Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2019/371 E. 2020/422 K. 15.10.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/371
KARAR NO : 2020/422
KARAR TARİHİ : 15.10.2020

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 31-821

Sanık … hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan yapılan yargılama sonucu TCK’nın 129/1. maddesi uyarınca ceza verilmesinden vazgeçilmesine ilişkin Denizli (Kapatılan) 4. Sulh Ceza Mahkemesince 04.06.2013 tarih ve 221-497 sayı ile verilen hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 21.10.2015 tarih ve 6772-8788 sayı ile :
“İlçe kaymakamı olarak görev yapan sanık …’in, olay tarihinde katılanın hemşire olarak görev yaptığı Devlet Hastanesi acil servisine giderek eşine iğne yaptırmak istemesi karşısında, katılan …’ın iğne yapmak için sanıktan iğneye ait reçete istemesi ve sanığın reçetenin yanında olmadığını, yapılacak iğnenin yedinci olduğunu, daha önce de hastanede iğne yaptırdıklarını, ilçe kaymakamı olduğunu, enjeksiyon defterinden baktığında eşinin ismini göreceğini söylemesi üzerine, katılanın her iğnenin farklı olduğunu belirterek reçete hususunda ısrarcı olması sonucu, sanığın da iğneyi başka bir hemşireye vurdurup tanık doktor İsmail Pekel’e katılanı kastederek ‘salak, geri zekalı, bize bunu yapan vatandaşa kim bilir ne yapar’ şeklinde hakaret etmesi ve söylemin tanıklar …, …, … tarafından doğrulanması olayında, mahkemenin, görevini çalışma usullerine uygun bir şekilde ifa etmek isteyen katılanın eylemini haksız tahrik kabul ederek, sanığın mahkûmiyeti yerine, kanuni olmayan gerekçe ile ceza vermeye yer olmadığına verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda sanığın TCK’nın 125/1-3-a, 62/1 ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 6.080 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Denizli 10. Asliye Ceza Mahkemesince 07.06.2016 tarih ve 31-821 sayı ile verilen hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 21.11.2018 tarih ve 16371-15415 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 04.04.2019 tarih ve 29955 sayı ile;
“…Anayasanın 128/1. maddesinde ‘Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.’ hükmü mevcuttur. Katılan devlet memuru olmasına rağmen yaptığı işin kamu hizmeti olduğu dikkate alındığında öncelikli görevinin vatandaşa sorun çıkarmak değil, vatandaşın sorununu çözmek ve hizmetini görmek olduğu kuşkusuzdur. Dolayısı ile katılan reçete bulunamaz ise sorunu, en çabuk şekilde deftere bakma ya da doktora sorma yolu ile çözerek iğneyi yaparak hastanın tedavisine katkı sağlaması gerekirdi.
Sanığın eşinin hasta olması, doktor tarafından yazılan 10 adet iğneden 6 adedinin yapıldığı 7. iğneyi yaptırmak için gittiklerinde katılanın reçeteyi sorduğu, yanlarında olmaması sonrasında deftere bakma ya da doktora danışma yoluyla vatandaşın işini görmesi gereken katılanın bunu yapmayarak ‘Beni ilgilendirmez reçetenizi verin yoksa yapmam.’ diyerek tartışmayı başlattığı, eşinin hastalığı ve iğnenin basit bir inceleme ile vurulması mümkün iken bunu yapmayan katılanın haksız davranışı ile çıkan tartışma sonrasında sanığın eylemin gerçekleştiği anlaşıldığı halde TCK’nın 129. maddesinin uygulanması gerekirken uygulanmadan hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03/02/2009 tarih ve 2008/11-250 Esas, 2009/13 sayılı Kararında da açıklandığı üzere, CMK’nın 231/6-c maddesinde düzenlenen ‘giderilmesi gereken zarar’ kavramının, somut, belirlenebilir maddi zarar olduğu, manevi zararı kapsamadığı, işlediği kabul edilen hakaret suçunda meydana getirdiği somut maddi bir zarardan söz edilemeyeceği gözetilerek, suç tarihinde göre sabıka kaydı bulunmayan sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemesi de doğru olmamıştır…” görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 19.06.2019 tarih ve 3583-10875 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükümlü hakkında, hakaret suçuna ilişkin özel haksız tahrik düzenlemesi içeren TCK’nın 129. maddesinin ilk fıkrasının uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığı ve CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Dosyada mevcut aynı yevmiye numaralı ve tarihli iki vekâletname örneğinden birisinde Avukatlar … ve …’in, diğerinde ise … ve …’nın hükümlü tarafından vekil tayin edilmesi, Avukat … tarafından “aslı gibidir” yapılan her iki vekâletname örneğinde de ilgili noterin imzasının veya mührünün bulunmaması ve hükümlünün aşamalarda müdafi yardımından faydalanma iradesini ortaya koymuş olması karşısında, söz konusu vekâletnamelerin geçerli olup olmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediğinin ve özel yetkilendirmesi bulunmayan vekilin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme hususundaki beyanın yeterli olup olmadığının,
2- Tanıklar … ve …’in istinabe mahkemesinde dinlenme yöntemlerinin CMK’nın 52. maddesinin birinci fıkrasına aykırılık oluşturup oluşturmadığının ve bu hâliyle anılan tanıkların beyanlarının hükme esas alınıp alınmayacağının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Acıpayam Sulh Ceza Mahkemesinin 30.04.2013 tarihli oturumuna ilişkin duruşma tutanağına göre; tanıklar … ve …’in geldiklerinin görüldüğü, tanıkların huzura alınarak hüviyet tespitine geçildiği, CMK’nın 53, 55, 59 ve 60. maddeleri uyarınca tanıklara gerekli bilgilendirme ve ihtarların yapıldığı, yemin verdirildiği, talimat evrakının okunduğu ve ardından tanıklık yapacakları olaya ilişkin bilgi ve görgülerinin sorulduğu, tanıkların ayrı ayrı salona alındıklarına dair tutanakta bir ibare bulunmadığı, gerekçeli kararda bu tanıkların beyanına da yer verilerek tüm delillerin birlikte değerlendirildiği,
CMK’nın 231. maddesinin hakkında uygulanmasını isteyip istemediği hususuna ilişkin olarak sanığın 19.02.2016 tarihinde istinabe mahkemesinde; “Ben bu konuda şu anda bir beyanda bulunmak istemiyorum. Duruşma günü avukatım bu konuda beyanda bulunacaktır. Ayrıca ben de duruşmada hazır bulunacağım için orada bu hususta beyanda bulunmak istiyorum.” dediği, ancak Yerel Mahkemedeki oturumlara iştirak etmediği,
07.06.2016 tarihli celsede sanık müdafisi … tarafından muvafakatname ile duruşmalara girmesi için yetkilendirilen Stajyer Avukat Alper Güleç’in sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediğini belirttiği, ayrıca esasa ilişkin savunmalar içeren, 31.05.2016 tarihli hâkim havalesi bulunan imzasız dilekçede de CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına muvafakat edilmediğinin yazıldığı,
Dosya içerisinde sanık müdafisi tarafından farklı aşamalarda sunulan iki vekâletname örneğine göre; vekâletnamelerden birisinin yargılama aşamasında 10.04.2013 hâkim havalesiyle dosyaya sunulmuş olduğu, diğerinin ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz kanun yoluna gidilmesi amacıyla sunulan 06.03.2019 havale tarihli dilekçe ekinde yer aldığı, her iki vekâletname örneğinin de; 20.03.2013 tarihli ve 00463 yevmiye numaralı olduğu, “Serinhisar Noterliği Noterliği” tarafından düzenlendiklerinin yazıldığı, noterin adı soyadı, imzası veya mührünün bulunmadığı, Av. … tarafından “aslı gibidir” şeklinde kaşelendikleri, 10.04.2013 havale tarihli örnekte vekil olunanlar … ve … iken diğerinde … ve …’in vekil tayin edildikleri, vekâletname örneklerinde vekilin, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeyeceğine dair bir yetkisinin bulunmadığı,
Anlaşılmıştır.
1- Dosyada mevcut aynı yevmiye numaralı ve tarihli iki vekâletname örneğinden birisinde Avukatlar … ve …’in, diğerinde ise … ve …’nın hükümlü tarafından vekil tayin edilmesi, Avukat … tarafından “aslı gibidir” şeklinde kaşelenen her iki vekâletname örneğinde de ilgili noterin imzasının veya mührünün bulunmaması ve hükümlünün aşamalarda müdafi yardımından faydalanma iradesini ortaya koymuş olması karşısında, söz konusu vekâletnamelerin geçerli olup olmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediğinin ve özel yetkilendirmesi bulunmayan vekilin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme hususundaki beyanın yeterli olup olmadığı;
Hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına ilişkin bir değerlendirme yapılması için, 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde öngörülen şartların oluşup oluşmadığı ve bu hükmün uygulanıp uygulanmayacağı hâkim tarafından her olayda re’sen değerlendirilip takdir edilmeli ve denetime imkân verecek biçimde kararda gösterilmelidir. Bu doğrultuda objektif koşulların gerçekleşmesi ile birlikte “Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılmasına” ilişkin takdire dayanan subjektif koşulun da gerçekleşmesi gerekmektedir.
6008 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendinin sonuna “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” cümlesi eklenmiş olup Kanun koyucu bu değişikliğin gerekçesini “…Uygulamada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesiyle yargı yoluna müracaat hâlinde beraat edeceğini düşünen sanığın bu hakkı elinden alınmaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları itiraza tabi olup; uygulamada itiraz mercii kararları şeklen incelemektedir. Her iki durumda da sanığın suçsuzluğunu ispat amacıyla kararı temyiz incelemesine götürmesi mümkün değildir. Bu sebeple sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı olduğunu beyan etme ve dolayısıyla temyiz mahkemesinde beraat etme hakkının elinden alınmaması düşüncesiyle anılan hükmü ihdas eden madde eklenmiştir.” şeklinde açıklamıştır. Öyleyse, suça ve sanığa ilişkin diğer şartlar gerçekleşmiş olsa dahi sanığın kabul etmediğine dair beyanının olması durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyecektir.
CMK’nın 231. maddesinin 6. fıkrasının (c) bendinin son cümlesinde “Sanığın kabul etmemesi” ibaresine yer verildiğinden, madde metnindeki cümlenin lafzından kanun koyucunun “olumsuz bir şart” getirdiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasını değil uygulanmamasını şarta bağladığı, açıkça reddetmediği durumlarda sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebileceği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul edip etmediği hususunda susması veya açıkça reddettiğine dair bir cevap vermemesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecektir. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.12.2010 tarihli ve 234-252 sayılı kararında sanığın, açıkça kabul etmeme yönünde irade beyan etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği ifade edilmiştir.
Bu kapsamda; öncelikle yargılama sırasında hazır bulunan sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun anlam ve sonuçları hakkında bilgilendirilmesi, bu husustaki iradesinin belirlenmesi bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini isteyip istemediğinin sanıktan sorulması ve kabul edip etmediğine ilişkin yapılan açıklamanın duruşma tutanağına geçirilmesi gerekli olup açıkça hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediğine dair beyanda bulunmayan sanık hakkında, diğer şartların varlığı hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi mümkündür.
Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanı niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı bir hak ve yetkidir. Şahsa sıkı surette bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinilmeye razı olma ve şikâyetten vazgeçme gibi bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır. Ancak, Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre, vekil aracılığıyla kullanılabilen şahsa sıkı sıkıya bağlı haklar ancak vekâletnamede bu hususta özel bir yetkinin bulunması hâlinde vekil tarafından kullanılabilir. Bu hakların vekil aracılığı ile kullanıldığı hâllerde ya bu hususta avukata verilmiş özel bir yetki bulunmalı ya da bu yetki bulunmaksızın avukat tarafından gerçekleştirilen işleme hak sahibi sonradan izin vermelidir.
Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediği yönündeki beyan hakkı tıpkı ifade ve sorgu gibi şahsi bir haktır ve sanık tarafından kullanılmalıdır. Sanık müdafisi nasıl ki temsilcisi olduğundan bahisle sanığın yerine sorgulanamaz ise sanığın yerine hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanda da bulunamaz. CMK’nın 231. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendinin “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’da, duruşmalarda sanığı temsil eden sanık müdafisinin sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğine dair beyanda bulunabileceğine ilişkin bir usul kuralının yer almaması, kanun koyucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme yetkisini münhasıran sanığa vermesinin bilinçli bir tercih olduğunu göstermektedir. CMK’nın 226/4. maddesinde ek savunma hakkına ilişkin olarak müdafisinin sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanacağını kabul eden kanun koyucu, sanık müdafisinin de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanda bulunabileceğine ilişkin olarak benzer bir düzenleme yapma imkanına sahipken bu yola başvurmamak suretiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kabul etmeme hakkının sanığa ait olduğunu belirtmiştir.
Ceza muhakemesi hukukunda kural olarak kıyas yapılabilmesi mümkün ise de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler ile yalnızca belli kişi veya durumlar için öngörülen istisnai nitelikteki hükümlerin uygulanmasında kıyas veya kıyasa yol açacak şekilde genişletici yorum yapılamaz. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme de yalnızca sanığa tanınan şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olup vekâletnamede buna ilişkin özel yetki bulunmadığı sürece söz konusu hakkın kullanılması müdafiye devredilemez. Zira şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarda hakkın devredilemeyeceğine dair kurala ancak yasal düzenleme ile istisna getirilmesi mümkündür.
Öte yandan müdafilik sıfatının kazanılması ve bu görevin tanıdığı yetkilerin icra edilmesi için taraflar arasında bir vekâlet sözleşmesi gereklidir. Bu sözleşmenin mutlaka noter tarafından düzenlenmiş hatta yazılı bir vekâletname şeklinde olması gerekmemekte ve ceza yargılaması hukukunda avukatın vekil tayin edildiğinin mahkemeye usulüne göre bildirilmesi yeterli olsa da genellikle noterde düzenlenmiş vekâletname ile müdafi yetkilendirilmesinin yaygın bir uygulama olduğu bilinmektedir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Örnek çıkarabilme ve tebligat yapabilme hakkı” başlıklı 56. maddesi ise;
“Usulüne uygun olarak düzenlenen ve avukata verilmiş olan vekaletname 52 nci maddede yazılı dosyada saklanır. Avukat, bu vekaletnamenin örneğini çıkarıp aslına uygunluğunu imzası ile onaylayarak kullanabilir. Avukatın çıkardığı vekaletname örnekleri bütün yargı mercileri, resmi daire ve kurumlar ile gerçek ve tüzel kişiler için resmi örnek hükmündedir.
Asıllarının verilmesi kanunda açıkça gösterilmiyen hallerde avukatlar, takibettikleri işlerde, aslı kendilerinde bulunan her türlü kağıt ve belgelerin örneklerini kendileri onaylıyarak yargı mercileri ile diğer adalet dairelerine verebilirler.
(Değişik : 23/1/2008 – 5728/330 md.) Aslı olmayan vekaletname veya diğer kağıt ve belgelerin örneğini onaylayan yahut aslına aykırı örnek veren avukat, üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Avukatlar, vekalet aldıkları işlerde, ilgili yargı mercii aracılığı ile ve bu yargı merciinin tebliğat konusunda bir kararı olmaksızın, diğer tarafa adli kağıt ve belge tebliğ edebilirler. Tebliğ edilen kağıt ve belgelerin birer nüshası, gerekli harc, vergi ve resim ödenmek şartiyle, ilgili yargı merciinin dosyasına konur.
(Ek : 2/5/2001 – 4667/36 md.) Avukatlar veya avukatlık ortaklığı başkasını tevkil etme yetkisini haiz oldukları bütün vekâletnamelerini kapsayacak şekilde bir başka avukata veya avukatlık ortaklığına vekâletname yerine geçen yetki belgesi verebilir. Bu yetki belgesi vekâletname hükmündedir.
(Ek : 2/5/2001 – 4667/36 md.) Vekâletnameler Türkiye için tek tip olup, vekâletnamenin biçim ve içeriği Türkiye Barolar Birliği ile Türkiye Noterler Birliği tarafından hazırlanır.” şeklinde olup avukatın usulüne uygun olarak düzenlenen ve kendisine verilmiş olan vekâletnamenin örneğini çıkarıp aslına uygunluğunu imzası ile onaylayarak kullanabileceği, avukatın çıkardığı vekâletname örneklerinin yargı mercileri önünde resmî örnek niteliğinde olduğu, asıllarının verilmesi kanunda açıkça gösterilmeyen hâllerde avukatlar, takip ettikleri işlerde, aslı kendilerinde bulunan her türlü kâğıt ve belgelerin örneklerini kendileri onaylayarak yargı mercilerine verebileceği, avukatların başkasını tevkil etme yetkisini haiz oldukları bütün vekâletnamelerini kapsayacak şekilde bir başka avukata vekâletname yerine geçen yetki belgesi verebileceği, bu yetki belgesinin vekâletname hükmünde olduğu hüküm altına alınmıştır.
Vekâletname, müvekkil ile vekil arasındaki temsil yetkisinin kapsamını ortaya koyan yazılı bir belge niteliğinde olup üçüncü kişiler ve mahkeme önünde ilişkinin belirlenmesi açısından önem taşır. Fakat bazı durumlarda bu belgede geçerliliği etkileyen birtakım eksikliklerin bulunması ve dolayısıyla taraflar arasındaki sözleşmenin kapsamı geçerli bir belge ile mahkeme nezdinde gösterilemediği için vekâlet ilişkisinin neyi kapsayıp kapsamadığının anlaşılamaması mümkün olabilir. Örneğin, vekilin özel yetki gerektiren bir hususta işlem yapma iradesini ortaya koyması hâlinde bu hususta yetkilendirilip yetkilendirilmediğinin tespiti için mevcut vekâletnamesinin incelenmesi gerekebilir. Ancak sunulan vekâletnamenin içeriğinde noter tarafından düzenlendiği ya da onaylandığı belirtilmesine karşın vekaletnameyi düzenleyen noterin adı soyadı belli değil ya da imzası ve mührü yoksa ve özel yetki gerektiren hususa ilişkin müvekkilin daha önceden de vekili açık bir yetkilendirmesi bulunmuyorsa, yazılı vekâletnamenin geçerli olup olmadığının ve müvekkilin vekile özel yetki verip vermediğinin araştırılması gereklidir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
Dosya içerisinde sanık müdafisi tarafından biri yargılama aşamasında 10.04.2013 tarihli hâkim havalesiyle dosyaya sunulan diğeri ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz kanun yoluna gidilmesi amacıyla ibraz edilen 06.03.2019 havale tarihli dilekçe ekinde yer alan iki vekâletname örneğinin bulunduğu, her iki vekâletname örneğinin de 20.03.2013 tarihli ve 00463 yevmiye numaralı olduğu, “Serinhisar Noterliği” tarafından düzenlendiklerinin yazıldığı, noterin adı, soyadı, imzası veya mührünün bulunmadığı, Av. … tarafından “aslı gibidir” şeklinde kaşelendikleri, 10.04.2013 havale tarihli örnekte vekil olunanlar … ve … iken diğerinde … ve … olduğu, vekâletname örneklerinde vekilin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeyebileceğine dair bir yetkisinin bulunmadığı, diğer taraftan hakkında CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasını isteyip istemediği hususuna ilişkin olarak sanığın 19.02.2016 tarihinde istinabe mahkemesinde “Ben bu konuda şu anda bir beyanda bulunmak istemiyorum. Duruşma günü avukatım bu konuda beyanda bulunacaktır. Ayrıca ben de duruşmada hazır bulunacağım için orada bu hususta beyanda bulunmak istiyorum.” şeklinde beyanda bulunduğu, ancak Yerel Mahkemedeki oturumlara iştirak etmediği, 07.06.2016 tarihli celsede sanık müdafisi … tarafından muvafakatname ile duruşmalara girmesi için yetkilendirilen Stajyer Avukat Alper Güleç’in sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediğini beyan ettiği, ayrıca esasa ilişkin savunmalar içeren, 31.05.2016 tarihli hâkim havalesi bulunan imzasız dilekçede de CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına muvafakat edilmediğinin yazıldığı anlaşılan dosya kapsamında;
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kabul edilmediğine dair beyanın niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı bir hak olması, bu niteliği haiz haklarda hakkın devredilemeyeceğine dair kurala ancak yasal düzenleme ile istisna getirilmesi mümkün olup CMK’nın 231. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendinde müdafinin değil sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğinin düzenlenmesi ve aynı Kanun’da duruşmalarda sanığı temsil eden sanık müdafisinin sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğine dair beyanda bulunabileceğine ilişkin bir usul kuralının yer almaması nedeniyle ancak vekâletnamede bu hususta özel bir yetkinin bulunması hâlinde sanık müdafisi tarafından bu hak ve yetki kullanılabilecektir.
Avukat tarafından dosyada mevcut “aslı gibidir” şeklinde kaşelenen vekâletname örneklerinde ilgili noterin adı, soyadı, imzası veya mührü bulunmadığı gibi aynı tarihli ve yevmiye numaralı olmalarına rağmen farklı avukatların da yetkilendirildiklerinin anlaşılması karşısında bu hâliyle dosyada geçerli bir vekâletname örneği bulunmadığından, öncelikle taraflar arasında geçerli bir vekâlet sözleşmesinin bulunup bulunmadığı araştırılmalı, usulüne uygun olarak tertip edilmiş vekâletnamenin aslı ya da onaylı örneği temin edilip incelenerek vekilin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme hususundaki beyanının değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
2- Tanıklar … ve …’in istinabe mahkemesinde dinlenme yöntemlerinin CMK’nın 52. maddesinin birinci fıkrasına aykırılık oluşturup oluşturmadığının ve bu hâliyle anılan tanıkların beyanlarının hükme esas alınıp alınmayacağı;
Ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir.
Tanık beyanları da usulünce elde edildiğinde ceza yargılamasında önemli bir delil niteliğini haizdir. Tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyusu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir. Herkes tanık olma ehliyetine sahip olduğundan çocuklar ve akıl hastalarının da tanıklığına başvurabilecektir. Ancak tanığın anlatımlarına itibar edilip edilmeyeceği yargılama makamının takdirindedir. Ceza muhakemesinde, tanık dinlemeye yetkili makam soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ise mahkeme, naip hakim veya istinabe olunan hakimdir.
Tanıklık, kamu hukukundan doğan toplumsal bir ödevdir. Bu nedenle tanığın, hukuka uygun olarak yapılan davet üzerine adli makamlar önüne gelmek, bildiklerini doğru olarak anlatmak ve yemin etme ödevi bulunmaktadır.
Tanıkların dinlenme usulüne ilişkin olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nda birtakım düzenlemeler yer almaktadır.
Bu bağlamda CMK’nın “Duruşmanın başlaması” başlıklı 191. maddesi;
“(1) Sanığın ve müdafiinin hazır bulunup bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri saptanarak duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar.
(2) Tanıklar duruşma salonundan dışarı çıkarılırlar.
(3) Duruşmada, sırasıyla;
a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,
b) (Değişik: 24/11/2016-6763/29 md.) İddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır,
c) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147 nci maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,
d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır.”
“Tanıkların dinlenmesi” başlıklı 52. maddesi ise;
“(1) Her tanık, ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir.
(2) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin hâllerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.
(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir. Ancak;
a) Mağdur çocukların,
b) Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin,
Tanıklığında bu kayıt zorunludur.
(4) Üçüncü fıkra hükmünün uygulanması suretiyle elde edilen ses ve görüntü kayıtları, sadece ceza muhakemesinde kullanılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan Kanun’un 52. maddesinin birinci fıkrasına ilişkin kanun taslağı gerekçesinde; “Tanıklar, dava konusu olay hakkında bildiklerini doğru ve eksiksiz anlatmakla yükümlü olduklarından, madde bunun gerçekleşmesi için tanıkların birbirlerini etkilememeleri ve yönlendirmemeleri maksadıyla her tanığın ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.” açıklaması yer almaktadır.
Bu hususta öğretide; “Tanıkların beyanda bulunduktan sonra duruşma salonundan çıkartılmaları gerekir. Aksi takdirde yeniden dinlenmesi gereken tanık, duruşmada dinlenen diğer tanıkların veya sanığın söylediklerini duymuş olacağı için bunların etkisinde kalarak beyanda bulunabilir. Örneğin dava konusu olayın nasıl olduğunu benzer şekilde anlatan tanıkları gören başka bir tanığın yeniden beyanda bulunurken diğer tanıkların olayı daha doğru hatırladığını kabul etmesi ve yalan söylediğinin düşünülmemesi için diğerleriyle aynı yönde beyanda bulunması mümkündür.” (Devrim Güngör, Ceza Muhakemesinde Tanık Beyanının Delil Değeri Üzerine Bazı Tespit ve Değerlendirmeler, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.6, S.2, 2015, s. 345) şeklinde görüşler bulunmaktadır.
Duruşmayı icra edecek olan mahkeme tarafından CMK’nın 191. maddesi gereği öncelikle tanıkların gelip gelmedikleri saptanacak, hazır olmaları durumunda duruşma salonundan çıkmaları sağlanacaktır. Ardından 52. maddeye göre her tanık, ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın huzura alınarak dinlenecektir. Bir tanık dinlenirken, kendisinden sonra dinlenecek tanıklar duruşma salonunda bulunmamalıdır. Burada amaç tanıkların, yargılamaya konu eylemle ilgili bildiğini, gördüğünü ve duyduğunu tarafsız ve yorumsuz bir şekilde, yani olduğu gibi anlatmalarını, taraflardan ve duruşma sürecinden etkilenmemelerini temin etmektir. Tanığın duruşma salonunda kalması halinde sorgulanan sanığı, beyanı alınan mağduru veya diğer tanıkları dinleyecek olmasından dolayı ifadesini şekillendirme olasılığı bulunur. Ayrıca bu sayede, yalan beyanda bulunan tanık bunu mahkemenin tespit etmesini zorlaştıracak ya da engelleyecek derecede tutarlı bir hâle getirme imkânına da kavuşmuş olacaktır.
Dolayısıyla tanıkların ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanlarında bulunmaksızın dinlenmesi ve bu hususun denetime imkân vermesi açısından duruşma tutanağına kaydedilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında yapılan yargılama sırasında Yerel Mahkemece istinabe olunan Acıpayam Sulh Ceza Mahkemesinin 30.04.2013 tarihli oturumuna ilişkin duruşma tutanağına göre tanıklar … ve …’in geldiklerinin görüldüğü, tanıkların huzura alınarak hüviyet tespitine geçildiği, sanığın kimliğinin tanıklara açıklandığı, CMK’nın 53, 55, 59 ve 60. maddeleri uyarınca tanıklara gerekli bilgilendirme ve ihtarların yapıldığı, yemin verdirildiği, talimat evrakının okunduğu ve ardından tanıklık yapacakları olaya ilişkin bilgi ve görgülerinin sorulduğu, tanıklara bu işlemlerin birlikte yapıldığı, tanıkların ayrı ayrı salona alındıklarına veya dinlenildiklerine dair denetime imkân verecek şekilde tutanakta bir ibare bulunmadığı ve bu tanıkların beyanlarının da hükme esas alındığının anlaşılması karşısında, tanıkların bir arada dinlenilmesi suretiyle CMK’nın 52. maddesinin ilk fıkrasına muhalefet edildiğinin, bu tanıkların beyanlarının usulüne uygun olarak alınmaması nedeniyle hükme esas olamayacağının ve tanıklar yöntemince yeniden dinlenilip bu hususta düzenlenen tanık ifade tutanakları diğer delillerle birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin edilmesi gerektiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün, dosyada sanık ile müdafisi arasında geçerli bir vekâletname örneği bulunmadığından, öncelikle taraflar arasında geçerli bir vekâlet sözleşmesinin bulunup bulunmadığının araştırılması, usulüne uygun olarak düzenlenmiş vekâletnamenin aslı ya da onaylı örneği temin edilip incelenerek ardından vekilin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme hususundaki beyanının, bu konuda yetkili olup olmadığı açısından değerlendirilmesi ve tanıklar… ve …’in ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanlarında bulunmaksızın dinlenilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 21.11.2018 tarihli ve 16371-15415 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Denizli 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 07.06.2016 tarihli ve 31-821 sayılı mahkûmiyet hükmünün dosyada sanık ile müdafisi arasında geçerli bir vekâletname örneği bulunmadığından, öncelikle taraflar arasında geçerli bir vekâlet sözleşmesinin bulunup bulunmadığının araştırılması, usulüne uygun olarak düzenlenmiş vekâletnamenin aslı ya da onaylı örneği temin edilip incelenerek ardından vekilin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme hususundaki beyanının, bu konuda yetkili olup olmadığı açısından değerlendirilmesi ve tanıklar… ve …’in ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanlarında bulunmaksızın dinlenilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.10.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.