YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/452
KARAR NO : 2022/793
KARAR TARİHİ : 13.12.2022
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 147-489
Sanık …’in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.03.2017 tarihli ve 112-110 sayılı hükme yönelik sanık ve sanık müdafisi tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosyayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince duruşma açılarak yapılan yargılama sonucunda 13.12.2017 tarih ve 147-489 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 03.12.2018 tarih ve 1923-4741 sayı ile;
“İstinaf Mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucunun, hem maddi olay hem de hukuki denetim yapacak olan istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken (5271 sy. CMK madde 273/4), incelemesi hukuki denetimle sınırlı (CMK madde 294/2) olan temyiz yolunda; mülga 1412 sayılı CMUK’dan (madde 305.) da farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde/layihasında temyiz edenin hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini/temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu (CMK madde 294/1) şart koşmuş ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesini öngörmüştür. Temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi durumunda; tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkı bulunmaması hallerinde olduğu gibi usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddedilmesini (CMK madde 298) emretmiş (F.Yenisey-A.Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 923, Centel-Zafer Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 826, C.Şahin-N.Göktürk Ceza Muhakemesi Hukuku sh. 278) olmasına, anılan Kanunun 289. maddesinin, usulüne uygun açılmış bir temyiz davasının “sınırlı inceleme ilkesinin” bir istisnasını teşkil etmesine (F. Yenisey-A. Nuhoğlu, age sh. 905), şartları ve usulü açık bir şekilde ortaya konulmak şartıyla (AİHM Galstyan/Ermenistan Başvuru No; 26986/03 15.01.2007 t.) öngörülen usul şartlarına uyulmaması sebebiyle kanun yolu başvurusunun reddedilmesinin bu hakkın ihlali sonucunu doğurmayacağının (AİHM Sjöö/İsveç Başvuru No; 37604/97) da istikrar kazanmış yargısal kararlarla kabul edilmesine nazaran; sanık müdafiinin sanığın yüzüne karşı 13.12.2017 tarihinde tefhim olunan hükmü 15.12.2017 havale tarihli süre tutum dilekçesi ile gerekçe göstermeden temyiz ettiği, gerekçeli kararın 08.01.2018 tarihinde kendisine tebliği üzerine CMK’nın 295/1. maddesinde öngörülen 7 günlük yasal süreden sonra 22.01.2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesini verdiği anlaşılmakla; temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,” karar verilmiş,
Daire Üyeleri …; “…. Somut uyuşmazlığı oluşturan tartışmanın konusunu; ‘temyiz nedeni içermeyen süre tutum dilekçesiyle temyiz başvurusunda bulunan sanık veya müdafinin gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi günlük süre geçtikten ancak Yargıtay incelemesi yapılmadan önce ek temyiz dilekçesi sunup sunamayacağı, anılan bu ek dilekçe kapsamında temyiz denetiminin yapılıp yapılamayacağı’ hususu oluşturmaktadır.
İnsan Haklarına dayanan hukuk devletinde, hukukun üstünlüğü ilkesini hakim kılmak için gereken her türlü yapısal ve kurumsal hukuki reformların hayata geçirilmesi önem arz etmektedir. Hukukun üstünlüğünü sağlamanın önemli unsurlarından birisi, adil yargılanma ve adalete erişim hakkının tüm güvenceleriyle yaşama geçirilmesidir.
Adalete erişim bir hak olarak kabul edilmektedir. Adalete erişim bir hak olduğu için bu hakkın kullanımı yoluyla yasanın yorumu, anlaşılabilirliği ve dolayısıyla yararlanabilirliği sağlanıp, içtihatlar bu şekilde oluşturulmalıdır. Hakların tanınması yetmez, hakkın etkin kullanımını da sağlanması gerekir.
Yargı organlarının adalet dağıtmada kaçınma yetkileri yoktur. Anayasamız bunu ‘hiçbir mahkeme görev yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz’ biçiminde düzenlemiştir (m. 36/2). Adalet dağıtımından kaçınılması, hakkı teslim etmekten kaçınmak demektir.
Adalete erişim hakkı yargıya başvurma (dava açma), güvence oluşturan yasa yollarına başvurma ve yargı kararlarının uygulanmasını sağlama isteme haklarını güvence altına almaktadır. Temyiz yasa yolu, erişim hakkının adil yargıda zirveye ulaşmasını sağlamaktadır (Coulon, Jean-Marie/Roche, Marie-Anne Frison, s. 443).
Adil yargılanma hakkı, bağımsız ve tarafsız yargı mercileri önünde hakkını aramak, davacı veya davalı olabilmek, yargılama sırasında usuli güvencelere sahip olmak, yargılamanın makul sürede yapılması, mahkeme kararlarına karşı etkin hukuki denetim mekanizmalarının sağlanması gibi temel güvenceleri bünyesinde barındırmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyet’in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında ‘Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir’ hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir.
Ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarih ve 2014/5.MD-98 esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarih ve 2013/359 sayılı kararlarında;…Ceza Muhakemesinin amacı usul ve kuralların ön gördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir.
Medeni Muhakeme Hukukunda hakim, tarafların ileri sürdükleri olaylar, normlar, deliller ve isteklerle bağlı olmasına ve bunların ortaya koyduğu gerçekle yetinmek zorunda bulunmasına karşılık Ceza Muhakemesi Hukukunda, tarafların ileri sürdükleri delillerle yetinmeksizin maddi gerçeği araştırır. Ceza muhakemesinde kanuni delil sistemi çok istisnaidir (mesela duruşma tutanağı; duruşmada olup bitenler anca onunla kanıtlanabilir), onun dışında hukuka aykırı olmaması dışında her şey delil olarak ileri sürülebilir.
Adil yargılanma ve adalete erişim haklarının içerisinde barındırdığı mahkeme kararlarına karşı etkin hukuki denetim mekanizmaları sağlanması güvencelerinden biri olan Temyiz; kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan olağan bir kanun yoludur.
Temyiz CMK sistematiği içinde olağan kanun yolları arasında düzenlenmiştir. Bir yargılama organı tarafından verilen kararların başka bir merci tarafından denetlenmesi son derece önemlidir. Temyiz yoluyla bir ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanması sağlanmaktadır. Temyiz yoluyla daha önce bir yargı merci tarafından verilmiş olan kararların hukuka uygunluğu kontrol edilmektedir.
Temyiz incelemesinde, uyuşmazlığın sadece hukuki yönü, yani ilk derece veya bölge adliye mahkemesi tarafından tespit edilen maddi olayın hukuk normları karşısındaki durumu ele alınarak, hukuk normunun maddi olaya doğru bir şekilde uygulanıp uygulanmadığını denetlenmektedir.
5271 sayılı CMK’nın ‘Temyiz Başvurusunun İçeriği’ başlıklı 294/1. maddesi;
‘Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır’,
Aynı yasanın ‘Temyiz Gerekçesi’ başlıklı 295. maddesi ise,
‘Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir.’
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında;
Anılan yasal düzenlemelere bakıldığında, öncelikle temyiz başvurusu (dilekçesi, istidası) ile gerekçeli temyiz dilekçesi (temyiz layihası, ek dilekçe) arasındaki fark üzerinde durulması gereklidir. Bu dilekçelerin, tek bir dilekçe olarak birlikte verilmesi de mümkündür. Ancak uygulamada çoğunlukla kısa kararın tefhimiyle birlikte on beş günlük temyiz süresi başladığından, öncelikle süreyi kaçırmamak için temyiz başvurusunda bulunulması (temyiz başvuru dilekçesinin verilmesi) gerekmektedir. Uygulamacılar bu dilekçeye ‘süre tutum dilekçesi’ adını vermektedirler. Son derece yaygın olan bu yanlış tabir, verilen dilekçeyle temyiz süresinin durduğu gibi bir yanılgıyı da beslemektedir. Oysa bu dilekçe verilmekle temyiz gerçekleşmekte ve artık süre sorunu ortadan kalkmaktadır.
Gerekçeli temyiz dilekçesi (ek dilekçe, temyiz layihası) ise, temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. 5271 sayılı CMK’nın temyiz kanun yoluna ilişkin hükümlerinin yürürlüğe girmesinden önce, bu dilekçenin verilmesi zorunlu değildi. Zira CMUK’nın 314/2. maddesinde yer alan ‘temyiz nedenlerinin gösterilmemesinin temyiz incelemesine engel olmayacağına yönelik’ hükme dayanarak Yargıtay temyiz nedenlerini re’sen gözetebilmekteydi. 5271 sayılı CMK’nın kanun yollarına ilişkin hükümlerinin bir bütün olarak yürürlüğe girmesinin ardından, bu dilekçenin hangi aşamaya kadar verilmesi gerektiği konusu önem kazanmıştır.
Bir anlamda yasa koyucunun, hem muhakemeyi hızlandırmak, hem de asıl amacı ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlanmak olan Yargıtay’ın gereksiz iş yüküyle karşı karşıya kalmasını önlemek amacıyla “sırf temyiz nedeni gösterilmemesi” gerekçesiyle de olsa hukuka aykırı bir kararın kesinleşmesini göze aldığını söyleyebiliriz.
Ancak adil yargılanma ve adalet erişim hakkı açısından söz konusu hükümler irdelendiğinde, ‘hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığını somut bir şekilde göstermeyen’ temyiz dilekçesinin ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçelerinin, anılan yasal düzenlemeler karşısında reddedilmesi gerektiğinin kabulü, hem Anayasa’nın 2 ve 36. maddeleriyle hem AİHM’nin içtihatlarında yer alan ölçütler ile hem de ceza yargılamasının maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunması amacıyla uyumlu olduğunu söylemek güçtür.
Kanun’da her ne kadar ‘yedi gün içinde ek dilekçe verilir’ yazmaktaysa da, bu sürenin geçmesinden sonra fakat Yargıtay’ın incelemesinden önce Yargıtay’a ulaşan dilekçenin de kabul edilmesi gerekir. Bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Aksine bir kabul, medeni muhakeme yargılamasında olduğu gibi ceza yargılamasını da tamamen şekli bir yargılama vasfına getirir.
Sonuç olarak; bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Yargıtay’ın incelemesine kadar verilen ek dilekçe ve gösterilen temyiz nedenleri de, Yargıtay tarafından incelenmeli ve denetlenmelidir. Elbette söz konusu dilekçenin zamanında, tüm temyiz nedenlerini de gösterir şekilde hükmü veren mahkemeye verilmesi, olması gerekendir. Yargıtay’ın incelemesi sırasında, temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebinin yer almadığı anlaşılırsa, ancak o zaman temyiz isteminin reddedilmesi gerekir.
Bu cihetlerle, sayın çoğunluğun ‘temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediği ve gerekçeli kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde gerekçeli temyiz dilekçesini sunmadığı anlaşıldığından temyiz isteminin CMK’nın 298. maddesi uyarınca reddine’ ilişkin düşüncesine katılmak mümkün olmamıştır.” düşünceleriyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.02.2019 tarih ve 9424 sayı ile;… Sanık hakkında ilk derece mahkemesi tarafından atılı suçtan verilen mahkumiyet kararı ile ilgili olarak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 13/12/2017 gün ve 2017/147 Esas, 2017/489 Karar sayılı kararı ile istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir. Bu karar sanık ve müdafiinin yüzüne karşı verilmiş, sanık müdafii 13/12/2017 günü tefhim olunan hükmü 15/12/2017 günü temyiz etmiş, dilekçesinde ayrıntılı beyanlarını gerekçeli kararın tebliğinden sonra bildireceklerini belirtmiştir. Gerekçeli kararın 08/01/2018 günü tebliğini müteakip 22/01/2018 günü temyiz gerekçelerini içeren ayrıntılı dilekçesini dosyaya sunmuştur.
CMK.nun 2941/1 maddesi temyiz başvurusunun içeriğini düzenlemiş ve temyiz edenin hükmün hangi sebeplerden bozulması gerektiğini temyiz dilekçesinde göstermesini zorunlu kılmıştır. Eğer temyiz dilekçesinde temyiz nedenleri bildirilmemişse, CMK.nun 295/1 maddesi gereğince temyiz başvurusu için belirlenen sürenin geçmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde, hükmü temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesine temyiz nedenlerini içeren bir dilekçenin verilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Yüksek Dairenin itiraza konu kararında bu yasal düzenleme esas alınarak CMK.nun 295/1 maddesindeki yedi günlük sürenin geçmesinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesinin verilmesi nedeniyle temyiz isteminin reddine karar verilmişse de, Daire üyeleri Hakan Yüksel ve … Öztunç bu karara muhalif kalmışlardır. Muhalefet gerekçeleri anahatları ile; ‘…Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyet’in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan her alanda bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, konulan kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerini göz önünde tutan, hakların elde edilmesini kolaylaştıran, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında ‘Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir’ hükmüne yer verilmiştir. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının yanında, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir.
….Bir anlamda yasa koyucunun, hem muhakemeyi hızlandırmak, hem de asıl amacı ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı, aynı bir biçimde yorumlanması ve uygulanmasını sağlanmak olan Yargıtay’ın gereksiz iş yüküyle karşı karşıya kalmasını önlemek amacıyla ‘sırf temyiz nedeni gösterilmemesi’ gerekçesiyle de olsa hukuka aykırı bir kararın kesinleşmesini göze aldığını söyleyebiliriz.
Ancak adil yargılanma ve adalet erişim hakkı açısından söz konusu hükümler irdelendiğinde, ‘hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığını somut bir şekilde göstermeyen’ temyiz dilekçesinin ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçelerinin, anılan yasal düzenlemeler karşısında reddedilmesi gerektiğinin kabulü, hem Anayasa’nın 2 ve 36. maddeleriyle hem AİHM’nin içtihatlarında yer alan ölçütler ile hem de ceza yargılamasının maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunması amacıyla uyumlu olduğunu söylemek güçtür.
Kanun’da her ne kadar ‘yedi gün içinde ek dilekçe verilir’ yazmaktaysa da, bu sürenin geçmesinden sonra fakat Yargıtay’ın incelemesinden önce Yargıtay’a ulaşan dilekçenin de kabul edilmesi gerekir. Bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Aksine bir kabul, medeni muhakeme yargılamasında olduğu gibi ceza yargılamasını da tamamen şekli bir yargılama vasfına getirir.
Sonuç olarak; bir kere süresinde temyiz isteminde bulunulduktan sonra, Yargıtay’da incelemeye başlayıncaya kadar dilekçe veya dilekçeler verilmesine, bu dilekçelerde önceden belirtilmeyen yeni temyiz nedenleri belirtilmesinde herhangi bir engel yoktur. Yargıtay’ın incelemesine kadar verilen ek dilekçe ve gösterilen temyiz nedenleri de, Yargıtay tarafından incelenmeli ve denetlenmelidir. Elbette söz konusu dilekçenin zamanında, tüm temyiz nedenlerini de gösterir şekilde hükmü veren mahkemeye verilmesi, olması gerekendir. Yargıtay’ın incelemesi sırasında, temyiz dilekçesinde herhangi bir temyiz sebebinin yer almadığı anlaşılırsa, ancak o zaman temyiz isteminin reddedilmesi gerekir.’ şeklindedir.
Süresinde verilen temyiz dilekçesinin, hükmün hangi nedenlerden bozulmasının istendiğine dair ayrıntıyı içermemesi halinde, yasa koyucu tarafından CMK.nun 295/1 maddesi gereğince temyiz edene yedi günlük bir ek süre verilmiş ve somut olayda bu süre aşılmıştır. Ancak iki Yüksek Daire üyesinin yukarıda anahatları ile alıntılanan gerekçelerle işin esasına girilmesi gerektiğine dair muhalefet şerhleri de nazara alınarak, uygulamada oluşan tereddütlerin giderilmesi bakımından temyiz isteminin reddine dair bu karara itiraz etmek gerekmiştir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 25.03.2019 tarih, 2648-2010 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık müdafisinin 13.12.2017 tarihinde süresi içinde temyiz dilekçesi ve 08.01.2018 tarihinde tebliğ edilen gerekçeli karardan sonra ise 22.01.2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesi sunması karşısında, CMK’nın 295/1. maddesinde belirtilen 7 günlük süreden sonra sunulan bahse konu gerekçeli temyiz dilekçesine istinaden temyiz incelemesinin yapılıp yapılmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’in silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.03.2017 tarihli ve 112-110 sayılı hükme yönelik sanık ve sanık müdafisi tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dosyayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince 13.12.2017 tarih ve 147-489 sayı ile duruşma açılarak yapılan yargılama sonucunda istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, kurulan hükme karşı yasa yolları, şekli, süreleri ve sonuçlarına ilişkin olarak hüküm fıkrasının sonunda;
“Dair sanığın yüzüne karşı, sanık müdafinin yokluğunda, BAM Cumhuriyet Savcısı Ahmet Hamdi Kaya’nın katılımıyla, mütalaaya uygun, CMK’nin 280/2 ve 286 maddeleri uyarınca verilen karara yönelik olarak, duruşmada hazır bulunanlar yönünden tefhim tarihinden, yokluğunda karar verilenler yönünden ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içerisinde hükmü veren Dairemize bir dilekçe verilmesi ya da zabıt kâtibine beyanda bulunup tutanak tutturup hâkime onaylatmak veya bir başka ilk derece ceza mahkemesi ya da bölge adliye mahkemesi ceza dairesi aracılığıyla dilekçe gönderilmek, ilgilinin ceza evinde bulunması halinde, ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürüne beyanda bulunmak veya bu hususta bir dilekçe vermek suretiyle, CMK’nin 286/1 maddesi uyarınca Yargıtay ilgili Ceza Dairesinde TEMYİZ kanun yolu açık olmak üzere” şeklinde ihtarda bulunulduğu,
Sanığa 13.12.2017 tarihinde hükmün tefhim edildiği, sanık müdafisinin aynı gün kararı temyiz ettiği ve gerekçeli karar tebliğ edildiğinde ayrıntılı beyanların sunulacağına ilişkin temyiz dilekçesi verdiği, sanık müdafisine gerekçeli kararın 08.01.2018 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği ancak yapılan tebligatta temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesine ilişkin sürenin belirtilmediği gibi sunulmaması hâlinde sonuçlarının ne olacağına da yer verilmediği, sanık müdafisi tarafından temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin 22.01.2018 tarihinde verildiği,
Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 03.12.2018 tarih ve 1923-4741 sayı ile; 13.12.2017 tarihinde sanığın yüzüne karşı tefhim olunan hükmü sanık müdafisinin 15.12.2017 havale tarihli süre tutum dilekçesi ile gerekçe göstermeden temyiz ettiği, gerekçeli kararın 08.01.2018 tarihinde sanık müdafisine tebliğ edildiği, CMK’nın 295/1. maddesinde gösterilen 7 günlük yasal süreden sonra 22.01.2018 tarihinde gerekçeli temyiz dilekçesini verdiği gerekçesiyle temyiz isteminin CMK’nın 298. maddesi uyarınca oy çokluğuyla reddine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir çözüme ulaşılabilmesi bakımından, kanun yoluna başvuru hakkının hukuki niteliği, temyiz başvuru usulü ve başvuru üzerine yapılacak işlemlerin ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’daki düzenlemeler ile 5271 sayılı CMK ve 1412 sayılı CMUK hükümlerinin kıyasen değerlendirilmesiyle temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağına değinilmesi gerekmektedir.
Anayasamızın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinin ikinci fıkrası “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmünü içermektedir.
İlk derece mahkemesinin hükümlerine karşı kanun yoluna başvuru hakkının sözleşme kapsamında korunması gereken bir hak olarak kabul edilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 nolu protokolle gerçekleşmiştir. Protokol, 22.11.1984 tarihinde imzalanmış, 01.11.1988’de yürürlüğe girmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 25.03.2016 tarihinde onaylanarak iç hukukumuzun bir parçası hâline gelmiş bulunmaktadır. Protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesi “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.
2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan protokol ile adil yargılama ilkesi kapsamında cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı kabul edilmiştir. Bu hakkın istisnaları ikinci fıkrada gösterilmiş olup yasada düzenlenmiş hâliyle az önemli suçlar ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılanması ve beraat kararının temyiz edilmesi sonrası verilen mahkûmiyet hâlleridir. Bazı görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanması hâlinde bu istisna uygulanabilecektir. Sözleşmede istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek iki dereceli sistem benimsendiği anlaşılmaktadır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin ikinci fıkrası;
“Hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir.”,
“Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesi;
“(1) Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.
(2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.”,
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232. maddenin 6. fıkrası;
“Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.”,
“Eski hâle getirme” başlıklı 40. maddesi;
“(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir.
(2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır.”,
“Temyiz istemi ve süresi” başlığını taşıyan 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesi;
“(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
(2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.” şeklinde düzenlenmiş iken, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik ile;
“(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.
(2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.”,
“Temyiz başvurusunun içeriği” başlığını taşıyan 294. maddesi;
“(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
(2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.”,
“Temyiz gerekçesi” başlığını taşıyan 295. maddesi ise;
“(1) Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir.
(2) Temyiz, sanık tarafından yapılmış ise, ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.
(3) Müdafii yoksa sanık, tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapacağı bir beyanla gerekçesini açıklayabilir; tutanak hâkime onaylatılır. Sanığın yasal temsilcisi ve eşi hakkında 262 nci madde, tutuklu sanık hakkında ise 263 üncü madde hükümleri saklıdır.”
Hükümlerini içermektedir.
Bir kanun yolu başvurusunun esas yönünden mercisince incelenmesi, Anayasamızın 36. maddesinde yer bulan adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan mahkemeye erişim hakkı kapsamında kalmaktadır.
Anayasamızın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesi “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” şeklindedir.
Öğretide de kanun yoluna başvurmanın bir insan hakkı olduğu ifade edilmiştir (Yenisey-Nuhoğlu, Ceza Muhakeme Hukuku, 4. Baskı, s. 838.).
Görüldüğü üzere; temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına bağlıdır. Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkı da bu anlamda mutlak olmayıp sınırlamalara konu olabilir. Ancak ölçülülük ilkesi uyarınca sınırlamaların mahkemeye erişimi imkânsız hâle getirmemesi ya da aşırı derecede zorlaştırmaması da gerekir.
Anayasal ve yasal nitelikteki söz konusu emredici düzenlemelerden anlaşılacağı üzere; verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve mercisinin tereddüde yer vermeyecek açıklıkta yargı mercilerince taraflara bildirilmesi gerektiği şeklindeki düzenleme ile kanun koyucunun Anayasa’daki emredici düzenlemeye paralel şekilde ilgililerin “kanun yolu” başvurularında hak kayıpları ile sonuçlanabilecek yanılgıyı önlemek için ayrıntılı düzenleme yapmak ihtiyacını hissettiği görülmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da kanun yoluna başvurma hakkının belli bir süre koşuluna bağlanması, hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması gibi önemli ve meşru bir amaca hizmet etmekte olduğu, bu bakımdan iç hukuktaki usullerin belirli ve öngörülebilir olması koşuluyla yargısal başvuruların birtakım kurallara tabi tutulmasının tek başına mahkemeye erişim hakkının ihlali olarak değerlendirilemeyeceği ancak mahkemelerin iç işleyişlerine ilişkin süreçlerdeki aksama ve hatalardan kaynaklanan sorumluluğun ilgililere yüklenemeyeceği ve dava açma sürelerini düzenleyen karışık ve dağınık olan mevzuatın aşırı şekilci yorumunun mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceği kabul edilmiştir.
Süresi içinde vermiş olduğu dilekçeyle sebep göstermeksizin hükmü temyiz eden tarafın, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya kararın kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içinde sunacağı dilekçeyle sebep bildirmesi gerekmektedir. Bu sürenin “hak düşürücü” veya “düzenleyici” nitelikte olduğu uygulamada ve doktrinde tartışmalıdır. Hukuki bir konuda kesin çizgilerle ayrışmış bir tartışma varsa ve yargı organları aynı konuda farklı sonuçlara varıyorlarsa taraflar açısından yasanın öngörülebilirliği ilkesinde sorun olduğu sonucuna ulaşılabilecektir. Nitekim 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama, sistemde değişiklik yapan ve istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı CMK’nın uygulandığı ilk dönemlerde yanılgı hâli olarak makul görülebilecektir. Kaldı ki, CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında 7 gün olan temyiz süresi, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu 15 gün olarak yeniden düzenlenmiş, CMK’nın 295. maddesinin birinci fıkrasında yer alan temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesine dair 7 günlük sürede ise herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Bu husus da, avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçeyi verebilecekleri süre konusunda yanılmalarını mümkün kılmaktadır.
Hukuk devleti olmanın sorumluluğu bağlamında verilen kararlar ile kurulan hükümlere karşı yasa yolları, şekli, süreleri ve sonuçlarının ilgililere açıkça bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi hâlinde, yasal sürelerin tebligat tarihinden itibaren değil ancak öğrenme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, öğrenme tarihi kesin olarak belirlenebilen hâller dışında taraf beyanının esas alınması gerekliliğinden hareketle, usulüne uygun sebep içeren dilekçe var ise bu kapsamda temyiz incelemesi yapılması, aksi hâlde ilgiliye yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılacak meşruhatlı tebligatla 7 günlük süre içinde yasal düzenlemeye uygun sebep bildirmemesi hâlinde sebep yokluğundan temyiz talebinin reddedileceği ihtar edilmeli, sonucuna göre esasa ilişkin temyiz incelemesi yapılıp yapılmayacağına karar verilmelidir.
Her ne kadar mesleği bir kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan ve sanığın savunmasını üstlenen; savunma ve kanun yollarına başvuru için yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan müdafinin, temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesi süresinin, temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde olduğunu bilmemesinin düşünülemeyeceği değerlendirilerek, kanun yolu bildirimindeki bu eksiklik müdafi açısından bir yanılgı ve bu bağlamda hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacağı söylenebilir ise de; açıklandığı üzere istinaf mahkemelerini faaliyete geçiren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay tarafından sebep içermeyen temyiz taleplerinin incelenmesine ilişkin yerleşik uygulama terk edilmiş, 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu 7 gün olan temyiz süresi 15 gün olarak yeniden belirlenmiş ancak temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin sunulmasına ilişkin 7 günlük sürede bir değişikliğe gidilmemiş ve böylelikle kısmen karmaşık bir sistem kabul edilmiş olması nedenleriyle avukatlar da dahil olmak üzere başvurucuların söz konusu sürede yanılmalarının mümkün olduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın yüzüne karşı 13.12.2017 tarihinde hükmün tefhim edildiği, sanık müdafisi aynı gün kararı temyiz ettiği ve gerekçeli karar tebliğ edildiğinde ayrıntılı beyanların sunulacağına ilişkin temyiz dilekçesi verildiği, sanık müdafisine gerekçeli kararın 08.01.2018 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği ancak yapılan tebligatta temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin verilmesine ilişkin süre belirtilmediği gibi sunulmaması hâlinde sonuçlarının ne olacağına da yer verilmediği, sanık müdafisi tarafından temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin 22.01.2018 tarihinde verildiği, ayrıca hükümde de CMK’nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren (7) gün içerisinde verilmesi gerektiğinin bildirilmediği anlaşılan dosyada;
Hükümde CMK’nın 295. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya tebliğden itibaren (7) gün içerisinde verilmesi gerektiğine ve sunulmaması hâlinde sonuçlarının ne olacağına değinilmediği gibi bu hususun meşruhatlı tebligat ile de bildirilmediği anlaşıldığından, sanık müdafisinin temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden ve gerekçeli kararın 08.01.2018 tarihinde tebliğinden itibaren yedi gün geçtikten sonra sunduğu 22.01.2018 tarihli temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin öğrenme üzerine ve süresinde olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle Özel Dairece, sanık müdafisinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi isabetli değildir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının DEĞİŞİK GEREKÇE İLE KABULÜNE,
2- Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 03.12.2018 tarihli ve 1923-4741 sayılı temyiz isteminin reddine ilişkin kararının temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçenin süresinde olması nedeniyle KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, sanık müdafisince yapılan temyiz başvurusunun incelenmesi için Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 13.12.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.