YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/110
KARAR NO : 2022/741
KARAR TARİHİ : 29.11.2022
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 13. Ceza Dairesi
Sanık …’ın hırsızlık suçundan üç kez olmak üzere TCK’nın 142/1-b, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin … 12. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 14.07.2015 tarihli ve 200-449 sayılı hükümlerin, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 13. Ceza Dairesince 05.12.2019 tarih ve 6083-17809 sayı ile;
“…Sanığın suç tarihinde gündüz vakti apartmanın dış cephe kaplamasında çalışan işçilerin üstlerini değiştirmek için kullandıkları binanın sığınak kısmında bulunan pantolonlarının ceplerinden cüzdanlarını ve müşteki … r’e ait cep telefonunu çalması şeklinde gerçekleşen eylemde, suça konu yerin sığınak dairesi olması sebebiyle eşyaların farklı kişilere ait olduğunu bilse dahi, ortak hakimiyet ve müşterek zilyetlik kuralı gereği sanık hakkında tek bir hırsızlık suçundan hüküm kurulması gerekirken hatalı nitelendirme ile üç ayrı hırsızlık suçundan hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 26.12.2019 tarih ve 341927 sayı ile;
“…Sanığın eylemlerinin mağdur sayısınca suç oluşturduğu, bu nedenle hükümlerin onanması gerektiği,” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 13.02.2020 tarih ve 13282-1790 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Eylemlerin sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya kapsamı itibarıyla da herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; soyunma odasında bulunan şikâyetçilere ait kıyafetlerden cüzdan, para ve cep telefonu çalan sanık hakkında, tek ya da üç ayrı hırsızlık suçundan mı hüküm kurulması, yoksa TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin mi uygulanması gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Şikâyetçiler …, … ve …’in, … Apartmanı’nın dış cephesinin tadilatı işinde çalıştıkları, olay tarihinde sabah saatlerinde apartmanın girişe göre sağ tarafında bulunan ve sığınak odası olarak kullanılan yerde üzerlerini değiştirip … kıyafetlerini giyerek çalışmaya başladıkları, daha sonra sanığın … giriş kapısı bulunan sığınak odasına girerek sandalyenin üzerinde ve yerdeki şikâyetçilere ait kıyafetleri karıştırdığı, şikâyetçi …’e ait pantolon cebinden …marka telefon ile içinde kimlik belgesi bulunan cüzdanı, şikâyetçi …’ın pantolon cebinden içinde kimlik ve banka kartları ile 500 TL bulunan cüzdanı, şikâyetçi …’ın pantolon cebinden içinde 100 TL ile kimlik bulunan cüzdanı çaldığı, olay sonrasında şikâyetçi …’in fotoğraftan yapmış olduğu teşhis üzerine yakalanan sanığın atılı suçlamayı kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için “zincirleme suç” hükümleri üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununa hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus … Komisyonu raporunda; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde dile getirilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Ceza hukukunda kanundaki suç tanımına uygun şekilde gerçekleşen her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmiş ise o kadar suç işlemiş sayılarak her birinden dolayı ayrı ve bağımsız cezalandırılır. Ancak bazı hâllerde birden fazla netice meydana gelmiş olsa bile, faile meydana gelen netice kadar ceza verilmeyerek tek bir ceza verilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın faile tek ceza verilmesini gerektiren hâllerden biri de zincirleme suçtur.
Zincirleme suç, 765 sayılı Kanun’un 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlâl edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Kanun’un 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz.” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
TCK’nın 43/1. maddesinin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.
Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra, 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde ve yeni TCK’nın ilkeleri kapsamında değerlendirilmesi yapıldığında;
765 sayılı TCK’da, aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima tek madde hâlinde ve Kanun’un 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’da bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima ve zincirleme suçun düzenlendiği, 43. maddenin ikinci fıkrasında, “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.” şeklinde; Farklı neviden fikri içtima ise TCK’nın 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Suçların içtimaına ilişkin hükümler, teşebbüs ve iştiraka ilişkin hükümlerin aksine ceza sorumluluğunu daraltan hükümlerdir. Mal varlığına ilişkin olmayan bireysel nitelikteki hukuki menfaatlerin ihlâl edilmesi durumu hariç olmak üzere; kusur ilkesini aşan durumda aşırı cezaların ortaya çıkmaması için kanun koyucunun bir tercihidir.
Fikri içtima hâlinde ortada birden fazla suç bulunmasına rağmen faile tek ceza verilmesinin en güçlü dayanağı, ortada tek bir fiil bulunmasıdır. Tek bir fiil ile farklı suç tiplerinin yahut aynı suç tipinin birden fazla ihlali hâlinde tek ceza verilmesinin özünde yatan düşünce, tek bir fiilin ifade ettiği haksızlık muhtevası ve kusur içeriğinin birden fazla fiile nazaran daha az olmasıdır. Dolayısıyla, aynı fiilden dolayı failin birden fazla cezalandırılması, kusur ilkesinin ihlâli niteliğini taşır.
İçtima öğretisinde de; ortada birden fazla suç bulunmasına rağmen faile tek ceza verilmesinin nedeni, esas itibarıyla çifte veya mükerrer değerlendirme yasağı ve haksızlık muhtevasının tüketilmesiyle açıklanmaktadır.
Alman Federal Yüksek Mahkemesi de suçların içtimanın söz konusu olduğu hâllerde “çifte değerlendirme yasağına” vurgu yapmaktadır.
765 sayılı TCK’nın 80. maddesine göre “Bir suç işleme kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlâl edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır.” düzenlemesi karşısında zincirleme suç kapsamındaki suçlar tek suç sayıldığı halde 5237 sayılı TCK’nın 43’üncü maddesinde suç çokluğu esas alınmıştır. Suç tekliği-suç çokluğu ayrımında fiil (hareket) sayısını değil; ihlal edilen normların sayısı esas alınmaktadır. Bu itibarla, fiilin tek olması her zaman ortada tek suç bulunduğu anlamına gelmez. Fikri içtima, suç çokluğu hâlinde gerçek içtima kuralının uygulanıp faile daha fazla ceza verilmesini önleyen bir kurumdur. Gerçek içtima ve fikri içtimanın ortak özelliği, her iki hâlde de suç çokluğu bulunmasıdır. Buna karşılık, fikri içtimanın gerçek içtimadan en önemli farkı, birden fazla suça tek bir fiil ile sebebiyet verilmesidir. Gerçek içtima hâlinde ise birden fazla fiil bulunmaktadır.
765 sayılı TCK’nın uygulandığı dönemde müteselsil (zincirleme) suç hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.03.1987 tarihli ve 341-84 sayılı kararında konu ayrıntılı olarak tartışılmıştır. İçtihada konu olayda; sanık, İstiklal Marşı söylemek için öğretmen ve öğrencilerin bahçede toplandıkları sırada okulun öğretmenler odasına girmiş, sehpalar üzerinde bulunan iki şikâyetçi öğretmene ait çantalardan 1.000 TL ve 6.300 TL miktarındaki paraları çalmıştır. Yerel Mahkeme, sanığın aynı oda içinde ve aynı zamanda iki ayrı çantadan para çalma eylemini, yenilenen kastlara bağlı iki ayrı suç kabul edip iki kere cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu kararın Özel Daire tarafından onanması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sanığın eyleminin müteselsil suçu oluşturduğu görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. Genel Kurul “…Müteaddit kimselere ait eşyanın çalınması niyetinin aynı defada husule gelmesi mümkündür. Çalacağı eşyanın kime ait olduğu hırsız için ehemmiyeti haiz değildir. Fakat katil ve yaralayan için öldüreceği veya yaralayacağı adamın şahsı, hırsızın çalacağı eşya kabilinden olamaz. Müteaddit kimselerin şahsına taarruz eden adam, o kimselerin adedince hususi sebeplere tabidir ve onun gayesi vardır. Müstakil sebep ve bilhassa müstakil gayelerin bulunduğu yerde müstakil kararlarda vardır. … Federal Mahkemesince benimsenen görüşe göre, ‘gündelik hayat tecrübelerine dayanan doğal nitelikte bir gözlem sonucunda, failin işlediği fiillerden herhangi birinin önceki fiillerin devamını teşkil ettiği ve böylece failin iradesinin bütün hareketleri kapsadığı anlaşıldığı taktirde, müteselsil suçun sübjektif şartı gerçekleşmiş sayılır. Hareketlerin işlenişindeki benzerlikler ve süreklilik, iradedeki birliği ortaya çıkaran bir kriterdir.’ Alman Federal Mahkemesinin bir kararına göre, ‘başlangıçtan itibaren tüm neticeye yönelmiş kast bulunmasa dahi, şayet fail en geç ilk fiili işlediği sıradan sonraki fiillerin işlenmesine karar verir ve böylece fiilleri teselsül ettirirse, müteselsil suçun sübjektif şartı gerçekleşmiş sayılır’… Her olayın özelliklerini göz önünde tutarak ‘aynı suçu işlemek kararını’ araştıracak olan hâkim, diğer yardımcı kriterlerle birlikte, suçların mağdurlarındaki değişikliği de bu yönden değerlendirebilir. Yoksa mağdurların veya suçun maddi konusunun değişik olması, suç işleme kararının değiştiğini gösteren kesin bir delil niteliği taşımaz. Nitekim yukarıda açıklanan görüşler doğrultusunda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.10.1984 tarihli ve 103-293 sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır. Haziran 1929 tarihli ve 26-20 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise; ‘mülkiyet aleyhine işlenen suçlara gelince: duçarı taarruz ve tecavüz olan şahsın aynı veya müteaddit olması, müteselsil suçu tayinde mikyas olmayacağında ittifak edilmiştir. Kastı cürminin vahdetini tayinde, taarruz edilen eşhasın taaddüdü ve ne de ayniyeti haizi tesir değildir. Bilfarz bir hizmetçi muhtelif günlerde bir kısmı ev sahibine ve bir kısmı da eve gelen misafirlere ait bulunan bir eşyayı sirkat ettiği surette, taarruz edilen eşhasın taaddüdüne rağmen müteselsil suç vücuda gelebilir.’ denilmektedir…” şeklindeki gerekçelere dayalı olarak sanığın müteselsil şekilde hırsızlık suçunu işlediği sonucuna ulaşmıştır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından 5237 sayılı Kanun’un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğu üzerinde ayrıca durulmalıdır.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlâl edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Buna göre Kanun’un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kastedilen fiil ya da hareketin doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmasıdır. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk ve tekme vurmak suretiyle yaralaması, yalan tanıklık yapan failin birden fazla beyanda bulunması, kasten öldürme fiilinin herbiri tek başına öldürücü nitelikte beş bıçak darbesi ile işlenmesi gibi. Failin mağdura birden fazla yumruk vurması suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi itibarıyla tek suç vardır. Bazı suç tiplerinde ise, kanundaki tanımda belirtilen birbirinin alternatifi olan birden fazla hareketin gerçekleştirilmesiyle suç işlenebilmektedir. Öğretide “seçimlik hareketli suçlar” olarak isimlendirilen bu suç tiplerinde, sayılan seçimlik hareketlerin herhangi birisinin gerçekleştirilmesi suçun oluşumu açısından yeterlidir. Belirtilen seçimlik hareketlerden birkaçının ya da tamamının yapılması hâlinde de birden fazla suç değil, tek suç oluşacaktır. Ancak seçimlik hareketli suçtan söz edebilmek için kanunda sayılan seçimlik hareketlerin aynı konuya ilişkin olması gerekmektedir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 11. Bası, …, 2015, s.169; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, … Yayınevi, 8. Bası, …, 2015, s.114.). Doktrinde bir kısım yazarlarca, şayet bir olayın parçalarını teşkil eden çeşitli hareketler tek bir iradi karara dayanıyorsa, tarafsız bir gözlemcinin nazarında bu hareketler yer ve zaman bakımından tek bir fiil olarak nitelendirilebilecek kadar birbiriyle sıkı bir bağlantı içinde bulunuyorsa bu hareketlerin “tek bir fiil”i oluşturduğu söylenebilecektir. Buna göre, mal varlığına yönelik hukuki menfaatlerin ihlâli söz konusu ise suçun konusunu oluşturan mal varlığı değerlerinin sahibi olan kişi sayısı, fiil sayısını belirlemede herhangi bir önem taşımayacaktır. Yeter ki, tek bir iradi kararla, aralarında mekan ve zaman birliği bulunan hareketlerin tekrarlanması ve tekrarlanan hareketlerin objektif bakış açısıyla bir bütün olarak değerlendirilmesi mümkün olabilsin (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, … Yayınevi, …, 2013, s.104 vd).
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması hâlinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür. (TCK 172/2) Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.
Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;
1- Hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması,
2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,
3- İşlenen birden fazla suçun “aynı suç” olması,
4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.
Bu dört şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Örneğin; bir sözle birden çok kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması, bir mektupla birden çok kişiye hakaret edilmesi, bir odada bulunan çok sayıda kişinin üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle hürriyetlerinden yoksun kılınmaları hallerinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olup, TCK’nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekmektedir.
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.11.2013 tarihli ve 7-535, 15.04.2014 tarihli ve 282-192, 22.04.2014 tarihli ve 5-204 ve 06.06.2017 tarihli ve 566-317; 14.11.2019 tarihli ve 98-661 sayılı kararlarında da açıklandığı üzere, hukuki anlamda tek olarak kabul edilemeyecek fiil ile birden fazla mağdura karşı hırsızlık suçunun işlenmesi hâlinde TCK’nın 43/2. maddesinde düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı, mağdur sayısınca hırsızlık suçunun oluşacağı sonucuna ulaşılmış olmakla birlikte, Ceza Genel Kurulunun 04.07.2022 tarihli ve 202-512 sayılı kararı başta olmak üzere sonraki bir çok kararında da açıklandığı üzere, bir suç işleme kararının icrası kapsamında, başka bir ifadeyle, tek bir iradi karara dayalı olarak aynı yer ve zaman birliği içinde birbirleriyle bağlantılı bulunan ve kendi aralarında bir bütün olarak değerlendirilebilecek hareketlerin, birden fazla fiil ya da birden fazla suçun varlığına rağmen hukuki anlamda tek bir fiili oluşturduğu, sanığın, eşyanın farklı kişilere ait olduğunu bilmesinin ya da somut olayın özelliğine göre bilebilecek durumda olmasının fiilin tekliği üzerinde etkili olmadığı, bu yöndeki kabulün, ceza … sistemine de uygun olduğu kabul edilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’ın, … Apartmanı’nın sığınak odasına girerek apartmanın dış cephe tadilatında çalışan şikâyetçiler …, … ve …’in, sandalye üzerine ve yere bırakmış oldukları kıyafetleri karıştırarak şikâyetçi …’e ait pantolon cebinden … Galaxy S3 marka telefon ile içinde kimlik belgesi bulunan cüzdanı, şikâyetçi …’ın pantolon cebinden içinde kimlik ve banka kartları ile 500 TL bulunan cüzdanı, şikâyetçi …’ın pantolon cebinden içinde 100 TL ile kimlik bulunan cüzdanı çaldığı olayda; sanığın, tek bir iradi karara bağlı olarak şikâyetçilere ait kıyafetleri aynı zaman ve mekan birliği içinde ve birbirini takip eden ardışık hareketlerle karıştırarak suça konu para ve cüzdanları çalması şeklindeki eylemlerinin, hukuki anlamda tek bir fiili oluşturduğu, sanık, eşyanın farklı kişilere ait olduğunu bilebilecek durumda ise de, mağdur sayısının birden fazla olmasının, sanığın tekrarlanan her bir hareketi bir bütün olarak değerlendirildiğinde fiilin tekliğini etkilemediği, sonuç olarak, sanığın eylemleri, hukuki anlamda tek bir fiil sayılacağından aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiil ile işlenmesi nedeniyle TCK’nın 43/2. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 43/1. maddesi gereğince zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri … ve …; “Daha önce Ceza Genel Kurulunun 2018/301 esas sayılı dosyasındaki karşı oy yazımızda ayrıntılarıyla belirttiğimiz üzere;
Sanığın soyunma odasında bulunan şikayetçilere ait kıyafetlerden cüzdanlarını, cep telefonlarını ve paralarını çaldığı hırsızlık eyleminde, doğal anlamda tek bir fiilden veya hukuki teklikten bahsedilemeyeceği, olayın tümüyle TCK’nın 21/1. maddesindeki kast kavramının ‘bilme unsuru’ üzerinden ele alınması gerektiği, bu bağlamda sanığın bir suç işleme kararıyla değil, aksine her bir mağdurun cüzdanlarının, paralarının ve cep telefonlarının kendilerine ait olduğunu bilerek ve her mağdura karşı oluşturduğu yeni ve bağımsız suç kararı altında atılı suçları işlediği, buna göre TCK’nın 43/2. maddesindeki zincirleme suç koşullarının oluşmadığı ve sanığın işlediği hırsızlık fiillerinin mağdur sayısınca oluştuğunun kabulünün gerektiği, öte yandan Yargıtay’ın uzun yıllardır istikrarlı şekilde sürdürdüğü ‘ayrı suç’ uygulamasına tümüyle tezat nitelikteki bu kararla hukuki güvenlik ve istikrar ilkesinin zedelenmiş olacağı, dosyanın Ceza Genel Kurulundaki görüşmesi sırasında dile getirilen ‘mağdur sayısınca suç oluştuğunun kabulü hâlinde işlenen fiile göre verilen cezanın orantısız olacağı’ yönündeki görüşün ise suç ihdas etme ve ceza belirleme yetkisine sahip yasama organının takdirine ilişkin bir durum olup, kanunları uygulamakla yükümlü bulunan yargı makamlarının bu kaygı altında karar vermesinin beklenemeyeceği, bu yönüyle Yerel Mahkemenin kabul ve uygulamasının isabetli olduğu ve sanık hakkında kurulan hükümlerin onanması gerektiği,” açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; Benzer gerekçelere dayalı olarak itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.11.2022 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal ve yeterli çoğunluk sağlanamadığından 29.11.2022 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.