fetöcüler asla hiç bir zaman hiç bir yerde açıkça Fetöcü olduklarını söylememişlerdir. TSK’nin ortamı kendilerince buna müsait görülmüyordu. Biz seçimde …’a oy vermemeye karar verdik. Kendimize yakın gördüğümüz kimselere de bunu söyledik. Seçimde … 9 oyu geçemedi. Seçim 103 tur sürdü diye hatırlıyorum. …’a kendi dairesinde görev yapan üyeler ve … ile Yaşar ısrarla oy verdi. Kendi dairesindeki üyeler onun çalışmasından memnundu. Bizim söylediklerimize de inanmıyorlardı. Fetöcü olamaz diyorlardı. Sonunda … seçilemedi. Biz 16 kişi oy verdiğimiz için kimin kime oy verdiği rahatlıkla bu kadar tur sonucunda anlaşılıyordu.
…Yukarıda belirtiğim seçimlerde … ile Yaşar’ın listesinde Fetö davasında yargılanan tutuklu …. da vardı. Israrla ….ye oy veriyorlardı. 103 tur sürdüğü için kimin kime oy verdiği rahatlıkla anlaşılıyordu. Oy verdikleri bu 4 kişi de Fetöden tutuklu ve yargılanmaktalar.
…… ile 10 yıllık arkadaştım. Bu seçimden sonra yanına gittiğimde “benim seninle hukukum bitti” dedi. Sebebini sorduğumda seçim zamanı telefonuna çıkmadığımı söyledi. Ben de “….’a oy vermediğimi söylüyorsan ben onunla senden daha fazla samimiyim, sana ne oluyor” dedim. Ama yine kendisiyle arkadaşlık hukukumuzu koruyabileceğimizi söyledim, buna rağmen benimle ilişiği kesti.
…Ben AYİM 2. Dairesi’nde çalışıyordum. Benim dairemde hakim üyelerden … vardı. … … ile devamlı birlikte hareket ediyordu. Askeri Yargıtay’daki ve Genelkurmay’daki, MSB’de ki şu an yargılanan şüpheli ya da sanık olarak yargılanan Fetöcülerle de oldukça samimiydi. Hem oylamalarda hem çeşitli toplantılarda. Ayrıca disiplinsizlikle ilgili öğrenci dosyaları geldiğinde acımasız davranıyordu. Ancak Fetöden güvenlik soruşturması nedeniyle atılan öğrencilerde farklı tavır sergiliyordu. Fetönün evlerinde kalmış olduğu söylenen, askeri okula girmek için orada ders verildiği söylenen öğrenciler için bile iptal yönünde oy kullanıyordu. Yukarıda da söylediğim gibi üye seçimlerinde de ısrarla onların adaylarına oy verdi.
…… …’i Ankara’ya geldikten sonra yani 2003 yılından sonra tanıdım. AYİM’e gelinceye kadar fazla bir irtibatımız yoktu. Kendisi hakkında Fetöcü olduğu yönünde söylentiler dolaşıyordu (o döndemde Fetöcü olduğu söylenenler şu anda Fetö soruşturmalarında yargılanmaktadırlar.) Üye olmadan önce Yaşar ile aynı yerde görev yaptıkları için ….’a “…. … için Fetöcü diyorlar ne diyorsun dedim”. “Ben bilmiyorum” dedi. … …’in, AYİM’e üye seçildikten sonraki toplantılardaki oylamalarda ve seçimlerde ki davranışları Fetöcüler lehine olacak şekildeydi. Dosyalarda ne şekilde karar verdiğini duyumlar dışında tam olarak bilmiyorum, …
…Kurmaylara gelince benim dairemde … ve ….. vardı.
…, AYİM’de 4 yıl gibi olağanın dışında ve uygulamalara aykırı şekilde çalıştı. Normalde o gelinceye kadar kurmaylar, atılma sebebi olarak, güvenlik soruşturmasının G’sini (güvenlik gerekçesi ne olursa olsun) gördüklerinde ret kararı verirlerdi. Fakat ….diğer güvenlik soruşturmalarını ret kararı verirken Fetöcü olduğu iddia edilen öğrencilerle ilgili iptal ve yürütmeyi durdurma (yd) yönünde oy kullanıyordu. Astsubay adayı, uzman çavuş için bile bu yönde oy kullanıyordu. Biz de kendi aramızda adam kurmay albay, bir astsubay, bir uzman çavuş için kendisini riske atıyor diye konuşuyorduk. Bu derece fütursuz hareket ediyordu. Yukarıda da söylediğim gibi uyuşmazlık mahkemesi seçimlerinde de …’e oy veren grup içerisindeydi ve diğer kurmayları arayarak bu yönde oy verme telkininde bulunan kişinin kendisi olduğu söyleniyordu. Bizim dairedeki diğer kurmay üyeye bile bakışlarıyla kararını değiştirttiriyordu. Ben bunu bizzat gözlemledim. Hatta hatırladığım kadarıyla “sen ne karışıyorsun” dediğimiz bile oldu. Zaten kararlar incelendiğinde çok açıklıkla hangi yönde oy kullandığı görülecektir. Diğer dosyalarda en ufak bir disiplinsizlik de öğrencilerde ve memurlarda atılma yönünde oy kullanıyordu. …
…Kurmaylardan ….. da aynı yönde hareket ediyordu. …..ile 1 yıl çalıştım. Normalde Kurmaylar güvenlik soruşturmasının G’sini (güvenlik gerekçesi ne olursa olsun) gördüklerinde ret kararı verirlerdi. …. de güvenlik soruşturmalarında Fetöcü olduğu yönünde istihbarat gelen öğrenciler için iptal yönünde oy kullanıyordu. Diğer dosyalarda en ufak bir disiplinsizlik de öğrencilerde ve memurlarda atılma yönünde oy kullanıyordu. Normal de bir kurmayın güvenlik soruşturmasında iptal yönünde oy vermesini görmedim. Başkası bunu duyduğunda hayretler içinde kalıyordu.
…İfademde bir hususa değinmenin yararlı olduğunu düşünüyorum. Bizim dairemizde görev yapan hakim üye … ile diğer dairedeki … …, … ile çok samimiydiler. Bunlar üye olmadan önce …, AYİM’de yapılan seçimde 3. Olarak listeye girdi. Fakat o sıralar …..’nin Jandarma Genel Komutanlığı Savcılığı’na tayin olma durumu vardı. Bu sebeple Cumhurbaşkanlığı’nda devreye girerek kendisini seçtirmediler. Bu arada yapılacak tayinler …..’ın İstanbul’a gönderilmek istenmesi sebebiyle Başbakanlık’tan 2-3 defa döndü ve bu tayinler iptal oldu. Muharrem’de Jandarma’ya gidemedi. Tayinler iptal edilmeden önce AYİM seçimi sonuçlanmıştı. AYİM’e seçilemedi. Daha sonra Jandarma Adli Müşavirliği’nde görev yaparken Yargıtay’da yapılan seçimle üye seçildi. 9 ay kadar görev yaptı. Fetöcüler herkesi korkuyla sindirmeyle yerlerinden ettikleri için Genel Kurmay Adli Müşavirliği boşalmıştı. Buraya hemen istekli ve aday oldu. Yarbay rütbesinde oraya atandı. Halbuki Askeri Yargıtay’dan veya AYİM’den Generallik dışında ayrılan duymadım. Ama bunlar için neresi önemliyse ve abileri nasıl talimat veriyorsa onu yapmak görevdi. Zaten 15 Temmuz’dan önce son 3-4 yıl Genel Kurmay Askeri Savcılığı, Askeri Mahkemesi, Adli Müşavirliği ve Adalet İşleri Başkanlığı tamamen bu yapının kontrolündeydi….” (Kls: 5, ek: 7/234-243)
Tanık, eski Askeri Yargıtay Üyesi …. 26.08.2016 tarihli beyanında;
“…Askeri Yargı içesinde ki bir yapının birlikte hareket ettiği ve özellikle Hava Kuvvetleri Komutanlığını tasfiye etmeye çalıştıkları neticesine vardığını, yüzlerce personelin ihraç edildiğini, ihraç işlemine karşı AYİM e iptal davası açtıklarını ve neredeyse davaların tamamının AYİM’de ve özellikle … … in bulunduğu heyet de reddedildiğini kişi yada olay bazında Fetullahçı yapılanma konusunda verebileceği somut bir bilgi olmadığını ancak genelin hal ve davranışı ve mahkeme kararlarından yasadışı bir yapılanma olduğu kanaatini edindiği…” (Kls: 5, ek: 7/265-266)
Emekli, Astsubay Başçavuş ……ihbarı ve 31.10.2016 tarihli beyanında;
“…baskı altında avukat ve mahkeme kararı olmadan ifadesinin alındığını ve resen emekli edildiğini emekli ikramiyesi alamadığını ve derece kademe ilerlemesi yapamadığını, 2012 yılında AYİM e dava açtığını dava da 5 üye içerisinden şuan meslekten ihraç edilen ve tutuklu bulunan Hakim Albay … …, adli kontrol kararı bulunan ve meslekten uzaklaştırıldığını duyduğu Kurmay Albay …. ve Kurmay Albay …’ün vermiş oldukları ret oyları ile avukat olmadan ve baskı altında verdiği ifadesini kabul etmediğini belirtmesine rağmen yeniden ifadesi alınmayarak davayı kaybettiğini, dava sürecinde Mahkeme Hava Kuvvetleri’nden hakkındaki delilleri istemesine rağmen Hava Kuvvetlerinin delillerin imha edildiğini bildirdiğini bu tür davalarda bu üçlünün hepsine ret cevabı verdiğini belli bir yapıya hizmet ettikleri belli bir yerden emir aldıkları, FETÖ/PDY örgüt mensubu oldukları kendi illegal yapılarına uygun olmayan görüşteki görevlileri sistem dışına itmeye çalıştıkları sebebiyle bu şekilde karar verdiklerini düşündüğünü…” (Kls: 5, ek: 7/221-223)
Tanık, eski AYİM 1. Dairesi Üyesi …..14.10.2016 tarihli beyanında;
“…AYİM … görev yaptığım süre içerisinde … …’in, ….. .. İle birlikte hareket ederek beş kişilik heyette üç kişilik çoğunluğu sağlamak sureti ile davaların ret edilmesini sağlıyorlardı. Özellikle Havva Kuvvetlerinde yaklaşık üç bin küsur davada sürekli muhalefet gerekçesi yazmak zorunda kalıyordum. Gelen dosyalarda açıkça hukuka aykırılık söz konusu olsa bile ismini belirttiğim bu üyeler tarafından dosyalar reddediliyordu. … Nitekim muhalefet gerekçesi yazdığım bu dosyaların yüzde doksan Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali olduğu gerekçesi ile karara bağlandı. …
…Ayın 1. Dairesi meslekten ihraç, terfi gibi önemli konulara bakmaktaydı. Burada verilen kararlar da özellikle havacı subay ve astsubayların ihraç edilmesi konusunda gelen dava dosyalarında hemen hemen hepsine hukuk dışı delillere dayandırılması nedeni ile muhalif kalıp iptali yönünde oy kullanmıştım. Bu tutumun ve muhalefet gerekçesinde yazdığım konular gerek genel kurmayı, gerekse AYİM başkanlığını rahatsız ediyordu. Hatta bir döneme 9 yıldır AYİM 1. Dairesinde görev yapmama rağmen benim dairemin değiştirileceği dedikodusu yapılıyordu. …” (Kls: 6, ek: 7/862-864)
Tanık, emekli Albay … 19.07.2017 tarihli beyanında; “…Ben FETÖ/PDY terör örgütünün balyoz kumpasında mağdur ettiği subaylardanım, ben Kara Harp Okulunu birinci bitirdiğim halde, Harp Akademisinide dereceyle bitireceğim sırada FETÖ/PDY mensubu subayları benim önüme almak için Kara Kuvvetlerinde Yüzbaşı olduğum sırada benim ermeni olduğuma dair isimsiz ihbar mektupları gönderdiler, daha sonra ben Belçika NATO’ya atandığımda tekrar PKK’lı olduğuma ilişkin ihbar mektubu gönderdiler, bunun üzerine Belçika’dan beni geri çektiler, hakkımda güvenlik incelemesi başlattılar, kıta görevi verilmedi, daha sonrada balyoz davasınada sanık olarak 2 yıl Hasdal, 1 yıl da Ankara Mamak Cezaevlerinde tutuklu kaldım, 2015 yılında beraat ettim ve Albaylığa yükselerek hemen emekli oldum dedi.
Ben emekli olduktan sonra avukatlığa başladım, o sırada ŞEHİT YARBAY …’un kumpasa uğradığı davaları Avukat….. ile birlikte takip ettim, Şehit … şehit olmadan önce Binbaşı olduğu sırada isimsiz bir ihbar mektubu ile içinde bulunan 1 adet CD ile şikayet edilmişti, bunun üzerine Jandarma Genel Komutanlığı Başkanı … Eker CD içeriğini zorla yanında Jandarma Adli Müşaviri … … Albay olduğu halde dinletmeye çalıştı ve emekli olmaya zorladı, … Binbaşıda emekli olmadı, bu CD’nin kendi ses örneğiyle mukayese edilmesini ve inceleme yapılmasını talep etti ancak talebi kabul edilmedi, hakkında isimsiz mektup ve CD ile disiplin soruşturması başlatıldı, … AYİM’e açılan davada da 2 kurmay üye ….. ve … Şehit … aleyhine oy kullandılar, göreve dönme talebine muhalefet şerhi koydular, … ve …..’nun FETÖ/PDY üyesi olup olmadığını bilmiyorum ancak onlarla ilişkileri iyiydi ve … ve …..FETÖ/PDY ile birlikte hareket etmekteydiler, ayrıca çok hızlı terfi ile yükselmişlerdir, … ayrıca FETÖ/PDY üyesi AYİM mensubu …’in samimi arkadaşıydı…”, (Kls: 5, ek: 7/164-165)
Tanık, eski AYİM Genel Sekreteri Yüksel DOĞAN 28.07.2016 tarihli beyanında;
“…… ile ilgili …objektif olmamasından dolayı şikayet gelirdi…
…AYİM 1. Daire Başkanı…ile yaptığım sohbetlerde kararların hukukiliği anlamında sıkıntılar olduğunu söylüyordu. Özelikle Jandarma ile ilgili atamalarda teamüllerin dışında kararlar verildiği, bunun da … …’in yönlendirmesi ve etkisi ile olabileceğini söyledi…
….Uyuşmazlık Mahkemesine üye seçme olayıydı. .. albayım adaydı, ….onun seçilmesi öngörülüyordu. ……. … ve …a oy çıktı…oyların gizli olması sebebi ile seçimi kimlerin kilitlediğini bilmiyorum. Ama …albayın söylediğine göre kurmay albayların blok şekilde hareket ettiği idi. Bu kurmay albayların FETÖ/PDY’li oldukları o dönem konuşulmuyordu. Bu süreçte şimdi onların bunu yaptıklarını düşünüyorum. …” (Kls: 5, ek: 7/37-39)
Şeklindeki beyanları ile AYM’nin 04.08.2016 tarih ve 2016/6-12 (Değişik İşler) sayılı kararı, ”Yurtta Sulh Konseyi” tarafından yayımlanan ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi ve bu listeye ilişkin bilirkişi raporları, görevlendirme listesiyle ilgili tanık beyanları, şüpheli …’ün ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesindeki atanma durumu birlikte değerlendirildiğinde;
Şüpheli …’ün, örgütün amaçları doğrultusunda hareket ettiği ve FETÖ/PDY üyesi olduğu sonucuna varılmıştır.
4.2.3.3.Şüphelinin, FETÖ/PDY veya diğer suç örgütüleri ile ilişkili/ irtibatlı/iltisaklı olduğu belirtilen kişiler hakkında verdiği kararlarda, aynı usulü izleyip izlemediği, benzer davalarda farklı gerekçelerle farklı kararlar verip vermediği yönünde yapılan bilirkişi incelemesinde;
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalar sonucunda tesis edilen ayırma işlemleri yönünde yapılan incelemede;
İncelenen 38 kararda, kullanılan oylar yönünde yapılan değerlendirmede,… … …’in 17 oyda 9 Red 8 işlemin iptali, …’ün 38 oyda 36 Red 2 işlemin iptali, …’nun 38 oyda 36 Red 2 işlemin iptali yönünde oy kullandığı,
… ve …’nun kullandıkları oyların tamamına yakınında davanın reddine karar verilmesi yönünde, Sıkıyönetim direktifinde MSB emrine alınarak tasfiye edilmesi düşünülen üyeler …Alb. …, ……….ve …Alb….’in ise kullandığı oyların tamamına yakınında işlemin iptali yönünde oy kullandıkları, söz konusu davanın FETÖ kumpası olduğu, amacın bu kişilerin tasfiyesine yönelik olduğu ve sıkıyönetim direktifi ekindeki atama listesiyle kullanılan oyların uyumlu olduğu, (Kls: 8, ek: 8/886-887)
Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı’nca tesis edilen ayırma işlemleri dosyalarında;
… …’in, 44 oydan 43, …’ün 48 oydan 48, …’nun 53 oyda 53 Red oyu kullandığı, …’nun oylarının dikkat çekici olduğu, red kararı verilen 36 kararın 23’ün de … … ve subay üyelerin oyları ile reddedildiği, alınan bu kararların FETÖ’nün amaçlarını destekler mahiyette olduğu Sıkıyönetim direktifi ekinde yapılan atamalar ile uyumlu olduğu; … ile … kullandığı oylarda istikrarlı şekilde, … ile ….’ın ise çoğunlukla işlemin iptali yönünde oy kullandıkları bu kişilerin sıkıyönetim direktifinde MSB emrine alınarak görevden uzaklaştırıldıkları, (Kls: 8, ek: 8/885-886)
Albay …, (…’un beyanında belirtilen; İstanbul Alay Komutanı … hakkında Silivri Ceza Mahkemesi tarafından hürriyeti tahdit suçundan verilen cezaya ilişkin dosya Yargıtay’a gelmeden önce bu suçlara bakan daire önce değiştirilerek cemaatin etkin olduğu 14. Ceza Dairesine bu yetki verildi. 14. Ceza Dairesi önce bu kararı onadı, daha sonra Yargıtay Savcılığının itirazı ve kamuoyunun tepkisi üzerine daire bu kararı bozdu),(Kls: 5, ek: 7/298) Em.S.G.Bnb….., Res.Em.Öğ. Yzb…. …. hakkında Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesinde verilen karlar ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1’inci Daire Üyesi ………. ile ilgili işlem yapılmasına yer olmadığına dair kararın verildiği toplantıda kullanılan oyları ve toplantı tutanakları gözetildiğinde; Sıkıyönetim direktifi ekindeki listede göreve devam etmesi öngörülen … … ve subay üyeler … ve …’nun bu kararda kullandığı oylar yönünden FETÖ ile irtibatlı ve Sıkıyönetim direktifi ile yapılan görevlendirm ile de uyumlu olduğu; (Kls: 8, ek: 8/875-884)
Şeklindeki, tespit ve düşünceler ile ”Yurtta Sulh Konseyi” tarafından yayımlanan ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi ve bu listeye ilişkin bilirkişi raporları, görevlendirme listesiyle ilgili tanık beyanları, şüpheli …’ün ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesindeki atanma durumu birlikte değerlendirildiğine;
Şüpheli …’ün örgütün amaçları doğrultusunda hareket ettiği ve FETÖ/PDY üyesi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
4.3. Şüphelinin Eylemleri ve Eylemlerinin Hukuki Nitelendirilmesi:
Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve işleyişine egemen olan, “Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olması ve bunu Millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiç bir kişi ve kuruluşun, Anayasa’da gösterilen özgürlükçü demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukukun dışına çıkamayacağı, hiç bir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında korunma göremeyeceği” şeklindeki ilkeleri içeren kurallar bütünü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzenini teşkil etmektedir.
15 Temmuz darbe kalkışmasında kullanılan silahlar ve gerçekleştirilen bir kısım silahlı faaliyetler dikkate alındığında, eylemlerde cebir ve tehdidin açıkça var olduğu, bu cebir ve tehdidin Anayasal düzeni değiştirmeye elverişli olduğu konusunda herhangi bir sorun yoktur.
Sorun dosya şüphelisinin eyleminin TCY’nin 309. maddesinde tarif edilen ve darbeye kalkışanlarca fiilen gerçekleştirilen Anayasayı ihlal eylemine katılma mı yoksa yoksa TCY’nin 314. maddesinde tarif edilen suç/suçlar mı olduğundadır.
Uygulamada ve teoride kabul edildiği üzere, TCY’nin 309/1 maddesinde düzenlenen Anayasayı ihlal suçu, bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi mümkün bir suç olmasına rağmen, bu durum suçun unsuru değildir. Madde de düzenlenen amaçları gerçekleştirmeye yönelik araç fiilin, icrai veya ihmali suç niteliğinde olması da mümkündür. İhmali fiillerle bu suçun işlenebilmesi için failin gerçekleştirilmekte olan icrai fiilleri, görevi gereği önleme yükümlülüğünün bulunması gerekmektedir. Teşebbüs suçu olmasına rağmen, suç oluşturan fiilin hazırlık hareketleri aşamasından geçip, icra aşamasına ulaşması gerekir. Araç fiilin işlenmesine yönelik icra hareketinin, hem araç suçun, hem de amaç suçun fiil unsurunu oluşturması gerekir. Terör örgütlerinin ”cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırma veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önleme” şeklindeki nihai amacının, örgütün her kademesindeki mensuplarca biliniyor olması, hiçbir ayrım yapmadan tüm üyelerinin bu suçtan cezalandırılmaları için yeterli olmayacak ve bu durum üyelerin suça iştirak ettikleri anlamına gelmeyecektir. Üyelik ve yöneticilik fiilleri bağımsız suçlar olarak TCY’nin 314. maddesinde düzenlenerek yaptırıma bağlanmıştır. Fiilin işleneceği konusundaki bilgi, iştirak bakımından önem taşımamaktadır. İştirak için icrai yada ihmali bir davranışla suçun işlenmesine katkıda bulunmak gerekmektedir.
Her ne kadar şüpheli hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonrasında, TCY’nin 309/1, 314/2 maddelerinde düzenlenen Anayasayı ihlal ve silahlı terör örgütü üyesi olma suçlarını işlediği değerlendirilerek fezleke düzenlenmiş ise de yukarıdaki açıklamalar, tanık beyanları, şüphelinin darbeye kalkıştığına veya darbeye kalkışanların eylemlerine katıldığına dair delil elde edilememiş olması ve dosya kapsamı dikkate alındığında, şüphelinin eyleminin TCY’nin 309 değil 314. maddesinde tanımlanan suçu oluşturduğu sonucuna varılmıştır.
TCY’nin 314. maddesinin birinci fıkrasında örgüt kurma ve yönetme, 2. fıkrasında ise örgüt üyeliği suçu düzenlenmiştir. Şüphelinin eylemlerinin bu madde kapsamındaki hangi suçu oluşturduğu sorununa gelince;
Örgütün kuruluş amacının gerçekleştirilmesi ile doğrudan nedensellik bağı bulunan ve örgütün varlığı ve devamlılığı bakımından önemli olan bir görev üstlenen kimselerin, özel bir görev yüklendiği de şüphesizdir.
Ancak eylemin nitelendirilmesi yapılırken, delil durumuna göre, şüphelinin silahlı örgüt içinde bir görevinin olup olmadığı, örgüt içindeki konumu, örgütsel faaliyetler ve şüphelinin bu faaliyetler üzerindeki etkinliğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Şüpheliye özel bir görev verilmiş olması örgütün kişiye verdiği önemin açık bir göstergesidir. Ancak bu durum, şüphelinin örgüt yöneticisi olduğunun kabulü açısından, tek başına yeterli görülmediğinden, dosya kapsamındaki eylemler itibarıyla şüphelinin örgüt içerisindeki konumunun üyelik ile sınırlı kaldığı sonucuna varılmıştır.
Örgüt üyeliği suçunda, TCY’nin 2. Kitap, 4. Kısım, 5. Bölüm’de Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenen diğer suçlardan farklı olarak, üyenin, örgüte üye olduğunu belirtir hal ve davranışları dışında işlediği başka somut, elle tutulur bir suç bulunmamaktadır. Bir başka ifade ile bir kişinin örgüt üyesi olduğunun ileri sürülmesi için örgüt adına başka bir suç işlemiş olmasının tespiti gerekmemektedir. Zaten başka bir suç işlemişse şüpheli bu suçtan dolayı ayrıca cezalandırılacaktır. Dolayısıyla örgüt üyeliği suçunun, somut olayda olduğu gibi, görevlendirme listesi, görevlendirme listesinin oluşturulmasına hakim olan ve bilirkişi raporları yanında tanık beyanlarıyla doğrulanan örgütsel tavır, özellikle şüphelilerin kamuoyuna mal olan ve o dosya sanıkları aleyhine karara bağlanmasının FETÖ’nün girişimleri sonucu olduğu konusunda şüphe bulunmayan davalardaki ortak tavırları (Kls: 5, ek: 7/286-308, Kls: 6, ek: 7/807-811, 458-459) ve AYM’nin 04/08/2016 tarih ve 2016/6-12 (Değişik İşler) sayılı kararında belirtildiği üzere sosyal çevre bilgileri ile tespit edilmesi olanaklıdır.
”Yurtta Sulh Konseyi” tarafından yayımlanan ”Sıkıyönetim Direktifi”nin EK-B’sinde yer alan ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi”nde ve listenin sonunda yer alan “NOT: (1)” kapsamında görevlerine devam edecek olan askeri yargı mensuplarına dair liste de şüpheliye ilişkin yukarıda belirtilen görevlendirmenin yapıldığı açıkça ortadadır.
FETÖ’nün, devlet içinde yapılanmak ve örgütlenmek için önem verdiği devlet kurumlarının başında mahrem yapı olarak adlandırılan TSK’nin bulunduğu, örgütün TSK’deki yapılanmasını askeri yargıdaki etkinliğiyle sağlamaya çalıştığı artık bilinen bir gerçektir.
Yüksek yargıda daha az sayıda da olsa askeri yargının da adli ve idari yargıda olduğu gibi önemli ölçüde FETÖ üyesi olan hakim ve savcılardan oluştuğunu ileri sürmek mümkündür. Nitekim, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 22/08/2017 tarih Soruşturma No: 2017/133189, Esas No: 2017/27572 ve İddianame No: 2017/4858 sayılı iddianamesinde (Kls: 8, ek: 8/781-782) CD belirtildiği üzere, 2009-2014 yılları arasında yapılan sınav sonuçlarına göre atanan ve sınavda kopya çektiğine ilişkin “kuvvetli şüpheli” olduğu teknik değerlendirmesi yapılan toplam 217 askeri hakimden 214’ü, sıkıyönetim mahkemelerine özel görevlendirme ile atanmışlardır.
Dosya şüphelisinin darbe kalkışmasının yapılmasına ve planlanmasına katkısı tespit edilememişse de FETÖ üyesi oldukları gerekçesiyle haklarında soruşturma yapılan/dava açılan askeri hakimlerin yukarıda ayrıntılı bir şekilde belirtilen iş, işlem, tavır ve davranışları ile Tanık, MSB Askeri Adalet ve Kanunlar Genel Müdürlüğünde Genel Müdür Yardımcısı, …..’ün 02/08/2016 tarihli ifadesinde belirttiği; (Kls: 6, ek: 7/566-567) ve Şüpheli Turgay ÖZTOPRAK’ın, sivil Yargıtay ve Danıştay üyeliklerinin yasa ile sonlandırılmasını kastederek “bozulup düzülecekmişiz, kimin kimi düzeceği belli olmaz, bunların hepsi kaydediliyor, biz bitti demeden bitmez, bunun nereye koyarsan koy” şeklindeki,
Tanık, Askeri Yargıtay 1. Dairesi Yazı İşleri Müdürü, …..’in, Tanık, KKK Hukuk Hizmetleri Başkanı … …’nun 19/03/2018 tarihli ifadesi (Kls: 5, ek: 7/260-264) ile doğrulanan, 16/03/2018 tarihli ifadesindeki; (Kls: 5, ek: 7/21-22) “Darbe girişiminin olduğu hafta Pazartesi ile Cuma günleri arasında ismini saydığım bizim daire üyeleri her zamankinden farklı ve çok fazla birbirlerinin odasında toplanmaya başladılar. Neredeyse birbirlerinin odasından çıkmadılar. Ben birşey imzalatmak amacı ile odalarına girdiğimde öneki zamanlardan farklı olarak hemen susuyorlardı. Olağan dışı bir durum olduğunu sezmiştim. Hatta bu hususta … …. Albayımla da konuştum. O da bana “evet ben de farklı bir durum seziyorum, inşallah altından bir çapanoğlu çıkmaz” demişti. Bu durumu … … Albay’ıma sorabilirsiniz.” şeklindeki ve
Yapılanmadaki durumu yukarıda ayrıntılı olarak tartışılan Genelkurmay Başkanlığı Hukuk İşleri Müdürlüğü’nde görevli …’nin, 19/07/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde; (Kls: 5, ek: 7/178-179) “…ben savcılık binasında beklemeye devam ettim. Savcılık binasıyla genelkurmay karargahı ayrı yerdedir. Gece yarısı General/Amiral Şube Müdürü Albay … …. telefonla beni…komuta katına çağırdı. Orada bana ‘Genelkurmay Adli Müşavirliğine görevlendirildiğimi, TSK’nin yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini’ söyledi…Görevi kabul ettim…” şeklindeki, beyanları dikkate alındığında, askeri hakimlerin de silahlı terör örgütünün varlığından ve darbe hazırlığından haberdar oldukları sonucuna varılmıştır.
FETÖ üyesi oldukları yönünde kuvvetli şüphe bulunan bu şüpheliler arasında, birbirlerini ve FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle haklarında ihbar ve şikayet ile TSK’den ve askeri öğrencilikten çıkarma kararı bulunan diğer kişileri adli ve idari soruşturmalardan koruma konusunda, dayanışma olduğu (Kls: 5, ek: 7/4-5; Kls: 8, ek: 8/874-893; Kls: 7, ek: 8/365, 8/68-69, 8/71-72) ve 15 Temmuz darbe kalkışması öncesinde, özellikle kumpas davalarının mağdurlarınca, FETÖ üyesi oldukları yönünde birçok ihbar, şikayet ve suç duyurusu yapılan ve bir kısmı da darbe kalkışmasında yer alan askeri şahıslar hakkında, örgütün askeri yargıdaki mensuplarınca etkin soruşturma ve/veya kovuşturma yapılmadığı, soruşturma yapılmasının engellendiği, diğer yandan ögütün amaçları doğrultusunda örgüt üyelerince açılan ve kamuoyunda kumpas davaları olarak nitelendirilen davalar gerekçe gösterilerek örgüt üyesi olmayan birçok subayın TSK’den ilişiklerinin kesildiği, bazılarının kamuoyu önünde itibarsızlaştırılmak maksadıyla hedef seçildiği, haksız ve hukuka aykırı disiplin cezası ile mevzuatta yeri olmayan ikaz yazısına maruz bırakıldığı (Kls: 7, ek 8/362; Kls: 8, ek 8/775-780, 882-884) artık gün yüzüne çıkmıştır.
Buna göre, askeri yargı içerisinde özellikle atama, soruşturma gibi işlemlerde karar verici mekanizmalar içerisinde bulunmaları nedeniyle etkin durumda olan askeri hakimlerin, darbe kalkışmasının başarılı olması halinde önceden planladıkları kişileri ve darbe kalkışmasına karşı direnenleri yargılayacak olmaları nedeniyle yüksek yargının ve sıkıyönetim mahkemelerinin hayati derecede önemli olduğu, örgüt yöneticisi olup aynı zamanda darbe planını hazırlayanlarca, belirtilen görevlere örgüt üyesi olmadığı bilinen ve onlarla fikir ve eylem birliği içinde veya FETÖ mensubu olmayan askeri hakim ve savcıları görevlendirmelerinin örgütün kuruluşu ve yapısına uygun olmadığı, zira tanık beyanları ve bilirkişi tespitlerinden de anlaşılacağı üzere, görevlendirme listesini hazırlayanlarca örgüt mensubu olmayan, örgüt hiyerarşisi içinde diğer örgüt mensuplarıyla fikir ve eylem birlikteliği içinde hareket etmeyecek askeri hakimlerin sıkıyönetim görevlendirilme listesinde MSB emrine atanmalarının da bu tespiti doğruladığı anlaşılmıştır.
Yargıtay 16. CD’nin 14/07/2017 tarih ve 2017/1443-4758 sayılı kararında belirtildiği üzere, görevlendirme listesi örgüt üyeliği suçu için tek başına bir delil değilse de başka delillerin listenin oluşumundaki düşünceyi doğrulaması halinde söz konusu liste önemli bir delil olacaktır. Nitekim ”Yurtta Sulh Konseyi” tarafından yayımlanan ”Sıkıyönetim Direktifi”nin EK-B’sinde yer alan ”Sıkıyönetim Mahkemeleri Görevlendirme Listesi”nde ve listenin sonunda yer alan “NOT (1)” kapsamında görevlerine devam edecek olan askeri yargı mensuplarına dair liste , ”NOT (2) ” kapsamında ” askeri hakimler, askeri mahkeme ve savcılar hakkında mevzuatta Milli Savunma Bakanlığına verilen yetki ve görevler ikinci bir emre kadar Genelkurmay Adli Müşavirliği (sıkıyönetim görevlendirme listesinde şüpheli … Genelkurmay Adli Müşavirliği’ne atanmış) tarafından kullanılacaktır” şeklindeki görevlendirmeler ve yukarıda ayrı başlıklar altında ayrıntılı olarak açıklanan tespitler, değerlendirmeler ve özellikle tanık beyanlarıyla somutlaşan tavır ve eylemler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Askeri Yargıtay başkanı, başsavcısı, genel sekreteri, daire üyesi ve sıkıyönetim savcısı olarak görevlendirilen şüphelilerle ilgili görevlendirmelerin, haklarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından koğuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen şüpheliler için olduğu gibi tesadüf, ihtiyaç, zorunluluk vs. gerekçeleriyle değil, aksine darbe kalkışmasını gerçekleştiren FETÖ mensuplarınca TSK içindeki bu örgüte üye olan kişiler özel olarak seçilip, kişilik değerlendirmeleri de yapılarak (Nitekim aynı olay sebebiyle şüpheli olan …..’in 23/03/2018 tarihli ifadesindeki; (Kls:5, ek: 7/40-45), “…Askeri yüksek yargı’da kendilerinden olan üye sayısı, gerek Askeri Yargıtay gerekse AYİM’de kurmayı düşündükleri dairelerdeki üye sayısını karşılayacak sayıda olmadığı için kendilerine karşı çıkmayacaklarını düşündükleri kişilerle listeyi tamamlamışlardır… Ayrıca kişiliğim gereğince de ….e karşı gelmeyeceğimi düşünmüş olabilirler…” ve Tanık …’ın 15/03/2018 tarihli ifadesindeki; (Kls:5, ek: 7/324-334) “…Listeyi hazırlayan şahısların mutlaka içerden birileri olduğunu ve çok önemli kişilik analizleri yaptıklarını düşünüyorum. Çünkü kendilerinden olmadığı halde atanan personel içerisinde her görüşten insan vardır. Ancak bu şahısların ortak özellikleri bazılarının hırs ve ihtiras gibi kişisel zaafiyetlerinin olması, bazılarının da suya sabuna dokunmayan, her yola gelebilecek şahıslar olmalarıdır.” şeklindeki beyanları da kişilik değerlendirmesi yapıldığını doğrulamaktadır…) onların bilgileri doğrultusunda yapıldığı ve dolayısıyla şüphelilerin görevlendirmelerden sorumlu tutulmalarının gerektiği sonucuna varılmıştır.
Ayrıca Şüphelinin, örgütün sivil imamları olduğu gerekçesiyle haklarında soruşturma bulunan kişiler ile 01/01/2010-20/07/2016 tarihlerinde aralarındaki ortak baz çalışmasını harita üzerinden metne dönüştürülmesi, aynı tarihler arasında örgütün sivil imamlarıyla şüphelinin Ankara ili dışındaki aynı gün 60 dakika içinde ortak baz istasyon çalışmasının yapılması, şüphelinin örgütün sivil imamlarıyla olan irtibatının gösterilmesi ve şüphelinin ankesörlü telefonlarla kurduğu iletişimin değerlendirilmesi için bilirkişi tayin edilmiş olup, bilirkişi raporu geldiği takdirde ivedilikle gönderilecektir. ( Ek : 3/19-20)
5. SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıda açıklanan deliller karşısında şüphelinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde subay üye olarak görev yaptığı, 3713 Sayılı Yasa’nın 4928 Sayılı Yasa ile değişik 1. maddesinde tanımlanan terör örgütünün varlığını ve amaçlarını bilerek ve isteyerek örgüt üyesi olduğu, diğer örgüt üyeleri ile birlikte hareket ederek hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sosyal çevre ve sözleriyle, tavır, davranış ve kararlarıyla örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket etmek suretiyle örgütle organik bağ kurarak örgütsel faaliyet yürüttüğü ve üzerine atılı suçu bu şekilde işlediği anlaşıldığından, yargılamasının yapılarak….cezalandırılmasına” ifadelerine yer verilerek sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.
III) SAVUNMA:
Sanık savunmalarında özetle; 1992 yılında Hava Harp Okulundan mezun olduğunu, 2013 yılında Hazırlık Okul Komutanlığından Askeri Yüksek İdare Mahkemesine atandığını, ….arşı 4 oyla çıktığını, ….’un yürütmeyi durdurma talebinin oy birliğiyle reddedildiğini, ….nin fetöcü olduğunu, onun davasında red oyu kullandıklarını, kumpas mağduru Ata Türkeri’nin davasında kabul yönünde oy kullandığını, Sıkıyönetim ….’de yer alan ifadenin kendisini kapsamayacağını, çünkü askerî hâkim olmadığını, AYİM üye seçimine katılmadıklarını, Genelkurmay Başkanlığınca önerilen üyenin Cumhurbaşkanlığınca seçildiğini, AYİM’de görev yapmanın havacı kurmay subayların istediği bir şey olmadığını, zira burada geçirdiği sürenin mesleki geleceği için aleyhine işlediğini, bu göreve kendi isteğiyle atanmadığını, atanmak da istemeyeceğini, AYİM’de görev yapan kişilerden Hava Kuvvetlerinde general olan kimse olmadığını, AYİM’de yapılan bütün seçimlerin gizli oyla yapıldığını, kimin kime oy verdiğini kimsenin bilmediğini, seçimlerde kıdem teamülünün işlemediğini, …’in odasına gelip oy istediğini, seçimde …’a oy verdiğini, sekiz kişi olarak seçimi kilitlemelerinin mümkün olmadığını, seçim sonucunda … ….un seçildiğini, bu kişinin sıkıyönetim listesinde AYİM 1. Dairesine ismen atamasının yapıldığını, buna rağmen hakkında takipsizlik kararı verildiğini, bir yıl sonra …’e karşı aday olan ….’ın seçildiğini, onun da kıdemsiz olduğunu, sıkıyönetim listesinde göreve devam edecek kişiler arasında gösterilen bu kişiye de takipsizlik kararı verildiğini, tanık AYİM 1. Daire Başkanı …’ın kurmay üyelerin fetöcü olmadığını düşündüğünü ve genelde ret oyu verdiklerini beyan ettiği, … ve …’in de aynı yönde beyanları olduğunu, kendisinin de genellikle açılan davalara ilişkin ret oyu kullandığını, sadece belli objektif kritere sahip dosyalarda kabul oyu kullandığını, kumpas mağduru ….’un dosyasında kabul oyu kullandığını, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı verdiği, usul hataları yapılan, statüye, eşin ve çocuğun sağlık durumuna uymayan atama dosyalarında kabul oyu kullandığını, İzmir casusluk kumpasıyla ilgili verilen beraat kararından sonra karar düzeltme aşamasında davacının lehine olacak şekilde iptal kararı yönünde oy kullandığını, Jandarma Genel Komutanlığında görev yapan personelle ilgili açılan davalardan yüzde 96 oranında ret kararı çıktığını, sonradan fetöcü oldukları anlaşılan 13 personelin 12’sinin davasında ret oyu verdiğini, ….’nin dosyasında ise oy çokluğuyla iptal kararı verildiğini, bu dosyada da ret oyu kullandığını, Jandarma Genel Komutanlığı atama şubesinde görev yapan …. ve …’ün açtığı davalarda … … kabul oyu kullanırken kendisinin ret oyu kullandığını, bu kararların FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle bağlantısı olmadığını gösterdiğini, bilirkişi raporunda da uyumluluk tespiti bulunmadığını, …nun dava dilekçesinde kumpas mağduru olduğunun yazılı olmadığını, tanık …’ın karşı oyunda da FETÖ hususunun geçmediğini, atamanın idarenin takdir yetkisinde olduğu kanaatiyle ret oyu kullandığını, MİT Tırları olayı nedeniyle ihraç edilen …’ın dosyasında ret oyu kullandığını, FETÖ nedeniyle ihraç edilen subayların dosyalarında ret oyu kullandığını, FETÖ üyesi GATA doktoru ….’nın davasında ret oyu kullandığını, 2003 yılında Harp Akademisi sınavına girip kazanamadığını, 2004 yılında çalışarak girdiği sınavı kazandığını, davacının avukatının ifadeye alınmaması gibi durumların olduğu dosyalarda kabul oyu kullandığını, oğlunun 1 yıl FETÖ’ye ait okulda okuduğunu, durumu bilse göndermeyeceğini, jandarma atama davalarında yürütmeyi durdurma oyunu yönerge değişmeden önceki duruma göre verdiğini, yeni yönerge ellerine ulaşınca oyunu değiştirdiğini, tanık …’ın kendisine takdir verdiğini, başlangıçta tahsisli lojman alamadığını, mahkemede iki yıldan fazla görev yapan üyelerin olduğunu, iki yıldan sonra atama talebinde bulunduğunu, AYİM tarihinde kıdemsiz üyelerin de Uyuşmazlık Mahkemesine seçildiği örneklerin olduğunu, Bylock kullanmadığını, ankesör aramasının ve operasyonel hattının olmadığını, 1 doları bulunmadığını, Bankasya hesabı olmadığını, Genelkurmay ve NATO karargâhında çalışmadığını, yurt dışı göreve gitmediğini, ailesinden kimse hakkında FETÖ’den işlem yapılmadığını ifade etmektedir.
IV) ÖZEL DAİRENİN KABULÜ:
”…Yukarıda ayrı başlıklar altında irdelenmiş bulunan tüm deliller birlikte ele alındığında;
Sanık …’ün Hava Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı emrinde Kurmay Albay rütbesi ile görev yaparken 25.09.2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üyesi olarak göreve başladığı, 31.10.2016 tarihine kadar Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin 1. Dairesi üyesi olarak görev yaptığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlar Kurulunun, 20 Temmuz 2016 gün, 147 no’lu kararı ile “Terör örgütü mensubu olarak değerlendirilerek, hakkında soruşturma açılması ve gözetim altına alınması, hâkimlik ve askerlik vakar ve onuruna, dokunan, şahsi haysiyet ve itibarını kıran veya görev gereklerine uymayan eylemleri ile ilgili olarak; eylemlerinin vasıf ve mahiyeti, dikkate alınarak göreve devam etmesinin soruşturmanın selameti ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin nüfuz ve itibarına zarar verebileceği gözetilerek” sanığın mevcut yetkilerinin, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunun 17, 27, 28. maddeleri gereğince kaldırılmasına karar verildiği 28.10.2016 tarihli ve 29871 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2016/766 sayılı Müşterek Kararname ile Hv.S.S.Kur.Alb….’ün ilgili Kuvvet Komutanlıkları ve J. Gn. K.lığı Personel Başkanlıklarının emrine atandığı ve 31.10.2016 tarihi itibariyle de AYİM’le ilişiğinin kesildiği, 677 sayılı KHK ile TSK dan ihraç edildiği anlaşılmıştır.
Sanık …’ün Hava Harp okulunda okuduğu öğrencilik yıllarından itibaren örgütün askeri mahrem yapılanması içerisinde yer aldığı, bu bağlılığını göz altına alındığı 20.07.2016 tarihine kadar devam ettirdiği, bu şekilde sanığın, diğer örgüt üyeleriyle birlikte fikir ve eylem birliği içinde hareket etmek suretiyle hiyerarşik yapıya dahil olduğu, sıkı bir disiplinle, örgütün stratejisi, yapılanması, faaliyetleri ve amacına uygun hareket ettiği, haiz olduğu görev ve sorumluluk alanları ile yetkileri gözetildiğinde, FETÖ silahlı terör örgütünün TSK bünyesinde ve AYİM yapılanmasında yer aldığı, örgütün amaçları doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik arz edecek şekilde faaliyet yürütmek suretiyle örgüt üyesi olmak suçunu işlediği,
Bu şekilde eylemlerinde çeşitlilik, süreklilik ve yoğunluk bulunan sanığın, örgütün amacı, stratejisi devlet içinde özellikle TSK içinde yapılanması ve faaliyetleri itibariyle ülke genelinde devletin güvenliğine, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzene ve bu düzenin işleyişine yönelik cebir, şiddet ve ağır suç teşkil edecek şekilde vahamet arz eden olayları gerçekleştiren FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyararşik yapı ve organik bütünlüğüne dahil olduğu ve üzerine atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun bu haliyle sübut bulduğu, sübut bulan suçtan sanığın TCK’nın 314/2 maddesi ile 3713 sayılı TMK’nın 5/1. maddesi gereğince cezalandırılması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Her ne kadar sanık savunmalarında suçlamaları kabul etmemiş ise de; olaya oluşa uygun ve samimi bulunan tanık beyanları, bilirkişi raporları ile tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, sanığın savunmalarının suçlamadan kurtulma amacına matuf olduğu anlaşıldığından oluş ile uyumsuz olan savunmalarına itibar edilmemiştir.
15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü ile eylemlerinden bir kısmı, ülkemiz ve dünya barışı bakımından tehlikelilik durumu yukarıda izah edilen bir örgütün (FETÖ/PDY) mensubu olmakla sanığın da tehlikelilik durumu ortaya çıktığı, sanığın örgüt tarafından yerleştirildiği kamu kurumunun yüksek mahkemelerden Askeri Yüksek İdare Mahkemesi olduğu, silahlı terör örgütüne üye olan sanığın amaç ve saiki, örgütün güttüğü amaçla değerlendirilebileceğinden örgütün amaç ve saiki ilgili husus hükmün gerekçe kısmında açıklanmış olup örgütün, özellikle 2012 yılı ve sonrasında gün yüzüne çıkan eylemleri nazara alındığında, örgüt hiyerarşisi içinde “mahrem alan” kapsamında yer alan TSK ve sonrasında AYİM mensubu sanığın, eğitim düzeyi, sahip olduğu sosyo-kültürel birikimi, yaptığı görev nedeniyle edindiği mesleki bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun Devlet otoritesini ele geçirmeyi amaçlayan bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından, sanık hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma imkanının da bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
Sanığın örgütteki konumu, kastının yoğunluğu ile amaç ve saiki, suçun işleniş biçimi, örgüt içerisinde kaldığı sürenin uzunluğu, sanığın örgüt içerisinde yer alma şekli, her ne kadar mahkememizde yapılan yargılamada göreve ilişkin hususlar ayrık tutulmuş isede sanığın yukarıda açıklanan ve örgüt stratejisi doğrultusunda örgüt tarafından çerçeveleri belirlenmiş davalarda takındığı pozisyon ve hareket şeklinin örgüt üyesi olmasının bir sonucu olarak kabul edildiği örgütün mahrem yapısı içerisinde AYİM’e yerleştirdiği kişilerden birisi olarak hiyerarşik yapıya bağlılığı, örgütün yargı mahrem yapısı içerisinde yer alan sanığın, Devlet’e ve adalet duygusuna sadakatle bağlı olması gerekirken Devlet’i ve rejimi yıkmaya çalışan bir terör örgütünün amaç ve yöneticilerinin talimatlarına uygun olarak hareket etmesi, TSK ve Askeri Yargı içindeki konumu, görevi ve kullandığı kamu gücü de nazara alınarak temel ceza belirlenirken alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiği kanaatine varılmış, sanık savunmasında örgüt hakkında herhangi bir bilgi vermediği ve pişmanlık göstermediğinden TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümleri sanık hakkında uygulanmamıştır.
Sanığın yargılama aşamasındaki davranışı ile cezanın, sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri sanık lehine değerlendirilerek verilen cezada TCK’nın 62. maddesi uyarınca takdiren 1/6 oranında indirim uygulanmıştır.
Sanık hakkında belirlenen hapis cezasının miktarı itibariyle yasal koşulları oluşmadığından TCK’nın 51. maddesinde düzenlenen erteleme, 50. maddesinde düzenlenen seçenek yaptırıma çevirme ve CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair hükümler uygulanmamıştır.
Sanık hakkında hükmolunan hapis cezasının yasal sonucu olarak TCK’nın 53/1. maddesinde yazılı güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına ve TCK’nın 58/9. maddesi gereğince mükerrirlere özgü infaz rejimi hükümlerinin uygulanmasına karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. ..” şeklindeki ifadelerle mahkûmiyet kararının gerekçesi açıklanmış ve sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir.
V) TEMYİZ:
Sanık müdafii temyizinde özetle; sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği, hatalı değerlendirmeyle oluşa, hukuka ve yasaya aykırı hüküm tesis edildiği, masumiyet karinesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, sanık aleyhine somut hiçbir delil olmadan karar verildiği, sanık lehine dosyaya giren delillere itibar edilmediği, tanık beyanlarının somut olay ve olgulara ilişkin olmadığı, sanık tarafından verilen kararların tamamının incelenmeden hatalı karar verildiği, mahkeme başkanınca değerlendirmeye esas alınmayacağı belirtilen raporun hükme esas alındığı, bilirkişilerin aynı suçla yargılanan başka sanıkların avukatlığını yapmaları nedeniyle tarafsızlıklarını yitirdikleri, sanığın görev yaptığı dönemde verdiği bütün kararların incelenmesinin maddi gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayacağı, tanık dinletme taleplerinin gerekçesiz olarak reddedildiği, Uyuşmazlık Mahkemesi seçiminin kanunen gizli oyla yapıldığı, dinlenen tanıkların da kimin kime oy verdiğini bilmenin mümkün olmadığını söylediği, bu seçimde kimsenin kimseyle organize şekilde hareket etmediği, mutlaka kıdemli üyenin seçilmesine ilişkin bir teamül olmadığı, sanığın görev yaptığı AYİM’den her sene tayin dilekçesi verdiği, sanığın Harp Akademisini 2004 yılında dördüncü hakkında kazanabildiği, tanık Barbaros Bayraktar’ın beyanının somut bilgi ve görgüye dayanmadığı için delil olarak kabul edilemeyeceği, sıkıyönetim listesindeki Not:1’in açık olduğu ve sadece askerî hâkimlerin görevlerine devam edeceğinin bildirildiği, sanığın askerî hâkim değil kıta subayı olduğu, kaldı ki görevlendirme listesinin tek başına delil olamayacağı, kumpas mağduru subayların dosyalarında onların lehine oy kullandığı, sanığın askerî personel bilgileri olarak dosyaya gönderilen Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait belge imzasız olduğu hâlde hükme esas alındığı, kritik görev olarak nitelebilecek sadece tabur komutanlığı yaptığı, İnsan Kaynakları Ölçme Değerlendirme Amirliğinde değil, Uzaktan Eğitim Ölçme Değerlendirme Amirliğinde çalıştığı, kurmay olduğu hâlde Hava Kuvvetleri Karargahında hiç çalıştırılmadığı, yurt dışı görevi yapmadığı, sanığın örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmadığı, örgüt lehine karar vermediği, askerî mahrem yapılanma içinde yer almadığı, Bylock, ankesör, sivil imamlarla irtibat kurma, 1 Dolar ve Bankasya hesabı gibi kriterlerin sanıkta olmadığı, usule, hukuka ve hakkaniyete aykırı kararın bozulması gerektiği,
Hususlarını beyan etmiştir.
VI) USULE İLİŞKİN İTİRAZLAR, RE’SEN İNCELENMESİ GEREKEN HUSUSLAR VE GENEL AÇIKLAMALAR:
1) SORUŞTURMA USULLERİ VE KOVUŞTURMA MERCİSİ:
a) Genel Olarak:
Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği öngörülmekle birlikte; yargı kollarında yer alan Yüksek Mahkemeler yönünden kanunilik esasının ötesinde bu mahkemelerin niteliklerine, üyelerin ne şekilde atanacağına ya da seçileceğine, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair konular doğrudan doğruya Anayasa’da hüküm altına alınmıştır.
Ülkemizdeki yargı kolları arasında yer alan adli yargı; diğer yargı kollarının (anayasa yargısı ve idari yargının) görevine girmeyen davaların çözümlendiği olağan ve genel yargı kolu olup teşkilât yapısı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay olmak üzere üç derecelidir.
Kamu görevinin etkin ve kesintisiz biçimde sürdürülmesi ve soruşturulmasında kamu yararı bulunmayan kimi iddialarla ilgili gereksiz işlem yapılmasının önüne geçilmesi amacıyla kamu görevlilerinin bağlı bulundukları yasalara göre özel soruşturma usulleri öngörülmüştür.
Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.
Suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu doğuran fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması, görevle bağlantılı olması ve görevin sağladığı imkânlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.02.2004 tarihli ve 2004/2-10 Esas 2004/40 Karar sayılı kararında “Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder.” şeklinde kabul edilmiştir. Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre kamu görevlilerinin herhangi bir suç örgütüne üye veya yönetici olmaları kişisel suç niteliğindedir.
Özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa’nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de “Suçüstü hâli”nin;
“1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Belli bir suçun bulunması, failin yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması, suçüstü hâlidir.
Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.
Suçüstü hâli doktrinde, dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara, 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü, CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.
b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli:
Doktrinde genel kabul gören görüş; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceğine ilişkindir.
Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.
c) Terör Suçlarında Özel Soruşturma Usulleri:
Kamu görevlilerinin görev nedeniyle işledikleri suçlar bakımından haklarında doğrudan soruşturma yapılabilmesi, fiilin ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve failin suçüstü hâlinde yakalanması terör suçları bakımından gerekli görülmemiştir.
Demokratik yaşama ciddi tehdit oluşturan terör suçlarının soruşturulması usulüne ilişkin uzun yıllardan beri yürürlükte olan özel düzenlemeler söz konusudur. Nitekim, 16.06.1983 tarih ve 2845 sayılı yasa ile kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Görev” başlıklı ikinci bölümünün “Devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri” başlıklı 9. maddesi;
“Devlet Güvenlik Mahkemeleri aşağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlidir.
a) Türk Ceza Kanununun 125 ila 139 uncu maddelerinde; 146 ila 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 üncü maddelerinde; 312 nci maddenin 2 nci fıkrasında; (…); 499 uncu maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,
Yukarıda belli edilen suçları işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler, sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanırlar.
Ancak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”
Şeklindedir.
“Soruşturma usulü” başlıklı 10. maddesinde;
“…Bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında, suç görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılıklarınca doğrudan doğruya takibat yapılır.” hükmü yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen 250. maddesi;
“(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;
…
c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.
…
(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile (…) askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”,
Aynı Kanun’un 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen “Soruşturma” başlıklı 251. maddesi ise;
“(1) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez….”
Şeklindedir.
“Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 3713 sayılı Terörler Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin 21.02.2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’un 19. maddeleriyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli;
“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.
Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
a) Soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcılığınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316’ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26’ncı maddesi hükmü saklıdır” biçimindedir.
Mülga hükümlerin incelenmesinde de görülmektedir ki; silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la kural olarak, soruşturmanın genel hükümlere göre, bu kanun uyarınca kurulmuş mahkemelerde görev yapan Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacağı kabul edilmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasından sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddesi ile de bu genel kural aynen korunmuştur.
05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendi ile TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde yazılı olup 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca doğrudan terör suçu kabul edilen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcıları tarafından doğrudan soruşturma yapılacağı hüküm altına alınmış olup aynı Kanun maddesinin bendinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. maddesi hükmünü saklı tutmuştur.
Daha sonra 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 15. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ıncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmü 8. fıkra olarak eklenmiştir. Suç tarihinde bu hüküm yürürlüktedir.
Dolayısıyla suç tarihinde 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı terör suçları yönünden yapılacak soruşturmalarda görev ya da kişisel suç olup olmadığına bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSK üyelerine yönelik kendi özel kanunlarına ilişkin özel bir koruma öngörülmemiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun’un “Ağır ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren davaların istisnası olarak yer verilen “Anayasa mahkemesi Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler askeri mahkemelerin görevine giren hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır.” şeklindeki hüküm de kovuşturma aşamasında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin olup soruşturmanın usulüne ilişkin düzenleme içermemektedir.
Bu bağlamda ele alınması gereken ve 2575 ile 2797 sayılı Kanun’ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmüne ilişkin düzenlemede, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun’da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Buna göre Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen kişisel suç ağır cezalık olmasa ve fail suçüstü hâlinde yakalanmasa dahi, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrası gereğince doğrudan soruşturulabilecektir. Dolayısıyla TCK’nın 314. maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yapabilmek için suçüstü hâlinin bulunmasına gerek yoktur.
Ayrıca, 15.07.2016 tarihinde ülke genelinde başlayan ve 19.07.2016’e kadar devam eden hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs edilmesi sebebiyle ve demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla ilan edilen olağanüstü hâlin varlığı, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit ve tehlikenin boyutu, darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi amacıyla yapılan işlemlerin uygulanabilmesi ve demokrasinin korunarak hukuk devleti ilkesine bağlılığın sağlanması için ihtiyaç duyulan süre darbenin yapıldığı günle sınırlı olmamıştır. Mevcut iktidar tarafından Anayasal düzeni korumakla görevli kolluk güçleri ile soruşturma ve yargılama organları üzerindeki terör örgütünün kontrolünün boyutu bilinmediğinden zira üst düzey yöneticilerin en yakınındaki görevlilerin örgüt mensubu olduğunun anlaşıldığı ortamda, çağrı üzerine halkın günlerce meydanlarda demokrasi nöbeti tutarak güvenliğin sağlanmaya çalışıldığı bir süreçte; 15.07.2016 tarihinde başlayan ve sonrasında da devam eden darbe teşebbüsünün savuşturulması sürecinde sanığın yakalanıp gözaltına alındığı ve tutuklandığı hususları dikkate alındığında; sanığa isnat edilen suça ilişkin suçüstü hâlinin bulunduğu yönünde soruşturma ve kovuşturma mercilerince yapılan değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temelden yoksun ve keyfî olduğu kabul edilemeyecektir.
d) Hâkim ve Savcılar Sınıfı:
Hâkim ve savcılarla ilgili olarak 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 82 ve müteakip maddelerine göre “görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlardan dolayı” soruşturma yapılması izne bağlanmış, aynı Yasa’nın 90. maddesi gereğince birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar için Yargıtayın ilgili ceza dairesi, birinci sınıfa ayrılmayan hâkim ve savcılar için de bağlı bulundukları yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesi kovuşturma mercisi olarak belirlenmiştir. Hâkim ve savcıların kişisel suçları ile ilgili soruşturma, görev yerlerine en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır. Bu suçlar yönünden kovuşturma mercisi aynı yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesidir. (2802 sayılı Kanun’un 93. maddesi). Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinde ise soruşturma genel hükümlere göre bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacaktır. (Aynı Yasa’nın 94. maddesi). Hâkim ve savcıların görev suçları yanında görev sırasında işledikleri suçlar yönünden de özel soruşturma usulü benimsenmiştir. Ancak bu kuralın iki istisnası bulunmaktadır: ağır cezalık suçüstü hâli ve Türk Ceza Kanunu’nun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316. maddelerinde yer alan suçların işlendiği iddiasıyla yapılan soruşturmalardır. (CMK’nın 161/8. maddesi).
Görev suçlarında soruşturma sırasında alınması gerekli koruma tedbirleri bakımından 2802 sayılı Yasa’nın 85. maddesinde “Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır.” şeklinde açık biçimde düzenlenmiş iken, şahsi suçlar yönünden özel bir hüküm bulunmadığından kanun koyucu burada genel kuraldan ayrılmamış olup bu hâlde soruşturma yapan Cumhuriyet Başsavcılığının yargı çevresindeki sulh ceza hâkimleri yetkili olacaktır.
e) Yargıtay Başkanı ve Üyeleri:
Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Bu ilke Anayasal bir hak olarak korunmuş olup Anayasa’nın 37. maddesinde “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” şeklinde ifade edilmiştir.
Yargıtay, adli yargı içerisinde Anayasal boyutta bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak düzenlenmiş olup adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmakla görevli kılınmıştır. Yargıtay Başkan ve Üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak bu görevler kapsamındadır.
Bilindiği üzere, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda “demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla” hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.
Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.
Olağanüstü hâl döneminde çıkarılan KHK’lar ile bazı yasalarda değişiklikler yapılmıştır.
2797 sayılı Kanun’un; Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi suç tarihi itibarıyla;
“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.
Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.
Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.
Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK’nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklik 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK’nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun’un “Dairelerin Görevleri” başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK’nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye “Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir.” biçiminde (f) bendi eklenmiştir.
2797 sayılı Kanun’un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra “kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine” karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilerin, şahsi suçları bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK ile bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun’la değişik 14. maddesinde yer alan “hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır” şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan “Yargıtay”, dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesi’ne göre ise iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.
Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 2797 sayılı Kanun’da ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271’i itiraz, 877’si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524’ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olarak ortaya çıkmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü ve birden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtayda yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine adil yargılanma hakkının sağlanması ve davaların makul süre içinde sonuçlandırma gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bu nedenle; dava konusu olayda sanığa atılı suç nedeniyle yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmaktadır.
f) Danıştay Başkanı ve Üyeleri:
Danıştay üyelerinin hukukî durumları 2575 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 3. maddesinde Danıştay Başkanı, Danıştay Başsavcısı, Danıştay başkanvekili, daire başkanları ile üyelerin “Danıştay Meslek Mensupları”nı ifade ettiği, 4. maddesinde de bu görevlilerin yüksek mahkeme hâkimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunların kendilerine sağladığı teminat altında görev yapacakları belirtilmiştir.
2575 sayılı Kanun’un “Soruşturma” başlıklı 76. maddesi;
“1-Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı, Danıştay Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır.
2-Danıştay Başkanı hakkında soruşturma, kendisinin katılmayacağı Başkanlık Kurulunca seçilecek bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülür.
3-Kurul, soruşturma sonunda düzenleyeceği fezlekeyi ve buna ilişkin evrakı Danıştay Başkanına, soruşturma Danıştay Başkanı hakkında ise fezlekeyi ve evrakı başkanvekiline verir. Bu husustaki dosya Danıştay Başkanı veya vekili tarafından gerekli karar verilmek üzere İdari İşler Kurulu Başkanlığına tevdi edilir. Bu Kurulun vereceği kararlar sanığa ve varsa şikayetçiye tebliğ olunur.
4-Yargılamanın men’i kararı kendiliğinden ve son soruşturmanın açılmasına dair kararlar itiraz üzerine İdari İşler Kurulu Başkan ve üyelerinin katılmayacağı Danıştay Genel Kurulunda incelenir.
5-Danıştay Genel Kurulunun bu toplantılarında yeter sayı en az otuzbirdir. Toplantıda hazır bulunanlar çift sayıda ise en kıdemsiz üye toplantıya katılmaz.” ,
Aynı Kanun’un “Soruşturma dosyasının yargı yerlerine gönderilmesi” başlıklı 79. maddesi;
“76 ncı madde gereğince verilen son soruşturmanın açılmasına dair kararlar üst kurulca onanmak veya itiraz olunmamak suretiyle kesinleştikten sonra, soruşturma dosyası, gereği yapılmak üzere Danıştay Başkanı veya vekili tarafından Cumhuriyet Başsavcısına gönderilir.”,
Aynı Kanun’un “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun uygulanacağı haller” başlıklı 81. maddesi;
“…belirtilen bu maddelere göre yapılacak soruşturmalarla verilecek kararlarda, bu Kanun’da hüküm bulunmayan hallerde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun soruşturmaya ilişkin hükümleri uygulanır.
2. Soruşturma kurulları sorgu hakiminin yetkilerini haizdir.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
“Şahsi suçların kovuşturma usulü” başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrasında ise Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin şahsi suçlarının takibinde Yargıtay Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibiyle ilgili hükümlerin uygulanacağı öngörülmüştür.
Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde;
Danıştay üyelerine atılı kişisel suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 2797 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
g) Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Seçimle Gelen Üyeleri:
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un “Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı beşinci kısmında yer alan “Üyelerin Hukuki Durumları” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinir görevleri süresince Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.
Yine, 6087 sayılı Kanun’un Beşinci Kısmında yer alan “Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.
6087 sayılı Kanun’un “Üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 38. maddesi;
“(1)(Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.
(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır….”
Biçiminde son hâlini almıştır.
Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar incelendiğinde;
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine atılı suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
ğ) AİHM Kararı Işığında Suçüstü Hâlinin Uygulanmaması Durumunda Uygulanacak Usul Hükümleri:
Suçun işlendiği tarihte yüksek yargı mensubu olarak görev yapan sanığın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin suçüstü hâline ve mütemadi suça ilişkin kararı doğrultusunda, örgüt üyeliği eylemini suçüstü koşulları altında gerçekleştirmediğinin kabulü hâlinde hakkında uygulanacak hükümlerin değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Kişisel suçlar bakımından 2802 sayılı Hâkimler Savcılar Kanunu’nda olduğu gibi Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’da özel düzenlemelere yer verilmiştir. Sanık, anılan kanunlar gereğince yukarıda açıklandığı üzere özel soruşturma usulüne tabidir. Suç işlediği şüphesinin Yargıtay veya Danıştay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından öğrenilmesi hâlinde bu işin ön incelemesini yapmak üzere ilgiliden daha kıdemli bir üye veya başkan görevlendirilerek gerekli soruşturmanın yapılacağı, soruşturma sonrasında adli veya idari yönden bir suç işlendiği kanaatine varılması hâlinde düzenlenecek raporların Birinci Başkanlık Kuruluna sunulacağı, Başkanlık Kurulunca düzenlenecek talepnameyle ilgili hakkında dava açılacağı anlaşılmakta ise de sanığın mensup olduğu iddia edilen terör örgütünün Anayasal düzene yönelik darbe girişimi sonrasında açığa alınan ve hakkında disiplin soruşturması başlatılan sanık istifaya davet edilmiş, bu daveti kabul etmemesi üzerine görevine son verilmek suretiyle disiplin suçu bakımından en ağır yaptırım uygulanmıştır. Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülüp sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince de tutuklandığı anlaşılmaktadır. Yargılamada gelinen bu aşamada yukarıda izah edilen özel soruşturma hükümlerinin uygulanmamasının, yargılamanın durması için bir neden teşkil edip etmeyeceği değerlendirildiğinde; usule ilişkin hakkın özüne dokunan ihlal gerçekleşmediği takdirde kovuşturma aşamasından soruşturma aşamasına dönülemeyeceği ilkesi gözetilip diğer taraftan ilgili mevzuata göre en ağır yaptırım gerektiren fiili işlemiş olması nedeniyle görevden sürekli şekilde uzaklaştırılmış bulunan sanık hakkında tekrar soruşturma izninin verilmesini talep etmenin yargılamayı uzatacağı ve yasanın kamu görevlileri hakkında özel soruşturma usulü konulmasındaki amacına hizmet etmeyeceği açık olup bu nedenle yargılamanın durdurulmasına gerek görülmemiştir.
2) SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ:
Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;
a) Genel Olarak:
Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.
Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.
Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.
Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması “tehlike tehlikesinin cezalandırılması” şeklinde kabul edilmektedir (Manzini, 1950, 606, atfen, Özek, ege. s. 348).
b) Örgüt kurma:
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.
Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için “amacı gerçekleştirmeye yeterli üye”nin, “hiyerarşik örgüt yapısı”nın, “şiddete dayanan eylem programı”nın varlığını aramak gerekir.
Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir.
c) Örgüt yönetme:
Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
d) Örgüt üyeliği:
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
TCK’nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;
Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.
Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkânına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu’nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.
Terörle Mücadele Kanunu’nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli “Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar” şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası “7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hâlini almıştır.
Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanunu’nunda yapılan örgüt tanımı ile TCK’nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/1. maddesinin, TCK’nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK’nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları hâlinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK’nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK’nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.
e) Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün aşağıda açıklanan yapı ve görüntüsü itibariyle suçların manevi unsurunun tespiti bağlamında kusur ilkesi ve suçun kast unsurunun değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’ya esas alınan suç teorisi üç ilkeye dayanmaktadır. Bunlar: kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve insanilik ilkeleridir.
Kusur ilkesi; kusursuz ceza olmaz prensibine dayanmaktadır. Failin işlemiş olduğu suçtan dolayı şahsen kınanabildiği hâllerde cezalandırılmasını ifade eder. İlke ile amaçlanan, cezanın kusuru gerektirdiği ve kusurlu hareket etmeyen kişinin cezalandırılmayacağıdır. Bu ilkeden çıkarılacak birinci sonuç, netice sorumluluğunun kaldırılmış olması; ikinci sonuç ise cezanın kusur derecesini aşmayacağı yani ceza hukukunda kusurla orantılı ceza tayininin esas alınacağıdır.
Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru ve zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu, dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şeyin olduğundan farklı bir biçimde algılanması hâlinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi hâlinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası, bir algılama hatası olduğu hâlde; yasak hatası, bir değerlendirme hatasıdır.
Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail hukuka uygun davranmaması, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkânına sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme ve hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan irade özgürlüğü, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranış ile haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır.
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK’nın 30/1. maddesi), suçun nitelikli hâllerinde (TCK’nın 30/2. maddesi), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK’nın 30/1-3. maddesi) hata kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK’nın 30/3. maddesi) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK’nın 30/4. maddesi) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK’nın 27/1. maddesi).
İlgisi nedeniyle suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı) üzerinde durmak gerekecektir.
TCK’nın 30/1. maddesinde “suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi hâlinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur.
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olduğunu eylem ve söylemleriyle açıkça ortaya koyabileceği gibi legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yararlanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve Devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fetullah … hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihaî amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması, Milli Güvenlik Kurulu’nun 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde “hizmet hareketi” adlı legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve Anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların Devlet ve Hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
3) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ YAPILANMASI:
a) Genel olarak:
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararları ve bu suçların temyiz incelemesi ile görevli 16. Ceza Dairesinin kararlarında ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek” üzerine kuruludur.
FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Nitekim hiyerarşik ilişki bakımından sıkı bir disiplinin hâkim olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinde dahi FETÖ/PDY mensuplarının darbeye teşebbüs sırasında genel olarak öğretmenlerden oluşan mahrem imam olarak adlandırılan sivil kişilerden aldıkları talimatlara göre hareket ettikleri veya alt rütbedeki subayların emirlerine uydukları birçok dava dosyasında görülmüştür.
Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi öldürülüp yaralanmıştır.
Söz konusu terör örgütü, nihaî amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihaî hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç hâline gelmek amacıyla hareket etmektedir.
Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliğinin bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi ve üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa’da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükûmet ve diğer Anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla Emniyet, Jandarma, MİT ve Genelkurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirdiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;
FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzere kurulan bir maşa olarak; Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fetullah … tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314. maddesi kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.
b) Örgütün Yargı ve Yargıtay Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri:
Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar hâlinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat hâlinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları, bununla birlikte örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajındaki adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,
Eski Yargıtay üyelerinin görev yapmakta oldukları hukuk ve ceza dairelerine göre gruplar oluşturulduğu, eski yüksek yargı üyelerinin kod isimleri dikkate alındığında (H1, H2, H3, C1, C2, C3, C4) şeklinde gruplandırıldıkları, eski Yargıtay üyelerinin görevde bulundukları zaman içerisinde görev yaptıkları Yargıtay Daireleri göz önünde bulundurulduğunda “H” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Hukuk Dairelerinde, “C” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Ceza Dairelerinde görev yaptıkları, isimlendirmelerde yer alan 0, 1, 2, 3 rakamlarının grup içerisindeki hiyerarşiye ilişkin sıralamayı, “0” ile kodlamanın ise grup sorumlusunu gösterdiği, harf ve rakam ile gruplandırmalardan sonra (C3, H2 vb.) bazı isimlendirmelerde kullanıcının adı ve soyadının baş harflerinin eklenmesi suretiyle kod adı oluşturulduğu anlaşılmıştır.
c) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü:
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443-4758 sayılı kararında açıklandığı üzere;
15 Temmuz 2016 günü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askeri personel tarafından savaş uçakları dahil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere Devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil olmak üzere toplam 250’den fazla kişi şehit edilmiş; 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.
Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylem vasfını aşarak Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır.
d) 15 Temmuz 2016 Tarihindeki Darbe Teşebbüsünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü İle İlişkisi:
Anayasa Mahkemesinin 30.06.2017 tarihli ve 30110 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 20.06.2017 tarihli ve 2016/22169 başvuru numaralı kararında ayrıntılı olarak yapılan tespitler, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 03.03.2017 tarihli ve E.2017/7327 sayılı, E.2017/26 sayılı ve 2006/103583 soruşturma sayılı iddianamelerindeki belirlemelere göre; “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olan, “sıkıyönetim komutanı” olarak görevlendirilen, “sıkıyönetim mahkemeleri”ne ve “kritik önemdeki askerî ve sivil makamlara” ataması planlanan kişilerin büyük bölümünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olduğunun, bu görevlendirmelerin yapılmasında örgüt içindeki hiyerarşinin dikkate alındığının ve haklarında örgüte üye olma suçundan işlem yapılan bazı emniyet mensupları ile mülki idare yetkililerinin darbe girişimi sonrasında ilan edilecek sıkıyönetim döneminde atanacakları resmî devlet kuruluşlarına gittiklerinin saptandığına dair bulgular, tanık olarak dinlenen Genelkurmay Başkanı ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca dinlenen gizli tanıklar (Şapka ve Kuzgun)’ın anlatımları, şüpheli olarak dinlenen Deniz Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral H. İ. Y., Genelkurmay Başkanı’nın emir subayı olan Yarbay L. T., Jandarma Genel Komutanlığında görev yapmakta olan Binbaşı H. H., Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığında görev yapmakta olan Yarbay F. E., Yüzbaşı F. T. Ç., Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi Başkanlığında görev yapan Jandarma Yarbay A. K., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral G. Ş. S., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Üretim Analiz Merkezinde görev yapmakta olan Yüzbaşı A. P., Kara Kuvvetleri Tayin Daire Başkanlığında astsubay olarak görev yapmakta olan T. F. D., TSK’da pilot olarak görev yapan Yarbay İ. A., Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanlığında pilot olarak görev yapan Teğmen M. M. gibi çok sayıda şüphelinin itiraf içeren beyanları, açık kaynak bilgileri, 15 Temmuz darbe kalkışması ile ilgili verilen mahkeme kararları, derdest bulunan dava dosyaları ve yürütülen soruşturmalar ile resmî kurumların tespitleri değerlendirildiğinde; 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün, daha önce de bir çok kez yaşandığı üzere uluslararası güç odaklarının da desteğiyle, esas itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği, kalkışmaya başka unsurların da katılmış olma ihtimalinin darbe teşebbüsünün bu karakterini değiştirmeyeceği değerlendirilmiştir. (Yargıtay 16. CD’nin 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443-4758 sayılı kararı)
4) HÜKME ESAS ALINAN BAZI DELİLLERİN HUKUKİ NİTELİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
A) BYLOCK İLETİŞİM SİSTEMİ:
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
Gelişen teknolojiyle beraber hayatın her alanında kullanılan bilişim teknolojisi, muhakeme konusu olayların aydınlatılmasında etkin rol oynayan deliller arasında ön sıralarda yer almaktadır.
Kural olarak kişiler arasındaki haberleşme gizlidir. Ancak terör örgütlerinin yasa dışı amaçlarını gerçekleştirirken, mensuplarının ve faaliyetlerinin kolluk güçleri tarafından tespit edilememesi için çağın şartlarına uygun teknik olarak daha gelişmiş haberleşme sistemleri kullandıkları sıklıkla görülmektedir. Nitekim ByLock iletişim sistemi, global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. Benzer iletişim araçlarında olduğu gibi sisteme dahil olup kullanmak kişilerin istekleriyle değil örgüt yöneticilerinin inisiyatifi ile gerçekleşmiştir. Üyeler arasındaki haberleşmede zaman zaman gündelik işlerle ilgili mesajlar paylaşılsa da ağırlıklı olarak örgütsel talimatların iletildiği, faaliyetlerin değerlendirildiği, örgüt mensupları arasındaki bağlılığı artırıcı ve motive edici haberlerin paylaşıldığı bir sisteme dönüştüğü anlaşılmış olup ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağı kabul edilmiştir.
ByLock sisteminin kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir.
2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesajlar ve e-postalardan anlaşılmıştır.
ByLock iletişim sisteminin hukuki alt yapısı;
2937 sayılı MİT Kanunu’nun 6. maddesinin “g” bendinde; telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabileceği, 4. maddesinin “i” bendinde ise dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmakla görevli olmanın yanında Devletin güvenliğini ilgilendiren ve suç işlendiği şüphesi doğuran somut verileri terörle mücadele konusunda görevli idari ve adli birimlere ulaştırmakla yükümlüdür. Nitekim, ByLock uygulamasına ait sunucular üzerindeki veriler hakkında düzenlenen teknik analiz raporu ve dijital materyallerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne ulaştırıldığı görülmektedir. Bu aşamadan sonra adli sürecin başlatılması ve bu noktadan sonra CMK hükümlerine göre soruşturma işlemlerinin yapılması zorunludur. Nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ByLock ile ilgili dijital materyallerin teslim edilmesi üzerine 2016/104109 sor. ve 2016/180056 numara üzerinden başlattığı soruşturma kapsamında, CMK’nın 134. maddesine göre gönderilen dijital materyallerle ilgili 09.12.2016 tarihli ve 2016/104109 soruşturma sayılı yazısı ile Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğine Milli İstihbarat Teşkilatınca teslim edilen 1-1 adet Sony marka HD-B1 model, üzerinde bBW3DEK69121056 seri numaralı ve ön yüzünde 1173d7a09195cf0274ce24f0d69ede96 yazılı harddisk, 2-1 adet Kingston marka DataTraveler, uç kısmında DTIG4/8GB 04570- 700.A00LF5V 0S7455704 yazılı flash bellek üzerinde CMK’nın 134. maddesi gereğince inceleme yapılmasına, 2 adet kopya çıkartılmasına, kopya üzerinde kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilmesini istendiği, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince bu talep kabul ederek 09.12.2016 tarihli ve 2016/6774 D. İş nolu karar ile dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin hâline getirilmesine ve bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.
Soruşturma aşamasında olayın aydınlatılması amacıyla el konulan veya talep edilen elektronik verilerden doğrudan suçla ilgili olanlar elektronik delil olarak kabul edilmektedir. Bir suçun işlendiği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, dijital veri ve delil elde etmek amacıyla bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüğünde, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütüklerinde ve çıkarılabilir donanımlarda arama yapılması gerekebilir. Bu konuda uygulanacak iki kural vardır. Birisi CMK’nın 134. maddesi, diğeri de 27.07.2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan 667 ve 668 sayılı KHK’larla Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü, beşinci, altınca ve yedinci bölümde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve bu suçlar kapsamına girip girmediğine bakılmaksızın, toplu yani en az üç kişinin iştiraki ile işlenen suçlarda uygulanabilecek 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendidir. Bu düzenleme, 6755 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde aynen yer almıştır. Bu sebeple bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda CMK’nın 134 ve 6755 sayılı Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendi birlikte uygulanacaktır. Bu uygulama sırasında 6755 sayılı Kanun’un “soruşturma ve kovuşturma işlemleri” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlar yönünden öncelik aynı Kanun’un 3/1-j maddesi olacak, burada hüküm bulunmayan hâlde CMK’nın 134. maddesine göre hareket edilecektir. Olağanüstü hâl kaldırıldığı anda bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda öngörülen istisnai tedbirin uygulaması son bulacaktır. Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK’nın 116 ve 123. maddelerinde düzenlenen “arama” ve “el koyma” koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır. Buna göre, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması hâlinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına ve bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir. Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması hâlinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için bu araç ve gereçlere el konulabilir. CMK’nın 134. maddesindeki “bilgisayar kütükleri” ifadesi teknik anlamda sadece masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda bulunanları değil; CD, DVD, flash disk, disket, harddisk vs. tüm çıkarılabilir bellekler, telefon vb. dijital tabanlı mobil cihazlarda dahil olmak üzere herhangi bir bilgi işlem veya veri toplama araç ya da gerecinde bulunabilecek tüm dijital dosyaları kapsamaktadır. Adli Ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin “bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma” kenar başlıklı 17. maddesinde el koyma sırasında zorunlu kılınan yedekleme işleminin, “bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımlar hakkında da” uygulanmasının dayanağı budur.
10 Kasım 2010 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan, 22.04.2014 tarihinde ve 6533 sayılı “Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi” adı ile onaylanıp 02.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa’nın 90. maddesi gereğince iç hukukumuzun bir parçası olarak kabul edilen Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesi’nde bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüklerinde, bilgisayar ağları ve verilerin saklandığı depolarda ve uzak bilgisayar kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbirlerinin uygulanabileceği kabul edilmiştir. Bilgisayar kütükleri (computer files) yalnızca kullanıcının kendi bilgisayarında yer alan bir bilgisayar programı aracılığıyla kullanılabilen, verilerin saklandığı depolama araçlarıyla sınırlı değildir. Bunun yanında bir bilgisayar aracılığıyla ağ üzerinden ulaşılabilen gerek kullanıcıya ait gerekse kullanıcıya ait olmayıp ancak ortak paylaşıma ve kullanıma açık diğer bilgisayarlardaki veri depolama araçlarına ulaşabilmek mümkündür. CMK’nın 134/1. maddesinde “şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde” arama ve kopyalama işleminin yapılabileceği belirtilmiştir. Kanun koyucu, söz konusu maddede arama ve kopyalama işlemlerinin yapılacağı araçların şüpheliye ait olmasını aramamış, şüphelinin fiilen bu araçları kullanıyor olmasını yeterli görmüştür. Maddede özellikle “şüphelinin kullandığı” ifadesine yer verilmiştir; zira üzerinde arama ve kopyalama işlemi yapılacak bilişim sisteminin şüpheliye ait olması gerekmez. Şüphelinin maliki olduğu, kiraladığı, ödünç aldığı ya da ortak kullanıma açık bir bilgisayarı eylemini gerçekleştirirken kullanması bu tedbirin uygulanması için yeterlidir. Ancak delile ulaşmak için sadece failin kullandığı bilişim sisteminde arama yapılması yeterli değildir. Bilgisayarlarda, bilgisayar programları, bilgisayar kütükleri veya diğer araçlarda yapılacak aramanın konusu “elektronik veri”dir. Bu araçlarda arama işleminde amaç suçla bağlantılı her türlü elektronik veriye ulaşmaktır. Bu kapsamda bilgisayardaki mevcut klasördeki dokümanların tümü taranabilir. Bilgisayarda, şüpheli veya sanığın internet ortamında çeşitli programlar ya da sosyal iletişim siteleri (Msn Messenger, Facebook, Twitter vb.) vasıtasıyla gerçekleştirdiği iletişime ilişkin kayıtların aranması, CMK’nın 135. maddesine göre değil CMK’nın 134. maddesine göre yapılabilir. Zira CMK’nın 135. maddesinde düzenlenen telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri, teknik araçlarla iletişimin tespitini, dinlenmesini ve kayda alınmasını kapsamaktadır. CMK’nın 135. maddesine göre yapılan iletişimin dinlenmesi ve kaydı, geçmişe dönük olarak değil geleceğe dönük olarak yapılabilir. Diğer bir ifadeyle geçmişte gerçekleşen iletişimin dinlenebilmesi, kayda alınabilmesi mümkün değildir. Ancak internet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından bu iletişim kayıtları hakkında CMK’nın 134. maddesindeki koruma tedbiri kapsamında arama, kopyalama ve elkoyma tedbirleri uygulanabilir. Bireyin e-posta, yazışma ve haberleşmeleri CMK’nın 135. maddesi kapsamında değerlendirilirken, bireyin kendisine e-posta ile gelen bir yazı, resim, görüntü veya ek dosyayı kullandığı bilgisayara veya taşınır belleğe kaydettiğinde, artık bu belge haberleşme hürriyetinin dolayısıyla iletişimin denetlenmesinden çıkıp CMK’nın 134. maddesi kapsamında bilişim cihazına kayıtlı bilgi ve belgeye dönüşecektir. Kriptolu haberleşme sonucunda silinmiş mesajların gerek bilgisayarda gerekse sistem üzerinde ele geçirilmesi de telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim denetimi kapsamında olmayıp bu gibi hâllerde CMK’nın 134. maddesinde düzenlenen bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbiri söz konusu olabilir.
Sonuç olarak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının dijital materyaller üzerinde CMK’nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden aldığı inceleme kopyalama ve çözümleme kararına istinaden Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanlarınca düzenlenen 18.02.2017 tarihli ByLock raporu, açık kaynaklar, dosyadaki diğer bilgi ve belgeler, yasa, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler göz önüne alınarak yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda; MİT tarafından yasal olarak elde edildiği kabul edilen dijital materyaller üzerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ile CMK’nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden alınan “inceleme kopyalama ve çözümleme” kararına istinaden bilgisayardaki ve bilgisayar kütüklerindeki iletilerin tespiti işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Haklarında soruşturma işlemi başlamamış ya da soruşturması devam eden yüz binden fazla şüphelinin delil niteliğinde kişisel bilgisi bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanları tarafından üzerinde çalışma yapılan ByLock ana sunucusunun, henüz haklarında soruşturma işlemlerine başlanmamış kişiler açısından terör örgütü soruşturmasının selameti, diğer kişilerin ise masumiyet karinesinin korunması bakımından, ana sunucusundaki bilgilerin sanıklara teslim edilmemesinde yasaya aykırılık görülmemiştir. Ancak yargılama sürecinde tarafların bu delile karşı somut itirazlarının inceleme ve değerlendirmeye tabi tutulması, gerektiği takdirde bilirkişi incelemesi yapılması zorunluluğu gözden kaçırılmamalıdır.
B) SABİT HATLARDAN ARAMA VE ARDIŞIK ARAMA YÖNTEMİ:
B-1) FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Askeri Mahrem Yapılanması:
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 2017/956 Esas 2017/370 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşen 16. Ceza Dairesinin ilk derece sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 Esas 2017/3 Karar sayılı ve aynı Dairenin temyiz mercii olarak verdiği 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443 Esas 2017/4758 Karar sayılı kararlarında nitelikleri ve özellikleri açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından 2019 yılı Ocak ayında düzenlenen rapora göre;
a) Genel Olarak Mahrem Hizmetler ve Mahrem Yapılanma:
Mahrem hizmetler, Devletin en kritik ve operasyonel birimlerine sızarak örgüt hesabına yürütülen gizli faaliyetleri ifade eder. Bu kurumlarda örgüt adına kadrolaşma, abinin veya imamın emrine göre organize hareket edip örgüt amacına yönelik verilen görevleri ifa etmektedir.
Mahrem hizmetlerde, Fetullah … veya örgütün üst yönetim katından gelen talimatları, doğruluğunu veya akla uygunluğunu, dini, hukuki, ahlakiliğini sorgulamadan yerine getirecek “mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş” örgüt mensupları kullanılmaktadır.
Mahrem hizmetlerde istihdam edilecek örgüt mensuplarının, zihin kontrollerinin sağlanması, örgütün değerlerini ölümüne savunması, kör bir itaatkârlığa ulaşması zaman almaktadır. Bu nedenle örgüt, ağacın yaşken eğildiğinin bilincinde olarak, mahrem hizmetlerde ihtiyaç duyduğu tipte insanları, genellikle ortaokul/lise döneminden itibaren kazanmaya çalışmaktadır. Örgüt içinde en önemli iş; bu şahısların bulunması, örgüte kazandırılması, yetiştirilmesi, mahrem hizmetlere yönlendirilmesi ve yerleştirilmesidir.
Bu şekildeki bir sürecin ardından TSK içerisine sızdırılan örgüt mensubu sayısının zamanla artması ile birlikte FETÖ/PDY, TSK birimlerini yönlendirebilecek ve kontrol altında tutabilecek bir güce kavuşmuştur. Sözde TSK yapılanması, Emniyet ve MİT yapılanması ile birlikte örgütün “silahlı kanadı”nı oluşturmuştur.
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi; örgütün, mensupları sayesinde TSK’nın her türlü imkân ve silah gücünü gerektiğinde çıkarları doğrultusunda kendi halkına ve halkının iradesine karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini açıkça göstermiştir.
Örgüt dilinde mahrem yerler:
-TSK (Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları),
-Emniyet (EGM ve il emniyet müdürlükleri),
-Yargı (Adalet Akademisi, hâkimler/savcılar, HSK),
-MİT,
-Mülkiye (valiler/kaymakamlar),
-Bazı özel kurumları (TİB, ÖSYM, TÜBİTAK),
İfade eder.
Özel Hizmet Birimleri; TSK, Yargı, Emniyet, Mülkiye, MİT gibi kurumlardaki yapılanmadır. Örgüt asıl operasyonel gücünü bu birimlerden almıştır.
Örgütün gerek 17-25 Aralık 2013 öncesi ve sürecinde yapılan operasyonel faaliyetler gerekse 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin planlama ve uygulaması Özel Hizmet Birimleri tarafından yürütülmüştür.
Özel Hizmet Birimlerinde hücresel yapılanma söz konusudur. Bu birimlerin deşifre olmasını önlemek için uygulanan hücresel yapılanmada bir örgüt mensubunun, en fazla bir üst sorumlusunu ve/veya bir altında bulunan örgüt mensubunu tanıması amaçlanmaktadır.
b) Mahrem Yapılanmanın İşleyişi:
Örgüt için en önemli kurumlar olan TSK, Emniyet, MİT ve Yargı organlarına yerleştirilecek öğrenciler, “Talebe İmamları” tarafından belirlenmekte ve durumlarına göre sınıflandırılarak o yönde ders çalışmaları sağlanmaktadır.
Bu öğrenciler talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan “Özel Evlere” yerleştirilmektedir.
Evlere yerleştirilen öğrencilere kod isim verilmekte ve özel derslere tâbi tutulmaktadır.
Örgütün mahrem yapısı tarafından ele geçirilen Askeri Liselere Giriş ve Polis Koleji Giriş Sınav soruları Talebe İmamları aracılığıyla bu okullar için hazırlanan öğrencilere ezberletilerek sınavlarda başarılı olmaları sağlanmaktadır.
Bu okullara giriş için yapılan çalışmaların boşa gitmemesi için öğrencilerin sağlık durumları önceden örgüt tarafından incelenmekte ve engel hâli bulunmayanlar seçilmektedir.
Her şeye rağmen sağlık raporunda bir sorun çıkması hâlinde ilgili hastanelerdeki örgüt mensupları aracılığı ile uygun raporun verilmesi sağlanmaktadır.
1985 yılında örgüte mensup bazı öğrencilerin askeri liselerden atılması üzerine örgüt tarafından strateji ve sistem değişikliğine gidilerek, askeri liselere ve Polis Kolejine yerleştirilen öğrencilerin bu okullardaki öğrenimleri süresince de kendilerini bu okullara hazırlayan “Talebe İmamı” tarafından takibi sağlanmıştır.
Talebe İmamı, sorumlu olduğu öğrenciyi genelde on beş günde bir kez ziyaret etmekte, ziyaret gerçekleşmezse ikinci buluşmanın ne zaman ve nerede gerçekleşeceği mutlak surette belirlenmektedir. Bu görüşmeler, katı kurallarla belirlenmiş yüksek gizlilik içerisinde gerçekleştirilmektedir.
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrası TSK içerisindeki yapılanmaya yönelik yapılan soruşturmalar akabinde alınan ifadeler ve yapılan tespitler sonucu gün yüzüne çıkarılan bilgilere bakıldığında; “Örgütün TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gittiği, tamamen hücre tipi, birbirinden habersiz ve bağımsız üniteler oluşturulduğu, bu ünitelerin sivil abilerin/imamların sorumluluğunda üst düzey komutanlar (general, albay, yarbay, binbaşı), alt rütbede subaylar (yüzbaşı, üsteğmen, teğmen) ve astsubay gruplarından oluştuğu” tespit edilmiştir.
c) Kadrolaşma Süreci:
Örgüt tarafından seçilerek yetiştirilen elemanlar, örgütün hedefleri doğrultusunda kamu ve özel sektörde istihdam edilmektedir. Kamudaki örgütlenme anlayışı, herhangi bir cemaatin üyelerinin devletin kademelerinde yer almasının ötesindedir.
Devletin kamu kurumlarına yerleşme, her vatandaşın hakkı olarak görülse ve Fetullah … tarafından bu hak kılıf olarak kullanılmaya çalışılsa da gizlenmeye çalışılan bir gerçek vardır. Bu gerçek; FETÖ/PDY’nin sınav sorularını çalması, kumpas davalarıyla örgüt mensubu olmayanları tasfiye etmesi ve örgütün devlette monopol olmaya çalışması, hizmet asabiyetinin sonucu olarak örgüt mensuplarının hizmet aidiyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından üstün görmesi, sadakatin devlete değil örgüte sunulması, devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisinin konulması, emirlerin sivil örgüt imamlarından alınması gibi birçok somut olayda görülmektedir.
Bu gibi somut olaylar da göstermektedir ki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubunun devletin kamu kurumlarına yerleşmesi/yerleştirilmesi değil, sızması ve halk tabiriyle ayrık otu gibi bulunduğu yerleri işgal etmesi söz konusudur.
15.07.2016 tarihindeki darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki yapılanmasının “Mahrem Hizmetler” olarak isimlendirildiği ve yapılanmada gizliliğe azami derecede riayet edildiği bilinmektedir.
Genellikle ortaokul/lise döneminde kazanılan ve örgütsel ideolojiye uygun olarak yetiştirilerek örgüt mensuplarınca özel bir sınavdan geçirilen bu şahısların, örgütün mahrem yapılanmasını oluşturan birimlerde istihdam edilmesine örgütün oldukça önem verdiği ve mahrem hizmetlerde kullandığı görülmektedir.
Askeri mahrem yapılanmada yer alan bir örgüt mensubunun hayatını dört evrede özetlemek mümkündür:
-Birinci evre; Işık evi,
-İkinci evre; Hususi/özel ev,
-Üçüncü evre; Askeri okullardaki eğitim süreci,
-Dördüncü evre; Birim yapılanması,
Çocuk yaşta örgüte kazandırılan öğrenciler, talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan özel evlere yerleştirilmektedir.
Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren düzenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı hâline getirilmiş vaazlarını, kitaplarını sohbet toplantılarında dinlemekte, izlemekte ve okumaktadır. Sohbet toplantıları, örgüt tarafından masum dini faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ardındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir. Oysaki bu toplantılarda, dini kılıf altında ya da buz dağının görünmeyen yüzünü oluşturan kısımlarında örgütsel bir bakış açısı kazandırılmaktadır.
Bir örgüt mensubunun bütün bu hayat evreleri, sohbet toplantılarına katılmakla geçer. Örgütün temel direği, olmazsa olmazı bu toplantılardır. Nitekim terör örgütü lideri bu konuda şunları söylemiştir:
“Evvela kendimiz bu hizmetin büyüklüğünü kabul edelim, başkalarına anlatmadan. Evet, yani bu öyle bir hizmettir ki bunu mütevelli toplantısındaki bir akşam bile hiçbir şeye feda edilemez. Ne kadar feda edilemez yani? Mesela annemiz babamız ölse feda edilemez. Gider geçer, belli bir fasıldan sonra başında durur kaldırırız. Ama buraya gelinir. Çünkü bir arkadaş iki arkadaş buraya gelmeyince gelenlere gelinmiyor olabileceği fikri verilir. Gelenlerin şevki söndürülür. Kuvveyi maneviye si kırılır. Biz her bir yerlerimiz şu cemaatin Kuvveyi maneviye sini takviye etmek üzere el ele tutup omuz omuza verme mecburiyetindeyiz. İhlası salesinde buna temas ediyor. Birisinin geriye durması diğer arkadaşları (…) sarsabilir. Allah’ta diyor, o fabrikayı katar karıştırır, o saatin çarklarını katar karıştırır diyor. Demek biz öyle fabrikanın çarkları öyle saatin çarkları hâline gelmişiz ki bu çarklardan bir tanesi dursa muvakkaten bu durgunluk, duraklama bütün çarklara sirayet ediyor. Birbirimizle çok bütünleşmişiz. Bu bütünleşmenin manevi keyfiyetini yani tablonun öbür yanını ben göremiyorum, tahminde edemiyorum. Fakat Allah bir araya gelmeyi böyle bu bütünleşme adına çok önemli sayıyor. Önemli kabul buyuruyorsa şayet bizim için bu çok önemli olmalıdır. Biz burada bir cemaat teşkil ediyoruz ve Allah’ın eli cemaatle beraberdir. (…) Arkadaşlarımız cennete giden yollardaki tıkanıklıkları açacak, herkesi gelmeye mecbur edecekler. (…) O zaman bu fedakâr arkadaşlarımıza bir gece gelmemeye bir şey takdir edelim. Bir gece mütevelliye gelmezse acaba ne takdir edelim? Bugünkünü muaf tutacağız. Mesela Nejat Bey yok, (X) yok, mesela …. bey de yok. Başınız sağ olsun. O aksatmazdı da benim şeyimdi o, izin alması lazım giderken, manevi şeyin yanında bir şey takdir edelim. Veremezlerse ben vereyim onu. Öyle bir şey söyleyelim ki ben veremeyeyim onu. … Bey diyor ki bir senelik burs versin. (Konuşmalar) Bir kere atlatana bir senelik burs takdir edelim. Ne güzel şey yine cennete giden yolda tıkanıklık açılıyor.”
Sohbet toplantılarını, çeşitli alt başlıklar altında incelemek ve sınıflandırmak mümkündür. Ortaokul döneminde irtibata geçilen çocuk yaştaki kişilerin katıldığı sohbet toplantıları “keyfiyet” odaklıdır. Bu toplantı türünde, evlere gelenlere yoğun ideolojik eğitim programı uygulanmaktadır. Bunun haricinde sivil/bölge yapılanmalarında ve mahrem yapılanmalarda gerçekleştirilen toplantılar ise iki genel kısımdan oluşmaktadır. Birincisi keyfiyet denilen örgütsel bağ oluşumunu sağlayan, destekleyen ve geliştiren kısım, ikincisi ise örgüt idaresi ve stratejileri ile alakalı “iş/meslek” konularının görüşülmesi kısmıdır.
Keyfiyet odaklı toplantıların işleyişine bakıldığında;
-“Pırlantalar” olarak adlandırılan Fetullah …’in kitaplarını okuma,
-Önceden kayda alınmış sesli ve görüntülü kayıtlarını dinleme ve izleme,
-Haftalık Bamteli sohbeti, Sızıntı, Çağlayan dergisi vb. yazılarını okuma/izleme,
-Örgüt mensubu yazarların kitaplarından ve yazılarından kesitler okunması, anlatılması,
Gibi faaliyetlerle örgütsel değerler aşılanmaktadır.
Daha önce de açıklandığı gibi bu faaliyetler rastgele değildir; belli bir plan ve sistem dahilinde zamana yayılarak ışık evlerine gelmesi sağlanan herkese uygulanmaktadır. Bu toplantıların belli bir takvime göre, önceden belirlenmiş hedeflere ulaşılacak şekilde ayarlandığı ele geçirilen belgelerde açıkça görülmektedir. Bir yıl içinde sohbet toplantılarına katılan kişilere örgütün temel değerlerinin hemen hemen hepsinin eğitiminin verildiği anlaşılmaktadır. Ondan sonraki süreçte de her yıl, yine belli bir plan ve program doğrultusunda bu değerler çerçevesinde “ideolojik örgüt eğitimi”nin verilmeye devam ettiği görülmektedir.
Sohbet toplantılarının fonksiyonlarına ve verilen ideolojik eğitimin içeriğine bakıldığında;
-Olağanüstü kişilik bilincinin aşılanması, (Fetullah …’in insanüstü özelliklere sahip, ilahi irade tarafından seçilmiş ve özel bir misyonla dünyaya gönderilmiş, her dediği ilahi iradenin isteklerini yansıtan ve yanlış olması mümkün olmayan bir kişi olduğuna iman edilmesi)
-Kutsal dava fikrinin yerleştirilmesi, (Fetullah …’in olağanüstülüğüne iman etmiş kişilerin, ona verilen kutsal görevleri, ona bağlanan kutsal ordusuyla başaracağına olan inanç)
-Ham olarak gelen hedef şahısların örgüt elemanına dönüştürülmesi, bu hedef şahıslara örgütün ideolojisi ile öğretilerinin empoze edilmesi,
-Toplantıya katılanların bireysel dönüşümlerinin sağlanması ve radikalleştirilmesi,
-Grup aidiyetinin keskinleştirilmesi,
-Dayanıklılık, katı disiplin ve mutlak itaatin sağlanması,
-Bağlılık, güven ve sadakatin oluşturulması,
-Birlik ruhunun sağlanması,
-Örgüt idealleri doğrultusunda mücadele ederken başa gelebilecek her türlü zorluk ve acıya (örgüt içinde imtihan olarak adlandırılır) karşı insanı kayıtsız kılan bir dayanıklılık kazanılması, psikolojik olarak önceden hazırlanılması,
-Hizmet uğruna ölmenin erdemi ve mükâfatının cennet olduğu bilincinin yerleştirilmesi,
-Moral değerlerin ve mücadele kapasitesinin yükseltilmesi,
Şeklinde olduğu görülmektedir.
Sohbet toplantılarının örgütün temellerinin dayandığı en önemli taşıyıcı sütun olması dolayısıyla gizlenmesi ve dış müdahalelere karşı çeşitli şekillerde korunması gerekmektedir. Örgüte hâkim olan gizlilik ilkesi, diğer uygulama ve faaliyetlerde olduğu gibi sohbet toplantılarının da koruyucu kalkanıdır. Bu toplantıların ne zaman, nerede yapıldığı açık ve şeffaf değildir. Özellikle mahrem hizmetler toplantılarının gizliliği için birçok tedbir uygulanmaktadır. Yine gizlilik ilkesi gereği bu toplantılar “dini faaliyet, dini sohbet” kılıfı altında hedef saptırma yöntemi kullanılarak ardındaki örgüt gerçekleri saklanmaya çalışılmaktadır.
Örgütün toplantılara bakışı gayet nettir. Elemanların örgüt içi değerinin toplantılara katılma durumuna göre belirlendiği örgütten ele geçirilen bütün belge ve dokümanlarda açıkça görülmektedir.
Toplantılara aksatmadan, düzenli katılanlar ele geçirilen bütün fişleme belgelerinde en sadık, en yüksek mertebede yer alan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Ara sıra aksatanlar, bir alt basamakta yer almakta ve kendi içinde aksatma sıklığına göre sıralanmakta/sıralanabilmektedir. Aksatma sıklığı artanlar ve gelmemeye başlayanlar “Ümit” pozisyonuna düşürülmekte, bunlar da kendi içinde kategorilere ayrılarak tekrardan kazanılmak amacıyla özel stratejilerle yaklaşılmaktadır. Bu çabaların da sonuçsuz kalması ve kişinin irtibatı keserek toplantılara katılmaması örgütten çıkma anlamına gelmektedir.
Diğer terör örgütleriyle mukayese edilemeyecek ölçüde gizliliğe büyük önem veren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün; yasa dışı faaliyetlerinin bilinmesinin önüne geçmek ve meçhulde kalmasını sağlamak, örgüt mensubunun güvenliğini gerçekleştirmek ve kriptolanması ile deşifre olmasını engellemek, yapılması planlanan eylemin veya yasa dışı faaliyetin başarıya ulaşmasını temin etmek, yasa dışı faaliyetlerin akabinde mümkün olduğunca az iz ve emare bırakmak amacına yönelik olarak kod ad kullanılmakta ve yine mahrem hizmetlerde kullanılan evlere yerleştirilen öğrencilere özellikle kod adı verilerek özel derslere tabi tutulmaktadır.
Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi gizlilik de istismar edilen dini kavramlarla kamufle edilmekte, örgüt jargonunda tedbir olarak adlandırılmaktadır.
d) Örgütsel Toplantılar İçin İletişim Kurma Yöntemleri:
Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü açısından iç haberleşme; talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması ve faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi bakımından hayati öneme sahiptir.
Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de farklılık arz etmektedir. Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi haberleşme yöntemlerinde de gizlilik içerisinde iletişim sağlamaya özen gösterilmektedir.
Örgütün iletişimde kullandığı yöntemlerin;
-Yüz yüze/buluşma,
-Canlı kurye,
-Kriptolu IP hattı,
-Not ile haberleşme,
-Basın yayın üzerinden talimat verme,
-Sosyal medya (Facebook, Twitter vb.),
-Telefon (GSM, operasyonel hat, ankesör/büfe arama),
-İletişim/haberleşme programları (ByLock vb.),
Olduğu anlaşılmaktadır.
Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya’ya gidilerek örgüt lideri ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. FETÖ/PDY elebaşısının “çok önemli hususların yüz yüze (Ru Be Ru) görüşülmesi” yönünde talimatlarının olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Örgüt toplantılarında verilen talimatlar ufak kâğıtlara yazılmakta hatta bunların lüzumu hâlinde yok edilebilmesi için yenilebilir özellikte olması sağlanmaktadır.
Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir.
En kolay ve önemli haberleşme araçlarından biri GSM hatlarıdır. Bu hatlar, genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinin gerçek kullanıcısına kolaylıkla ulaşılamayan hatlardır. Genellikle yaklaşık 3 ayda bir yeni GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da değiştirilmektedir. (Uygulanan tedbir şekline göre süre değişkenlik gösterebilir.).
Telefonların değiştirilmesi sürecinde eski telefonlar imha edilmekte ve parçalanarak farklı bölgelerdeki çöp kutularına atılmaktadır. Bu işlerin kamera olmayan yerlerde yapılmasına dikkat edilmektedir. Böylece tek numara ile görüşme yapan hat görüntüsünden uzaklaşılması ve örgütün kullandığı hatların tespitinin zorlaştırılması amaçlanmaktadır.
İletişimin telefonla kurulduğu dönemlerde (iletişim/haberleşme programlarının kullanılmadığı dönemlerde) telefonun akıllı olmaması ve internet bağlantısının bulunmamasına dikkat edilmiştir. Aynı zamanda mesaj atılması da istenmediği için yasaklanmıştır.
Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir.
Türkiye’de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir.
Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina ederek genel ifadeler kullanmaya özen göstermekte ve yaygın olarak “KOD İSİM” kullanmaktadırlar. Örgütsel görüşmeler sırasında “hizmet, şakirt, …, cemaat” gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterilmekte, buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanılmasına önem verilmektedir.
Her ne kadar iletişimde esas olan usul “randevulaşma sistemi” olsa da örgütün mahrem sorumlularının, sevk ve idaresi altındaki askeri personel ile deşifre olmayı engellemek maksadı ile irtibat kurma yollarından birisinin de “Kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, iddia bayii ve lokanta gibi işletmelerde bulunan ve ücret karşılığı kullanılan sabit (kontörlü/voip) hatlar ile Türk Telekom’a ait ankesörlü telefon hatlar” olduğu tespit edilmiştir.
Örgüt tarafından bu yöntemin kullanılma sebepleri ise;
-Pratik ve kolay ulaşılabilir bir iletişim modeli olması, (Örneğin, operasyonel hat ile iletişim için gerekli olan 2. bir telefon, çevresi tarafından şahsın durumunu şüpheli hâle getirebilir)
-Anonim bir iletişim modeli olması, (Açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda gönül ilişkisi vb. bahaneler ileri sürülebilir)
-Teknolojik imkânların güvenilir olmadığı, (ByLock serverlarının elde edilmesi vb. toplu deşifrasyon olmayacağı inancı)
-Arayan mahrem sorumlusunun kimliğinin deşifre olmayacağı,
Düşüncelerine dayanmaktadır.
e) Büfe/Ankesörlü Sabit Telefon Hatlarıyla İrtibat Kurma Yönteminin Özellikleri:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü “sohbet” olarak adlandırdığı örgütsel toplantıları devam ettirmek için elzem olan askeri personel ile irtibatlarında gizliliğe çok önem verdiği hususuna yukarıda ayrıntılarıyla değinilmiştir.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü kapsamında yürütülen soruşturmalardaki şüphelilerin hatları ile kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye ve lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesinde;
-Ardışık arama (Yakın zaman diliminde birbirini takip eden peşi sıra),
-Periyodik arama (Farklı tarih ve zaman diliminde belirli gün aralığı dahilinde),
-Tek arama,
Şeklinde iletişim gerçekleştirildiği ve irtibat sağlandığı saptanmıştır.
Birim içerisinde sorumlu düzeyde bulunan örgüt mensuplarının, kendilerine bağlı askerlere ait telefon numaralarını, telefonlarına farklı isimler kullanarak veya not kâğıtlarına GSM numaraları üzerinde belirli değişiklikler yaparak kaydettikleri, iletişim kurmak istedikleri zamanlarda ise kamuya açık ve birbirinden bağımsız market/büfe/lokanta vb. işletmelerde kurulu bulunan kontörlü/voip (sabit) hatlar ile Türk Telekom’a ait ankesörlü telefonları kullanmak suretiyle kendilerine bağlı askerleri aradıkları belirlenmiştir.
Yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sırasında elde edilen bilgilerden, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün “Mahrem Yapısı” içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının, kendi sorumlulukları altında bulunan özellikle asker ve diğer mahrem hizmetteki sivil şahısların telefon numaralarını, deşifre edilmelerinin önlenmesi ve örgütsel faaliyetlerinin sürdürülebilir olması amacıyla şifreleme metotları kullanarak kaydettikleri de tespit edilmiştir.
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca kullanılan ve şu ana kadar tespit edilebilen bazı şifreli kaydetme yöntemlerinin;
-On (10) Rakamına Tamamlama; Öğrencilerin telefon numaralarını telefona kaydetmek yasak olduğu için normal bir esnafın kartvizitinin arkasına veya herhangi bir kâğıda telefon numaralarının son dört rakamının her biri 10’a tamamlanarak kaydedilir. Yani kayıtlı telefon numarasının son dört rakamının her birini 10 sayısından çıkararak ortaya çıkan rakam yazılır. 10’a tamamlama sistemine örnek vermek gerekirse telefon numarasının son dört rakamı 46 05 ise not kâğıdına yazılan numaranın son dört rakama 64 05 olur. Bir başka örnekte ise telefon numarasının son dört rakamı 43 17 ise kartvizite yazılan numaranın son dört rakamı 67 93 olur.
-Sondan İkili Rakam Bloklarını Çapraz Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan rakam bloklarının yerlerinin çapraz olarak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 345 44 62 olarak kaydedilir.
-Rakam Bloklarını Ters Yazma; Telefon numarasının operatöre ait ilk 3 rakamları sabit kalmak şartıyla geri kalan rakamları ise rakam bloklarının kendi arasında ters yazılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 41 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 543 26 14 olarak kaydedilir.
-Sondan 4 üncü Rakamı Dört (4) Arttırma; Telefon numarasının sondan dördüncü rakamına dört eklenerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 02 44 olarak kaydedilir.
-Sondan 2 nci ve 4 üncü Rakamı Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan ikinci ve dördüncü rakamlarının yerlerinin değiştirilerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 42 64 olarak kaydedilir.
-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamlara Bir Ekleme Bir Çıkarma; Telefon numarasını oluşturan rakamlara soldan başlayarak sırasıyla bir ekleme bir çıkarma yapılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 535 53 35 olarak kaydedilir.
-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Kredi Kartı Numarasına Benzetme; Telefon numarasını oluşturan rakamlarının başına, sonuna rakamlar ekleyerek veya 16 haneli kredi kartı numarası şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 telefon numarası 5410 xxx4 4462 4454 olarak kaydedilir.
-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Servis Sağlayıcı Operatör Kodunun İl Alan Koduna Değiştirme; Operatör kodunun herhangi veya faaliyet gösterdiği il kodu şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 505 xxx xx xx numaralı telefon kaydedilirken 0 312 xxx xx xx olarak kaydedilir.
-99’a Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 99’a tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 32 şeklinde yazılması,
100’e Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 100’e tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 33 şeklinde yazılması,
-Çaprazlama metodu; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son dört hanesinin ikili gruplar hâlinde kendi içinde çaprazlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 76 54 şeklinde yazılması,
Şeklinde olduğu saptanmıştır.
Mahrem imamların, kendilerine bağlı muvazzaf askerlerin (öğrenci) telefon numaralarını ajandalarına kaydederken yukarıda açıklamaları verilen örnek şifreleme yöntemlerini kullanmakla birlikte “bazı mahrem imamların arama yapmadan önce numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aradıkları da” sıklıkla gözlemlenmiştir.
Kolluk birimlerinin yapmış olduğu çalışmalar ve soruşturmalarda alınan ifadelerden;
“Mahrem imamların belirledikleri periyodik zaman diliminde grubunda bulunan askeri personelle sohbet adı altında örgütsel toplantıları düzenledikleri, bir sonraki toplantının yerinin-zamanının ve saatinin yapılan bu toplantılarda yüzyüze görüşülerek belirlendiği, toplantı günü ve saatinde değişiklik veya farklı bir gelişme olduğu zaman mahrem imam tarafından sabit hatlardan (ankesör-büfe-market vb.) askeri personelin cep telefonu aranmak suretiyle irtibatın gerçekleştirildiği, mahrem imam tarafından gerçekleştirilen bu görüşmelerin genellikle çok kısa tutulduğu ve şifreli olarak anlatılmak istenilenin söylendiği, bu telefon görüşmelerinin kısa tutulmasının sebebinin mahrem imamın ve sabit hatlardan aranan askeri personelin deşifre olmasını engellemek olduğu, askeri personelle mümkün olduğu kadar sabit hatlardan az irtibat kurulmaya özen gösterildiği, askeri personelin çok aranmasının o personelle ilgili bir sıkıntının yani toplantılara gelmeme, terör örgütü ile irtibatını koparmaya çalışma gibi etkenlere işaret ettiği, mahrem imam tarafından sürekli arama yapılarak askeri personelin ikna edilmeye çalışıldığı, askeri personelin az aranmasının ise o personelin toplantılara düzenli geldiğinin, gerçekleştirilen toplantılarda yüz yüze alınan kararlar sonucunda bir sonraki toplantıya düzenli katıldığının göstergesi olduğu, katalog evlilik yapan askeri personelin eşleri ile toplantılara katıldıkları örgüt imamlarının eşlerinin askeri personelin eşleri ile ilgilendikleri, bu şekilde mahrem imamlarca yapılan görüşmelerin 2017 yılına kadar devam ettiği, bu tarihten sonra sabit hatlardan askeri personelin aranmamasına dikkat edildiği, bunun sebebinin ise yapılan örgütsel faaliyetin deşifre olması ve mahrem imamların takip edilmesinden korku duyulmasından kaynaklı olduğu, bu süreçten sonra askeri personel ile görüşme yapılmak istenildiği zaman; lojmanlarda oturmayan ve FETÖ Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet gösteren askeri personelin evlerine gidilerek irtibat kurulduğu ya da asker şahsın mahrem imamın evine gitmesi şeklinde irtibat kurulmaya çalışıldığı, subay, astsubay veya askeri öğrenciler ile ilgilenen mahrem imamların birbirinden farklı olduğu, örneğin subay ve astsubayların aynı grup içerisine dâhil edilmediği”
Anlaşılmıştır.
Yukarıda izah edilen açıklamalar, olgular ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yönelik yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda alınan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızmış mensuplarının çok az kısmına kriptolu haberleşme programı Bylock ve Eagle gibi programlar yüklediği, geri kalan mensupları ile özellikle geçmiş yıllarda kullandıkları bir sistem olan büfe, market vb benzeri yerlerdeki ücretli telefonlar veya kontörlü telefonlar ile haberleştikleri, örgütsel irtibatta asıl olan iletişim metodunun yüz yüze görüşme olduğu ve bir sonraki görüşmenin tarih ve yerinin bu esnada belirlendiği, bu mümkün olmaz ise tedbir anlamında her asker şahsın farklı ankesör ya da sabit hatlardan (market-büfe-bakkal vb.) aranmak (GEZEREK) suretiyle örgütsel iletişimin kurulduğu, arama işleminin genellikle tek taraflı ve kısa süreli olduğu, sadece sorumlu şahısların ARAMA işlemini yaptığı (askeri şahıs tarafından karşı arama yapılmadığı, askeri personelin de çok sık olmamakla birlikte mahrem sorumlusuna ulaşmak istedikleri durumlarda aradığı), sorumlu şahıs tarafından aranan askeri personelin büyük kısmının rütbe/makam olarak genelde denk olduklarının tespit edildiği (Örneğin; aranan Astsubay ise ardışık aranan kişi de Astsubay, Subay ise ardışık aranan da Subay gibi), aynı şekilde kuvvetlerin de denk olduğu (Örneğin; aranan jandarma ise ardışık Jandarma, aranan KKK personeli ise ardışık KKK personelinin arandığı gibi), genel olarak her sivil yöneticinin sorumluluğunda birden fazla hücre bulunduğu ve hücrelerin 2-3 asker şahıstan (askeri öğrenci ve/veya muvazzaf personel) oluştuğu, bu asker şahısların da aynı kuvvete mensup olup aynı rütbede bulundukları (istisnai olarak farklı rütbe ve/veya kuvvetlere mensup asker şahıslardan bir hücre oluşabildiği, örneğin; sivil sorumlunun astsubaylardan oluşan grubunun yanında astsubaylıktan subaylığa geçen askeri personelle de ilgilenebileceği), tek ankesör ya da sabit hattan (market-büfe-bakkal vb.) farklı asker şahısların aranmasının arka arkaya arama (ARDIŞIK ARAMA) şeklinde olması durumunda aramanın örgütsel olduğu kanısını güçlendirdiği, ayrıca aynı ankesör/sabit (büfe-market vb.) hattan arka arkaya (ARDIŞIK) arama yapılmasının mahrem sorumlu şahsın tedbirsizliği ve işin kolayına kaçmasından kaynaklandığı, daha çok gizliliğe uymayan mahrem imamlar tarafından yapıldığı, aramaların kısa olmasının nedeninin ise askeri personelin daha önceden yeri ve zamanı kararlaştırılan görüşmeye gelinmemesi gerektiği veya gelip gelemeyeceğinin teyit edilmesi ya da görüşmeye gelmeyen kişiye gelecek görüşme yer ve zamanının bildirilmesi veya daha önceden kararlaştırılan yer/tarihin değişmesinden dolayı yapılan aramalar olmasından kaynaklı olduğu, aramaların genellikle mesai saatleri dışında yapıldığı, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak hedefin kaybolmasını amaçladığı, genellikle on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez iletişime geçilerek buluşmaların/toplantıların gerçekleştirildiği, bu görüşmede bir sonraki buluşma tarihinin kararlaştırıldığı, bir aksaklık olmadığı müddetçe yeniden aramaya ihtiyaç duyulmadığı, bazen mahrem sorumlu tarafından sorumluluğundaki gruplarla ilgili grup içerisindeki tek şahsın arandığı ve bu şahıstan gruptaki diğer şahsa veya şahıslara bilgi vermesini istediği, aramanın sadece büfe, lokanta, market vs. kontörlü arama yapılabilen yerler olmadığı, ayrıca ankesörlü telefonlar ile kontörü olmadığından bahisle rica yolu ile iş yerlerinde mevcut sabit hattan da arama işlemi yapılabildiği, genel olarak yüzbaşı ve üstü rütbedeki subaylarda “birebir sorumluluk” esasının geçerli olmasından dolayı birden fazla asker şahsın oluşturduğu hücre sisteminin tercih edilmediği, mahrem yapı sorumlusunun kural olarak sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğu, istisnai olarak sözde TSK yapılanmasının bölge esaslı teşkilatlanması nedeniyle yakın ilde bulunan hatlarla da iletişim kurulabildiği, mahrem yapı sorumlusunun sorumlu olduğu örgüt mensubu asker şahısları aramasından sonra belirlenen buluşma yerinde aranılan hatların takılı bulunduğu cihazların götürülmemesi veya götürülse bile kapatılmasına yönelik tedbir uygulanmaya çalışıldığı, bu tedbirin ortak yer baz istasyonundan sinyal verilmesini ve/veya dinleme yapılmasını önleme amaçlı olduğu, daha önceden kararlaştırılan noktaya gelinmediği takdirde ya da mahrem imam il dışında ise ve periyodik zamanlarla bir araya geliniyorsa (2 haftada bir Cumartesi gibi) bir gün önce mahrem imamın arayarak çağrı bıraktığı, arama işlemi sonrasında gizlilik (son aradığı numaranın telefon hafızasında kalmasını önlemek) ve tedbir amaçlı olarak ilgisiz rastgele numaraların çevrildiği ve redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışıldığı, sivil yönetici unsurun sorumlusu olduğu asker şahsın numarasının son iki rakamını kendi telefon rehberinde “10”, “100” veya “99” rakamına tamamlayacak şekilde kayıt etmesinin en fazla başvurulan tedbir yöntemlerinden biri olduğu, bu nedenle yanlışlıkla numaraların şifrelenmiş hâliyle yapılan aramaların da gerçekleşebildiği, yapılanmada her yönetici sivil unsurun deşifre olmamak amacıyla kendi tedbir ve iletişim metodunu kendisinin belirlediği, (Bu metotlardan birisine örnek vermek gerekirse kısa süreli arama, cevapsız çağrı bırakma, aynı hattan parça parça kısa süreli arama vb.), mahrem yapı içerisindeki irtibatın ve şifreleme tekniğinin deşifre olmaması amacıyla çok sayıda şifreleme tekniğinin kullanıldığı,
Belirlenmekle;
Günümüzde iletişim aracı olarak cep telefonlarının kullanılmasının hayatın olağan akışına uygun ve kabul edilen bir gerçek olmasına karşın, kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatlar üzerinden asker şahıslarla GEZEREK ya da ARDIŞIK şekilde yapılan aramaların; örgütün “gizlilik” ve “deşifre olmama” kuralına uygun olarak Askeri Mahrem Yapılanmasının irtibat kurma yöntemlerinden biri olup FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün MAHREM İMAMLARI tarafından örgütsel amaçlı, örgütsel haberleşmeyi sağlamak amacıyla gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır.
B-2) Bir İletişim Aracı Olarak Ankesörlü/Sabit Hatlardan Periyodik Veya Ardışık Aramaların Hukuki Niteliği:
a) Ulusal ve Uluslararası Mevzuat:
Konuyla İlgili Ulusal ve Uluslararası Düzenlemeler;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi:
Madde 8 – Özel ve aile hayatına saygı hakkı
(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Özel hayatın gizliliği ve korunması
Özel hayatın gizliliği
Madde 20- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış mercinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili mercin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
…
Haberleşme hürriyeti
Madde 22- Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.
Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar
Madde 38- (6)- Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.
Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma
Madde 90/5- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre;
İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması
Madde 135 – (1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (Mülga son iki cümle: 24/11/2016-6763/26 md.)
…
(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.
…
(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. (Ek cümleler: 24/11/2016-6763/26 md.) Cumhuriyet savcısı kararını yirmi dört saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir.
…
(8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan;
…
15. (Değişik: 2/12/2014-6572/42 md.) Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302),
16. (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
17. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları,
Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi
Madde 160 – (1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.
Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri
Madde 161 – (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir.
(2) Adlî kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirler emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.
…
(4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Madde 206-(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:
(a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
..
Delillerin Takdir Yetkisi
Madde 217 – (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.
Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar
Madde 230 – (1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
…
(b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
Hukuka Kesin Aykırılık Hâlleri
Madde 289 – (1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:
…
(i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması.
Şeklinde düzenlenmiştir.
b) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Hukukiliği:
Çağımızda hukukun değişmez niteliği “Evrensel, herkes için, bağımsız, tarafsız, insan haklarına saygılı, eşitlikçi, özgürlükçü, adil, haksızlığa karşı vazgeçilmez” oluşudur.
Bir ülkede bu ilkelerin benimsenip güçlendirilmesi ve içselleştirilmesi için demokratik düzenin bütün kurum ve kuruluşlarıyla oluşturulması, demokratik hakların etkin biçimde kullanılması, devletin bütün işlemlerinin hukuk sınırları içinde ve hukuk devleti ilkelerine uygun olması kadar çağdaş bir ceza yargılamasının sağlanması da gerekmektedir.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide ifade edildiği üzere, ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarihli ve 2014/5.MD-98 Esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarihli ve 2013/359 sayılı kararlarına göre ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araç deliller olup nitekim 5271 sayılı CMK’nın “delillerin takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin 2. fıkrasında “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” denilerek aynı amaca işaret edilmiştir. Bu açıklama ile ayrıca delillerin serbestliği ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususu hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp yargılama yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır.
Ceza muhakemesinde maddi gerçek ortaya çıkarılırken, kişisel hak ve özgürlüklere saygı ile toplumsal düzenin sağlanması arasında bir denge kurulması temel amaçtır. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğretide ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrasında, CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, 217. maddesinin ikinci fıkrasında, 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ve 289. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin esas alınamayacağı belirtilmiştir. Delilin hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olup olmadığına ise yargı makamı karar verecektir.
Delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dahil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No:35394/97, &34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır. (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No:4378/02, & 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No:11082/06, 13772/05, & 700).
Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir. Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
Görüldüğü gibi delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ulusal mahkemelerin takdirindedir.
c) Mukayeseli Hukuk ve AİHM Kararı Bağlamında Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi Delillerin Niteliği ve Hukukiliği:
Karşılaştırmalı hukukta iletişimin tespitine ilişkin düzenlemeler farklılık göstermektedir. Örneğin Fransa, İngiltere ve Avusturya’da iletişimin tespitine ilişkin bilgiler denetim kapsamında kabul edilmemekte ve herhangi bir sınırlamaya tabi bulunmadan bu bilgiler soruşturma ve kovuşturmada kullanılmaktadır.
Avrupa Birliğince (AB) 24.10.1995 tarihinde “Kişisel Verilerin İşlenmesinde Gerçek Kişilerin Korunması ve Serbest Dolaşımı”na ilişkin 95/46 nolu Yönerge kabul edilmiştir. Ancak söz konusu yönerge hükümlerinin savunma, kamu güvenliği veya ceza hukuku açısından uygulanmayacağı da belirtilmiştir. 95/46 nolu Yönerge temel alınarak düzenlenen telefon konuşmaları ve e-postaları da kapsayacak şekilde elektronik iletişimde özel yasanın gizliliği ve kişisel verinin korunmasına dair 2002/58 nolu Yönerge’nin amacı, Avrupa Birliğine üye ülkeler tarafından, haberleşmenin gizliliğine yetkisi bulunmayan kişilerce erişilmesini engellemek, kamu telekomünikasyon şirketleriyle ve kamuya açık telekomünikasyon servisleriyle sağlanan telekomünikasyon gizliliğini korumak amacıyla önlemlerin alınmasını sağlamaktır. (….., Haberleşmenin Gizliliği ve Kişisel Veriler, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.13, S:1-2, 2009, s. 286) Bununla birlikte bu yönerge; devletlerin elektronik iletişimi, hukuka uygun denetleme veya AİHS’ye uygun olarak önlem alma imkânlarını etkilememektedir. (Saadet Yüksel, Özel Yaşamın Bir Parçası Olarak Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Gizliliğine Önleyici Denetimle Müdahale, Beta, 1. Baskı, 2012, s. 89-99).
AİHM, kişisel verilerin elde edilmesini her durumda özel yaşamın gizliliği hakkına bir müdahale olarak görmemekte ve kişisel verilere ilişkin AİHS’nin 8. maddesi çerçevesinde iki aşamalı bir değerlendirme yapmaktadır. Öncelikle müdahalenin yasal dayanağı olup olmadığı ve ulaşılabilirliği, daha sonra ise ulusal güvenlik gibi meşru bir amaç bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmektedir. (Saadet Yüksel, …e, s. 103).
Bu bakımdan AİHM devletlerin, ulusal güvenliklerini korumak amacıyla, yetkililere kamunun ulaşamadığı kişisel verileri barındıran kayıtlarda bilgi toplama ve kaydetme yetkisini veren kanuni düzenlemeler yapmasını uygun görmektedir. (Leander/İsveç, 26.03.1987, B.No: 9248/81, & 59).
Nitekim AB’nin 95/46 ve 2002/58 nolu Yönerge’leri doğrultusunda tanzim edilen 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun “İstisnalar” başlıklı 28. maddesinde de kişisel verilerin milli savunmayı, milli güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini sağlamak için kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında veya soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi hâllerinde söz konusu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.
AİHM, bir devletin terörle mücadele etmek için önlem almadan önce felaketin gelip çatmasını beklemesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. (A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 19.02.2009, B.No: 3455/05, & 177).
Görüldüğü üzere AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinde herkesin kendi özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun açık bir şekilde belirtilmesine karşın terörle mücadele, terör saldırılarını engellemeye yardımcı olabilecek bilgilerin toplanması, terör şüphelilerinin yakalanıp yargılanması amacıyla özel gözetleme yöntemlerinin kullanmasına cevaz vermektedir.
d) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Kabul Edilip Edilmeyeceğine İlişkin Hukuki Değerlendirme:
ByLock için yapılan değerlendirmeler ışığında; demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı 15.07.2016 tarihindeki darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün çok büyük bir önem verdiği silahlı kanadını oluşturan askeri mahrem yapılanmasına yönelik yapılan soruşturmada, şüphelilere ve suç delillerine ulaşılması amacıyla Ankara merkezli ve diğer illerde Cumhuriyet Başsavcılıklarının yasal yetkisine dayanarak hâkim kararıyla geçmişe dönük elde ettiği “iletişimin tespiti (HTS)” kayıtlarının, hukuka uygun bir delil olarak hükme esas alınmasında herhangi bir hukuki isabetsizlik bulunmadığı, yapılan işlemin “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerine uygun olduğu, kanunda yazılı esas ve usullere göre bu tedbire başvurulmasının “iletişim özgürlüğü” hakkının özünü ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.
İçeriğine müdahale edilmeden, iletişim araçlarının diğerleri ile kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespitine yönelik işlem olması ve daha çok dış bağlantı verilerini ifade etmesi nedeniyle “iletişimin tespiti”, Cumhuriyet savcısının soruşturma yetkisini düzenleyen CMK’nın 160 ve 161. maddeleri kapsamında istenebilecek delillerdendir. Cumhuriyet savcısı, soruşturmanın ayıklayıcılık ve kişilerin lekelenmeme hakkı ilkelerini dikkate alarak, delil toplarken Anayasa’da ve yasada düzenlenen “orantılılık” ilkesini göz önüne almak durumundadır. İletişimin tespitinin istenmesi her zaman aleyhe sonuç doğurmaz. Bazen suça katılmayan kişilerin erkenden tespiti ile haklarında başkaca ceza muhakemesi tedbirine başvurmama imkânını da sağlayabilir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135/6. maddesindeki (Ek: 2/12/2014-6572/42 maddesi) şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Daha önce uygulamada Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ve 161. maddelerinde düzenlenen Cumhuriyet savcısının delil toplama yetkisi kapsamında iletişimin tespitinin yapıldığı, yapılan değişiklikle bu yetkinin hâkime verildiği, gecikmesinde sakınca olduğu hâllerde Cumhuriyet savcısının bu yetkiyi kullanabileceği düzenlenmişti.
Ancak yeni ceza yargılaması sisteminde soruşturma evresi, suç işlendiği izlenimini veren hâlin öğrenilmesi ile başlar ve iddianamenin kabulü kararı verilinceye kadar devam eder. Soruşturma evresi üç aşamada gerçekleşir. Bunlar: başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ara soruşturma aşamalarıdır. İlk aşama, Cumhuriyet savcısının “araştırmalara” başlama kararı ile gerçekleşen “başlangıç soruşturması”dır. Bu aşamada, kural olarak henüz suçun kim tarafından işlendiği konusunda bir bilgi mevcut bulunmadığı için “şüpheli” de yoktur. Bu aşamada bir suç işlendiğine dair “basit şüphe” oluşmazsa kovuşturmama kararı verilecektir. Aksi takdirde soruşturmanın diğer aşamalarına geçilip ortaya çıkan şüpheli/şüphelilere ilişkin deliller toplanarak suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenleyecektir.
Ayrıntıları ilgili bölümde açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün iletişim yöntemi olarak ankesörlü/sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramalar yaptıkları yönündeki tespitlerden sonra, soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe vb. yerlerde kurulu bulunan ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi üzerine CMK’nın 135/6. maddesi gereğince sabit hat ve ankesörlü hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak uygulamaya konulması, bu cümleden olarak şüpheli kişilerin hatlarıyla kamuya açık, birbirinden bağımsız büfe, market vb. yerlerde kurulu bulunan sabit veya ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, üçüncü kişilere ait verilerin ayıklanması ile yapılan analizler sonucunda şüphelilere ulaşılmasında hukuka aykırı yöntemlerin kullanıldığı ileri sürülemeyeceği gibi ihlal edildiği iddia edilen hakka nazaran kamu güvenliğinin korunması ve suçla mücadele için sağlanan yararın üstünlüğünden de kuşku duyulmaması gerekecektir.
Şüphelinin/sanığın mahrem yapıda yer alıp sabit hat ve/veya ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; suçun ispatı açısından belirleyici nitelikte olması nedeniyle bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca bu delillerin teyidi açısından;
Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telefon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için genellikle kullandığı yöntem olarak belirlenen;
Hedef şahsın telefon numarasının deşifre edilmesinin önlenmesi amacıyla çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydedilmesi,
Bazı mahrem imamların arama yapmadan önce ajandada kayıtlı numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aramış olmaları,
Aramaların tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması,
Aranan askeri personel ise genellikle rütbe/makam olarak ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin de denk olmaları,
Mahrem imamlar tarafından gerçekleştirilen arka arkaya aramanın (ardışık arama) örgütsel amaçlı olduğuna dair karine oluşturması,
Aramanın mesai saatleri dışında yapılması, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak bu bütün içerisinde hedeflerin kaybolmasını sağlama çabası,
Aramanın on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez olmak üzere periyodik olması,
Mahrem imamın sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğunun gözetilmesi,
Asker şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmediği veya götürülse bile kapalı tuttukları,
Mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması,
Hususlarını da ortaya koyan, bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında kişiselleştirilmiş, emniyet birimlerince büfe/ankesörlü sabit telefon hatlarıyla irtibat kurma yöntemine ilişkin olarak düzenlenen ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması,
-Emniyet kayıtlarının yanı sıra BTK’dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının “0” saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirtilmesi,
-Şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun da istenmesi,
-Şüpheli/sanıkla ilgili sabit hat veya ardışık aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde tanık sıfatıyla dinlenilmeleri,
-Ardışık aramalar kapsamında diğer şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya konulması,
Gerekmektedir.
Bu kapsamda;
Yukarıda açıklanan özellikler doğrultusunda; mahrem hizmetlerde görevlendirilen asker veya sivil şahsın, örgütün gizlilik ve deşifre olmama kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağında kuşku yoktur.
C) HABERLEŞME İÇİN OPERASYONEL HAT KULLANILMASI:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün örgütsel toplantılar için iletişim kurma yöntemlerinden biri olan operasyonel (patates) GSM hatlarıyla görüşme yapıldığı yönünde şüphe oluşması durumunda soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda örgüt mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market ve büfe gibi yerlerde kurulu olup ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar dışında operasyonel GSM hatlarını da özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi hâlinde şüphelinin/sanığın askeri mahrem hizmetler yapılanmasında veya sivil şahıslardan olup örgütteki konumu itibariyle operasyonel hat üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında şüpheli/sanığın hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi bakımından; özellikle suçun ispatında belirleyici delil niteliğinde olması hâlinde bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda sabit hat veya ardışık arama için yapılan açıklamalar ışığında, taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Burada şüpheli/sanık tarafından kullanılan GSM hattı ile mahrem imam tarafından kullanılan hatlara ait HTS raporları karşılıklı mukayese edildiğinde her iki hattın ortak baz bilgileri bulunduğu, her iki GSM hattının da aynı tarih ve yakın saatler aralığında aynı yerde baz verdiği, görüşmelerin ağırlıklı olarak tek bir GSM numarasıyla olduğu hususlarının mevcudiyeti hâlinde başkası üzerine kayıtlı bu hattın operasyonel hat olarak kullanıldığının tespiti mümkün olabilecektir.
Bu kapsamda;
Sanığın FETÖ/PDY’nin operasyonel hat kullanmak suretiyle oluşturulan hücresel haberleşme ağında yer aldığının teknik verilerle belirlenmesi,
Sanığın kullandığı operasyonel hat ile örgüt mahrem imamının kullandığı hattın aynı baz istasyonunda sinyal alıp almadığının tespitinin yapılması,
Sanığın silahlı terör örgütünün mahrem imamları ve yöneticileriyle iletişim kurma yöntemleri, zaman aralıkları, çeşitlilikleri, sanığın asker mi sivil şahıs mı olduğu, irtibat kurduğu kişilerin örgütün mahrem imamı olup olmadıkları hususlarının tespiti,
Operasyonel hat olarak kullanılan telefon numarasının kimin adına, ne zaman, nerede alındığına ilişkin GSM operatörlerinden belgelerin getirtilerek belgelerin incelenmesi, bu hattın kim tarafından alındığına yönelik araştırma yapılıp gerekli tespitlerin yapılması,
Operasyonel hat olarak kullanılan GSM hattının faturalarının nerede, kim tarafından ve hangi yöntemlerle ödendiğine ilişkin tespitlerin yapılması,
Yine operasonel hattın kontürlu hat olarak kullanılması durumunda kontürlerin nerede, ne zaman, kim tarafından yüklendiği ve ücretlerinin nasıl ödendiğinin tespiti,
Operasyonel hat ile bu hattı kullanan askeri şahısların görüştüğü mahrem imamların GSM hatlarının HTS kayıtlarının ve diğer iletişim bilgilerinin getirilmesi,
Sanığın kullandığı operasyonel hat ile asker ve sivil imam şahısların kullandığı operasyonel hatların ortak bazlarının bulunup bulunmadığı ve mahrem imamlar tarafından kendisi gibi asker olan başka dosya şüphelileri ile farklı tarihlerde ardışık olarak aranıp aranmadığı, arama sayısı ve aramaların periyodik olup olmadığı, aramaların gerçekleştirildiği zaman, konuşma süreleri, sanığın farklı sabit hatlardan aranması, aranmaların makul görünüp görünmediği konusunda uzman teknik bilirkişiden inceleme raporu ve operasyonel hat/HTS veri analiz raporu alınması,
Gerektiğinde operasyonel hat ile mahrem imamın kullandığı hattın diğer iletişim bilgilerinden olan; abone ismi, adresi, abone kimlik bilgileri, telefon numarası, IMEI numarası sorgusu veya eşleştirmesi (IMEI numarasından kullanıcı, kullanım tarihi, kimlik ve adres bilgisi araştırması), IP sorgusu bilgileri, sim kart bilgisi ve eşleştirmesi, IMSİ bilgisi, PUK numarası bilgisi, kontör kartları bilgisi ve eşleştirmesi, Roaming bilgisi, telefonun açık olup olmadığı bilgilerinin temin edilmesi,
Sanıkla ilgili operasyonel hatla aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde bu kişilerin tanık sıfatıyla dinlenmesi,
Operasyonel hat aramaları kapsamında diğer asker şahıslar (hücresel iletişim ağında yer alan) hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya getirilmesi,
Böylece elde edilen tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilerek maddi gerçeğin ortaya çıkarılması,
Gerekmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ve tespitler doğrultusunda; sanığın, örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla operasyonel (patates) hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı veya kendisinin aradığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağı kabul edilebilecektir.
D) TANIKLIK:
a) Genel Olarak:
Ceza Muhakemesinde önemli yer tutan tanıklık, yargılamaya konu fiilin fail tarafından işlenip işlenmediği ya da nasıl işlendiği konusunda yargılama makamının kanaate ulaşmasını sağlayan kanıtlardan birisidir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251 Esas 2013/454 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir.
Kural olarak ceza muhakemesinde taraf sıfatı bulunanların tanık olarak dinlenmemesi gerekir. Bu nedenle davanın tarafı olan sanık ve şüphelinin tanık olarak dinlenmesini Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlememiş ancak şeriklerin tanıklığına imkân sağlamıştır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, görülmekte olan davada yargılanan sanığın, suç ortağı hakkında tanık olarak dinlenilmesi mümkündür. CMK’nın 50. maddesinde soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar tanık olarak dinlenebilirler, ancak bu tanıkların yeminsiz olarak dinlenmeleri gerekmektedir. Suç ortağının vereceği ifade, kendisinin de suçlanması sonucunu doğuracaksa tanıklıktan çekinme olanağına sahiptir. CMK’nın 48. maddesinde temelini Anayasa’nın 38/5. maddesinden alan ve adil yargılanma hakkını güvenceye bağlayan bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Çekinme hakkı hatırlatılmadan tanığa bu tür soruların yöneltilmesi sonucu alınan cevaplar hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıt niteliğindedir, (CMK’nın 206/a ve 217/2. maddeleri) hukuka aykırı delil de hükme esas alınamaz. (Yargıtay CGK’nın 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251, 2013/454 sayılı kararı)
Sanığın kendisinin de katıldığı suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmemesi, sanığın açıklamalarının delil niteliği taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin, diğer örgüt üyeleri kabul etmediği hâlde örgüt üyelerinden birisinin suçu birlikte nasıl işlediklerini samimi olarak anlatması ve destekleyici kanıtların da bulunması hâlinde elbetteki bu beyan delil olarak değerlendirilecektir. Bu bakımdan bir anlatımın “tanık beyanı” veya “sanık beyanı” olarak adlandırılmasının çok önemi de bulunmamaktadır.
b) Çağrı ve dinleme:
Sanık duruşmaya tanık getirebileceği gibi mahkemeye davet de ettirebilir. (CMK’nın 179. maddesi).
Mahkeme tanığın dinlenmesi için belirlenen gün ve saati sanığa ve müdafisine bildirmelidir. (CMK’nın 181/1. maddesi).
Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinlenme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmez. (CMK’nın 210/1. maddesi).
Sanık ancak suç ortaklarının veya tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilmesi hâlinde, dinleme sırasında mahkeme salonundan çıkarılabilir, ancak tekrar getirildiğinde tutanaklar okunup ve gerektiğinde içeriği anlatılır. (CMK’nın 200. maddesi).
Tanıktan, tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa ayrıca soru yöneltilebilir. (CMK’nın 59. maddesi).
Tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışır.
CMK’nın 201. maddesine göre, Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer soru sorabilir. Heyet hâlinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.
c) Gizli tanıklık:
Kovuşturmanın aleniliği, yargılamanın doğrudan doğruyalığı ve kovuşturma aşamasında tüm yargılama süjeleri huzurunda delillerin tartışılıp maddi hakikate ulaşılması ilkelerine aykırı olmakla beraber kanun koyucu, suç örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda maddi gerçeğe ulaşmak adına bu prensiplerden vazgeçmeyi göze almıştır.
Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların ortaya çıkarılması için başvurulabilecek tanıkların, muhatap oldukları tehlike nedeniyle temininde zorluk yaşanmaktadır. Bu nedenledir ki 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nda ve CMK’nın 58/2-5. fıkralarında tanıkların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiş ve gizli tanıklığın esasları düzenlenmiştir. Gizli tanıklığa başvurabilmek için CMK’nın 58/5. maddesinde tanıklığa konu eylemin bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir eylem olması aranırken örgütün faaliyeti dışında işlenen tüm suçlar kapsam dışı bırakılmıştır. Tanık Koruma Kanunu’nda örgütlü suçlar için cezanın alt sınırının iki yıl ve daha fazla olması şartı getirilmiştir. Sadece terör örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirilen suçlar için alt sınır konulmamıştır. (TKK’nın 3/1-b maddesi) Bunun yanında örgüt kapsamında işlenmese bile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren tüm suçlar Tanık Koruma Kanunu kapsamında değerlendirilmiştir.
Tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi, tanık ya da yakınları adına ağır tehlike oluşturmalı ve bu tehlike başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Tanık Koruma Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca tehlikenin ağır ve ciddi olması gerekmektedir. Tehlikenin niteliği, tanığın subjektif algılaması ile değil yetkili makamlarca her somut olayın özelliğine göre yapılacak değerlendirmeyle saptanmalıdır.
CMK’nın 58/2. maddesine göre gizli tanığın kimliğinin ortaya çıkmaması için mahkeme 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nun 9. maddesinde belirtilen tedbirlere başvurabilir.
Gizli tanık kovuşturma aşamasında, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenilebileceği gibi tarafların huzurunda ancak, duruşma salonunun dışında başka bir odada görüntü ve sesi salona aktarılarak gerektiğinde ses ve görüntüsü değiştirilerek ya da duruşma salonunda bulunmakla birlikte kabin, perde gibi tanınmasını engelleyecek şekilde tedbirler alınarak dinlenebilir.
Gizli tanık, tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlü olduğu gibi bu bilgiyle de beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenmeli, bunun yanında sanık ve tarafların tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soru sorması engellenmelidir.
Tanık Koruma Kanunu’nun 9/8. maddesine göre gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz. Özellikle mahkumiyet kararı, ek başka delil olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz.
Kovuşturma aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkumiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları AİHS’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru sorma imkânı sağlanmalıdır.
AİHS’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğine işaret etmektedir. (Sadak ve diğerleri/Türkiye; B. no;29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, s.67).
Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dahil dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir. (AİHM Vidal/Belgium, B.No. 12351/86, 22/04/1992).
d) Etkin Pişmanlık Hakkından Yararlanan Sanıkların Tanıklığı:
Örgütsel faaliyetlerin büyük bir gizlilik içinde yürütülmesi nedeniyle örgüt mensuplarının ve eylemlerinin tespitinde önemli zorluklar yaşanmaktadır. Bu suçların ispat araçlarından birisi de bizzat örgüt mensuplarının beyanlarıdır. Uygulamada itirafçı olarak adlandırılan bu tanıklar suçların aydınlatılması açısından önemli bir kaynaktır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2008 tarihli ve 9-18-78 sayılı kararında; etkin pişmanlık hükümlerinin amacı, bir yandan terör ve örgütlü suçlarla mücadele bakımından stratejik önemi nedeniyle en etkili bilgi edinme ve mücadele araçlarından olan örgütün kendi mensuplarını kullanmak, diğer taraftan da suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak ya da cezalarında belli oranlarda indirim yaparak yeniden topluma kazandırmaktır şeklinde açıklanmıştır.
Örgüt mensubu olup etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacı ile tanıklık yapanların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekecektir.
CMK’nın “Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme” başlıklı 48. maddesi “Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir” şeklinde hükümler içermektedir.
Tanıklıktan çekinmede, bütün hâlinde tanığın çekinme hakkı gündeme gelmekte; burada ise tanık, kendisine sorulan sorulardan kendisi ya da sayılan yakınlarını ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olanlar bakımından cevap vermeme takdirine sahiptir. Bu kapsam dışında kalan hususlarda tanığın, salt bu madde uyarınca çekinme hakkı bulunmamaktadır.
Diğer yandan, CMK’nın “Yemin verilmeyen tanıklar” başlıklı 50. maddesi;
“(1) Aşağıdaki kimseler yeminsiz dinlenir:
a) Dinlenme sırasında onbeş yaşını doldurmamış olanlar.
b) Ayırt etme gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini kavrayamayanlar.
c) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Doktrinde genel kabul gören görüşe göre örgütlü suçlar, anlaşma suçlarının bir türü olup çok failli suçlardandır. Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak da genel iştirak hükümlerinin ötesinde örgüt kurmak ve yönetmekten ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırıma bağlanmıştır. Dolayısıyla, bu suç tipi açısından müşterek faillik suretiyle iştirak söz konusu olamayacaktır.
Bu bağlamda, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olduğu iddiasıyla farklı yürütülen bir muhakemenin şüpheli ya da sanık sıfatıyla süjesi olan failin, aynı örgüte üye olduğu iddiasıyla yargılanan diğer kişilerin varsa örgüt içerisindeki konumlarının ve örgütsel faaliyetlerinin tanığı konumunda olup bu kişiler hakkında görülmekte olan davalarda tanık sıfatıyla dinlenmesinde bir sakınca bulunmadığı gibi diğer sanığa atılı örgüt üyeliği suçuna müşterek fail sıfatıyla iştiraki de mümkün olmadığından, bu kişilerin eylemlerine ilişkin tanıklık yaptığı noktada tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkı da söz konusu olmayacaktır.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesinde; suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olma suçlarını işledikten sonra soruşturma veya yargılama aşamasında etkin pişmanlık gösteren failler hakkında şahsi cezasızlık veya cezada indirim yapılmasını gerektiren hâller olarak kabul edilmiştir.
05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’na benzer şekilde 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlemeyi amaçlamaktadır.
Etkin pişmanlık hükümleri kanunda failin cezasının kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını öngören bir şahsi hâl olarak düzenlendiğinden, örgütlü suçluluk kapsamında savunmasının alınması sırasında kişiye bu hükümlerin hatırlatılması CMK’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “kanuna aykırı bir vaat” niteliğinde olmadığı gibi kişinin de kendi iradesiyle bu hükümlerden yararlanmayı kabul ederek ifade vermesinde ve bu ifadenin başka kişiler hakkında görülmekte olan davalarda adil yargılanma hakkına uygun olarak o davaların sanığına etkin itiraz yolları tanınması suretiyle delil olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinde; beyanları hükme esas alınan tanıkların kendi haklarında yürütülen soruşturmalarda müdafileri huzurundaki ifadelerinde kendi iradeleriyle beyanda bulunmuş olmaları, aşamalarda herhangi bir kimse tarafından kendilerine kanuna aykırı vaatte bulunulduğuna ya da bu yönde zorlandıklarına dair delile dayanan somut iddialarının bulunmaması, kovuşturma aşamasındaki oturumlarda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere söz konusu tanıkların sanığa atılı suça ilişkin beyanda bulunmaları ve bu suça müşterek fail sıfatıyla iştirak etmemeleri nedeniyle tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunmaması, bununla birlikte sanık ve müdafisinin de hazır olduğu ortamda beyanda bulunan tanıklara karşı sanık ve müdafisine tanıklara soru sorma ve bu beyanlara karşı savunma yapma haklarının etkin şekilde tanınmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde tanıkların dinlenilme usulleri ve bu beyanların değerlendirilerek hükme esas alınması açısından mahkeme hükmünün hukuka aykırı delile dayanmadığı anlaşılmaktadır.
Bazı hâllerde müdafisi huzurunda veya yargılandığı mahkemede etkin pişmanlık kapsamında beyanda bulunan şüpheli veya sanıklar, tanık sıfatıyla başka mahkemelerde dinlendiğinde, örgütten korkması veya değişik sebeplerle önceki anlatımından vazgeçtiği görülmektedir. Bu durumda hâkim önünde verilmiş bulunan ifadenin delil değeri yargılamayı yapan mahkemece tartışılıp değerlendirilmelidir.
Diğer delillerin ibrazında olduğu gibi beyan delili niteliğindeki tanıklar; kanuna aykırı olarak elde edilmiş ise, delille ispat edilmek istenen olayın karara etkisi yoksa veya istem sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa mahkemece reddedilebilecektir. (CMK’nın 206/2. maddesi).
Delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez. (CMK’nın 207/1. maddesi).
Somut olayda, bir kısım tanıkların dinlenilmesinin reddedilmesi, ispatı gereken olayın karara etkisi bulunmadığından hukuka aykırı görülmemiştir.
E) BANK ASYA:
Bank Asya, ülkemizde faaliyet gösteren dört katılım bankasından biri olarak 24 Ekim 1996 tarihinde Asya Finans Kurumu A.Ş. unvanıyla kurulmuş ve 20.12.2005 tarihinde ise “Asya Finans Kurumu A.Ş.” olan unvanı “Asya Katılım Bankası A.Ş.” olarak değiştirilmiştir. Kuruluş itibariyle, Asya Katılım Bankası A.Ş.’nin ödenmiş sermayesi 900.000 TL olup bunun 360.000 TL’si A grubu, 540.000 TL’si ise B grubu paylardan oluşmaktadır. Bank Asya’nın halka açıklık oranı %54,04 olup 2014 yılı sonu itibariyle yaşadığı mali sıkıntılar sebebiyle aktif büyüklüğü ile sektörde 21. ve emsal grup (katılım bankaları) arasında ise 4. sıraya gerilemiştir.
Terör örgütleri faaliyetlerini devam ettirebilmek için paraya ihtiyaç duyarlar. Örgüte finansal olarak kaynak sağlamak için legal görünümlü ekonomik getirisi olan ticari işletmeler kurulabildiği gibi uyuşturucu veya silah ticareti, kara para aklamak şeklinde yasa dışı faaliyetler ile ya da mensupları ile sempatizanlarından bağış, himmet adı altında para toplayarak ekonomik kaynak sağlayabilmektedirler. FETÖ/PDY’nin de finansal gücünün en önemli ayaklarından biri olan Asya Katılım Bankası A.Ş.’nin esasen ekonomik prensipler ve ticari hükümler çerçevesinde faaliyet göstermesi beklenmekte iken, kuruluş tarihinden itibaren örgütün yurt dışı ve yurt içi kurumlarının finansmanı amacıyla kullanıldığı, 2008 yılından itibaren başlayan birtakım mali ve kurumsal sıkıntıların yoğunlaştığı Aralık 2013-Ocak 2014 döneminde bankanın 29.05.2015 tarihinde fona devrine kadarki süreçte kamu oyu ve ekonomik çevrelerde kaybettiği itibar nedeniyle yaşadığı finansal krizi aşabilmek adına; rasyonel ekonomik gerekçelere ve kurumsal yönetim ilkelerine aykırı bir şekilde sözde örgüt liderinin ve örgütün yönlendirmesiyle mevduat toplama kampanyaları düzenlediği BDDK’nın 28.05.2015 tarihli mali analiz raporundan anlaşılmaktadır. Bankanın bahse konu finansal krizin aşılabilmesi için örgüt lideri Fettullah … tarafından 25.12.2013 tarihinde Bank Asya’ya para yatırılması yönünde talimat verildiği, söz konusu talimatın banka yönetimi tarafından Kamuyu Aydınlatma Platformunda tekzip edilmediği gibi bankanın Genel Müdürü …’dan Yönetim Kurulu Başkanı … ve Yönetim Kurulu Üyeleri …, …, …, …, … ve … …’e 06.01.2014’de iletilen 05.01.2014 tarihinde banka çalışanı …’in …’a gönderdiği “Affınıza mahçuben” konulu elektronik posta mesajının içeriğinde “….Bizim iklimimizden bir ağabeyim …. Bankamız için seferberlik ilan ettik, aynen 2001’de olduğu gibi, neyimiz varsa namusumuz bildiğimiz bankamız için yarından tezi yok getireceğiz …. Arkadaşlar evini arabasını satacak, gerekirse başka bankalardan kredi çekecek bankamıza mevduat koyacağız…” ifadeleri yer almaktadır. Bu doğrultuda talimat kapsamındaki ekonomik ve rasyonel saike dayanmayan bir şekilde hesabı olmayan kişilerin bankada hesap açtıkları, hesabı olan kişilerin ise cari ve katılım hesaplarında bulunan mevduatlarında artışa gittikleri veya muhtelif bankacılık işlemleriyle bankaya likitide sağladıkları anlaşılmaktadır.
İkinci talimat ise 28.08.2014 tarihi olup bu talimat sonrasında da Eylül – Ekim aylarında para yatırılmasına ilişkin yoğun bir kampanya gerçekleştirildiği görülmektedir.
Bank Asya’ya para yatırılması talimatlarından üçüncüsü BDDK’nın bir kısım banka imtiyazlı pay sahibine tedbir uyguladığı ve akabinde fon yönetimi tarafından banka yönetiminin değiştirildiği tarih olan 04.02.2015’dir. Bu tarihte sosyal medya paylaşımları ve banka şubeleri önünde yapılan eylemlerle kişilerin bankaya para yatırılmaya yönlendirildiği ve sembolik (50-100 TL) olsa dahi yeni hesap açma ve para yatırma işlemlerinin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
Rutin bankacılık işlemleri dışında talimat sonrası açılan hesap sayısı ve işlem hacmine ilişkin veriler aşağıda yer almış olup ortaya çıkan rakamlardan talimatın yerine getirildiği bankacılık işlemlerinde mutad olmayan artışların sağlandığı görülmektedir.
Yıl Ay Toplam Kendisi Eşi Eski Eşi Oğlu/Kızı Kardeşi Annesi Babası
2013 12 3809 1256 700 11 109 1073 145 287
2014 1 66483 25482 16847 204 2251 17350 2817 3176
2014 2 39654 15431 10069 129 1362 10568 2329 2454
2014 3 22361 8244 5018 85 665 5957 1400 1758
2014 4 15737 5552 3388 63 426 4205 839 1398
2014 5 13679 4614 2767 45 329 3668 616 1025
2014 6 12546 4441 2713 58 395 3510 587 911
2014 7 11560 4174 2431 36 441 3403 424 719
2014 8 20681 7159 4826 74 1090 5860 854 985
2014 9 65130 25807 18366 180 3496 17039 2613 2427
2014 10 38771 13486 8774 113 1990 11496 1689 2043
2014 11 42992 14032 9567 161 1985 11776 2055 2638
2014 12 13782 5379 3439 38 603 3758 546 778
2015 1 14257 5705 3617 39 548 3940 634 827
2015 2 41978 13729 10979 124 6125 10539 2179 1776
2015 3 17545 6699 4513 57 1059 4813 844 864
2015 4 12630 3794 3077 34 711 3452 628 778
2015 5 11623 4247 2954 21 618 3148 567 721
Tablodan anlaşılacağı üzere rutin bankacılık faaliyeti dışında örgüt liderinin talimatı doğrultusunda kişisel yarar amacı güdülmeksizin örgütün finans kaynaklarından olan bankanın krizden kurtarılması için örgüt liderinin talimatı doğrultusunda hareket edilip zaman zaman başka bankalardan kredi kullanmak suretiyle Bankasya’ya para yatırılması örgüte ve liderine bağlılığı gösteren bir faaliyet olarak değerlendirilmiştir. Bu faaliyetin tek başına örgüt üyeliği için yeterli kriter olarak kabul edilmesi mümkün değil ise de terör örgütüne yardım etme olarak değerlendirilebilecektir.
VII) HÜKMÜN İSABETLİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA MADDİ HUKUKA İLİŞKİN YAPILAN TEMYİZ İNCELEMESİ:
Temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi ve temyiz nedenleri bu şekilde değerlendirildikten sonra sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün; sanığın fiilinin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartılışıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılık iddiaları ile usul hükümlerine uygunluk bakımından ve 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimine geçilmiş; silahlı terör örgütü suçunun özellikleri, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün mahiyeti ve yargı yapılanması, hükme esas alınan bazı delillerin hukuki niteliği hususlarında Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararında belirtilen açıklamalara atıfla yetinilmiştir.
Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bu amaca ulaşılmasını olanaklı kılmak için de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu delil serbestisi dolayısıyla da bu delillerin hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edileceği esasını benimsemiş, ancak duruşmanın ve delillerin doğrudan doğruyalığı ile duruşmaların sözlülüğü ilkelerinin zorunlu sonucu olarak da hâkimin kararını, ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırılabileceği diğer bir anlatımla duruşmada okunmamış ve tartışılmamış belge ve delillerin hükme esas alınamayacağını belirtilmek suretiyle de bir bakıma bu ilkeye sınırlama getirmiştir.
Bu nedenle duruşma sırasında, kanıt aracı olan belge okunmalı, tarafların belge içeriği hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmalı ve söz konusu belgeye karşı bir diyecekleri olup olmadığı sorulmalıdır.
Bu konuya ilişkin olarak CMK’nın “Duruşmada Okunması Zorunlu Belge ve Tutanaklar” başlıklı 209/1. maddesinde;
“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”,
“Delilleri Takdir Yetkisi” başlıklı 217/1. maddesinde;
“Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.” şeklinde düzenlemeler yer almaktadır.
Maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde aydınlatılması ve aşamalarda istikrarlı şekilde suçlamaları reddeden sanığın, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olarak faaliyet gösterip göstermediğinin tespit edilmesi bakımından, örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla operasyonel (patates) hatlar ile mahrem imam tarafından arandığının veya kendisinin aradığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle belirlenmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağı yerleşik kabulü karşısında, hükümden sonra dosyaya gönderilen Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesinin 18.01.2023 tarihli ve 2018/402 sayılı yazısı içeriğinde yer alan ve Erzurum 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.03.2023 tarihli ve 19-61 sayılı kararı içeriğinde bahsedilen sanıkla ilgili arama kayıtlarına ilişkin belgeler ile UYAP’ta oluşturulan örgütlü suçlar bilgi bankasında sanıkla ilgili bilgi ve beyan bulunup bulunmadığı araştırılarak varsa bu beyanların aslı veya onaylı suretleri dosyaya getirtilip, hükümden sonra dosyaya gönderilen tüm delillerin CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan ve ayrıca işbu dosyanın AYİM’de kurmay subay üye olarak görev yapan ve aynı suçtan yargılamaları devam etmekte olan sanıklar … ve … hakkındaki Genel Kurulun 2021/296 ve 2020/212 Esas sayılı dosyalarıyla birleştirildikten sonra yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, sanık hakkında kurulan hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
Açıklanan nedenlerle;
1)Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 06.02.2020 tarihli ve 62-10 sayılı; sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün, eksik araştırmayla karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2) Dosyanın, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.06.2021 tarihli ve 196 sayılı kararı ile Yargıtay 9. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı terör suçlarından kaynaklanan davalara ilişkin dosyaların devredildiği Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 14.09.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.