YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/112
KARAR NO : 2022/856
KARAR TARİHİ : 28.12.2022
Mahkemesi:Ceza Dairesi
Sanık … hakkında nitelikli cinsel saldırı suçundan TCK’nın 102/2, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 15 yıl hapis; yağma suçundan ise aynı Kanun’un 148/2 delaletiyle 148/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl hapis; cezalarıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin … 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 27.09.2016 tarihli ve 378-253 sayılı kısmen resen istinafa tabi hükümlerin katılan … Hizmetler Bakanlığı vekili ile sanık müdafisi tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen … Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesince 20.12.2016 tarih ve 350-265 sayı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına davaya katılma ve CMK’nın mağdur … katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı tanınmaması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş, bozma üzerine yapılan yargılama sonucu … 6. Ağır Ceza Mahkemesince 28.03.2017 tarih ve 22-111 sayı ile sanık hakkında önceki gibi mahkûmiyet hükümleri kurulmuş, kısmen resen istinafa tabi bu hükümlerin de sanık müdafisi tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen … Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesince 05.06.2017 tarih ve 2221-1319 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 17.05.2018 tarih, 2241-3779 sayı ve oy çokluğu ile mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına karar verilmiş,
Daire Üyeleri . ve . “Sayın daire çoğunluğu ile ihtilafımız sanık hakkındaki nitelikli cinsel saldırı ve yağma suçlarının sübutuna ilişkindir. Suçun sübutuna dair mağdurenin anlatımları dışında delil bulunmamaktadır. Tüm dosya kapsamından sanıkla mağdurenin beş yıl süreyle arkadaş oldukları ve cinsel ilişkiye girdikleri arkadaşlığın sona ermesi üzerine sanığın ilişkileri boyunca mağdureye yaptığı harcamaları istediği, rızayla mağdure tarafından sanığa senet verildiği mağdurenin sanığa olan borcuna karşılık imzaladığı 5.000 TL bedelli senedin sanık tarafından icraya konulmak istenmesi üzerine, mağdurenin parayı ödeyecek maddi durumunun bulunmaması nedeniyle zor durumda kalacağını düşündüğü, bu durumu whatsapp mesajlarında da dile getirdiği açıkça anlaşılmaktadır. Mağdure senedin düzenlenmesinden beş ay sonra yani senedin icraya konulacağı gündeme geldiğinde şikayetçi olmuştur. Mağdurenin ifadeleri arasında çelişkiler vardır. İlk ifadesinde senedin imzalanmasından sonra rızasıyla sanıkla birlikte olduğunu beyan ederken sonraki beyanında şantaj altında ilişkiye girdiğini beyan etmiştir. Şantaja konu görüntüler mağdurenin kendi çektiği görüntülerdir ve fecebooka kaydedilmiştir. Bu görüntülerin bir kısmı senet tanziminden sonra 18.06.2015 günü mağdure tarafından fecebooka yüklenmiştir. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanıkla aralarında husumet bulunan mağdurenin beyanları üzerinde yoğun şüphe oluştuğu bu nedenle tek başına mağdure beyanıyla sanığın cezalandırılamayacağı, dolayısıyla sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 28.06.2018 tarih ve 46182 sayı ile;
“İtiraza konu olayda Başsavcılığımız ile Yüksek 14.Ceza Dairesi’nin Sayın Çoğunluğu arasında, itirazın konusunu oluşturan hukuki uyuşmazlık, sanığın üzerine atılı yağma ve cinsel saldırı suçlarının yasal unsurlarının oluşup oluşmadığına dair yeterli delil bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yargılamaya ve itiraza konu somut olay incelendiğinde; Suç tarihinden yaklaşık 5 yıl öncesinden bu yana gayri resmi olarak arkadaşlıkları bulunan başkasıyla evli sanık ile bekar mağdurenin zaman zaman birlikte oldukları, bu birlikteliklerini de mağdurenin de rızasıyla cep telefonu ile kameraya kayıt ettikleri ve görüntü oluşturdukları,mağdurenin okumuş bulunduğu Türkçe öğretmenliği bölümünü bitirdikten sonra vekil öğretmen olarak çalışmaya başladığı, beyanlara göre, önce sanığın mağdure ile beraberliğini sonlandırmak istediği ancak mağdurenin kabul etmediği, okulu bitirdikten sonra ise mağdurenin ayrılmak istediği ancak bu kez de sanığın kabul etmediği, olay tarihinde de mağdurenin iddiasına göre, sanığın kendisi ile … Üniversitesi bahçesinde buluştuğu ve tehdit ve görüntüleri kastederek şantaj ile 11.05.2015 tarihli 5000 TL bedelli senedi aldığı ve daha sonra da hem bu senedi hem de cinsel içerikli görüntüleri kullanarak ailesine göndereceği tehdidiyle cinsel ilişkide bulunduğu ileri sürülmüştür. Sanık ise tüm aşamalarda atılı suçlamayı kabul etmemiş, üniversite öğrencisi olan mağdure ile 5 yıl kadar önce otostop yapması sebebiyle tanıştığını ve birlikte olmaya başladıklarını, senedi mağdurenin kendi rızasıyla almış olduğu borçlara karşılık olarak verdiğini,kendisinin de ödenmemesi üzerine avukatına vererek icra talebinde bulunduğunu bunun üzerine mağdurenin kendisini şikayet ettiğini, cep telefonunda bulunan cinsel içerikli görüntüleri ise mağdurenin rızasıyla birlikte kaydettiklerini, facebook hesabına ise mağdurenin şifreyi bilmesi sebebiyle kendisinin yüklediğini savunduğu görülmektedir.
Mağdurenin resmi olarak ilk şikayeti, 15.10.2015 tarihinde … Polis Merkezi amirliğine yapılmış olup bu şikayet, senedin tanzim tarihi olan 11.05.2015 tarihinden yaklaşık 5 ay sonrasına tekabül etmektedir. Mağdure, burada vermiş olduğu ilk beyanında,cinsel birlikteliklerin kendi rızasıyla gerçekleştiğini,kendisinin çıplak fotoğraflarını ve cinsel birliktelik görüntülerinin yine kendi rızasıyla kayda alınmış olduğunu,bunları birlikte zaman zaman izlediklerini,senedin alınmasından sonraki tarihlerde ise, … ilinde iken sanığın kendisini telefonla aradığını ve …’e çağırdığını, burada da tekrar bir evde cinsel birliktelik yaşadıklarını daha sonra ise sanığın senedi yırtmayıp tahsil etmeye çalışması ve görüntüleri ailesine göstermekle tehdit etmesi sebebiyle şikayette bulunmak zorunda kaldığını ileri sürmüştür. Mağdurenin şikayeti üzerine başlayan soruşturma sırasında sanık polisce yakalanmış,senedi ve görüntülerin bulunduğu cep telefonunu teslim etmiş, iddiada yer almamasına rağmen aynı görüntülerin mağdure ile ortak kullandıkları facebook hesabının vidolara bölümünde de yar aldığını, bu hesaba görüntülerin ise bizzat mağdure tarafından yüklendiğini savunmuştur.Sanığın sosyal medya hesabında yapılan bilirkişi incelemesi sonrasında tanzim edilen raporda, görüntüler bulunmuş ancak başkalarının paylaşımına açık olmadığı ve senedin tanzim tarihinden sonra yüklendiği belirlenmiş ancak kimin tarafından yüklendiği ise açıklığa kavuşturulamamıştır.Yine sanık tarafından mağdureye çekilen cep telefonu mesajlarının ise senedin icra yoluyla tahsiline yönelik olduğu görülmüştür.
Mağdurenin iddiaları, aksi ispat edilemeyen sanık savunmaları karşısında, mahkumiyete yeter derecede her türlü kuşkudan uzak şekilde subuta erdirilememiş, ortada var olan senet ve görüntüler ile cinsel birlikteliklerin yasada tarif edildiği şekilde, rızaya aykırı bir eylemle elde edildiği kesin ve net olarak belirlenememiştir. “Şüpheden sanık yararlanır” ( in dubio pro reo ) evrensel hukuk ilkesi gereği, toplamda 21 yıl hürriyeti bağlayıcı ceza içeren suçlardan sanığın mahkumiyeti için yeterli delil bulunmamaktadır.
Bu sebeplerle; sanık … hakkında kurulan her iki suçtan mahkumiyete dair hükümlerin, bozulması talebiyle itiraz zorunluluğu doğmuş bulunmaktadır.” görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
İtiraz üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 04.10.2018 tarih, 6673-5754 sayı ve oy çokluğu ile;
“Olayın mağdurenin, sanığa olan borcuna karşılık imzaladığı 5.000 TL bedelli senedin sanık tarafından icraya konulmak istenmesi üzerine adli makamlara intikal ettirilmesi, mağdurenin aşamalardaki çelişkili ifadeleri, şantaja konu cinsel ilişki görüntülerinin mağdurenin kendi çektiği görüntüler olup bu görüntülerin bir kısmının senet tanziminden sonra 18.06.2015 günü tarafından facebooka yüklenmiş olması, mağdurenin bu görüntüleri kendisinin yüklediğini duruşmada kabul etmesi, sanık tarafından mağdureye çekilen cep telefonu mesajlarının ise senedin icra yoluyla tahsiline ilişkin olup suçların oluşumuna yönelik delil niteliğinde bulunmaması, savunma ve tüm dosya içeriği nazara alındığında sanığın atılı suçları işlediğine dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilerek ilk derece mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde esastan reddedilmesi,” isabetsizliğinden itirazın kabulüne ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiş,
Daire Başkanı …”Sanığın, mağdure ile cinsel birlikteliklerine ait görüntüleri ilişkiyi bitirmek isteyen mağdureye bu görüntüleri internette yayacağı ve ailesine göstereceği tehdidi ile kendisine borçlu gösterir şekilde senet imzalattığı ve bu tehdit ile mağdure ile birden fazla cinsel ilişkiye girdiği ve atılı suçların sanık tarafından işlendiği tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabul edilerek hükmün bozulması yönündeki sayın çoğunluk görüşüne katılmamaktayız.” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
… Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesi ise 17.01.2019 tarih ve 2681-83 sayı ile direnerek önceki karar gibi istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.
Direnmeye konu bu kararın da sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.04.2019 tarihli ve 28093 sayılı “bozma” istemli tebliğnamesiyle dosya, kararına direnilen Daireye gönderilmiş, inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 14. Ceza Dairesince 17.02.2020 tarih ve 3750-1221 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında katılan mağdureye yönelik şantaj suçundan verilen hüküm kurulmasına yer olmadığına dair karar ile özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan verilen beraat kararları istinaf edilmeden kesinleşmiş olup direnme kararının kapsamına göre inceleme; sanık hakkında katılan mağdureye yönelik yağma ve nitelikli cinsel saldırı suçlarından kurulan mâhkumiyet hükümleriyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Bölge Adliye Mahkemesi arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın katılan mağdureye yönelik eylemlerinin sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle Özel Dairece bozma kararı verildikten sonra yeniden Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince TCK’nın 61. maddesine göre hüküm kurulmasının gerekip gerekmediğinin ve esastan ret kararı verilmesinin yeterli olup olmadığının ve usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığının, hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilip edilmediğinin belirlenmesine ilişkindir.
Ön sorunların ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Özel Dairece bozma kararı verildikten sonra yeniden Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince TCK’nın 61.maddesine göre hüküm kurulmasının gerekip gerekmediği ve esastan ret kararı verilmesinin yeterli olup olmadığı;
İncelenen dosya kapsamından;
Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararın temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece onandığı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın Özel Dairece kabul edilip Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasından sonra yargılama yapan Bölge Adliye Mahkemesince ilgili Özel Daire bozma kararına direnilerek istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verildiği anlaşılmaktadır.
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmiş, böylece ülkemizde fiilen üç dereceli yargı sistemine geçilmiştir. İstinaf, ilk derece mahkemelerinin henüz kesinleşmemiş hükümlerinin hem maddi hem de hukuki yönden denetlenmesi için kabul edilmiş olan olağan bir kanun yolu olup ikinci derecedir. 5235 sayılı Kanun’un 3. maddesinde de istinaf incelemesi yapacak olan bölge adliye mahkemelerinin “adli yargı ikinci derece mahkemeleri” olduğu açıkça belirtilmiştir. İstinaf kanun yolunda ilk derece mahkemesinin hükmü, hem delillerin tespiti, değerlendirilmesi ve sübut konusundaki hatalar yönünden hem de sabit kabul edilen olaylara hukuk normları uygulanırken hata yapılıp yapılmadığı yönünden incelenir.
Maddi sorunun incelenmesinin kapsamına göre istinaf geniş anlamda istinaf ve dar anlamda istinaf olarak ikiye ayrılmaktadır. Klasik istinaf da denilen geniş anlamda istinafta muhakeme baştan sona tekrarlanmakta iken dar anlamda istinafta muhakeme baştan sona tekrarlanmaz, yalnızca gerekli görülen hususlarda öğrenme muhakemesi yapılmak suretiyle ilk derece mahkemesi tarafından yapılan tespitler kontrol edilir. Günümüzde genel eğilimin dar anlamda istinaftan yana olduğu görülmektedir. 5271 sayılı CMK’nın 282. maddesi uyarınca bölge adliye mahkemesi, gerekli görülen tanıkların, bilirkişilerin dinlenmesine ve keşfin yapılmasına karar vereceğinden, CMK’nın dar anlamda istinafı kabul ettiği söylenebilir.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin dosyayı ve dosyayla birlikte sunulmuş olan delilleri inceledikten sonra verebileceği kararları düzenleyen CMK’nın 280. maddesine değinilmesi gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın “Bölge adliye mahkemesinde inceleme ve kovuşturma” başlıklı 280. maddesi;
“(1) Bölge adliye mahkemesi, dosyayı ve dosyayla birlikte sunulmuş olan delilleri inceledikten sonra;
a) İlk derece mahkemesinin kararında usule veya esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığını, delillerde veya işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığını, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğunu saptadığında istinaf başvurusunun esastan reddine, 303 üncü maddenin birinci fıkrasının (a), (c), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde yer alan ihlallerin varlığı hâlinde hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine,
b) (Ek:20/7/2017-7035/15 md.) Cumhuriyet savcısının istinaf yoluna başvurma nedenine uygun olarak mahkumiyete konu suç için kanunda yazılı cezanın en alt derecesinin uygulanmasını uygun görmesi hâlinde, hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine,
c) (Ek:17/10/2019-7188/27 md.) Başka bir araştırmaya ihtiyaç duyulmadan cezayı kaldıran veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsî sebeplere ya da şahsî cezasızlık sebeplerine bağlı olarak daha az ceza verilmesini veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesini gerektiren hâllerde, hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine,
d) (Ek:20/7/2017-7035/15 md.) Olayın daha fazla araştırılmasına ihtiyaç duyulmadan davanın reddine karar verilmesi veya güvenlik tedbirlerine ilişkin hatalı kararın düzeltilmesi gereken hâllerde hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine,
e) İlk derece mahkemesinin kararında 289 uncu maddenin birinci fıkrasının (g) ve (h) bentleri hariç diğer bentlerinde belirtilen bir hukuka aykırılık nedeninin bulunması hâlinde hükmün bozulmasına ve dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği diğer bir ilk derece mahkemesine gönderilmesine,
f)(Ek:17/10/2019-7188/27 md.) Soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmediğinin veya önödeme ve uzlaştırma usulünün uygulanmadığının anlaşılması ya da davanın ilk derece mahkemesinde görülmekte olan bir dava ile birlikte yürütülmesinin zorunlu olması hâlinde hükmün bozulmasına ve dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği diğer bir ilk derece mahkemesine gönderilmesine,
g) Diğer hâllerde, gerekli tedbirleri aldıktan sonra davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanmasına,
Karar verir.
(2) (Ek:18/6/2014-6545/77 md.) Duruşma sonunda bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddeder veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurar.
(3) (Ek:20/7/2017-7035/15 md.) Birinci ve ikinci fıkra uyarınca verilen kararların sanık lehine olması hâlinde, bu hususların istinaf isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanma olanağı varsa bu sanıklar da istinaf isteminde bulunmuşçasına verilen kararlardan yararlanırlar.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere; 5271 sayılı CMK’nın 280. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin dosyayı ve dosyayla birlikte sunulmuş olan delilleri inceledikten sonra verebileceği kararlar “istinaf başvurusunun esastan reddine”, “düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddine”, “hükmün bozulmasına” ve “davanın yeniden görülmesine” olarak sayılmış, davanın yeniden görülmesi kararını veren bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin duruşma sonunda ya istinaf başvurusunu esastan reddedeceği ya da ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kuracağı belirtilmiştir.
Gelinen bu aşamada uyuşmazlığın sağlıklı çözüme kavuşturulması için Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararların bozulmasından sonra verilen direnme kararları üzerinde durulması gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış uygulamalarına göre bir hüküm bozulmuş olmakla tamamen ortadan kalkacağından, mahkemelerce direnme kararı verilirken CMK’nın 230, 231 ve 232. maddelerine uygun yeni bir hüküm kurulması zorunludur. CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca, aynı Kanun’un 223. maddesine göre hükmün ne olduğu herhangi bir tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmeli, bozulmakla tamamen ortadan kalkan ve infaz yeteneğini yitiren önceki hükme atıf yapılmasıyla yetinilmemeli, onandığı takdirde başka bir kararın varlığını gerektirmeden infaza esas alınabilecek nitelikte yeni bir hüküm kurulmalıdır. Öğretide de “Yargıtay’dan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. Bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından direnme kararlarında da 5271 sayılı CMK’nın 230, 231 ve 232. maddeleri gereğince yeniden hüküm kurulmalı ve kurulan bu hüküm sorun, gerekçe ve sonuç bölümlerinden oluşmalıdır. Bu nedenle direnme kararlarında da olay özetlenmeli, neden bu sonuca ulaşıldığı gerekçelendirilmeli ve hukuki nitelemeye yer verilmelidir” (… Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 12. Baskı, 2015, …, s. 812) şeklinde görüşlere yer verilmiştir. Bu husus Bölge Adliye Mahkemeleri kurulduktan sonra da geçerliliğini sürdürmekte, ilk derece mahkemesi için yeni bir hüküm kurulması zorunlu olduğu gibi Bölge Adliye Mahkemeleri için de bu kural geçerlidir.
Yargıtay, temyiz edilen hükmü temyiz başvurusunda gösterilen hükmü etkileyecek nitelikteki hukuka aykırılıklar nedeniyle bozar. Bozma kararı, hukuka aykırılık nedeniyle bölge adliye mahkemesinin son kararının kaldırılmasıdır (Fidan Balcı/Seyithan Öztürk, Ceza Yargılamasında İstinaf ve Temyiz, … Yayınevi, …, 2020, s.462). Ancak Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararın temyiz incelemesi sonucunda bozulmasıyla ilk derece mahkemesi tarafından kurulan ilk hükmün de bozulduğu kabul edilmelidir. İstinaf başvurusunun esastan reddi kararı tek başına infaz yeteneği bulunan ve hukuk düzeninde sonuç doğuran bir hüküm değildir. Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararı ilk derece mahkemesince verilen hükme sıkı sıkıya bağlı olduğundan Yargıtay incelemesi sonucu verilen bozma kararıyla ilk derece mahkemesi hükmü de tamamen ortadan kalkar. CMK’nın 223. maddesinde hükümlerin neler olduğu açıkça sayılmış olup istinaf başvurusunun esastan reddi gibi kararlar hüküm olarak kabul edilmemiştir. Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararda anılan maddede sayılan hükümlerden biri kurulmamış ve bu karar da temyiz incelemesi sonucu bozulmuş ise direnme kararı verilirken ilk derece mahkemesi tarafından verilen hüküm yeniden kurulmalıdır.
Öte yandan 28.02.2019 tarihli ve 30700 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 7165 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesi ile eklenen CMK’nın 304. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca bozma kararı istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise Yargıtay dosyayı, gereği için kararı veren ilk derece mahkemesine gönderecektir. Bu düzenlemeyle istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararın bozulmasından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderileceğinden direnme kararı da ilk derece mahkemesince verilebilecektir. Sonuç olarak yapılan değişiklikle Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddi şeklinde direnme kararı verilemeyeceğinden kanun koyucu tarafından ön soruna ilişkin benzer uyuşmazlıkların önüne geçildiği anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında birinci ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararın temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece onanmasına karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Basavcılığınca yapılan itirazın Özel Dairece kabul edilip Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasından sonra yargılama yapan Bölge Adliye Mahkemesince ilgili Özel Daire bozma kararına direnilerek istinaf başvurusunun esastan reddine dair karar verildiği anlaşılan dosyada;
Yargıtay bozma ilamı ile bölge adliye mahkemesi kararının ortadan kalkması sonucunda bu hükme bağlı olan ilk derece mahkemesi kararının da tamamen ortadan kalktığı, … 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 28.03.2017 tarihli ve 22-111 sayılı karara yönelik istinaf talebiyle … Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesince 05.06.2017 tarih ve 2221-1319 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesine karşın Özel Dairece verilen bozma kararına istinaden her iki kararın da ortadan kalkacağı ve bozma ilamına direnen Bölge Adliye Mahkemesince TCK’nın 61. maddesine göre yeniden hüküm kurulması gerektiği kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklanan bu usule aykırılık nedeniyle Bölge Adliye Mahkemesinin sanık hakkında kurduğu direnme kararının, Özel Dairece bozma kararı verildikten sonra yeniden Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince TCK’nın 61. maddesine göre hüküm kurulması gerekirken esastan ret kararı verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
2- Usulüne uygun olarak Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünün alınıp alınmadığı ve hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilip edilmediği;
İncelenen dosya kapsamından;
Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararın temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece onanmasına karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın Özel Dairece kabul edilip Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasından sonra sanık, sanık müdafisi ve katılan mağdure vekilinin hazır bulundukları 17.01.2019 tarihli oturumda Özel Daire bozma ilamı okunarak sırasıyla sanık … müdafisinden, katılan mağdure vekilinden ve Cumhuriyet savcısından Özel Daire bozma kararına karşı diyeceklerinin sorulduğu, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararının verildiği anlaşılmaktadır.
Ceza muhakemesinin amacı olan somut gerçeğin ortaya çıkarılması için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma, yani tartışma safhası başlamaktadır. Böylece ortaya konulan delillerle ilgili taraflara 5271 sayılı CMK’nın 216/1. maddesinde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilecek ve tartışma imkânı sağlanacaktır.
Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı, cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceğine ilişkin CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi;
“1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık … müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez.” cümlesi eklenmiştir.
Buna göre; delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık … müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.
Esasen inceleme konumuza ilişkin 1412 sayılı CMUK’nın 251. ve 5271 sayılı CMK’nın 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki Kanunda da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak ceza yargılaması kurallarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Uygulamada esas hakkındaki görüşün mahkûmiyet yönünde olması durumunda, uygulanması talep edilen yasa ve maddelerinin açıkça belirtilmesi yerleşik ve benimsenmiş bir yöntemdir.
Öte yandan, iddia makamının esasa ilişkin görüşünü anlaşılır ve açık bir biçimde sunmasının savunma hakkının kullanılmasıyla da ilintili olduğunda kuşku yoktur. Zira sağlıklı bir savunma ancak sağlıklı bir iddia üzerine oturtulabilir.
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.
Bu konuda öğretide; “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır.” (Prof. Dr. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, …, s.193, 936-937); “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez… Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hallerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir.” (Dr.Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, …, 1970, s.258-262) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının alınmasından sonra yine CMK’nın 216. maddesinde yer alan sıralama gözetilerek taraflara söz hakkı tanınacağından, Cumhuriyet savcısının, davanın esasına ilişkin görüşü alınmaksızın ve hazır bulunan sanığa esas hakkında savunma yapma imkânı tanınmaksızın hüküm kurulması, ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Bu bilgiler ışığında ikinci ön sorun değerlendirildiğinde;
Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararın temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece onanmasına karar verildikten sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın Özel Dairece kabul edilip Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması neticesinde yargılama yapan Bölge Adliye Mahkemesince sanık, sanık müdafisi ve katılan mağdure vekilinin hazır bulundukları 17.01.2019 tarihli oturumda Özel Daire bozma ilamı okunarak sırasıyla sanık … müdafisinden, katılan mağdure vekilinden ve Cumhuriyet savcısından Özel Daire bozma kararına karşı diyeceklerinin sorulduğu, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme kararının verildiği dosyada;
Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, esas hakkındaki görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve uygulanması talep edilen yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorunda olduğundan, somut olayda 17.01.2019 tarihli oturumda Cumhuriyet savcısının “Sanık …’in katılan ile arkadaşlık yaptığı tarihte katılanın rızası dahilinde cinsel ilişkiye girdiği ve cinsel ilişki görüntülerinin sanık tarafından katılanın rızasıyla cep telefonuna kaydedildiği, 2015 yılında katılanın sanıkla arkadaşlığını bitirmek istemesi üzerine sanığın katılanla olan cinsel ilişki görüntülerini ailesine göstereceği tehdidinde bulunarak bu tarihten sonra çeşitli defalar katılanla bu tehdidin zorlamasıyla cinsel ilişkiye girdiği, sanığın 2015 yılı Mayıs ayında, daha önceden katılan için yaptığı harcamalar ve verdiği paraları tahsil amacıyla adli emanetin 2015/15464 sırasında kayıtlı 5.000 TL bedelli senedi söz konusu görüntüleri ailesine gösterme tehdidiyle katılana zorla imzalatarak aldığı, sanığın bu suretle atılı nitelikli cinsel saldırı ve senet yağması suçlarını işlediği ilk derece mahkemesi kararının bu nedenle usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından Yargıtay 14.Ceza Dairesinin 2018/6673 Esas, 2018/5754 Karar sayılı kararına karşı direnme kararı verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur.” şeklindeki beyanının esas hakkında mütalaa olarak geçerli ve yeterli kabul edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla Bölge Adliye Mahkemesince Cumhuriyet savcısının esasa ilişkin görüşü alınmadan direnme kararı verildiği kabul edilmelidir.
Yukarıda açıklanan bu usule aykırılık nedeniyle Bölge Adliye Mahkemesinin sanık hakkında kurduğu direnme kararının, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü alınmadan ve hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliğinden de bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- … Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesinin 17.01.2019 tarihli ve 2681-83 sayılı kararının Özel Dairece bozma kararı verildikten sonra yeniden Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince TCK’nın 61. maddesine göre hüküm kurmasının gerekmesi, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşünün alınmaması ve hazır bulunan sanığa esasa ilişkin savunma yapma imkânı tanınmadan yargılamaya son verilip hüküm tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, gereği için kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine, kararın bir örneğinin de bilgi için ilk derece mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 28.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede her iki ön sorun yönünden oy birliğiyle karar verildi.
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
…
Yazı işleri Müdürü
K.D.A