Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2020/217 E. 2022/817 K. 20.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/217
KARAR NO : 2022/817
KARAR TARİHİ : 20.12.2022

Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanık …’nun TCK’nın 109/1, 109/3-b, 62, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, sanığın beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulmasına ilişkin … 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.06.2009 tarihli ve 427-239 sayılı kararın kesinleşmesinden sonra, sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi nedeniyle dosyayı ele alan … 1. Asliye Ceza Mahkemesince 30.01.2014 tarih ve 157-62 sayı ile açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanmasına, sanığın TCK’nın 109/1, 109/3-b, 62/2, 53 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve ertelemeye karar verilmiştir.
Hükmün, sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 26.06.2019 tarih ve 4334-8955 sayı ile;
“5271 sayılı CMK’nın 231/8. maddesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi hâlinde sanığın beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulacağı belirtilmiş olup bu denetim süresi hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının usulüne uygun olarak kesinleşmesi üzerine başlamaktadır. İncelemeye konu dosyada sanık hakkında 04.06.2009 tarihinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği, sanık müdafisinin yüzüne karşı verilen kararda itiraz süresinin tefhim ve tebliğ tarihinden itibaren başlayacağının belirtildiği ancak, sanık müdafisine gerekçeli karar tebliğ edilmeden kararın 10.09.2009 tarihinde kesinleştirildiği anlaşılmış olup 5271 sayılı CMK’nın 34/2 ve 232/6. madde ve fıkralarına göre hüküm fıkrasında, verilen karara karşı kanun yollarına başvurma olanağı bulunup bulunmadığı ve başvurma olanağı var ise süresi, mercisi ve şekillerinin, tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekliliği gözetildiğinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararların usulüne uygun olarak kesinleşmediği bu nedenle denetim süresinin başlamadığı gözetilmeden yazılı şekilde hükmün açıklanmasına karar verilmesi,
” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 17.07.2019 tarih ve 169745 sayı ile;
“…Somut olayda da, itiraza tabi kararın kesinleşmesi için, yüzüne karşı tefhim olunan karara yönelik itiraz süresinin tefhimden başlayacağını bilen sanık müdafisine ayrıca gerekçeli kararın tebliğine gerek bulunmadığı, mahkemenin sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararının kesinleşmiş olduğu ve deneme süresi içinde işlediği ikinci suç nedeniyle mahkemesince hükmün açıklanmasında usul ve yasaya aykırı bir durum bulunmadığı,” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 12.03.2020 tarih ve 27748-11451 sayı ile; itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair … 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.06.2009 tarihli ve 427-239 sayılı karardaki kanun yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ve bu bağlamda anılan kararın usulüne uygun olarak kesinleşip kesinleşmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;
… Cumhuriyet Başsavcılığınca 17.12.2008 tarih ve 1960-898 sayı ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanık …’nun TCK’nın 109/1-3-b, 63 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı,
… 1. Noterliği tarafından düzenlenen 18.12.2008 tarihli ve 13225 yevmiye numaralı genel vekâletnameye göre; sanık … tarafından Av. …’ın vekil olarak tayin edildiği,
… 1. Asliye Ceza Mahkemesince 2008/427 esas sayılı dosya üzerinden yapılan yargılama sırasında sanığın savunmasının alındığı 16.01.2009 tarihli oturuma Av. …’ın sanık müdafisi olarak katıldığı,
…’ın (Ustabaşı) istinabe olunan mahkemece 13.02.2009 tarihinde alınan ifadesi sırasında sanıktan şikâyetçi olduğunu ve davaya katılmak istediğini belirtmesi üzerine … 1. Asliye Ceza Mahkemesince 14.05.2009 tarihli oturumda katılan olarak davaya kabulüne karar verildiği,
Katılan … (Ustabaşı) ile sanık …’nun katılmadığı, sanık müdafisi Av. …’ın ise hazır bulunduğu 04.06.2009 tarihli oturumda sanığın TCK’nın 109/1, 109/3-b, 62, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına, mahsuba, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve sanık hakkında 5 yıl denetim süresi belirlenmesine karar verildiği, anılan kararın kanun yolu bildiriminin aynen; “Dair, katılanın ve sanıkların yokluğunda, sanıklar …. vekili Av. …’ın yüzüne karşı iddia makamında Cumhuriyet savcısı ……’in huzuru ile mütalaaya uygun olarak tebliğ ve tefhim tarihinden itibaren 7 gün içinde mahkememize verilecek dilekçe veya tutanağa geçirilmek üzere zabıt kâtibine beyanda bulunmak sureti ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden … Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluna…başvurulabileceğine dair verilen karar tutanağa geçirildi, açıklandı, ilgililerin karardan bir örnek alabilecekleri açıkça okunup usulen anlatıldı.” şeklinde olduğu,
Katılan …’a (Ustabaşı) 05.08.2009 tarihinde tebliğ edilen bu kararın itiraz edilmediğinden bahisle 07.10.2009 tarihinde, 10.09.2009 tarihli olarak kesinleştirildiği,
Sanık müdafileri tarafından kanun yolu bildiriminde yer alan “tebliğ ve tefhim tarihinden itibaren” şeklindeki ifade nedeniyle itiraz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir duraksama yaşandığına ilişkin eski hâle getirme talebinde de bulunulmadığı,
Anlaşılmaktadır.
CMK’nın “Kanun yollarına başvurma hakkı” başlıklı 260. maddesinin ilk fıkrasında;
“Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.” denilmek suretiyle kanun yoluna başvuru hakkı bulunanlar belirlenmiş,
Aynı Kanun’un “Avukatın başvurma hakkı” başlıklı 261. maddesi ise;
“Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir.” şeklinde düzenlenerek avukatın da müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yoluna başvurabileceği hüküm altına alınmıştır.
Yine aynı Kanun’un “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesi;
“(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.
(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.
(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararlarının hazır bulunamayan ilgilisine tebliği kanuni bir mecburiyettir.
CMK’nın “İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı 267. maddesi; “Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”, “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinin 12. fıkrası ise “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un, “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” başlıklı 268. maddesinde, “Tutuklunun kanun yollarına başvurması” başlıklı 263. madde hükmü saklı kalmak üzere hâkim veya mahkeme kararına karşı itirazın, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35. maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren merciye verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılacağı, tutanakla tespit edilen beyan ve imzanın mahkeme başkanı veya hâkim tarafından onaylanacağı belirtilmiştir.
Yine aynı Kanun’un 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, başvurunun yapılacağı merci, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir duraksamaya yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup bu hükümlere aykırılık anılan Kanun’un 40. maddesi uyarınca eski hâle getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hâle getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
CMK’nın 264. maddesinde kabul edilebilir bir başvuruda kanun yolunun veya mercinin belirlenmesinde yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merci tarafından, başvurunun derhâl görevli ve yetkili merciye gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.
Kural olarak itiraz istemi süresinde verilen bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla kararı veren merciye yapılacaktır. Ancak süresinde olması koşuluyla, dilekçenin kararı veren merci dışındaki bir merciye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı hâlinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka merciye istemde bulunulması itiraz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merci tarafından, istem veya dilekçe mercisine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin itiraz yerine temyiz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi hâlinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda ise açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.
Uyuşmazlığın sağlıklı çözümü açısından ceza yargılamasında sanığın savunmasını üstlenen müdafinin konumu üzerinde de durulmalıdır.
CMK’nın 2/1-c maddesinde müdafi; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmış, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesinde avukatlığın bir kamu hizmeti ve serbest meslek olduğu vurgulandıktan sonra 2. maddesinde ise avukatlığın amacı “…hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların … ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini … hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder…” şeklinde ifade edilmiştir.
Anılan Kanun’un “Avukatın Hak ve Ödevleri” başlıklı altıncı kısmında yer alan 34. maddesinde; “Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.” denilmek suretiyle avukatların görevlerini yerine getirirken uyacakları yükümlülükler açıklanmış, “Yalnız Avukatların Yapabileceği İşler” başlıklı 35. maddesinin birinci fıkrasında ise; “Kanun işlerinde ve hukuki meselelerde mütalaa vermek, mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek, yalnız baroda yazılı avukatlara aittir.” şeklindeki düzenlemeyle de mahkeme huzurunda kişilerin savunma görevinin yalnızca avukatlar tarafından yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılan … (Ustabaşı) ile sanık …’nun katılmadığı, sanık müdafisi Av. …’ın ise hazır bulunduğu 04.06.2009 tarihli oturumda sanığın TCK’nın 109/1, 109/3-b, 62, 53/1 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına, mahsuba, CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve sanık hakkında 5 yıl denetim süresi belirlenmesine karar verildiği, anılan kararın kanun yoluna ilişkin bildiriminde itiraz süresinin başlama şeklinin “…tebliğ ve tefhim tarihinden itibaren…” biçiminde gösterildiği, katılan …’a (Ustabaşı) 05.08.2009 tarihinde tebliğ edilen bu kararın itiraz edilmediğinden bahisle 07.10.2009 tarihinde, 10.09.2009 tarihli olarak kesinleştirildiği anlaşılan olayda;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.12.2011 tarihli ve 377-301 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere; mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukat olan, sanığın savunmasını üstlenen ve bu bağlamda savunma ve kanun yollarına başvurma açısından yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafinin temyiz süresinin kararın yüze karşı verildiği hâllerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafi açısından bir yanılgı ve bu kapsamda hakkın kullanılması yönünden bir engel oluşturmayacaktır. Kaldı ki sanık müdafileri tarafından kanun yolu bildiriminde yer alan “tebliğ ve tefhim tarihinden itibaren” şeklindeki ifade nedeniyle itiraz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir duraksama yaşandığına ilişkin eski hâle getirme talebinde de bulunulmamıştır. Bu bağlamda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair … 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.06.2009 tarihli ve 427-239 sayılı karardaki kanun yolu bildiriminin yasal ve yeterli olduğu ve anılan kararın usulüne uygun olarak kesinleştiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 26.06.2019 tarihli ve 4334-8955 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelemesi için Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 20.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.